Yıl: 2012

  • Bediüzzamanın Kabri Araştırılmıyor

    Komisyon sözcüsü: Bediüzzaman’ın kabri komisyona gelmedi

    TBMM Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu Sözcüsü İdris Şahin, “Said Nursî’nin defnedildiği yerin araştırılması komisyon gündemine gelirse bir araştırma söz konusu olabilir” açıklamasını yaptı.

    TBMM Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu Sözcüsü İdris Şahin, Said Nursî’nin defnedildiği yerin araştırılması konusunun komisyon gündemine gelmesi halinde değerlendirilebileceğini söyledi. Şahin, gazetecilere yaptığı açıklamada, ”komisyonun Said Nursî’nin defnedildiği yeri araştıracağı” yönünde, bazı basın organlarında yer alan haberleri değerlendirdi. Komisyona henüz böyle bir talebin gelmediğini, ancak komisyon üyesi arkadaşlarının bu yönde bir isteklerinin olabileceğini belirten Şahin, ”Komisyonda gündeme gelirse tabiî ki değerlendirilebilir. Çünkü hiçbir şeye ulaşılmadan net yargılara varmış olmak yanlış olur. Zaten bizim bütün amacımız tarihin karanlık dehlizlerinde kalanları ortaya çıkarmak. 1945 yılında 2007 yılına kadar ne varsa hepsini aydınlığa çıkarmak istiyoruz. Said Nursî’nin defnedildiği yerin araştırılması komisyonda gündeme gelirse, Millî Birlik Komitesi de böyle bir bilgiye sahip ise bu bir araştırma konusu olabilir” dedi.

    Yetiştirdiği talebeleri ise Bediüzzaman’ın kabri ile ilgili vasiyeti gündeme getirdi:

    Bediüzzaman: Kabrimi hiç kimse bilmemek lâzım geliyor

    Benim kabrimi gayet gizli bir yerde, bir iki talebemden başka hiç kimse bilmemek lâzım geliyor. Bunu vasiyet ediyorum. Çünkü, dünyada sohbetten beni men eden bir hakikat, elbette vefatımdan sonra da o hakikat bu surette beni mecbur ediyor.

    Dostlar uzaktan ruhuma Fatiha okusunlar, mânevî duâ ve ziyaret etsinler. Kabrimin yanına gelmesinler. Fatiha uzaktan da olsa ruhuma gelir. Risale-i Nur’daki âzamî ihlâs ile bütün bütün terk-i enaniyet için buna bir mânevî sebep hissediyorum.

    Emirdağ Lâhikası, s. 417
    ***
    “Benim kabrimi gayet gizli bir yerde, bir iki talebemden başka hiç kimse bilmemek lâzım geliyor. Bunu vasiyet ediyorum. Çünkü, dünyada sohbetten beni men eden bir hakikat, elbette vefatımdan sonra da o hakikat bu surette beni mecbur ediyor.”
    Biz de Üstadımızdan sorduk:
    “Kabri ziyarete gelenler Fatiha okur, hayır kazanır. Acaba siz ne hikmete binâen kabrinizi ziyaret etmeyi men ediyorsunuz?”
    Cevaben Üstadımız dedi ki:
    “Bu dehşetli zamanda, eski zamandaki firavunların dünyevî şan ve şeref arzusuyla heykeller ve resimler ve mumyalarla nazar-ı beşeri kendilerine çevirmeleri gibi, enaniyet ve benlik, verdiği gafletle, heykeller ve resimler ve gazetelerle nazarları, mânâ-yı harfîden mânâ-yı ismiyle tamamen kendilerine çevirtmeleri ve uhrevî istikbalden ziyade dünyevî istikbali hayal edinmiş olmaları ile, eski zamandaki lillâh için ziyarete mukabil, ehl-i dünya kısmen bu hakikate muhalif olarak mevtanın dünyevî şan ve şerefine ziyade ehemmiyet verir. Öyle ziyaret ediyorlar. Ben de Risale-i Nur’daki âzamî ihlâsı kırmamak için ve o ihlâsın sırrıyla, kabrimi bildirmemeyi vasiyet ediyorum. Hem şarkta, hem garpta, hem kim olursa olsun, okudukları Fatihalar o ruha gider.
    “Dünyada beni sohbetten men eden bir hakikat, elbette vefatımdan sonra da o hakikat bu suretle, beni sevap cihetiyle değil, dünya cihetiyle men etmeye mecbur edecek” dedi.

    Hizmetinde bulunan talebeleri


    Haber7
  • Kulluk Özlemi

    “Allah’ım, Recep ve Şa’ban’ı bize mübarek (ve bereketli) kıl ve bizi (sağlıkla) Ramazana ulaştır!”
    (Heysemi. Mecmeu z-zevâid. III. 140)
    عَنْ أَنَسٍ أنّ النَّبي صَلَّىَ اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ كَانَ إذَا دَخَلَ رَجَبُ قَالَ : اللَّهُمَّ بَارِكْ لَنَا فِي رَجَبَ وَ شَعْبَانَ وَ بَلِّغْنَا رَمَضَانَ

    Enes b. Malik radıyallahu anh’ın haber verdiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Recep ayına girdiği zaman şöyle dua edermiş:
    “Allah’ım, Recep ve Şa’ban’ı bize mübarek (ve bereketli) kıl ve bizi (sağlıkla) Ramazana ulaştır!”
    (Heysemi. Mecmeu z-zevâid. III. 140)

    “Kulluk-yoğun bir mevsim” demek olan Üç Aylar’a girdiğimiz günlerde, bütün Müslümanları yeni bir Ramazan’a kavuşma heyecanı ve ümidi sarmaya başlar. Hemen belirtmek ve müjdelemek gerektir ki böylesi bir heyecan, ümit, hazırlık ve özlem, hadisimizde görüldüğü gibi, İslami bir terbiye sonucudur. Bu sebeple de tebrik ve takdire değer.
    Daha diri bir dinî hayata sahip olabilmek için, dinî bilgiler ve pratiklerle, yani sağlam bilgi ve ihlaslı amellerle güçlenmiş olmak temel şarttır. Bir anlamda yıllık bakım ya da tahsil ve tatbikat zamanı olan Üç Aylar’ı ve özellikle Ramazan’ı gereği gibi değerlendirmek, o havayı bütün bir yıla taşımak ve taşırmak, hiç şüphesiz daha diri olduğu kadar daha tatlı bir dinî hayat yaşamayı sağlayacaktır.

    Bize göre dünya ve ahiretin saadet anahtarı imandır. Fert ve toplum hayatımıza onu daha büyük ölçüde etkili kılacak uygun zamanlara kavuşma isteği aslında daha diri bir dinî yaşayışı arzulamaktır, iyiliklerin ve güzelliklerin peşinde olmaktır. Müslümana da bu yakışmaktadır. Zira “Müslümanların en hayırlısı, ömrü uzun, ameli güzel olandır.” [1]

    Hadisimizin Müsned’de yer alan rivayeti “Allah’ım, bize Receb ve Şaban’ı mübarek kıl ve bize Ramazanı da mübarek kıl” [2] anlamındadır. Ahmed el-Bennâ es-Sââtî’nin dediği gibi burada Ramazan’ın, Receb ve Şaban’a atfedilmeksizin müstakilen duaya konu edilmesi, onun üstün faziletine işarettir. [3]

    Ramazan’ın üstün fazilet ve değeri gerek ayet ve gerekse hadis-i şeriflerle açıklanmıştır. Mesela;

    – İnsanlığın hidayet rehberi Kur’ân-ı Kerîm Ramazan’da, mübarek bir gecede, Kadir Gecesi’nde inzâl buyrulmuştur.

    – Bin aydan daha hayırlı olan yani 83 sene 4 aylık bir ömrü hatasız yaşama imkânı veren Kadir Gecesi, Ramazan’dadır.

    – Karşılığının Allah Teâlâ tarafından tayin edileceği oruç ibadeti Ramazan’da tutulur.

    – İyiliğin de kötülüğün de her zamankinden kat kat fazla önem kazandığı ay Ramazan’dır.

    – Rahmet, mağfiret ve cehennemden kurtuluş imkânı getiren ay Ramazan’dır
    Recep ve Şaban aylarının asıl değeri, Ramazan’a olan yakınlıklarıdır. O halde Ramazan’ın feyz ve bereketinden tam anlamıyla istifade edebilmek için Üç Aylar’ın girişiyle birlikte yeni, daha şuurlu ve ihlaslı bir kulluğu yaşamaya gayret etmek, bunu başarmaya çalışmak gerekmektedir.

    Üstün vasıflarından en çok bilinenlerini sıraladığımız böyle bir aya duyulan özlem, iyiliklerin, güzelliklerin tekrarını istemek, kötülüklerden ve zararlılardan tekrar tekrar uzak kalmayı dilemek demektir. Başka bir deyişle ömrü amel-i salih üzere Müslümanca geçirme, hayatı iyiliklerle bezeme arzusudur.

    Böyle bir arzu ve özlemin, özellikle Recep ayına girildiğinde duyulması, Recep ve Şaban’ın asıl değerlerinin, kulu Ramazan’a hazırlaması dolayısıyla olduğunu yani onların bereketinin ancak Ramazan’la tamamlanacağını göstermektedir. Bu iki ayın asıl değeri, Ramazan’a olan yakınlıklarıdır. O halde Ramazan’ın feyz ve bereketinden tam anlamıyla istifade edebilmek için Üç Aylar’ın girişiyle birlikte yeni, daha şuurlu ve ihlaslı bir kulluğu yaşamaya gayret etmek, bunu başarmaya çalışmak gerekmektedir.

    Daha diri bir dinî hayata sahip olabilmek için, dinî bilgiler ve pratiklerle, yani sağlam bilgi ve ihlaslı amellerle güçlenmiş olmak temel şarttır. Bir anlamda yıllık bakım ya da tahsil ve tatbikat zamanı olan Üç Aylar’ı ve özellikle Ramazan’ı gereği gibi değerlendirmek, o havayı bütün bir yıla taşımak ve taşırmak, hiç şüphesiz daha diri olduğu kadar daha tatlı bir dinî hayat yaşamayı sağlayacaktır. Yaşlandıkça ömrün sonlarına doğru daha fazla tevbe, zikir, tesbih, ibadet, hayr ve hasenat yapılması tavsiyeleri de aslında giderek gücünü arttıran bir dinî diriliğin gereğini vurgulamaktır.

    Hadisimizi gerek dua olarak okumakta gerekse onun zihinlerimize ve hayatımıza kazandırmak istediği dinî diriliği elde etmeye çalışmakta büyük bir hayr vardır. Özlemlerimiz keşke hep böylesi mevsimler ve Ramazan gibi günler için olsa…

     

    Prof.Dr. İsmail Lüfti Çakan

    Dipnotlar

    1. Tirmizi, Zühd, 21. 22: Darîmî, Rikak 30: Ahmed b. Hanbel. Müsned, V. 10.43 47.48.50.267.

    2. Ahmed b. Hanbel, Müsned, l 259

    3. Bk Sâ’âtî, Fethu’r-rabbânî. lX, 231

     

  • Hikmet Peygamberlerde Mi Filozoflarda Mı?

     

    Necmettin Irmak Hoca’yı o gün ilk defa dinlemiştim. Gerçekten de hocamızın hadis ilmine olan vukufiyeti yapmış olduğu konuşmasından anlaşılıyordu. Herkesin bildiği şeylerin anlatıldığı, orta seviyedeki bir seminer değildi bu… Fıkıh ve hadis ilimlerinin bel kemiğini oluşturan ana kavramların işlendiği yüksek seviyeli bir dersti.

    Necmettin Irmak gayrıresmi bir hoca

    Necmettin Irmak Hoca’nın konuyu işleme biçimi, örneklendirmeleri, delillerini net bir şekilde ortaya koyması ilmî bir metodunun olduğunu gösteriyordu. Hocayı ilk defa dinleyen birisi olarak istikametli sünnet yorumunu ve sünnete yaklaşım biçimini çok takdir ettiğimi söyleyebilirim. Doğrusu bu dersten sonra Necmettin Irmak Hoca’nın takip edilmesi gereken bir isim olduğuna kanaat getirdim.

    Çıkışta kendisiyle kısa bir sohbetimiz oldu; ticaretle uğraştığını ve bu tarz sohbetlere çağrıldığı zaman geldiğini söyledi. Yani hocanın resmi bir görevi yoktu. Açıkçası resmi görevi olan akademisyenleri veya bir devlet kurumunda çalışan hocalarımızı dışlamak veya onları önemsememek gibi bir düşüncemiz olmamakla beraber resmi görevi olmayan hocalarımızın bizim için ayrı bir yeri olduğunu da ifade etmek isterim. Çünkü bu gibi kimseler dinin sigortalarıdır. Herkesin sustuğu, eğip büktüğü veya en azından bildiğini sakladığı dönemlerde bu hocalarımız bildiğini saklamayarak önemli bir vazife ifa etmişlerdir.

    Hadis ve fıkıh usulünü genel hatlarıyla bilmeliyiz

    Necmettin Irmak Hoca’nın yapmış olduğu bu ilmî dersi dinledikten sonra hadis ve fıkıh usulü anlamında çok eksiklerimizin olduğunu farkettim. Müslümanların bilmesi gereken ilimleri genel hatları ile bile bilmememiz ne kadar içler acısı öyle değil mi? Faraza “illet” kavramının ne anlama geldiğini bilmeden hadislerden hüküm çıkartmaya çalışarak müçtehitlik yapmaya kalkışıyoruz. Hele her gördüğümüz hadis-i şerife “sahih mi” diyerek yaklaşmamız bizi tamamen sünnetin o güvenli limanından uzaklaştırıyor. Kuşkusuz ki sağlam yolun alternatifi sapkınlık yoludur. Bu açıdan Necmettin Irmak Hocamızın hadis seminerleri bizi sünnetin sahih çizgisine davet etmesi açısından önemlidir.

    Hadisleri bağlamından kopartmamalıyız

    Necmettin Irmak Hocamız sünnete ittibada doğru bir zemin yakalayabilmek için hadis-i şeriflere yaklaşırken ilk olarak o hadisin hangi bağlamda söylendiğini bilmemiz gerektiğini söyledi. Bunu da “hurma hadisi” olarak meşhur olan hadisi örnek vererek izah etti. Eshabtan bazıları Efendimizin bir sözü üzerine o sene hurmaları aşılamışlar. Ertesi sene ürün alamayınca Efendimize gitmişler ve durumu anlatmışlar. Efendimiz de onlara; “Siz dünya işlerini benden daha iyi bilirsiniz” buyurmuştur. Necmettin Irmak Hoca bu hadisin Müslim’in rivayet ettiği sahih bir rivayet olduğunu ve tek bir senetle değil, birçok senetle geldiğini söyledi.

    Hadis-i şerife ilk baktığımızda dünya işleri ayrıymış, ahiret işleri ayrıymış gibi bir yanılgıya düşebileceğimizi söyleyen Necmettin Irmak Hoca, bu hadisi bağlamından koparmamak gerektiğini söyleyerek bu meseleyi şöyle izah etti: “Hurma yetiştirmek gibi ziraî bir konuda söylenmiş bir sözü alıp bağlamından koparırsanız onu yanlış anlarsınız. Dünya işleri diye dünya adına ne varsa onu dinden ayırırsınız ve dünyayı Peygamberden koparırsınız. Dolayısıyla dünyayı Allah’tan da koparırsınız ve ahiret işleri Allah’a ve Resulüne kalsın, dünya işleri bize kalsın deme durumuna düşersiniz. Onun için sözü bağlamından koparmak tehlikeli bir yaklaşımdır. Bunun için hadis-i şeriflerin sebeb-i vücuduna da mümkün derece vakıf olmak gerekmektedir ki sünneti sahih bir düzlemde anlayabilmek için bu mutlaka şarttır.”

    İllet meselesini anlamak lazım

    Fıkıh usulünün en önemli meselelerinden birisi olan “illet”, kavramı kabaca ifade etmek gerekirse hükmün dayandırıldığı nedendir. Başka bir ifadeyle hükmün üzerine bina edildiği zahir olan vasıftır. Sünnete ittibada illet meselesini anlamanın da önemli olduğunu söyleyen Necmettin Irmak Hoca konuyu bir örnekle açıkladı. Seferiyken dört rekâtlı namazları ikiye indiririz, orucu tutmama gibi bir ruhsat da vardır. Ulema arasında bu anlamda bir tartışma olduğunu söyleyen Necmettin Irmak Hoca, kimisinin “bunun illeti meşakkattir” dediğini, kimisinin de “bunun illeti yolculuktur” dediğini söyledi.

    Şimdi konuyu daha iyi anlayabilmemiz için biraz somutlaştıralım. Kimileri seferiyken oruç tutmamamızdaki nedenin (yani illetin) meşakkat olduğunu söylüyor ve “günümüzde yolculukta meşakkat kalmadığına göre oruç tutulmalıdır” diyorlar. Bu görüşte olanlar hükmün illeti olarak“meşakkat” kavramını ortaya koyuyorlar. Fakat kimileri de “meşakkat olmasa da bu konuda oruç tutmama ruhsatı vardır” diyor. Bu ikinci grup da “seyahat etmenin kendisi illettir” diyorlar. Şu durumda hangi yolu takip edeceğiz?

    Seferiliğin kendisi illettir

    Bu meseleyi can alıcı bir açıklamayla Necmettin Irmak Hoca şöyle izah etti: “Şimdi şu iki durumu düşünelim. Bir insan uzun bir seyahat yapıyor ama bundan çok zevk de alıyor olabilir. Bir kimse de bağında bahçesinde çapa sallıyorsa çok daha ağır bir meşakkat altında olabilir. Ama dikkat ederseniz ayette Allah bu kimseler için bir ruhsat vermiyor. Yolcu olanlar zikrediliyor. Dolayısıyla seferiliğin illeti bizzat seferiliğin kendisidir. Bu önemli bir tespittir. İletti doğru düzgün tespit edemezseniz onun üzerine yapacağınız bütün kıyaslar, içtihatlar sizi yanlış ve tehlikeli bir noktaya götürebilir. İlleti tespit etmek için ‘rasihun’dan olmak gerekiyor. Hem dil bilme itibariyle, hem delillere vukufiyet itibariyle, hem de diğer hususlara vukufiyet itibariyle yeterli olmak gerekiyor. Yoksa üstünkörü bir şekilde ‘ben bu hadiste geçen konuyu biliyorum, şunun için emredilmiş’ dediğinizde, ilk aklınıza gelen şey hiç de onun sebebi olmayabilir.”

    Bazı durumlarda illeti Efendimiz açıklamıştır

    Bazı durumlarda hükmün dayandırıldığı illetin tartışmalı olduğunu söyleyen Necmettin Irmak Hoca, bazı durumlarda da Peygamber Efendimiz aleyhis selatü ves selamın illeti bizzat kendisinin dile getirdiğini söyledi. Bununla ilgili de şu örneği verdi: “Bir gün Efendimiz paçası yerlerde sürünecek kadar uzun elbise giymeyi nehyetti. Hz. Ebu Bekir dedi ki: ‘Ya Resulullah benim de elbisemin eteği uzun.’ Efendimiz ona; ‘Sen onlardan değilsin’ dedi.

    O gün için eteğin uzunluğu kibre işaret ediyordu. Burada nehyin illetinin kibir olduğunu Efendimiz söylemiş oluyor. Günümüzde mesela birisi diyor ki: ‘Sen hocasın, pantolonunun paçası neden ayakkabının üstüne gelecek kadar uzun?’ İyi de Allah Resulü bu hadisin illetini dile getirmiş, bugün açısından pantolonun uzunluğu kibirlilik alameti değil. Bugün eğer kısa elbise giymek kibirlilik alameti olsaydı Efendimiz aslında neyi nehyetmiş olacaktı? Kısa paçalı elbise giymeyi nehyetmiş olacaktı.” Bu hadisin illeti “kibir” olduğuna göre kılık ve kıyafette kibir alameti sayılabilecek şeylerden uzak durmamız gerektiğini anlıyoruz. Ama bunu kılık ve kıyafetle de sınırlı tutmayıp hayatımızın her alanında “kibir” çağrışımı yapan durumlardan kaçınmalıyız diye de bir çıkarım yapabiliriz herhalde…

    Kur’an ‘hikmeti peygamberlere verdik’ diyor, biz ise onu filozoflarda arıyoruz

    Bazı şeyleri söylemek biraz zordur. Bunlardan bir tanesi de “hikmet” dediğimiz olgunun felsefe ile alakasının olmadığı gerçeğidir. Her ne kadar felsefe taraftarları bu sözlerimize itiraz edecek olsa da bu konu net ve açıktır. En başta bir Müslüman bir kavramı kullanırken onu ancak Kur’an bağlamında kullanabileceğini bilmelidir. Şu halde acaba felsefenin “hikmet sevgisi” demek olduğunu iddia edenler “hikmet” kelimesinin Kur’an’da ne anlamda kullanıldığını hiç merak ettiler mi?

    Bir Kur’an kavramı olan “hikmet”in felsefe ile özdeşleştirilmesinin yanlış olduğunu ifade eden Necmettin Irmak Hoca, sünnete ittibada “illet” kavramından sonra “hikmet” kavramının da iyi anlaşılması gerektiğini söyledi. Bu konudaki yanlış bakış açısnı net bir şekilde izah eden hoca bu konuda şunları söyledi: “Tarihî seyir içinde hikmeti felsefe ile özdeşleştirmiş olsalar da biz Rabbimizin Kitab’ına baktığımızda Rabbimizin hikmet kelimesini Efendimizin sünneti ile alakalı kullandığını görüyoruz. Kur’an’da ‘Onlara kitabı ve hikmeti öğreten bir peygamber gönderdik’ (Cuma, 2) buyrulmuştur. Yani Kur’an ‘hikmeti peygamberlere verdik’ diyor ama biz ise onu filozoflarda arıyoruz. Hikmeti, varlığın öz bilgisine, hakiki bilgisine vakıf olmak şeklinde tanımlayabiliriz. Bu tanım çerçevesinde bakınca bu hususta Peygamberlerden daha öncelikli kimseyi göremeyiz. Onlar hem Allah Teala’nın vahiy eğitiminden geçmişlerdir, hem de yakînî bilgiye sahiptirler. Dolayısıyla peygamberler hikmetin bilgisine sahip olan kimselerdir. Dolayısıyla peygamberlerin ortaya koymuş olduğu uygulamalar hikmetin ta kendisidir. Yani sünnet hikmetin kendisidir.”

    Hikmet-i teşri ve mekasıd-ı şeria kavramlarını bilmeliyiz

    Bir de ulemanın “hikmet-i teşri” dediği bir kavramdan bahseden Necmettin Irmak Hoca, bu kavramın Kitab’ın ve sünnetin herhangi bir şeyle alakalı yasalaştırma, kanun koyma hususundaki hikmetini tespit etmek anlamında olduğunu söyledi.  Bazı şeyleri insanın kalben mutmain olarak yapabilmesi için dinî hükümlerin hikmetine de vakıf olması gerektiğini söyleyen Necmettin Irmak Hoca, ancak hükmün hikmetin üzerine bina edilen bir şey olmadığını da hatırlattı.

    Mekasid-i şeria diye bir kavramdan da bahseden Necmettin Irmak Hoca, bunun şeriatın maksatlarını tespit etme ilmi olduğunu söyledi. Ayrıca bu konuda şunları söyledi: “Kitabın ve sünnetin maksadını da doğru bir şekilde tespit etmek gerekir. Efendimizin nebevi uygulamalarındaki maksadı gözetmek ve tespit etmek sünnete ittibada sahih bir zemini bulma noktasında olmazsa olmazdır.”

    Maslahat kavramını sulandıranlar var

    Sünnete ittibada doğru bir zemini yakalama anlamında maslahatın da mutlaka gözetilmesi gerektiğini söyleyen Necmettin Irmak Hoca, maslahat kavramının günümüzde ne şekilde sulandırıldığını şöyle izah etti: “Günümüzde maslahat kelimesi çok kullanılıyor. Adam bankadan faizli kredi çekiyor, maslahata binaen bunu yaptığını söylüyor. ‘Daha çok büyümemiz lazım, Müslümanların sermayeyi elinde tutması lazım’ gibi birtakım maslahatları öne sürüyor. Veya adam bıyığını sakalını kazıyor, sünneti terk ediyor, ‘sakal bıyık olursa ötekilerle diyalog kuramıyorum’ diyor. Maslahat vardır fıkıhta ama böyle lakayt bir zeminde ele alınmaz. Günümüzde bazı hoca efendiler ‘Müslümanların maslahatı’ tabirini öne çıkartıyorlar. Ama maslahat dediğimiz şey esas değildir. İkincisi maslahatta keyfîlik yoktur, sınırları vardır, şartları vardır. ‘Zorlaştırmayın, kolaylaştırın’ emri maslahatın gözetilmesi gerektiğini ifade eder. Efendimizin haram olmadıkça kolay olanını tercih etmesi de maslahata delildir. Peygamber Efendimiz de maslahatı tercih etmek adına pek çok yerde azameti değil ruhsatı tercih etmiştir. Sünneti anlamaya çalışırken Efendimizin gözettiği maslahatı da anlamamız icap eder.”

    Eskiden ‘Nebevi Hareket Metodu’ diye eserler vardı, şimdi küçümsüyorlar

    Necmettin Irmak Hoca son olarak bir hatırlatma yaparak dersini bitirdi. Müslümanların din adına yaptığı faaliyetlerde eskiden sünnete uygun bir yöntem belirleme diye bir gündemimiz olduğunu ama bugünlerde bunu söyleyenlere küçümseyici bir tarzda bakıldığını söyledi. Necmettin Irmak Hoca, bu istifadeli seminere şu önemli tespiti paylaşarak son verdi: “Bugün Müslümanların Allah’ın dini adına yapıp ettiklerinde Efendimiz aleyhis selatü ves selam’ın sünnetine uygunluk yani nebevilik vasfı ne konumdadır? Bir dönem bunu çokça dile getirirdik. ‘Nebevi Hareket Metodu’ diye eserler vardı mesela… Biz derdik ki Müslümanlar olarak Allah’ın dini adına bir şeyler yapacaksak yapıp edeceğimiz şeylerde her halükarda nebevilik vasfı olmazsa olmazımızdır. Nebevilik vasfını kaybetmiş her hareket hangi konumda bulunursa bulunsun İslam’la olan alakasını kaybeder. Artık gelinen noktada bu tür şeyler dillendirilmiyor. Dillendirildiğinde de küçümseyici bir nazarla bakılıyor.”

     

    Aydın Başar 

    Dünyabizim

  • Cahit Zarifoğlu Sempozyumu Detayları

     

    Herkesin gönlünde kendini tamamlamaya yardımcı mekân algısı vardır. Benim kendimi tamamlama sürecinde (ki bu süreç hiç bitmez) İstanbul’un yeri bambaşka. İstanbul’u bütünüyle seviyorum, eskisiyle seviyorum, yenisiyle seviyorum. Her bir anını, her bir semtini seviyorum. Biraz da gurbet denilen ayrılık ateşinin hasretiyle hislerim İstanbul’a karşı aşırı yüklü.

    Bir vesile ile -daha çok bahane unsuruyla- yaşadığım şehri terk ettiğimde her zaman yönüm İstanbul olur. Bu seferki terk de Fatih Andı Hoca ve Musa Duman Hoca ile görüşmek bahanesiyle gerçekleşti. Önce şehrin yağmuru karşıladı. Bereket saydım, hemen ardından gezebilmem için güneş kendini gösterdi.

    Cahit Zarifoğlu sempozyumu ne zaman?

    Üniversitenin koridorlarından Fatih Andı Hoca’nın mekânına vasıl olurken eski günler gözlerimin önünden bir bir geçti. Selamlaştık, hoca ile derin ve bir o kadar da bereketli bir sohbete koyulduk. Hoca Enis Batur’un Argos dergisi üzerine çalışmamdan dem açtı. Garip bir durumdu Argos çalışmak. Kütüphanecilerle az kavga etmedim. Ama bereketli bir çalışma ortaya çıktı. Mustafa Kutlu Sempozyumu’ndan zihin ile pratiğin buluşmasına pek çok konuya kapı araladık.

    Fatih Hoca Cahit Zarifoğlu Sempozyumu planladıklarını söyledi. Sevindim. Kasım ayından itibaren üniversitede hem ulusal hem de uluslararası pek çok sempozyum planladıklarını söyledi. Huzurdan ayrıldım.

    Ayaklarım beni Cağaloğlu’na götürdü.

    Fatih Hoca, hikâyelerinde ayetlere atıflar yaptığından bahsetmiş

    Kendimi Dergah Yayınları’nda buldum. Mustafa Kutlu’nun huzurundayım. Odada misafirler. İsmail Hoca henüz teşrif etmemiş. Mustafa Kutlu 15 Haziran’da Yenikapı Mevlevihanesi’nde sempozyumla ilgili kitabının tanıtımı olacağını ama kendisinin katılamayacağını söyledi. Hatta sempozyuma bile gitmek nasip olmamış. “Gidemedim” dedi. Kendisiyle ilgili yazılarda farklı bir bakış açısı içeren yazıları okuduğunu ve beğendiğini söyledi. Bu konuda Fatih Andı’nın sempozyumdaki sunumunu beğendiğini söyledi.

    Fatih Hoca, Kutlu’nun, hikâyelerinde ayetlere atıflar yaptığından bahsetmiş tebliğinde. Diyor ki Kutlu, “ben yazarken bu sözüm şu ayete tesadüf etsin diye düşünmedim. Ama Kur’an ve İslam şuuraltına yerleştiği için böyle oluyor.” “Kambur Hafız ve Minare” adlı hikâyesi üniversitede postmodern öykü örneği olarak okutuluyormuş. “Ben bu saikle yazmadım ama benim öyküm için postmodern öykü diyorlar” dedi.

    Mustafa Kutlu, “Aletler kendiğinden oluşmaz. Bir ideolojiden yola çıkarak oluşur. Buhar makinesi öncesi her şey insan ölçekliydi. Şimdi ise hiçbir şey insan ölçekli değil” dedi sonra. Anadolu Yakası kitabının kapağı bize bakıyor. (Sonradan İsmail Kara’dan öğrendiğimize göre kapak konusunda henüz bir netlik yok. Her an değişebilirmiş.)

    Seneye Sıradışı bir Ödül Töreni

    Seneye -Allah ömür verirse ki Rabbim uzun etsin- Sıradışı bir Ödül Töreni adlı yeni bir kitap yazacağını söyledi Kutlu. Bu öyküyü kendisine ilham ettirenin, evlatların ve malların insan için bir emanet olduğunu hatırlatan ayet olduğunu söyledi. “Sormadıkları ya da sormayacakları şeylerle insan meşgul olmamalı” dedi Kutlu.

    Marmara Kırathanesi ve ekâbirinden söz açılmıştı ki huzura İsmail Kara teşrif etti. Mustafa Kutlu ile hoca kendi usullerince selamlaştılar. Ve Mustafa Kutlu sessizce ayrıldı mekândan.

    İsmail Kara’nın Osman Turan Hoca’nın kitabına düştüğü not

    Hoca teşrif ettiğinde misafirler henüz ayrılmamıştı. Misafirlerden biri Hoca’ya sorular sordu. Soruları sabırla ve içtenlikle cevapladı. Tam da sohbetin ortasına Osman Turan Hoca kitabî olarak dâhil oldu. Selçuklular Tarihikitabının oluşma hikâyesinden bahsetti. Hep beraber kitabının tarihî nüshasıyla musafaha ettik. Osman Turan Hoca’nın hem nizami Osmanlıca hem de yeni harflerle yazılmış metinleri ile mülaki olduk. İsmail Kara’nın nüshaya notu gözümüze ilişti:

    “Bu nüsha merhum Osman Turan Bey’in Selçuklular Tarihi ve Türk-İslam Medeniyeti adlı kitabının Dergah Yayınları tarafından yapılan baskısının orijinal halidir. Hocanın yaptığı Osmanlıca ve yeni harfli ekler yayınevi tarafından daktilo ettirilmiş, Hoca tarafından okunmuştur. Yeni notlara göre de düzenlemeyi yayınevi yapmıştır. Bu bakımdan tarihî bir nüshadır.”

    Huzurdan izinle ve yanımda Rize Defteri-I ile ayrıldım. Aklımda Kutuz Hoca’nın öğrencilerle bir fotoğrafı kaldı.

    Üsküdar’da akşam namazı…

    Üsküdar’ın sırlı misafirlerden hanende-sazende Yahya Soyyiğit Ağabey’in amcası Ahmet SoyyiğitEfendi’nin arkasında akşam namazına durdum. İlk sure Vel-Asr oldu.

    Vel asr.

    ASR’a yemin olsun ki,

    İnnel insane lefiy husr.

    İnsan gerçekten hüsrandadır.

    İllelleziyne amenu ve amilus salihati, ve tevasav Bilhakk ve tevasav Bis-sabr.

    Ancak iman eden, ameli saliha işleyen, HAKkı ve sabrı tavsiye eden müstesna!…

     

    Zeki Dursun

    Dünyabizim

     

  • Kırk Yılın Birikimi Tefsirler

     

    Kırk yılın birikimi: Hayat Kaynağı Kur’an Tefsiri

    M. Sait Şimşek Bey’le (Prof. Dr.) arkadaşlığımız sanıyorum otuz yılı geçiyor. Bu otuz yıl içinde yararlanan daha çok ben olsam da ola ki Sait Bey de belki bizden bir şeyler almıştır. Çünkü (gençler acep biliyor mu) biz o yıllar haftada iki kez toplanıp (doğrudur; çay içsek de) önemli şeyler konuşurduk. Devlet kurar, devlet yıkardık mesela. Fermuarı açılmadık İslamî konuları konuşurduk.

    Uzatmayalım, gün oldu Sait Bey tefsirini yayınladı. Elbette hepsini okumadım (beş cilt). Ama az sonra anacağım redaksiyon kusurları dışında Okuyucuya kefil olacağım bir tefsir. Nedeni şu ki ben Sait Bey’i tanıyorum; iftira etmez, inanmadığı yorumu yazmaz; otuz küsur yıllık arkadaşım.

    Muhteşem bir eser koymuş ortaya; belki kırk yılın birikimi: Hayat Kaynağı Kur’an Tefsiri. Buradan bu eseri okuyucularıma okumaları için tavsiye ediyor, hatta “başka yerlere bakmanız gerekmiyor; bu kitaba bakın” diyorum.

    Semra Kürün’ün tefsiri taklitten sakındırıyor

    İkinci tefsir ise Ablamız Semra Kürün’ün. Semra Ablamız, biz, bin dört yüz yılın alışkını tefsir okuyucularının ezberini bozuyor: Ne demek; bir bayan müfessir. Gerçekten, benim bildiğim tefsir tarihinde bir başka bayan müfessir yok. Salt bu açıdan okunmayı hak ediyor bu tefsir. Sekiz cildi tamamlanıp yayınlanmış. Semra Ablamız sekiz ciltte Ta-Ha suresini ancak tamamlamış ve orada trafik tıkanmış: Ne olacak bu tefsirin hali.

    Semra Abla’yı da ortalama kırk yıldır tanıyorum. Şimdi bana deseniz ki görsen tanır mısın; hayır tanıyamam. Çünkü Merhum Alaattin Ağabeyimizin bu mübarek hanımının hiçbir arkadaşımız yüzünü görmemiştir; yüzünü göstermemiştir. (Ayrı bir takva olayı).

    Önce ilk tefsire kefil olduğum gibi bu tefsire de kefil olduğumu söyleyeyim. Hepiniz kırk yıllık arkadaşınızın ne söyleyeceğini biliyorsunuzdur. Semra Abla, Alaattin Kürün Ağabeyimizin eşi. Bu bizim kefil olmamız için yeterli.

    Semra Abla, ayrıca babası Sait Çekmegil’in etkisiyle fevkalade bir işlev daha görüyor: Taklitten sakındırma. Bu tefsirin önemli ayrımlarından, belki yegâne ayrımlarından biri de bu.

    Şimdi maddi imkânsızlıklara karşın, bir şekilde Abla’mızın kendi imkânlarıyla sekiz cilt yayınladığı bu tefsirin ümmet-i Muhammed’e ulaşması için ne yapılabilir.

    Utanıyorum. Gerçekten utanıyorum: İslam tarihinde Elmalılı Hamdi Yazır, Seyyid Kutup gibi müfessirlere gelinceye kadar (bırakın bir bayanın yazdığı tefsiri) kaç tane tefsir yazılmıştır: Elin parmakları kadar. Ümmet olarak utanmamız lazım.

    Şimdi kendi olanaklarıyla bir tefsir yayınlamış bir Abla’mız var karşımızda. Ablamız alınmasın, kırılmasın: buradan davet ediyorum : gücü yeten bu tefsirden on takım, beş takım alıp bilhassa ümmet-i Muhammed’in kızlarına hediye etsinler.

    Bir örnekle söylemek istediklerime son vermek istiyorum:

    Sait Bey’in Tefsiri. Âl-i İmran 52: “İsa onların inkâr edeceklerini, ‘Allah’a giden yolda yardımcılarım kimlerdir’…”

    Semra Abla’nın tefsirinden: “Vakta ki İsa onlardan (ısrar ile taşan) küfrü hissetti. Dedi: ‘Allah’a (doğru giden yolda) bana yardım edecekler kim…”

    Sait Bey’in mealinde ciddi bir kusur var. Ama bu kusurun kime ait olduğunu bilmiyoruz: Yayıncının mı yazarın mı?

    İkisine de kefilim: lütfen okuyun; yeni şeyler öğreneceksiniz.

     

    Murat Kapkıner

    Dünyabizim

  • Başörtüsü Bekçisi Profesörün Cezası Belli Oldu

     

    Prof. Dr. Esat Rennan Pekünlü, her sabah Ege Üniversitesi Fen Fakültesi Astronomi ve Uzay Bilimleri Bölümü’nün kapısında nöbet tuttup elinde fotoğraf makinesiyle başörtüsüyle okula gelmek isteyen öğrencileri çekiyordu.

    Zaman’da yer alan haberde, başı açık öğrencileri okula alırken, başörtülülere kapıyı kapatıp, bu şekilde içeri giremeyeceklerini söyleyen profesör Pekünlü’nün tavrı gazeteciler tarafından görüntülenmişti. YÖK basında çıkan haberlerin ardından Pekünlü hakkında soruşturma başlatmıştı.

  • Bediüzzaman Said Nursinin Mezarı Bulunacak

     

    Konuyu dünkü toplantıda komisyon gündemine getiren AK Parti Manisa Milletvekili Selçuk Özdağ, Said-i Nursi vefat ettiğinde MBK üyesi Ahmet Er’in yurt dışında olduğunu, ancak bir başka MBK üyesi Numan Esin’in, Nursi’nin naaşının bilinmeyen bir yere taşındığını Er’e söylediğini dile getirdi

    YARIM YÜZYILLIK SIR AYDINLATILACAK

    Özdağ, “Bu iki isim bir an önce dinlenmelidir. İki ismin vereceği bilgiler değerlendirilmeli ve bir büyük din aliminin mezarı ortaya çıkarılmalıdır. Belki ‘Devlet sırrı’ diyerek bunların kozmik kasada olacağını söyleyeceklerdir. Ancak sır bile olsa üzerinden 50 yıl geçtiği için bu bilginin açıklanması gerekir. Hiçbir suçu olmadığı halde Said-i Nursi gibi bir din aliminin naaşına bile zulmeden zihniyet ortaya çıkarılmalıdır. Bunun takipçisi olacağız” dedi.

    KOMİSYON SINIRLARI AŞIYOR

    Bu arada Komisyon bünyesinde kurulan alt komisyonlar darbelerin iç ve dış bağlantılarını da inceleyecek. Bu kapsamda 12 Eylül 1980 Darbesini inceleyecek olan alt komisyon, yabancı diplomat ve devlet görevlilerini de dinleyecek. Komisyon Kanlı 1 Mayıs, Maraş, Çorum olayları gibi toplumsal olaylar ile Abdi İpekçi, Gün Sazak gibi infial oluşturan suikastleri de araştıracak. Alt Komisyon Başkanı AK Parti Amasya Milletvekili Naci Bostancı, 100 ismi dinleyeceklerini, yeni isimlerin de listeye eklenebileceğini söyledi. Dönemin NATO Başkomutanı ABD’li General Bernard Rogers ile Aleksander Pack, Richard Perle gibi isimlerin davet edileceği öğrenildi. 9 Martçı paşalardan Celil Gürkan, Devrimci Subaylar Bildirisine imza atan Ali Kırca ve döneme tanık olan birçok gazetecinin de bilgisine başvurulacak.

    Yeni Şafak

  • Dincer: Torpil Bulup Gidiyorlar

    Ayrıca öğretmenlerin görev yaptıkları illerin dışında başka illerde yüksek lisans ve doktora yapmasına da izin verilmeyecek.

    HERKES ATANDIĞI YERE RAZI OLACAK

    Atamalarla ilgili bilgi veren Dinçer, “En tepedeki insandan en aşağıdaki insana kadar herkesin eşit seviyede muamele gördüğü bir MEB vaat ediyorum. Herkes atandığı yere razı olacak. Eğer yönetmelik yanlış ise değiştiririz. Kanun eksik ise tamamlarız” dedi.

    Öğretmenleri yüksek lisans ve doktora yapmaya da teşvik eden Dinçer, “Ama hiç kimsenin de yüksek lisans yapağım diye kendi anne babasının veya eşinin bulunduğu ile gitmesine izin vermeyeceğim” diye konuştu.

    TORPİL BULUP GİDİYORLAR

    Kararından dönmeyeceğini vurgulayan Bakan Dinçer, noktayı şöyle koydu: “Bakanlığın önünde öğretmen olmak için gösteri yapan insanların öğretmen olduktan sonra kendi tercihleriyle gittikleri okullarda göreve başlar başlamaz başka illere bir torpil bulup gittiklerinde sizler neler hissediyorsunuz bilmiyorum ama ben onun orda görev yapması gerektiğine inanıyorum.”

    MÜDÜRE ROTASYON YOK

    Okul müdürlerinin merakla beklediği rotasyon (yer değiştirme) konusuna da değinen Dinçer, “Özellikle son dönemde okul yöneticilerinin rotasyon dedikodusuyla huzursuz olduğunu görüyorum. Bu dönemde biz rotasyon yapmayacağız. Rahat olmanızı ve işinize sahip çıkmanızı istiyorum” diyerek konuya açıklık getirdi.

    MİNİKLERLE LEGO OYNADI

    Ankara Yenimahalle’de bulunan Mehmet Akif İnan İlköğretim Okulu’nun resmî açılış törenine katılan Bakan Dinçer, sınıfları gezerek anaokulu öğrencilerin oyunlarını izledi.

    AĞUSTOS’TA 10 BİN YENİ ÖĞRETMEN

    Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer, “Hükümetimizin kadro vermesi halinde Ağustos ayında ciddi manada bir öğretmen ataması yapacağız” dedi. Başkent’te Mehmet Akif İnan İlköğretim Okulu’nun açılış töreninde konuşan Bakan Dinçer, şu müjdeleri verdi: “Önümüzdeki 3-4 yıllık süre içerisinde Milli Eğitim Bakanlığı’nın öğretmen ihtiyacı bütünüyle karşılanacak. Derslik başına 30 öğrenciye ulaşmak için yaklaşık 160 bin dersliğe ihtiyacımız vardı. Bu ihtiyacımız 173 bine çıktı. Her yıl 40 bin öğretmen ataması var. İlaveten yılda 8-10 bin öğretmene ihtiyacımız olacak. 66 ayla çocuklarımızı hayata daha erken başlatmış olacağız. Gelecek sene birinci sınıfların eğitim saatlerini mümkün olduğu kadar boşaltacağız, azaltacağız. Çocuklarımıza oyun oynatacağız.”

    Gökhan KAYA

    Türkiye Gazetesi

  • 72 Günde Hafız Oldu

    yaz aylarında Kur’an’ın üçte birinin ezberlenebileceğini söyledi. Gaziantep Hoşgör Kız Yatılı Kur’an Kursu’nda hafızlık çalışmasına başladığında hedefinin altı ay olduğunu belirten Bakır, hafızlık payesine 72 günde ulaştığını ifade ediyor. Ondan sonraki dört ayda ezberini sağlamlaştırmak için çalıştığını aktaran Bakır’a göre, ilk önce tevekkülü esas almak ve ısrarcı olmak gerekiyor. İnsanın pes ettiği yerde Allah’ın imdadına yetiştiğini aktararak, “Eğer insan ayeti mealiyle beraber ezberliyor ve ne manaya geldiğine dikkat kesiliyorsa, burada ayet hemen imdada yetişiyor. O ayet, pes etmek üzere olan insana teselli veriyor, işi kolaylaştırıyor. Bunun için ruhî zeminin hazırlanması çok önemli. İstikrarlı bir şekilde devam edilebilmesi için çevre şartları da büyük öneme sahip.” diyor. 

    Hafızlığın bir anda başlanıp bitirilmesinin şart olmadığını savunan Bakır, öğrencilerin, yaz aylarını iyi değerlendirmesi gerektiğini dile getirerek şunları söylüyor: “3 aylık bir sürede Kur’an’ın üçte biri veya bir kısmı ezberlenebilir. Asıl önemli olan ezberlenenin muhafaza edilmesi. Öğrenci, bir sonraki tatilde yine devam edebilir. 

     

    Okula devam ederken de tekrarlarını sürdürür. Bir sonraki yaz döneminde tekrar Kur’an kursuna giderek devam eder.”

    Zaman

  • Görmez: Dinler Arası Diyalog Olmaz

    Görmez, sezaryenle doğum, kürtaj ve nüfus artışı ile ilgili olarak Din İşleri Yüksek Kurulu’nun görevlendirildiğini, yakında bu konularla ilgili geniş kapsamlı açıklama yapılarak halkın aydınlatılacağını ifade etti.

    Geçtiğimiz günlerde yapılan Hac kurası ardından yaşanan tartışmalara da değinen Görmez, Hacca gideceklerin belirlenmesinde kura çekimine başvurulmasının en adil yöntem olduğunu, 1970’li yıllardan bu yana Diyanet İşleri Başkanlığı aracılığı ile hiç kimsenin birden fazla Hacca gitmesine izin verilmediğini anlattı.

    Bazı kişilerin değişik ülkeler üzerinden ya da farklı yöntemlerle, birden fazla kez hacca gittiğini ancak bunun doğru olmadığını ifade eden Görmez, ”Binlerce insan yıllarca hacca gidebilmek için sıra beklerken, bunun için içi yanıp gözyaşı dökerken bazı kimselerin, Türkiye’nin kotasına da zarar vererek 2, 3, 4 kere hacca gitmesi haksızlıktır. Hakka uygun değildir” diye konuştu.

    Kazakistan’ın farklı dini gruplar arasındaki diyalog çalışmasını önemsediğini, ancak bunun yanlış ifade edildiğini anlatan Görmez, ”Dinler arası diyalog olmaz, din adamları arasında diyalog olur. Yani iki farklı dinden din adamı oturup örneğin çevre ile ilgili, savaşlarla ilgili bir konuyu görüşebilir, bu diyalogdur. Ancak dinler arası diyalog olmaz. 

     

    Dinler birbirine dönüştürülmez, din adamları dünya ile ilgili yaşanan sorunlarla ilgili sorunlarını tartışır” dedi.

    Astana’da oluşturulan Dini Liderler Konseyi’nin de bazı küresel sorunların çözümünde faydası olabileceğini dile getiren Görmez, ”Mühim olan düşmanlıkları, yanlış anlaşılmaları, ötekileştirmeyi bırakarak bir masa etrafında konuşabilmektir” diye konuştu. Görmez, günümüz dünyasında dinin yeniden insanların manevi sorunlarının çözümünde etkin rol almaya başladığını bunun da sevindirici olduğunu kaydetti.