Yıl: 2012

  • Bedel

     

    BEDEL

    Bedel kendisinden önceki kelimeyi açıklayıp pekiştiren ve i’râb (hareke) bakımından ona uyan kelimedir. Bedel’den önceki kelimeye mübde’l-minh (kendisinden bedel yapılan) denir.  4 çeşit bedel vardır:

     

    bedel arapca gramer

    1- Bedelü’l-Mutâbık: (بَدَلُ الْمُطاَبِقِ)

    Kendisinden önceki kelime olan mübde’l-minh’e eşit, ona tamamen uyan bedele bedel mutâbık denir.

    حَضَرَ أَخُوكَ خاَلِدٌ.

    Kardeşin Hâlit geldi.

    كاَفَأْتُ التِّلْمِيذَ خاَلِداً.

    Öğrenci Hâlit’i mükafatlandırdım.

    سَلَّمْتُ عَلَى أَخِيكَ خاَلِدٍ.

    Kardeşin Hâlit’e selâm verdim.

    Yukarıda koyu renkli isimler bedeldir. Hareke bakımından kendilerinden önce gelen isme (mübde’l-minh) uymuşlardır.

    2- Bedelü’l-Ba’d mine’l-küll (بَدَلُ الْبَعْضِ مِنَ الْكُلِّ):

    اِنْكَسَرَ الْكُرْسِيُّ رِجْلُهُ.

    Sandalyenin ayağı kırıldı.

    قَرَأْتُ الْكِتاَبَ ثُلُثَهُ.

    Kitabın üçte birini okudum.

    نَظَرْتُ إِلَى السَّفيِنَةِ شِراَعِهاَ.

    Geminin yelkenlisine baktım.

    Yukarıda koyu renkli yazılmış kelimeler de bedeldir ve kendinden önceki kelimeye hareke bakımından uymaktadırlar. Ancak bu bedeller mübde’l-minh’in tamamı değil ondan bir parçadırlar ve sonlarında mübde’l-minh’e ait bir zamir bulunur. Bu tip bedele Bedelü’l-Ba’d mine’l-küll denir.

    3- Bedelü’l-İştimal (بَدَلُ الْإشْتِماَل): Bedeli iştimâl mübde’l-minh’in ne tamamı ne de parçası olan bedellerdir. Ancak mübde’l-minh’in şumûlüne girer ve onun içine aldığı bir manaya delalet eder.

    أَعْجَبَنِي الْأُسْتاَذُ عِلْمُهُ.

    Hocanın ilmi hoşuma gitti.

    سَمِعْتُ أَخاَكَ قِراَءَتَهُ.

    Kardeşinin okuyuşunu işittim.

    عَجِبْتُ مِنَ الْأَسَدِ إِقْداَمِهِ.

    Aslanın gelmesinden şaşırdım.

    4- Bedelu’l-Galat (بَدَلُ الغَلطِ): Mübde’l-minh’le hiç ilgisi bulunmayan yanlışlıkla söylenen kelimedir.

    أَكَلْتُ الْجُبْنَ اللَّحْمَ.

    Peynir yedim, -peynir demişim- et.

    * Bedel ile mübde’l-minh arasında marife nekre olması bakımından uygunluk aranmaz. Yalnız nekre bir kelime ma’rife bir kelimeden bedel olunca bir sıfatla mevsûf olması gerekir:

    لَنَسْفَعاً بِالناَّصِيَةِ : ناَصِيَةٍ كاَذِبَةٍ خاَطِئَةٍ.

    Alnından yakalayacağız, yalancı yanılmış alnından (el-Alak, 15, 16).

    Burada ناَصِيَةٍ kelimesi marife olan الناَّصِيَةِ kelimesine bedel ve nekredir. Bu nedenle mevsûftur. (كاَذِبَةٍ)( خاَطِئَةٍ) kelimeleri ise onun sıfatıdır.

    BEDEL İLE İLGİLİ AYETLER

    1- وَكَذَلِكَ أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ رُوحًا مِنْ أَمْرِنَا مَا كُنْتَ تَدْرِي مَا الْكِتَابُ وَلاَ الْإِيمَانُ وَلَكِنْ جَعَلْنَاهُ نُورًا نَهْدِي بِهِ مَنْ نَشَاءُ مِنْ عِبَادِنَا وَإِنَّكَ لَتَهْدِي إِلَى صِرَاطٍ مُسْتَقِيمٍ{42/52} صِرَاطِ اللَّهِ الَّذِي لَهُ مَا فِي السَّموَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ أَلاَ إِلَى اللَّهِ تَصِيرُ الْأُمُورُ .

    (42/ŞURA, 52). İşte böylece sana da emrimizle Kur’ân’ı vahyettik. Sen, kitap nedir, iman nedir bilmezdin. Fakat biz onu kullarımızdan dilediğimizi kendisiyle doğru yola eriştirdiğimiz bir nur kıldık. Şüphesiz ki sen doğru bir yolu göstermektesin.

    (42/ŞURA, 53). (O yol) göklerin ve yerin sahibi olan Allah’ın yoludur. Dikkat edin, bütün işler sonunda Allah’a döner.

    2- وَيَقُولُونَ مَتَى هَذَا الْوَعْدُ إِن كُنْتُمْ صَادِقِينَ .

    (36/YÂSÎN, 48). Onlar: Eğer gerçekten doğru söylüyorsanız, bu tehdit ne zaman (gerçekleşecektir)? derler.

    3- لَوْ أَنزَلْنَا هَذَا الْقُرْآنَ عَلَى جَبَلٍ لَرَأَيْتَهُ خَاشِعًا مُتَصَدِّعًا مِنْ خَشْيَةِ اللَّهِ وَتِلْكَ الْأَمْثَالُ نَضْرِبُهَا لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ .

    (59/HAŞR, 21). Eğer biz bu Kur’ân’ı bir dağa indirseydik, muhakkak ki onu, Allah korkusundan baş eğerek, parça parça olmuş görürdün. Bu misalleri insanlara düşünsünler diye veriyoruz.

    4- ذَلِكَ الْيَوْمُ الْحَقُّ فَمَنْ شَاءَ اتَّخَذَ إِلَى رَبِّهِ مَآبًا .

    (78/NEBE, 39). İşte o, kesin olarak gelecek gündür. O halde dileyen Rabbine varan bir yol tutsun.

    5- فَذَلِكُمُ اللّهُ رَبُّكُمُ الْحَقُّ فَمَاذَا بَعْدَ الْحَقِّ إِلاَّ الضَّلاَلُ فَأَنَّى تُصْرَفُونَ .

    (10/YÛNUS, 32). İşte O, sizin gerçek Rabbiniz olan Allah’tır. Artık haktan (ayrıldıktan) sonra sapıklıktan başka ne kalır? O halde nasıl (sapıklığa) döndürülüyorsunuz?

    6- ذَلِكُمُ اللّهُ رَبُّكُمْ لاَ إِلَهَ إِلاَّ هُوَ خَالِقُ كُلِّ شَيْءٍ فَاعْبُدُوهُ وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ وَكِيلٌ .

    (6/EN’ÂM, 102). İşte Rabbiniz Allah O’dur. O’ndan başka tanrı yoktur. O, her şeyin yaratıcısıdır. Öyle ise O’na kulluk edin, O her şeye vekildir (güvenilip dayanılacak tek varlık O’dur).

    7- ذَلِكَ الْفَضْلُ مِنَ اللّهِ وَكَفَى بِاللّهِ عَلِيمًا .

    (4/NİSÂ, 70). Bu lütuf Allah’tandır. Bilen olarak Allah yeter.

    8- فِيهِ آيَاتٌ بَيِّنَاتٌ مَقَامُ إِبْرَاهِيمَ وَمَنْ دَخَلَهُ كَانَ آمِنًا وَلِلّهِ عَلَى النَّاسِ حِجُّ الْبَيْتِ مَنِ اسْتَطَاعَ إِلَيْهِ سَبِيلاً وَمَنْ كَفَرَ فَإِنَّ الله غَنِيٌّ عَنِ الْعَالَمِينَ .

    (3/ÂL-İ İMRÂN, 97). Orada apaçık nişâneler, (ayrıca) İbrâhim’in makamı vardır. Oraya giren emniyette olur. Yoluna gücü yetenlerin o evi haccetmesi, Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim inkâr ederse bilmelidir ki, Allah bütün âlemlerden müstağnîdir.

    9- وَالَّذِينَ إِذَا فَعَلُوا فَاحِشَةً أَوْ ظَلَمُوا أَنْفُسَهُمْ ذَكَرُوا اللّهَ فَاسْتَغْفَرُوا لِذُنُوبِهِمْ وَمَن يَغْفِرُ الذُّنُوبَ إِلاَّ اللّهُ وَلَمْ يُصِرُّوا عَلَى مَا فَعَلُوا وَهُمْ يَعْلَمُونَ .

    (3/ÂL-İ İMRÂN, 135). Yine onlar ki, bir kötülük yaptıklarında, ya da kendilerine zulmettiklerinde Allah’ı hatırlayıp günahlarından dolayı hemen tevbe-istiğfar ederler. Zaten günahları Allah’tan başka kim bağışlayabilir ki! Bir de onlar, işledikleri kötülüklerde, bile bile ısrar etmezler.

    10- الم {2/1} ذَلِكَ الْكِتَابُ لاَ رَيْبَ فِيهِ هُدًى لِلْمُتَّقِينَ .

    (2/BAKARA, 1, 2). Elif, Lâm, Mîm. O kitap (Kur’ân); onda asla şüphe yoktur. O, müttakîler (sakınanlar ve arınmak isteyenler) için bir yol göstericidir.

    11- أَيَّامًا مَعْدُودَاتٍ فَمَنْ كَانَ مِنْكُمْ مَرِيضًا أَوْ عَلَى سَفَرٍ فَعِدَّةٌ مِنْ أَيَّامٍ أُخَرَ وَعَلَى الَّذِينَ يُطِيقُونَهُ فِدْيَةٌ طَعَامُ مِسْكِينٍ فَمَنْ تَطَوَّعَ خَيْرًا فَهُوَ خَيْرٌ لَهُ وَأَنْ تَصُومُوا خَيْرٌ لَكُمْ إِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ .

    (2/BAKARA, 184). Sayılı günlerde olmak üzere (oruç size farz kılındı). Sizden her kim hasta yahut yolcu olursa (tutamadığı günler kadar) diğer günlerde kaza eder. (İhtiyarlık veya şifa umudu kalmamış hastalık gibi devamlı mazereti olup da) oruç tutmaya güçleri yetmeyenlere bir fakir doyumu kadar fidye gerekir. Bununla beraber kim gönüllü olarak hayır yaparsa, bu kendisi için daha iyidir. Eğer bilirseniz (güçlüğüne rağmen) oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır.

  • Vasıl Hemzesi ve Katı Hemzesi Arapça Dersleri

    VASIL VE KAT’I HEMZELERİ

    Devamını Oku »

  • Hal

     ARAPÇADA HAL ARAPÇADA DURUM ZARFI

    HÂL

    Hâl; fiil işlenirken, fâilin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu gösteren mansûb ve nekre isimdir. Tekil ve illet harfi bulunmayan bir kelime olduğu takdirde hâl, üstün tenvinli olarak gelir.

    Türkçe’deki durum zarfı karşılığıdır. Fiile sorulan “Nasıl” sorusuna cevap teşkil eder. Fiil yapılırken onu işleyenin durumu açıklanan hâl Türkçe’ye (…rek, ..rak) ekleriyle veya (…dığı halde), (..ken, …mış olduğu halde) kelimeleriyle tercüme edilir. Durumları açıklanan fâil ya da mef’ûlün bih’e de sâhibu’l-hâl veya zü’l-hâl denir. Sâhibu’l-hâl genellikle marife olur. Özel isimlerin ise harfi tarif almasa da marife olduğu açıktır:

    جاَءَ خاَلِدٌ راَكِباً.

    Hâlit binerek (binmiş olarak) geldi.

    جاَءَتْ عاَئِشَةُ راَكِبَةً.

    Aişe binerek (binmiş olarak) geldi.  

    Burada راَكِباً ve  راَكِبَةً kelimeleri fâil olan Hâlit ve Aişe’nin durumunu açıklamaktadır.

    لَقِيَ خَالِدٌ مَحْموُداً راَكِبَيْنِ.

    Hâlit Mahmut’la ikisi de (ata) binmiş olarak karşılaştı.

    Burada راَكِبَيْنِ kelimesi hem fâil olan Hâlid’in hem de mef’ûl olan Mahmud’un durumunu açıklamaktadır  ve tesniyenin mansûb hâli (olan yâ-nûn) ile gelmiştir.

    رَكِبْتُ الْفَرَسَ مُسْرَجاً.

    Ata eğerlenmiş olarak bindim.

    إِشْتَرَيْتُ الْكِتاَبَ مُجَلَّداً.

    Kitabı ciltli olarak satın aldım.

    Burada مُسْرَجاً  ve مُجَلَّداً kelimeleri mef’ûl olan atın binilirken ve kitabın satın aldığı zaman ki durumlarını açıklamaktadır.

    Görüldüğü gibi isimlerin, sıfatların ve özellikle ism-i fâillerin mansûb haldeki yapıları, fiilin yapılma tarzını veya fiil işlendiği andaki durumlarını gösteren zarf olarak kullanılır.

    *Hâl, sahibul hale müfred, tesniye, cem ve müzekkerlik, müenneslik bakımından uyar.

    ماَتَ تاَئِباً لِرَبِّهِ.

    O Rabb’ine tevbe ederek öldü.

    ماَتاَ تاَئِبَيْنِ لِرَبِّهِماَ.

    O ikisi Rabb’lerine tevbe ederek öldü.

    ماَتُوا تاَئِبِينَ لِرَبِّهِمْ.

    Onlar Rabb’lerine tevbe ederek öldüler.

    إِنَّهاَ ذَهَبَتْ ماَشِيَةً إِلَى بَيْتِهِاَ.

    Gerçekten o (müe.) evine yürüyerek gitti.

    إِنَّهُماَ ذَهَبَتاَ ماَشِيَتَيْنِ إِلَى بَيْتِهِماَ.

    Gerçekten o ikisi evlerine yürüyerek gitti.

    إِنَّهُنَّ ذَهَبْنَ ماَشِياَتٍ إِلَى بَيْتِهِنَّ.

    Gerçekten onlar evlerine yürüyerek gittiler.

     

     

    *Hâl müfred (tek bir kelime) olarak geldiği gibi, cümle (isim cümlesi, fiil cümlesi) veya şibh-i cümle (harf-i cer ya da zarflı cümle parçası) olarak da gelebilir. O zaman hâl; mahallen mansûb olur.

    a) Hâl Müfred İsim:

    أَكَلَ السَّائِلُ الطَّعاَمَ حاَراًّ.

    Dilenci yemeği sıcak olarak yedi.

    لاَ تَأْكُلِ الطَّعاَمَ حاَراًّ.

    Yemeği sıcakken (sıcak olarak) yeme.

    شَرِبَ الْمَريِضُ الْحَليِبَ باَرِداً.

    Hasta sütü soğuk olarak içti.

    دَخَلَ الطِّفْلُ إِلَى الْغُرْفَةِ باَكِياً.

    Çocuk odaya ağlayarak girdi (müz).

    دَخَلَتِ الطِّفْلَةُ إِلَى الْغُرْفَةِ باَكِيَةً.

    Çocuk odaya ağlayarak girdi (müe) .

    نَزَلَ عَلِيٌّ فِي الْفُنْدُقِ مُتْعَباً.

    Ali otele yorgun olarak indi.

    نَزَلَ الصَّدِيقاَنِ فِي الْفُنْدُقِ مُتْعَبَيْنِ.

    İki arkadaş otele yorgun olarak indi.

    عاَدَتْ التِّلْمِيذاَتُ مَسْرُوراَتٍ.

    Kız öğrenciler sevinçli bir halde döndüler.

    جاَءَ الطُّلاًّبُ مُسْتَعِدِّينَ لِلْإِمْتِحاَنِ.

    Öğrenciler imtihan için hazırlıklı bir halde geldiler.

    نَجَحَ مَحْمُودٌ فاَهِماً دَرْسَهُ.

    Mahmud dersini anlayarak başardı.

    نَجَحَ الْمَحْمُودُونَ فاَهِمِينَ دُرُوسَهُمْ.

    Mahmud’lar derslerini anlayarak başardılar.

    جَلَسَ الْمُجْرِمُ مُعْتَذِراً عَنْ ذَنْبِهِ.

    Suçlu suçundan özür dileyerek oturdu.

    خُلِقَ الْإِنْساَنُ ضَعِيفاً.

    İnsan zayıf olarak yaratıldı (Nisâ, 27)

    b) Hâl İsim Cümlesi:

    Hâl isim cümlesi ya da fiil cümlesi olarak geldiğinde, bu cümleyi asıl cümleye bağlayan vâvu’l-hâl (hâl vâvı) denen bir vâv  ( ( وَ  bulunur. Veya yalnız zamir veya hem vâv hem zamirden oluşan bir bağlayıcı bulunur.

    حَضَرَ الضُّيُوفُ وَ الْمُضِيفُ غاَئِبٌ.

                                                                       Haber   Mübtedâ  Vâvü’l-hâl  Fâil        Fiil

                                                                                  Hâl: İsim cümlesi                           

    Ev sahibi (misafir eden) yok olduğu hâlde misafirler geldi.

    فَرَّ الْجُنُودُ أَسْلِحَتُهُمْ مَتْرُوكَةٌ.

    Askerler silahları bırakılmış (terkedilmiş) halde kaçtılar[1].

    ساَرَ الْجَيْشُ وَالْقاَئِدُ أَماَمَهُ.

    Ordu komutan önlerinde olduğu halde yürüdü.

    قاَتَلَ الضاَّبِطُ وَ هُوَ عَطْشاَنُ.

    Subay susamış olarak savaştı.

    عَرَفْتُهُ وَأَنَا صَغيِرٌ.

    Onu küçükken tanıdım.

    لاَ تَأْكُلُوا الْفاَكِهَةَ وَ هِيَ فِجَّةٌ.

    Meyveyi ham iken (ham olduğu halde) yemeyiniz.

    قَطَفْتُ الْوَرْدَةَ وَ هِيَ مُفَتِّحَةٌ.

    Gülü açılmış bir halde iken kopardım.

    وَصَلَ إِلَى الْغاَبَةِ وَ هُوَ مَسْرُورٌ.

    Sevinçli bir halde ormana geldi.

    دَخَلَ يُوسُفُ السِّجْنَ وَ هُوَ مَظْلُومٌ.

    Yusuf mazlum (suçsuz) bir halde hapishaneye girdi.

    كُنْتُ ناَئِماً وَ أَنْتَ قاَدِمٌ.

    Sen geldiğinde ben uyuyordum.

    مَرَّ عُمَرُ وَ هُوَ راَكِبٌ السَّياَّرَةَ.

    Ömer arabaya binmiş halde geçti.

    اِحْتَرَسْتُ مِنَ الشَّمْسِ وَ الْحَراَرَةُ شَدِيدَةٌ.

    Sıcak şiddetli halde iken güneşten korundum.

    لاَ آكُلُ الطَّعاَمَ وَ أَناَ شَبْعاَنُ.

    Tok olduğum halde yemek yemem.

    تَعَلَّمْ وَ أَنْتَ صَغِيرٌ.

    Küçük iken (küçük olduğun halde iken) öğren.

    فَلاَ تَجْعَلُوا للَّهَ أنْداَداً وَ أَنْتُمْ تَعْلَمُونَ.

    Bildiğiniz halde Allaha eşler (benzerler) kılmayın (Bakara 22) .

    c) Hâl Fiil Cümlesi:

    1) Bazen olumlu mâzî hâl cümlesinin başında (وَ قَدْ) bulunur. Böylece fiilin oluşmasından daha önceki zamanda oluşan bir eylemi belirtir:

    غاَبَ أَخُوكَ وَ قَدْ حَضَرَ جَمِيعُ الْأَصْدِقاَءِ.

    Bütün arkadaşlar geldiği halde kardeşin gelmedi.

    2) Olumlu muzâri ile başlayan hâl cümlesi genellikle önünde vâv-ı hâliye ve başka bir ön takı almaksızın sâhibu’l-hâle bağlanır.

    سَمِعْتُ الْمُؤْمِنَ يَدْعُو رَبَّهُ.

    Mü’mini Rabbine dua ederken işittim.

    رَأَيْتُ الْوَلَدَ يَبْكِي.

    Çocuğu ağlarken gördüm.

    ذَهَبَ الْجاَنِي تَحْرُسُهُ الْجُنُودُ.

    Askerler onu koruduğu halde cani gitti.

    خَرَجَ فَرِيدٌ يَضْحَكُ مِنَ الْبَيْتِ.

    Ferid gülerek evden çıktı.

    فَجَاءَتْهُ إِحْداَهُماَ تَمْشِي عَلَى اسْتِحْياَءٍ.

    (Kızlardan) biri, utandığı halde yürüyerek ona geldi (Kasas 25) .

     

     

     

    3) Olumsuz mâzî ve muzâri ile başlayan hâl cümlesinin başında bazen vâv-ı hâliye bulunur, bazen bulunmaz:

    ذَهَبَ الْعاَمِلُ إِلَى الْمَصْنَعِ لَماَّ يَأْكُلْ سَيْئاً.

    İşçi fabrikaya hiçbirşey yemeden gitti.

    قَطَفَ الْأَوْلاَدُ الْأَزْهاَرَ وَلَماَّ تَتَفَتَّحْ.

    Henüz açmamış olduğu halde çocuklar çiçekleri kopardı.

    إِسْتَيْقَظْناَ مِنَ النَّوْمِ وَ ماَ طَلَعَتِ الشَّمْسُ.

    Güneş doğmadığı halde (doğmadan) uykudan uyandık.

    كاَنَ خَالِدٌ يَبْكِي ماَ ضَرَبَهُ أَحَدٌ (=كاَنَ خَالِدٌ يَبْكِي وَ ماَ ضَرَبَهُ أَحَدٌ ) .

    Hâlid’i kimse dövmediği halde ağlıyordu.

    d) Hâl Şibh Cümle (Zarf Cümlesi ):

    Şibh-i cümle olan hâl arada vâv-ı hâliye olmaksızın doğrudan bağlanır:

    طَلَعَ الْبَدْرُ بَيْنَ السَّحاَبِ.

    Ay (dolunay) bulutların arasında doğdu.

    مَيَّزْتُ صَوْتَ صَدِيقِي خَلْفَ الْباَبِ.

    Dostumun sesini kapı arkasında olduğu halde tanıdım.

    شاَهَدْتُ الْخَطِيبَ فَوْقَ الْمِنْبَرِ.

    Minberin üstündeki hatibi gördüm.

    Hâl Şibh Cümle (Câr-mecrûr):

    تَأَلَّمَ الطاَّئِرُ فِي الْقَفَصِ.

    Kuş kafeste acı duydu.

    قَرَأَتِ التِّلْمِيذَةُ الرِّساَلَةَ فِي فَرَحٍ.

    Öğrenci mektubu sevinç içinde okudu.

    بِعْتُ الثَّمَرَ عَلَى شَجَرِهِ.

    Meyveyi ağacının üzerinde olduğu halde (ağacının üzerinde iken) sattım.

    Hâl ile İlgili Diğer Özellikler:

    * Genellikle hâl nekre, sahibu’l-hâl marife olarak gelir.

    أَقْبَلَ الْمَظْلُومُ باَكِياً.

    Mazlum (zulme uğrayan) ağlayarak geldi.

    عاَدَ الْجَيْشُ ظاَفِراً.

    Ordu zafer kazanarak döndü.

    بِعْتُ الْقُطْنَ مَحْلُوجاً.

    Pamuğu atılmış olarak sattım.

    *Hâl birden fazla olabilir, hepsi de atıfsız olarak ana cümleye bağlanabilir:

    جاَءَ اللاَّعِبُ هاَدِئاً ، مُبْتَسِماً ، لاَبِساً ثِياَبَ اللاَّعِبِ.

    Futbolcu sakin olarak gülümseyerek ve oyun elbiselerini giyerek geldi.

    يَقْفِزُ الْبَطَلُ لاَ خاَئِفاً وَ لاَ مُتَرَدِّداً.

    Kahraman ne korkarak ne de tereddütlü olarak sıçrıyor.

    ذَهَبَ مَحْمُودٌ باَكِياً ماَشِياً.

    Mahmut ağlayarak ve yürüyerek gitti.

    * Hâl fâilin ya da mef’ûlün durumunu belirttiği gibi muzafun ileyhin durumunu da belirtebilir:

    أَ يُحِبُّ أَحَدُكُمْ أَنْ يَأْكُلَ لَحْمَ أَخِيهِ مَيْتاً.

    Hiç biriniz kardeşinin etini ölü olduğu halde (ölü olarak) yemeyi sever mi? (Hucurât 12)

    * وَ (Vâvu’l-hâl) şart edatları olan إِنْ  ve  لَوْ in önlerinde geldiğinde cevap cümleleri bulunmazsa vâvu’l-hâl olur. (وَإِنْ) (وَلَوْ) ise vasıl edatı olup …se bile, ..sa bile, …ise de, ..dığı halde, ..mesine rağmen gibi manalara gelir[2].

    صَلِّ وَ إِنْ عَجَزْتَ عَنِ الْقِياَمِ.

    Ayakta durmaktan aciz olsan bile namaz kıl.

    نَذْهَبُ وَلَوْ كاَنَ بَعِيداً.

    Uzak olsa bile gideriz.

    * Hâl, Sıfat ve Sıla cümlelerinin farkı:

    Hâl, sıfat ve sıla cümleleri arasında mana bakımından büyük fark olmasa da gramer yönünden farklıdırlar.

    Marife isimden sonra gelen cümleye hal cümlesi,

    Nekre isimden sonra gelen cümleye sıfat cümlesi,

    İsm-i mevsûlden sonra gelen cümleye sıla cümlesi denir.

     

    حَضَرَ الرَّجُلُ أَراَهُ.

    Gördüğüm adam geldi.
     

    حَضَرَ  رَجُلٌ أَراَهُ.

    “              

     

    حَضَرَ  الرَّجُلُ الَّذِي أَراَهُ.

    “              

     

    رَأَيْتُ الرَّجُلَ يَحْضُرُ.

    Gelen adamı (adamı gelirken) gördüm (Hâl Cümlesi) .
     

    رَأَيْتُ رَجُلاً يَحْضُرُ

    Gelen (bir) adam gördüm (Sıfat Cümlesi) . 
     

    رَأَيْتُ الرَّجُلَ الَّذِي يَحْضُرُ

    Gelen adamı gördüm (Sıla Cümlesi) .
     

    سَلَّمْتُ عَلَى الرَّجُلِ رَأَيْتُهُ

    Gördüğüm adama selâm verdim (Hâl Cümlesi) .
     

    سَلَّمْتُ عَلَى رَجُلٍ رَأَيْتُهُ

    Gördüğüm adama selâm verdim (Sıfat Cümlesi) .
     

    سَلَّمْتُ عَلَى الرَّجُلِ الَّذِي رَأَيْتُهُ

    Gördüğüm adama selâm verdim (Sıla Cümlesi) .  
     

    جاَءَ الرَّجُلُ ذاَهِباً إِلَى الْمَدْرَسَةِ

    Okula giden adam geldi[3].  
     

    جاَءَ الرَّجُلُ الذاَّهِبُ إِلَى الْمَدْرَسَةِ

                        “   

    جاَءَ الرَّجُلُ الَّذِي يَذْهَبُ إِلَى الْمَدْرَسَةِ

                        “

     
                 

     

    Genel Cümle Alıştırmaları:

    1- كُلِ الْفاَكِهَةَ ناَضِجَةً – وَجَدْتُهُمْ يَعْبُدُونَ اللَّهَ – خَرَجَ عَلَى النَّبِيِّ كاَفِراً – صَلَّى الْمُسْلِمُونَ الظُّهْرَ جَماَعَةً.

     2- كَيْفَ وَصَلَ الْمُشْرِفُونَ فِي يَوْمِ الرِّحْلَةِ ؟ وَصَلَ الْمُشْرِفُونَ مُبَكِّرِينَ فِي يَوْمِ الرِّحْلَةِ. أُنْظُر ، هَؤُلاَءِ الْمُشْرِفُونَ قَدْ وَصَلُوا. نَعَمْ لَقَدْ وَصَلُوا مُبَكِّرِينَ.

    3- كَيْفَ أَسْرَعَ اللاَّعِباَنِ فِي يَوْمِ الْمُباَراَةِ ؟ أَسْرَعَ اللاَّعِباَنِ نَشِيطَيْنِ فِي يَوْمِ الْمُباَراَةِ. أُنْظُرْ ، هَذاَنِ اللاَّعِباَنِ قَدْ أَسْرَعاَ . نَعَمْ ، لَقَدْ أَسْرَعاَ نَشِيطَيْنِ.

    4-كَيْفَ حَضَرَ التَّلاَمِيذُ فِي يَوْمِ الْاِمْتِحاَنِ ؟ حَضَرَ التَّلاَمِيذُ هاَدِئِينَ فِي يَوْمِ الْاِمْتِحاَنِ. أُنْظُرْ، هَؤُلاَءِ التَّلاَمِيذُ قَدْ حَضَرُوا. نَعَمْ ، لَقَدْ حَضَرُوا  هاَدِئِينَ.

    5- وَصَلَ الْمُشْرِفُ مُبَكِّراً – وَصَلَ الْمُشْرِفُونَ مُبَكِّرِينَ – جَرَى اللاَّعِبُ نَشِيطاً – جَرَى اللاَّعِبُونَ نَشِيطِينِ – وَصَلَتِ الْمُساَفِرَةُ مُتَأَخِّرَةً – وَصَلَتِ الْمُساَفِرَاتُ مُتَأَخِّرَاتٍ – صَلَّى الْمُسْلِمُ مُؤْمِناً – صَلَّى الْمُسْلِمُونَ مُؤْمِنِينَ .

    6- تَكَلَّمَتِ الْأُسْتاَذَةُ صاَدِقَةً – تَكَلَّمَتِ الْأُسْتاَذَاتُ صاَدِقَاتٍ – عاَشَ الصَّدِيقُ مُخْلِصاً – عاَشَ الْأَصْدِقاَءُ مُخْلِصِينَ.

    7- ذَهَبَتِ التِّلْمِيذاَتُ ماَشِياَتٍ إِلَى الْمَدْرَسَةِ – عاَدَ التَّلاَمِيذُ إِلَى مَناَزِلِهِمْ وَ هُمْ يُغَنُّونَ[4] – عاَدَ أَحْمَدُ إِلَى بَيْتِهِ سَعِيداً .

    8- ذَهَباَ مَسْرُورَيْنِ إِلَى مَدْرَسَتِهِماَ- اِنْطَلَقَ حَزِيناً إِلَى عاَئِلَتِهِ -اِنْطَلَقْنَ حَزِيناَتٍ إِلَى قَرْيَتِهِنَّ – اِنْطَلَقُوا سُعَداَءَ إِلَى مَنْزِلِهِمْ – اِنْطَلَقُوا نَشِيطِينَ إِلَى مَنْزِلِهِمْ.

    9- كَيْفَ تَجْلِساَنِ فِي الصَّفِّ ؟ تَجْلِساَنِ فِي الصَّفِّ مُتَجاَوِرَتَيْنِ – كَيْفَ عُدْنَ[5] إِلَى الْمَنْزِلِ؟  عُدْنَ إِلَى الْمَنْزِلِ مَسْرُوراَتٍ.

    10- كَيْفَ وَدَّعْتَ واَلِدَكَ ؟ وَدَّعْتُ واَلِدِي حَزِيناً – كَيْفَ اِسْتَلَمَتاَ النَّتِيجَةَ ؟ اِسْتَلَمَتاَ النَّتِيجَةَ سَعِيدَتَيْنِ -كَيْفَ سِرْتَ فِي اللَّيْلِ ؟ سِرْتُ فِي اللَّيْلِ خاَئِفاً – كَيْفَ تَحَدَّثَ الرَّجُلُ؟ تَحَدَّثَ الرَّجُلُ غاَضِباً.

    11- رَأَيْتُ أَخِي وَ عاَئِلَتَهُ فِي صاَلَةِ الْاِسْتِقْباَلِ يَنْتَظِرُونَ – شاَهَدْتُ لاَعِباَتِ الْفَرِيقِ يَلْعَبْنَ الْكُرَةَ .

    12- وَصَلَتِ الصَّدِيقَتاَنِ مُبَكِّرَتَيْنِ -وَصَلَتِ التِّلْمِيذَتاَنِ مُبَكِّرَتَيْنِ  – اِسْتَيْقَظَتِ الْخاَدِمَتاَنِ الْجَدِيدَتاَنِ مُتَأَخِّرَتَيْنِ -رَأَيْتُ التَّلاَمِيذَ جاَلِسِينَ .

    13- ذَهَبَ التَّلاَمِيذُ إِلَى الْمَدْرَسَةِ مَمْلُوئيِنَ نَشاَطاً ، ثُمَّ عاَدُوا مِنْهاَ وَ قَدْ بَدَتْ عَلَيْهِمْ آثاَرُ التَّعَبِ

    Tercüme:

    1- Meyveyi olgun olarak ye. Onları Allah’a ibadet eder halde buldum. Peygamber’in karşısına kâfir olarak çıktı. Müslümanlar öğleni (öğle namazını) cemaat olarak kıldılar.

    2- Yöneticiler gezi gününde nasıl geldiler (vardılar)? Yöneticiler gezi gününde erken geldiler. Bak, bu yöneticiler gelmişler. Evet, gerçekten erken gelmişler.

    3- İki oyuncu maç günü nasıl koştu? İki oyuncu maç günü dinç bir halde koştu. Bak, bu iki oyuncu gerçekten hızlı koştu[6]. Evet, gerçekten dinç bir halde koştular.

    4- İmtihan günü öğrenciler nasıl geldi? İmtihan günü öğrenciler sakin bir halde geldi. Bak, bak bu öğrenciler gelmiş. Evet gerçekten sakin olarak gelmişler.

    5- Yönetici erken geldi. Yöneticiler erken geldi. Oyuncu hızlı koştu. Oyuncular hızlı koştular. (Bayan) Yolcu geç geldi. Yolcular geç geldiler. Müslüman mü’min olarak namaz kıldı. Müslümanlar mü’min olarak namaz kıldılar.

    6- Hoca doğru konuştu. Hocalar doğru (olarak) konuştular. Arkadaş ihlâslı bir halde yaşadı. Arkadaşlar ihlâslı bir halde yaşadılar.

    7- Kız öğrenciler okula yürüyerek gittiler. Öğrenciler evlerine şarkı söyleyerek döndüler. Ahmet eve mutlu bir şekilde döndü.

    8- İkisi sevinçli bir halde okullarına gittiler. Üzüntülü bir halde ailesine gitti. (Bayanlar) Üzüntülü bir halde köylerine gittiler. Mutlu bir halde evlerine gittiler. Neşeli olarak evlerine gittiler (yürüdüler).

    9- (İkiniz) sınıfta nasıl oturuyorsunuz? Sınıfta yan yana (komşu olarak)[7] oturuyorsunuz. (Bayanlar) eve nasıl döndüler? Sevinçli bir halde döndüler.

    10- Babana nasıl veda ettin? Babama hazin bir şekilde veda ettim. (O iki bayan) neticeyi nasıl (teslim) aldılar? Mutlu bir şekilde teslim aldılar. Geceleyin nasıl yürüdün? Geceleyin korkarak yürüdüm. Adam nasıl konuştu? Adam kızgın konuştu.

    11- Kardeşimi ve ailesini karşılama salonunda bekler halde buldum. Takımın (kız) oyuncularını top oynarlarken gördüm.

     12- İki arkadaş erken vardılar. İki öğrenci erkenden geldiler. İki yeni (bayan) hizmetçi geç uyandılar. Öğrencileri otururken gördüm.

    13- Öğrenciler okula canlılık dolu[8] bir halde gittiler sonra oradan üzerlerinde yorgunluk izleri görünür olduğu halde döndüler.

    OKUMA PARÇALARI

    1-كاَنَ الْوَلَدُ عاَئِداً مَعَ واَلِدِهِ مِنَ السُّوقِ فِي الظُّهْرِ بِالسَّياَّرَةِ وَ كاَنَ الْحَارُّ شَدِيداً. شاَهَدَ الْوَلَدُ رَجُلاً عَجُوزاً فِي الطَّرِيقِ يَحْمِلُ حَقِيبَةً كَبِيرَةً. طَلَبَ الْوَلَدُ مِنْ واَلِدِهِ أَنْ يأْخُذَ الرَّجُلَ إِلَى الْمَكاَنِ الَّذِي يُرِيدُهُ. كاَنَ الرَّجُلُ الْعَجُوزُ ذاَهِباً لِزِياَرَةِ وَلَدِهِ وَ قَدْ انْتَظَرَ الْحاَفِلَةَ طَوِيلاً. رَكِبَ الرَّجُلُ الْعَجُوزُ السَّياَّرَةَ، وَ عِنْدَماَ وَصَلَ إِلَى مَنْزِلِ وَلَدِهِ شَكَرَ الْوَلَدَ وَ واَلِدَهُ. كاَنَ الْوَلَدُ سَعِيداً لِأَنَّهُ ساَعَدَ ذَلِكَ الرَّجُلَ الْعَجُوزَ .

    2- عِنْدَماَ أَصِلُ إِلَى الْمَرْعَى أَتْرُكُ أَغْناَمِي تَرْعَى وَ أَذْهَبُ إِلَى شَجَرَةٍ كَبِيرَةٍ ، أَجْلِسُ تَحْتَهاَ لِأَتَناَوَلَ طَعاَمِي ثُمَّ أَتَناَوَلُ مِزْماَرِي وَ أُغَنِّي بَعْضَ الْأَلْحاَنِ الْجَمِيلَةَ ثُمَّ أَناَمُ قَلِيلاً وَ أَسْتَيْقِظُ لِأَتَفَقَّدَ أَغْناَمِي وَ عِنْدَ الْعَصْرِ أَجْمَعُ أَغْناَمِي وَ أَعُودُ بِهاَ إِلَى الْقَرْيَةِ سَعِيداً.

    Tercüme:

    1-Çocuk sıcağın çok (şiddetli) olduğu bir öğle vakti (öğlende) babasıyla beraber arabayla çarşıdan dönüyordu. Çocuk yolda büyük bir çanta taşıyan yaşlı bir adam gördü[9]. Çocuk babasından adamı istediği yere götürmelerini istedi. Uzun (süre) otobüs beklemiş olan yaşlı adam oğlunu ziyaret için gidiyordu[10]. Yaşlı adam arabaya bindi ve oğlunun evine ulaştıkları zaman çocuğa ve babasına teşekkür etti. Çocuk o yaşlı adama yardım ettiği için mutluydu.

    2- Otlağa vardığım zaman koyunlarımı otlar halde (otlamak üzere) salarım (bırakırım) ve büyük bir ağaca gider, yemeğimi yemek için altına otururum. Sonra kavalımı alır bazı güzel şarkılar söylerim[11]. Sonra biraz uyur, koyunlarımı araştırmak[12] için uyanırım. İkindi vakti koyunlarımı toplar mutlu bir şekilde onlarla köye dönerim.

      

    HÂL İLE İLGİLİ AYETLER

    1- اَلَّذِينَ يَذْكُرُونَ اللّهَ قِيَامًا وَقُعُودًا وَعَلَى جُنُوبِهِمْ وَيَتَفَكَّرُونَ فِي خَلْقِ السَّموَاتِ وَالأَرْضِ رَبَّنَا مَا خَلَقْتَ هَذا بَاطِلاً سُبْحَانَكَ فَقِنَا عَذَابَ النَّارِ .

    (3/ALİ-İMRAN, 191). Onlar, ayakta dururken, otururken, yanları üzerine yatarken (her vakit) Allah’ı anarlar, göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin düşünürler (ve şöyle derler:) Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın. Seni tesbih ederiz. Bizi cehennem azabından koru !

    2- وَلاَ تَمْشِ فِي الْأَرْضِ مَرَحًا إِنَّكَ لَنْ تَخْرِقَ الْأَرْضَ وَلَنْ تَبْلُغَ الْجِبَالَ طُولاً .

    (17/İSRÂ, 37). Yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Çünkü sen (ağırlık ve azametinle) ne yeri yarabilir ne de boy bakımından dağlara ulaşabilirsin (ne de dağlarla ululuk yarışına girebilirsin).

    3- فَنَادَتْهُ الْمَلآئِكَةُ وَهُوَ قَائِمٌ يُصَلِّي فِي الْمِحْرَابِ أَنَّ اللّهَ يُبَشِّرُكَ بِيَحْيَى مُصَدِّقًا بِكَلِمَةٍ مِنَ اللّهِ وَسَيِّدًا وَحَصُورًا وَنَبِيًّا مِنَ الصَّالِحِينَ .

    (3/ÂL-İ İMRÂN, 39). Zekeriyyâ mâbedde durmuş namaz kılarken melekler ona şöyle nida ettiler: Allah sana, kendisi tarafından gelen bir Kelime’yi tasdik edici, efendi, iffetli ve sâlihlerden bir peygamber olarak Yahyâ’yı müjdeler.

    4- وَاذْكُرْ رَبَّكَ فِي نَفْسِكَ تَضَرُّعاً وَخِيفَةً وَدُونَ الْجَهْرِ مِنَ الْقَوْلِ بِالْغُدُوِّ وَالآصَالِ وَلاَ تَكُنْ مِنَ الْغَافِلِينَ .

    (7/A’RÂF, 205). Kendi kendine, yalvararak ve ürpererek, yüksek olmayan bir sesle sabah akşam Rabbini an. Gafillerden olma.

    5- إِنَّ الَّذِينَ يَأْكُلُونَ أَمْوَالَ الْيَتَامَى ظُلْمًا إِنَّمَا يَأْكُلُونَ فِي بُطُونِهِمْ نَارًا وَسَيَصْلَوْنَ سَعِيرًا .

    (4/NİSÂ, 10). Haksızlıkla yetimlerin mallarını yiyenler şüphesiz karınlarına ancak ateş tıkınmış olurlar; zaten onlar alevlenmiş ateşe gireceklerdir.

    6- وَكَذَلِكَ أَخْذُ رَبِّكَ إِذَا أَخَذَ الْقُرَى وَهِيَ ظَالِمَةٌ إِنَّ أَخْذَهُ أَلِيمٌ شَدِيدٌ .

    (11/HÛD, 102). Rabbin, haksızlık eden memleketleri (onların halkını) yakaladığında, onun yakalayışı işte böyle (şiddetlidir). Şüphesiz onun yakalaması pek elem vericidir, pek çetindir!

    7- وَمَا أُمِرُوا إِلاَّ لِيَعْبُدُوا اللَّهَ مُخْلِصِينَ لَهُ الدِّينَ حُنَفَاءَ وَيُقِيمُوا الصَّلاَةَ وَيُؤْتُوا الزَّكَاةَ وَذَلِكَ دِينُ الْقَيِّمَةِ .

    (98/BEYYİNE, 5). Halbuki onlara ancak, dini yalnız O’na has kılarak ve hanifler olarak Allah’a kulluk etmeleri, namaz kılmaları ve zekât vermeleri emrolunmuştu. Sağlam din de budur.

    8- وَمَا كَانَ اللّهُ لِيُعَذِّبَهُمْ وَأَنْتَ فِيهِمْ وَمَا كَانَ اللّهُ مُعَذِّبَهُمْ وَهُمْ يَسْتَغْفِرُونَ .

    (8/ENFÂL, 33). Halbuki sen onların içinde iken Allah, onlara azap edecek değildir. Ve onlar mağfiret dilerlerken de Allah onlara azap edici değildir.

     

    9- أَمْ حَسِبْتُمْ أَن تَدْخُلُوا الْجَنَّةَ وَلَمَّا يَعْلَمِ اللّهُ الَّذِينَ جَاهَدُوا مِنْكُمْ وَيَعْلَمَ الصَّابِرِينَ .

    (3/ÂL-İ İMRÂN, l42). Yoksa Allah içinizden cihad edenleri belli etmeden, sabredenleri ortaya çıkarmadan cennete gireceğinizi mi sandınız?

    10- وَكَذَلِكَ زَيَّنَ لِكَثِيرٍ مِنَ الْمُشْرِكِينَ قَتْلَ أَوْلاَدِهِمْ شُرَكَآؤُهُمْ لِيُرْدُوهُمْ وَلِيَلْبِسُوا عَلَيْهِمْ دِينَهُمْ وَلَوْ شَاءَ اللّهُ مَا فَعَلُوهُ فَذَرْهُمْ وَمَا يَفْتَرُونَ .

    (6/EN’ÂM, 137). Bunun gibi ortakları, müşriklerden çoğuna çocuklarını (kızlarını) öldürmeyi hoş gösterdi ki, hem kendilerini mahvetsinler hem de dinlerini karıştırıp bozsunlar! Allah dileseydi bunu yapamazlardı. Öyle ise onları uydurdukları ile başbaşa bırak!

    11- فَفَهَّمْنَاهَا سُلَيْمَانَ وَكُلاًّ آتَيْنَا حُكْمًا وَعِلْمًا وَسَخَّرْنَا مَعَ دَاوُودَ الْجِبَالَ يُسَبِّحْنَ وَالطَّيْرَ وَكُنَّا فَاعِلِينَ .

    (21/ENBİYA, 79). Böylece bunu (bu fetvayı) Süleyman’a biz anlatmıştık. Biz, onların her birine hüküm (hükümdarlık, peygamberlik) ve ilim verdik. Kuşları ve tesbih eden dağları da Davud’a boyun eğdirdik. (Bunları) biz yapmaktayız.

    12- وَيَوْمَ يَحْشُرُهُمْ وَمَا يَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللَّهِ فَيَقُولُ أَأَنتُمْ أَضْلَلْتُمْ عِبَادِي هَؤُلَاءِ أَمْ هُمْ ضَلُّوا السَّبِيلَ .

    (25/FURKÂN, 17). O gün Rabbin onları ve Allah’tan başka taptıkları şeyleri toplar da, der ki: Şu kullarımı siz mi saptırdınız, yoksa kendileri mi yoldan çıktılar?

  • Rubai Mücerred ve Rubai Mezid Fiiller

     

    II) RUBÂÎ MÜCERRED FİİL

    Arapça’da kök harfleri bakımından fiiller sülâsî mücerred ve rubâî mücerred olmak üzere ikiye ayrılır. Şu ana kadar gördüğümüz bâblardaki fiiller kök harfi üç harften oluşan fiile harf ilavesiyle yapılan mezîd (arttırılmış) fiiller idi. Anadan kuruluşu dört harfli olan fiillere de rübâi mücerred denir. Rubâî mücerred tek babtır. Bunun bir adı daدَحْرَجَ bâbıdır.  Manası yuvarladı demektir. 

    فَعْلَلَ vezninden (دَحْرَجَ)  bâbı denilerek diğerlerinden ayrılır:

    Masdar

     

    Muzâri

     

    Mâzî

     

    دِحْراَجاً

    yuvarlamak

    يُدَحْرِجُ

    yuvarlıyor

    دَحْرَجَ

    yuvarladı

    دَحْرَجَ خَالِدٌ الْحَجَرَ

    Halit taşı yuvarladı Müteaddî  

    دَرْبَحَ خَالِدٌ

    Halit boyun büktü Lâzım  
                     

     

                  Mâzî Çekimi

     

     

    دَحْرَجُوا

    دَحْرَجَا

    دَحْرَجَ

    yuvarladı  

    دَحْرَجْنَ

    دَحْرَجَتَا

    دَحْرَجَتْ

       

     

     

    دَحْرَجْتَ…

       
     

    Muzâri Çekimi

     

     
     

    يُدَحْرِجُونَ

    يُدَحْرِجَانِ

    يُدَحْرِجُ

    yuvarlıyor  
     

    يُدَحْرِجْنَ

    تُدَحْرِجَانِ

    تُدَحْرِجُ

       
     

     

     

    تُدَحْرِجُ …

       

               Mâzî Meçhûl Çekimi

     

     

    دُحْرِجُوا

    دُحْرِجَا

    دُحْرِجَ

    yuvarlandı  

    دُحْرِجْنَ

    دُحْرِجَتَا

    دُحْرِجَتْ

       

     

     

    دُحْرِجْتَ…

       
     

          Muzâri Meçhûl Çekimi

     

     
     

    يُدَحْرَجُونَ

    يُدَحْرَجَانِ

    يُدَحْرَجُ

    yuvarlanıyor
     

    يُدَحْرَجْنَ

    تُدَحْرَجَانِ

    تُدَحْرَجُ

       
     

     

     

    تُدَحْرَجُ …

       
                             

     

    İsm-i Fâili

    مُدَحْرِجٌ

    yuvarlayan
    İsm-i Mef’ûlu

     

    مُدَحْرَجٌ

    yuvarlanan

    Bu babdan kısaltma yoluyla uzun cümleler fiil haline getirilir:

    حَمْدَلَ

    Elhamdülillah dedi

    حَوْقَلَ

    Lâ Havle ve lâ kuvvete illâ billâh dedi.

    طَلْبَقَ

    Allah size uzun ömür versin dedi

    ¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯

    ?  ALIŞTIRMALAR  ?

    1. Aşağıdaki fiillerin mâzî ve muzârilerini çekip ism-i fâil ve ism-i mef’ûllerini yazınız.

    حَرْجَمَ

    topladı

    زَحْزَحَ

    uzaklaştı

    سَلْسَلَ

    zincirledi

    تَرْجَمَ

    çevirdi

    طَمْأَنَ

    tatmin etti

    وَسْوَسَ

    vesvese verdi, fısıldadı

    بَعْثَرَ

    saçtı, savurdu

    زَلْزَلَ

    sarsıldı

    كَبْكَبَ

    altüst  etti, tepetaklak etti.
                     

    2. Aşağıdaki dahrece bâbı ile ilgili ayetleri defterinize yazıp fiillerinin mâzî, muzâri ve masdarını yazınız.

    …فَمَنْ زُحْزِحَ عَنِ الناَّرِ وَ أُدْخِلَ الْجَنَّةَ فَقَدْ فاَزَ  وَماَ الْحَياَةُ الدُّنْياَ إِلاَّ مَتاَعُ الْغُرُورِ.

    (3/ÂL-İ İMRÂN, 185). Kim cehennem ateşinden uzaklaştırılıp cennete konursa o, gerçekten kurtuluşa ermiştir. Dünya hayatı aldatıcı metadan başka bir şey değildir.

    إِذاَ زُلْزِلَتِ الْأَرْضُ زِلْزاَلَهاَ.

    (99/ZİLZÂL, 1). Yeryüzü kendine has sarsıntısıyla sarsıldığı zaman..

    وَإِذَا الْقُبُورُ بُعْثِرَتْ.

    (82/İNFİTAR, 4). Kabirlerin içindekiler dışarı çıkarıldığı zaman….

    فَكُبْكِبُوا فِيهَا هُمْ وَالْغَاوُونَ.

    (26/ŞUARÂ, 94) Artık onlar ve o azgınlar oraya (cehenneme) tepetaklak atılırlar.

     

     

    III) RUBÂÎ MEZÎD FİİLLER

    Rubâî mücerrede harf ilâvesiyle kurulan fiillere rubâî mezîd fiiller denir. Rubâî mezîd’in üç bâbı vardır. Onlar da şunlardır:

     

    Masdar

    Muzâri

    Mâzî

     
     

    تَفَعْلُلاً

    يَتَفَعْلَلُ

    تَفَعْلَلَ

     
     

    تَدَحْرُجاً

    يَتَدَحْرَجُ

    تَدَحْرَجَ

     
     

    yuvarlanmak

    yuvarlanıyor

    yuvarlandı

     
     

    اِفْعِنْلاَلاً

    يَفْعَنْلِلُ

    اِفْعَنْلَلَ

     
     

    اِحْرِنْجاَماً

    يَحْرَنْجِمُ

    اِحْرَنْجَمَ

     
     

    toplanmak

    toplanıyor

    toplandı

     
     

    اِفْعِلاَّلاً

    يَفْعَلِلُّ

    اِفْعَلَلَّ

     
     

    اِقْشِعْراَراً

    يَقْشَعِرُّ

    اِقْشَعَرَّ

     

    çok ürpermek

    çok ürperiyor

    çok ürperdi

     

     

     

     

     
                     

    1) TEDAHRECE (تَدَحْرَجَ) BÂBI

    Masdar

    Muzâri

    Mâzî

    تَفَعْلُلاً

    يَتَفَعْلَلُ

    تَفَعْلَلَ

    تَدَحْرُجاً

    يَتَدَحْرَجُ

    تَدَحْرَجَ

    yuvarlanmak

    yuvarlanıyor

    yuvarlandı

     

    تَزَلْزَلَ

     

     

    sallandı

     دَحْرَجَ  fiilinin başına تَ harfinin ilavesiyle yapılır.

     (دَحْرَجَ) bâbının mutâvaatını (dönüşlülüğünü) ifade eder:

    دَحْرَجْتُ الْكُرَةَ فَتَدَحْرَجَتْ.

    Topu yuvarladım o da yuvarlandı.

    Bu bâbın meçhûlu yoktur.

    2) İF’İNLÂL (اِفْعِنْلاَلاً) BÂBI

    Masdar

    Muzâri

    Mâzî

    اِفْعِنْلاَلاً

    يَفْعَنْلِلُ

    اِفْعَنْلَلَ

    اِحْرِنْجاَماً

    يَحْرَنْجِمُ

    اِحْرَنْجَمَ

    toplanmak

    toplanıyor

    toplandı

     

     

     

    -Rubâî mücerrede iki harf eklenmesiyle إفْعِنْلاَلٌ  bâbı yapılır.

    -Burada  حَرْجَمَ(topladı) fiilinin başına bir hemze, ayne’l-fiil ile birinci lâm (ل) arasına bir نْ harfi eklenmiştir. Bu da rübâi mücerredin mutavaatını yani dönüşlülüğünü ifade eder.

    حَرْجَمْتُ الْإِبِلَ فاَحْرَنْجَمَتْ.

    Develeri topladım onlar da toplandı.

    3) İF’İLLÂL (اِفْعِلاَّلاً) BÂBI

    اِفْعِلاَّلاً

    يَفْعَلِلُّ

    اِفْعَلَلَّ

    اِقْشِعْراَراً

    يَقْشَعِرُّ

    اِقْشَعَرَّ

    çok ürpermek

    çok ürperiyor

    çok ürperdi

    Rubâî mücerrede iki harf eklenmesiyle; fiilin başına bir hemze (ا) sonuna da lâme’l-fiili cinsinden bir harf ilâvesiyle yapılır. Lâzım fiilin mübâlağasıdır:

    قَشْعَرَ جِلْدُ الرَّجُلِ.

    Adamın derisi ürperdi.

    إقْشَعَرَّ جِلْدُ الرَّجُلِ.

    Adamın derisi çok ürperdi.

                  Mâzî Meçhûl

     

    اُقْشِعِرَّ   اُقْشِعِرَّا   اُقْشِعِروُّا…

    ürperildi  
           

    Eklenen hemze ötre, ayne’l-fiili cinsindeki harfin esre okunmasıyle yapılır.

    Muzâri Meçhûl

    يُقْشَعَرُّ  يُقْشَعَرَّانِ   يُقْشَعَرُّونَ…

    ürperiliyor

    Muzaraat harfi ötre, sondan ikinci harf malûmunda esre, meçhûlünde üstün okunmasıyla olur[1].

    اَللَّهُ نَزَّلَ أَحْسَنَ الْحَدِيثِ كِتَابًا مُتَشَابِهًا مَثَانِيَ تَقْشَعِرُّ مِنْهُ جُلُودُ الَّذِينَ يَخْشَوْنَ رَبَّهُمْ ثُمَّ تَلِينُ جُلُودُهُمْ وَقُلُوبُهُمْ إِلَى ذِكْرِ اللَّهِ ذَلِكَ هُدَى اللَّهِ يَهْدِي بِهِ مَنْ يَشَاءُ وَمَنْ يُضْلِلِ اللَّهُ فَمَا لَهُ مِنْ هَادٍ

    (39/ZÜMER, 23). Allah sözün en güzelini birbiriyle uyumlu (benzer)  ve çeşitli üslûplarda tekrarlanan (bıkılmadan tekrar tekrar okunan) bir kitap olarak indirdi. Rablerinden korkanların, bu Kitab’ın etkisinden tüyleri ürperir, derken hem bedenleri ve hem de gönülleri Allah’ın zikrine ısınıp yumuşar. İşte bu Kitap, Allah’ın dilediğini kendisiyle doğru yola ilettiği hidâyet rehberidir. Allah kimi de saptırırsa artık ona yol gösteren olmaz.
  • İfilal Babı, İfivval Babı İfilal İstifal Babı

     

    2) İF’Î’ÂL اِفْعِيعاَل  BÂBI

    Masdar

    Muzâri

    Mâzî

    اِفْعِيعاَلاً

    يَفْعَوْعِلُ

    اِفْعَوْعَلَ

    اِعْشِيشاَباً

    يَعْشَوْشِبُ

    اِعْشَوْشَبَ

     

     

    yemyeşil oldu

    İf’î’âl bâbının gayesi de mübâlağa ve tekittir.

    (اِعْشَوْشَبَتِ الْأَرْضُ)  (Toprağı pek çok ot bastı) ve

    (اِخْشَوْشَنَتِ الْأَرْضُ)  (Yer pek çok sertleşti) gibi.

    3) İF’İVVÂL اِفْعِواَّل  BÂBI

    Masdar

    Muzâri

    Mâzî

    اِفْعِواَّلاً

    يَفْعَوِّلُ

    اِفْعَوَّلَ

    اِجْلِواَّزاً

    يَجْلَوِّزُ

    اِجْلَوَّزَ

     

     

    (develer) çok hızlı gitti

    4) İF’ÎLÂL  اِفْعِيلاَل  BÂBI

    Masdar

    Muzâri

    Mâzî

    اِفْعِيلاَلاً

    يَفْعاَلُّ

    اِفْعاَلَّ

    اِحْمِيراَراً

    يَحْماَرُّ

    اِحْماَرَّ

     

     

    kıpkırmızı oldu

    İf’îlâl bâbının gayesi; a) (اِحْماَرَّتِ الْوَرْدَةُ فِي الْحَدِيقَةِ) (Bahçede gül pek çok kızardı) gibi renk bildirmektir. (اِحْمَرَّ) fiilinin ifade ettiğinden daha kuvvetli anlam ifade eder.

    b) (اِعْواَجَّ الْغُصْنُ) (Dal pek çok eğrildi) gibi kusur bildirir.

    Böylece sülâsi fiillere ek harf ilavesiyle kurulan sülâsî mezîd fiiller sona ermiştir.

    ¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯

    İSTİF’ÂL BÂBI İLE İLGİLİ AYETLER

    1- وَأَنِ اسْتَغْفِرُوا رَبَّكُمْ ثُمَّ تُوبُوا إِلَيْهِ يُمَتِّعْكُمْ مَتَاعًا حَسَنًا إِلَى أَجَلٍ مُسَمًّى وَيُؤْتِ كُلَّ ذِي فَضْلٍ فَضْلَهُ وَإِنْ تَوَلَّواْ فَإِنِّي أَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ كَبِيرٍ .

    (11/HÛD, 3). (Bu kitap..) Ve Rabbinizden mağfiret dileyin, sonra da ona tevbe edin diye (indirildi. Eğer bu emrolunanları yaparsanız), Allah sizi, tayin edilmiş bir süreye kadar güzel bir şekilde yaşatır[3], fazlasını yapan herkese de iyiliğinin karşılığını verir. Eğer yüz çevirirseniz, ben sizin başınıza gelecek büyük bir günün azabından korkarım.”

     

    verdi

    آتَى يُؤْتِي 

    tevbe etmek, masiyetten dönmek

    تاَبَ يَتُوبُ تَوْباً إِلَى

    (afiyet hayır içerisinde) uzun ömürler vermek, faydalandırmak

    مَتَّعَ يُمَتِّعُ تَمْتِيعاً

    yüz çevirmek

    تَوَلَّى يَتَوَلَّى

    meta, fayda, nimetlendirme, faydalandırma

    مَتَاعٌ

    isimlendirilmiş, belirlenmiş

    مُسَمًّى (سَمَّى يُسَمِّي)

               

    2- يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اسْتَعِينُوا بِالصَّبْرِ وَالصَّلاَةِ إِنَّ اللّهَ مَعَ الصَّابِرِينَ .

    (2/BAKARA, 153). Ey iman edenler! Sabır ve namaz ile Allah’tan yardım isteyin. Çünkü Allah muhakkak sabredenlerle beraberdir.

     

     

    yardım istedi

    اِسْتَعاَنَ يَسْتَعِينُ اِسْتِعاَنَةً

    3- إِنَّ الَّذِينَ قَالُوا رَبُّنَا اللَّهُ ثُمَّ اسْتَقَامُوا تَتَنَزَّلُ عَلَيْهِمُ الْمَلَائِكَةُ أَلاَّ تَخَافُوا وَلاَ تَحْزَنُوا وَأَبْشِرُوا بِالْجَنَّةِ الَّتِي كُنْتُمْ تُوعَدُونَ .

    (41/FUSSİLET, 30). Şüphesiz, Rabbimiz Allah’tır deyip, sonra dosdoğru yolda yürüyenlerin üzerine melekler iner. Onlara: Korkmayın, üzülmeyin, size vâdolunan cennetle sevinin! derler.

    inmek

    تَنَزَّلَ يَتَنَزَّلُ تَنَزُّلاً

    dosdoğru olmak

    اِسْتَقَامَ يَسْتَقِيمُ اِسْتِقاَمَةً

    vaad etti

    وَعَدَ يَعِدُ وَعْداً

    (müjdeye) sevinmek

    أَبْشَرَ يُبْشِرُ إِبْشاَراً

    korkmak

    خاَفَ يَخاَفُ

                 

    4- فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ وَمَنْ تَابَ مَعَكَ وَلاَ تَطْغَواْ إِنَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ .

    (11/HÛD, 112). O halde seninle beraber tevbe edenlerle birlikte emrolunduğun gibi dosdoğru ol! Aşırı da gitmeyin. Çünkü O, sizin yaptıklarınızı çok iyi görendir.

     

     

    hududu aşmak

    طَغَى يَطْغَى

    5- إِنَّ الَّذِينَ قَالُوا رَبُّنَا اللَّهُ ثُمَّ اسْتَقَامُوا فَلاَ خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلاَ هُمْ يَحْزَنُونَ .

    (46/AHKÂF, 13). “Rabbimiz Allah’tır” deyip sonra da dosdoğru yaşayanlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir.

    6- … قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الَّذِينَ يَعْلَمُونَ وَالَّذِينَ لاَ يَعْلَمُونَ إِنَّمَا يَتَذَكَّرُ أُولُوا الْأَلْبَابِ .

    (39/ZÜMER,  9). … De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Doğrusu ancak akıl sahipleri (bunları) hakkıyla düşünür.

    hakkıyla düşünmek

    تَذَكَّرَ يَتَذَكَّرُ

    akıl sahipleri

    أُولُوا الْأَلْبَابِ

    hülasa, öz, akıl

    اَللُّبُّ ج اَلْأَلْبَابُ

      müsavi olmak, bir olmak, birbirine denk gelmek

    اِسْتَوَى يَسْتَوِي اِسْتِواَءً

                   

    7- وَقَالَ رَبُّكُمُ ادْعُونِي أَسْتَجِبْ لَكُمْ إِنَّ الَّذِينَ يَسْتَكْبِرُونَ عَنْ عِبَادَتِي سَيَدْخُلُونَ جَهَنَّمَ دَاخِرِينَ .

    (40/MÜ’MİN, 60). Rabbiniz şöyle buyurdu: Bana dua edin, kabul edeyim. Çünkü bana ibadeti bırakıp büyüklük taslayanlar aşağılanarak cehenneme gireceklerdir.

     

     

    cevap vermek, kabul etmek

    اِسْتَجاَبَ يَسْتَجِيبُ

    büyüklük taslayarak ve inat göstererek kabul etmemek

    اِسْتَكْبَرَ يَسْتَكْبِرُ عَنْ

    İsm-i fâil olup alçalan boyun eğen anlamındadır.

    دَاخِرٌ

    8- يَسْتَخْفُونَ مِنَ النَّاسِ وَلاَ يَسْتَخْفُونَ مِنَ اللّهِ وَهُوَ مَعَهُمْ إِذْ يُبَيِّتُونَ مَا لاَ يَرْضَى مِنَ الْقَوْلِ وَكَانَ اللّهُ بِمَا يَعْمَلُونَ مُحِيطًا .

    (4/NİSÂ, 108). İnsanlardan gizler de Allah’tan gizlemezler. Halbuki geceleyin, O’nun razı olmadığı sözü düzüp kurarken O, onlarla beraber idi. Allah yaptıklarını kuşatıcıdır (O’nun ilminden hiçbir şeyi gizleyemezler).

    geceleyin tedbir etmek

    بَيَّتَ يُبَيِّتُ

    gizlenmek

    اِسْتَخْفَى يَسْتَخْفِي

    kuşatıcı, kuşatan

    مُحِيطًا (أَحاَطَ يُحِيطُ)

    razı olmak

    رَضِيَ يَرْضَى

    9- وَإِمَّا يَنْزَغَنَّكَ مِنَ الشَّيْطَانِ نَزْغٌ فَاسْتَعِذْ بِاللّهِ إِنَّهُ سَمِيعٌ عَلِيمٌ .

    (7/A’RÂF, 200). Eğer şeytanın fitlemesi seni dürterse hemen Allah’a sığın. Çünkü O, işitendir, bilendir.

    vesvese, dürtük

    نَزْغٌ

    dürtüklemek, vesvese vermek

    نَزَغَ يَنْزَغُ نَزْغاً

    sığınmayı talep etmek, sığınmaya çalışmak

    اِسْتَعَاذَ يَسْتَعِيذُ اِسْتِعاَذَةً

    10- فَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ وَاسْتَغْفِرْهُ إِنَّهُ كَانَ تَوَّابًا .

    (110/NASR, 3). Rabbine hamdederek O’nu tesbih et ve O’ndan mağfiret dile. Çünkü O, tevbeleri çok kabul edendir.

    mağfireti çok olan, tevbeleri kabul eden

    تَوَّابٌ

    11- قُلْ أَؤُنَبِّئُكُمْ بِخَيْرٍ مِنْ ذَلِكُمْ لِلَّذِينَ اتَّقَوْا عِنْدَ رَبِّهِمْ جَنَّاتٌ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا وَأَزْوَاجٌ مُطَهَّرَةٌ وَرِضْوَانٌ مِنَ اللّهِ وَاللّهُ بَصِيرٌ بِالْعِبَادِ .

    (3/ÂL-İ İMRÂN, 15). (Resûlüm!) De ki: Size bunlardan daha iyisini bildireyim mi? Takvâ sahipleri için Rableri yanında, içinden ırmaklar akan, ebediyyen kalacakları cennetler, tertemiz eşler ve (hepsinin üstünde) Allah’ın hoşnutluğu vardır. Allah kullarını çok iyi görür.

    korundu, sakındı

    اِتَّقَى يَتَّقِي

    rıza, hoşnutluk

    رِضْوَانٌ

    haber verdi

    نَبَّأَ يُنَبِّئُ  بِ

    tertemiz

    مُطَهَّرَةٌ (طَهَّرَ يُطَهِّرُ)

    زَوْجٌ ج أَزْوَاجٌ

                 

    12- وَمَنْ يَعْمَلْ سُوءًا أَوْ يَظْلِمْ نَفْسَهُ ثُمَّ يَسْتَغْفِرِ اللّهَ يَجِدِ اللّهَ غَفُورًا رَحِيمًا .

    (4/NİSÂ, 110). Kim bir kötülük yapar yahut nefsine zulmeder de sonra Allah’tan mağfiret dilerse, Allah’ı çok yarlığayıcı ve merhametli bulacaktır.

  • İstifal Babı Mezid Fiiller

     

    C) SÜLÂSÎ MÜCERREDE ÜÇ HARF İLÂVESİYLE KURULAN

    MEZÎD FİİLLER

    Sülâsi mücerrede üç harf ilavesiyle kurulan 6 harfli fiiller 4 şekilde  gelir:

    Masdar

    Muzâri

    Mâzî

    اِسْتِفْعَالاً

    يَسْتَفْعِلُ

    اِسْتَفْعَلَ

    اِسْتِغْفاَراً

    يَسْتَغْفِرُ

    اِسْتَغْفَرَ

    af istemek

    af istiyor

    bağış, af istedi

     

    اِفْعِيعاَلاً

    يَفْعَوْعِلُ

    اِفْعَوْعَلَ

    اِعْشِيشاَباً

    يَعْشَوْشِبُ

    اِعْشَوْشَبَ

    yemyeşil olmak

    yemyeşil oluyor

    yemyeşil oldu

    اِفْعِواَّلاً

    يَفْعَوِّلُ

    اِفْعَوَّلَ

    اِجْلِواَّزاً

    يَجْلَوِّزُ

    اِجْلَوَّزَ

    çok hızlı gitmek

    çok hızlı gidiyor

    (Develer) çok hızlı gitti

    اِفْعِيلاَلاً

    يَفْعاَلُّ

    اِفْعاَلَّ

    اِحْمِيراَراً

    يَحْماَرُّ

    اِحْماَرَّ

     

     

    kıpkırmızı oldu

    1) İSTİF’ÂL اِسْتِفْعَال  BÂBI

    Mâzî fiilin başına إسْتَ yaniإ    س  ve ت harflerinin eklenmesiyle yapılır.

     

     

    Masdar

    Muzâri

    Mâzî

     

     

    اِسْتِفْعَالاً

    يَسْتَفْعِلُ

    اِسْتَفْعَلَ

    خَرَجَ

    den

    اِسْتِخْرَاجٌ

    يَسْتَخْرِجُ

    اِسْتَخْرَجَ

     

     

    çıkarmak

    çıkarıyor

    çıkardı

    Gayesi: Hakîkî veya mecâzî manada istek cümlelerinde kullanılır. Ya da bir halden diğer bir hale geçişi göstermekte kullanılır:

    غَفَرَ

    bağışladı, affetti

    اِسْتَغْفَرَ

    af, bağış istedi

    اِسْتَغْفَرْتُ اللَّهَ.

    Allah’tan mağfiret diledim.

    اِسْتَخْرَجَ خَالِدٌ الْمَالَ.

    Halit malı çıkardı.

    اِسْتَحْجَرَ الطِّينُ.

    Çamur taş kesildi.
             

    Görüldüğü gibi bu fiil bazen müteaddî yani mef’ûl alan bazen de lâzım olarak kullanılır. إسْتِفْعَالٌ bâbından gelen fiillerin hangisinin birşey istemekte veya bir işe seçildiğini göstermekte kullanıldığını ancak Araplardan ya da sözlüklerden anlayabiliriz. 

    Diğer örnekler:

    عَلِمَ

    bildi

    اِسْتَعْلَمَ

    bilmek istedi

    غَفَرَ

    bağışladı, affetti

    اِسْتَغْفَرَ

    af, bağış istedi

    سَقَى

    su verdi

    اِسْتَسْقَى

    su istedi

    خَلَفَ

    birinin yerine geçti

    اِسْتَخْلَفَ

    halife seçildi

    عَمِلَ

    işledi, yerine getirdi

    اِسْتَعْمَلَ

    çalıştırdı, kullandı
             

    إسْتِفْعَال  bâbı bazı fiillerin anlattığı sıfatın bulunduğunu da gösterir:

    حَسُنَ

    iyi oldu

    حَسَنٌ

    iyi

    اِسْتَحْسَنَ

    iyi buldu

    قَبُحَ

    çirkin oldu

    قَبِيحٌ

    çirkin

    اِسْتَقْبَحَ

    çirkin buldu

    ثَقُلَ

    ağır oldu

    ثقِيلٌ

    ağır

    اِسْتَثْقَلَ

    ağır buldu

     

    Mâzî Çekimi

    اِسْتَخْرَجُوا

    اِسْتَخْرَجَا

    اِسْتَخْرَجَ

    çıkardı

    اِسْتَخْرَجْنَ

    اِسْتَخْرَجَتَا

    اِسْتَخْرَجَتْ

     

     

    اِسْتَخْرَجْتَ

     

    Mâzî Meçhûl Çekimi

    اُسْتُخْرِجُوا

    اُسْتُخْرِجَا

    اُسْتُخْرِجَ

    çıkarıldı

    اُسْتُخْرِجْنَ

    اُسْتُخْرِجَتَا

    اُسْتُخْرِجَتْ

     

     

    اُسْتُخْرِجْتَ

     

    Meçhûl mâzîde esre olan ek elif (ا ) harfi ötre ve سْ  den sonraki  ت harfi ötre yapılır.

     

    Muzâri Çekimi

     

    يَسْتَخْرِجُونَ

    يَسْتَخْرِجَانِ

    يَسْتَخْرِجُ

    çıkarıyor

    يَسْتَخْرِجْنَ

    تَسْتَخْرِجاَنِ

    تَسْتَخْرِجُ

     

     

    تَسْتَخْرِجُ

     

                                  Muzâri Meçhûl Çekimi

     

    يُسْتَخْرَجُونَ

    يُسْتَخْرَجَانِ

    يُسْتَخْرَجُ

    çıkarılıyor

    يُسْتَخْرَجْنَ

    تُسْتَخْرَجَانِ

    تُسْتَخْرَجُ

     

     

    … 

    تُسْتَخْرَجُ

     
                         

    Görüldüğü gibi muzâri meçhûl çekimi diğer mezîdlerde olduğu gibi muzaraat harfi ötre, sondan ikinci harfin üstün okunması ile yapılır.

    Emr-i Hâzırı

     

    اِسْتَخْرِجُوا

    اِسْتَخْرِجَا

    اِسْتَخْرِجْ

    çıkar Muhâtab

    اِستَخْرِجْنَ

    اِسْتَخْرِجَا

    اِسْتَخْرِجِي

      Muhâtaba
               

    İsm-i Fâili   مُسْتَخْرِجٌ   çıkaran    İsm-i Mef’ûlü      مُسْتَخْرَجٌ    çıkarılan

    İstif’âl Kalıbında Misâl Fiiller:

    اِسْتَيْقَنَ    يَسْتَيْقِنُ    اِسْتِيْقاَناً  kesin inandı

    اِسْتَوْقَفَ   يَسْتَوْقِفُ  اِسْتِيْقاَفاً    durdurdu

    İstif’âl Kalıbında Muzaaf Fiil İstif’âl Kalıbında Nâkıs Fiil
    Mâzî اِسْتَدَلَّ  delil gösterdi Mâzî اِسْتَسْقَى  su istedi
    Muzâri يَسْتَدِلُّ Muzâri يَسْتَسْقِي
    İsm-i Fâil مُسْتَدِلٌّ İsm-i Fâil مُسْتَسْقٍ
    İsm-i Mef’ûl  مُسْتَدَلٌّ İsm-i Mef’ûl  مُسْتَسْقىً
    Masdar اِسْتِدْلاَلٌ Masdar اِسْتِسْقاَءً
    Mansûb H. يَسْتَدِلَّ Mansûb H. يَسْتَسْقِىَ
    Meczûm H. يَسْتَدِلَّ – يَسْتَدْلِلْ Meczûm H. يَسْتَسْقِ

    İstif’âl Kalıbında Ecvef Fiiller

    Mâzî

    اِسْتَقاَمَ dosdoğru oldu

    İsm-i Mef’ûl  مُسْتَقاَمٌ
    Muzâri

    يَسْتَقِيمُ

    Masdar اِسْتِقاَمَةٌ
    Emir

    اِسْتَقِمْ

    Mansûb H. يَسْتَقِيمَ
    İsm-i Fâil

    مُسْتَقِيمٌ

    Meczûm H. يَسْتَقِمْ

     

    Cümle Örnekleri:

    1- اِسْتَلْقَى[1] الْوَلَدُ عَلَى سَرِيرِهِ – اِسْتَيْقَظْتَ فِي أَحَدِ أَياَّمِ رَمَضاَنَ وَ أَنْتَ مَرِيضٌ جِداًّ . ماَذاَ تَفْعَلُ ؟ أَذْهَبُ إِلَى طَبِيبٍ مُسْلِمٍ وَ إِذاَ طَلَبَ مِنِّي أَنْ أُفْطِرَ أَسْمَعُ كَلاَمَهُ .

    2- اِنْتَظَرَ الْأَبْناَءُ فِي الْمَطاَرِ لِاِسْتِقْباَلِ أَبِيهِمْ – اِنْتَظَرَ الْأَبْناَءُ فِي الْمَطاَرِ لِيَسْتَقْبِلُوا أَباَهمْ – اِنْتَظَرَ الْأَبْناَءُ فِي الْمَطاَرِ كَيْ يَسْتَقْبِلُوا أَباَهمْ – اِنْتَظَرَ الْأَبْناَءُ فِي الْمَطاَرِ حَتَّى يَسْتَقْبِلُوا أَباَهمْ.

    3- ذَهَبَ التَّلاَمِيذُ إِلَى الْمَعْمَلِ لِيَسْتَمِعُوا إِلَى الدَّرْسِ – سَيَسْتَخْرِجُ الْمُهَنْدِسُونَ الْبتْرُولَ مِنَ الْآباَرِ.

    4- نَحْنُ سَنَجْتَمِعُ لِلْقِراَءَةِ فِي مَكْتَبَةِ الْمَدْرَسَةِ  –اِسْتَخْرَجَ الْمُهَنْدِسُونَ الْفَحْمَ.

    5- أَ كاَناَ يُرِيداَنِ أَنْ يَسْتَقْبِلاَ واَلِدَهُماَ – لاَ، لَمْ يَكُوناَ يُرِيداَنِ اسْتِقْباَلَهُ.

    6- اِسْتَدْعاَكَ الْمُدِيرُ لِأَنَّكَ غِبْتَ عَنِ الْمَدْرَسَةِ أُسْبُوعاً قَضَيْتَهُ مَعَ واَلِدِكَ بِالْمُسْتَشْفَى، ماَذاَ تَفْعَلُ؟

    7- هَلْ أَسْتَطِيعُ أَنْ أَسْتَعِيرَهُ ؟ نَعَمْ يُمْكِنُكَ اِسْتِعاَرَتُهُ – هَذاَ الْاِسْتِبْياَنُ يُحاَوِلُ أَنْ يَعْرِفَ رَأْيَكَ فِي الْواَجِبِ الْمَنْزِلِيِّ.

    8- تَسْتَقْبِلُ فاَطِمَةُ أَخَواَتِهاَ لِأَنَّهُنَّ قادِماَتٌ – هُوَ يَجْلِسُ خَلْفَ الطاَّوِلَةِ وَ يَسْتَمِعُ إِلَى الرَّادْيُو.

    9- إِسْتَعِداَّ لِلسَّفَرِ – هَلْ هُماَ يَسْتَعِداَّنِ للِسَّفَرِ ؟ نَعَمْ، هُماَ مُسْتَعِداَّنِ لِلسَّفَرِ – هُماَ يَسْتَعِداَّنِ الْآنَ لِلصًّلاَةِ.

    10- هُمْ  يَسْتَعِدُّونَ الْآنَ لِلنَّوْمِ –  أَنْتِ تَسْتَعْمِليِنَ أَلْواَناً جَميِلَةً – مَنْ تُساَعِدُ ؟ أُساَعِدُ صَدِيقَيَّ.[2]

    11- مَتَى تَسْتَيْقِظُ يَوْمَ الْجُمْعَةِ ؟ عاَدَةً أَسْتَيْقِظُ مُبَكِّراً فيِ الساَّدِسَةِ صَباَحاً تَقْريِباً . أُصَلِّي الصُّبْحَ ثُمَّ أَقْرَأُ الْقُرْآنَ الْكَريِمَ.

    12- يُحِبُّ الناَّسُ الْإِجاَزاَتِ لِأَنَّهُمْ يَسْتَرِيحُونَ فِيهاَ مِنْ تَعَبِ الْعَمَلِ- اَلتَّلاَمِيذُ يَسْتَذْكِرُونَ دُرُوسَهُمْ فِي الْمَنْزِلِ.

    13- اَلْمُؤْمِنُ دُعاَءُهُ مُسْتَجاَبٌ – يُسْتَقْبَلُ الضُّيُوفُ بِالْاِحْتِراَمِ – اَلضُّيُوفُ مُسْتَقْبَلُونَ بِالْاِحْتِراَمِ.

    14- مَنْ يَرْغَبْ فِي تَقْدِيرِ زُمَلاَئِهِ وَ رُؤَساَئِهِ يَسْتَمِرَّ فِي أَداَءِ عَمَلِهِ عَلَى الْوَجْهِ الْأَكْمَلِ.

    Tercüme:

    1- Çocuk yatağına uzandı. Ramazan günlerinin birinde uyandın ve çok hastasın. Ne yaparsın? Müslüman bir doktora giderim, eğer benim iftar etmemi isterse onun sözünü dinlerim.

    2- Oğullar  babalarını karşılamak için hava alanında bekledi.(Hepsi aynı mana).

    3- Öğrenciler dersi dinlemek için laborauvara gitti. Mühendisler kuyulardan petrol çıkaracak.

    4- Biz okulun kütüphanesinde okumak için toplanacağız. Mühendisler kömür çıkardı.

    5- İkisi babalarını karşılamak istiyorlar mıydı? Hayır, onu karşılamak istemiyorlardı.

    6- Babanla hastanede geçirdiğin bir hafta yokluğun için (bir hafta okulda olmadığın için) müdür seni çağırdı, ne yaparsın?

    7- Onu ödünç alabilir miyim? Evet, onu ödünç alman mümkün. Bu anket ev ödevi konusunda görüşünü anlamaya çalışıyor.

    8- Fâtıma kız kardeşlerini karşılıyor. Çünkü geliyorlar. O masanın arkasında oturup radyo dinliyor.

    9- İkiniz yolculuk için hazır olun. Onlar (o ikisi) yolculuk için hazır mı? Evet, yolculuk için hazırlar. İkisi namaz için hazırlanıyor.

    10- Onlar şimdi uyumak için hazırlanıyor. Sen güzel renkler kullanıyorsun. Kime yardım ediyorsun? İki arkadaşıma yardım ediyorum.

    11- Cuma günü ne zaman uyanırsın? Genellikle sabah saat takrîben altıda erken uyanırım. Sabah namazını kılar sonra Kur’ân-ı Kerim okurum.

    12- İnsanlar tatili sever. Çünkü onda iş yorgunluğundan dinlenirler. Öğrenciler evde derslerini müzakere ediyorlar.

    13- Mü’minin duası müstecabtır (kabul edilir). Misafirler saygıyla karşılanır.

    14- Kim arkadaşlarının ve başkanlarının takdirini arzu ederse işini en iyi şekilde yapmaya devam etsin.

    Not: Sülâsiye üç harf ziyadesiyle kurulan diğer bablar az kullanılır. Gene de kısaca açıklama yapmak faydalı olacaktır.

     

  • Mezid Fiiller Tefaul Babı

     

    5) TEFÂUL (تَفَاعُل)  BÂBI

    Sülâsî fiilin başına bir تَ harfi ile fâel fiili ile aynel fiili arasına bir elif ilavesiyle yapılır.

    Masdar

    Muzâri

    Mâzî

    تَفَاعُلاً

    يَتَفَاعَلُ

    تَفَاعَلَ

    تَبَاعُداً

    يَتَبَاعَدُ

    تَبَاعَدَ

    uzaklaşmak uzaklaşıyor

    uzaklaştı

    Gayesi: Bu bab iki veya daha çok kişiler arasındaki işbirliğini anlatır.

    تَبَاعَدَ خَالِدٌ وَجَمَالٌ.

    Halit ve Cemal uzaklaştı

    تَصَالَحَ الْقَوْمُ.

    Kavim (o topluluk) barıştı

    تَفَاعُل  bâbından bazı fiiller yapmacığı bildirir.  Örnek:

    مَرِضَ

    hastalandı

    تَمَارَضَ

    yalancıktan hasta oldu (hasta gibi göründü)

    مَاتَ

    öldü

    تَمَاوَتَ

    ölü gibi göründü

    جَهِلَ

    cahil oldu

    تَجَاهَلَ

    cahil gibi göründü

    تَفَاعُل   bâbı bazende üç harfli fiilin manasında şiddet ifade eder.  Örnek:

    سَقَطَ

    düştü

    تَسَاقَطَ

    şiddetle düştü

    (تَفَاعُل) bâbının Mâzî Çekimi:

    تَبَاعَدُوا

    تَبَاعَداَ

    تَبَاعَدَ

    uzaklaştı

    تَبَاعَدْنَ

    تَبَاعَدَتَا

    تَبَاعَدَتْ

     

     

     

    تَبَاعَدْتَ…   

     

                 Mâzî Meçhûl Çekimi

     

    تُبُوعِدُوا

    تُبُوعِداَ

    تُبُوعِدَ

    uzaklaşıldı

    تُبُوعِدْنَ

    تُبُوعِدَتَا

    تُبُوعِدَتْ

     

     

    تُبُوعِدْتَ

     
                 

    Görüldüğü gibi mâzî meçhûl yapılışta kaide: Başa eklenen تَ harfi ile fael fiil ötre yapılır, araya ilave edilen elif (ا) harfi vâv (و) harfine çevrilir ve sondan ikinci harf esre okunur.

      

    Muzâri Çekimi                                                    

    يَتَبَاعَدُونَ

    يَتَبَاعَدَانِ

    يَتَبَاعَدُ

    uzaklaşıyor

    يَتَبَاعَدْنَ

    تَتَبَاعَدَانِ

    تَتَبَاعَدُ

     

     

     

    تَتَبَاعَدُ…

     

        Muzâri Meçhûl Çekimi

    يُتَبَاعَدُونَ

    يُتَبَاعَدَانِ

    يُتَبَاعَدُ

    uzaklaşılıyor

    يُتَبَاعَدْنَ

    تُتَبَاعَدَانِ

    تُتَبَاعَدُ

     

     

    تُتَبَاعَدُ

     

    Bu bâbın meçhûlleri az kullanılır.

                                                Emr-i Hâzırı  

    تَبَاعَدُوا

    تَبَاعَدَا

    تَبَاعَدْ

    uzaklaş

    Muhâtab

    تَبَاعَدْنَ

    تَبَاعَدَا

    تَبَاعَدِي

     

    Muhâtaba
                 

    İsm-i Fâili  مُتَبَاعِدٌ  uzaklaşan       İsm-i Mef’ûlمُتَبَاعَدٌ   uzaklaşılan

    Nâkıs Tefâaul’un Çekimi:    تَناَسَى (unutmuş gibi göründü)

    Mâzî تَناَسَى İsm-i Fâil مُتَناَسٍ
    Muzâri يَتَناَسَى İsm-i Mef’ûl  مُتَناَسىً
    Emir  تَناَسَ Masdar تَناَسٍ

    Cümle Örnekleri:

    1- اِشْتَرَى الرَّجُلُ دُكاَّنَيْنِ مُتَجاَوِرَيْنِ – إِنْ تَتَواَضَعْ يَحْتَرِمْكَ الناَّسُ.

    2- مَتَى يَنْظُرِ الْمَرْءُ إِلَى الْحَياَةِ بِتَفاَؤُلٍ يَنْجَحْ فِي التَّغَلُّبِ عَلَى مَتاَعِبِهاَ.

    3- أَيْنَماَ تُصاَدِفْ مِنْ فَشَلٍ تَدْرُسْ أَسْباَبَهُ – ماَ تُقاَبِلْ مِنْ مَواَقِفِ الْحَياَةِ يُكْسِبْكَ الْخِبْرَةَ.

    4- تَقاَبَلَ الْفَرِيقاَنِ – ماَ أَحْسَنَ أَنْ يَتَعاَوَنَ الْمُسْلِمُونَ – ماَ أَحْسَنَ تَعاَوُنَ الْمُسْلِمِينَ.

    5- اَلضُّيُوفُ يَتَناَوَلُونَ الطَّعاَمَ فِي الْمَطْعَمِ فَلاَ تَتَناَوَلاَهُ فِي غُرْفَتِكُماَ.

    6- تَباَدَلَ الْفَرِيقاَنِ الْأَماَكِنَ – أَ كُنْتَ تُرِيدُ أَنْ تَتَناَوَلَ الطَّعاَمَ ؟ لاَ ، لَمْ أَكُنْ أُرِيدُ تَناَوُلَهُ.

    Tercüme:

    1- Adam birbirine komşu iki dükkan satın aldı. Mütevazi olursan insanlar sana hürmet eder.

    2- Kişi ne zaman hayata iyimserlikle bakarsa yorgunluklara galib gelmede başarılı olur.

    3- Her nerede başarısızlıkla karşılaşırsan sebeblerini incele. Hayat şartlarından neyle karşılaşırsan sana tecrübe kazandırır.

    4- İki takım karşılaştı. Müslümanların birbirleriyle yardımlaşması ne kadar güzel. (Aynı mana masdarla kurulmuş).

    5- Misafirler lokantada yemek yiyor, ikiniz odanızda yemeyin.

    6- İki takım yerleri değişti. Yemek yemek istiyor muydun? Hayır yemek istemiyordum.

    TEFÂUL BÂBI İLE İLGİLİ AYETLER

    1- وَالْعَصْرِ ¯ إِنَّ الْإِنْسَانَ لَفِي خُسْرٍ ¯ إِلاَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَتَوَاصَوْا بِالْحَقِّ وَتَوَاصَوْا بِالصَّبْرِ .

    (103/ASR, 1, 2, 3). Asra yemin ederim ki, insan gerçekten ziyan içindedir. Bundan ancak iman edip iyi ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler müstesnadır.

    asır, yüzyıl, ikindi vakti, zaman, devir

    اَلْعَصْرُ

    birbirine tavsiye etmek

    َتَوَاصَى يَتَواَصَى

    iyi işler

    اَلصَّالِحَاتُ

           

    2- تَعْرِفُ فِي وُجُوهِهِمْ نَضْرَةَ النَّعِيمِ ¯ يُسْقَوْنَ مِنْ رَحِيقٍ مَخْتُومٍ ¯ خِتَامُهُ مِسْكٌ وَفِي ذَلِكَ فَلْيَتَنَافَسِ الْمُتَنَافِسُونَ .

    (83/MUTAFFİFİN 24, 25, 26). (Cennette) Onların yüzünde nimetlerin sevincini görürsün. Kendilerine mühürlü hâlis bir içki içirilir. Onun içiminin sonunda misk kokusu vardır. İşte yarışanlar ancak onda yarışsınlar.

    içmek

    سَقَى يَسْقِي سَقْياً

    sevinç, parlaklık, neşe

    نَضْرَةٌ

    yarışmak, müsabaka yapmak

    تَناَفَسَ يَتَناَفَسُ تَناَفُساً

    güzel koku

    مِسْكٌ

    yarışanlar, müsabaka yapanlar

    اَلْمُتَنَافِسُونَ

    en iyi şarap (içecek)

    اَلرَّحِيقُ

    onun sonu (onun son içimi, son yudumu misk kokusu verir mealinde)

    خِتَامُهُ

    üzeri mühürlenmiş manasında olup onlardan başka hiçbir kimsenin mührünü açamaması demektir.

    مَخْتُومٌ

             

    3- وَأَقْبَلَ بَعْضُهُمْ عَلَى بَعْضٍ يَتَسَاءَلُونَ .

    (37/SAFFAT, 27). (İşte bu duruma düştükleri vakit) onlardan bir kısmı diğerlerine yönelir,  birbirlerini sorumlu tutmaya çalışırlar.

    yöneldi, geldi

    أَقْبَلَ يُقْبِلُ إِقْباَلاً

    birbirlerine sordu, soruşturdu, sorumlu tutmaya çalıştı

    تَساَءَلَ يَتَسَاءَلُ تَساَءُلاً

    4- يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنَّا خَلَقْنَاكُمْ مِِنْ ذَكَرٍ وَأُنْثَى وَجَعَلْنَاكُمْ شُعُوبًا وَقَبَائِلَ لِتَعَارَفُوا إِنَّ أَكْرَمَكُمْ عِنْدَ اللَّهِ أَتْقَاكُمْ إِنَّ اللَّهَ عَلِيمٌ خَبِيرٌ .

    (49/HUCURÂT, 13). Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en değerli olanınız, O’ndan en çok korkanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden haberdardır.

     

    ذَكَرٌ ج ذُكُورٌ

    erkek

    أُنْثَى ج  إِناَثٌ

    kadın

    أَكْرَمَ

    en değerli  

    شَعْبٌ ج شُعُوبٌ

    millet

    قَبِيلَةٌ ج قَبَائِلَ

    kabile

    تَعاَرَفَ يَتَعاَرَفُ

    tanışmak

    لِتَعَارَفُوا

    tanışmanız için (aslı لِتَتَعَارَفُوا )

    5- إِنَّ الْمُتَّقِينَ فِي مَقَامٍ أَمِينٍ ¯ فِي جَنَّاتٍ وَعُيُونٍ ¯ يَلْبَسُونَ مِنْ سُنْدُسٍ وَإِسْتَبْرَقٍ مُتَقَابِلِينَ.

    (44/DUHAN, 51, 52, 53). Müttakîler ise hakikaten emin (güvenilir) bir makamda, cennetlerde ve pınar başlarındadırlar. İnce ipekten ve parlak atlastan giyerek karşılıklı otururlar.

    kalın ipek, atlas

    اَلْإِِسْتَبْرَقُ

    ince ve halis dokunmuş ipek

    اَلسُّنْدُسُ

     

     

    karşılıklı, karşı karşıya

    اَلْمُتَقَابِلُ

               
  • Tefaul Babı Mezid Fiiller

     

    4) TEFA’UL (تَفَعُّل) BÂBI

    Sülâsi mâzî fiilin başına bir  تَ   harfi ilave edilip aynel fiili şeddeli okunarak meydana gelir.

    Masdar

    Muzâri

    Mâzî

    تَفَعُّلاً

    يَتَفَعَّلُ

    تَفَعَّلَ

    تَعَلُّماً

    يَتَعَلَّمُ

    تَعَلَّمَ

    öğrenmek

    öğreniyor

    öğrendi

    Gayesi: Tefa’ul bâbına giren sülâsî fiil o fiilin peyderpey belli bir aşamadan ve süreden sonra oluştuğuna işaret eder. Anlam olarak hemen hemen sülâsî kökündeki manayı verir:

    عَلِمَ

    bildi

    عَلَّمَ

    öğretti

    تَعَلَّمَ

    öğrendi

    نَزَلَ

    indi

    تَنَزَّلَ

    indi  
                     

    Tefa’ul bâbının muzâri çekiminde fiilin başına ت harfi iki defa geldiği için bazen birinin atıldığı görülür:

    تَتَنَزَّلُ (indi) yerine;    تَنَزَّلُ

     

    تَنَزَّلُ الْمَلاَئِكَةُ وَ الرُّوحُ..

    Melekler ve ruh iner (Kadir, 4).  

                                                       

     

    Mâzî Çekimi

     

    تَعَلَّمُوا

    تَعَلَّمَا

    تَعَلَّمَ

    öğrendi  

    تَعَلَّمْنَ

    تَعَلَّمَتَا

    تَعَلَّمَتْ

       

     

    تَعَلَّمْتَ

       

    Mâzî Meçhûl Çekimi

    تُعُلِّمُوا

    تُعُلِّمَا

    تُعُلِّمَ

    öğrenildi

    تُعُلِّمْنَ

    تُعُلِّمَتَا

    تُعُلِّمَتْ

     

     

    تُعُلِّمْتَ

     

                         

    Görüldüğü gibi mâzî meçhûl yapımında; tüm mezîd fiillerde olduğu gibi mâzî birinci harf ötre, sondan bir önceki harf de esre yapılır.

    Muzâri  Çekimi

    يَتَعَلَّمُونَ

    يَتَعَلَّمَانِ

    يَتَعَلَّمُ

    öğreniyor

    يَتَعَلَّمْنَ

    تَتَعَلَّمَانِ

    تَتَعَلَّمُ

     

     

     

    تَتَعَلَّمُ…

     

           Muzâri Meçhûl Çekimi

    يُتَعَلَّمُونَ

    يُتَعَلَّمَانِ

    يُتَعَلَّمُ

    öğreniliyor

    يُتَعَلَّمْنَ

    تُتَعَلَّمَانِ

    تُتَعَلَّمُ

     

     

    تُتَعَلَّمُ

     
               

    Görüldüğü gibi muzâri meçhûl için; muzâri harfi ötre okunup sondan bir önceki harf de üstün yapılır.

    تَفَعُّلْ  Bâbının Emr-i Hâzır Çekimi

    تَعَلَّمُوا

    تَعَلَّمَا

    تَعَلَّمْ

    öğren  Muhâtab 

    تَعَلَّمْنَ

    تَعَلَّمَا

    تَعَلَّمِي

               Muhâtaba 

    İsm-i Fâili           مُتَعَلِّمٌ     öğrenen       

    İsm-i Mef’ûlü      مُتَعَلَّمٌ    öğrenilen

      

    Nâkıs Tefa’ul Çekimi:

    تَوَفَّى  يَتَوَفَّى (vefat etti, öldü)

    Mâzî تَوَفَّى Masdar تَوَفُّياً
    Muzâri يَتَوَفَّى Mâzî Meçhûl تُوُفِّىَ
    Emir   تَوَفَّ Muzâri Meçhûl  يُتَوَفَّى
    İsm-i Fâil مُتَوَفٍّ Meçhûl Mansûb يُتَوَفَّى
    İsm-i Mef’ûl  مُتَوَفىًّ Meçhûl  Meczûm يُتَوَفَّ

    Not: Bu fiilin malûm mâzîsi رَمَى nın, meçhûl mâzîsi رَضِيَ fiilinin çekimlerine benzer. Muzâri يَرْضَى fiilinin meçhûl çekimi ise يُرْضَى çekimindedir[20].

    Cümle Örnekleri:

    (Aşağıda görüldüğü gibi if’ilâl bâbı az kullanılırken tefa’ul bâbı oldukça yaygın ve çok kelimeye sahiptir)

    1- قُمْ[21] بِأَعْماَلِكَ دُونَ أَنْ تَنْتَظِرَ جَزاَءً عاَجِلاً – لاَ تَتَوَقَّعْ جَزاَءً عاَجِلاً عَنْ كُلِّ عَمَلٍ  تَقُومُ بِهِ.

    2- قُمْ بِخِدَماَتِكَ دُونَ أَنْ تَنْتَظِرَ شُكْراً ظاَهِراً –  لاَ تَتَوَقَّعْ شُكْراً ظاَهِراً عَنْ كُلِّ خِدْمَةٍ تَقُومُ بِهاَ.

    3- تَحَدَّثَ الصَّدِيقاَنِ طَوِيلاً – أَتَمَنَّى أَنْ تَكُونَ مِنَ الناَّجِحِينَ فِي الْاِمْتِحاَنِ.

    4- لِمَ تَأَخَّرَ الْمُدَرِّسُونَ الْيَوْمَ ؟ مِمَّنْ تَتَكَوَّنُ أُسْرَتُكَ ؟ تَتَكَوَّنُ عاَئِلَتيِ مِنْ أَحَدَ عَشَرَ شَخْصاً.

    5- اِسْتَيْقَظَ خاَلِدٌ مِنَ النَّوْمِ مُبَكِّراً ثُمَّ تَوَضَّأَ وَ صَليَّ الصُّبْحَ – هُوَ يَتَمَنَّي أَنْ يَكوُنَ مُهَنْدِساً.

    6- هُوَ يُفَضِّلُ الْقِراءَةَ – تَفَضَّليِ ياَ أُمِّي تَناَوَليِ الدَّواَءَ أَوَّلاً ثُمَّ اشْرَبِ الْماَءَ ثاَنِياً .

    7- لاَ تَتَأَخَّريِ فيِ الْمَدْرَسَةِ – لاَ تَتَأَخَّراَ فيِ الْمَدْرَسَةِ -لاَ تَتَأَخَّرْنَ فيِ السُّوقِ -لاَ تَتَأَخَّروُا فيِ الْحَديِقَةِ.

    8- سَيَتَوَضَّأُ التَّلاَميِذُ بالْماَءِ  –أَنْتِ تَتَأَخَّريِنَ قَليِلاً – أَهْلاً ياَ عَميِّ تَفَضَّلْ أُدْخُلْ – أَهْلاً وَ سَهْلاً.

    9- تَفَضَّلْ، أُنْظُرْ هَلْ هَذِهِ حَقِيبَتُكَ – مَعْذِرَةً هَذِهِ لَيْسَتْ حَقيِبَتِي، هِيَ مِثْلُهاَ فيِ اللَّوْنِ فَقَطْ.

    10- تَعَجَّبَ إِبْراَهيِمُ لِأَنَّ هَذِهِ الْحَقيِبَةَ تُشْبِهُ حَقيِبَتَهُ – تَذَكَّرَ إِبْراَهيِمُ أَخيِراً مَكاَنَ حَقِيبَتِهِ.

    11- هلْ تَتَحَدَّثُ الْعَرَبِيَّةَ جَيِّداً ؟ نَعَمْ أَتَحَدَّثُ الْعَرَبِيَّةَ جَيِّداً .

    12- تَحَدَّثَ الْمُدَرِّسُ عَنِ الصَّلاَةِ – قاَلَ الْوَلَدُ لِأُمِّهِ “عيِدٌ مُباَرَكٌ ياَ أُمِّي وَ أَرْجوُ أَنْ تَكُونيِ داَئِماً بِخَيْرٍ وَ صِحَّةٍ جَيِّدَةٍ. قاَلَ لِواَلِدِهِ : “عيِدٌ سَعيِدٌ ياَ أَبيِ وَ أَتَمَنيَّ أنْ تَكوُنَ داَئِماً سَعيِداً.

    13- أَتَناَوَلُ السَّحوُرَ قَبْلَ أَذاَنِ الصُّبْحِ – كَتَبَ الْمُدَرِّسُ أسْماَءَناَ – اَلتِّلْمِيذاَتُ يَتَكَلَّمْنَ فِي الْفِناَءِ مَعَ الْأُسْتاَذِ.

    14- بَعْدَ الصَّلاَةِ تَحَدَّثَ الْإِماَمُ عنْ فَواَئِدِ الصَّلاَةِ – هَذِهِ هِيَ هِواَيَتِي الْمُفَضَّلَةُ.

    Tercüme:

    1- Acil bir karşılık beklemeden işlerini yap. Yaptığın her işten  acil bir karşılık umma.

    2. Hizmetlerini açık bir teşekkür beklemeden yap. Yaptığın her hizmetten açık bir teşekkür umma.

    3- İki arkadaş uzun süre konuştu. İmtihanda başarılılardan olmanı temennî ederim.

    4- Öğretmenler bugün niçin gecikti? Ailen kimlerden oluşuyor? Ailem 11 şahıstan oluşuyor.

    5- Halit uykudan erken uyandı sonra abdest aldı ve sabah namazını kıldı. O bir mühendis olmayı temenni ediyor.

    6- O okumayı tercih ediyor. Buyur ey anneciğim, önce ilacını al (iç), sonra (ikinci olarak) su iç.

    7- Okulda geç kalma. İkiniz okulda geç kalmayın. Çarşıda gecikmeyin. Bahçede gecikmeyin.

    8- Öğrenciler suyla abdest alacak. Sen biraz gecikiyorsun. Hoşgeldin ey amcacığım, buyur, gir. Hoşbulduk.

    9- Buyur, bak, bu senin çantan mı? Özür dilerim, bu benim çantam değil, o sadece renk bakımından onun benzeri.

    10- Bu çanta kendi çantasına benzediği için İbrâhim şaşırdı. Sonunda İbrâhim çantasının yerini hatırladı.

    11- Arapça’yı iyi konuşur musun? Evet, Arapça’yı iyi konuşurum.

     12- Öğretmen namaz hakkında konuştu. Çocuk annesine: “Bayramın mübârek olsun. Daima iyi ve iyi bir sıhhatte olmanı dilerim ey anne(ciği)m dedi. Babasına: “Mutlu bayramlar ey baba(cığı)m daima mutlu olmanı temenni ederim” dedi.

    13- Sahuru sabah ezanından önce yaparım. Öğretmen isimlerimizi yazdı. Öğrenciler avluda hocayla konuşuyorlar.

    14- Namazdan sonra imam namazın faydaları hakkında konuştu. İşte bu benim seçkin tercihimdir.

    ¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯

    İF’İLÂL VE TEFA’UL BÂBI İLE İLGİLİ AYETLER

    1- يَوْمَ تَبْيَضُّ وُجُوهٌ وَتَسْوَدُّ وُجُوهٌ فَأَمَّا الَّذِينَ اسْوَدَّتْ وُجُوهُهُمْ أَ كْفَرْتُم بَعْدَ إِيمَانِكُمْ فَذُوقُوا الْعَذَابَ بِمَا كُنْتُمْ تَكْفُرُونَ .

    (3/ÂL-İ İMRÂN, 106). Nice yüzlerin ağardığı, nice yüzlerin de karardığı günü (düşünün.) İmdi, yüzleri kararanlara: İnanmanızdan sonra kâfir mi oldunuz? Öyle ise inkâr etmiş olmanız yüzünden tadın azabı! (denilir).

    ağardı, beyazlaştı

    اِبْيَضَّ يَبْيَضُّ

    karardı, siyahlaştı

    اِسْوَدَّ يَسْوَدُّ اِسْوِداَداً

    tatmak, hissetmek

    ذاَقَ يَذُوقُ ذَوْقاً

    yüz

    وَجْهٌ ج وُجُوهٌ

    2- إِنَّا قَدْ أُوحِيَ إِلَيْنَا أَنَّ الْعَذَابَ عَلَى مَنْ كَذَّبَ وَتَوَلَّى .

    (20/TÂ HÂ, 48). Hakikaten bize vahyolundu ki: Azab (Peygamberleri) yalanlayan ve yüz çevirenleredir..

    3- الَّذِي يَرَاكَ حِينَ تَقُومُ ¯ وَتَقَلُّبَكَ فِي السَّاجِدِينَ .

    (26/ŞUARA, 218, 219). O ki, (gece namaza) kalktığın zaman seni görüyor. Secde edenler arasında dolaşmanı da (görüyor).

    gördü

    رَآ يَرَى رُؤْيَةً

    …dığı zaman

    حِينَ

    dolaşmak

    تَقَلَّبَ يَتَقَلَّبُ تَقَلُّباً

    kalktığın zaman

    حِينَ تَقُومُ

    4- وَتَوَكَّلْ عَلَى الْحَيِّ الَّذِي لاَ يَمُوتُ وَسَبِّحْ بِحَمْدِهِ وَكَفَى بِهِ بِذُنُوبِ عِبَادِهِ خَبِيرًا .

    (25/FURKÂN, 58). Ölmeyen ve (daima) diri olan Allah’a güvenip dayan. O’nu hamd ile tesbih et. O’nun kullarının günahlarından haberdar olması (bilmesi) yeter.

    tesbih etti (noksan sıfatlardan uzak olduğunu ikrar etti)

    سَبَّحَ يُسَبِّحُ تَسْبِيحاً

    dayanıp güvendi

    تَوَكَّلَ يَتَوَكَّلُ تَوَكُّلاً

    işlerin içyüzünü bilen, haberdar olan manasında Allah’ın isimlerinden biridir

    خَبِيرٌ

         

    5- …وَعلَى اللّهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ .

    (14/İBRÂHÎM, ll). … Müminler ancak Allah’a dayanıp güvensinler.

    6- …فَإِذَا عَزَمْتَ فَتَوَكَّلْ عَلَى اللّهِ إِنَّ اللّهَ يُحِبُّ الْمُتَوَكِّلِينَ .

    (3/ALİ İMRAN, 159)… Kararını verdiğin zaman da artık Allah’a dayanıp güven. Çünkü Allah, kendisine dayanıp güvenenleri sever.

    dayanıp güvenen 

    اَلْمُتَوَكِّلُ (تَوَكَّلَ يَتَوَكَّلُ)

    ciddi karar vermek, azmetmek

    عَزَمَ يَعْزِمُ عَزْماً

    7- وَأَمَّا مَنْ بَخِلَ وَاسْتَغْنَى ¯ وَكَذَّبَ بِالْحُسْنَى ¯ فَسَنُيَسِّرُهُ لِلْعُسْرَى ¯ وَمَا يُغْنِي عَنْهُ مَالُهُ إِذَا تَرَدَّى .

    (92/LEYL, 8-11). Kim cimrilik eder, kendini müstağni sayar, ve en güzeli de yalanlarsa biz de onu en zora yürütürüz. Düştüğü zaman da malı kendisine hiç fayda vermez.

    cimrilik etti

    بَخِلَ يَبْخَلُ بُخْلاً

    …e gelince

    أَمَّا

    en güzel

    الْحُسْنَى

    istiğna göstermek, ihtiyaç hissetmemek

    اِسْتَغْنَى يَسْتَغْنِي اِسْتِغْناَءً

    en zor

    اَلْعُسْرَى

    gezdirmek, dolaştırmak, yürütmek

    يَسَّرَ يُيَسِّرُ تَيْسِيراً

    (çukura) yıkılmak, yuvarlanmak

    تَرَدَّى يَتَرَدَّى

    fayda verdi

    أَغْنَى يُغْنِيعَنْهُ

                   

    8- يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لاَ تُلْهِكُمْ أَمْوَالُكُمْ وَلاَ أَوْلاَدُكُمْ عَن ذِكْرِ اللَّهِ وَمَنْ يَفْعَلْ ذَلِكَ فَأُولَئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ .

    (63/MÜNAFİKUN, 9). Ey iman edenler! Mallarınız ve çocuklarınız sizi Allah’ı anmaktan alıkoymasın. Kim bunu yaparsa işte onlar ziyana uğrayanlardır.

     

     

    oyaladı, alıkoydu

    أَلْهَى يُلْهِي إِلْهاَءً

    9- وَأَنْفِقُوا مِنْ ماَ رَزَقْنَاكُمْ مِنْ قَبْلِ أَنْ يَأْتِيَ أَحَدَكُمُ الْمَوْتُ فَيَقُولَ رَبِّ لَوْلاَ أَخَّرْتَنِي إِلَى أَجَلٍ قَرِيبٍ فَأَصَّدَّقَ وَأَكُنْ مِنَ الصَّالِحِينَ .

    (63/MÜNAFİKUN, 10). Herhangi birinize ölüm gelip de: “Rabbim! Beni yakın bir süreye kadar geciktirsen de sadaka verip iyilerden olsam! demesinden önce, size rızık olarak verdiğimizden harcayın.

    geciktirmek, tehir etmek

    اَخَّرَ يُؤَخِّرُ تَأْخِيراً

    gelmek

    أَتَى يَأْتِي إِتْياَناً

     

     

    aslı تَصَدَّقَ يَتَصَدَّقُ  sadaka vermek

    أَصَّدَّقَ يَصَّدَّقُ

               

    10- اَلَّذِينَ يَأْكُلُونَ الرِّبَا لاَ يَقُومُونَ إِلاَّ كَمَا يَقُومُ الَّذِي يَتَخَبَّطُهُ الشَّيْطَانُ مِنَ الْمَسِّ ذَلِكَ بِأَنَّهُمْ قَالُوا إِنَّمَا الْبَيْعُ مِثْلُ الرِّبَا وَأَحَلَّ اللّهُ الْبَيْعَ وَحَرَّمَ الرِّبَا فَمَنْ جَاءَهُ مَوْعِظَةٌ مِنْ رَبِّهِ فَانْتَهَى فَلَهُ مَا سَلَفَ وَأَمْرُهُ إِلَى اللّهِ وَمَنْ عَادَ فَأُولَئِكَ أَصْحَابُ النَّارِ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ .

    (2/BAKARA, 275). Faiz yiyenler (kabirlerinden), şeytan çarpmış kimselerin cinnet nöbetinden kalktığı gibi kalkarlar. Bu hal onların “Alım-satım tıpkı faiz gibidir” demeleri yüzündendir. Halbuki Allah, alım-satımı helâl, faizi haram kılmıştır. Bundan sonra kime Rabbinden bir öğüt gelir de faizden vazgeçerse, geçmişte olan kendisinindir ve artık onun işi Allah’a kalmıştır. Kim tekrar faize dönerse, işte onlar cehennemliktir, orada devamlı kalırlar.

     

     

    hırpalamak, çarpmak

    تَخَبَّطَ يَتَخَبَّطُ تَخَبُّطاً

    riba, faiz

    الرِّبَا

    alış veriş, alım satım

    الْبَيْعُ

    delilik, deliliğe tutulma, dellenme

    الْمَسِّ

    helâl kıldı

    أَحَلَّ يُحِلُّ إِحْلاَلاً

    haram kıldı

    حَرَّمَ   يُحَرِّمُ تَحْرِيماً

    vaaz, nasihat, öğut

    مَوْعِظَةٌ

    gibi

    مِثْلُ

    sona erdi

    اِنْتَهَى يَنْتَهِي اِنْتِهاَءً

    geçmek, takdim etmek

    سَلَفَ يَسْلُفُ سَلَفاً     

    dönmek

    عَادَ يَعُودُ عَوْدَةً

                   

    11- يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا اللّهَ وَ ذَرُوا مَا بَقِيَ مِنَ الرِّبَا إِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِنِينَ .

    (2/BAKARA, 278). Ey iman edenler! Allah’tan korkun. Eğer gerçekten inanıyorsanız mevcut faiz alacaklarınızı terkedin.

    bırakmak (ilgilenmemek, alakayı kesmek manasında)

    وَذِرَ يَذَرُ وَذْراً

     

     

    devam etti/ kaldı

    بَقِيَ يَبْقَى بَقاَءً  

           

    12- قُلْ مَا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ أَجْرٍ وَمَا أَنَا مِنَ الْمُتَكَلِّفِينَ .

    (38/SA’D, 86). (Resûlüm!) De ki: Buna karşılık ben sizden bir ücret istemiyorum. Ve ben olduğundan başka türlü görünenlerden de değilim.

    külfetle, zorlanarak iş görenler veya tekellüflü, yapmacık olarak hareket edenler

    اَلْمُتَكَلِّفِينَ (تَكَلَّفَ يَتَكَلَّفُ)

    13- إِنَّ الَّذِينَ اتَّقَوْا إِذَا مَسَّهُمْ طَائِفٌ مِنَ الشَّيْطَانِ تَذَكَّرُوا فَإِذَا هُمْ مُبْصِرُونَ .

    (7/A’RÂF, 201). Takvâya erenler var ya, onlara şeytan tarafından bir vesvese dokunduğunda (Allah’ın emir ve yasaklarını) hatırlayıp hemen gerçeği görürler.

    dokunmak, el sürmek, değmek

    مَسَّ يَمَسُّ مَساًّ

    Şeytan’ın verdiği vesvese

    طَائِفٌ

    korunmak, sakınmak, Allah’ın emirlerini yapıp yasaklarından kaçınmak

    اِتَّقَى يَتَّقِياِتِّقاَءً

    hatırladı

    تَذَكَّرَ يَتَذَكَّرُ تَذَكُّراً

    gördü

    أَبْصَرَ يُبْصِرُ إِبْصاَراً

                 

    14- وَمِنَ اللَّيْلِ فَتَهَجَّدْ بِهِ نَافِلَةً لَكَ عَسَى أَنْ يَبْعَثَكَ رَبُّكَ مَقَامًا مَحْمُودًا .

    (17/İSRÂ, 79). Gecenin bir kısmında uyanarak, sana mahsus bir nafile olmak üzere namaz kıl. (Böylece) Rabbinin, seni, övgüye değer bir makama göndereceğini umabilirsin.

    teheccüd namazı kılmak, teheccüde kalkmak

    تَهَجَّدَ يَتَهَجَّدُ تَهَجُّداً

    umulur ki

    عَسَى

    göndermek, uyandırmak, diriltmek

    بَعَثَ يَبْعَثُ

    seni göndermesi (umulur ki Rabbin seni diriltip sana Makâm-ı Mahmûd’u verecek  veya “Umulur ki Rabbin kıyâmet günü seni Makam-ı Mahmud’da diriltecek meâlinde)

    أَنْ يَبْعَثَكَ

    övmek, sena etmek, hamdetmek 

     

    حَمِدَ يَحْمَدُ حَمداً

    övülen, övgüye değer

    مَحْمُودًا

                 

    15- ( سجدة واجبة ) تَتَجَافَى جُنُوبُهُمْ عَنِ الْمَضَاجِعِ يَدْعُونَ رَبَّهُمْ خَوْفًا وَطَمَعًا وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَ .

    (32/SECDE, l6). Korkarak ve umutla Rablerine yalvarmak üzere (ibadet ettikleri için), yanları (vücutları) yataklardan uzak kalır ve kendilerine verdiğimiz rızıktan Allah yolunda harcarlar.

    yatak

    اَلْمَضْجَعُ ج اَلْمَضَاجِعُ

    uzaklaşmak

    تَجَافَى  يَتَجَافَى

    harcadı

    أَنْفَقَ يُنْفِقُ إِنْفاَقاً

    ümit etmek, çok istekli olmak

    طَمِعَ يَطْمَعُ طَمَعًا

    yan

    اَلْجَنْبُ ج اَلْجُنُوبُ

    çağırmak, dua etmek, ibadet etmek

    دَعاَ يَدْعُو

                 

    16- إِنَّ الَّذِينَ قَالُوا رَبُّنَا اللَّهُ ثُمَّ اسْتَقَامُوا تَتَنَزَّلُ عَلَيْهِمُ الْمَلاَئِكَةُ أَلاَّ[22] تَخَافُوا وَلاَ تَحْزَنُوا وَأَبْشِرُوا بِالْجَنَّةِ الَّتِي كُنْتُمْ تُوعَدُونَ .

    (41/FUSSİLET, 30). Şüphesiz, Rabbimiz Allah’tır deyip, sonra dosdoğru yolda yürüyenlerin üzerine: “Korkmayın, üzülmeyin, size vâdolunan cennetle sevinin!” diye melekler iner.

    (yavaş yavaş) inmek

    تَنَزَّلَ يَتَنَزَّلُ تَنَزُّلاً

    dosdoğru olmak

    اِسْتَقَامَ يَسْتَقِيمُ اِسْتِقاَمَةً

    vaad etmek, söz vermek

    وَعَدَ يَعِدُ وَعْداً

    verilen müjdeye sevinmek

    أَبْشَرَ يُبْشِرُ إِبْشاَراً

               
  • İfilal Babı Mezid Fiillerden

     

    3) İF’İLÂL (اِفْعِلاَلٌ)  BÂBI

    Sülâsî mâzî fiilin başına bir hemze son harfinin de şeddelenmesiyle mâzî fiili meydana getirilir.

    Masdar

    Muzâri

    Mâzî

    اِفْعِلاَلاً

    يَفْعَلُّ

    اِفْعَلَّ

    اِحْمِرَاراً

    يَحْمَرُّ

    اِحْمَرَّ

    kızarmak

    kızarıyor

    kızardı

    Gayesi: Bu fiil mübâlağa (aşırılık) ifade etmek için kullanılır.

    Renkler ve kusurlar gibi sıfatların bu bâbın kalıbına sokulup fiil haline getirilmesiyle yapılır. Manasını mübâlağalaştırır. Yani renk ve sakatlıklardaki aşırılığı bildirir. 

    اِخْضَرَّتِ الْأَشْجاَرُ.

    Ağaçlar yeşerdi.

    اِصْفَرَّ لَوْنُ الْمَرْأَةِ مِنَ الْمَرَضِ.

    Kadının rengi hastalıktan sarardı.

    اِبْيَضَّ شَعْرُهُ.

    Saçı (çok) ağardı.

    اِعْوَجَّتْ رِجْلُهُ.

    Ayağı çok eğrildi.

    Diğer örnekleri:

    أَحْمَرُ

    kırmızı

    اِحْمَرَّ

    kızardı

    اَعْوَجُ

    eğri

    اِعْوَجَّ

    çok eğrildi

    أَصْفَرُ

    sarı

    اِصْفَرَّ

    sarardı

    اَحْدَبُ

    kambur

    اِحْدَبّ

    kamburlaştı

    اِفْعِلاَلٌ   bâbının mâzî ve muzâri meçhûlu kullanılmaz.

     

    إفْعِلاَل  bâbının Mâzî çekimi

    اِحْمَرُّوا

    اِحْمَرَّا

    اِحْمَرَّ

    kızardı

    اِحْمَرَرْنَ

    اِحْمَرَّتَا

    اِحْمَرَّتْ

     

     

    اِحْمَرَرْتَ

     

     

    إفْعِلاَل             bâbının Muzâri çekimi

    يَحْمَرُّونَ

    يَحْمَرَّانِ

    يَحْمَرُّ

    kızarıyor

    يَحْمَرِرْنَ

    تَحْمَرَّانِ

    تَحْمَرُّ

     

     

    تَحْمَرُّ

     

     

    إفْعِلاَل  bâbının Emr-i Hâzırı

    اِحْمَرُّوا

    اِحْمَرَّا

    اِحْمَرَّ

    kızar

    اِحْمَرِرْنَ

    اِحْمَرَّا

    اِحْمَريِّ

     

    İsm-i Fâili     مُحْمَرٌّ           kızaran,  kızarmış

    İsm-i Mef’ûlü   Bu bâbın meçhûlu kullanılmaz.       

    İftiâl bâbı

    Diğer bir anlatım şurada: İftiâl

    İftiâl babı, mazi fiilin başına esreli hemze ( اِ ) ve birinci harfinden sonra “te”   (تَ  ) ilavesiyle yapılır.

      Mastar Muzari Mazi Manası Sülâsibab
    VEZİN اِفْتِعَالٌ يَفْتَعِلُ اِفْتَعَلَ    
    Toplandı اِجْتِمَاعٌ يَجْتَمِعُ اِجْتَمَعَ Topladı جَمَعَ
    Taşındı اِنْتِقَالٌ يَنْتَقِلُ اِنْتَقَلَ Taşıdı نَقَلَ
    Çabaladı çalıştı اِجْتِهَادٌ يَجْتَهِدُ اِجْتَهَدَ Çalıştı جَهَدَ
    Ayrıldı اِفْتِرَاقٌ يَفْتَرِقُ اِفْتَرَقَ Ayırdı فَرَقَ
    Çok kazandı اِكْتِسَابٌ يَكْتَسِبُ اِكْتَسَبَ Kazandı كَسَبَ
    Yayıldı اِنْتِشَارٌ يَنْتَشِرُ اِنْتَشَرَ Yaydı نَشَرَ

     

    İftiâl babının özellikleri:

    1- İftiâl babı müteaddi fiili lazım fiile çevirir. Mesela: جَمَعَ   “topladı” manasındadır. جَمَعَ الْمُعَلِّمُ  التَّلاَمِيذَ   dediğimizde mana “Öğretmen öğrencileri topladı.”  şeklinde olur. جَمَعَ   fiilini İftiâl babına sokarak  اِجْتَمَعَ  dediğimizde mana “toplandı” olur. اِجْتَمَعَ التَّلاَمِيذُ   “Öğrenciler toplandı.” manasındadır. Bu cümlede اِجْتَمَعَ   fiili lazım bir fiildir. Gördüğünüz gibi, iftial babı müteaddi fiili lazım fiile çevirmiştir.

    2- İftiâl babı, failin gayretini gösterir. Mesela:  جَهَدَ   “çalıştı” manasındadır. Bu fiili İftial babına sokarak اِجْتَهَدَ   dersek, mana “Çokça çalıştı, çabaladı çalıştı” şeklinde olur ve failin gayretini gösterir.

    Yine كَسَبَ   “kazandı” manasındadır. Bu fiili İftial babının sokarak  اِكْتَسَبَ   dersek, mana “çalışmakla kazandı” şeklinde olur ve yine failin gayretini gösterir. Buna göre: كَسَبْتُ الْمَالَ   “Malı kazandım.” manasında iken,   اِكْتَسَبْتُ الْمَالَ “Malı çalışmakla kazandım.” manasına gelir.

     

     

     

    Mutavaat  (müteaddi’den, lâzım’a dönüşmüş fiil), müteaddi bir fiilin tesirinin, mefulü bih’de meydana gelmesidir. Bunun için; (a) Müteaddi fiil, Lâzım fiile dönüşür. (b) müteaddi fiilin mefulü bih’i, bu Lâzım fiilin fâili olur. (Lâzım olmak: Bir şey, bir şeyden asla ayrı olmayıp, onunla sâbit ve dâim olmak demektir. Gerekli olmak ve lüzumlu olmak anlamlarını da kapsar).

     

    ÖRNEK: ( كَسَرْتُ الْزُ ّجَاجَ فَانْكَسَرَ ذَلِكَ الزُ ّجَاخُ) “Camı kırdım, şu cam hemen kırıldı” cümlesinde; ( كَسَرَ)

    müteaddi fiili, kırma işini bildirmiştir. Bu işin yapılmasıyla mefulü bih’de (cam üzerinde) bir eser (sonuç) meydana gelmiştir. Bu eser de (yani, camın kırılmayı kabullenmesi) mutavaattır. Mutavaatı bildirmek için, müteaddi fiilin, lâzım fiile dönüşmesi gerekir. Burada ( فَ) den önceki cümle SEBEP, sonraki ise MECBUREN KABULLENİLEN SONUÇ olmaktadır. Mütavaat ile Lâzım fiil arasındaki farklar: Lâzım fiilin yaptığı iş, fâilin nefsinde kalır. Mutavaatın yaptığı iş, mefulün bih’de meydana gelir.

     

    Müşâreket, Fâil ile mefulü bih’in birbirine karşı aynı işi müştereken yapmasıdır. Bu durumda işi başlatan, fâil olur ve karşısında bulunan ise, meful olur.

     

    2. İF’TİÂL  (  اِفْتَعَلَ   يَفْتَعِلُ   اِفْتِعَالاً  ) Bab’ına örnek   (  اِجْتَمَعَ   يَجْثَمِعُ   اِجْتِمَاعاً  toplandı)

     

    Sarf kitablarındaki bilgiler: Sülasi mücerred fiilin başına bir hemze ve Feal fiili ile aynel fiili arasına ( تَ ) ilavesiyle

    kurulur.  Üç harfli bir fiilin bu kalıba alınmasından gaye: İn’fiâl Babı gibi Mutavaat için gelir ve müteaddi fiilin mefulü, fiili kabullenmiştir. (2) Müşareket için, (3) Lâzım’ı, müteaddiye çevirmek için, (4) Bazı fiilerde istek, arzu, gayreti bildirmek için, (5) Bir şeyin kabulünü bildirmek için gelir, (6) Bir şeyi edinmeyi ifade etmek için isimden fiil türetilir.

     

    Saklı anlamları: 

     

    Örnek-1 : 3/53 ( رَبَّنآ ءَامَنَّا بَمآ أَنْزَلْتَ وَ اتَّبَعْنَا الرَّسُولَ فَاكْتُبْنَا مَعَ الشَّاهِدِينَ Ey Rabbimiz! İndirdiğine iman ettik ve Resulüne tâbi olduk. Bizi şahitlerle beraber yaz.) Ayet-i Kerimesinde İf’tiâl babında gelen ( اتَّبَعْنَا ) fiilinde hem mutavaat vardır hem demüşâreket vardır.

    Kur’an-ı Kerimde geçen ( تَبِعَ  Tâbi oldu, izâfi sıfatları ve dolayısıyla da fiileri işi başlatana (fâiline) uydu / 2.Bab sahih fiil) nun çoğu, mânevi tâbi olmadır.

    اتَّبَعْنَا daki mutavaat, O’nun ahlâkı ile ahlâklananda görülür ve zâit olarak gelen ELİF, mutavaatı işaret eder. Müşâreket ise, Hz.Resuluulah asv’ın fiilerine uyanda görülür ve zâit olarak gelen TE’de müşareketi işaret eder.

    Örnek-2 : ( اِذْدَكَرَ ) Bab.4’den türetilen İf’tiâl babında ; “Mutavaat ve müşâreket ile zikri güzel oldu” anlamı saklıdır.

    اِصْطَبَرَ ) Bab.5 den türetilen İf’tiâl babında ; “Mutavaat ve müşâreket ile sabretti” anlamı saklıdır. 


    Örnek-3 : 8/29 ( 
    … يَاأَيُّهَا الَّذِينَ ءَامَنُوا إِنْ تَتَّقُوا اللَّهَ ) “Ey iman edenler! Ellah’tan sakınırsanız ….” Ayeti Kerimesinde if’tial babında gelen ( تَتَّقُوا )  şart fiilinde mutavaat vardır. Mutavaat kaidesine göre de, cümlenin mef’ulün bihi olan ( اللَّهَ ) Lafz-ı Celâli, lâzım fiilin fâili olmuş ve Ayet-i Kerimenin muhatabı olan mü’min kişi de, sakınmayı kabullenmiştir.

     

    Şöyle de söylenebilir : Mü’min kişi ; hem sakınmanın (takvâ’nın) anlamını bilir, hem nasıl ve niçin yapılacağını bilir, hemde korunmayı severek kabullenir. Mürşidi olmayan kişi ise, hiç birini bilemez.

    Kur’an-ı Kerimde anlatılan KISSA dinleyenler için, İf’tial ( اِقْتَصَّ Hikaye etti, hikaye anlattı) Babında kullanılır. Dinliyenler olayları yaşamıyorlar ve sadece akılla anlamaya çabalıyorlar. Bu nedenle de İf’tial Babında hem “Bilmediğini bildiğin, anlamadığını anladığın zaman. …” anlamı saklıdır. Hem de “Bilen de ben değilim, anlayan da ben değilim. O halde, ben kimim?” sorusunun cevabı saklıdır.

    İF’TİÂL Babına giren sülasi fiillerin KÖK harflerinde değişmeler olur. Kaideler ve örnekler:

    1) Sülasi kök harflerinden biri ( تَ ) olan fiiler bu Bab’a girince kalıbın ( تَ )  siyle birleşerek şeddelenir:

    تَبَعَ يَتْبَعُ fiili, ( اِتَّبَعَ uydu, tâbi oldu) olur.

    2) Sülaside ilk harfi ( و ) ve ( ي )  ve ( ث )  olanlarda, bu harfler kalbedilir ve idgam olunur.

    وَحَدَ يَحِدُ den ( اِتَّحَدَ Bir oldu) ve يَسُرَ يَيْسُرُ den ( اِتَّسَرَ Kolay oldu) ve ثَغَرَ den ( اِتَّغَرَ Çocuğun dişleri bitti)

    3) Sülaside ilk harfi ( ط ) ve ( ظ ) ve ( د ) ise, bu harfler şeddelenir.

    طَلَعَ يَطْلُعُ den ( اِطَّلَعَ Farkına vardı)ve دَعَا يَدْعُو den ( اِدَّعَى İddia etti)ve ظَلَمَ يَظْلِمُ den ( اِظَّلَمَ Zulme katlandı)

    4) Sülaside ilk harf ( ذَ ) ise, genellikle şeddeli ( ذَّ ) yazılır. ذَكَرَ يَذْكُرُ den ( اِذَّكَرَ Hatırladı)

    5) Sülaside ilk harf ( ص ) ve ( ض ) ise, kalıbın ( تَ ) harfi ( ط ) harfine dönüşür.

    صَحَبَ يَصْحَبُ den ( اِصْطَحَبَ Arkadaş oldu) ve ضَرَّ يَضُرُ ّ den ( اِضْطَرَّ Mecbur kaldı)

    6) Sülaside ilk harf ( زَ ) ise, ( تَ ) harfi ( د ) harfine dönüşür. زَهَرَ يَزْهَرُ den ( اِزْدَهَرَ Çiçek açtı)

    7) Sülaside ilk harfi hemze olan fiiller genellikle hemzelerini muhafaza ederler.

    اَمَرَ يَأْمُرُ den ( اِئْتَمَرَ Toplandı, kongre oldu) ve اَخَذَ يَأْخَذُ den ( اِتَّخَذَ Edindi)

     

  • İnfial Babı Mezid Fiillerden

     

    B) SÜLÂSÎ MÜCERREDE İKİ HARF İLAVESİYLE KURULAN MEZÎD FİİLLER

    Sülâsî mücerrede iki harf ilavesiyle kurulan 5 harfli fiiller 5 ayrı şekilde gelir:

    اِنْفِعَالاً

    يَنْفَعِلُ

    اِنْفَعَلَ

    اِنْكِسَاراً

    يَنْكَسِرُ

    اِنْكَسَرَ

    kırılmak

    kırılıyor

    kırıldı

    اِفْتِعاَلاً

    يَفْتَعِلُ

    اِفْتَعَلَ

    اجْتِمَاعاً

    يَجْتَمِعُ

    اِجْتَمَعَ

    toplanmak

    toplanıyor

    toplandı

    اِفْعِلاَلاً

    يَفْعَلُّ

    اِفْعَلَّ

    اِحْمِرَاراً

    يَحْمَرُّ

    اِحْمَرَّ

    kızarmak

    kızarıyor

    kızardı

    تَفَعُّلاً

    يَتَفَعَّلُ

    تَفَعَّلَ

    تَعَلُّماً

    يَتَعَلَّمُ

    تَعَلَّمَ

    öğrenmek

    öğreniyor

    öğrendi

    تَفَاعُلاً

    يَتَفَاعَلُ

    تَفَاعَلَ

    تَبَاعُداً

    يَتَبَاعَدُ

    تَبَاعَدَ

    uzaklaşmak

    uzaklaşıyor

    uzaklaştı

    Bunların sırasıyla çekimleri ve örnekleri şöyledir:

    1) İNFİÂL (اِنْفِعَالٌ) BÂBI

    Sülâsi mücerredin başına إنْ harflerinin eklenmesiyle yapılır. Şekil olarak malûm, anlam olarak meçhûldür.

    Masdar

    Muzâri

    Mâzî

    اِنْفِعَالاً

    يَنْفَعِلُ

    اِنْفَعَلَ

    اِنْكِسَاراً

    يَنْكَسِرُ

    اِنْكَسَرَ

    kırılmak

    kırılıyor

    kırıldı

    Gayesi: Bu fiilin kuruluşu mutâvaat içindir. Mutâvaat; müteaddî fiilin mef’ûl üzerinde meydana getirdiği tesiri kabullenmesidir. Genellikle bu ölçüde gelen fiiller lâzım olur ve dâima hissî yani maddî bir oluşu ifade eder. Örnek:

    كَسَرْتُ الزُّجاَجَ فَانْكَسَرَ.

    Camı kırdım o da kırıldı.

    قَطَّعْتُ الْحَبْلَ فَانْقَطَعَ.

    İpi parça parça kestim o da kesildi.

    اِنْفِعَالٌ  bâbından örnekler:

    كَسَرَ

    kırdı

    أَكْسَرَ

    kırdırdı

    اِنْكَسَرَ

    kırıldı

    فَتَحَ

    açtı

    اَفْتَحَ

    açtırdı

    اِنْفَتَحَ

    açıldı

    غَلِقَ

    kapadı

    أَغْلَقَ

    kapattı

    اِنْغَلَقَ

    kapandı
     

    Mâzî Çekimi

         

    اِنْكَسَرُوا

    اِنْكَسَرَا

    اِنْكَسَرَ

    kırıldı Gâib  

    اِنْكَسَرْنَ

    اِنْكَسَرَتَا

    اِنْكَسَرَتْ

     

    Gâibe  

     

    اِنْكَسَرْتَ

     

    Muhâtab  
     

    Muzâri Çekimi

         

    يَنْكَسِرُونَ

    يَنْكَسِرَانِ

    يَنْكَسِرُ

    kırılır Gâib  

    يَنْكَسِرْنَ

    تَنْكَسِرَانِ

    تَنْكَسِرُ

      Gâibe  

     

    تَنْكَسِرُ

      Muhâtab  
                                           

    اِنْفِعَالٌ  bâbının kendisi meçhûl mana verdiği için mâzî ve muzâri meçhûlu yoktur.

    Emr-i Hâzırı: يَنْكَسِرُ   kırılır               اِنْكَسِرْ kırıl                

    اِنْكَسِرُوا

    اِنْكَسِرَا

    اِنْكَسِرْ

    kırıl

    اِنْكَسِرْنَ

    اِنْكَسِرَا

    اِنْكَسِرِي

     

    İsm-i Fâili:     يَنْكَسِرُ dan     مُنْكَسِرٌ kırılan

    İsm-i mef’ûlü kullanılmaz.

    *Bu kalıptaki fiillerin ilk harfi hemze-i vasıl olduğundan geçiş halinde okunmaz.

    وَ انْشَقَّ الْقَمَرُ.

    Ve ay yarıldı

    كُسِرَ الْقَلَمُ. (kalem kırıldı)

    اِنْكَسَرَ الْقَلَمُ. (kalem kırıldı)

    Yukarıdaki iki cümle arasındaki fark: Sülâsî meçhûlde söyleyenin zihninde işin ne ile nasıl ve kim tarafından yapıldığı mevcuttur. İnfial bâbında ise bunlar dikkate alınmaz, önemli olan meydana gelen iştir.

      Muzaaf Fiillerin İnfial Kalıbı: Nâkıs İnfiâl Kalıbının Çekimi:
    Mâzî اِنْشَقَّ   yarıldı Mâzî اِنْبَغَى  yakıştı, uydu
    Muzâri يَنْشَقُّ Muzâri يَنْبَغِي
    Mansûb H. يَنْشَقَّ Emir  اِنْبَغِ
    Meczûm H. يَنْشَقَّ – يَنْشَقِّ – يَنْشَقِقْ İsm-i Fâil مُنْبَغٍ
    İsm-i Fâil مُنْشَقٌّ İsm-i Mef’ûl  مُنْبَغىً
    İsm-i Mef’ûl  مُنْشَقٌّ Masdar اِنْبِغاَءً
    Masdar اِنْشِقاَقٌ