Yıl: 2012

  • Medh – Zem Övme Ve Yerme Fiilleri

     

    ÖVME YERME FİİLLERİ

    Arapça’da medh (övmek) için (نِعْمَ) (iyi, güzel, ne iyi, ne güzel), zem (yerme) için (بِئْسَ) (kötü, fena, çirkin, ne kötü, ne fena, ne çirkin) fiilleri kullanılır. Mübâlağa yoluyla övme ve yermeyi ifade ederler. (نِعْمَ)  ve (بِئْسَ)  fiilleri mâzîdir, muzâri ve emirleri yoktur, çekimleri de yoktur. (نِعْمَ) nin müennesi (نِعْمَتْ), (بِئْسَ) nin müennesi (بِئْسَتْ) şeklinde gelir.

    Genellikle bu fiillerden sonra merfû iki isim bulunur[1].

    نِعْمَ صَدِيقٌ الْكِتاَبُ!

    Kitab ne güzel arkadaştır!

    نِعْمَ الْقاَئِدُ خاَلِدُ بْنُ الْوَلِيدِ!

    Halit b. Velid ne güzel komutandır!

     

     

    نِعْمَتْ أُمُّ المُؤْمِنِينَ عاَئِشَةُ!

    Mü’minlerin annesi Aişe ne iyidir!

    نِعْمَ الرَّجُلاَنِ أَخَواَكَ!

    İki kardeşin iyi insanlardır (adamlardır) !

    نِعْمَ الرِّجاَلُ الْمُسْلِموُنَ!

    Müslümanlar ne iyi insanlardır!

    نِعْمَ ماَ فَعَلْتَهُ!

    Yaptığın şey ne güzel!

    إِنَّ أَحْمَدَ نِعْمَ الطاَّلِبُ!

    Gerçekten Ahmet iyi öğrencidir!

    كاَنَ أَبُو عَلِيٍّ بِئْسَ الرَّجُلُ!

    Alinin babası ne kötü adamdı!

    بِئْسَتِ الْمَرْأَةُ فاَطِمَةُ!

    Fâtıma ne kötü kadın!

    بِئْسَ مَصِيرُ الْأَشْراَرِ السُّجُونُ!

    Kötülerin varış yeri hapishaneler ne kötüdür!

    بِئْسَ سِلاَحٌ الْوِشاَيَةُ!

    Jurnalcilcilik ne kötü silahtır!

    نِعْمَ الْوَلَدُ عُمَرُ!

    Ömer ne iyi çocuktur!
         

    *Bunlar kadar kullanılmasa da (حَبَّذاَ) (ne iyi, ne güzel) ve (لاَ حَبَّذاَ) (ne kötüdür) fiilleri de bu manalarda kullanılır

    حَبَّذاَ الْقَناَعَةُ!

    Kanaat ne güzeldir!

    حَبَّذاَ الْإِسْراَفُ ! لاَ

    İsraf  ne kötüdür!

    *Kur’ân’da (ساَءَ) fiili de zem için kullanılır:

    ساَءَ الْخُلُقُ شَهاَدَةُ الزُّورِ!

    Yalancı şahitlik ne kötü huydur!

    *(نِعْمَ) nin fâili اَلشَّيْءُ manasında ماَ ile birleşirse نِعِماَّ şeklinde gelir, ماَ da mahallen merfû olur:

    نِعِماَّ هِيَ!

    O ne iyi!

    نِعِماَّ خاَلِدٌ!

    Halit ne iyidir!

     

    Nİ’ME İLE İLGİLİ AYETLER

    1- إِنْ تُبْدُوا الصَّدَقَاتِ فَنِعِمَّا هِيَ وَإِنْ تُخْفُوهَا وَتُؤْتُوهَا الْفُقَرَاءَ فَهُوَ خَيْرٌ لَكُمْ وَيُكَفِّرُ عَنْكُمْ مِنْ سَيِّئَاتِكُمْ وَاللّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبِيرٌ .

    (2/BAKARA, 271). Eğer sadakaları (zekât ve benzeri hayırları) açıktan verirseniz ne âlâ! Eğer onu fakirlere gizlice verirseniz, işte bu sizin için daha hayırlıdır. Allah da bu sebeple sizin günahlarınızı örter. Allah, yapmakta olduklarınızı bilir.

    2- أُولَئِكَ جَزَآؤُهُمْ مَغْفِرَةٌ مِنْ رَبِّهِمْ وَجَنَّاتٌ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا وَنِعْمَ أَجْرُ الْعَامِلِينَ .

    (3/ÂL-İ İMRÂN, 136). İşte onların mükâfatı, Rableri tarafından bağışlanma ve altlarından ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetlerdir. Böyle amel edenlerin mükâfatı ne güzeldir!

    3- وَإِنْ تَوَلَّواْ فَاعْلَمُوا أَنَّ اللّهَ مَوْلاَكُمْ نِعْمَ الْمَوْلَى وَنِعْمَ النَّصِيرُ .

    (8/ENFÂL, 40). Eğer (imandan) yüz çevirirlerse, bilin ki Allah sizin sahibinizdir. O ne güzel sahip ve ne güzel yardımcıdır. 

    4- سَلاَمٌ عَلَيْكُم بِمَا صَبَرْتُمْ فَنِعْمَ عُقْبَى الدَّارِ .

    (13/RA’D, 24). (Melekler:) Sabrettiğinize karşılık size selam olsun! Dünya yurdunun sonu (cennet) ne güzeldir! (derler).

    5- وَقِيلَ لِلَّذِينَ اتَّقَواْ مَاذَا أَنْزَلَ رَبُّكُمْ قَالُوا خَيْرًا لِلَّذِينَ أَحْسَنُوا فِي هَذِهِ الدُّنْيَا حَسَنَةٌ وَلَدَارُ الآخِرَةِ خَيْرٌ وَلَنِعْمَ دَارُ الْمُتَّقِينَ .

    (16/NAHL, 30). (Kötülüklerden) sakınanlara: Rabbiniz ne indirdi? denildiğinde, “Hayır (indirdi)” derler. Bu dünyada güzel davrananlara, güzel mükâfat vardır. Ahiret yurdu ise daha hayırlıdır. Takvâ sahiplerinin yurdu gerçekten güzeldir!

    6- أُولَئِكَ لَهُمْ جَنَّاتُ عَدْنٍ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهِمُ الْأَنْهَارُ يُحَلَّوْنَ فِيهَا مِنْ أَسَاوِرَ مِنْ ذَهَبٍ وَيَلْبَسُونَ ثِيَابًا خُضْرًا مِنْ سُنْدُسٍ وَاسْتَبْرَقٍ مُتَّكِئِينَ فِيهَا عَلَى الْأَرَائِكِ نِعْمَ الثَّوَابُ وَحَسُنَتْ مُرْتَفَقًا .

    (18/KEHF, 31). İşte onlara, alt taraflarından ırmaklar akan Adn cennetleri vardır. Onlar Adn cennetlerinde tahtlar üzerine kurularak orada altın bileziklerle bezenecekler; ince ve kalın dîbâdan yeşil elbiseler giyecekler. Ne güzel karşılık ve ne güzel kalma yeri!

    7- وَالَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَنُبَوِّئَنَّهُمْ مِنَ الْجَنَّةِ غُرَفًا تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا نِعْمَ أَجْرُ الْعَامِلِينَ .

    (29/ANKEBÛT, 58). İman edip güzel işler yapanları, (evet) muhakkak ki onları, içinde ebedî kalmak üzere altlarından ırmaklar akan cennet köşklerine yerleştireceğiz. (Böyle iyi) işler yapanların mükâfatı ne güzeldir!

      

    8- وَوَهَبْنَا لِدَاوُودَ سُلَيْمَانَ نِعْمَ الْعَبْدُ إِنَّهُ أَوَّابٌ .

    (38/SÂ’D, 30). Biz Davud’a Süleyman’ı verdik. Süleyman ne güzel bir kuldu! Doğrusu o, daima Allah’a yönelirdi.

    9- وَخُذْ بِيَدِكَ ضِغْثًا فَاضْرِبْ بِهِ وَلاَ تَحْنَثْ إِنَّا وَجَدْنَاهُ صَابِرًا نِعْمَ الْعَبْدُ إِنَّهُ أَوَّابٌ .

    (38/SÂ’D, 44). Eline bir demet sap al da onunla vur, yeminini böyle yerine getir. Gerçekten biz Eyyûb’u sabırlı (bir kul) bulmuştuk. O, ne iyi kuldu! Daima Allah’a yönelirdi.

    10- وَالْأَرْضَ فَرَشْنَاهَا فَنِعْمَ الْمَاهِدُونَ .

    (51/ZÂRİYÂT, 48). Yeri de döşedik. (Bak) ne güzel döşeyiciyiz!

    11- فَقَدَرْنَا فَنِعْمَ الْقَادِرُونَ .

    (77/MÜRSELÂT,  23). Biz buna güç yetirmişizdir. Ve bizim gücümüz ne büyüktür!

    Bİ’SE İLE İLGİLİ AYETLER

    12- وَ لِلَّذِينَ كَفَرُوا بِرَبِّهِمْ عَذَابُ جَهَنَّمَ وَبِئْسَ الْمَصِيرُ .

    (67/MÜLK, 6). Rablerini inkâr edenler için cehennem azabı vardır. O, ne kötü dönüştür!

    13- اِتَّخَذُوا أَيْمَانَهُمْ جُنَّةً فَصَدُّوا عَنْ سَبِيلِ اللَّهِ إِنَّهُمْ سَاءَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ .

    (63/MÜNAFİKÛN, 2). Yeminlerini kalkan yapıp Allah yolundan yan çizdiler. Gerçekten onların yaptıkları ne kötüdür!

    14- أًمْ حَسِبَ الَّذِينَ اجْتَرَحُوا السَّيِّئَاتِ أّنْ نَجْعَلَهُمْ كَالَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ سَوَاءً مَحْيَاهُمْ وَمَمَاتُهُمْ سَاءَ مَا يَحْكُمُونَ .

    (45/CÂSİYE, 21). Yoksa kötülük işleyenler ölümlerinde ve sağlıklarında kendilerini, inanıp iyi ameller işleyen kimseler ile bir mi tutacağımızı sandılar? Ne kötü hüküm veriyorlar!

    15- قُلْ لِِلَّذِينَ كَفَرُوا سَتُغْلَبُونَ وَتُحْشَرُونَ إِلَى جَهَنَّمَ وَبِئْسَ الْمِهَادُ .

    (3/ÂL-İ İMRÂN, 12). (Resûlüm!) İnkâr edenlere de ki: Yakında mağlup olacaksınız ve cehenneme sürüleceksiniz. Orası kalınacak ne kötü bir yerdir!

    16- اَلَّذِينَ قَالَ لَهُمُ النَّاسُ إِنَّ النَّاسَ قَدْ جَمَعُوا لَكُمْ فَاخْشَوْهُمْ فَزَادَهُمْ إِيمَاناً وَقَالُوا حَسْبُنَا اللّهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ .

    (3/ÂL-İ İMRÂN, 173). Bir kısım insanlar, müminlere: “Düşmanlarınız olan insanlar, size karşı asker topladılar; aman sakının onlardan!” dediklerinde bu, onların imanlarını bir kat daha arttırdı ve “Allah bize yeter. O ne güzel vekîldir!” dediler.

  • Mefulün Meah Arapça Dersleri

     

    MEF’ÛLÜN MEAH

    Beraberlik ifade eden ve vâvu’l-maiyye denen (وَ) harfinden sonra gelen, üst tarafına atfı doğru olmayan mansûb isme mef’ûlün maah denir. Beraber, birlikte manasına gelen (مَعَ)’yla aynı anlamı taşıdığı için bazı gramerciler ona da mef’ûlün maah demişlerse de onun zarf olduğu görüşü daha ziyade tercih edilmiştir.

    سِرْتُ وَ النَّهْرَ.

    Nehir boyunca (nehirle beraber) yürüdüm.

    حَضَرْتُ وَ خاَلِداً.

    Halit ile birlikte geldim.

     

     

    مَشَيْتُ وَ الْجَبَلَ.

    Dağ  boyunca (dağ ile birlikte) yürüdüm.

    مَشَيْناَ وَ الشاَّطِئَ.

    Kıyı boyunca yürüdük.

    هُوَ مُساَفِرٌ وَاللَّيْلَ.

    O gece boyu (geceyle beraber) yolcudur.

    ساَفَرْناَ وَ طُلُوعَ الشَّمْسِ.

    Güneşin doğuşuyla (doğarken) yola çıktık.

    جَرَى عَلِيٌّ وَ سُورَ الْحَدِيقَةِ.

    Ali bahçenin duvarı boyunca koştu.

    ماَذاَ فَعَلْتَ وَ أَباَكَ ؟

    Babanla beraber ne yaptın?

    Dikkat edilirse vâvu’l-maiyye, atıf vâvının konmaması gereken yerlerde konmuştur. Örneğin son cümlede atıf kaidesine aykırılık olduğu için vâ’vu’l-maiyyeden sonra gelen أَباَكَmef’ûlün maahtır ve mansûbtur. Çünkü şimdiye kadar gördüğümüz cümle kuruluşlarında Türkçe mana olarak (Babanla beraber ne yaptın?) demek için vâv yerine (ماَذاَ فَعَلْتَ مَعَ أَبِيكَ) şeklinde Arapça’ya çevirirdik. Oysa buradaki vâv beraberlik vâvıdır. Zîrâ Arapça’da muttasıl bir zamire başka bir ismi atfetmek gerekirse bu zamiri tekid için munfasıl olarak tekrar etmek gerekir:  (ماَذاَ فَعَلْتَ أَنْتَ وَ أَبُوكَ ؟) görüldüğü gibi o zaman أَباَكَ kelimesini mansûb değil أَبُوكَ şeklinde merfû getirirdik.

    كَتَبْتُ أَناَ وَ خاَلِدٌ.

    Ben ve Halit yazdık.

    كَتَبْتُ وَ خاَلِداً.

    Halit’le beraber yazdım.

    Aynı şekilde birinci cümledeki vâv atıf vâvıdır, fâil zamirini tekrar etmediğimiz ikinci cümledeki vâv beraberlik vâvıdır  (vâvu’l-maiyye):

    Atıf Vâvıyla Vâvu’l-Maiyye’nin Farkı:

    Atıf harfi olan وَ kendisinden önceki ve sonraki kelimelerin hükmünün kendilerine nisbeti konusunda ortak olduklarını gösterir. Ancak beraberlik ifade eden وَ bu ortaklığı ifade etmez, sadece beraberlik bildirir. Fiilin ifade ettiği manada ortaklık bildirmez. Buna göre;

    a) Cümledeki (وَ) nin atıf vâvı olmasını engelleyen bir  işaret veya delil varsa (وَ) maıyyet vâvıdır. Bu işaret de (وَ)’den sonra gelen isim ile önce gelen ismin fiilde ortak olmasının imkansızlığıdır.

    ساَفَرَ أَخُوكَ وَ الصُّبْحَ.

    Kardeşin sabahleyin (sabahla beraber) yola çıktı.

    حَضَرَ مُحَمَّدٌ وَ غُرُوبَ الشَّمْسِ.

    Muhammed güneşin batışıyla birlikte (batarken) geldi.

    Meselâ son cümlede fiilin ikisine de ortak olarak kullanılması mümkün değildir. Çünkü güneşin batışı gelmez. Yani Muhammed ve güneşin  batması birlikte bir yere

    gelemezler. Dolayısıyla  güneşin batışı sırasında Muhammed’in gelişini ifade eder. Böyle bir durumda vâv’ın maıyyet vâv’ı sayılıp ondan sonra gelen ismin mef’ûlün maah olarak mansûb okunması gerekir. Başka şekilde okunması doğru değildir.

    b) Cümlenin fiili ancak iki ve daha fazla kişinin yapabileceği ortaklık (müşâraket) bildiren bir fiil ise, vâv mutlaka atıf vâvıdır.

    قاَتَلَ عَلِيٌّ وَالْعَدُوُّ.

    Ali düşmanla çarpıştı.

    اِشْتَرَكَ خاَلِدٌ وَ عَلِيٌّ.

    Halid ve Ali ortak oldu.

    Bu fiiller ve benzerleri ancak birden fazla kişinin ortaklığıyla yapılacak fiillerdir. Dolayısıyla vâv’dan sonraki isim ma’tûftur. Mef’ûlün maah olarak okunması doğru değildir.

    c) Atıf vâvı yahut maiyyet vâvı olmasını engelleyen bir şey yoksa vâv ikisinden biri olabilir. Ondan sonra gelen isim mef’ûlün maah olarak okunabileceği gibi, önceki isme ma’tûf olarak da okunabilir[1].

    ساَفَرَ إِبْراَهِيمُ وَ خاَلِدٌ.

    İbrâhim ve Hâlit yolculuk yaptı.

    ساَفَرَ إِبْراَهِيمُ وَ خاَلِداً.

    İbrâhim Hâlit’le beraber yolculuk yaptı.

    جاَءَ السَّيِّدُ وَ خاَدِمُهُ.

    Bey ve hizmetçisi geldi.

    جاَءَ السَّيِّدُ وَ خاَدِمَهُ.

    Bey hizmetçisiyle beraber geldi.

     

     

    MEF’ÛLÜN LİECLİH İLE İLGİLİ AYETLER

    1- إِلاَّ رَحْمَةً مِنَّا وَمَتَاعًا إِلَى حِينٍ .

    (36/YÂSÎN, 44). Ancak bizim tarafımızdan bir rahmet ve belli bir zamana kadar dünyadan faydalandırmamız müstesnâdır.

    2- فَوَقَاهُ اللَّهُ سَيِّئَاتِ مَا مَكَرُوا وَحَاقَ بِآلِ فِرْعَوْنَ سُوءُ الْعَذَابِ.

    (40/MÜ’MİN, 45). Nihayet Allah, onların kurdukları tuzakların kötülüklerinden bu zatı korudu, Firavun’un kavmini ise kötü azap kuşatıverdi.

    3- مَتَاعًا لَكُمْ وَلِأَنْعَامِكُمْ .

    (80/ABESE, 32). (Bütün bunlar) sizi ve hayvanlarınızı yararlandırmak içindir.

    4- جَزَاءً بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ .

    (56/VÂKIA, 24). Yaptıklarına karşılık olarak (verilir).

    5- إِنَّا مُرْسِلُو النَّاقَةِ فِتْنَةً لَهُمْ فَارْتَقِبْهُمْ وَاصْطَبِرْ .

    (54/KAMER, 27). Gerçekten onları imtihan etmek için dişi deveyi gönderen biziz. Sen onları gözetle ve sabret.

    6- نِعْمَةً مِنْ عِنْدِنَا كَذَلِكَ نَجْزِي مَنْ شَكَرَ .

    (54/KAMER, 35). ..Katımızdan bir nimet olarak. Biz şükredeni işte böyle mükâfatlandırırız.

    7- تَبْصِرَةً وَذِكْرَى لِكُلِّ عَبْدٍ مُنِيبٍ .

    (50/KAF, 8). Allah’a yönelen her kula gönül gözünü açmak ve ibret vermek için (bütün bunları yaptık).

    8- رِزْقًا لِلْعِبَادِ وَأَحْيَيْنَا بِهِ بَلْدَةً مَيْتًا كَذَلِكَ الْخُرُوجُ .

    (50/KAF, 11). Kullara rızık olması için. Ve o su ile, ölü toprağa can verdik. İşte hayata yeniden çıkış da böyledir.

    9- اِنَّكُمْ لَتَأْتُونَ الرِّجَالَ شَهْوَةً مِنْ دُونِ النِّسَاءِ بَلْ أَنْتُمْ قَوْمٌ مُسْرِفُونَ .

    (7/A’RÂF, 81). (Lût şöyle dedi:) Çünkü siz, şehveti tatmin için kadınları bırakıp da şehvetle erkeklere yanaşıyorsunuz. Doğrusu siz taşkın bir milletsiniz.

    MEF’ÛLÜN MAAH

    (Kur’ân’da 6 yerde vardır)

    10- وَلَقَدْ آتَيْنَا دَاوُودَ مِنَّا فَضْلاً يَا جِبَالُ أَوِّبِي مَعَهُ وَالطَّيْرَ وَأَلَنَّا لَهُ الْحَدِيدَ .

    (34/SEBE, 10). Andolsun, Davud’a tarafımızdan bir üstünlük verdik. “Ey dağlar ve kuşlar! Onunla beraber tesbih edin” dedik. Ona demiri yumuşattık.

    11- وَيَوْمَ يَحْشُرُهُمْ وَمَا يَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللَّهِ فَيَقُولُ أَأَنتُمْ أَضْلَلْتُمْ عِبَادِي هَؤُلاَءِ أَمْ هُمْ ضَلُّوا السَّبِيلَ .

     (25/FURKÂN, 17). O gün Rabbin onları ve Allah’tan başka taptıkları şeyleri toplar da, der ki: Şu kullarımı siz mi saptırdınız, yoksa kendileri mi yoldan çıktılar?

    12- فَفَهَّمْنَاهَا سُلَيْمَانَ وَكُلًّا آتَيْنَا حُكْمًا وَعِلْمًا وَسَخَّرْنَا مَعَ دَاوُودَ الْجِبَالَ يُسَبِّحْنَ وَالطَّيْرَ وَكُنَّا فَاعِلِينَ .

    (21/ENBİYÂ, 79). Böylece bunu (bu fetvayı) Süleyman’a biz anlatmıştık. Biz onların her birine hüküm (hükümdarlık, peygamberlik) ve ilim verdik. Kuşları ve tesbih eden dağları da Davud’a boyun eğdirdik. (Bunları) biz yapmaktayız.

    13- وَاتْلُ عَلَيْهِمْ نَبَأَ نُوحٍ إِذْ قَالَ لِقَوْمِهِ يَا قَوْمِ إِنْ كَانَ كَبُرَ عَلَيْكُمْ مَقَامِي وَتَذْكِيرِي بِآيَاتِ اللّهِ فَعَلَى اللّهِ تَوَكَّلْتُ فَأَجْمِعُوا أَمْرَكُمْ وَشُرَكَاءَكُمْ ثُمَّ لاَ يَكُنْ أَمْرُكُمْ عَلَيْكُمْ غُمَّةً ثُمَّ اقْضُوا إِلَيَّ وَلاَ تُنْظِرُونِ .

    (10/YÛNUS, 71). Onlara Nuh’un haberini oku: Hani o kavmine demişti ki: “Ey kavmim! Eğer benim (aranızda) durmam ve Allah’ın âyetlerini hatırlatmam size ağır geldi ise, ben yalnız Allah’a dayanıp güvenirim. Siz de ortaklarınızla beraber toplanıp yapacağınızı kararlaştırın. Sonra işiniz başınıza dert olmasın. Bundan sonra (vereceğiniz) hükmü, bana uygulayın ve bana mühlet de vermeyin.”

    14- وَكَذَلِكَ جَعَلْنَا لِكُلِّ نَبِيٍّ عَدُوًّا شَيَاطِينَ الْإِنْسِ وَالْجِنِّ يُوحِي بَعْضُهُمْ إِلَى بَعْضٍ زُخْرُفَ الْقَوْلِ غُرُورًا وَلَوْ شَاءَ رَبُّكَ مَا فَعَلُوهُ فَذَرْهُمْ وَمَا يَفْتَرُونَ .

    (6/EN’ÂM, 112). Böylece biz, her peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman kıldık. (Bunlar), aldatmak için birbirlerine yaldızlı sözler fısıldarlar. Rabbin dileseydi onu da yapamazlardı. Artık onları uydurdukları şeylerle başbaşa bırak.

  • Mefulun Lieclih – Mefulun Leh Arapça Dersleri

     

    MEF’ÛLÜN LİECLİH (MEF’ÛLÜN LEH)

    Fiilin oluş sebebini bildiren mef’ûle mef’ûlün lieclih denir. Bir adı da mef’ûlün leh’tir. Fiile niçin sorusunu sorduğumuzda aldığımız cevap mef’ûlün lieclih’tir. Türkçe’ye “..için, -mek için, -mak için, sebebiyle, -den dolayı” manalarıyla tercüme edilir. Ya masdarla ya da harf-i cerle olmak üzere iki şekilde gelir.

    a) Masdar olarak Mef’ûlün lieclihi:

    Bu masdar niçin sorusuna cevap veren, (masdarın) fâili ile fiilin fâilinin -zaman ve şahıs bakımından- aynı olduğu muzâfa birleşmeyen mansûb ve nekre (üstün tenvinli) bir masdardır:

    أَعْطَيْتُ الْفَقِيرَ خُبْزاً أَمَلاً[1] رِضاَ اللَّهِ.

    Allâh’ın rızasını arzu ettiğim için fakire bir ekmek verdim.

    حَضَرْتُ فِي الساَّعَةِ الثاَّلِثَةِ مُساَعَدَةً لِأُمِّي.

    Anneme yardım etmek için saat üçte geldim.

    يُساَفِرُ الطُّلاَّبُ إِلَىأَُورُباَّ طَلَباً لِلْعِلْمِ.

    Öğrenciler ilim için Avrupa’ya gidiyorlar .

    قُمْ اِحْتِراَماً لِأُسْتاَذِكَ.

    Hocana saygı için (ayağa) kalk.

    عاَقَبَ الْقاَضِي الْمُجْرِمَ تَأْدِيباً لَهُ.

    Hâkim suçluyu terbiye için cezalandırdı.

    تَرَكَ الدِّراَسَةَ طَمَعاً[2] فِي الْماَلِ.

    Mâla rağbet ettiği için ilmi terketti.

    سَجَدْتُ لِلَّهِ حَمْداً وَ شُكْراً.

    Hamd ve şükür (etmek) için Allah’a secde ettim.

    Yukarıdaki şartları taşımayan masdar mef’ûlün lieclih olmaz. Önemli olan bu masdarın fiilin sebebini teşkil etmesidir. Sebebi değilse (fiile sorulan niçin sorusuna cevap veremiyorsa) mef’ûlün lieclih olmaz ve mansûb da gelmez. Bu şartları taşımaz da gene niçin sorusuna cevap verirse o zaman harf-i cerli olarak gelir.

    b) Harf-i Cerli Mef’ûlün lieclih

    (لِ), (مِنْ) ve sebeplilik ifâde eden (بِ) harf-i ceriyle ifade edilen mef’ûllerdir.

    ضَرَبْتُكَ لِلتَّأْدِيبِ.

    Seni terbiye için döğdüm.

    بَكَى الطِّفْلُ مِنَ الْوَجْعِ فِي بَطْنِهِ.

    Çocuk karnı ağrıdığı için ağladı.

    جَزاَءً بِماَ كَسَبُوا.

    Yaptıkları şeyler sebebiyle ceza olarak.

     

     

     

    Meselâ birinci cümledeki mef’ûlün lieclih masdar olarak (ضَرَبْتُ تَأْدِيباً لَهُ) şeklinde de söylenebilirdi. Yani aslında birbiri yerine masdarını ya da cerini koyabileceğimiz mef’ûller mef’ûlün lieclih olmaktadır.

    Mef’ûlün lieclihî özetle şu durumlarda harf-i cer alır:

    Mef’ûlün lieclih;

    a) Bir fiilin masdarı değilse;

    أَتَيْتُكَ لِحاَجَةٍ.

    Sana bir ihtiyaç için geldim.

    جِئْتُ لِلدَّرْسِ.

    Ders için geldim.

    b)Ma’rife olursa;

    حَضَرْتُ الْكُلِّيَّةَ لِلتَّدْرِيسِ.

    Fakülteye eğitim için geldim.

    c) (Masdar olsa da) Fiilin fâili ile mef’ûlün lieclihî’nin fâilleri farklı ise;

    أَكْرَمْتُكَ لِإِكْراَمِكَ لِي.

    Senin bana ikram etmen için ben sana ikram ettim

    d)Fiil ile mef’ûlün lieclihî’nin oluş zamanları farklı ise;

    جِئْتُ الْيَوْمَ لِوَعْدِي أَمْسِ.

    Dün va’d ettiğim için bugün geldim.

    Not: Mef’ûlün lieclihi izâfet terkibi halinde gelirse, harf-i cerli veya harf-i cersiz gelebilir[3]:

    تَصَدَّقْتُ ابْتِغاَءَ مَرْضاَةِ اللَّهِ (تَصَدَّقْتُ لِابْتِغاَءِ مَرْضاَةِ اللَّهِ) .

    Allah’ın rızasını elde etmek (istemek) için sadaka verdim.

    يَتَّبِعُ الْمُناَفِقُونَ ماَ تَشاَبَهَ مِنَ الْقُرْآنِ ابْتِغاَءَ الْفِتْنَةِ وابْتِغاَءَ تَأْوِيلِه.

    Münafıklar fitne çıkarmak ve te’vil ederek saptırmak için Kur’ân’ın müteşâbihlerine takılırlar (Âl-i İmran, 7).

  • Meful-u Mutlak Arapça Dersleri

     MEF’ÛL-İ MUTLAK

    Fiilin manasını te’kit etmek (pekiştirmek), nev’ini (çeşidini) ya da fiilin kaç kere işlendiğini göstermek üzere sayısını bildirmek için fiille aynı kökten gelen mansûb masdara mef’ûl-i mutlak denir.

    a) Fiilin manasını te’kit (pekiştirmek) için fiilden sonra ve onun kökünden getirilen mansûb (fethalı) masdar müfredtir. Tercüme edilirken; “..öyle, öyle ki, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice,” manaları verilir:

    MEFULU MUTLAK

    لَعِبَ خاَلِدٌ لَعِباً.

    Halid öyle bir oynadı ki.

    يَشْرَبُ الطِّفْلُ اللَّبَنَ شُرْباً.

    Çocuk sütü öyle bir içiyor ki.

    يَأْكُلُ الْوَلَدُ الْفاَكِهَةَ أَكْلاً.

    Çocuk öyle bir meyve yedi ki (öyle çok yedi ki) .

    كَلَّمَ اللَّهُ مُوسَى تَكْلِيماً.

    Allah gerçekten (kesin olarak) Musâ ile konuştu.

    b) Fiilin nev’ini (çeşidini) belirtmek için gelen mef’ûl-i mutlak genellikle isim veya sıfat tamlaması halinde olur. Tercüme edilirken “gibi,  şeklinde, aynen, tıpkı, tam.. diye çevrilir.

    يُسَلِّمُ الْغُلاَمُ سَلاَمَ الْجُنْدِيِّ.

    Çocuk asker selamıyla selam veriyor (asker gibi selam veriyor) .

    مَرَّ الْقِطاَرُ مَرَّ السحاَبِ.

    Tren bulutların geçişi gibi geçiyor.

    جَرَى خاَلِدٌ جَرْياً سَرِيعاً.

    Hâlit hızlı bir şekilde koştu.

    فَتُوبُوا إِلَى اللَّهِ تَوْبَةً نَصُوحاً.

    Allah’a samimi bir tevbe ile tevbe ediniz  (Tahrim, 8).

      

    c) Fiilin sayısını belirtmek için gelen mef’ûl-i mutlak o işin kaç defa yapıldığını belirtir. Tercüme edilirken de kere, defa şeklinde çevrilir. Arapça’da tekrar isminin yapıldığı kalıp daha önce masdar-ı binâ-i merre konusunda işlediğimiz gibi (فَعْلَةً) kalıbıdır. Fiilin sülâsi kök harfleri bu kalıba sokulur.

    أَكَلَ عَلِيٌّ أَكْلَةً.

    Ali bir defa yedi.

    أَكَلَ عَلِيٌّ أَكْلَتَيْنِ.

    Ali iki defa yedi.

    أَكَلَ عَلِيٌّ ثَلاَثَ أَكَلاَتٍ.

    Ali üç defa yedi.

    أَكَلَ عَلِيٌّ أَكَلاَتٍ.

    Ali defalarca yedi.

    ضَرَبَنِي ضَرْبَةً.

    Bana bir defa vurdu.

    ضَرَبْتُهُ ضَرْبَتَيْنِ.

    Ona iki defa vurdum.

    Sıfat eklenerek de yapılabilir:

    ضَرَبَنِي ضَرْبَةً شَدِيدَةً.

    Bana şiddetli bir vuruşla vurdu.

    ضَرَبْتُهُ ضَرْبَتَيْنِ شَدِيدَتَيْنِ.

    Ona iki şiddetli vuruşla vurdum.

    Tarz ismi فِعْلَةً kalıbıdır:

    ضِحْكَةً

    gülme tarzı

    يَضْحَكُ

    ضَحِكَ

    خِلْقَةً

    yaratma tarzı

    يَخْلُقُ

    خَلَقَ

    مِشْيَةً

    yürüme tarzı

    يَمْشِي

    مَشَى

    مَشَى عَلِيٌّ مِشْيَةَ اللِّصِّ.

    Ali hırsızın yürüyüşü gibi yürüdü (hırsız gibi yürüdü).

             

     (مَرَّةً) (kere, defa)  kelimesi de mef’ûl-i mutlak olur.

    قَرَأْتُ مَرَّةً.

    Bir kere okudum.

    *Aynı cümledeki mef’ûl-i mutlak kendi fiilinin masdarından yapılır. Aşağıdaki durumlarda ise bu kaidenin dışına çıkılır:

    a) Aynı manaya gelen masdarlarda;

    قَعَدْتُ جُلُوساً.

    Öyle oturdum ki (çok oturdum) .

    b) Aynı kökten olan değişik masdarlarda;

    اِصْطَبَرْتُ صَبْراً.

    Çok sabrettim.

     

     

    Not: Çoğu zaman rubâî fiilin masdarı yerine sülâsi fiilin masdarı tercih edilir:

    ساَفَرْتُ سَفَراً مُتْعَباً.

    Yorucu bir yolculuk yaptım.

     c) Çeşit ve sayı bildirerek mef’ûl-i mutlakın yerini tutan isimlerde;

    نَصَحْتُهُ مَرَّتَيْنِ.

    Ona iki defa nasihat ettim.

    قُلْتُ لَكَ أَلْفاً.

    Sana bin kere söyledim.

    قاَبَلْتُهُ عِدَّةَ مَرَّاتٍ.

    Onunla birkaç kez görüştüm.

    أَكْرَمْتُ الضَّيْفَ ذَلِكَ الْإِكْراَمَ.

    Misâfire bu şekilde ikram ettim.

    d) Bazen mef’ûl-i mutlakın hazfedilip sıfatının onun yerine geçtiği durumlarda;

    فَكَّرْتُ فِي هَذِهِ الْمَسْأَلَةِ كَثِيراً.

    Bu mesele hakkında çok düşündüm.

    (فَكَّرْتُ فِي هَذِهِ الْمَسْأَلَةِ تَفْكِيراً كَثِيراً)

     

    اُذْكُرُوا اللَّهَ ذِكْراً كَثِيراً.

    Allahı çok zikredin (Ahzâb, 41) .

    e) (كُلُّ – بَعْضُ – أَيُّ ) kelimelerinin masdara muzâf olduğu durumlarda;

    أُساَعِدُ عَلِياًّ بَعْضَ الْمُساَعَدَةِ.

    Ali’ye biraz yardım ediyorum.

    تَرَكْتُهُ كُلَّ التَّرْكِ.

    Onu tamamen terkettim.

    يَجْتَهِدُ الطُّلاَّبُ أَيَّ اجْتِهاَدٍ قَبْلَ الْاِمْتِحاَنِ.

    İmtihandan önce öğrenciler yaman çalışırlar.

    O zaman (كُلُّ – بَعْضُ – أَيُّ ) kelimeleri mef’ûl-i mutlak olarak mansûb gelir

    *Fiili hazfolmuş semâî (duyularak bilinen) mef’ûl-i mutlaklar da vardır:

    شُكْراً.

    Teşekkür ederim.  

    سُبْحاَنَ اللَّهِ

    Allah’ı her türlü eksiklikten tenzih ederim.  

    لَبَّيْكَ.

    (Davetine uyup) sana geldim

    حَقاًّ.

    gerçekten

    جِداًّ.

    çok

    رُوَيْداً.

    yavaş

    أَيْضاً.

    ..de, da

    حَمْداً.

    Allah’a hamd olsun

    مَثَلاً.

    mesela, (misal veriyorum)

    هَنِيئاً.

    afiyet olsun

    عَفْواً.

    afedersin

    سَمْعاً وَ طاَعَةً.

    başüstüne
                     

    Örneğin ilk iki cümlenin hazfolmuş fiilleriyle birlikte aslı şöyledir:

    شُكْراً.

    Teşekkür ederim. (Hazfolmuş fiiliyle aslı: أَشْكُرُكَ شُكْراً)

    سُبْحاَنَ اللَّهِ.

    Allah’ı her türlü eksiklikten tenzih ederim.

    (Hazfolmuş fiiliyle aslı:  اُسَبِّحُ سُبْحاَنَ اللَّهِ)

     

           

    OKUMA PARÇASI

    كاَنَتْ ساَرَةُ مَشْغُولَةً بِقِراَءَةِ الْكِتاَبِ. عُنْواَنُ الْكِتاَبِ الَّذِي قَرَأَتْهُ ساَرَةُ “نِساَءُ النَّبِيِّ ” وَ يَتَحَدَّثُ ذَلِكَ الْكِتاَبُ عَنْ زَوْجاَتِ النَّبِيِّ (ص). كاَنَتِ الْمَرْأَةُ تُعاَمَلُ فِي الْجاَهِلِيَّةِ مُعاَمَلَةً سَيِّئَةً. كاَنَ الرَّسُولُ يُعاَمِلُ الْمَرْأَةَ مُعاَمَلَةً حَسَنَةً . لَقَدْ عَلِمَتْ ساَرَةُ مِنْ ذَلِكَ الْكِتاَبِ أَنَّ زَوْجاَتِ النَّبِيِّ (ص) كُنَّ عَظِيماَتٍ ، كَماَ أَدْرَكَتْ أَنَّ النَّبِيَّ كاَنَ عَظِيماً داَخِلَ بَيْتِهِ وَ خاَرِجَهُ.

     

    Tercüme:

    Sâra kitap okumakla meşguldü. Sâra’nın okuduğu kitabın adı “Peygamber’in Hanımları”dır ve bu kitap Peygamber’in zevcelerinden bahsetmektedir. Câhiliyede kadına kötü muamele ile muamele ediliyordu. Peygamber

  • Arapça İsmin Çeşitli Halleri Arapça Dersleri

     

    İSMİN ÇEŞİTLİ HALLERİ

    Yapısına göre isim; son harfi sahih olan ve olmayan olmak üzere ikiye ayrılır.

    A) Son harfi sahih olan isim;  maksûr, mankûs ve memdûd olmayan murab isimdir.

    حُجْرَةٌ

    oda

    دَلْوٌ

    kova

    ظَبْيٌ

    ceylan

    اَلْأَرْنَبُ

    tavşan

    B) Son harfi sahih olmayan isim; Mankûs, Maksûr ve Memdûd olmak üzere üçe ayrılır:

    I) MAKSÛR İSİM

    Sonunda sâbit bir elif bulunan murab isimdir. Bir evvelki harekesi üstün olan murab (duruma göre son harekesi değişen) ismin sonundaki bu elifin aslı (و) ise uzun (ا), (ي) ise noktasız (ى) şeklinde yazılır. Ancak elif şeklinde telaffuz edilir. İsm-i maksûrun bu elifi aslî değil, (و) veya (ي) dan dönüşmedir veya müenneslik için zaidedir:

    (Aslı: (اَلذِّكْرُ zikr, anma)

    اَلذِّكْرَى

    hatıra

    اَلْفَتَى

    genç

    اَلْعَصاَ

    baston

    اَلْمُصْطَفَى

    seçilmiş

    اَلْهُدَى

    doğru yol
             

    Bu tip elifin üzerine hareke konup okunması mümkün değildir. Bu sebeple bu isimlerin sonu sakin okunur. Yâni uzatmalı okumaya da sakin denir. Ref halinde elif üzerine zamme, nasb halinde fetha, cer halinde kesre takdir edilir.

    Merfû Hali

    نَجاَ الْفَتَى مِنَ الْغَرَقِ.

    Genç boğulmaktan kurtuldu.(Fâil)

    اِنْكَسَرَتِ الْعَصاَ.

    Baston kırıldı.

    أَصاَبَهُ الْأَذَى.

    Ona ezâ isabet etti.

    Mansûb Hali

    نَجَّيْتُ الْفَتَى مِنَ الْغَرَقِ.

    Genci boğulmaktan kurtardım. (Mef’ûl)

    مَنَعْتُ الْأَذَى.

    Ezâyı defettim.

    وَجَدْتُ الْعَصاَ.

    Bastonu buldum.

    Mecrûr Hali

    رَضِيْتُ عَنِ الْفَتَى.

    Gençten razı oldum (Câr-mecrûr) .

    إِشْتَرَيْتُ الْقَلَمَ مِنَ الْفَتَى.

    Kalemi gençten satın aldım.

    سَلِمْتُ مِنَ الْأَذَى.

    Ezâdan selâmete erdim.

    *İsm-i maksûr nekre olduğu (tenvin aldığı) zaman ref, nasb ve cer halinde elifi yazılı kalır, ancak okunmaz.

    جاَءَ فَتىً.

    Bir genç geldi (Fâil).

    رَأَيْتُ فَتىً.

    Bir genç gördüm (Mef’ûl).

    سَلَّمْتُ عَلَى فَتىً.

    Bir gence selâm verdim (Mecrûr) .

    اِتَّكَأْتُ عَلَى عَصاً.

    Bir bastona dayandım (Mecrûr).

    II) MANKÛS İSİM

    Kendinden evvel kesre bulunan bir (ي) ile sona eren murab isimlere mankûs isim denir. Bu (ي) aslîdir ve vazgeçilmezdir.

    اَلْهاَدِي

    yol gösteren

    اَلراَّعِي

    çoban

    اَلْقاَضِي

    kadı, hâkim

    اَلْواَدِي

    vadi

    اَلْمُحاَمِي

    avukat

    اَلداَّعِي

    davetçi

    Mankûs isimler mansûb durumda gözle görünür şekilde fetha alırlar. Çünkü fetha ile okumak kolay ve mümkündür. Zamme ve kesre ile okumak ise dile ağır gelir. Bu sebeple ref ve cer hallerinde gerekli harekeyi zahiren alamazlar. Gramerciler buna “ref ve cer hallerinde mankûs isimlerin sonuna zamme ve kesre takdir olunur” demektedirler.

    Merfû Hali

    فَرَّ الْجاَنِي.

    Câni kaçtı.

    عَدَلَ الْقاَضِي.

    Kadı adaletli oldu.

    يَنْدَمُ الْباَغِي.

    Azgın pişman olur.

    Mansûb Hali

    حَبَسْتُ الْجاَنِيَ.

    Câniyi hapsettim.

    نَحْتَرِمُ الْقاَضِيَ.

    Kadıya saygı duyarız.

    سَمِعْتُ الْمُناَدِيَ.

    Çağıranı işittim.

    Mecrûr Hali

    نَظَرْتُ إِلَى الْجاَنِي.

    Câniye baktım.

    سَمِعْتُ الْخَبَرَ مِنَ الراَّعِي.

    Haberi çobandan işittim.

    سَلَّمْتُ عَلَى الْقاَضِي.

    Kadıya selâm verdim.

    *Mankûs isim nekre olduğu takdirde ref ve cer halinde sonundaki (ي) düşer.

    جاَءَ مُحاَمٍ.

    Bir avukat geldi (Ref) .

    سَلَّمْتُ عَلَى مُحاَمٍ.

    Bir avukata selâm verdim (Cer) .

    رَأَيْتُ مُحاَمِياً.

    Bir avukat gördüm (Nasb) .

     

     

    Tesniye halinde düşen (ي) tekrar geri gelir:

    جاَءَ مُحاَمٍ.

    Avukat geldi.

    جاَءَ مُحاَمِياَنِ.

    İki avukat geldiler.

    * Mankûs isim izafetle veya (اَلْ) takısıyla marife olduğu takdirde ref, nasb ve cer halinde (ي) sabit kalır.

    حَكَمَ الْقاَضِي عَلَى جاَنٍ.

    Kadı bir câninin aleyhine karar verdi.

    جاَءَ قاَضِي الْقُضاَةِ.

    Kadıların kadısı geldi.

    III) MEMDÛDE İSİM

    Sonunda hemze, hemzeden önce de zâide bir elif bulunan murab isimdir.

    عُظَماَءُ

    büyükler

    سَماَءُ

    gök

    شُعَراَءُ

    şairler

    Bu zâid hemze ile biten isim gayr-i munsarif olduğu için tenvin almaz. Ancak aslî veya (و ي) den dönüşme hemze ile biten isim tenvin alır. Hemzeden sonra tenvin yazmak için bir daha elif yazılmaz. (مَساَءً) (اِبْتِداَءً) Çünkü kaideye göre hemze iki elif arasında yazılmaz.

     

     İSMİN ÇEŞİTLİ HALLERİ İLE İLGİLİ AYETLER

    1- ذَلِكَ الْكِتَابُ لاَ رَيْبَ فِيهِ هُدًى لِلْمُتَّقِينَ .

    (2/BAKARA, 2). O kitap (Kur’ân); onda asla şüphe yoktur. O, müttakîler (sakınanlar ve arınmak isteyenler) için bir yol göstericidir.

    2- وَإِذْ أَخَذْنَا مِيثَاقَ بَنِي إِسْرَائِيلَ لاَ تَعْبُدُونَ إِلاَّ اللّهَ وَبِالْوَالِدَيْنِ إِحْسَاناً وَذِي الْقُرْبَى وَالْيَتَامَى وَالْمَسَاكِينِ …

    (2/BAKARA, 83). Vaktiyle biz, İsrailoğullarından: “Yalnızca Allah’a kulluk edeceksiniz, ana-babaya, yakın akrabaya, yetimlere, yoksullara iyilik edeceksiniz” diye söz almıştık…

    3- … وَآتَيْنَا عِيسَى ابْنَ مَرْيَمَ الْبَيِّنَاتِ وَأَيَّدْنَاهُ بِرُوحِ الْقُدُسِ …

    (2/BAKARA, 87). … Meryem oğlu İsa’ya da mucizeler verdik. Ve onu, Rûhu’l-Kudüs (Cebrail) ile destekledik….

    4- وَقَالَتِ الْيَهُودُ لَيْسَتِ النَّصَارَى عَلَى شَيْءٍ وَقَالَتِ النَّصَارَى لَيْسَتِ الْيَهُودُ عَلَى شَيْءٍ وَهُمْ يَتْلُونَ الْكِتَابَ كَذَلِكَ قَالَ الَّذِينَ لاَ يَعْلَمُونَ مِثْلَ قَوْلِهِمْ فَاللّهُ يَحْكُمُ بَيْنَهُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ فِيمَا كَانُوا فِيهِ يَخْتَلِفُونَ .

    (2/BAKARA, 113). Hepsi de kitabı (Tevrat ve İncil’i) okumakta oldukları halde Yahudiler: Hıristiyanlar doğru yolda değillerdir, dediler. Hıristiyanlar da: Yahudiler doğru yolda değillerdir, dediler. Kitabı bilmeyenler de birbirleri hakkında tıpkı onların söylediklerini söylediler. Allah, ihtilâfa düştükleri hususlarda kıyâmet günü onlar hakkında hükmünü verecektir.

    5- وَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّنْ مَنَعَ مَسَاجِدَ اللّهِ أَنْ يُذْكَرَ فِيهَا اسْمُهُ وَسَعَى فِي خَرَابِهَا أُولَئِكَ مَا كَانَ لَهُمْ أَنْ يَدْخُلُوهَا إِلاَّ خَآئِفِينَ لَهُمْ فِي الدُّنْيَا خِزْيٌ وَلَهُمْ فِي الْآخِرَةِ عَذَابٌ عَظِيمٌ .

    (2/BAKARA, 114). Allah’ın mescidlerinde O’nun adının anılmasına engel olan ve onların harap olmasına çalışandan daha zâlim kim vardır! Aslında bunların oralara ancak korkarak girmeleri gerekir. (Başka türlü girmeye hakları yoktur.) Bunlar için dünyada rezillik, ahirette de büyük azap vardır.

    6- يُعْرَفُ الْمُجْرِمُونَ بِسِيمَاهُمْ فَيُؤْخَذُ بِالنَّوَاصِي وَالْأَقْدَامِ .

    (55/RAHMÂN, 41). Suçlular, simalarından tanınır, perçemlerinden ve ayaklarından yakalanırlar.

    7- وَلَقَدْ زَيَّنَّا السَّمَاءَ الدُّنْيَا بِمَصَابِيحَ وَجَعَلْنَاهَا رُجُومًا لِلشَّيَاطِينِ وَأَعْتَدْنَا لَهُمْ عَذَابَ السَّعِيرِ .

    (67/MÜLK, 5). Andolsun ki biz, (dünyaya) en yakın olan göğü kandillerle donattık. Bunları şeytanlara atış taneleri yaptık ve onlara alevli ateş azabını hazırladık.

    8- عَبَسَ وَتَوَلَّى ¯ أَنْ جَاءَهُ الْأَعْمَى ¯ وَمَا يُدْرِيكَ لَعَلَّهُ يَزَّكَّى ¯ أَوْ يَذَّكَّرُ فَتَنْفَعَهُ الذِّكْرَى .

    (80/ABESE, 1-4). (Peygamber) Âmânın kendisine gelmesinden ötürü (âma kendisine geldi diye) yüzünü ekşitti ve geri döndü. (Onun halini) Sana kim bildirdi? Belki o temizlenecek, yahut öğüt alacak da o öğüt ona fayda verecek.

    9- وَجِيءَ يَوْمَئِذٍ بِجَهَنَّمَ يَوْمَئِذٍ يَتَذَكَّرُ الْإِنْسَانُ وَأَنَّى لَهُ الذِّكْرَى .

    (89/FECR, 23). O gün cehennem getirilir, insan yaptıklarını birer birer hatırlar. Fakat bu hatırlamanın ne faydası var!

    10- وَالشَّمْسِ وَضُحَاهَا ¯ وَالْقَمَرِ إِذَا تَلاَهَا .

    (91/ŞEMS, 1, 2). Güneşe ve kuşluk vaktindeki aydınlığına, güneşi takip ettiğinde aya,..

    11- إِنَّ سَعْيَكُمْ لَشَتَّى ¯ فَأَمَّا مَنْ أَعْطَى وَاتَّقَى ¯ وَصَدَّقَ بِالْحُسْنَى ¯ فَسَنُيَسِّرُهُ لِلْيُسْرَى .

    (92/LEYL, 4-7). Sizin işleriniz başka başkadır. Artık kim verir ve sakınırsa ve en güzeli de tasdik ederse, biz de onu en kolaya hazırlarız (onda başarılı kılarız).

    12- وَالضُّحَى ¯ وَاللَّيْلِ إِذَا سَجَى ¯ مَا وَدَّعَكَ رَبُّكَ وَمَا قَلَى ¯ وَلَلْآخِرَةُ خَيْرٌ لَكَ مِنَ الْأُولَى .

    (93/DUHA,  I, 2, 3, 4) . Andolsun kuşluk vaktine, Ve sükûna erdiğinde geceye ki, Rabbin seni bırakmadı ve sana darılmadı. Gerçekten senin için ahiret dünyadan daha hayırlıdır.

    13- إِنَّ إِلَى رَبِّكَ الرُّجْعَى ¯ أَرَأَيْتَ الَّذِي يَنْهَى ¯ عَبْدًا إِذَا صَلَّى ¯ أَرَأَيْتَ إِنْ كَانَ عَلَى الْهُدَى ¯ أَوْ أَمَرَ بِالتَّقْوَى .

    (96/ALAK, 8, 9, 10, 11, 12). Kuşkusuz dönüş Rabbinedir. Namaz kılarken bir kulu (Peygamber’i namazdan) menedeni gördün mü? Ne dersin, o (Peygamber) doğru yolda ise, yahut takvâyı emrediyorsa?

    CÜMLELERİN BAĞLANIŞI

    Temel cümle isim ya da fiil cümlesi olup bu cümleye bir ya da bir kaç cümle bağlanabilir:

    رَأَيْتُ طِفْلاً يَلْعَبُ فيِ السَّاحَةِ.

    Meydanda oynayan bir çocuk gördüm. (fiil cümlesi)

    اَلصِّدْقُ صَديِقٌ يَنْفَعُ الإنْساَنَ فِي جَميِعِ الأَحْواَلِ.

    Doğruluk insana her durumda fayda veren bir dosttur. (isim cümlesi)

     

    -Fâil, nâib-i fâil, mef’ûlün bih, sıfat, mübtedâ ya da haber tek kelimeden meydana geldiği gibi fiil veya isim cümlesi de olabilir:

    بَلَغَنيِ أَنَّكَ صاَحِبُ أُلوُفٍ مِنَ الدَّناَنيِرِ.

    (Fâil: isim cümlesi)

    Bana binlerce dinarın sahibi olduğun ulaştı.

    عُلِمَ أَنَّ الشَّابَّ ذَكِيٌّ.

    (Nâibu’l-fâil: isim cümlesi)

    Gencin zeki olduğu bilindi.

    عَلِمْناَ أَنَّهُمْ أَصْدِقاَؤُناَ.

    (mef’ûlün bih: isim cümlesi)

    Onların dostlarımız olduğunu öğrendik.

    أَنْ تَقْرَأَ الْكِتاَبَ أَنْفَعُ لَكَ.

    (mübtedâ: isim cümlesi)

    Kitap okuman senin için daha faydalıdır.

    اَلنَّارُ  تُسَخِّنُ الْماَءَ.

    Mef’ûl   Fiil    Mübtedâ

                                                                         Haber

    Ateş suyu ısıtır.

    يَدْخُلُ الْمُؤُْمِنوُنَ جَناَّتٍ  تَجْريِ مِنْ تَحْتِهاَ الأَنْهاَرُ.

                                      (Sıfat: Fiil cümlesi)        Mevsûf

    Mü’minler altlarından ırmaklar(nehirler) akan cennetlere girerler.

    رَأَيْناَ   مَدْرَسَةً   فِناَؤُهاَ واَسِعٌ.

                                         (Sıfat: isim cümlesi)        Mevsûf

                                                                       Mef’ûlün bih

    Avlusu geniş bir okul gördük.

     

  • Atıf Atfı Beyan Arapça Dersleri

     

    ATIF

    Atıf; atf-ı beyân ve atf-ı nesak olmak üzere iki çeşittir:

    I) ATF-I BEYÂN

    Kendinden önceki kelimeyi izah etmek ve daha çok açıklamak için getirilen kelimeye atf-ı beyân denir. Atf-ı beyân i’râbda, müzekkerlik, müenneslikte ve müfred tesniye cem hususunda metbûuna (kendinden önceki kelimeye) uyar. Bedel-i mutâbık aynı zamanda atf-ı beyândır[1]. Künye ve lakabdan sonra veya bir ismi daha çok açıklamak üzere bir isimden sonra gelen isimler, ism-i işâretten sonra gelen isimler hep atf-ı beyândır. 

     

    حَضَرَ صَدِيقُكَ خاَلِدٌ.

    Arkadaşın Hâlit geldi.  
     

    أَعْجَبَنِي هَذاَ الرَّجُلُ.

    Bu adam hoşuma gitti.  

    أَبُو بَكْرٍ عَبْدُ اللَّهِ أَبُو عاَئِشَةَ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُماَ.

    Ebûbekir Abdullah Aişe’nin babasıdır.

     
     

    أَبُو الْقاَسِمِ مُحَمَّدٌ عَلَيْهِ السَّلاَمُ نِبِيُّناَ.

    Ebu’l-Kâsım Muhammed, (a.s.) peygamberimizdir.

     
     

    يُوقَدُ مِنْ شَجَرَةٍ مُباَرَكَةٍ زَيْتُونَةٍ.

    Mübârek bir ağaçtan, yani zeytin ağacından tutuşturulur. (Nûr, 35)

    آمَناَّ بِرَبِّ الْعاَلَمِينَ ، رَبِّ مُوسَى وَ هَرُونَ.

    Alemlerin Rabbi olan Musa ve Harun’un Rabb’ine iman ettik. (Şuara, 47, 48)

           

    *Tefsir harfi olan (أَىْ) (yani) ve (أَنْ) den sonra gelen kelime ve cümleler de atf-ı beyândır.

    عِنْدِي عَسْجَدٌ أَيْ ذَهَبٌ.

    Yanımda asced yani altın vardır.

    ناَدَيْتُ أَنْ قُمْ.

    Kalk diye bağırdım.

    قَعَدْتُ  عَلَى الْكُرْسِيِّ أَيْ جَلَسْتُ عَلَى الْكُرْسِيِّ.

    Sandalyeye oturdum (aynı anlama gelen kelimeyle açıklama) .

    Altı çizili kelimeler atf-ı beyândır ve kendinden önceki ismi izah etmektedir.

    II) ATF-I NESAK

    Atıf harfleri denen harflerle kelime veya cümleleri aynı hükme bağlamaya atfı nesak denir. Atıf harflerinden önceki kelimeye ma’tûfun aleyh sonraki kelime ya da cümleye de ma’tûf denir. Ma’tûf, ma’tûfun aleyh’in harekesini alır.

    نَجَحَتْ فاَطِمَةُ وَ أُخْتُهاَ.

    Fâtıma ve kardeşi başardı.

    Bu cümlede فاَطِمَةُ ma’tûfun aleyh, وَ atıf harfi, أُخْتُهاَ da ma’tûf’dur.  أُخْتُ kelimesi  ma’tûfun aleyh olan فاَطِمَةُ kelimesinin merfû olması sebebiyle merfûdur.

     

     

    Atıf harfleri şunlardır:

    وَ – فَ – ثُمَّ – أَوْ – أَمْ – إِمَّا – حتَّي – لاَ – بَلْ – لَكِنْ

    Atıf harflerinin işlevleri de şunlardır:

    وَ
    ve

    Ma’tûf ile ma’tûfun aleyh’in aynı hükümde ortak olduğunu gösterir. Tertip ya da sıra söz konusu değildir. Bir nevi virgül gibidir.

    تَوَلَّى الْخِلاَفَةَ أَبُو بَكْرٍ وَ عُمَرُ.

    Hilafeti Ebûbekir ve Ömer üstlendi.

    تَوَلَّى الْخِلاَفَةَ عُمَرُ وَ أَبُو بَكْرٍ.

    Hilafeti Ömer ve Ebûbekir üstlendi.

    صاَمَ الْيَوْمَ مُحَمَّدٌ وَ عُثْماَنُ وَ أَخُوكَ.

    Muhammed, Osman ve senin kardeşin bugün oruç tuttular.

    فَ
    akabinde hemen, ardından  
           

    Ma’tûfla mat’ûfun aleyh arasında tertip ve sıra gözetir. Ancak bu tertip hemen akabinde olup zaman bakımından aralarında bir gecikme olmadığını işaret eder.

    دَخَلَ الْمُدَرِّسُ فَوَقَفَ التَّلاَمِيذُ.

    Öğretmen sınıfa girdi akabinde (hemen) öğrenciler ayağa kalktı.

    دَخَلَ الْمَدْرَسَةَ عَلِيٌّ فَإِبْراَهِيمُ.

    Ali sonra da İbrâhim okula girdi.

    رَآناَ أَبُوكَ فَحَيَّاناَ.

    Baban bizi gördü ve bizi selamladı.
     
    ثُمَّ
    sonra  
             

    Ma’tûf ile ma’tûfun aleyh arasındaki tertibe riâyet edildiğini ma’tûfun ma’tûfun aleyh’ten bir hayli zaman sonra vukua geldiğini gösterir.

    يُساَفِرُ التاَّجِرُ ثُمَّ يَعُودُ.

    Tüccar seyehata gider sonra döner.

    زَرَعْناَ الْقُطْنَ ثُمَّ جَنَيْناَهُ.

    Pamuğu ektik sonra devşirdik (topladık) .

    جَنَيْناَ الْبُرْتُقاَلَ ثُمَّ بِعْناَهُ.

    Portakalı topladık sonra sattık.
    أَوْ
    veya, ya da  
           

    İki şeyden birini seçmeyi veya şüpheyi ifade eder:

    كُلْ بُرْتُقاَلاً أَوْ تُفاَّحاً.

    Portakal veya elma ye.

    عاَدَ إِلَى الْقَرْيَةِ عَلِيٌّ أَوْ إِبْراَهِيمُ.

    Köye İbrâhim ya da Ali döndü.

    نَقَلَ الْخَبَرَ عَلِيٌّ أَوْ فَرِيدٌ.

    Haberi Ali ya da Ferid nakletti.

     

    أَمْ

    yoksa  
           

    Bir şeyin tayin edilmesini talebe işaret eder.

    أَ تُفاَّحاً أَكَلْتَ أَمْ بُرْتُقاَلاً ؟

    Elma mı yoksa portakal mı yedin?

    أَ ناَئِمٌ أَنْتَ أَمْ مُسْتَيْقِظٌ ؟

    Uykuda mısın yoksa uyanık mısın?

    أَ كِتاَباً إِشْتَرَيْتَ أَمْ دَفْتَراً ؟

    Kitap mı yoksa defter mi satın aldın?

    *Bir işin yapılıp yapılmamasının tesirinin müsâvi olduğunu anlatmak için de (أَمْ…أَ) (..sa da, masa da) kullanılır. Buna tesviye harfi de denir. :

    أَ أَنْذَرْتَهُمْ أَمْ لَمْ تُنْذِرْهُمْ لاَ يُؤُْمِنوُنَ.

     
    Onları korkutsan da korkutmasan da müsâvidir (birdir, eşittir), inanmazlar (Bakara 6).  

    إِمَّا

    ya… ya.…ya da, ister (vâv ile tekrarlanarak kullanılır)  
     

    كَتَبَ إِلَيْكُمْ إِمَّا حَسَنٌ وَ إِماَّ صاَلِحٌ.

    Size ya Hasan ya Salih yazdı.  
     

    إِعْمَلْ إِماَّ واَجِباً وَ إِماَّ مُسْتَحِبًّا.

    İster vacip ister müstehab olarak amel et.  
    حتَّي
    … bile, dahil  

    أَكَلَ السَمَكَةَ حَتَّي رَأْسَهاَ.

    Balığı başı da dahil olmak üzere (başını bile) yedi.  

    ماَتَ الناَّسُ حَتَّى الْأَنْبِياَءُ.

    İnsanlar öldü hatta peygamberler bile[2].

    (Peygamberlere varıncaya kadar bütün insanlar öldü)

     

    لاَ

    değil, olmadı (nefy, olumsuzluk anlatır)  

    خَليِلٌ كاَتِبٌ لاَ شاَعِرٌ.

    Halil yazardır şair değil[3].  

    إِعْمَلْ صاَلِحاً لاَ سَيِّئاً.

    İyi iş yap kötü iş değil.  

    باَعَ واَلِدِي السَّياَّرَةَ لاَ الْحِصاَنَ.

    Babam arabayı sattı atı değil.

     

     
     
    لَكِنْ
    fakat, bunun aksine anlamındadır  

    ماَ ذَبَحَ الْجَزاَّرُ الْبَقَرَةَ لَكِنْ شاَةً.

    Kasap sığır boğazlamadı fakat koyun boğazladı.

    ماَ جاَءَ السَّيِّدُ لَكِنْ خاَدِمُهُ.

    Bey gelmedi fakat hizmetçisi geldi.

    لاَ يَحِلُّ رِياَءٌ لَكِنْ إِخْلاَصٌ.

    Riyâ helâl olmaz, ihlâs bunun aksinedir.

    بَلْ

    belki, bilakis, hayır, öyle değil..  
                 

    İdrab yani hatadan dönmek için kullanılır. Kendinden önce bir emir veya olumlu hüküm gelmişse o emri veya hükmü kaldırır, gelmemiş gibi yapar.

    خَرَجَ مِنَ الْإِمْتِحاَنِ يُوسُفُ بَلْ عُثْماَنُ.

    İmtihandan Yusuf, hayır Osman çıktı.

    إذْهَبْ إِلَى مَكْتَبَةٍ بَلْ إِلَى كُتُبِيٍّ فَابْحَثْ عَنْ ذَلِكَ الْكِتاَبِ.

    Bir kütüphaneye, hayır bir kitapçıya git, o kitabı ara.

    *İsim isme, fiil fiile, cümle de cümleye atfedilebilir:

    İsmin isme atfı:

    جاَءَ عَلِيٌّ وَ خاَلِدٌ وَ عاَدِلٌ.

    Ali Hâlit ve Adil geldi.

    Fiilin fiile atfı:

    هُوَ الَّذِي خَلَقَكُمْ ثُمَّ أَماَتَكُمْ ثُمَّ يُحْيِيكُمْ.

    Sizi yaratan sonra öldüren sonra da diriltecek olan O’dur.

    Her fiil bir fiil cümlesi olduğundan bu örnek, fiil cümlesinin fiil cümlesine atfı demektir.

    İsim cümlesinin isim cümlesine atfı:

    خاَلِدٌ أَبُوهُ عاَلِمٌ أَخُوهُ تاَجِرٌ.

    Hâlid’in babası âlim, kardeşi tüccardır.

    *Atıf harfi arada olmaksızın da atıf yapılabilir. O zaman atıf harfi mahzûf sayılır:

    اَلتاَّئِبُونَ الْعاَبِدُونَ الْحاَمِدُونَ …

    Tövbe edenler, ibadet edenler, hamdedenler…

     

    ATIF İLE İLGİLİ AYETLER

    1- هُمْ وَأَزْوَاجُهُمْ فِي ظِلاَلٍ عَلَى الْأَرَائِكِ مُتَّكِؤُونَ .

    (36/YÂSÎN, 56). Onlar ve eşleri gölgeler altında tahtlara kurulurlar.

    2- وَلَهُمْ فِيهَا مَنَافِعُ وَمَشَارِبُ أَفَلاَ يَشْكُرُونَ .

    (36/YÂSÎN, 73). Bunlarda (hayvanlarda) onlar için nice faydalar ve içilecek sütler vardır. Hâla şükretmezler mi?

    3- أَوَلَيْسَ الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ بِقَادِرٍ عَلَى أَنْ يَخْلُقَ مِثْلَهُمْ بَلَى وَهُوَ الْخَلاَّقُ الْعَلِيمُ .

    (36/YÂSÎN, 81). Gökleri ve yeri yaratan, onların benzerlerini yaratmaya kadir değil midir? Evet! Elbette kadirdir. O, her şeyi hakkıyla bilen yaratıcıdır.

    4- وَامْرَأَتُهُ حَمَّالَةَ الْحَطَبِ .

    (111/MESED, 4). Odun taşıyıcı olarak karısı da (ateşe girecek).

    5- إِذَا جَاءَ نَصْرُ اللَّهِ وَالْفَتْحُ .

    (110/NASR, 1). Allah’ın yardımı ve zaferi geldiği zaman,

    6- تَنَزَّلُ الْمَلاَئِكَةُ وَالرُّوحُ فِيهَا بِإِذْنِ رَبِّهِمْ مِنْ كُلِّ أَمْرٍ .

    (97/KADİR, 4). O gecede, Rablerinin izniyle melekler ve Ruh (Cebrail), her iş için iner dururlar.

    7- هُوَ اللَّهُ الْخَالِقُ الْبَارِئُ الْمُصَوِّرُ لَهُ الْأَسْمَاءُ الْحُسْنَى يُسَبِّحُ لَهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ .

    (59/HAŞR, 24). O, yaratan, var eden, şekil veren Allah’tır. En güzel isimler O’nundur. Göklerde ve yerde olanlar O’nun şânını yüceltmektedirler. O, galiptir, hikmet sahibidir.

    8- إِنَّ الَّذِينَ يَخْشَوْنَ رَبَّهُم بِالْغَيْبِ لَهُمْ مَغْفِرَةٌ وَأَجْرٌ كَبِيرٌ .

    (67/MÜLK, 12). Fakat daha görmeden Rablerinden (azabından) korkanlara gelince, onlar için gerçekten hem bağışlanma hem de büyük mükâfat vardır.

    9- إِنَّا نَحْنُ نُحْيِي الْمَوْتَى وَنَكْتُبُ مَا قَدَّمُوا وَآثَارَهُمْ وَكُلَّ شَيْءٍ أحْصَيْنَاهُ فِي إِمَامٍ مُبِينٍ .

    (36/YÂSÎN, 12). Şüphesiz ölüleri ancak biz diriltiriz. Onların yaptıkları her işi, bıraktıkları her izi yazarız. Biz, her şeyi apaçık bir kitapta (levh-i mahfuz’da) sayıp yazmışızdır.

    10- إِلاَّ رَحْمَةً مِنَّا وَمَتَاعًا إِلَى حِينٍ .

    (36/YÂSÎN, 44). Ancak bizim tarafımızdan bir rahmet ve belli bir zamana kadar dünyadan faydalandırmamız müstesnadır.

    11- اَلَّذِي خَلَقَ الْمَوْتَ وَالْحَيَاةَ لِيَبْلُوَكُمْ أَيُّكُمْ أَحْسَنُ عَمَلاً وَهُوَ الْعَزِيزُ الْغَفُورُ .

    (67/MÜLK, 2). O ki, hanginizin daha güzel davranacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratmıştır. O, mutlak galiptir, çok bağışlayıcıdır.

    12- قُلْ هُوَ الَّذِي أَنْشَأَكُمْ وَجَعَلَ لَكُمُ السَّمْعَ وَالْأَبْصَارَ وَالْأَفْئِدَةَ قَلِيلاً مَا تَشْكُرُونَ .

    (67/MÜLK, 23). (Resûlüm!) De ki: Sizi yaratan, size işitme duyusu, gözler ve kalpler veren O’dur. Ne az şükrediyorsunuz!

    13- لِنُخْرِجَ بِهِ حَبًّا وَنَبَاتًا {78/15} وَجَنَّاتٍ أَلْفَافًا .

    (78/NEBE, 15, 16). Size tohumlar, bitkiler ve ağaçları (birbirine) sarmaş dolaş bahçeler yetiştirmek için..

    14- وَيَبْقَى وَجْهُ رَبِّكَ ذُو الْجَلاَلِ وَالْإِكْرَامِ .

    (55/RAHMÂN, 27). Ancak azamet ve ikram sahibi Rabbinin zâtı bâki kalacak.

    15- لاَ يَسْمَعُونَ فِيهَا لَغْوًا وَلاَ كِذَّابًا .

    (78/NEBE, 35). Onlar orada (cennette) ne boş bir lâkırdı ne de yalan işitirler.

    16- أَيَحْسَبُ أَنْ لَمْ يَرَهُ أَحَدٌ {90/7} أَ لَمْ نَجْعَلْ لَهُ عَيْنَيْنِ {90/8} وَلِسَانًا وَشَفَتَيْنِ .

    (90/BELED, 7, 8, 9). (İnsan) kendisini kimsenin görmediğini mi sanıyor? Biz ona iki göz, bir dil ve iki dudak vermedik mi?.,

    17- إِنَّمَا تُنْذِرُ مَنِ اتَّبَعَ الذِّكْرَ وَخَشِيَ الرَّحْمَنَ بِالْغَيْبِ فَبَشِّرْهُ بِمَغْفِرَةٍ وَأَجْرٍ كَرِيمٍ .

    (36/YÂSÎN, 11). Sen ancak zikre (Kur’ân’a) uyan ve görmeden Rahmân’dan korkan kimseyi uyarabilirsin. İşte böylesini, bir mağfiret ve güzel bir mükâfatla müjdele.

  • İmam Hatipler artık dünyaya açıldı

     

    Deprem ve savaşın vurduğu Endonezya ve Pakistan başta olmak üzere Dağıstan’dan Balkarya’ya, Senegal’den Sırbistan’a, Kongo’dan Madagaskar’a kadar birçok müslüman ülke imam hatiplerde eğitim alması için ortaöğretim öğrencilerini Türkiye’ye gönderiyor.

    Türki Cumhuriyetler, Türk ve akraba toplulukları, Balkanlar, Kırım, KKTC’deki soydaşlar ile Afrika’daki Müslüman ülkeler ve Müslümanların yaşadığı diğer ülkelerin başta din görevlisi ihtiyaçlarının mahallinden karşılanması olmak üzere eğitim ve kültür işbirliğinin geliştirilmesi amacıyla Din Öğretimi Genel Müdürlüğü ile Türkiye Diyanet Vakfı arasında 3 Eylül 2007’de imzalanan protokolle bir proje uygulamaya sokuldu.

    Türkiye ile Müslüman ülkeler arasında sağlam, kalıcı bir diyalog ve dostluk köprüsü oluşturacak proje çerçevesinde dünyanın çeşitli bölgelerindeki Müslüman ülkelerden öğrenim görmek üzere Türkiye’ye gelen 541 öğrenciden 413’ü Kayseri’deki Mustafa Germirli Anadolu İmam Hatip Lisesi’nde, 128’i İstanbul Fatih Sultan Mehmet Anadolu İmam Hatip Lisesi’nde eğitim görmeye başladı.

    Türkiye’de 186’sı 9. sınıf, 156’sı 10. sınıf, 123’ü 11. sınıf ve 76’sı 12. sınıf olmak üzere toplam 541 yabancı Müslüman öğrenci imam hatiplerde eğitim görüyor.

    Bu öğrenciler için Başbakanlık’tan alınan onayla bin 100 kişilik Devlet Parasız Yatılılık kontenjanı ayrıldı.

    Endonezya ve Pakistan başı çekiyor

    Deprem ve savaşın vurduğu Endonezya ve Pakistan Türkiye’de burslu şekilde imam hatiplerde eğitim görmesi için öğrenci gönderen ülkeler arasında başı çekiyor.

    Endonezya’dan 42, Pakistan’dan 36, Afganistan, Kenya, Nijerya ve Tayland’dan 19’ar, Kazakistan’dan 17, Tacikistan’dan 16, Somali’den 15, Tanzanya’dan 14, Kongo, Gana ve Azerbaycan’dan 13’er, Kırgızistan’dan 12, Sırbistan’dan 11 ve KKTC’den 10 öğrenci din öğretimi için Türkiye’yi seçti.

    Gürcistan 9, Arnavutluk 8, Hindistan, Kosova ve Yemen 7’şer, Madagaskar, Uganda, Bangladeş, Burkina Faso ve Filipinler 6’şar, Çad, İnguşetya, Moğolistan ve Mozambik 5’er, Orta Afrika Cumhuriyeti, Sirilenka ve Kamerun 4’er, Togo, Karadağ ve Makedonya 3’er, Malavi, Senegal, Sierre Lone, Benin, Bosna-Hersek ve Etiyopya’da 2’şer, Bulgaristan, Dağıstan, Güney Afrika ve Irak’tan ise birer öğrenci eğitim görüyor.

    Mustafa Germirli Anadolu İmam Hatip Lisesi’nden şimdiye kadar 242 yabancı uyruklu öğrenci mezun oldu. 2011-2012 eğitim ve öğretim yılında ise bu okula 413 yabancı öğrenci konuk oldu.

    Darüşşafaka binalarına yabancı uyruklu öğrenciler

    Milli Eğitim Bakanlığı Din Öğretimi Genel Müdürlüğü ile Türkiye Diyanet Vakfı arasındaki protokol 9 Ağustos 2011’de güncellenerek Bakanlığa devredilen eski Darüşşafaka binaları tamamen Fatih Sultan Mehmet Anadolu İmam Hatip Lisesi’ne tahsis edildi.

    Fatih Sultan Mehmet Anadolu İmam Hatip Lisesi 2011-2012 eğitim öğretim yılında çeşitli ülke ve milletlerden ilk olarak sadece 9. sınıfa olmak üzere 128 öğrenci kabul ederken, binalarda gerekli onarım, tadilat ve diğer hazırlıklar tamamlandıktan sonra tam kapasite eğitim-öğretime başlanacak.

    Protokole göre, yabancı uyruklu öğrencilerin Türkçeyi daha çabuk öğrenmeleri ve Türkiye’ye adaptasyonlarının sağlanması bakımından her yıl getirilecek öğrenci sayısının yüzde 20’si kadar da Türk vatandaşı öğrenci alınacak.

    İstanbul Fatih Sultan Mehmet Anadolu Lisesi’ndeki öğrencilerin dağılımı ise şöyle:

    ”Senegal 8, Somali 7, KKTC, Kazakistan, Nıjer ve Sırbistan 6’şar, Kamerun, Kırgısiztan, Karadağ, Fildişi Sahilleri, Benin, Burkine Faso ve Mali’den 5’er, Arnavutluk, Gine Konakri, Ürdün ve Liberya 4’er, Mozambik, Kosova, Sudan, Togo, Zambiya ve Balkarya’dan 3’er, Cezayir, Dağıstan, Demokratik Kongo, Fas, Gine, İnguşetya, Madagaskar, Malavi, Makedonya ve Sierra Leone 2’şer.”

    Konya’ya da uluslar arası İmam Hatip Lisesi

    Kayseri Mustafa Germirli Anadolu İmam Hatip Lisesi ve İstanbul Fatih Sultan Mehmet Anadolu İmam Hatip Lisesi’nden sonra Konya’da da bir okulun açılması için çalışmalara başlandı.

    İstanbul Fatih Sultan Mehmet Anadolu İmam Hatip Lisesi ve Konya’ya yüzde 20 yerli öğrenci alınması planlanıyor. Kayseri’de ise sadece yabancı öğrenciler öğrenim görüyor.

    Kayseri ve İstanbul’da öğrenim gören 541 öğrenci dışında şubat ayında Somali’den gelen ve Türkçe eğitimlerini tamamlayan 180 öğrenci de Türkiye genelinde değişik imam hatip liselerinde öğrenim görecek.

    Öğrencilerin yol giderleri Türkiye Diyanet Vakfı, diğer giderleri ise Başbakanlık onayı ile yatılı öğrenci kapsamında Milli Eğitim Bakanlığı tarafından karşılanıyor.

    Okulların kapasitesi ve ülkelerin ihtiyacı dikkate alınarak Türkiye Diyanet Vakfı ile işbirliği yapılarak belirleniyor.

  • Mefulun Fih – Zarflar Arapça Dersleri

     MEF’ÛLÜN FÎH (ZARFLAR)

    Fiilin işlendiği zamanı ve mekanı bildiren mansûb isme mef’ûlün fîh denir. “Ne zaman” ve “nerede”  sorusuna cevap verirler.

    Fiilin ne zaman işlendiğini gösteren mef’ûlün fîh zaman zarfı, nerede işlendiğini gösteren mef’ûlün fih de mekan zarfıdır. Herhangi bir zarftan sonra gelen isim daima mecrûr olur. Çünkü zarflar muzaf, sonraki isimler de muzafun ileyhtir.

    MEFULU FİH

    Zaman ve Mekan Zarfları şu kısımlara ayrılırlar:

    1- Mutasarrıf Zarflar:

    Bazen zarf yerini tutan kelimeler cümlede zarf olmadan da kullanılabilirler. Bunlar mutasarrıf zarflardır. O zaman mef’ûlu fih olmazlar ve cümle içindeki yerine göre, cümlenin asli unsurlarından biri olarak (mübtedâ, haber, ya da fâil gibi) i’rab (hareke) alırlar. Bu zarflardan bazıları şunlardır:

    ساَعَةٌ

    saat

    يَوْمٌ

    gün

    أُسْبُوعٌ

    hafta

     

     

     

     

     

     

    سَنَةٌ

    sene

    صَباَحٌ

    sabah

    مَساَءٌ

    akşam

    شَهْرٌ

    ay

    ظُهْرٌ

    öğle

    لَيْلٌ

    gece

    غَدٌ

    yarın

    لَحْظَةٌ

    lahza

    مِيلٌ

    mil

    فَرْسَخٌ

    fersah

    كِيلُومِتْرٌ

    kilometre

    يَمِينٌ

    sağ

    يَساَرٌ

    sol

    شَماَلٌ

    kuzey

    جَنُوبٌ

    güney

    شَرْقٌ

    doğu

    غَرْبٌ

    batı

    وَسَطٌ

    orta

     جاَءَ يَوْمُ الْجُمْعَةِ.

    Cuma günü geldi.
                 

    Burada يَوْمُ kelimesi fâil olup zamme ile merfûdur.

    اَلشَّرْقُ مَهْدُ الْأَدْياَنِ السَّماَوِيَّةِ.

    Doğu semâvî dinlerin beşiğidir.

    Burada اَلشَّرْقُ kelimesi mübtedâ olup zamme ile merfûdur.

    2-Mutasarrıf Olmayan Zarflar:

    Bazı zarflar vardır ki cümle içinde sadece zarf olarak kullanılır ve cümlenin diğer unsurlarından olmazlar. Bunlar da mutasarrıf olmayan zarflardır. Cümlenin neresinde bulunurlarsa bulunsunlar daima zarfiyetten dolayı mansûb olurlar. Bu zarflardan bazıları şunlardır:

    بَعْدَ

    sonra

    طَواَلَ

    ..boyunca

    حِينَ

    an, ..dığı zaman

    خِلاَلَ

    ..sırasında, esnasında

    أَثْناَءَ

    esnasında

    وَراَءَ

    arkasında

    تَحْتَ

    altında

    بَيْنَ

    arasında

    عِنْدَ

    yanında

    فَوْقَ

    üzerinde

    حَوْلَ

    çevresinde, etrafında

    خَلْفَ

    arkasında

    تِجاَهَ

    karşısında

    نَحْوَ

    ..e doğru, ..e karşı, ..yaklaşık, civarında..

    لَدَى

    yanında, katında

    دُونَ

    aşağısında ..meksizin, ..maksızın, ..den başka

    كَسَرَ خاَلِدٌ فِي تِلْكَ الْمَعْرَكَةِ نَحْوَ سَبْعَةِ سُيُوفٍ.

    Halit o savaşta yaklaşık yedi kılıç kırdı.

     

     

    Bu zarflar;

    a) Ya kendilerinden önce geçen fiilin zaman ve mekanını bildirdiklerinde mef’ûl-i fîh olurlar:

    تَطِيرُ الطاَّئِراَتُ فَوْقَ السَّحاَبِ.

    Uçaklar bulutların üstünden uçar.

    Burada (فَوْقَ) mekan zarfı mef’ûlü fîh olub fetha ile mansûbtur.

    b)Ya da bir mübtedâya haber veyahut bir kelimeye sıfat olurlar:

    اَلْجَنَّةُ تَحْتَ أَقْداَمِ الْأُمُّهاَتِ.

    Cennet annelerin ayakları altındadır.(Hadis)

    مَرَرْتُ بِرَجُلٍ عِنْدَكَ.

    Yanındaki adama uğradım.

    Burada تَحْتَ ve عِنْدَ mekan zarfları zarfiyet dolayısıyla mansûbtur[5].

     Önemli Not: Ancak bu zarflar (مِنْ) harf-i ceri ile mecrûr olurlar:

    قُلْ كُلٌّ مِنْ عِنْدِ اللَّهِ .

    De ki: Hepsi Allah’tan’dır.

    سِرْتُ مِنْ وَراَءِهِ.

    Arkasından yürüdüm.

    ARAPÇA ZAAMAN ZARFLARI

    Zarfların Diğer Özellikleri:

    * ماَ harfi bazı zarflara bitişebilir. Ancak bu ماَ zâidedir (hiçbir iş görmez). Zarfa etki etmez ve onu iş yapmaktan alıkoymaz. Yani bu zarflar mansûb olmaya ve kendisinden sonra gelen isim ise muzafun ileyh ve mecrûr olmaya devam eder. (ماَ)nın bitiştiği zarflar genelde şunlardır:

     

    عِنْدَ

    حِينَ

    قَبْلَ

    بَعْدَ

    دُونَ

    رَجَوْتُهُ أَنْ يَحْضُرَ دُونَماَ تَأْخِيرٍ

    Gecikmeden gelmesini rica ettim.
                 

    (دُونَ) kelimesi mansûb bir zarftır. ماَ zâidedir (تَأْخِيرٍ) muzafun ileyh ve kesre ile mecrûrdur[6].

    *Zaman ve mekâna muzaf olan sayılar, işaret isimleri ve sıfatlar mefûlün fîh olarak mansûb okunur:

    نَزَلْتُ تِلْكَ الناَّحِيَةَ.

    O nahiyeye (bölgeye) indim.

    قَضَيْتُ هُناَكَ خَمْسَةَ أَياَّمٍ.

    Orada beş gün geçirdim.

    مَشَيْتُ ثَلاَثَةَ أَمْياَلٍ.

    Üç mil yürüdüm.

      

    *Zaman ve mekân zarflarına muzaf olan (بَعْضُ)ve (كُلُّ) kelimeleri de mef’ûlün fih olur:

    نَذْهَبُ إِلَى الْمَدْرَسَةِ كُلَّ يَوْمٍ.

    Okula hergün gideriz.

    نَزَلَ الثَّلْجُ بَعْضَ اللَّيْلِ.

    Gecenin birkısmında kar yağdı.

    *Mevsûf zaman ve mekân zarfı olursa, hazfedildiğinde sıfatı onun yerine mef’ûl-i fîh olur:

    نِمْتُ طَوِيلاً (نِمْتُ وَقْتاً طَوِيلاً) .  

    Uzun müddet uyudum.

    * (قَبْلَ) ve (بَعْدَ) zarflarının özellikleri:

    a) (قَبْلَ) ve (بَعْدَ) başlarına harf-i cer gelmeksizin muzaf olduklarında mansûbdurlar.

    خَرَجَ أَخُوكَ قَبْلَ كُلِّناَ إِلَى الْجَوْلَةِ.

    Kardeşin hepimizden önce gezmeye çıktı.

    b) Muzaf olup başlarına harf-i cer geldiğinde mecrûr olurlar

    جاَءَ عَلِيٌّ مِنْ بَعْدِ خاَلِدٍ.

    Halit’ten sonra Ali geldi.

    c) Fiile doğrudan doğruya değil (أَنْ) ile bağlanırlar ve cümleye muzâf olduklarında cümlenin başında (أَنْ) bulunur:

    ناَمَ الطِّفْلُ قَبْلَ أَنْ يَرْجِعَ أَبُوهُ مِنَ الْعَمَلِ.

    Çocuk babası işten dönmeden uyudu.

    جاَءَ أَحْمَدُ بَعْدَ أَنْ ذَهَبَ أَبُوهُ.

    Ahmet, babası gittikten sonra geldi.

    d) (قَبْلَ) ve (بَعْدَ)’nin muzâfun ileyhi hazfedilince zamme üzere mebnî olur.

    فَرَّ يَعْقُوبُ مِنْ قَبْلُ.

    Önce Yâkub kaçtı.

    ذَهَبَ خاَلِدٌ وَ عُمَرُ مِنْ قَبْلُ.

    Önce Halit ve Ömer gitti.

    Kur’ân-ı Kerîm’de (مِنْ قَبْلُ) ve (مِنْ بَعْدُ) şeklinde kullanılışı yaygındır.

    * (يَوْمَ) ve (حِينَ) kelimeleri cümleye muzâf olduklarında başlarına (أَنْ) gelmez:

    دَخَلَ الطُّلاَّبُ الصَّفَّ حِينَ دَقَّ الْجَرَس.

    Zil çaldığı zaman öğrenciler sınıfa girdiler.

    تَرَكْتُهُ يَوْمَ عَلِمْتُهُ خاَئِناً.

    Onu hain olarak tanıdığım gün terkettim.

    اِنْتَظَرْتُهُ فِي الْمَطاَرِ إِلَى حِينَ حَضَرْتَ.

    Sen gelene kadar hava alanında bekledim.

    *Mef’ûl-i fih fiilin önünde gelebilir[7]:

    اَلْيَوْمَ زُرْتُ أَباَكَ.

    Bu gün babanı ziyaret ettim.

    MEBNÎ ZARFLAR

    Mebnî zarflar 17 tane olup 6 tanesi mekân zarfı, 10 tanesi zaman zarfı, bir tanesi de hem mekân hem de zaman zarfı olarak kullanılır. Mebnî oldukları için mahallen mansûbturlar:

    a) Mebnî mekân zarfları:

      حَيْثُ أَيْنَ ثَمَّ لَدَى لَدُنْ هُناَ  
    حَيْثُ
    yer (..dığı yere, ..eceği yere, ..dığı yerde)
                     

    Cümleye muzaf olan mebnî mekân zarfıdır. Bu cümle isim ya da fiil cümlesi olabilir. Genellikle fiil cümlesi olur. Sonu zamme üzre mebnî olduğundan mahallen mansûb sayılır.

    اِذْهَبُوا إِلَى حَيْثُ شِئْتُمْ. 

    İstediğiniz yere gidiniz.

    اِجْلِسْ حَيْثُ أَنْتَ جاَلِسٌ.

    Oturduğun yerde otur.

    جَلَسْتُ حَيْثُ أَسْتَطِيعُ الْقِراَءَةَ مُرْتاَحاً.

    Rahatça okuyabileceğim bir yerde oturdum.

    Not: (حَيْثُ) Başka anlamlara da gelebilir:

            (بِحَيْثُ) …şekilde

    بَنَى الْمَلِكُ قَصْراً عاَلِياً بِحَيْثُ يُرَى مِنْ بَعِيدٍ.

    Kral uzaktan görülebilecek şekilde yüksek bir köşk bina etti.

    فَدَنَا[8] الطاَّلِبُ مِنَ الْمُعَلِّمِ بِحَيْثُ يَسْمَعُ كَلاَمَهُ.

    Öğrenci öğretmene sözünü duyacak şekilde yaklaştı.

           (مِنْ حَيْثُ) ..bakımından, yönden

    اَلْأَعْداَءُ أَقْوَى مِنْ حَيْثُ إِنَّهُمْ كَثِيرُ الْعَدَدِ.

    Düşmanlar sayıları çok olması bakımından bizden daha kuvvetlidir.

     

    سَنَسْتَدْرِجُهُمْ مِنْ حَيْثُ لاَ يَعْلَموُنَ.

     

    Biz (Kur’ân’ı yalanlayanları) bilemeyecekleri yönden azar azar helâka yaklaştırırız (Arâf 182) .

     
    أَيْنَ
    Nerede, nereye. (Fetha üzere mebnî soru isimlerindendir. Şart olarak da kullanılır)
    أَيْنَ جَلَسْتِ ؟
    Nerede oturdun?
    أَيْنَ تَكُونُوا يُدْرِكْكُمُ الْمَوْتُ.
    Nerede olursanız olun ölüm size ulaşır.
    ثَمَّ
    Orada, oraya (Fetha üzere mebnîdir).
    ثَمَّ وَلَدٌ يَلْعَبُ.
    Orada bir çocuk oynuyor.
    (مِنْ) ile kullanılınca ..için, ..den, ..dan dolayı, anlamına gelir:

    وَمِنْ ثَمَّ كَتَبْتُ رِساَلَةً إِلَى صَدِيقِي.

    Bundan dolayı arkadaşıma bir mektup yazdım.

    لَدُنْ – لَدَى

    Yanında katında nezdinde, tarafında, huzurunda

    وَ عَلَّمْناَهُ مِنْ لَدُناَّ عِلْماً.

    Ona tarafımızdan bir ilim öğretmiştik (Kehf 65) .

    شاَهَدْتُ عَلِياًّ لَدَى الْباَبِ.

    Kapının yanında Ali’yi gördüm.
    هُناَ
    Burada, buraya (Sükûn üzere mebnîdir)

    هُناَ مَدْرَسَتُناَ.

    Burası okulumuzdur.
             

    b) Mebnî zaman zarfları:

    أَياَّنَ مَتَى لَماَّ مُنْذُ مُذْ أَمْسِ قَطُّ اَلْآنَ إِذاَ إِذْ  
    أَياَّنَ
    Ne zaman…dığı zaman, her ne zaman (soru ve iki fiili muzâriyi cezmeden şart edatı olarak kullanılır, fetha üzere mebnîdir)  

    أَياَّنَ يَوْمُ الدِّينِ ؟

    Kıyâmet günü ne zaman?  

    أَياَّنَ تُبْعَثُونَ مِنْ قُبُورِكُمْ ؟

    Kabirlerinizden ne zaman diriltileceksiniz?  

    أَياَّنَ تَذْهَبْ أَذْهَبْ

    Ne zaman gidersen giderim.  
    مَتَى
    Ne zaman? (Soru ve şart ifade eden sükûn üzere mebnî zaman zarfıdır.)

    مَتَى تَحْضُرُ ؟

    Ne zaman geliyorsun?

    مَتَى تَحْضُرْ أَذْهَبْ

    Ne zaman gelirsen giderim.
    لَماَّ
    (Mâzînin önünde; ..dığında , ..dığı zaman, ..ınca, ..iken ..

    Muzârinin önünde; henüz ..medi, henüz …madı)

    لَماَّ نَزَلَ الْمَطَرُ جَرَى السَّيْلُ.

    Yağmur yağınca sel aktı.

    هَلْ ذَهَبْتَ إِلَى الْمَدْرَسَةِ؟

    Okula gittin mi?

    لَماَّ أَذْهَبْ.

    Henüz gitmedim.
    مُذْ = مُنْذُ
    ..den beri, ..den bu yana, ..dığından beri..

    İsim olarak kullanılınca zaman zarfıdır ve yanına isim veya fiil gelir. Harf olarak kullanılınca cer harfidir.

    ماَ زُرْتَنِي مُذْ جِئْتَ.

    Geldiğinden beri beni ziyaret etmedin.

    ماَ رَأَيْتُكَ مُنْذُ سَنَةٍ.

    Seni bir seneden beri görmedim.
    أَمْسِ
    Dün. (Esre üzere mebnî geçmiş zaman zarfıdır.)  

    لِماَذاَ لَمْ تَحْضُرْ أَمْسِ ؟

    Dün neden gelmedin?  

    قَطُّ

    Asla, hiç, katiyyen (Mâzî manalı fiillere mahsustur)  

    ماَ كَذَبْتُ عَلَيْكَ قَطُّ.

    Sana asla yalan söylemedim.  

    لَمْ أَشْرَبِ الْخَمْرَ قَطُّ.

    Hiç içki içmedim.  
    اَلْآنَ
    Şimdi, şu anda (Fetha üzere mebnîdir.)  

    اَلْآنَ خَفَّفَ اللَّهُ عَنْكُمْ.

    Şimdi Allah yükünüzü hafifletti (Enfâl, 66) .  
    إِذاَ

    O zaman, ..dığında, ..dığı zaman, ınca, ..ken

    (Cümleye muzaf olan sükûn üzere mebnî zaman zarfıdır. Ardından hep iki fiil gelir. Birinci bölümdeki şart fiili genellikle mâzî olur. إِذاَ da bu fiile muzaftır. Cevap fiili mâzî de olsa muzâri anlamı verilir.)

     

    إِذاَ جاَءَ الرَّبِيعُ تَفَتَّحَتِ الْأَزْهاَرُ.

    Bahar geldiği zaman çiçekler açar.  

    إِذاَ جاَءَ نَصْرُ اللَّهِ وَالْفَتْحُ. . .

    Allah’ın zaferi (yardımı) ve fetih geldiği zaman..(Nasr, 1).  
                                           

    Not: (إِذاَ) nın iki kullanılışı daha vardır:

    a) Bazen şart anlamı ifade etmeyip yalnız zaman anlamı ifade eder. Şart olmaktan çıktıkları için bu türlerden sonra iki fiil gelmez. Yalnız bir fiil bulunur. Bu da genellikle yeminden sonra gelişindedir:

    وَ اللَّيْلِ إِذاَ يَغْشَى.

    Andolsun gecenin karanlığı büründüğü zamana (Leyl, 1) .

    وَ النَّهاَرِ إِذاَ تَجَلَّى.

    And olsun gündüzün aydınlandığı zamana (Leyl, 2) .

    b) Müfâcee (sürpriz) edatı olur, “bir de ne göreyim, bir de baktım ki” şeklinde tercüme edilir.

    خَرَجْتُ فَإِذاَ حَيَّةٌ بِالْباَبِ.

    Çıktım, bir de ne göreyim, kapıda bir yılan.

    إِذْ
    Bir zamanlar, vaktiyle, o zaman , o vakit …dığında, ..dığı zaman, ..eceği zaman  (Sükûn üzere mebnî cümleye muzaf olan zaman zarfıdır.)
         

    وَاذْكُرُوا إِذْ كُنْتُمْ قَليِلاً فَكَثَّرَكُمْ…

    Hatırlayın ki vaktiyle pek az idiniz (Allah) sizi çoğalttı (A’râf 86) .

    Çoğu zaman tercümede hatalar yapılabilen bir edat olduğu için إِذْ edatını ayrıntılı işlemekte yarar vardır:

    a) (إِذْ) den sonra mâzî fiil gelmişse tercüme edilirken “hani (hatırla)+ mişli geçmişin hikayesi[9] şeklinde yapılır:

    وَ إِذْ قاَلَ إِبْراَهِيمُ لِأَبِيهِ آزَرَ أَ تَتَّخِذُ أَصْناَماً آلِهَةً.

    Hani İbrâhim babası Azer’e putları tanrı mı ediniyorsun demişti (En’âm, 74).

    وَ اذْكُرُوا إِذْ جَعَلَكُمْ خُلَفاَءَ مِنْ بَعْدِ عاَدٍ وَ بَوَّأَكُمْ فِي الْأَرْضِ…

    (Rabbiniz) sizi Âd kavminin yerine getirmiş, yeryüzünde yerleştirmiş idi de..(A’râf, 74)

    b) (إِذْ) den sonra muzâri fiil gelmişse şimdiki zamanın hikayesi şeklinde çevrilir:

    إِذْ يُرِيكَهُمُ اللَّهُ فِي مَناَمِكَ قَلِيلاً.

    Hani Allah onları uykunda sana az gösteriyordu (Enfâl, 43).

    c) (إِذْ) den sonra isim cümlesi gelmişse cümlede fiil olmadığı için sadece “idi” kelimesiyle çevrilir.

    وَ اذْكُرُوا إِذْ أَنْتُمْ قَلِيلٌ مُسْتَضْعَفُونَ فِي الْأَرْضِ.

    Hatırlayın, hani siz yeryüzünde az, zayıf ve biçâre idiniz de…(Enfâl, 26)

      (إِذْ) edatının diğer özellikleri:

    *(إِذْ) şu kelimelere muzâfun ileyh olarak da gelir:

    بَعْدَئِذٍ

    ondan sonra

    حِينَئِذٍ

    o zaman

    ساَعَتَئِذٍ

    o saat

    قَبْلَئِذٍ

    ondan önce

    يَوْمَئِذٍ

    o gün

    وَقْتَئِذٍ

    o vakit

    عاَمَئِذٍ

    o yıl

    سَنَتَئِذٍ

    o sene

     

     

    يَفْرَحُ المْؤُْمِنوُنَ بِنَصْرِ اللَّه.ِ  يَوْمَئِذٍ وَ

    O gün mü’minler Allah’ın yardımıyla sevinirler (Rum 4-5) .

    * (إِذْ) Gelecek zaman zarfı olur:

    فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ إِذِ الْأَغْلاَلُ فِي أَعْناَقِهِمْ.

    Onlar bukağılar boyunlarına geçirildiği zaman bileceklerdir.

     

     

     

    * (إِذْ) (..den, ..den dolayı, için, çünkü anlamında)  sebep bildirir:

    عاَقَبْتُ الْمُذْنِبَ إِذْ أَساَءَ.

    Suçluyu kötülük yaptığı için cezalandırdım.

    لَمْ يَسْمَحِ الْمُعَلِّمُ لَكَ بِدُخُولِ الصَّفِّ إِذْ تَأَخَّرْتَ.

    Geç kaldığın için öğretmen sınıfa girmene izin vermedi.

     
         

    * (إِذْ) (..aniden , ansızın, bir de baktım ki, bir de ne görelim anlamında) müfâcee (sürpriz) edatı olur. Genellikle ondan önce (بَيْناَ-بَيْنَماَ) (..iken) kelimeleri bulunur.

    فَبَيْنَماَ هُوَ يَبْحَثُ عَنْ أَخِيهِ إِذْ سُرِقَ مِنْهُ الدَّراَهِمَ.

    O kardeşini ararken bir de ne görsün, paraları çalınmış.

    فَبَيْنَماَ كُناَّ ساَئِرِينَ فِي الْغاَبَةِ إِذْ طَلَعَ عَلَيْناَ ذِئْبٌ.

    Biz ormanda yürürken bir de baktık ki, karşımıza bir kurt çıkıverdi.

    *Bazen (إِذاَ) nın kısaltılmışı şeklinde kullanılır. Cümleye muzaf olduğu için (..ğı) şeklinde tercüme edilir.

    إِذْ جاَءَ عَلِيٌّ.

    Ali geldiği zaman..

    c) Hem zaman hem mekân için kullanılan mebnî zarf:

    أَنَّى
    Nerede, nereden, ne zaman, nasıl[10]
    أَنَّى لَكَ هَذاَ ؟
    Bu sana nereden?
    أَنَّى يَكُونُ ذَلِكَ ؟
    O nasıl olur?
    أَنَّى تَذْهَبْ أَذْهَبْ.
    Nereye gidersen giderim.
         

    Cümle Bağlamada Kullanılan Bazı Edatlar :

    أَنْ

    …. diye

    Daha önce harfu tefsir olarak bahsettiğimiz gibi kendinden sonra gelen fiil emir siygasında ise tefsir yani açıklama edatı olarak görev yapar.

    وَ أَوْحَيْناَ إِلَى موُسىَ أَنِ اِضْرِبْ بِعَصاَكَ الْبَحْرَ.

    Musa’ya değneğini denize vur diye vahyettik (Şuara 63) .

    أَشاَرَ الضاَّبِطُ أَنِ اهْجُموُا.

    Subay saldırın diye işaret etti.

     

     

     

    ماَ Edatının Kullanılışları:

    ماَ + mâzî fiil …dığı sürece, …dıkça

    ماَ لَمْ + meczûm muzâri fiil  …..mediği sürece, …medikçe

    ماَ عَصَيْتَنِي أُعَذِّبُكَ.

    Bana isyan ettiğin sürece sana azab edeceğim.

    لاَ نَخاَفُ ماَ كُنْتُمْ مَعَناَ.

    Siz bizimle oldukça korkmayız.

    لَنْ تَدْخُلُوا الْجَنَّةَ ماَ لَمْ تُؤْمِنُوا بِاللَّهِ.

    Allah’a iman etmedikçe cennete giremezsiniz.

    مِثْلَماَ ..gibi

    لَقَدْ اجْتَهَدَ هُناَ مِثْلَماَ اجْتَهَدَ هُناَكَ.

    Burada da oradaki gibi ictihad etti.

    ماَ edatı bazen de isimlerin sonuna ilâve edilerek ismin belirsizliği arttırılır:

    يَوْماً ماَ خَرَجْناَ.

    (Herhangi) Birgün dışarı çıktık.

     

    MEF’ÛLÜN FİH (ZAMAN ZARFLARI) İLE İLGİLİ AYETLER

    1- أَلَمْ يَرَوْا كَمْ أَهْلَكْنَا قَبْلَهُمْ مِنَ الْقُرُونِ أَنَّهُمْ إِلَيْهِمْ لاَ يَرْجِعُونَ .

    (36/YÂSÎN, 31). (Müşrikler) görmüyorlar mı ki, onlardan önce nice kavimler helâk ettik. Onlar tekrar dönüp de bunlara gelmezler.

    2- وَإِذَا قِيلَ لَهُمُ اتَّقُوا مَا بَيْنَ أَيْدِيكُمْ وَمَا خَلْفَكُمْ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ .

    (36/YÂSÎN, 45). Onlara yapmakta olduğunuz ve yapıp arkada bıraktığınız işlerde Allah’tan korkun; umulur ki size merhamet olunur denildiğinde (aldırmazlar).

    3- إِنَّ أَصْحَابَ الْجَنَّةِ الْيَوْمَ فِي شُغُلٍ فَاكِهُونَ .

    (36/YÂSÎN, 55). O gün cennetlikler, gerçekten nimetler içinde safa sürerler.

    4- اَلْيَوْمَ نَخْتِمُ عَلَى أَفْوَاهِهِمْ وَتُكَلِّمُنَا أَيْدِيهِمْ وَتَشْهَدُ أَرْجُلُهُمْ بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ .

    (36/YÂSÎN, 65). O gün onların ağızlarını mühürleriz; yaptıklarını (kazanmış oldukları şeyleri) bize elleri anlatır, ayakları da şahitlik eder.

    5- قُلْ يُحْيِيهَا الَّذِي أَنْشَأَهَا أَوَّلَ مَرَّةٍ وَهُوَ بِكُلِّ خَلْقٍ عَلِيمٌ .

    (36/YÂSÎN, 79). De ki: Onları ilk defa yaratmış olan diriltecek. Çünkü O, her türlü yaratmayı gayet iyi bilir.

     

    6- يَسْأَلُهُ مَنْ فِي السَّموَاتِ وَالْأَرْضِ كُلَّ يَوْمٍ هُوَ فِي شَأْنٍ .

    (55/RAHMÂN, 29). Göklerde ve yerde bulunan herkes, O’ndan ister. O, her an yaratma halindedir.

    7- فَيَوْمَئِذٍ لاَ يُسْأَلُ عَنْ ذَنْبِهِ إِنْسٌ وَلاَ جَانٌّ .

    (55/RAHMÂN, 39). İşte o gün insana da cine de günahı sorulmaz.

    8- بَيْنَهُمَا بَرْزَخٌ لاَ يَبْغِيَانِ .

    (55/RAHMÂN, 20). Aralarında bir engel vardır, birbirine geçip karışmazlar.

    9- يَطُوفُونَ بَيْنَهَا وَبَيْنَ حَمِيمٍ آنٍ .

    (55/RAHMÂN, 44). Onlar, cehennemle kaynar su arasında dolaşır dururlar.

    10- يَقُولُ الْإِنْسَانُ يَوْمَئِذٍ أَيْنَ الْمَفَرُّ .

    (75/KIYÂME, 10). O gün insan, “Kaçacak yer neresi!” diyecektir.

    11- كَلاَّ لاَ وَزَرَ {75/11} إِلَى رَبِّكَ يَوْمَئِذٍ الْمُسْتَقَرُّ .

    (75/KIYÂME, 11, 12). Hayır, hayır! (Kaçıp) sığınacak yer yoktur! O gün varıp durulacak yer, sadece Rabbinin huzurudur.

    12- وُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ ناَضِرَةٌ {75/22} إِلَى رَبِّهَا نَاظِرَةٌ {75/23} وَوُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ بَاسِرَةٌ .

    (75/KIYÂME, 22, 23, 24). Yüzler vardır ki, o gün ışıl ışıl parıldayacaktır. Rablerine bakacaklardır (O’nu göreceklerdir). Yüzler de vardır ki, o gün buruşacaktır;

    13- لاَبِثِينَ فِيهَا أَحْقَابًا .

    (78/NEBE, 23). (Azgınlar) orada çağlar boyu kalacaklar ,

    14- يَوْمَ يَقُومُ الرُّوحُ وَالْمَلَائِكَةُ صَفًّا لاَ يَتَكَلَّمُونَ إِلاَّ مَنْ أَذِنَ لَهُ الرَّحْمَنُ وَقَالَ صَوَابًا.

    (78/NEBE, 38). Ruh (Cebrail) ve melekler saf saf olup durduğu gün, Rahmân’ın izin verdiklerinden başkaları konuşmazlar; konuşan da doğruyu söyler.

    15- إِنَّا أَنْذَرْنَاكُمْ عَذَابًا قَرِيبًا يَوْمَ يَنظُرُ الْمَرْءُ مَا قَدَّمَتْ يَدَاهُ وَيَقُولُ الْكَافِرُ يَا لَيْتَنِي كُنْتُ تُرَابًا .

    (78/NEBE, 40). Biz, yakın bir azap ile sizi uyardık. O gün kişi önceden yaptıklarına bakacak ve inkârcı kişi: “Keşke toprak olsaydım!” diyecektir.

    16- وَمِنْ شَرِّ غَاسِقٍ إِذَا وَقَبَ {113/3} وَمِنْ شَرِّ النَّفَّاثَاتِ فِي الْعُقَدِ {113/4} وَمِنْ شَرِّ حَاسِدٍ إِذَا حَسَدَ .

    (113/FELÂK, 3).Karanlığı çöktüğü zaman gecenin şerrinden, düğümlere üfürüp büyü yapan üfürükçülerin şerrinden ve kıskandığı vakit kıskanç kişinin şerrinden (sabahın Rabbine sığınırım!)

     

    17- إِذَا جَاءَ نَصْرُ اللَّهِ وَالْفَتْحُ .

    (110/NASR, 1). Allah’ın yardımı ve zafer geldiği zaman,…

    18- فَإِذَا فَرَغْتَ فَانْصَبْ .

    (94/İNŞİRÂH, 7). Boş kaldın mı hemen (başka) işe koyul,

    19- فَأَمَّا الْإِنْسَانُ إِذَا مَا ابْتَلاَهُ رَبُّهُ فَأَكْرَمَهُ وَنَعَّمَهُ فَيَقُولُ رَبِّي أَكْرَمَنِ .

    (89/FECR, 15). İnsan var ya, Rabbi kendisini imtihan edip de ikramda bulunduğunda ve bol nimet verdiğinde “Rabbim bana ikram etti” der.

    20- وَإِنِّي كُلَّمَا دَعَوْتُهُمْ لِتَغْفِرَ لَهُمْ جَعَلُوا أَصَابِعَهُمْ فِي آذَانِهِمْ وَاسْتَغْشَوْا ثِيَابَهُمْ وَأَصَرُّوا وَاسْتَكْبَرُوا اسْتِكْبَارًا .

    (71/NÛH, 7). (Nuh (a.s.) der ki;) Gerçekten de, (imana gelmeleri ve böylece) günahlarını bağışlaman için onları ne zaman davet ettiysem, parmaklarını kulaklarına tıkadılar, (beni görmemek için) elbiselerine büründüler, ayak dirediler, kibirlendikçe kibirlendiler.

    21- تَكَادُ تَمَيَّزُ مِنَ الْغَيْظِ كُلَّمَا أُلْقِيَ فِيهَا فَوْجٌ سَأَلَهُمْ خَزَنَتُهَا أَلَمْ يَأْتِكُمْ نَذِيرٌ .

    (67/MÜLK, 8). Neredeyse cehennem öfkesinden çatlayacak! Her ne zaman oraya bir topluluk atılsa, onun bekçileri onlara: Size, (bu azap ile) korkutucu bir peygamber gelmemiş miydi? diye sorarlar.

    22- فَلَمَّا رَأَوْهُ زُلْفَةً سِيئَتْ وُجُوهُ الَّذِينَ كَفَرُوا وَقِيلَ هَذَا الَّذِي كُنْتُمْ بِهِ تَدَّعُونَ .

    (67/MÜLK, 27). Ama onu (azabı) yakından gördükleri zaman, inkâr edenlerin yüzleri kararacak ve (kendilerine): İşte sizin isteyip durduğunuz budur! denecektir.

    23- كَمَثَلِ الشَّيْطَانِ إِذْ قَالَ لِلْإِنْسَانِ اكْفُرْ فَلَمَّا كَفَرَ قَالَ إِنِّي بَرِيءٌ مِنْكَ إِنِّي أَخَافُ اللَّهَ رَبَّ الْعَالَمِينَ .

    (59/HAŞR, 16). (Münafıkların durumu) tıpkı şeytanın durumu gibidir. Çünkü şeytan insana “İnkâr et” der. İnsan inkâr edince de: Ben senden uzağım, çünkü ben âlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım, der.

    24- وَيَقُولُونَ مَتَى هَذَا الْوَعْدُ إِنْ كُنْتُمْ صَادِقِينَ .

    (36/YÂSÎN, 48). Onlar: Eğer gerçekten doğru söylüyorsanız, bu tehdit ne zaman gerçekleşecektir? derler.

    25- وَلَمَّا بَلَغَ أَشُدَّهُ آتَيْنَاهُ حُكْمًا وَعِلْمًا وَكَذَلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ .

    (12/YÛSUF, 22). (Yûsuf) erginlik çağına erişince, ona (isabetle) hükmetme (yeteneği) ve ilim verdik. İşte güzel davrananları biz böyle mükâfatlandırırız.

     

     

    26- وَإِذَا مَسَّ الْإِنْسَانَ الضُّرُّ دَعَانَا لِجَنْبِهِ أَوْ قَاعِدًا أَوْ قَآئِمًا فَلَمَّا كَشَفْنَا عَنْهُ ضُرَّهُ مَرَّ كَأَنْ لَمْ يَدْعُنَا إِلَى ضُرٍّ مَّسَّهُ كَذَلِكَ زُيِّنَ لِلْمُسْرِفِينَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ .

    (10/YÛNUS, 12). İnsana bir zarar geldiği zaman, yan yatarak, oturarak veya ayakta durarak (o zararın giderilmesi için) bize dua eder; fakat biz ondan sıkıntısını kaldırınca, sanki kendisine dokunan bir sıkıntıdan ötürü bize dua etmemiş gibi geçip gider. İşte böylece haddi aşanlara yapmakta oldukları şeyler güzel gösterildi.

    27- قُلْ لاَ أَمْلِكُ لِنَفْسِي ضَرًّا وَلاَ نَفْعًا إِلاَّ مَا شَاءَ اللّهُ لِكُلِّ أُمَّةٍ أَجَلٌ إِذَا جَاءَ أَجَلُهُمْ فَلاَ يَسْتَأْخِرُونَ سَاعَةً وَلاَ يَسْتَقْدِمُونَ .

    (10/YÛNUS, 49). De ki: “Ben kendime bile Allah’ın dilediğinden başka ne bir zarar ne de bir menfaat verme gücüne sahibim.” Her ümmetin bir eceli vardır. Ecelleri geldiği zaman artık ne bir saat geri kalırlar ne de ileri giderler.

    28- إِذْ يُوحِي رَبُّكَ إِلَى الْمَلآئِكَةِ أَنِّي مَعَكُمْ فَثَبِّتُوا الَّذِينَ آمَنُوا سَأُلْقِي فِي قُلُوبِ الَّذِينَ كَفَرُوا الرُّعْبَ فَاضْرِبُوا فَوْقَ الْأَعْنَاقِ وَاضْرِبُوا مِنْهُمْ كُلَّ بَنَانٍ .

    (8/ENFÂL, l2). Hani Rabbin meleklere: “Muhakkak ben sizinle beraberim; haydi iman edenlere destek olun; Ben kâfirlerin yüreğine korku salacağım; vurun boyunlarına! Vurun onların bütün parmaklarına!” diye vahyediyordu.

    29- قَالَ ادْخُلُوا فِي أُمَمٍ قَدْ خَلَتْ مِن قَبْلِكُمْ مِنَ الْجِنِّ وَالْإِنْسِ فِي النَّارِ كُلَّمَا دَخَلَتْ أُمَّةٌ لَعَنَتْ أُخْتَهَا حَتَّى إِذَا ادَّارَكُوا فِيهَا جَمِيعًا قَالَتْ أُخْرَاهُمْ لِأُولاَهُمْ رَبَّنَا هَؤُلاَءِ أَضَلُّونَا فَآتِهِمْ عَذَابًا ضِعْفًا مِنَ النَّارِ قَالَ لِكُلٍّ ضِعْفٌ وَلَكِنْ لاَ تَعْلَمُونَ .

    (7/A’RÂF, 38). Allah buyuracak ki: “Sizden önce geçmiş cin ve insan toplulukları arasında siz de ateşe girin!” Her ümmet girdikçe yoldaşlarına lânet edecekler. Hepsi birbiri ardından orada (cehennemde) toplanınca, sonrakiler öncekiler için, “Ey Rabbimiz! Bizi işte bunlar saptırdılar! Onun için onlara ateşten bir kat daha fazla azap ver!” diyecekler. Allah da: Zaten herkes için bir kat daha fazla azap vardır, fakat siz bilmezsiniz, diyecektir.

    MEKÂN ZARFLARI İLE İLGİLİ AYETLER

    30- وَالْمَلَكُ عَلَى أَرْجَائِهَا وَيَحْمِلُ عَرْشَ رَبِّكَ فَوْقَهُمْ يَوْمَئِذٍ ثَمَانِيَةٌ .

    (69/HAKKA, 17). Melekler onun (göğün) etrafındadır. O gün Rabbinin arşını, bunların da üstünde sekiz (melek) yüklenir.

    31- قَالَ فَبِمَا أَغْوَيْتَنِي لَأَقْعُدَنَّ لَهُمْ صِرَاطَكَ الْمُسْتَقِيمَ .

    (7/A’RÂF, 16). İblis dedi ki: Öyle ise beni azdırmana karşılık, and içerim ki, ben de onları saptırmak için senin doğru yolunun üstüne oturacağım.

    32- وَإِذَا صُرِفَتْ أَبْصَارُهُمْ تِلْقَاءَ أَصْحَابِ النَّارِ قَالُوا رَبَّنَا لاَ تَجْعَلْنَا مَعَ الْقَوْمِ الظَّالِمِينَ .

    (7/A’RÂF, 47). Gözleri cehennem ehli tarafına döndürülünce de: Ey Rabbimiz! Bizi zâlimler topluluğu ile beraber bulundurma! derler.

    33- وَلَمَّا جَاءَ مُوسَى لِمِيقَاتِنَا وَكَلَّمَهُ رَبُّهُ قَالَ رَبِّ أَرِنِي أَنظُرْ إِلَيْكَ قَالَ لَنْ تَرَانِي وَلَكِنِ انْظُرْ إِلَى الْجَبَلِ فَإِنِ اسْتَقَرَّ مَكَانَهُ فَسَوْفَ تَرَانِي فَلَمَّا تَجَلَّى رَبُّهُ لِلْجَبَلِ جَعَلَهُ دَكًّا وَخَرَّ مُوسَى صَعِقًا فَلَمَّا أَفَاقَ قَالَ سُبْحَانَكَ تُبْتُ إِلَيْكَ وَأَنَا أَوَّلُ الْمُؤْمِنِينَ .

    (7/A’RÂF, 143). Musa tayin ettiğimiz vakitte (Tûr’a) gelip de Rabbi onunla konuşunca “Rabbim! Bana (kendini) göster; seni göreyim!” dedi. (Rabbi): “Sen beni asla göremezsin. Fakat şu dağa bak, eğer o yerinde durabilirse sen de beni göreceksin!” buyurdu. Rabbi o dağa tecelli edince onu paramparça etti, Musa da baygın düştü. Ayılınca dedi ki: Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim, sana tevbe ettim. Ben (bu dünyada senin görülemeyeceğine) inananların ilkiyim.

    34- قُلْ لاَ أَقُولُ لَكُمْ عِنْدِي خَزَآئِنُ اللّهِ وَلاَ أَعْلَمُ الْغَيْبَ وَلا أَقُولُ لَكُمْ إِنِّي مَلَكٌ إِنْ أَتَّبِعُ إِلاَّ مَا يُوحَى إِلَيَّ قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الأَعْمَى وَالْبَصِيرُ أَفَلاَ تَتَفَكَّرُونَ .

    (6/EN’ÂM, 50). De ki: Ben size, Allah’ın hazineleri benim yanımdadır, demiyorum. Ben gaybı da bilmem. Size, ben bir meleğim de demiyorum. Ben, sadece bana vahyolunana uyarım. De ki: Kör ile gören hiç bir olur mu? Hiç düşünmez misiniz?

    35- جَزَاؤُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْ جَنَّاتُ عَدْنٍ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا أَبَدًا رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُ ذَلِكَ لِمَنْ خَشِيَ رَبَّهُ .

    (98/BEYYİNE,  8). Onların Rableri katındaki mükâfatları, zemininden ırmaklar akan, içinde devamlı olarak kalacakları Adn cennetleridir. Allah kendilerinden hoşnut olmuş, onlar da Allah’tan hoşnut olmuşlardır. Bu söylenenler hep Rabbinden korkan (O’na saygı gösterenler) içindir.

    36- وَأَمَّا مَنْ أُوتِيَ كِتَابَهُ وَرَاءَ ظَهْرِهِ .

    (84/İNŞİKÂK, 10). Kitabı arkasından verilen kimseye gelince,

    37- وَبَنَيْنَا فَوْقَكُمْ سَبْعًا شِدَادًا .

    (78/NEBE, 12). Üstünüzde yedi kat sağlam göğü bina ettik.

    38- رَبِّ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا الرَّحْمَنِ لاَ يَمْلِكُونَ مِنْهُ خِطَابًا .

    (78/NEBE, 37). O, göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabbidir. O, rahmândır. O gün insanlar O’na karşı konuşmaya yetkili değillerdir.

    39- إِنَّ هَؤُلاَءِ يُحِبُّونَ الْعَاجِلَةَ وَيَذَرُونَ وَرَاءَهُمْ يَوْمًا ثَقِيلاً .

    (76/İNSÂN, 27). Şu insanlar, çarçabuk geçen dünyayı seviyorlar da önlerindeki çetin bir günü (ahireti) ihmal ediyorlar.

    40- بَلْ يُرِيدُ الْإِنْسَانُ لِيَفْجُرَ أَمَامَهُ .

    (75/KIYÂMET, 5). Fakat insan önündekini (kıyâmeti) yalanlamak ister.

     

    41- وَقُلْنَا يَا آدَمُ اسْكُنْ أَنْتَ وَزَوْجُكَ الْجَنَّةَ وَكُلاَ مِنْهَا رَغَداً حَيْثُ شِئْتُمَا وَلاَ تَقْرَبَا هَذِهِ الشَّجَرَةَ فَتَكُونَا مِنَ الْظَّالِمِينَ .

    (2/BAKARA, 35). Biz: Ey Âdem! Sen ve eşin (Havva) beraberce cennete yerleşin; orada kolaylıkla istediğiniz zaman her yerde cennet nimetlerinden yeyin; sadece şu ağaca yaklaşmayın. Eğer bu ağaçtan yerseniz her ikiniz de kendine kötülük eden zâlimlerden olursunuz, dedik.

    42- إِنْ كَانَتْ إِلاَّ صَيْحَةً وَاحِدَةً فَإِذَا هُمْ جَمِيعٌ لَدَيْنَا مُحْضَرُونَ .

    (36/YÂSÎN, 53). Olan müthiş bir sesten ibarettir. Bunun üzerine onların hepsi hemen huzurumuzda hazır bulunurlar.

    43- قَالُوا يَا مُوسَى إِنَّا لَنْ نَدْخُلَهَا أَبَدًا ماَ دَامُوا فِيهَا فَاذْهَبْ أَنْتَ وَرَبُّكَ فَقَاتِلاَ إِنَّا هَاهُنَا قَاعِدُونَ .

    (5/MÂİDE, 24). “Ey Musa! Onlar orada bulundukları müddetçe biz oraya asla girmeyiz; şu halde, sen ve Rabbin gidin savaşın; biz burada oturacağız” dediler.

     

    Cümle Örnekleri:

    قَضَيْتُ فِي الْمَدِينَةِ لَيْلاً.

    Şehirde bir gece geçirdim.

    أَقَمْتُ فِي الْبَلَدِ مُدَّةً.

    Memleketde bir müddet kaldım (ikâmet ettim) .

    سَأَزُورُكَ يَوْمَ الْجُمْعَةِ.

    Seni Cuma günü ziyaret edeceğim.

    سِرْتُ كِيلُو مِتْراً.

    Bir kilometre yürüdüm.

    تَأَمَّلَ شَهْرَيْنِ فِي اخْتِياَرِ الْأُسْتاَذِ.

    Bir hoca seçme hususunda iki ay düşündü.

    قاَمَ فِي خِلاَلِ الدَّرْسِ أَحْياَناً.

    Ders sırasında bazen ayağa kalktı.

    تَقَعُ أَغْرِي شَرْقَ تُرْكِياَ.

    Ağrı, Türkiye’nin doğusuna düşer.

    مَشَيْتُ مِيلاً.

    Bir mil yürüdüm.

    جَلَسْتُ أَماَمَهُ.

    Onun önüne oturdum.

    اِتَّجَهَ الرَّجُلُ يَمِيناً ثُمَّ شِماَلاً.

    Adam önce sağa sonra sola döndü.

    أَثْناَءَ خُرُوجِناَ مِنَ الْمَطاَرِ وَجَدْناَ سَياَّرَةً.

    Havaalanından çıkışımız esnasında bir araba bulduk.

    Bu cümlelerdeki (لَيْلاً) (مُدَّةً) (يَوْمَ) (كِيلُو مَتْراً) (شَهْرَيْنِ) (أَحْياَناً) (شَرْقَ) (مِيلاً) (أَماَمَ) (يَمِيناً) ve (شِماَلاً) ve (أَثْناَءَ) kelimeleri mef’ûl-i fih olup mansûbturlar.

    *Mef’ûl-i fîh edatı olarak (فِي) ve (بِ) harf-i cerleri de kullanılır:

    كَتَبْتُ فِي الْمَدْرَسَةِ.

    Okulda yazdım.

    وُلِدْتُ بِالْحَلَبِ.

    Haleb’te doğdum.

    طُبِعَ ذَلِكَ الْكِتاَبُ بِالْقاَهِرَةِ.

    O kitap Kâhire’de basıldı.

    يَسْبَحُ الْوَلَدُ فِي الْبَحْرِ.

    Çocuk denizde yüzüyor.

    نَزَلَتْ زَيْنَبُ مَعَ واَلِدَتِهاَ مِنَ السَّياَّرَةِ فيِ وَسَطِ السُّوقِ.

    Zeynep annesiyle beraber çarşının ortasında arabadan indi.

    Mef’ûl-i fih görüldüğü gibi harf-i cerle kullanıldığı zaman mecrûr olur.

    Not: (بِ) harf-i ceri ancak zaman ve mekan bildiren kelimelerin başında olursa mefûlü fih edatı olur.

  • Kurbanda Hayvana İşkenceye Rekor Ceza

     

    Resmi gazetenin bugünkü sayısında yayımlanan tebliğde, Kurban Bayramı’nda dini amaçla ve ibadet maksadıyla kurban kesmek isteyen vatandaşların, kurbanlarını dini hükümlere, sağlık şartlarına ve çevre temizliğine uygun olarak, hayvana en az acı verecek şekilde bizzat kesmelerine veya vekalet yoluyla kestirmelerine yardımcı olunması, kurban satılacak veya kesilecek yerlerin belirlenmesi, kesim yapacak kişilerin eğitilmesiyle ilgili tedbirlerin alınmasına ilişkin hususlar belirlendi.

    Büyükşehirlerde kurban hizmetlerinin daha kolaylaştırılabilmesi için, kurbanlık hayvan satış ve kesim mekanları birbirine yakın yerlerde olacak şekilde planlanarak çevresel riskleri en aza indirecek şekilde yerel yönetimlerce tedbir alınacak.

    Kurban kesim yerleri, dezenfekte edilebilir, zemininde su biriktirmeyen, ışıklandırma ve havalandırması bulunan, sağlık ve temizlik şartlarına uygun mekanlardan seçilmesi, ayrıca yetiştirici, satıcı, alıcı, görevli personel, kasap, kasap yardımcısı ve diğer vatandaşların su, tuvalet, kapalı oturma yerleri ve benzeri sosyal ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde düzenlenecek.

    İl ve ilçelerdeki, kurbanlık hayvan satış ve kesim yerlerinin açık adresleri, 28 Eylül 2012 Cuma günü mesai bitimine kadar kurbanhizmetleri@diyanet.gov.tr adresine gönderilecek.

    Kurban kesim işlemlerinin sağlıklı bir şekilde ve uygun bir ortamda yapılabilmesi için yerel yönetimlerle birlikte sivil toplum kuruluşlarının da faaliyet göstermesi teşvik edilecek, özellikle Trakya Bölgesi’nde şap hastalığından arilik sağlanması sebebiyle, İstanbul’un Avrupa kesiminde kalan bölümüne kurbanlık sevk işlemleri Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nın genelgesine göre, Trakya’ya yapılacak canlı hayvan sevkleri için belirlenen kriterler çerçevesinde yapılacak. Bu yüzden, Avrupa yakasındaki vatandaşların, kurbanlarını Anadolu yakasında kestirmek isteyecekleri tahminiyle, Anadolu yakasında daha fazla kurbanlık hayvan satış ve kurban kesim yeri hazırlattırılacak ulaşım, personel ve konuyla ilgili özendirici çalışmalar yapılacak.

    ”Kesim Elemanı Yetiştirme ve Geliştirme Kursları”

    Kurban kesimi konusunda Halk Eğitim Merkezlerinde ”Kesim Elemanı Yetiştirme ve Geliştirme Kursları” düzenlenmesine devam edilecek, kurban kesim elemanı olarak görev almak isteyenlerin bu kurslara katılarak gerekli eğitimi aldıktan sonra ”Kurs Bitirme Belgesi” almaları sağlanacak. Ayrıca, bu kurslara kurbanlarını kendileri kesecek olanların da katılmaları teşvik edilecek.

    Kurbanlık hayvan satış yerleri bayramdan 15 gün önce hazır hale getirilecek ve bu tarihten önce kurbanlık hayvan satış yerlerine hayvan hareketi başlatılmayacak.

    Kurban kesim yerlerinde din görevlisi, resmi veya özel çalışan veteriner hekim, sağlık personeli, çevre teknisyeni, emniyet gücü ve benzeri personel görevlendirilecek ve bunlara komisyonca belirlenecek ücretler, Kurban Komisyonu Hesabı’ndan ödenecek.

    Tebliğde, kesim yeri olarak değerlendirilebilecek alternatif alanlar olarak, üstü kapalı semt pazarları, araç yıkama yerleri ve kapalı otoparklar, kurbanlık satış yerleri yanına kurulacak kesim yerleri, imkanları ve yerleri müsait olan belediyelerce şehirlerin belirli yerlerine yapılacak olan kurbanlık hayvan kesim yerleri belirtildi.

    Denetim işlemleri ve kurban hizmetlerinin denetlenmesi İçişleri, Sağlık, Gıda, Tarım ve Hayvancılık, Çevre ve Şehircilik, Orman ve Su İşleri Bakanlıkları ile Diyanet İşleri Başkanlığı, müftülük, emniyet, jandarma birimleri ve belediye ekiplerince yapılacak.

    Aykırı hareket edenlere ceza

    Bayram öncesi ve bayram süresince özellikle kurban kesimlerinin yoğun olduğu ilk 2 gün il ve ilçe belediyeleriyle, Büyükşehir belediyelerinin zabıta birimleri aralıksız denetim yapacak. Hayvanların kesilmesi, dini kuralların gerektirdiği özel koşullar dikkate alınarak hayvanı korkutmadan, ürkütmeden, en az acı verecek şekilde, hijyenik kurallara uyularak yapılacak. Bunlara aykırı hareket edenlere hayvan başına 813 lira idari para cezası uygulanacak.

    Kurban Hizmetlerinin Diyanet İşleri Başkanlığınca Yürütülmesine Dair Yönetmelik hükümlerine aykırı hareket edenlere, hayvan başına 2 bin 37 lira idari para cezası uygulanacak.

    Hayvanlara kasıtlı olarak kötü davranan, acımasız ve zalimce işlem yapan, döven, aç ve susuz bırakan, aşırı soğuğa ve sıcağa maruz bırakan, bakımlarını ihmal eden, fiziksel ve psikolojik acı çektirenlere 406 lira idari para cezası uygulanacak.

    Kesin olarak öldüğü anlaşılmadan hayvanların vücutlarına müdahalede bulunanlara ise 406 lira para cezası uygulanacak.

    Cezai işlemler; İçişleri, Gıda, Tarım ve Hayvancılık, Orman ve Su İşleri, Çevre ve Şehircilik Bakanlıkları ile belediye ekiplerince uygulanacak.

     

  • Öğretmen Atama Takvimi Açıklandı

     

    Başvurular 3-9 Eylül tarihleri arasında alınacak.  Atama ise 10 Eylül’de yapılacak. 11 Eylül itibariyle kazanan öğretmen adayları görev başı yapabilecek.

    Klavuz ve kontejanların 31 Ağustos tarihine kadar Meb tarafından yayınlanması bekleniyor.

    1- Bakanlığımıza bağlı resmî eğitim kurumlarının öğretmen ihtiyacını karşılamak üzere “ilk atama” yoluyla 40.000 kadrolu öğretmen ataması yapılacaktır. Buna ilişkin 2012-2 Öğretmenliğe Başvuru ve Atama Kılavuzu, Bakanlığımızın http://www.meb.gov.tr/ adresinden kamuoyuna duyurulacaktır. Başvurular, 03-09 Eylül 2012 tarihleri arasında elektronik ortamda yapılacak olup, atamalar 10.09.2012 tarihinde bilgisayar ortamında gerçekleştirilecektir. Atanan öğretmenler, 11.09.2012 tarihinden itibaren göreve başlayacaklardır. 

    Adaylar, tebligatı takiben Bakanlığımız Öğretmen Yetiştirme ve Geliştirme Genel Müdürlüğünce 12 – 16 Eylül 2012 tarihleri arasında uyum eğitimine alınacaklardır.