Yıl: 2012

  • Karaman: İmam Hatiplerin Misyonu Bitti Mi !

     

    İlgili yazısı bence çok problemli, zorlanarak yazılmış, dalgın ve yorgun bir halde kaleme alınmış, diyeceğini açık seçik diyemeyen bir yazı intibaı veriyor. Bazı noktaları tartışalım:

    “Bugünün muhafazakâr hegemonyası içinde çelik çekirdeği, bugün sayıları yüz binlere varan İmam-Hatiplilerin oluşturması…”

    Türkiye’de muhafazakâr hegemonyası varsa bunun tabanı/destekçisi halktır. Ülkeyi muhafazakârlığın dışına çekmek için çabalayan siyasilere ve devrimcilere halk itibar etmemiş, onları gönül ve oy ile desteklememiş, fırsat bulduğunda altlarından sandalyeyi almış ve değerlerini muhafaza edeceğine inandığı kadroları işbaşına getirmiştir. Bu durum 1950 den bu yana böyledir ve önemli bir diliminde henüz İmam Hatipliler yoktur.

    İmam Hatiplilerin muhafazakârlığı “körükörüne maziden devralınanı korumak ve bunların köklü değişimine karşı çıkmak” şeklinde değildir. İmam Hatiplilerin korumak istediği, mahiyetine aykırı olarak değiştirilmesine karşı çıktığı değer İslam’dır. İmam Hatipliler “İslam’dan uzaklaşmış toplumu yeniden İslam’a götürme” davasını benimsemiş -bu manada- inkılapçı bir nesildir. Bugün Türkiye’de bir “İslami hegemonya”dan söz etmek tutarsızdır. İslam ile ilgisi bulunsun bulunmasın geleneğin korunması söz konusu ise “Türkiye’yi AB’ye sokmak ve demokrasiyi tamamlayıp güçlendirmek için çalışan bir iktidarı ve onu destekleyen tabanı bu manada bir muhafazakarlıkla nitelemek de gerçek dışıdır. Ayrıca nesil olarak İmam Hatipliler, geleneğin korunması bahsinde seçicidirler; İslam’a aykırı olan gelenek bid’attır ve onun sünnetle değiştirilmesi gerekir.

    Bugün siyasette, bürokraside, ticarette, medyada, akademide… İmam Hatip neslinden pek çok insanımız var; buna kim itiraz edebilir? Ülkenin hukuku meşruiyet tanımış, onlar da bu imkanlara sahip olmuşlardır. Bu makam, mekan ve imkanlara sahip olan İmam Hatipliler özel hayatlarında -genele nispetle- daha dindar olabilirler, bu da onların hakkı, hatta vazifesidir. Ama farklı olanları kendilerine benzetmek için baskı yapmazlar, zor kullanmazlar, şiddete asla yaklaşmazlar. Anlatarak, sevdirerek, ikna ederek İslamlaştırma vazifesi ise yalnızca İmam Hatiplilerin değil, bütün müslümanların vazifesidir; bu misyon İmam Hatiplilerin varlık sebebidir ve bu misyonun sona erdiğini söyleyen ya ne dediğinin farkında değildir veya bu misyona karşı çıkmakta, bunu muhafazakârlık saymakta ve buna karşı mücadele bayrağını açmaktadır. Eh, bu da –mevcut düzende- insanların hakkıdır, yapabilirler, ama neye ve kime karşı mücadele ettiklerini iyi düşünmeleri gerekir.


    İddiaya göre İmam Hatip Okulları, katı laikliğin uygulandığı, din öğretimine izin verilmediği bir dönemde, mevzuata (tevhîd-i tedrisat kanununa) uygun (veya bana göre ona uydurularak) açıldı. Bunu isteyen halkın maksadı devlet ile ters düşmeden din öğretimi imkanı elde etmek idi. Artık bu ihtiyaç ortadan kalktı, genel öğretimin içine seçmeli din dersi kondu, din burada öğrenilecek, İmam Hatip okullarının bu manada misyonu sona erdi, yalnızca İmam ve Hatip yetiştirecek kadar ve bu keyfiyette meslek okulu açılır, ama bu okullar genel olarak din öğretimi okulu olmamalıdır…

    Geçmişe ait misyon konusunda bazı tamamlayıcı bilgiler vereyim:

    Katı laiklik döneminde uygulanan tevhîd-i tedrisat kanununun 4. Maddesi şöyledir: ‘Maârif Vekâleti yüksek diniyât mütehassısları yetiştirilmek üzere Dâr-ül-fünûnda bir İlâhiyât Fakültesi tesis ve imâmet ve hitâbet gibi hidemât-ı diniyenin ifâsı vazifesiyle mükellef memûrların yetişmesi için de ayrı mektepler küşâd edecektir.’

    Bu madde gereğince 1949 yılında Ankara’da İlahiyat Fakültesi ve onlarca yerde İmam ve Hatip yetiştirmek üzere iki yıllık kurslar açıldı. 1951-52 ders yılında Demokrat Parti iktidarında açılan İmam Hatip okulları ise yedi yıllık orta öğretim seviyesinde bir okul olup tevhid-i tedrisat kanununa uygun değildir. Bu okulların ilk öğrencilerinden bir olduğum ve okula girdiğimde gerçek yaşım da 18 olduğu için sağlam bilgilerim var. Buna göre bu okulları isteyen büyük halk kitlesinin isteği yalnızca din eğitim ve öğretimi değildi, ülkenin okumuş yazmış, bürokrat, yönetici, siyasetçi kesiminin de din eğitimi ve öğretimi almış, kendi dilinden konuşan ve kendi kültüründen olan kimseler olmasını istiyorlardı. İlktidarlar buna bir süre direndiler (İmam Hatip mezunlarına yüksek öğrenim imkanı tanımadılar), ama halkın iradesi bunu da aştı ve bu okullar ‘hem mesleğe hem de yüksek öğrenime öğrenci hazırlayan okullar’ oldu. Şu halde bu okulların misyonu şudur: Öğrenci normal lise derslerini de alır, imam ve hatip olacak kadar din eğitim ve öğretimi de alır; mezun olunca dilerse İlahiyat’a giderek veya mesleğe girerek o yolda ilerler, dilerse başka alanlarda yüksek öğrenim görür ve hayatını o alanlarda devam ettirir. Bu misyon sona ermemiştir ve ermez.

    İmam Hatip okullarının ‘laik devletin elinde, onun amaçlarını gerçekleştirmenin veya istismarın aleti’ olduğu iddiası da tutarlı değildir. Devlet bunu istemiş, siyasiler veya başkaları istismara yetltenmiş olabilir. Ama gerçekleşen ne olmuştur?

    Değerli olan bir şey istismar edilebilir, yapılacak olan değerliyi yok etmek değil, istismarı engellemek veya buna aldırmadan yoluna devam etmektir.

    ‘Devletin amaçlarına alet olma’ya gelince bu da asla tahakkuk etmemiştir. İmam Hatip mezunlarından olup din hizmetinde olanlar laik devletin istediği dini değil, sahih ve tam İslam’ı anlatmışlar ve onun hayata geçmesi için gayret içinde olmuşlardır. Bazı çatlak ve camiayı temsilden uzak sesler dışarıda tutulursa İmam Hatip neslinin tensil ettiği İslam ‘Ehl-i sünnet ve cemaat’ İslam’ıdır, sahih ve tam İslam’dır.

    Din hizmeti dışında iş ve vazifede olan İmam Hatipliler de radikal laik, kemalist ve vesayetçi devlet temsiline karşı çıkmışlar, ülkenin normalleşmesine doğru atılan en önemli adımlar onların iktidarında gerçekleşmiştir.

    Gelelim din eğitimine.

    (Gelecek yazıda)

    Hayrettin Karaman

    Yeni Şafak


  • Önemli Olan Mezuniyet Mi Elbisesi Mi ?

    Efendim bilmeyenler bilsin bizim ilahiyat fakültesi –diğerleri de farklı değil- kızlar fakültesine döndü. Yüzde seksen oranında kızlar artık baskın grubu oluşturuyor ve erkekler bir köşede kümelenmiş ve birbirlerine sıkı sıkıya yakınlaşmış bir vaziyette azınlığı oluşturuyorlar. Hatta bazı sınıflarda erkeklerin sayısı bir iki bile olabiliyor. Evvelki sene benim bir sınıfımda sadece bir erkek öğrenci vardı ve onu da ben kovdum, dedim “Sen git, benim öteki sınıfa devam et! Burada tek başına ne sen rahat edebilirsin ne de biz!..”

    · Benim tecrübelerim gösteriyor ki hoca ve öğrenciler olarak en rahat olduğumuz sınıflar sadece erkeklerin olduğu sınıflar. Ondan sonra sadece kızların bulunduğu sınıflar. Ondan sonra erkeklerin kalabalık olduğu sınıflar, en sonra da kızların kalabalık olduğu sınıflar.

    · Bu tamamen psikolojik rahatlık anlamında kendi tecrübeme dayalı bir sınıflama. Erkeklerin az olduğu sınıflarda, kızlar daha rahat davranabilirken erkek öğrencilerin zorluk çektiği ve hatta tahtaya kalkarken normalin üzerinde heyecan yaptıkları gözleniyor. Buna mukabil kızların çoğunluğu daha rahat gibi gözüküyorlar.

    · Her ne ise iş böyle olunca ve kızların, kahir ekseriyeti teşkil ettiği bir mezuniyet gecesi yaklaşınca rivayet odur ki günler öncesi hazırlık sırasında çok tatlı olaylar oluyormuş.

    · Kızlar bir büyük azimle alış veriş seferine çıkıyorlar ve bir kıyafet uğruna ya Rab ne tabanlar eskitiyor, ne yollar arşınlıyorlarmış. Koca İstanbul sanki yeniden fethedilmeyi bekliyormuşçasına Fatih’ten başlayıp, Ümraniye’den çıkıyorlar, en umulmaz yerlerde mola verip, yeni ufuklara yelken açıyorlarmış. En güzel kıyafeti bulma umut gemilerini karalardan aşırıp, huzur limanlarında dinginleşiyorlarmış. Aldıkları tahsilin etkisiyle kimi usulü Fatih’te düzmeye çalışırken Furu’u Ümraniye’ye bırakıyormuş. Usûl mü öncelikli, furû mu tartışması işbu kıyafet seferinde de çok büyük önem arz ediyormuş. Efendim usulde herkes aşağı yukarı müşterek, oysa şeytan ayrıntılarda gizliymiş, Usul açısından herkesin giyeceği sonunda bir alt giysiye bir de üst giysiye indirgenebilirmiş. Ama onların modelleri, desenleri, çizgileri ve benim daha isimlerini bile bilmediğim ayrıntıları işte kişiliği ortaya çıkaran, zevk ve estetiği ifade eden asıl bunlarmış.

    · Pişti olmak da varmış işin ucunda. O da ne demekse.

    · Kimi de bu azim meselenin usûl ve furû kavram çifti yerine asîl-yedek kavramları açısından ele alınması gereğini dillendiriyor, asîlin asaleti tamamlanmadan yedekle iştigalin ehem-mühim skalasında hata olacağını vurguluyormuş.

    · En iyi tanıyanlardan olarak zaman zaman babaların “kızım merak ediyorum acaba senin alacağın elbise dikildi mi?” şeklinde ki olası çıkışları işin vahametini ortaya koymada dikkate alınması gereken önemli bir tespit olarak karşımızda duruyormuş.

    · Rivayete göre mağazacılar da havlu atmışlar bu işten. “Aha bir keklik geliyor yolmaya!” kabilinden eski bildik tavırlarını göstermez olmuşlar. Zira onlar da bıkmış öğrencilerden. Bir tanesi diyormuş ki “Şu mezuniyet midir nedir kaldırılsın da kızlar da kurtulsun bu sıkıntıdan biz de; zira iki haftadır kızlar mezuniyet kıyafeti almaya ölü gibi geliyorlar” Halbuki kendilerine lâzım olan diriler. Ölülerden ne çıkar, soysa bile eline bir kefen geçer. Üstelik cebi de yok.

    · Oysa o mağazacılar bilmezler ki bu gelenler kim bilir hangi mağazada ve hangi butikte ağırlıklarını bıraktılar ve son bir çabayla kendilerinin ağına düştüler.

    · Bu iş o kadar uzamış ki tam sekiz saatte bir kıyafeti tamamlayanlar, arta kalan vakitlerini tebrikleri kabul kuyruğunda geçiriyorlarmış. Tam üç gündür İstanbul’u baştan bir başa gezip de bir krem, yazlık, diz boyunda, astarsız, ucuz ceket bulamayanlar sıkışan vaktin baskısı altında bu stresten nasıl çıkacaklarını kara kara düşünüyorlarmış. Çağdaş riyazet yollarından biri olarak ehl-i tasavvufun bu tecrübelerini dikkate almamaları bir eksiklik olabilirmiş.

    · Aslında Garibce’ye uğrasalar eminim onlar için de mutlaka bir çözüm bulabilirdi. Hele bizim akıllı geline gitselerdi. Çözüm zaten çoktan hazırdı: Atın bütün aldıklarınızı… Giyin şimdi bulduklarınızı…

    · Sizi çok, ama çoook seviyoruz. Üniversiteyi bitirmiş ve şimdi ev hanımı olan kızlarım ve onların anneleri olan eşim hanımefendi de aynen sizin gibi. Demek bu aldığınız tahsille ilgili değil. Cemal isminin tecelligâhı olan kadın olmakla ilgili.

    · Belli ki tahsiliniz buna sadece edebî bir boyut katmış.

    · Hepinizi tebrik ediyorum.

    · Başarınızla birlikte mutlu olun!

    GARİBCE

    Not: Yazımızda Feys’teki öğrencilerimizin muhabbetlerinden yapılan alıntıların telif hakkı, yarın mezuniyet gecesinde (inş) ödenmeye çalışılacaktır.

  • Arınç: İhtiyaç var, Arzu Ediliyor, İlahiyatlar Çoğalıyor

    Arınç, açılışta yaptığı konuşmada, konukları ”Sevgili hemşehrilerim, sevgili gakkoşlar” diyerek selamlayarak, 150 kişilik bir heyetle Elazığ’a geldiklerini ve çok mutlu olduklarını söyledi.

    Büyük bir sevinçle, refah hissiyle Elazığ’a geldiklerini anlatan Arınç, açılışa katılanların müşterek bir duyguyla bir araya geldiklerini belirterek, ”Bizi bir araya getiren bu güzelliklerdir. Elazığ’ı, Elazığlıları seviyoruz, Küçükel ailesini seviyor, sayıyor, takdir ediyoruz ve bu hayırlı işte birlikte olmak düşüncesiyle buraya gelmiş bulunuyoruz” diye konuştu.

    Çocukluğunun Elazığ’da geçtiğini dile getiren Arınç, evlerinde hep Elazığ ile ilgili hatıraların konuşulduğunu söyledi.

    Ağabeylerinin de ortaokul ve liseyi Elazığ’da okuduğunu anlatan Arınç, ağabeyi Ümit ile oğlu İbrahim Arınç’ın törende olduğunu kaydetti.

    Eşi Münevver Arınç’ın da Elazığ’ı hiç görmediğini, bu vesileyle Elazığ’a geldiğini belirten Arınç, ”Yani Elazığ’ın dostları, ancak 4 kişi bugün buraya gelebildik. Biz Elazığ’ı her zaman özlüyoruz. Bu güzel toprağı, bu güzel insanları, bu güzel tarihi her zaman evimizde konuşuyoruz” dedi.

    -”Gözümü rahmetli Aysun hanım açtı”

    Küçükel ailesine ilişkin hatıralarını anlatan Arınç, Küçükel ismini Dumlupınar İlkokulu’nda okurken bile bildiğini söyledi.

    Arınç, Elazığ’ın siyasetinde, yönetiminde, doktorluğunda, eşrafından olan Küçükel ailesinin isimlerini duyduklarını dile getirdi. 

    1995 seçimlerinde Parlamentoya geldiğinde herkesten Güven Hastanesi’ni ve bu hastanenin sahiplerini duyduğunu anlatan Arınç, milletvekillerinin birinci adresinin de burası olduğunu ifade etti.

    O zamanlarda Küçükel ailesiyle tanışmayı istediğini belirten Arınç, Meclis Başkanı olduğunda Ahmet ve Aysun Küçükel çiftinin kendisini tebrik etmeye geldiğinde onlarla Elazığ’ı konuştuklarını dile getirdi. 

    Aysun Küçükel’in bir gün kendisini yalnız ziyaret ettiğini anlatan Arınç, ”Bana hastanenin mali zorluklarından bahsetti. ‘Çok kaliteli Doktorlar çalıştırıyoruz, çok iyi bir tedavi veriyoruz. Hastanemizin kalitesinden ödün veremeyiz ama masrafımız da var. Bu masrafları zaman zaman ödemekte, karşılamakta zorluk çekiyoruz’ dedi.

    Ben de dinliyorum. Dedi ki ‘bu zorluklarımızdan biri de Meclisimize gönderdiğimiz faturalar bir türlü ödenmiyor. Bizim elimizde bir senelik ödenmemiş fatura var Sayın Başkanım’ dedi.

    Neredeyse dokunsam ağlayacak. ‘Ama benim pazartesi günü 650 milyar lira borç ödemem lazım. ben Meclisten bunu istemeye utanıyorum, gidiyorum yüksek faizle borç alıyorum’. 1999-2000-2001’lerin faizlerinin ne olduğunu düşünün. 

    Nasıl ödemeyelim- Türkiye’de en rahat bütçe Meclis’in bütçesi. Ne istersek, veriyorlar. Bizim paraya ihtiyacımız yok. Nasıl olur da sizin paranız ödenmez- ‘Efendim bakın’ dediler, ‘yani bir senedir sizden para alamıyoruz. Genel sekreteri çağırdım. ‘Bizim Güven Hastanesi’ne sağlıktan dolayı borcumuz var mı-‘ ‘Var’ dediler. Bizim paraya ihtiyacımız yok. ‘Niye ödemiyorsunuz-‘ dedim. ‘Efendim fatura inceleme yeterli değil, daha sırası gelmemiş olabilir’. Biraz sonra ‘bir kısmı incelenmiş ama tamamı bitmemiş’, biraz sonra başka bir şeyler. Doğrusu asabım bozuldu. Dedim ki, ‘bu faturaların içerisinde fire çıkma ihtimali var da onun için mi tamamını inceleyip ödemek istiyorsunuz-‘ ‘Evet’ dediler. ‘Bugüne kadar ne kadar fire çıktı-‘ dedim. ‘Yüzde bir veya yüzde 2.’ Binlerce fatura içerisinden bu kadar bir fire de belki normal karşılanabilir. ‘Yani yüzde bir fire ihtimaline karşı bu kadar bekletiyor musunuz hastaneyi-‘ dedim. ‘Evet’ dediler. Affedilecek bir şey değil. Dedim ki ‘derhal parayı ödeyeceksiniz.’ ‘Efendim ama bitmedi’. ‘Ne kadarı bitti-‘ ‘3’te ikisi bitti.’ ‘3’te ikisini ödeyin’ o zaman dedim. Bu benim bir noktada gözümü açtı.”

    Meclis Başkanı olduğunda Meclis’i sadece Ankara’da bir bina olarak bildiğini söyleyen Arınç, şunları kaydetti:

    ”Mesela Milli Sarayları, İstanbul’u hiç bilmiyordum. İki fabrikamız olduğunu bilmiyordum. Yıldız Porselen’i, Hereke’yi ben başkan olduktan sonra öğrendim. 5 bin 550 personelimizin olduğunu bilmiyordum. En yüksek giderimizin sağlıktan olduğunu ama sağlıktaki kayıp, kaçakların da ne olduğunu bilmiyordum. Gözümü rahmetli Aysun hanım açtı. O bana anlattıkça ben Meclis’teki gidişatı daha yakından gördüm. Ben Meclis Başkanı olduğumda, her milletvekili sağlık karnesine her gün 30 ilaç yazdırabilirdi. Katılım payı yoktu. Ortez, protez, implant… Bunların faturaları aynen ödenirdi. Önüme bir dosya geldi. O dosya da benim gözümü açtı. Aysun Hanım bana ne anlattıysa ben onların hepsini yaşadım. Bir eczane, milletvekillerimizin danışmanları, sekreterleri ki, milletvekillerimiz sağ olsunlar her şeyde onlara güvenirler, sağlık karnelerini de onlara bırakmışlar. Onlar da sağlık karnelerine her gün kalem kalem ilaç yazdırmak suretiyle bir kısmı kozmetiklerini tamamlamış, bir kısmı yaz tatiline gitmiş, bir kısmı başka bir şeyler yapmış. Tam 7 kişi. Soruşturma yapıldı, 7’sini de Meclis’ten attım hamd olsun. Sonra ortaya başka şeyler çıktı. Bir de ne göreyim. 32 dişe implant yapılmış. Maşallah. Diş hekimini çağırdım sordum. ‘Efendim en fazla 4 yukarıda, 4 aşağıda. Sıkıştırırsanız 6 yukarıda, 6 aşağıda olabilir. Bu İmplant zor bir şeydir’ dediler. Aysun Hanım ‘para’ deyince, benim gözüm açıldı. Yönetmelikleri değiştirdim. Öncelikle bütün fatura bedelleri o zaman için 45 gün içerisinde ödenecek kaidesini koydum, sonra da 30 güne de indirdim bunu hamd olsun. Bizim zulüm yapma hakkımız yok ki, parasını hak edene vereceğiz. Dolayısıyla hiçbir hastanenin, Hacettepe bizden para bekliyor, Başkent bizden para bekliyor, üniversiteler… 1-2 sene olmuş paralarını tahsil edememişler. Hepsini ödedik hamd olsun. Sonra tedavi yönetmeliklerini değiştirdik. Birinci yıl, 2003’te 700 milyar zarardan kar ettik, sonra 3 trilyon zarardan kar ettik. Zarardan kar diyorum çünkü bunlar ödeniyordu, masraftan gösteriliyordu ama aslında kayıp ve kaçaktı. Allah onlardan razı olsun. Milletin parasını kullanıyoruz, kimseye peşkeş çekecek halimiz yok. ‘İşini yapana da aynı gün ücretini ödeme noktasına gelmemiz lazım’ dedik. Sağlık böyle bir şey. Ama biz de, hepimiz hastalandığımız zaman her şeyimizi iyiDoktorlara, iyi hastanelere emanet etmek isteriz. Teşhis ve tedavi çok önemli. Güven Hastanesi’nin böyle bir saygınlığı var. Bugüne kadar da üzerine toz konmadı. Allah rahmet eylesin Ahmet Bey, ölümünden önce üniversite kurmayı, burayı da tıp fakültesi hastanesi yapmayı murat ederdi. Biz de desteklerdik. Fakat vefatından sonra zannediyorum o projemizi biraz ertelemek durumunda kaldık.”

    Bülent Arınç, annesinin de Güven Hastanesi’nde 10 gün tedavi gördüğünü, buradaki ilgiden çok memnun olduğu için çıkmak istemediğini belirterek, hastanenin herkesle böyle ilgilendiğini ifade etti.

    Ahmet Küçükel’in vefatından önceki görüşmelerinde Hükümet’in çalışmalarını beğendiğini aktaran Arınç, yanlışları da kendilerine ilettiğini söyledi.

    Zor zamanlarında Küçükel’in maddi, manevi yanlarına olduğunu anlatan Arınç, ”Bugün işimiz siyaset değil bizim. Bugün işimiz bu güzel insanlara vefa borcumuzu ödemektir. Allah onlara rahmet etsin” dedi.

    -”İhtiyaç var, arzu ediliyor ve ilahiyat fakültelerinin sayısı çoğalıyor”-

    Küçükel ailesinin Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nin yapımında destek olduğunu dile getiren Arınç, ”Fırat Üniversitesi’nin İlahiyat Fakültesi’nin binası yoktu, barakada hizmet veriyorlardı, muhteşem bir bina kazandırdılar” dedi.

    Bülent Arınç, ”37 yıl olmuş bu üniversite kurulalı. İlahiyat Fakültesi de neredeyse 20 yılı bulmuş. İlahiyat Fakültesi şu anda YÖK’ün en çok açılmasına karar verdiği fakültelerden birisidir. En son bir karar da Manisa Celal Bayar Üniversitesi için oldu. İhtiyaç var, arzu ediliyor ve ilahiyat fakültelerinin sayısı çoğalıyor, görebildiğim kadarıyla. İyi bir din eğitimi almanın, yani dini asli kaynaklarından öğrenmenin, aydın bir din adamı yetiştirmenin ülkeye çok faydalı olacağına inanıyorum. Fırat üniversitesi de bütün üniversitelerimiz de bu vazifeyi bihakkın yerine getireceklerdir. Demek ki barakada yapılan bir eğitimden bu muhteşem fakülteye kavuşmuş oluyor, isimleriyle birlikte inşallah çok güzel, çok büyük, çok hayırlı hizmetler yapacaklarına inanıyoruz” diye konuştu.

    Elazığ’ın büyüdüğünü, kalkındığını ve geliştiğini dile getiren Arınç, Harput’uyla, yetiştirdiği değerlerle herkesin çok sevdiği bir belde olduğunu sözlerine ekledi.

    Arınç, konuşmasının ardından İlahiyat Fakültesi’nin yeni binasını hizmete açtı ve derslikleri gezerek, yetkililerden bilgi aldı. 

    Beyazgazete

  • 673 İmam Hatip Ortaokulu Açıldı

     


    Eğitimi 4+4+4 şeklinde kademelendiren yeni düzenleme doğrultusunda, okulların dönüştürülmesi işlemleri de tamamlandı. Milli Eğitim Bakanlığı’nın (MEB) açıkladığı listelere göre, 81 ilde 673imam hatip ortaokulu (İHO) açıldı.
    Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer’in geçen ay yayımladığı genelgede, “zorunda kalmadıkça” bağımsız kurulması talimatını verdiği İHO’ların yalnızca yarısı bağımsız olarak kurulabildi. Açıklanan listelere göre, 673 İHO’nun 321’i bağımsız okul olarak kurulurken, 146’sı imam hatip liselerinin bünyesinde açıldı. 102 İHO, 20122013 eğitim öğretim yılından itibaren ilkokul ve ortaokul olarak hizmet verecek okulların içine yerleştirildi. 40 İHO’nun ilkokulların, 36 İHO’nun ise ilkokulların içerisine yerleştirilmesi dikkati çekti. İHO’ların normal okulların içerisine yerleştirilmesi düzenlemesi, yeni sistemle ilgili velilerin en çok itiraz ettiği konuların başında geliyor.

    7 ilde açılmadı
    Listelerle birlikte Türkiye’de en çok ve en az imam hatip ortaokulunun açıldığı iller de belli oldu. Buna göre, 85 İHO ile İstanbul başı çekti. 49 İHO ile Konya listede 2. olurken, Konya’yı 37 İHO ileYozgat, 31 İHO ile Ankara ve 20 İHO ile Bursa takip etti. Türkiye’nin nüfus bakımından en büyük 3. ili olan İzmir’de ise 13 İHO açıldı. 81 il arasında imam hatip ortaokulu açmayan 7 il de yer aldı. Bunlar Bitlis, Ordu, TunceliŞanlıurfaKırıkkaleBatmanŞırnak ve Ardahan olarak sıralandı.
     

    İllere göre açılan imam hatip ortaokulu sayıları şöyle:
    Adana 19, Adıyaman 5, Afyon 10, Ağrı 7, Aksaray 8, Amasya 4, Ankara 31, Antalya 8, Ardahan (açılmadı), Artvin 8, Bursa 20, Çanakkale 1, Çankırı 3, Çorum 11, Denizli 19, Diyarbakır 8, Düzce3, Edirne 3, Elazığ 12, Erzincan 5, Erzurum 5, Eskişehir 12, Gaziantep 10, Giresun 1,Gümüşhane 2, Hakkari 5, Hatay 7ı, Iğdır (açılmadı) Isparta 2, İstanbul 85, İzmir 13,Kahramanmaraş 8, Karabük 4, Karaman 4, Kars 4, Kastamonu 12, Kayseri 9, Kırıkkale (açılmadı), Kırklareli 6, Kırşehir 4, Kilis 1, Kocaeli 12, Konya 49,

  • Müfteriler ve İlahiyat Fakültelerimiz

     

    ‘Laik üniversiteye bağlı fakülteler, din alimi değil, din tenkitçisi yetiştirir. İmam-Hatip mektepleri İslâmiyet’in yalnız elemanter bilgilerini öğretmekle kalır. İslâmiyet’in yüksek ilimleri, kelâmiyyat ve bedîiyatı uzun seneler okutulmamak yüzünden bugün hemen hemen yok olmuştur.’

    Başgil’in sözlerinin üzerinden elli yıldan fazla zaman geçmesine rağmen, laik devletin İslâm ilimleri alanı üzerindeki tahakkümü hâlen sürmektedir. Özellikle 28 Şubat sürecinde ilahiyat fakülteleri ve kadroları üzerinde kurulan baskılar göz önünde bulundurulursa, günümüzde yapılan iyileştirme çalışmalarının olumlu fakat oldukça yetersiz olduğunu teslim etmek gerekir. Anayasaya göre ‘laiklik ilkesi doğrultusunda’ çalışmak zorunda olan Diyânet İşleri Başkanlığı devletten, ilahiyat fakülteleri de YÖK’ten özerkleşmediği müddetçe yapısal sorunların devam edeceği âşikârdır.

    Ancak günümüzde yapısal sorunların çevresinden dolanarak da olsa yapılan iyileştirmelerin olduğu da açıktır. Fatih Üniversitesi bünyesinde, yani ilk kez bir devlet değil vakıf üniversitesi çatısı altında kurulan ilahiyat fakültesi bunun örneklerinden birisidir. Ya da geçtiğimiz ay YÖK’ün yine 28 Şubat artığı bir uygulama olan ‘Din Kültürü öğretmenini eğitim fakülteleri yetiştirir’ kararını kaldırarak, artık din öğretmenlerinin alanda uzmanlaşmış ilahiyatçılar içinden yetişeceğini duyurması bir başka olumlu örnektir. Bu kararın ilahiyat öğrencilerine pedagojik formasyon hakkı tanınarak pekiştirilmesi, seçmeli Kur’an-ı Kerîm ve siyer derslerine gereken öğretmen ihtiyacını da karşılayacaktır.

    28 Şubat sürecinde ilahiyat fakülteleri üzerinde kurulan baskılardan en önemlileri öğrenci kontenjanlarının öğretim elemanı sayısının dörtte birini tekabül eden rakamlara düşürülmesi ve Arapça öğrenimi başta olmak üzere İslâmî ilimlere ilişkin ders sayılarının azaltılmasına mukabil, Batılı kaynaklardan yola çıkarak dini tenkit ve tahrif etmek yönünde imkân sağlayan sosyoloji, felsefe, vb. alanlardaki ders sayılarının çoğaltılması olmuştur. Bu minvalde günümüzde gerçekleşen en kayda değer iyileştirme adımlarından birisini de Yalova İlahiyat Fakültesi atmıştır.

    Fakülte Dekanı Prof. Dr. İbrahim Hatiboğlu liderliğinde, Yalova İlahiyat Fakültesi, eğitim dilinin tamamen Arapça olduğu bir sisteme geçiyor. Böylelikle, dalının ana diline hakim alimler yetiştirmek hususunda önemli bir adım atılmış oluyor. Bir felsefe uzmanının Yunanca, bir sosyal bilimler uzmanının İngilizce bilmesi nasıl gerekliyse, İslâmî ilimlerde uzmanlaşanların da Arapçaya hakim olması o derece gereklidir. Bu minvalde Yalova İlahiyat Fakültesi’nin mezkûr projesi diğer ilahiyat fakültelerine örnek olmasını beklediğim müspet bir atılımdır.

    Dekan Hatiboğlu, geçenlerde yaptığı bir basın toplantısında, benzerlerine nispetle daha zorlu bir eğitimi öngören bu fakülteye girecek öğrencileri teşvik etmek amacıyla burs ve Suudi Arabistan’da dört aylık dil eğitimi gibi bir takım fırsatların öğrencilere sunulacağını duyurdu. Ancak bu imkânları sağlayacak olanın fakültenin kendisi değil, fakültenin gerçekleştirmeye çalıştığı ‘devrim’e inanan hayırseverlerin Yalova İlahiyat Vakfı’na yapacakları bağışlardan kaynaklanacağını da sözlerine ekledi.

    Buna rağmen Birgün ve Hürriyet gibi İslâm’a karşı hasmane tutumlarını pek çok sefer kanıtlamış olan iki basın organı Yalova İlahiyat Fakültesi aleyhinde bir kampanya başlattılar. Fakültenin bastırdığı ilanlarda kaynağı sağlayacak olanın Yalova İlahiyat Vakfı olduğu açıkça belirtilmesine rağmen, bu iki gazete haberde yer verdikleri ilandan bu ibareyi kasıtlı olarak çıkartıp, sanki diğer öğrencilerin cebinden ilahiyat öğrencilerine ayrıcalık sağlanacakmış gibi gösterdiler. (Gerçi Birgün’ün Gülen Hareketi’ni karalamayı amaçlayan dünkü fiyasko manşeti nazarı itibare alınırsa, yaptıklarının din düşmanlığından ziyade zekâ kapasitelerine yakışan bir ‘editöryal hata’ olduğunu da söylemek mümkün olabilir tabii.)

    Mevzunun gerisini Yalova İlahiyat Fakültesi öğretim üyelerinden Dr. Ebubekir Sifil’in Millî Gazete’de dün yayınlanan yazısından öğrenelim:

    ‘Yalova İlahiyat, üniversitenin parasını öğrencilerine burs olarak vermeyi ne öngörüyor ne de vaat ediyor. Vadedilen, ilahiyat fakültesinin hizmetlerini desteklemek amacıyla kurulacak bir vakıf aracılığıyla bu imkânların sağlanacağı. Bu vakıf tamamen öğretim üyelerinin ve hayırsever insanların destekleriyle çalışacak. Kimsenin hakkını gasbetmek gibi bir yanlışa ne fakülte yönetimi ve hocalar razı olur, ne de böyle bir anlayıştan hayır gelir!’

    Müslümanların, laik devletten tamamen özgürleşmiş bir din hayatı tesis etmesi temennisiyle bitirirken, Yalova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ni bu hayırlı çabalarından ötürü naçizane tebrik ederim.

    Hilal Kaplan 

    Yeni Şafak

  • Lemeat Ekseninde İslamofobya Sempozyumu Düzenleniyor

    İslamofobya Sempozyumu 30 Haziran-1 Temmuz 2012 tarihlerinde İstanbul’da yapılacak
    Risale Haber-Haber Merkezi
     
    Üsküdar Üniversitesi, Risale Akademi ve Akademik Araştırmalar Vakfı “Lemaat ekseninde, ‘İslamofobya’ Sempozyumu” düzenleyecek.
     
    İslam ülkeleri ile batı dünyasının gündeminden düşmeyen bir konu olan İslamofobya Sempozyumu 30 Haziran-1 Temmuz 2012 tarihlerinde İstanbul’da yapılacak. Yerli ve yabancı çok sayıda bilim adamının katılacağı konferansta konu enine boyuna ele alınacak.
     
    Üsküdar Üniversitesi Rektörü, Sempozyum Onursal Başkanı Prof. Dr. Nevzat Tarhan ile Akademik Araştırmalar Vakfı Başkanı, Sempozyum Başkanı Prof. Dr. Gürbüz Aksoy bilim adamlarına ortak bir çağrıda bulundular.
     
    İslamofobyanın, İslam’a ve Müslümanlara karşı duyulan temelsiz korku ve hoşgörüsüzlüğün yol açtığı ayırımcı ve dışlayıcı uygulamaları kapsayan bir bakış açısı ve dünya görüşünü ifade ettiğini vurgulandığı açıklamada, şu görüşler yer aldı:
     
    “İslam üzerinden geliştirilen olumsuzlamanın somut muhatabı, bu inancın taşıyıcıları olan Müslümanlar olmaktadır. İslamofobya’nın konusu olan İslam korkusu ve nefreti ise 1.6 milyar insanı ilgilendiren, dolayısıyla küresel barışla doğrudan ilintili bir konudur. Özellikle Avrupa ülkelerinde, Müslüman nüfusun önemli bir kesimi kayda geçmeyen İslamofobik uygulamaların kurbanıdır. Bu durum Müslümanların yaşadıkları topluma entegrasyon sürecini olumsuz etkilemekte, onların insan ve vatandaşlık haklarını kullanmasını engellemekte ve Müslüman dünyadaki Batı karşıtlığına olgusal bir zemin sunmaktadır. Irkçılığın ve yabancı düşmanlığının modern biçimlerinden biri olarak İslamofobya, bir inanç olarak İslam’ı şeytanlaştıran, Müslümanları ötekileştiren, medeniyetler çatışmasını körükleyen, devletlerarası sistemin barışını dinamitleyen, kitlesel manipulasyonları kolaylaştıran, bu yüzden de küresel olarak mücadeleyi gerektiren bir insan hakları olgusudur.
     

    Üsküdar Üniversitesi, Risale Akademi ve Akademik Araştırmalar Vakfı işbirliği ile

    Üsküdar Üniversitesi, Risale Akademi ve Akademik Araştırmalar Vakfı “Lemeat ekseninde, ‘İslamofobya’ konferansı” düzenleyecek.

    İslam ülkeleri ile batı dünyasının gündeminden düşmeyen bir konu olan İslamofobya konferansı 
    30 Haziran 2012 Cumartesi günü İstanbul’da yapılacak. Yerli ve yabancı çok sayıda bilim adamının katılacağı konferansta konu enine boyuna ele alınacak.

    Konferansın ana başlıkları şöyle:

    I. Neden Avrupa: İslamofobyanın Ortaya Çıkışı Ve Tarihselliği

    II.Tanımı, Statüsü Ve İslamofobiya Etrafındaki  Bazı Tartışma Konuları

    III. İslamofobyanın Sebepleri Ve Tezahürleri

    IV.  Yerli İslamofobya
     
    V.İslamofoblar Ne İstiyor?

    VI.  İslamofobyanın Sonuçları Ve İslamofobya İle Mücadele.


    Sempozyuma Türkiye’nin yanı sıra İngiltere, Amerika, Hollanda, Fransa, Suudi Arabistan, Kıbrıs, 
    Filipinler, Rusya, Pakistan, Alman ve Mısır’dan da katılımcılar olacak.

    Uluslararası İslamofobya Sempozyumuna Kabul Edilen Bildiriler

    1. Dr. Duran Akbulut, “İslamofobya ve Batıda İslam Düşmanlığı”, İNGİLTERE-TÜRKİYE

    2. Ass.Prof. Dr. Mucahit BİLİCİ, “Batı, İslamophobıa ve Dinlerarası Diyalog”, ABD-TÜRKİYE

    3. Doç. Dr. Özcan HIDIR, Günümüzde Batı’da İslamofobya’nın en önemli tezâhürü olarak “Hz. Peygamber karşıtlığı”, HOLLANDA-TÜRKİYE

    3. Prof. Dr. Bunyamin DURAN, “İslamofobi- sekülerleşme-aydınlanma ilişkisinin sosyo-psikolojik geri planı”, TÜRKİYE

    4. CEMAL UŞŞAK,  TÜRKİYE

    5. İsmail KIRAN, İslamofobya: Batı’da İslam’ın “Öteki”leştirilmesi ve “Avrupa İslamı”, FRANSA-TÜRKİYE

    6. Doç. Dr. Murat TÜMAY, “Ulusal ve Uluslararası Mahkeme Kararlarında İslamofobya Örnekleri: Avrupa  İnsan Hakları Mahkemesi ve Türk Anayasa Mahkemesi İlgili Kararları”, TÜRKİYE

    7. Ass. Prof. Dr. Nezir AKYEŞİLMEN, “İslam, Demokrasi ve İnsan Hakları”, İNGİLTERE-TÜRKİYE

    8. Dr. Furkan AYDINER, “11 Eylül’den Önce ve Sonra Amerika’da İslamofobia”, SUUDİ ARABİSTAN-TÜRKİYE

    9. Doç. Dr. Ertan EFEGİL, “İslam’ın Uluslararası İlişkiler Anlayışı “,TÜRKİYE

    10. Yusuf ALTUNOK, “Kafkasya’da İslamofobya”, TÜRKİYE

    11. Prof. Dr. Hüseyin YAŞAR, “İslamofobyanın Tarihsel Kökleri ve İlk Öncüleri”, TÜRKİYE     

     

    Üsküdar Üniversitesi, Risale Akademi ve Akademik Araştırmalar Vakfı “Lemaat ekseninde, ‘İslamofobya’ Sempozyumu” düzenleyecek.

    İslam ülkeleri ile batı dünyasının gündeminden düşmeyen bir konu olan İslamofobya Sempozyumu 30 Haziran-1 Temmuz 2012 tarihlerinde uluslararası katılımla İstanbul’da yapılacak.
    Sempozyumun kurulları şu isimlerden oluşuyor:
     
    Sempozyum Onursal Başkanı
    Prof. Dr. Nevzat TARHAN(Üsküdar Üniversitesi Rektörü)
    Sempozyum Başkanı
    Prof. Dr. Gürbüz AKSOY(Akademik Araştırmalar Vakfı Başkanı)
    Düzenleme Kurulu
    Prof.Dr.Yasin AKTAY(Stratejik Düşünce Enstitüsü Başkanı)
    Prof.Dr.Mehmet AYBAK(Dicle Üniversitesi)
    Prof.Dr.Hamit OKUR(İstanbul Medeniyet Üniversitesi Rektörü)
    Prof. Dr. Serdar Bedii OMAY(Mardin Artuklu Üniversitesi Rektörü)
    Prof. Dr. İbrahim ÖZDEMİR(Gazikent Üniversitesi Rektörü) 
    Prof. Dr. Adnan YÜKSEL(Bezmiâlem Üniversitesi Rektörü)     
    Prof.Dr.Mehmet ZELKA(Üsküdar Üniversitesi Rektör Yardımcısı)
    Dr. İsmail BENEK (Risale Akademi)
     
    Bilim Kurulu
    Prof. Dr. Ahmet AKGÜNDÜZ (Rotterdam İslam Üniversitesi)
    Prof. Dr. Servet ARMAĞAN   (İstanbul Üniversitesi E.)
    Prof. Dr. Ahmet Hamdi AYDIN (Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi )
    Prof.Dr.Mazhar BAĞLI(Yıldırım Beyazıt Üniversitesi)
    Prof. Dr. Ahmet BEDİR  (Bozok Üniversitesi )
    Prof. Dr. Bünyamin DURAN(Celal Bayar Üniversitesi)
    Prof. Dr. Mümtazer TÜRKÖNE(Gazi Üniversitesi E.,)
    Prof. Dr. Adnan ÖMERUSTAOĞLU(Üsküdar Üniversitesi)
    Prof. Dr. Himmet UÇ (Dicle Üniversitesi)
    Prof. Dr. Hüseyin YAŞAR(9 Eylül Üniversitesi)
    Prof. Dr. Suat YILDIRIM (Marmara Üniversitesi )
    Ass.Prof.Dr. Mücahit BİLİCİ(John Jay College City University of New York)
    Ass.Prof.Dr. Zeki SARITOPRAK(John Carroll University)
    Doç.Dr. Kadir CANATAN(Balıkesir Üniversitesi)
    Doç. Dr. Ahmet YILDIZ(TOBB Üniversitesi)
  • Cami Namazdan Sonra Okuma Merkezi Olsun

  • Gaziosmanpaşa Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Kurucu Dekanı Prof. Dr. Kadir Özkese, “Dinimiz İslam’ın ilk emri “Oku” olmuştur. Müslümanlar sürekli okumalı sürekli bir şeyler öğrenerek kendisini geliştirmelidir. Ülkemizde yapılan istatistiklere göre 95 kişiye bir kahvehane düşerken 65 bin kişiye bir kütüphane düşmektedir. İnsanlarımız boş vakitlerini kahvehanelerde geçirmektedir.” dedi.

    Tokat’ta ilk kez düzenlenen “Cami Cemaati okuyor, insanımız kitapla buluşuyor” etkinliğinin öncülüğünü yapan Bağkur Evleri Camii İmam Hatibi Yusuf Çiçek’in yaptığı çalışma yoğun ilgi gördü. Cami imamı Yusuf Çiçek kampanyaya gösterilen ilgiden memnun kaldı.

    Etkinlik ikindi namazı sonrasında okunan Kur’an Kerim tilaveti ile başladı. Ardından bir konuşma yapan Yusuf Çiçek, “Camilerin sadece namaz kılmak için gelinen yer olmaktan çıkarmak istiyoruz. Camiyi insanların sohbet ettikleri kitap okudukları dini sohbetlerin yapıldığı yerler yapmayı amaçlıyoruz.” dedi.

    Gaziosmanpaşa Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Kurucu Dekanı Prof. Dr. Kadir Özkese, İslam dininin okumaya ve öğrenmeye çok önem verdiğini belirtti.

    Kadir Özköse, “Camilerimiz sadece ibadet yeri olarak kullanılmakta namaz vakitleri dışında boş kalmaktadır. Bu örnek çalışmaların çoğalarak tüm Türkiye geneline yayılması en büyük temennimizdir. Camiler cemaatin toplandığı bir araya geldiği yerlerdir. İbadethanelerde insanlar namaz bittiğinde işleri yoksa dışarı çıkmamalı oturup dinlenmeli sohbet etmeli yad a kitap okumalıdır.” şeklinde konuştu.

    Konuşmaların ardından camide bulunan cemaate sponsorlar aracılığıyla alınan 100 adet ilmihal kitabı hediye edildi. Ayrıca 165 adet te dini içerikli küçük boy kitaplar ücretsiz olarak cemaate verildi.

     

    Haberler

  • Yalova İlahiyatta Bursların Kaynağı Açıklandı

    Yalova Üniversitesi’nin internet sitesinden yapılan açıklamada bu yıl açılan ilahiyat fakültesine kayıt yaptıran 60 öğrencinin harcının karşılanacağı, ilk 3 bine giren öğrencilere aylık 1000 TL, ilk 6 bine giren öğrencilere 500 TL, fakülteye yerleşen her öğrenciye 250 TL karşılıksız burs verileceği, bütün öğrencilere kalacak yer temin edileceği, ders saatleri dışında özel eğitim seminerleri yapılacağı, hazırlık sınıfı sonunda Suudi Arabistan’da (Mekke, Medine ve Cidde) 4 ay süreyle pratik dil eğitimi imkânı sağlanacağı, mezun olan her öğrenciye akademik kariyer ve öğretmenlik, vaizlik, Kuran kursu öğreticiliği alanında iş imkânı sağlanacağı belirtildi. Yalova İlahiyat Fakültesi kurucu dekanı Prof. Dr. İbrahim Hatiboğlu, bu yıl kurulan fakülteye 60 öğrenci alınacağını, fakültede zorunlu Arapça hazırlık sınıfı olacağını belirtti.

    Hatiboğlu, “İlahiyat sevdalıları olarak sizler geleceğin İslam âlimlerisiniz. Bizim açımızdan çok özelsiniz ve farklı olmayı, fark edilmeyi hak ediyorsunuz. Dinamik ve proaktif ilahiyat hocaları kadrosu olarak en önemli özelliğimizin ‘gençlerimizin içindeki cevheri keşfetmek’ olduğu iddiasındayız” dedi.

    Yalova Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Niyazi Eruslu ise bu promosyonun yalnızca yeni kuruyan ilahiyat fakültesinde geçerli olduğunu, kampanyayı Yalova Üniversitesi bünyesinde kurulan ve başkanlığını kurucu dekanı Prof. Dr. İbrahim Hatiboğlu’nun yaptığı Yalova İlahiyat Fakültesi Vakfı’nın gerçekleştirdiğini söyledi.

    Rektör Eruslu, üniversite olarak da bu girişimi desteklediklerini bildirdi.

  • Dkab ve İlahiyatçıların Tamamı Ağustosta Atanıyor !

     

    12 yıllık zorunlu ve kademeli yeni eğitim sisteminin önümüzdeki yıl uygulanmaya başlayacak olması Ağustos ayında yapılacak olan 40 bin öğretmen atamasına da etki edecek. Buna göre atamalara yeni belirlenen seçmeli derslerin damgasını vuracağı öğrenildi. Bu kapsamda okullardaki yabancı dil eğitiminin ilkokul 2’inci sınıfa indirilmesiyle bu derslere sınıf öğretmenleri yerine yabancı dil öğretmenlerinin girecek olmasıyla yabancı dil branşına ilişkin öğretmen açığı biraz daha artacak ve atamaların bu yönde ağırlık kazanmasına neden olacak. Öte yandan seçmeli ders olarak Meclis’te yasalaşan Hazreti Peygamberin Hayatı ve Kur’an-ı Kerim derslerine Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmenlerinin girmesiyle bu alanda da öğretmen açığı doğacak. Bilişim Teknolojileri ve Yazılım dersinin de seçmeli ders olarak verilmeye başlanmasıyla birlikte bu alanda da öğretmen açığının giderilmesi için çalışma yapılacak. Böylelikle Ağustos ayında yapılacak olan 40 bin öğretmen atamasında en çok hangi alanda öğretmen ataması yapılacağı konusunda seçmeli derslerin varlığı belirleyici olacak. Ayrıca Milli Eğitim Bakanlığı’nın öğretmen açığını tamamen kapatmak için yol haritası çizdiği öğrenildi. Buna göre branşlardaki öğretmen açığı tek tek belirlenerek 4 yıllık plan dahilinde tamamen kapatılacak.

    İlköğretimde branş öğretmenleri

    Milli Eğitim Bakanlığı okullarda yabancı dil eğitimini 4. sınıftan 2. sınıfa çekmesiyle birlikte yabancı dil eğitiminde yeni bir döneme girilmiş oldu. İlkokulda derslere sadece sınıf öğretmeni girerken bu değişimden sonra artık yabancı dil derslerine ayrı bir öğretmen girecek. Öğrencinin isteğine bağlı İngilizce, Almanca veya Fransızca gibi dersler tercih edebilecek. Böylece öğrencinin tercihe göre yabancı dil öğretmeni ihtiyacı artacak.

    Seçmeli din dersi için açık var

    4+4+4 şeklindeki kademeli zorunlu eğitimi yasasının Meclis’ten geçmesiyle birlikte okullarda seçmeli ders olarak ‘Hazreti Peygamberin Hayatı’ ve ‘Kur’an-ı Kerim’ eğitimi verilecek. Milli Eğitim Bakanlığı bu dersleri ilahiyat mezunları ve din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmenlerine teslim edecek. Bakanlık bu derslere girecek branş öğretmenlerinin atamaları için 4 yıllık hedefini de belirledi. Milli Eğitim Bakanlığı’nın ilk etapta 10 bin Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi öğretmenine ihtiyacı var. Ancak Bakanlık verilerine göre şu an piyasada ilahiyat ve din kültürü öğretmenliğinden mezun olan 5 bin öğretmen hazır bulunuyor. Bakanlık Ağustos’ta yapacağı atamalarda bu açığın büyük bir kısmını kapatmayı planlıyor.

    Beden eğitimi ve anaokulu için açık büyük

    Milli Eğitim Bakanlığı’nın 4+4+4 eğitim sisteminin ardından hazırladığı 4 yıllık yol haritasında en çok öğretmen açığı bulunan branşlar da tek tek tespit edildi. Milli Eğitim Bakanlığı verilerine göre öğretmen açığının branşlara göre dağılımına bakıldığında ilk sırada 19 bin 730 ile rehber öğretmenler geliyor. Bunu 13 bin 122 ile okulöncesi öğretmen ve 10 bin 966 beden eğitimi öğretmeni ihtiyacı takip ediyor. Din kültürü öğretmeni ihtiyacı 8 bin 882, İngilizce öğretmeni ihtiyacı 8 bin 465. Bakanlık 2012 yılı palanlaması kapsamında önümüzdeki ağustos ayı içinde toplam 40 bin öğretmen ataması yapacağını açıtklamıştı.

    A. Fatih Erturan

    Star

    Milli Eğitim Bakanlığı, 12 yıllık kademeli eğitimle birlikte belirlediği yeni yol haritasıyla 4 yıl içinde öğretmen açığını kapatmayı planlıyor. En çok açık rehberlik ve seçmeli din dersi öğretmenlerinde var.

    12 yıllık zorunlu ve kademeli yeni eğitim sisteminin önümüzdeki yıl uygulanmaya başlayacak olması Ağustos ayında yapılacak olan 40 bin öğretmen atamasına da etki edecek. Buna göre atamalara yeni belirlenen seçmeli derslerin damgasını vuracağı öğrenildi. Bu kapsamda okullardaki yabancı dil eğitiminin ilkokul 2’inci sınıfa indirilmesiyle bu derslere sınıf öğretmenleri yerine yabancı dil öğretmenlerinin girecek olmasıyla yabancı dil branşına ilişkin öğretmen açığı biraz daha artacak ve atamaların bu yönde ağırlık kazanmasına neden olacak. Öte yandan seçmeli ders olarak Meclis’te yasalaşan Hazreti Peygamberin Hayatı ve Kur’an-ı Kerim derslerine Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmenlerinin girmesiyle bu alanda da öğretmen açığı doğacak. Bilişim Teknolojileri ve Yazılım dersinin de seçmeli ders olarak verilmeye başlanmasıyla birlikte bu alanda da öğretmen açığının giderilmesi için çalışma yapılacak. Böylelikle Ağustos ayında yapılacak olan 40 bin öğretmen atamasında en çok hangi alanda öğretmen ataması yapılacağı konusunda seçmeli derslerin varlığı belirleyici olacak. Ayrıca Milli Eğitim Bakanlığı’nın öğretmen açığını tamamen kapatmak için yol haritası çizdiği öğrenildi. Buna göre branşlardaki öğretmen açığı tek tek belirlenerek 4 yıllık plan dahilinde tamamen kapatılacak.

    İlköğretimde branş öğretmenleri

    Milli Eğitim Bakanlığı okullarda yabancı dil eğitimini 4. sınıftan 2. sınıfa çekmesiyle birlikte yabancı dil eğitiminde yeni bir döneme girilmiş oldu. İlkokulda derslere sadece sınıf öğretmeni girerken bu değişimden sonra artık yabancı dil derslerine ayrı bir öğretmen girecek. Öğrencinin isteğine bağlı İngilizce, Almanca veya Fransızca gibi dersler tercih edebilecek. Böylece öğrencinin tercihe göre yabancı dil öğretmeni ihtiyacı artacak.

    Seçmeli din dersi için açık var

    4+4+4 şeklindeki kademeli zorunlu eğitimi yasasının Meclis’ten geçmesiyle birlikte okullarda seçmeli ders olarak ‘Hazreti Peygamberin Hayatı’ ve ‘Kur’an-ı Kerim’ eğitimi verilecek. Milli Eğitim Bakanlığı bu dersleri ilahiyat mezunları ve din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmenlerine teslim edecek. Bakanlık bu derslere girecek branş öğretmenlerinin atamaları için 4 yıllık hedefini de belirledi. Milli Eğitim Bakanlığı’nın ilk etapta 10 bin Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi öğretmenine ihtiyacı var. Ancak Bakanlık verilerine göre şu an piyasada ilahiyat ve din kültürü öğretmenliğinden mezun olan 5 bin öğretmen hazır bulunuyor. Bakanlık Ağustos’ta yapacağı atamalarda bu açığın büyük bir kısmını kapatmayı planlıyor.

    Beden eğitimi ve anaokulu için açık büyük

    Milli Eğitim Bakanlığı’nın 4+4+4 eğitim sisteminin ardından hazırladığı 4 yıllık yol haritasında en çok öğretmen açığı bulunan branşlar da tek tek tespit edildi. Milli Eğitim Bakanlığı verilerine göre öğretmen açığının branşlara göre dağılımına bakıldığında ilk sırada 19 bin 730 ile rehber öğretmenler geliyor. Bunu 13 bin 122 ile okulöncesi öğretmen ve 10 bin 966 beden eğitimi öğretmeni ihtiyacı takip ediyor. Din kültürü öğretmeni ihtiyacı 8 bin 882, İngilizce öğretmeni ihtiyacı 8 bin 465. Bakanlık 2012 yılı palanlaması kapsamında önümüzdeki ağustos ayı içinde toplam 40 bin öğretmen ataması yapacağını açıtklamıştı.

    A. Fatih Erturan

    Star

  • Son Dakika: Yök Bütün Öğrencilere Bütünleme Sınavı Hakkı Tanıdı

     

     

    YÖK Başkan Vekili Prof. Dr. Şaban H. Çalış imzasıyla tüm üniversitelere gönderilen ve YÖK’ün öğrencilere bütünleme hakkı getiren düzenleme talimatı YÖK’ün resmi sitesinde yayınlandı.

    Talimatın detayları şu şekilde verildi:

    Yükseköğretim Yürütme Kurulu’nun 19.06.2012 tarihli toplantısında “Diploma alma, ders kredilerinin hesaplanması, öğrencilik haklarınından yararlanma ve sınavlar” başlıklı 44. maddenin (b) bendindeki…

    “Yükseköğretim kurumlarında sınav çeşitleri ve bunların ders başarı notuna katkısı… Yükseköğretim Kurulunun bu konularda belirlediği temel ilkelere uygun olarak yükseköğretim kurumları senatoları tarafından belirlenir” hükmü uyarınca; yıllık veya yarı yıllık sınav takvimi uygulayan tüm yükseköğretim kurumlarında, 2011-12 eğitim-öğretim yılından itibaren geçerli olmak üzere bütünleme sınavı hakkı tanınmasına; ilgili yarıyıl veya yıl sonunda almış oldukları ders veya derslerin final sınavına girme hakkı elde edenlerden final sınavından başarısız olan öğrenciler ile sınava girme şartlarını sağladığı halde final sınavına giremeyen öğrencilere başarısız olduğu her ders için, yaz okulu uygulaması olup olmadığına bakılmaksızın, ilgili dönem sonlarından bütünleme sınavı hakkı tanınmasına; koşullu başarılı öğrenciler ile not yükseltme amacıyla bütünleme sınavına girecek öğrencilere ilişkin düzenlemenin yükseköğretim kurumu senatolarınca yapılmasına; final sınavında geçerli olan başarı kurallarının bütünleme sınavlarında da uygulanmasına; bütünleme sınavı notunun final sınavı notu yerine geçmesine; 2011-12 güz dönemine ait bütünleme sınavları da dahil bütünleme sınavlarının 2012-13 öğretim yılı başlamadan önce yapılmasını sağlayacak şekilde, sınav tarihlerinin yükseköğretim kurumları tarafından belirlenmesine ve öğrencilere gerekli duyuruların yapılmasına karar verilmiştir.”