Yıl: 2012

  • Fatiha Suresinin İrabı Arapça Dersleri

     

    أَعُوذُ باللَّهِ مِنَ الشَّيْطاَنِ الرَّجِيمِ

    Koğulmuş şeytandan Allah’a sığınırım.

    بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ

    Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla

    سورة الفاتحة (1)

    (FÂTİHA SURESİ)

    بِسْمِ                     اللَّهِ        الرَّحْمنِ         الرَّحِيمِ {1/1}

      II. sıfat

    sıfat

    muzâfun ileyh

    mevsûf

    câr-mecrûr

    mukaddem mef’ûlün b.[1]

    (اسم) muzâf

    1. Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla (başlarım).

    {1/4} الدِّينِ يَوْمِ مَالِكِ {1/3} الرَّحِيمِ اَلرَّحْمَنِ {1/2} الْعَالَمِينَ رَبِّ لِلَّهِ اَلْحَمْدُ

    muzâfun i.

    muzâfun i.

    muzâf

    IV.sıfat

    muzâf

    III. sıfat II. sıfat   muzâfun i. sıfat Haber

    mevsûf

    Mübt.
                                   

    2. 3. 4. Hamd (övme ve övülme), âlemlerin Rabbi Allah’a mahsustur. O, rahmândır (çok merhametli) ve rahîmdir (çok acıyandır). Ceza gününün mâlikidir.

    ceza (yapılan amelin karşılığı)/itaat, inkiyad, bağlılık/şeriat, din

    اَلدِّينُ

    sahib olmak, zaptetmek, gücü yetmek

    مَلَكَ يَمْلِكُ مِلْكاً

    {1/5}

    نَسْتَعِينُ

    إِيَّاكَ

    وَ

    نَعْبُدُ

    إِيَّاكَ

     

    fiili muzari

    fâili müstetir  zam. (نَحْنُ)

    munfasıl zamir mukaddem mef’ûl b.

    Atıf h.

    fiili muzari

    fâili müstetir  zam. (نَحْنُ)

    munfasıl zamir mukaddem meful b
                     

    5. (Rabbimiz!) Ancak sana kulluk ederiz ve yalnız senden yardım isteriz.

    yardım istedi, yardım talep etti

    إِسْتَعاَنَ يَسْتَعِينُ إِسْتِعاَنَةً

     

    اِهْدِنَا

    الصِّرَاطَ

    الْمُسْتَقِيمَ

    {1/6}

    I. meful Fiili emr

    II. mef’ûl

    sıfat

     

    Fâili  müstetir z. (أَنْتَ)/ (ناَ)muttasıl zam. mef’ûl

     

     

                 

    6. Bize dosdoğru yolu göster.

      yol

    اَلصِّرَاطُ

    dosdoğru

    اَلْمُسْتَقِيمُ

    yol göstermek, hidâyet etmek

    هَدَى يَهْدِي

     
     

    صِرَاطَ

    الَّذِينَ

    أَنْعَمْتَ

    عَلَيهِمْ

    غَيرِ

    الْمَغْضُوبِ

    عَلَيهِمْ

    وَ

    لاَ الضَّالِّينَ

    {1/7}

    bedel

    ismi mevsûl

    fiil-fâil

    câr-mecr.

    zarf

    muzâfun i.

    câr-mecr.

    Atıf h.

    ma’tûf mecrûr

     

     

    muzâfun. ileyh

    sıla cüml.

     

    muzâf

     

    (لاَ) zâide (nefyin tekidi için)

     

                                                 

     

     

     

    7. Kendilerine lütuf ve ikramda bulunduğun kimselerin yolunu; gazaba uğramışların ve sapmışların yolunu değil

    lütuf ve ikramda bulunmak

    أَنْعَمَ يُنْعِمُ إِنْعاَماً

    gazab etmek, rıza göstermemek, kızmak

    غَضِبَ يَغْضَبُ غَضْباً

    (ism-i mef’ûl) gazaba uğramış olanlar

    اَلْمَغْضُوبُ عَلَيهِمْ

    (ism-i fâil) sapan, doğru yolu bulamayan

    اَلضَّالُّ  (ضَلَّ يَضِلُّ)

     

  • Cümlelerde İrab

     İRAB HAKKINDA DETAYLI BİLGİ

    KELİMELERİN CÜMLE İÇİNDEKİ DURUMLARINA GÖRE

     İ’RÂB HALLERİNİN ÖZETİ

    Şu ana kadar adım adım işlediğimiz konulara ait genel bir değerlendirme ve bir nevi özet mahiyetinde olarak şu sınıflamayı yapmamız i’rabın (son harfin harekesi) durumunu en iyi şekilde anlamamıza yardımcı olacaktır: 

    I) MU’RAB VE MEBNİ

    MU’RAB: Cümle içindeki yerine göre i’râbı (son harfinin harekesi değişen) kelimelerdir.

    MEBNÎ: Ne olursa olsun son harfinin harekesi değişmeyen kelimelerdir.

    رَأيْتُ هَؤُلاَءِ الرِّجَالَ.

    Bu adamları gördüm

    Yukarıdaki cümlede mef’ûlün bih olan هَؤُلاَءِ  nin sonu üstün olması gerekirken harekesi değişmemiştir.

    هُمْ مُطِيعُونَ.

    Onlar itaatkardırlar

    Bu cümlede  هُمْ mübtedâdır. Son harfi ötre okunması gerekirken sakin (cezimli) okunmaktadır.  Yani sükûn üzere mebnîdir.

    جَاءَ أَحَدَ عَشَرَ شَاباًّ.

    Onbir genç geldi

    Bu cümlede  أَحَدَ عَشَرَ  fâil olduğu için sonu ötre olması gerekirken fetha üzere mebnîdir.

    Mebnîler; lâzım ve ârız mebnîler olmak üzere ikiye ayrılır:

    1) Lâzım Mebnîler: Hangi durumda olursa olsun son harfinin harekesi değişmeyen lâzım mebnî kelimeler şunlardır:

    a) İsim olarak: 1- Zamirler, 2- İsm-i İşâretler, 3- İsm-i mevsûller 4- Şart isimleri, 5- Soru isimleri, 6- Bazı zarflar, 7- İsim Fiiller, 8- Bazı kinayeler[3], 9- Savtlar[4].

    b) Fiil olarak: Mâzî ve emir fiilleri.

    c) Harf olarak: Bütün mana harfleri:  نَعَمْ –هَلْ – عَنْ – إلَى -فيِ- مِنْ  gibi.

     

    2) Ârız Mebnîler: Normalde mu’rab olduğu halde bazı şartlarda mebnî olan kelimelerdir. Bunlar; 1- Bazı münâdâlar, 2- (11-19) arası sayı isimleri, 3) Umûmî olumsuzluk bildiren (لاَ) nın ismi, 4- Bileşik isim ve zarflar, 5- Cümleye muzaf olan zarflar, 6- Nûnu nisve’nin birleştiği muzâri fiiller (يَكْتُبْنَ gibi) ve 7- Te’kit nûnunun birleştiği muzâri fiillerdir. Konular içinde ayrıntılı olarak geçtiği için burada başlıklar verilmiştir.

    II) MA’RİFE-NEKRE

    MA’RİFE İSİMLER: Belirli (muayyen) birşeyi gösteren isimlerdir ve şunlardır:

    1- Alem (özel) isimler,

    2- Harf-i tarifli isimler,

    3- Zamirler,

    4- İsm-i işâretler,

    5- İsm-i mevsûller,

    6- İzâfetle marifelik kazanan isimler,

    NEKRE İSİMLER: Belirsiz bir şeyi gösteren isimdir. (قَلَمٌ) bir kalem gibi.

    III) MERFÛLAR

    Ref (ötre ya da zamme) halindeki kelime ve cümleler şunlardır:

    1- Fâil,

    2- Nâib-i Fâil,

    3- Mübtedâ,

    4- Haber,

    5- Kâne’nin ismi,

    6- İnne’nin Haberi,

    7- Leyse’ye benzeyen harflerin ismi,

    8- Umûmî olumsuzluk bildiren (لاَ) nın haberi,

    9- Önünde nasb ve cezm edatı bulunmayan muzâri fiil.

    IV) MANSÛBLAR

    Nasb (üstün) haldeki kelime ve cümleler şunlardır:

    1- Mef’ûlün mutlak,

    2- Mef’ûlün bih,

    3- Mef’ûlün fîh,

    4- Mef’ûlün leh (lieclih),

    5- Mef’ûlün maah,

    6- Hâl,

    7- Temyîz,

    8- Müstesnâ,

    9- Kâne’nin Haberi,

    10- İnne’nin ismi,

    11- Umûmî olumsuzluk bildiren (لاَ) nın ismi,

    12- Leyse’ye benzeyen harflerin haberi,

    13- Başında nasb edatı bulunan muzârî fiil.

    V) MECZÛMLAR

    Bazı edat ve sebepler dolayısıyla cezm halinde olan kelimeler şunlardır:

    1- Açık ya da gizli başında cezm edatı bulunan muzâri fiil,

    2- Mahallen meczûm olan fiil ve cümleler.

    VI) MECRÛRLAR

    Başında bulunan kelime veya harflerle mecrûr (esre) olan isim ve tâbiler şunlardır:

    1- Muzâfun ileyh,

    2- Harf-i cerli isim.

    VII) TÂBİLER (UYANLAR)

    Kendi başına müstakil bir harekesi olmayıp kendinden önceki kelimenin harekesine uyan kelimeler şunlardır:

    1- Sıfat,  2- Te’kid,  3- Bedel,   4- Atıf.

  • İhtisas İştigal Arapça Dersleri

     

    İHTİSÂS

    İhtisas; genellikle mütekellim nadiren de muhatap zamirlerinin manasının açıklanması demektir. Yani mütekellim veya muhatap zamirinin mübtedâ olduğu cümlede haberin bildirdiği hükmün bir isme mahsus kılınmasıdır. Mahsûs adı verilen bu isim, zamirden sonra gelir ve mansûb olur.

    نَحْنُ الْأَتْراَكَ نُحِبُّ أَنْ نُكْرِمَ الضَّيْفَ.

    Biz Türkler misafire ikram etmeyi severiz.

    Bu cümlede نَحْنُ mübtedâ,  نُحِبُّ أَنْ نُكْرِمَ الضَّيْفَcümlesi haberdir. الْأَتْراَكَ  ise mahsûstur[1].

    نَحْنُ مَعْشَرَ الْمُسْلِمِيَنَ نُفَكِّرُ فِي الْخِدْمَةِ لِلْإِسْلاَمِ.

    Biz -müslümanlar topluluğu- İslâma hizmeti düşünürüz.

    أَنْتُمُ الْمُؤْمِنِينَ لاَ تَجْزَعُوا.

    Siz(i kastediyorum) ey müminler! Sabırsızlık etmeyiniz.

    Not: Mahsus bazen muttasıl mütekellim ve muhatap zamirinden sonra da gelebilir;

    سَلْماَنُ مِناَّ أَهْلَ الْبَيْتِ.

    Selman bizdendir, ehli beyttendir.(Hadis)

    بِكَ اللَّهَ نَرْجُو الْفَضْلَ.

    Senden Ya Rabbi, lutuf umarız.

    سُبْحاَنَكَ اللَّهَ الْعَظِيمَ.

    Ey yüce Allahım, sen herşeyden münezzehsin.

    İŞTİGÂL

    Mef’ûl fiilden önce gelir, fiilin sonunda da bu mef’ûle ait bir zamir bulunursa buna iştigal denir.

    اَلْماَءُ شَرِبْتُهُ.

    Suyu içtim.

    Burada cümlenin mef’ûlü başa gelmiştir. Başta gelen kelime mübtedâ olduğu için mansûb değil merfûdur. Ancak fiilden önce gelmiş bu mef’ûlün bihler kendi durumuna uygun olarak mansûb da okunabilir. Bu şekilde gelen mef’ûlün bihlere meşgûlün anh denir.

    اَلسَّياَّرَةَ رَكِبْتُهاَ.

    Arabaya bindim.

     

     

    أَخاَكَ عَرَفْتُهُ.

    Kardeşini tanıdım.

    هَلِ الخَبَرَ عَرَفْتَهُ ؟

    Haberi öğrendin mi?

    بَكْراً رَأَيْتُهُ.

    Bekir’i gördüm.

    وَ كُلَّ شَيْءٍ أَحْصَيْناَهُ فِي إِماَمٍ مُبِينٍ.

    Herşeyi imamı mübinde (levh-i mahfuzda) saydık (Yâsin, 12).

    اَلْقَمَرَ قَدَّرْناَهُ مَناَزِلَ.

    Aya menziller takdir ettik (Yâsin, 39).

    إِنْ اَحْمَدَ رَأَيْتَهُ فَسَلِّمْ عَلَيْهِ.

    Ahmedi görürsen ona selâm söyle.

    Not: Meşgûlün anh yalnız isimle kullanılan (izâ fücâiyye ve vâvı haliye gibi) edatlardan sonra veya önünde şart, soru, olumsuzluk edatı bulunan fiilden önce gelirse mübtedâ olarak merfû okunur[2]:

    ساَفَرْتُ إِلَى أَنْقَرَةَ وَ الْمُساَفِرُونَ أُكَلِّمُهُمْ.

    Yolcularla konuşarak Ankara’ya gittim.

    اَلطِّفْلُ إِنْ لَقِيْتَهُ فَانْصُرْهُ.

    Çocuğa rastlarsan ona yardım et.

    اَلضُّيُوفُ هَلْ أَكْرَمْتَهُمْ ؟

    Misafirlere ikramda bulundun mu?

    سَعِيدٌ ماَ يَعْرِفُهُ أَحَدٌ.

    Saidi kimse tanımaz.

    دَخَلْتُ الْحَدِيقَةَ فَإِذاَ الشَّجَرَةُ يَقْطَعُهاَ مَحْمُودٌ.

    Bahçeye girdim bir de ne göreyim, Mahmud ağacı kesiyor.

     

  • İstigase Nubde Terhim Tazhir Arapça Dersleri

     

    İSTİGÂSE

    İstigâse yardıma çağırmaktır. Münâdânın bir cinsidir. Yardıma çağrılan fethalı “لَ” edatı ile çağrılır ve bu yardıma çağrılan kişiye müstegâs denir. Kendisi için yardım istenenin başında da kesrelı bir “لِ” harf-i ceri vardır. Esâsen iki lâm da harf-i cer olduklarından kendilerinden sonra gelen kelimeler esre olur. Kendisi için yardım istenen bu kişiye de müstegâsun lieclihi (ya da müstegâsun leh) denir.

    ياَ لَلْأَغْنِياَءِ لِلْفُقَراَءِ!

    Ey zenginler! Fakirlerin yardımına koşunuz!

    Bu cümlede önünde meftûh lâm olan اَلْأَغْنِياَءُ  müstegâs, önünde esreli lâm olan فُقَراَءِ kelimesi müstegâs lieclihidir. Her iki kelime de lâm (ل) dolayısıyla mecrûrdur[7].

    ياَ لَلطَّبِيبِ لِلْمَرِيضِ!

    Ey doktor! Hastanın yardımına yetiş!

    ياَ لَلْأَطِباَّءِ لِلْمَجْرُوحِينَ!

    Ey doktorlar! Yaralıların yardımına koşunuz!

    ياَ لَلْجَماَعَةِ لِلْإِماَمِ!

    Ey cemaat! İmamın yardımına koşunuz!

     

     

     

     

    Müstegâs lieclih’in önünde “ل” yerine “مِنْ” harf-i ceri olursa müstagas lieclihten şikayet ve ona karşı yardıma çağırma ifade edilmiş olur:

    ياَ لَلشُّرْطَةِ مِنَ اللُّصُوصِ!

    Ey polisler! Hırsızlara karşı yardıma koş (ellerinden kurtar)!

    Not: a)Bazen müstegâs’ın önündeki lâm yerine sonuna elif getirilebilir:

    ياَ اَحْمَداَ لِزَيْدٍ!

    Ey Ahmet Zeyd’in yardımına koş!

    b)Bazen de nadir olarak münâda gibi söylenebilir:

    ياَ صاَلِحُ لِاِبْنِكَ!

    Ey Sâlih oğlunun yardımına koş!

    c) Münâdânın başında fethalı lâm bulunduğu halde istiğase manası taşımıyorsa ياَ ile لَ hayret şaşkınlık ifade eder:

    ياَ لَلْحَدِيقَةِ!

    Ne güzel bahçe!

    ياَ لَلْعَجَبِ!

    Ne tuhaf şey!

    d) Bazen hayret ve şaşkınlık ifade eden ياَ ile fethalı lâmdan sonra “مِنْ” harf-i cerli isim de gelebilir.[8]

    ياَ لَهاَ مِنْ لَيْلَةٍ!

    Ne muhteşem gece!

    ياَ لَهاَ مِنْ أَزْمِنَةٍ!

    Hey gidi zamanlar!

    NUDBE

    Herhangi birşeyden duyulan acı dolayısıyla yapılan nidâya nudbe denir. Nudbe için ياَ daha ziyâde واَ ünlem edatları kullanılır. Münâdâ’nın uyduğu kaidelere uyar.

    واَ يُوسُفُ!

    Vah YÛSUF!

    واَ رَأْسِي!

    Vah başım!

    واَ عَبْدَ اللَّهِ!

    Vah Abdullah!

     

     

    واَ nidâ harfinden sonra يُوسُفُ  ve رَأْسِي gibi nidâ edilene mendub denir[9].

    Mendub, normal münada gibi, ya da zâid bir elifle veyahut da eliften sonra sakin bir هاء  (yani هْ) ile de gelebilir.

    واَ زَيْدُ !

    (Yazık) Vah Zeyd !

     

     

    واَ زَيْداَ !

                  “

    واَ زَيْداَهْ !

                  “              

    TERHÎM

    Münâdânın son harfinin daha rahat ve kolay telaffuz edilmesi için hazfedilmesine (kaldırılmasına) terhim denir. İki çeşit münâdâya tatbik edilir:

    1- Müzekker olsun müennes olsun sonunda yuvarlak te (ta-i merbûta) varsa;

    ياَ مُعاَوِيَةُ) !)

    ياَ مُعاَوِيَ

    (ياَ فاَطِمَةُ) !

    ياَ فاَطِمَ

    (ياَ جاَرِيَةُ) !

    ياَ جاَرِيَ    

    2- Münâdâ üçten fazla harfli alem ise;

    (ياَ حاَرِثُ) !

    ياَ حاَرُ

    (ياَ جَعْفَرُ) !

    ياَ جَعْفُ

    (ياَ طاَهِرُ) !

    ياَ طاَهُ    

    Not: a)Terhime uğrayan münâdânın son harfinin harekesi olarak yukarıdaki örneklerde görüldüğü gibi zamme üzere mebnî kılındığı gibi o harfin terhime uğramadan önceki harfinin harekesinin verilebileceği de belirtilmiştir.

    (ياَ حاَرِثُ) !

    ياَ حاَرِ

    (ياَ جَعْفَرُ) !

    ياَ جَعْفَ

    (ياَ طاَهِرُ) !

    ياَ طاَهِ    

    b)Eğer isim dört harfden fazla olup sondan bir önceki harf zâid ve sakin (uzatmalı) ise, sondan önceki harf de son harfle birlikte hazfolur:

    (عُثْماَنُ) !

    ياَ عُثْمَ

     (مَنْصُورٌ) !

    ياَ مَنْصُ

    (مَرْواَنُ) !

    ياَ مَرْوَ

    (مِسْكِينٌ) !

    ياَ مِسْكِ

    TAHZİR

    Muhâtabı birşeyden sakındırmaktır. Şu şekillerde yapılır:

    1- Sakındırılacak şeyin başına harf-i tarif en başa da   إِياَّكَ وَgetirilerek;

    إِياَّكَ وَالْكَذبَ!

    Yalandan sakın!

    إِياَّكُمْ وَ الْحَسَدَ!

    Hasedden sakınınız!

    إِياَّكَ وَ الْاِفْتِراَءَ عَلَى الناَّسِ!

    İnsanlara iftiradan sakın!

    2- Sakındırılacak şeyin başına harf-i tarif en başa da  إِياَّكَ مِنْ  getirilerek;

    إِياَّكُمْ مِنَ الْعَداَوَةِ!

    Düşmanlıktan sakının!

    إِياَّكُماَ مِنَ الْجِداَلِ!

    İkiniz tartışmaktan sakının!

     3- (إِياَّكَ)  ve (أَنْ)den sonra fiil cümlesi getirilerek;

    إِياَّكَ أَنْ تَفْعَلَ الشَّرَّ!

    Kötülük yapmaktan sakın!

    4- (إِياَّكَ)  ve (أَنْ) in arasına مِنْ getirilerek;

    إِياَّكَ مِنْ أَنْ تَفْعَلَ الشَّرَّ!

    Kötülük yapmaktan sakın!

    5- Muhâtab zamirine muzaf olan isim ile kendisinden sakındırılacak şey mansûb olarak ifade edilerek;

    رَأْسَكَ وَ الْحاَئِطَ!

    Başını duvardan sakın!

    رَأْسَكُمْ وَ باَبَ السَّياَّرَةِ!

    Başınızı arabanın kapısından sakının!

    يَدَكَ وَ الناَّرَ!

    Elini ateşten sakın!

    6-Sakındırılacak şeyin mansûb olarak tekrarı ile;

    اَلذِّئْبَ  الذِّئْبَ! 

    Kurt(dan sakın), kurd(a dikkat)!

    Not: Tahziri yapılan her ismin başında harf-i tarif vardır.

    İĞRÂ

    Muhâtabı iyi bir iş yapmaya teşvik etmektir. Yukarıdakiler gibi hazfedilmiş bir fiilin mef’ûlu bihi olarak[10] mansûbtur.

    Şu şekillerde olur:

    1- Başına harf-i tarif getirilmiş ism-i mansûb yaparak;

    اَلْعِباَدَةَ !

    İbâdet etmen gerekir (ibadet etmelisin) !

    اَلتَّفْكِيرَ !

    Düşünmen gerek (düşünmelisin) !

    2- Harf-i tarifli ismin mansûb olarak tekrarı ile;

    اَلْوَفاَءَ الْوَفاَءَ !

    Vefalı olmalısın (vefa göstermeye çalış) !

    اَلصِّدْقَ الصِّدْقَ !

    Doğru olman gerek (doğru olmaya çalış) !

    3- İğrâ yapılan isimler genellikle masdardır. Masdarın veya masdarı müevvelin önüne  (يَنْبَغِي لَكَ) veya (يَجِبُ عَلَيْكَ)  yahut da (عَلَيْكَ بِ) getirilmekle de yapılır;

    يَنْبَغِي لَكَ الْاِجْتِهاَدَ.

    Çalışman gerekir, çalışmalısın.

    يَجِبُ عَلَيْكُمْ أَنْ تَقْرَأُوا الدَّرْسَ. 

    Dersi okumanız gerekiyor.

    عَلَيْكَ بِالصَّبْرِ.

    Sabretmen gerekir.

     

     

     

    4-Muhâtab zamirine muzaf olan mansûb isme teşvik edilecek şeyi atfetmekle;

    اَخاَكَ وَالْإِحْساَنَ عَلَيْهِ.

    Kardeşine iyilik yapman gerekir.

    5- Değişik cinsten kelimelerin mansûb olarak atfı ile;

    اَلْعَمَلَ وَ الثَّباَتَ.

    Çalışıp sebat etmen gerek.
  • Münada Arapça Dersleri

     

    MÜNÂDÂ

                Arapça’da karşı tarafa hitap ederken nidâ harfleri dediğimiz şu harflerle hitap edilir:

    أَ

    أَيْ

    هَياَ

    أَ ياَ

    ياَ

    أَيُّهاَ

    أَيَّتُهاَ

     

     

     

    En çok kulanılanı أَ, ياَ ve أَ ياَ dır.

    Kendisine ünlenen, nidâ edilen kişiyi gösteren kelimeye münâdâ denir. 

    Münâdâ şu durumlarda merfû olur ve tenvin almaz:

    1-Tek kelimeden ibaret olan özel isim ise;

    ياَ صاَدِقُ

    Ey Sâdık!

    ياَ عَلِيُّ

    Ey Ali!

    ياَ يُوسُفُ

    Ey Yusuf[2]!

    ياَ زَيْنَبُ

    Ey Zeyneb!

    2- Nekre olmakla beraber ismi söylenmeksizin bizzat karşısındaki belli kişilere hitap ediyorsa (nekre-i maksûde)

     

     (أَ رَجُلُ!) ياَ رَجُلُ!

    ياَ رَجُلاَنِ!

    ياَ نَبِيُّونَ!

    ياَ تَلاَمِيذُ!

    Ey adam!

    Ey iki adam!

    Ey peygamberler!

    Ey öğrenciler!

    ياَ رِجاَلُ!

    ياَ لاَعِبُونَ!

    ياَ وَلَدُ!

    مُسْلِمُونَ! ياَ

    Ey adamlar!

    Ey oyuncular!

    Ey çocuk!

    Ey müslümanlar!

    3- Münâdânın başında harf-i tarif (اَلْ) varsa önüne müzekker için أَيُّهاَ, müennes için أَيَّتُهاَ getirilir.

    ياَ أَيُّهاَ الْوَلَدُ!

    Ey çocuk!

    ياَ أَيُّهاَ الَّذِينَ آمَنُوا!

    Ey iman edenler[3]

    ياَ أَيُّهاَ الناَّسُ!

    Ey insanlar!

    ياَ أَيُّهاَ الْمُؤْمِنُونَ!

    Ey mü’minler!

    ياَ أَيَّتُهاَ الْكاَفِراَتُ!

    Ey inanmayanlar (müe) !  

    ياَ أَيَّتُهاَ الْمُؤْمِناَتُ!

    Ey mü’min kadınlar !

    ياَ أَيَّتُهاَ اللاَّتِي كَفَرْنَ!

    Ey inanmayanlar! (müe)

    Not: a) Münâdâ özel isim ise veya çok yakında bulunup yakın hissedilirse bazen nida harfi hazfolur (kaldırılır, yazılmaz).

    مَحْمُودُ ! ماَذاَ تَفْعَلُ ؟

    Mahmud! Ne yapıyorsun?

    طاَهِرُ ! ماَذاَ تَقُولُ فِي هَذاَ الْأَمْر ِ؟

    Tahir! Bu mesele hakkında ne diyorsun?

    b)Münâdâ’dan sonra gelen cümleye nidâ’nın cevabı denir

    ياَ مُدَرِّسُونَ اِرْحَمُوا طُلاَّبَكُمْ!

    Ey öğretmenler! Talebelerinize merhamet edin.

    ياَ أُمُّهاَتُ اِرْحَمْنَ أَوْلاَدَكُنَّ!

    Ey anneler! Çocuklarınıza merhamet edin.

     (ياَ أَيُّهاَ)  ve (ياَ أَيَّتُهاَ) daki nidâ harfi ياَ çoğu defa hazfedilir.

    أَيُّهاَ الْوَلَدُ!

    أَيَّتُهاَ النَّفْسُ!

    c)Allah lafzının başında harf-i tarif var kabul edilir ve ياَ اَللَّهُ denilir. Çoğu zaman da duada ياَ اَللَّهُ yerine (Ey Allahım manasında)  اَللَّهُمَّ kullanılır.

     

     

    Münâdâ şu durumlarda mansûb olur:

    1-Muzaf olunca;

    ياَ عَبْدَ اللَّهِ!

    Ey Abdullah!

    ياَ رَبَّ الْعاَلَمِينَ!

    Ey alemlerin Rabbi!

    ياَ صَلاَحَ الدِّينِ!

    Ey Salâhaddîn!

    ياَ أَرْحَمَ الراَّحِمِينَ!

    Ey merhametlilerin en merhametlisi!

    ياَ حاَرِسَ الْبُسْتاَنِ!

    Ey bahçenin bekçisi!

    ياَ غَفاَّرَ الذُّنُوبِ!

    Ey günahların bağışlayıcısı!

    ياَ اِخْوَتَناَ!

    Ey kardeşlerimiz!

     

     
                 

    Burada örneğin ياَ عَبْدَ اللَّهِ  kelimesinde ياَ harfu nidâ, عَبْدَ münâdâ, اللَّهِ de muzafun ileyhdir.

    ياَ أَهْلَ الْكِتاَبِ لِمَ تَلْبِسُونَ الْحَقَّ بِالْباَطِلِ؟

    Ey Ehl-i Kitab! Niçin hakkı batılla karıştırıyorsunuz? (Âl-i İmran, 71)

    Not: Münâdâ yâ-i mütekellime muzaf olursa ي genellikle kesre şeklinde kısalır.

    ياَ رَبِّي

    yerine  →

    ياَ رَبِّ !

    Ey Rabbim!

    ياَ عِباَدِي

    yerine  →

    ياَ عِباَدِ !

    Ey kullarım!

    Bazen baştaki nida harfi de kalkabilir:

    ياَ رَبِّ

    yerine  →

    رَبِّ !

    Ey Rabbim!

    ياَ رَبَّناَ

    yerine  →

    رَبَّناَ !

    Ey Rabbimiz!

    2- Muzâfa benzer olunca (şibh-i muzaf)[4];

    ياَ مُساَفِراً إِلَى إِزْمِير!

    Ey İzmir’e yolcu olan!

    ياَ حَسَناً وَجْهُهُ!

    Ey yüzü güzel olan!

    ياَ طاَلِعاً جَبَلاً!

    Ey bir dağa tırmanan!

    3- Münâdâ kesin olarak belli değilse (nekre-i gayr-i maksude)[5];

    ياَ رَجُلاً خُذْ بِيَدِي!

    Ey (herhangi bir) adam! Elimi tut.

    ياَ جاَرِيَةً خُذِي بِيَدِي!

    Ey (herhangi bir) kadın! Elimi tut.

    ياَ مُسْرِعاً فِي الْعَجَلَةِ النَّداَمَةُ!

    Ey acele eden! Acelede pişmanlık vardır[6].

    ياَ غاَفِلاً وَ الْمَوْتُ يَطْلُبُهُ!

    Ey ölüm peşinde olduğu halde gafil olan!

    ياَ صاَئِمِينَ أَفْطِرُوا!

    Ey oruçlular! İftar ediniz.

    Not: Bütün cevap cümleleri sonra geldiği halde nidânın cevabı nidâdan önce gelebilir.

    تَباَرَكْتَ ياَ ذاَ الْجَلاَلِ وَ الْإِكْراَمِ!

    Sen yücelerden yücesin ey azamet ve ikram sahibi!

     

    MÜNÂDÂ İLE İLGİLİ AYETLER

    1- يَا بَنِي آدَمَ قَدْ أَنزَلْنَا عَلَيْكُمْ لِبَاسًا يُوَارِي سَوْءَاتِكُمْ وَرِيشًا وَلِبَاسُ التَّقْوَى ذَلِكَ خَيْرٌ ذَلِكَ مِنْ آيَاتِ اللّهِ لَعَلَّهُمْ يَذَّكَّرُونَ .

    (7/A’RÂF, 26). Ey Adem oğulları! Size ayıp yerlerinizi örtecek giysi, süslenecek elbise yarattık. Takvâ elbisesi… İşte o daha hayırlıdır. Bunlar Allah’ın âyetlerindendir. Belki düşünüp öğüt alırlar (diye onları indirdi).

    2- وَيَا قَوْمِ أَوْفُوا الْمِكْيَالَ وَالْمِيزَانَ بِالْقِسْطِ وَلاَ تَبْخَسُوا النَّاسَ أَشْيَاءَهُمْ وَلاَ تَعْثَواْ فِي الْأَرْضِ مُفْسِدِينَ .

    (11/HÛD, 85). Ve ey kavmim! Ölçüyü ve tartıyı adaletle yapın; insanlara eşyalarını eksik vermeyin; yeryüzünde bozguncular olarak dolaşmayın.

    3- وَجَاءَ مِنْ أَقْصَى الْمَدِينَةِ رَجُلٌ يَسْعَى قَالَ يَا قَوْمِ اتَّبِعُوا الْمُرْسَلِينَ .

    (36/YÂSÎN, 20). Derken şehrin öbür ucundan bir adam koşarak geldi. “Ey kavmim! dedi, bu elçilere uyunuz!”

    4- وَامْتَازُوا الْيَوْمَ أَيُّهَا الْمُجْرِمُونَ .

    (36/YÂSÎN, 59). “Ayrılın bir tarafa bugün, ey günahkârlar!”

    5- أَلَمْ أَعْهَدْ إِلَيْكُمْ يَا بَنِي آدَمَ أَنْ لاَ تَعْبُدُوا الشَّيْطَانَ إِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُبِينٌ .

    (36/YÂSÎN, 60). “Ey Adem oğulları! Size şeytana tapmayın, çünkü o sizin apaçık bir düşmanınızdır” demedim mi?

    6- يَا أَيَّتُهَا النَّفْسُ الْمُطْمَئِنَّةُ .

    (89/FECR, 27). Ey huzura kavuşmuş insan!

    7- يَا أَيُّهَا الْإِنْسَانُ إِنَّكَ كَادِحٌ إِلَى رَبِّكَ كَدْحًا فَمُلاَقِيهِ .

    (84/İNŞİKÂK, 6). Ey insan! Şüphe yok ki sen Rabbine karşı çaba üstüne çaba göstermektesin; sonunda O’na varacaksın.

    8- يَا أَيُّهَا الْإِنْسَانُ مَا غَرَّكَ بِرَبِّكَ الْكَرِيمِ .

    (82/İNFİTÂR, 6). Ey insan! İhsanı bol Rabbine karşı seni aldatan nedir?

    9- يَا أَيُّهَا الْمُدَّثِّرُ .

    (73/MÜDDESSİR, 1). Ey bürünüp sarınan (Resûlüm)!

    10- يَا أَيُّهَا الْمُزَّمِّلُ .

    (74/MÜZZEMMİL, 1). Ey örtünüp bürünen (Resûlüm)!

      

    11- يَا أَهْلَ الْكِتَابِ قَدْ جَاءَكُمْ رَسُولُنَا يُبَيِّنُ لَكُمْ كَثِيرًا مِمَّا كُنْتُمْ تُخْفُونَ مِنَ الْكِتَابِ وَيَعْفُو عَنْ كَثِيرٍ قَدْ جَاءَكُمْ مِنَ اللّهِ نُورٌ وَكِتَابٌ مُبِينٌ .

    (5/MÂİDE, 15). Ey ehl-i kitap ! Resûlümüz size Kitap’tan gizlemekte olduğunuz birçok şeyi açıklamak üzere geldi; birçok (kusurunuzu) da affediyor. Gerçekten size Allah’tan bir nur, apaçık bir kitap geldi.

    12- وَمَا لَكُمْ لاَ تُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِ اللّهِ وَالْمُسْتَضْعَفِينَ مِنَ الرِّجَالِ وَالنِّسَاءِ وَالْوِلْدَانِ الَّذِينَ يَقُولُونَ رَبَّنَا أَخْرِجْنَا مِنْ هَذِهِ الْقَرْيَةِ الظَّالِمِ أَهْلُهَا وَاجْعَلْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ وَلِيًّا وَاجْعَلْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ نَصِيرًا .

    (4/NİSÂ, 75). Size ne oldu da Allah yolunda ve “Rabbimiz! Bizi, halkı zâlim olan bu şehirden çıkar, bize tarafından bir sahip gönder, bize katından bir yardımcı yolla!” diyen zavallı erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz!

    13- وَإِذْ قَالَ لُقْمَانُ لِابْنِهِ وَهُوَ يَعِظُهُ يَا بُنَيَّ لاَ تُشْرِكْ بِاللَّهِ إِنَّ الشِّرْكَ لَظُلْمٌ عَظِيمٌ .

    (31/LOKMÂN, 13). Lokman oğluna öğüt vererek: Yavrucuğum! Allah’a ortak koşma! Doğrusu şirk büyük bir zulümdür, demişti.

     

  • Temyiz Arapça Dersleri

    TEMYİZ

    Çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isimden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen mansûb ve nekre isme temyiz denir. Temyizin açıkladığı bir önceki isme de mümeyyez adı verilir.

    اِشْتَرَيْتُ  أُقَّةً   عِنَباً.

    Bir kilo üzüm satın aldım.
                                   Temyiz Mümeyyez  

    Bu cümlede اِشْتَرَيْتُ أُقَّةً dediğimiz zaman bunu duyan kimse أُقَّةً ile neyi kastettiğimizi yani bir kilo şeker mi, yağ mı üzüm mü satın aldığımızı anlayamaz. Her birini anlamak mümkündür. Fakat buna عِنَباً (üzüm) lafzını ilâve edecek olursak cümleden mübhemlik kalkar, dinleyen neyi kastettiğimizi anlar. Bu sebeple cümledeki عِنَباً lafzına temyiz adı verilir. أُقَّةً gibi müphem isme de mümeyyez adı verilir. Mümeyyezler melfûz ve melhûz olmak üzere ikiye ayrılır:

    a) Melfûz Mümeyyez:

    Ağırlık, hacim, alan ve sayıya delâlet eden isimlere melfûz mümeyyez denir.

    شَرِبَ الْوَلَدُ كُوباً لَبَناً.

    Çocuk bir bardak süt içti.

    باَعَنِي التاَّجِرُ مِتْراً حَرِيراً.

    Tüccar bana bir metre ipek sattı.

    فِي الشَّهْرِ ثَلاَثُونَ يَوْماً.

    Bir ayda otuz gün vardır.

    لِي شِبْرٌ اَرْضاً.

    Bir karış yerim var.

    Temyizler üç şekilde harekelenebilir: Ağırlık, hacim ve alana delalet eden mümeyyezlerin temyizlerini nasbetmek, izafet (isim tamlaması) veya (مِنْ) harf-i ceri ile cer etmek caizdir.

    شَرِبْتُ أُقَّةً مِنْ لَبَنٍ.

    شَرِبْتُ أُقَّةَ لَبَنٍ.

    شَرِبْتُ أُقَّةً لَبَناً.

                sıfat

       muzafun ileyh

             temyiz

    Bir kilo süt içtim.

    بِعْتُ قِنْطاَراً مِنْ حَطَبٍ.

    بِعْتُ قِنْطاَرَ حَطَبٍ.

    بِعْتُ قِنْطاَراً حَطَباً.

    Bir kantar odun sattım.

    عِنْدِي مِثْقاَلٌ مِنْ ذَهَبٍ.

    عِنْدِي مِثْقاَلُ ذَهَبٍ.

    عِنْدِي مِثْقاَلٌ ذَهَباً.

    Yanımda bir miskal altın var.

    شَرِبْتُ كُوباً مِنْ ماَءٍ.

    شَرِبْتُ كُوبَ ماَءٍ.

    شَرِبْتُ كُوباً ماَءً.

    Bir bardak su içtim.

    لاَ أَمْلِكُ شِبْراً مِنْ أَرْضٍ.

    لاَ أَمْلِكُ شِبْرَ أَرْضٍ.

    لاَ أَمْلِكُ شِبْراً أَرْضاً.

    Bir karış toprağa sahip değilim.

    Sayıların temyizi ise bu kaideden hariç kendi arasında kurallara tâbidir. Daha önce sayıların temyizini ders konusu olarak işlediğimiz için burada genel bir tekrar vermek hatırlama bakımından faydalı olacaktır:

    3-10 arasındaki sayıların temyizleri cem siygası ile mecrûrdur:

    اِشْتَرَيْتُ خَمْسَةَ أَقْلاَمٍ.

    Beş kalem satın aldım.

    فِي الْأُسْبُوعِ سَبْعَةُ أَياَّمٍ.

    Haftada yedi gün vardır.

    عَلَى الشَّجَرَةِ عَشْرَةُ غِرْباَنٍ.

    Ağacın üzerinde 10 karga vardır.

    11-99 arasındaki sayıların temyizi müfred olarak mansûbtur:

    رَأَيْتُ أَحَدَ عَشَرَ كَوْكَباً.

    11 yıldız gördüm.

    فِي الشَّهْرِ ثَلاَثُونَ يَوْماً.

    Ayda otuz gün vardır.

    فِي الشَّجَرَةِ إِحْدَى وَ خَمْسُونَ رُماَّنَةً.

    Ağaçta 51 nar vardır.

    100 ve 1000 sayılarının temyizi müfred olarak mecrûrdur:

    100 sayısının temyizi:

    فِي الْقاَعَةِ مِائَةُ رَجُلٍ.

    Salonda 100 adam vardır.

    رَكِبَ الْقِطاَرَ مِائَتاَ مُساَفِرٍ.

    Trene ikiyüz yolcu bindi.

    قَطَعَتِ السَّياَّرَةُ خَمْسَمِائَةِ مِيلٍ.

    Araba 500 mil katetti.

    1000 sayısının temyizi:

    فِي الْحَدِيقَةِ أَلْفُ شَجَرَةٍ.

    Bahçede bin ağaç var.

    أَرْعَى أَلْفَ شاَةٍ.

    Bin koyun güdüyorum.

    أَرْعَى أَلْفَيْ شاَةٍ.

    İki bin koyun güdüyorum.

    فِي ساَحَةِ الْأَلْعاَبِ ثَلاَثَةُ آلاَفِ شاَبٍّ.

    Oyun sahasında üç bin genç var.

    b) Melhûz Mümeyyez: Zikredilmeksizin sözün gelişinden anlaşılan mümeyyeze melhûz mümeyyez denir. Temyizi Türkçe’ye “…bakımından, ..yönünden” şeklinde tercüme edilebilir.

    طاَبَ الْمَكاَنُ هَواَءً.

    Mekân hava bakımından iyi oldu.

    طاَبَ الْمَكاَنُ cümlesini duyan mekânın bir güzelliği olduğunu anlar. Fakat bunun su bakımından mı hava bakımından mı toprak bakımından mı olduğunu kestiremez. هَواَءًkelimesini yani temyizi zikredecek olursak maksat anlaşılmış olur ve mekânın hava bakımından güzel olduğu ortaya çıkar. Melhûz mümeyyezin temyizi daima mansûbtur. Diğer örnekler:

    حَسُنَ الْوَلَدُ كَلاَماً.

    Çocuk konuşma bakımından güzel oldu.

    تَقَدَّمَ الطاَّلِبُ عِلْماً.

    Öğrenci ilim bakımından gelişti.

    إِعْتَدَلَ الرَّجُلُ قاَمَةً.

    Adam boy bakımından orta oldu.

    فاَضَ الْقَلْبُ سُرُوراً.

    Kalp sevinç bakımından doldu taştı.

    اَلْفِيلُ أَكْبَرُ مِنَ الْجَمَلِ جِسْماً.

    Fil cisim  bakımından deveden daha büyüktür.

    اَلْحَرِيرُ أَغْلَى مِنَ الْقُطْنِ قِيْمَةً.

    İpek değer bakımından pamuktan daha pahalıdır.

    اَلْعِنَبُ مِنْ أَلَذِّ أَنْواَعِ الْفاَكِهَةِ طَعْماً.

    Üzüm tat bakımından meyve türlerinin en lezzetlisidir.

    اَلْقاَهِرَةُ أَكْثَرُ مِنَ الْإِسْكَنْدَرِيَّةِ سُكاَّناً.

    Kahire nüfus bakımından İskenderiye’den daha çoktur.

    *Melhûz mümeyyezlerin temyizi ya mübtedâdan ya fâilden ya da mef’ûlün bih’ten dönmüş olur:

    اَلْمُدَرِّسُ اَكْثَرُ مِنَ الطاَّلِبِ خِبْرَةً.

    Öğretmen tecrübe bakımından öğrenciden fazladır.

    Burada خِبْرَةً kelimesi temyiz olup mübtedâdan dönmüştür. Çünkü cümlenin aslı şudur:

    خِبْرَةُ الْمُدَرِّسِ أَكْثَرُ مِنْ خِبْرَةِ الطاَّلِبِ.

    Öğretmenin tecrübesi öğrencinin tecrübesinden daha çoktur.

    طاَبَ خاَلِدٌ كَلاَماً.

    Halit konuşma bakımından iyi oldu.

    Burada كَلاَماً kelimesi temyiz olup fâilden dönmüştür. Çünkü cümlenin aslı şudur:

    طاَبَ كَلاَمُ خاَلِدٍ.

    Halit’in konuşması iyi oldu.

    زاَدَهُ اللَّهُ عِلْماً.

    Allah onu ilim bakımından artırsın[1].

    Burada عِلْماً kelimesi temyiz olup mef’ûlden dönmüştür. Çünkü cümlenin aslı şudur:

    زاَدَ اللَّهُ عِلْمَهُ.

    Allah onun ilmini arttırsın.

    *Hiçbirşeyden çevrilmeden doğrudan da gelir:

    كَفَى بِاللَّهِ شَهِيداً.

    Şâhit olarak Allah yeter.

    كَفَى بِالْمَوْتِ واَعِظاً.

    Vâiz olarak ölüm yeter.

    &&&&&&&&&&

      

    TEMYİZ İLE İLGİLİ AYETLER

    1- … وَقُلْ رَبِّ زِدْنِي عِلْمًا .

    (20/TÂHÂ, 114). … “Rabbim, benim ilmimi artır” de.

    2- إِنَّ اللَّهَ لاَ يَسْتَحْيِي أَنْ يَضْرِبَ مَثَلاً ماَ بَعُوضَةً فَمَا فَوْقَهَا فَأَمَّا الَّذِينَ آمَنُوا فَيَعْلَمُونَ أَنَّهُ الْحَقُّ مِنْ رَبِّهِمْ وَأَمَّا الَّذِينَ كَفَرُوا فَيَقُولُونَ مَاذَا أَرَادَ اللَّهُ بِهَذَا مَثَلاً يُضِلُّ بِهِ كَثِيراً وَيَهْدِي بِهِ كَثِيراً وَمَا يُضِلُّ بِهِ إِلاَّ الْفَاسِقِينَ .

    (2/BAKARA, 26). Şüphesiz Allah (hakkı açıklamak için) sivrisinek ve onun da ötesinde bir varlığı misal getirmekten çekinmez. İman etmişlere gelince, onlar böyle misallerin Rablerinden gelen hak ve gerçek olduğunu bilirler. Kâfir olanlara gelince: Allah böyle misal vermekle ne murat eder? derler. Allah onunla birçok kimseyi saptırır, birçoklarını da doğru yola yöneltir. Verdiği misallerle Allah ancak fâsıkları saptırır (çünkü bunlar birer imtihandır).

    3- وَإِذْ وَاعَدْنَا مُوسَى أَرْبَعِينَ لَيْلَةً ثُمَّ اتَّخَذْتُمُ الْعِجْلَ مِنْ بَعْدِهِ وَأَنْتُمْ ظَالِمُونَ .

    (2/BAKARA, 51). Musa’ya kırk gece (vahyetmek üzere) söz vermiştik. Sonra haksızlık ederek buzağıyı (tanrı) edindiniz.

    4- ثُمَّ قَسَتْ قُلُوبُكُمْ مِنْ بَعْدِ ذَلِكَ فَهِيَ كَالْحِجَارَةِ أَوْ أَشَدُّ قَسْوَةً وَإِنَّ مِنَ الْحِجَارَةِ لَمَا يَتَفَجَّرُ مِنْهُ الأَنْهَارُ وَإِنَّ مِنْهَا لَمَا يَشَّقَّقُ فَيَخْرُجُ مِنْهُ الْمَاءُ وَإِنَّ مِنْهَا لَمَا يَهْبِطُ مِنْ خَشْيَةِ اللّهِ وَمَا اللّهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ .

    (2/BAKARA, 74). (Ne var ki) bunlardan sonra yine kalpleriniz katılaştı. Artık kalpleriniz taş gibi yahut daha da katıdır. Çünkü taşlardan öylesi var ki, içinden ırmaklar kaynar. Öylesi de var ki, çatlar da ondan su fışkırır. Taşlardan bir kısmı da Allah korkusuyla yukardan aşağı yuvarlanır. Allah yapmakta olduklarınızdan gafil değildir.

    5- صِبْغَةَ اللّهِ وَمَنْ أَحْسَنُ مِنَ اللّهِ صِبْغَةً وَنَحْنُ لَهُ عَابِدونَ .

    (2/BAKARA, 138). Allah’ın (verdiği) rengiyle boyandık. Allah’tan daha güzel rengi kim verebilir? Biz ancak O’na kulluk ederiz (deyin).

    6- فَإِذَا قَضَيْتُمْ مَنَاسِكَكُمْ فَاذْكُرُوا اللّهَ كَذِكْرِكُمْ آبَاءَكُمْ أَوْ أَشَدَّ ذِكْرًا فَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَقُولُ رَبَّنَا آتِنَا فِي الدُّنْيَا وَمَا لَهُ فِي الآخِرَةِ مِنْ خَلاَقٍ .

    (2/BAKARA, 200). Hac ibadetlerinizi bitirince, babalarınızı andığınız gibi, hatta ondan daha kuvvetli bir şekilde Allah’ı anın. İnsanlardan öyleleri var ki: Ey Rabbimiz! Bize dünyada ver, derler. Böyle kimselerin ahiretten hiç nasibi yoktur.

    7- وَمَنْ يَبْتَغِ غَيْرَ الإِسْلاَمِ دِينًا فَلَنْ يُقْبَلَ مِنْهُ وَهُوَ فِي الآخِرَةِ مِنَ الْخَاسِرِينَ .

    (3/ÂL-İ İMRÂN, 85). Kim, İslâm’dan başka bir din ararsa, bilsin ki kendisinden (böyle bir din) asla kabul edilmeyecek ve o, ahirette ziyan edenlerden olacaktır.

     

     

     

    8- وَاللّهُ أَعْلَمُ بِأَعْدَائِكُمْ وَكَفَى بِاللّهِ وَلِيًّا وَكَفَى بِاللّهِ نَصِيرًا .

    (4/NİSÂ, 45). Allah düşmanlarınızı sizden daha iyi bilir. Gerçek bir dost olarak Allah yeter, bir yardımcı olarak da Allah kâfidir.

    9- اُنْظُرْ كَيفَ يَفْتَرُونَ عَلَى اللّهِ الكَذِبَ وَكَفَى بِهِ إِثْمًا مُبِينًا .

    (4/NİSÂ, 50). Bak, nasıl da Allah üzerine yalan uyduruyorlar; apaçık bir günah olarak bu (onlara) yeter!

    10- فَمِنْهُمْ مَنْ آمَنَ بِهِ وَمِنْهُمْ مَنْ صَدَّ عَنْهُ وَكَفَى بِجَهَنَّمَ سَعِيرًا .

    (4/NİSÂ, 55). Onlardan bir kısmı (İbrâhim’e) inandı, kimi de ondan yüz çevirdi; (onlara) kavurucu bir ateş olarak cehennem yeter.

    11- وَمَنْ يُطِعِ اللّهَ وَالرَّسُولَ فَأُولَئِكَ مَعَ الَّذِينَ أَنْعَمَ اللّهُ عَلَيْهِمْ مِنَ النَّبِيِّينَ وَالصِّدِّيقِينَ وَالشُّهَدَاءِ وَالصَّالِحِينَ وَحَسُنَ أُولَئِكَ رَفِيقًا {4/69} ذَلِكَ الْفَضْلُ مِنَ اللّهِ وَكَفَى بِاللّهِ عَلِيمًا.

    (4/NİSÂ, 69, 70). Kim Allah’a ve Resûl’e itaat ederse işte onlar, Allah’ın kendilerine lütuflarda bulunduğu peygamberler, sıddîkler, şehidler ve salih kişilerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaştır! Bu lütuf Allah’tandır. Bilen olarak Allah yeter.

    12- اَلَّذِي خَلَقَ الْمَوْتَ وَالْحَيَاةَ لِيَبْلُوَكُمْ أَيُّكُمْ أَحْسَنُ عَمَلاً وَهُوَ الْعَزِيزُ الْغَفُورُ.

    (67/MÜLK, 2). O ki, hanginizin daha güzel davranacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratmıştır. O, mutlak galiptir, çok bağışlayıcıdır.

    13- فَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ خَيْرًا يَرَهُ {99/7} وَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ شَرًّا يَرَهُ .

    (99/ZİLZÂL, 7, 8) Kim zerre miktarı hayır yapmışsa onu görür. Kim de zerre miktarı şer işlemişse onu görür.

  • Lafzi – Manevi Tekit Arapça Dersleri

     

    TE’KİT

    Dinleyicinin yanlış anlayabileyeceği sözleri yanlış anlamalara imkan vermeyecek şekilde pekiştiren bir sözdür.

    Lafzî ve mânevî olmak üzere ikiye ayrılır:

    1- Lafzî Te’kit: İsmin, fiilin, harfin, zamirin ya da cümlenin tekrarı ile yapılan tekittir.

    رَأَيْتُ التِّمْساَحَ التِّمْساَحَ.

    Timsahı gördüm timsahı.

    حَضَرَ حَضَرَ خاَلِدٌ

    Hâlit geldi geldi.

     

     

    هَلْ حَضَرْتِ ؟ نَعَمْ نَعَمْ حَضَرْتُ.

    Geldin mi? Evet evet geldim.

    إِذْهَبْ إِذْهَبْ إِلَى الْبَيْتِ.

    Git, eve git.

    هُوَ الصاَّدِقُ  هُوَ الصاَّدِقُ. 

    Sadık odur odur, sadık o.

    قُمْتُ أَناَ.

    Ben kalktım ben.

    رَأَيْتُكَ أَنْتَ.

    Seni gördüm seni.

    كَلاَّ سَيَعْلَمُونَ ثُمَّ كَلاَّ سَيَعْلَمُونَ

    Hayır, anlayacaklar! Yine hayır! Onlar anlayacaklar (Nebe, 4, 5).

    Görüldüğü gibi mesela ilk cümlede timsahı gördüğünden şüphe eden dinleyicisine ikinci defa ismi tekrarlayarak onun tereddüdünü gidermiş olur.

    2- Mânevî Te’kit: Sadece şu kelimelerle yapılan te’kittir:

    عاَمَّةُ كُلُّ جَمِيعُ كِلْتاَ كِلاَ عَيْنُ نَفْسُ

    Bu kelimeler tekid edilecek kelimenin zamirine muzaf olurlar ve tekit ettiği kelimenin harekesini alırlar. Manevi tekitle marife tekit edilir, nekre tekit edilmez. Sırasıyla örnekleriyle inceleyelim:

    عَيْنُ

    نَفْسُ

    Kendisi, aynısı

     

    زاَرَنِي الْوَزِيرُ نَفْسُهُ.

    Bakanın kendisi beni ziyaret etti.

    قاَبَلْتُ الْوَزِيرَ نَفْسَهُ.

    Bakanın kendisiyle karşılaştım.

    كَتَبْتُ إِلَى الْوَزِيرِ نَفْسِهِ.

    Bakanın kendisine yazdım.

    حَضَرَتْ فاَطِمَةُ عَيْنُهاَ.

    Fatıma’nın bizzat kendisi geldi.

    قَرَأْتُ الْقِصَّةَ عَيْنَهاَ.

    Hikâyenin kendisini okudum.
             

    * (نَفْسٌ) ve (عَيْنٌ) müfred kelimeyi tekid ederler. Tesniye ve cemi bir kelimeyi tekit edecekleri zaman (أَنْفُس)(أَعْيُن) şeklindeki cemi siygaları kullanılır:

    ذَهَبَ الْمُعَلِّماَنِ أَنْفُسُهُماَ إِلَى السُّوقِ.

    İki öğretmenin kendileri çarşıya gittiler.

    ذَهَبَ الْمُعَلِّماَنِ اَعْيُنُهُماَ إِلَى السُّوقِ.

    (Aynı mana)

    ذَهَبَ الْمُعَلِّمُونَ أَنْفُسُهُمْ إِلَى السُّوقِ.

    Öğretmenlerin kendileri çarşıya gittiler.

    ذَهَبَ الْمُعَلِّمُونَ اَعْيُنُهُمْ إِلَى السُّوقِ.

    (Aynı mana)

    *Bazen (نَفْسٌ) ve (عَيْنٌ) kelimelerine bitişik zâid (بِ) harf-i ceri de gelebilir.

    ذَهَبَ الْمُعَلِّمُ بِنَفْسِهِ.

    Öğretmenin bizzat kendisi gitti.

    ذَهَبَ الْمُعَلِّمُ بِعَيْنِهِ.

    (aynı mana)
    كِلْتاَ
    كِلاَ
    ikisi  
             

    Sonlarında tesniye zamiri bulunur ve tesniyeyi tekit ederler. (كِلاَ) müzekker, (كِلْتاَ) müennes için kullanılır.

    نَجَحَ الْاِخْواَنِ كِلاَهُماَ.

    İki kardeşin ikisi de başardı.

    قَرَأْناَ الْكِتاَبَيْنِ كِلَيْهِماَ.

    Her iki kitabı da okudum.

    كَتَبْتُ بِالْقَلَمَيْنِ كِلَيْهِماَ.

    Her iki kalemle de yazdım.

    جاَءَتِ الْمَرْأَتاَنِ كِلْتاَهُماَ.

    Kadınların ikisi de geldi.

    *(كِلاَ) ve (كِلْتاَ) zamirle değil de isimle birleştiği takdirde tekit olmaz, cümlenin unsuru olur:

    جاَءَ كِلاَ الْمُعَلِّمَيْنِ.

    İki öğretmen geldi (fâil ve muzaf).

    جاَءَتْ كِلْتاَ الْمُعَلِّمَتَيْنِ.

    İki bayan öğretmen geldi.

    كُلٌّ

    جَمِيعٌ

    hepsi, tümü  

    حَضَرَتِ التِّلْمِيذاَتُ كُلُّهُنَّ.

    Öğrencilerin hepsi geldi.

    قَرَأْتُ الْكِتاَبَ كُلَّهُ.

    Kitabın hepsini okudum.

    إِشْتَرَيْتُ مِنَ الْفَواَكِهِ كُلِّهاَ.

    Meyvelerin hepsini satın aldım.

    نَجَحَ الطُّلاَّبُ جَمِيعُهُمْ.

    Bütün öğrenciler başardı.

    اَلْمُسْلِمُونَ جَمِيعُهُمْ قَلْبٌ واَحِدٌ.

    Bütün müslümanlar birtek kalptirler.
           

    *(أَجْمَعُ ث جُمَعُ ) kelimeleri de müfred ve cemileri tekit ederler.

    جاَءَتِ الْجَيْشُ أَجْمَعُ.

    Ordunun hepsi geldiler.

    جاَءَتِ النِّساَءُ جُمَعُ.

    Kadınların hepsi geldiler.

    *(عاَمَّةٌ)(كاَفَّةٌ)(Tamamı, geneli) kelimeleri de kendilerine uygun zamir alarak tekit olabilirler:

    جاَءَ الناَّسُ كاَفَّتُهُمْ.

    İnsanların tamamı geldi.

    حَضَرَ الطُّلاَّبُ عاَمَّتُهُمْ.

    Öğrencilerin geneli geldi.

     

    TE’KİT İLE İLGİLİ AYETLER

    1- وَقُلْنَا يَا آدَمُ اسْكُنْ أَنْتَ وَزَوْجُكَ الْجَنَّةَ وَكُلاَ مِنْهَا رَغَداً حَيْثُ شِئْتُمَا وَلاَ تَقْرَبَا هَذِهِ الشَّجَرَةَ فَتَكُونَا مِنَ الظَّالِمِينَ .

    (2/BAKARA, 35). Biz: Ey Âdem! Sen ve eşin (Havva) beraberce cennete yerleşin; orada kolaylıkla istediğiniz zaman her yerde cennet nimetlerinden yeyin; sadece şu ağaca yaklaşmayın. (Eğer bu ağaçtan yerseniz) her ikiniz de (kendine kötülük eden) zâlimlerden olursunuz, dedik.

    2- قَالُوا يَا مُوسَى إِنَّا لَنْ نَدْخُلَهَا أَبَدًا ماَ دَامُوا فِيهَا فَاذْهَبْ أَنْتَ وَرَبُّكَ فَقَاتِلاَ إِنَّا هَاهُنَا قَاعِدُونَ .

    (5/MAİDE, 24). “Ey Musa! Onlar orada bulundukları müddetçe biz oraya asla girmeyiz; şu halde, sen ve Rabbin gidin savaşın; biz burada oturacağız” dediler.

    3- يَا بَنِي آدَمَ لاَ يَفْتِنَنَّكُمُ الشَّيْطَانُ كَمَا أَخْرَجَ أَبَوَيْكُمْ مِنَ الْجَنَّةِ يَنْزِعُ عَنْهُمَا لِبَاسَهُمَا لِيُرِيَهُمَا سَوْءَاتِهِمَا إِنَّهُ يَرَاكُمْ هُوَ وَقَبِيلُهُ مِنْ حَيْثُ لاَ تَرَوْنَهُمْ إِنَّا جَعَلْنَا الشَّيَاطِينَ أَوْلِيَاءَ لِلَّذِينَ لاَ يُؤْمِنُونَ .

    (7/A’RÂF, 27). Ey Âdem oğulları! Şeytan, ana-babanızı, ayıp yerlerini kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak cennetten çıkardığı gibi sizi de aldatmasın. Çünkü o ve yandaşları, sizin onları göremeyeceğiniz yerden sizi görürler. Şüphesiz biz şeytanları, inanmayanların dostları kıldık.

    4- تِلْكَ مِنْ أَنْباَءِ الْغَيْبِ نُوحِيهَا إِلَيْكَ مَا كُنْتَ تَعْلَمُهَا أَنْتَ وَلاَ قَوْمُكَ مِنْ قَبْلِ هَذَا فَاصْبِرْ إِنَّ الْعَاقِبَةَ لِلْمُتَّقِينَ .

    (11/HÛD, 49). (Resûlüm!) İşte bunlar sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Bundan önce onları ne sen biliyordun ne de kavmin. O halde sabret. Çünkü iyi sonuç (sabredip) sakınanlarındır.

    5- وَقَالَ مُوسَى إِن تَكْفُرُوا أَنْتُمْ وَمَنْ فِي الْأَرْضِ جَمِيعًا فَإِنَّ اللّهَ لَغَنِيٌّ حَمِيدٌ .

    (14/İBRÂHÎM, 8). Musa dedi ki: “Eğer siz ve yeryüzünde olanların hepsi nankörlük etseniz, bilin ki Allah gerçekten zengindir, hamdedilmeye lâyıktır.”

    6- وَلِلّهِ غَيْبُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَإِلَيْهِ يُرْجَعُ الأَمْرُ كُلُّهُ فَاعْبُدْهُ وَتَوَكَّلْ عَلَيْهِ وَمَا رَبُّكَ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ .

    (11/HÛD, 123). Göklerin ve yerin gaybı (sırrı) yalnız Allah’a aittir. Her iş O’na döndürülür. Öyle ise O’na kulluk et ve O’na dayan! Rabbin yaptıklarınızdan gafil değildir.

    7- فَسَجَدَ الْمَلآئِكَةُ كُلُّهُمْ أَجْمَعُونَ .

    (15/HİCR, 30). Meleklerin hepsi de hemen secde ettiler.

    8- وَالسَّابِقُونَ السَّابِقُونَ .

    (56/VÂKIA, 10). (Hayırda) önde olanlar, (ecirde de) öndedirler.

    9- وَعَلَّمَ آدَمَ الأَسْمَاءَ كُلَّهَا ثُمَّ عَرَضَهُمْ عَلَى الْمَلاَئِكَةِ فَقَالَ أَنْبِئُونِي بِأَسْمَاءِ هَؤُلاءِ إِنْ كُنْتُمْ صَادِقِينَ .

    (2/BAKARA, 31). Allah Adem’e bütün isimleri, öğretti. Sonra onları önce meleklere arzedip: Eğer siz (sözünüzde) sadık iseniz, şunların isimlerini bana bildirin, dedi.

    10- إِلاَّ مَنْ رَحِمَ رَبُّكَ وَلِذَلِكَ خَلَقَهُمْ وَتَمَّتْ كَلِمَةُ رَبِّكَ لَأَمْلَأَنَّ جَهَنَّمَ مِنَ الْجِنَّةِ وَالنَّاسِ أَجْمَعِينَ .

    (11/HÛD, 119). Ancak Rabbinin merhamet ettikleri müstesnadır. Zaten Rabbin onları bunun için yarattı. Rabbinin, “Andolsun ki cehennemi tümüyle insanlar ve cinlerle dolduracağım” sözü yerini buldu.

    11- فَوَرَبِّكَ لَنَسْأَلَنَّهُمْ أَجْمَعِينَ .

    (15/HİCR, 92). Rabbin hakkı için, mutlaka onların hepsini sorguya çekeceğiz.

    12- وَلَقَدْ أَرَيْنَاهُ آيَاتِنَا كُلَّهَا فَكَذَّبَ وَأَبَى .

    (20/TÂHÂ, 56). Andolsun biz ona (Firavun’a) bütün (bu) delillerimizi gösterdik; yine de yalanladı ve diretti.

    13- سُبْحَانَ الَّذِي خَلَقَ الْأَزْوَاجَ كُلَّهَا مِمَّا تُنْبِتُ الْأَرْضُ وَمِنْ أَنْفُسِهِمْ وَمِمَّا لاَ يَعْلَمُونَ .

    (36/YÂSÎN, 36). Yerin bitirdiklerinden, insanların kendilerinden ve henüz mahiyetini bilmedikleri şeylerden bütün çiftleri yaratan Allah’ı tesbih ve takdis ederim.

    14- إِذْ نَجَّيْنَاهُ وَأَهْلَهُ أَجْمَعِينَ .

    (37/SAFFAT, 134). Hani biz Lût’u ve ailesinin hepsini kurtarmıştık.

    15- وَجَاءَ رَبُّكَ وَالْمَلَكُ صَفًّا صَفًّا .

    (89/FECR, 22). Rabbin(in emri) geldiği ve melekler saf saf dizildiği zaman (her şey ortaya çıkacaktır).

    16- إِلاَّ قِيلاً سَلاَمًا سَلاَمًا.

    (56/VÂKIA, 26). Söylenen (söz olarak), yalnızca “selâm, selâm” dır.

    17- أُولَئِكَ جَزَآؤُهُمْ أَنَّ عَلَيْهِمْ لَعْنَةَ اللّهِ وَالْمَلآئِكَةِ وَالنَّاسِ أَجْمَعِينَ .

    (3/ÂL-İ İMRÂN, 87). İşte onların cezası, Allah’ın, meleklerin ve bütün insanlığın lânetine uğramalarıdır.

    18- هَاأَنْتُمْ أُولاءِ تُحِبُّونَهُمْ وَلاَ يُحِبُّونَكُمْ وَتُؤْمِنُونَ بِالْكِتَابِ كُلِّهِ وَإِذَا لَقُوكُمْ قَالُوا آمَنَّا وَإِذَا خَلَواْ عَضُّوا عَلَيْكُمُ الأَنَامِلَ مِنَ الْغَيْظِ قُلْ مُوتُوا بِغَيْظِكُمْ إِنَّ اللّهَ عَلِيمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ.

    (3/ÂL-İ İMRÂN, 119). İşte siz öyle kimselersiniz ki, onlar sizi sevmedikleri halde siz onları seversiniz. Siz, bütün kitaplara inanırsınız; onlar ise, sizinle karşılaştıklarında “İnandık” derler; kendi başlarına kaldıklarında da, size olan kinlerinden dolayı parmaklarının uçlarını ısırırlar. De ki: Kininizden (kahrolup) ölün! Şüphesiz Allah kalplerin içindekini hakkıyla bilmektedir.

    19- قَالَ اخْرُجْ مِنْهَا مَذْؤُومًا مَدْحُورًا لَمَنْ تَبِعَكَ مِنْهُمْ لَأَمْلَأَنَّ جَهَنَّمَ مِنْكُمْ أَجْمَعِينَ .

    (7/A’RÂF, 18). Allah buyurdu: Haydi, yerilmiş ve kovulmuş olarak oradan çık! Andolsun ki, onlardan kim sana uyarsa, sizin hepinizi cehenneme dolduracağım!

    20- هُوَ الَّذِي أَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدَى وَدِينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدِّينِ كُلِّهِ وَلَوْ كَرِهَ الْمُشْرِكُونَ .

    (9/TEVBE, 33). O (Allah), müşrikler hoşlanmasalar da (kendi) dinini bütün dinlere üstün kılmak için Resûlünü hidâyet ve Hak Din ile gönderendir.

    21- هُوَ الَّذِي أَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدَى وَدِينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدِّينِ كُلِّهِ وَكَفَى بِاللَّهِ شَهِيدًا .

    (48/FETH, 28). Bütün dinlerden üstün kılmak üzere, Peygamberini hidâyet ve hak din ile gönderen O’dur. Şahit olarak Allah yeter.

    22- كَذَّبُوا بِآيَاتِنَا كُلِّهَا فَأَخَذْنَاهُمْ أَخْذَ عَزِيزٍ مُقْتَدِرٍ .

    (54/KAMER,  42). Lâkin onlar bütün âyetlerimizi yalanladılar. Biz de onları güç ve kudretimize lâyık bir şekilde yakaladık.

    23- إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا وَمَاتُوا وَهُمْ كُفَّارٌ أُولَئِكَ عَلَيْهِمْ لَعْنَةُ اللّهِ وَالْمَلآئِكَةِ وَالنَّاسِ أَجْمَعِينَ .

    (2/BAKARA, 161). (Ayetlerimizi) inkâr etmiş ve kâfir olarak ölmüşlere gelince, işte Allah’ın, meleklerin ve tüm insanların lâneti onların üzerinedir.

  • Mukarabe Fiilleri Efalu Şuruu Arapça Dersleri

     

    MUKÂRABE FİİLLERİ

    Kendine ait manaları bulunan bu yardımcı fiiller mübtedâ ile haberin başına gelerek (كاَنَ ve kardeşleri gibi) mübtedâ’yı merfû haberi de mansûb yapar. (كاَدَ) soyundan olanlar adıyla da gramer kitaplarında geçen bu yardımcı fiillerin en önemli özelliği ise haberinin muzâri fiil oluşudur.

     

    3 bölümde incelenirler:

    I)  Yaklaştırma Fiilleri (اَفْعاَلُ الْمُقاَرَبَةِ):

    Haberde bildirilenin yaklaştığını anlatan fiiller şunlardır:

    كاَدَ يَكاَدُ))

    (أَوْشَكَ  يُوشِكُ)

    (كَرَبَ)

    Bunların hepsi de “…neredeyse ..ecek, neredeyse ..acak, ..eyazdı, az kalsın, ..mek üzere(ydi)” manasını verir. Az kullanılan (كَرَبَ) hâriç diğerlerinin muzârisi de çekimleriyle birlikte kullanılır. (أَنْ) ile ya da (أَنْ) siz gelebilirler.

    كاَدَ الْمُجْرِمُ يُقْتَلُ.

    Suçlu öldürüleyazdı (neredeyse öldürülüyordu) .

    ماَ كاَدُوا يَفْعَلُونَ.

    Neredeyse yapamayacaklardı (Bakara, 71) .

    يَكاَدُ زَيْتُهاَ يُضِيئُ.

    Neredeyse yağı ışık verecek (Nûr, 35) .

    يَكاَدُ الْبَرْقُ يَخْطَفُ أَبْصاَرَهُمْ.

    Şimşek neredeyse gözlerini alacak (Bakara, 20) .

    كَرَبَ الْقَلْبُ مِنْ حُزْنِهِ يَذُوبُ.

    Kalp kederinden az kaldı eriyecekti.

    أَوْشَكَ أَنْ يَأْتِيَ خاَلِدٌ.

    Hâlid’in gelmesi yakındır.

    يُوشِكُ خاَلِدٌ أَنْ يَخْرُجَ.

    Halit neredeyse çıkacak.

    Not: Bu üç fiil kendi başlarına tam fiil olarak (yardımcı fiil olmadan) kullanıldıklarında “yaklaştı” manasını verirler. O zaman fâili (أَنْ) den sonraki bölüm olur.:

    أَوْشَكَ أَنْ تَطْلُعَ الشَّمْسُ.

    Güneşin doğması yaklaştı.

          Fâil

     

    II) Ümit Fiilleri (اَفْعاَلُ التَّرَجِّي):

    إِخْلَوْلَقَ حَرَى عَسَى

    En çok kullanılanı (عَسَى) dır. “Belki, umulur ki, ola ki, herhalde, ..abilir” manalarını taşırlar. Muzâri çekimleri yoktur. Yâni câmid (donmuş) fiiller grubundandır. عَسَى fiili genellikle (أَنْ) ile kullanılır. Daha ziyade (عَسَى) fiili sâbit kalır, devamındaki cümle çekimli getirilerek kullanılır:

    عَسَى رَبُّكُمْ أَنْ يَرْحَمَكُمْ.

    Umulur ki Rabb’iniz size merhamet eder (İsrâ, 8).

    حَرَى خاَلِدٌ أَنْ يَقُومَ.

    Umulur ki Halit kalkar.

      إِخْلَوْلَقَ الثَّلْجُ أَنْ يَنْزِلَ.

    Umulur ki kar yağar.

     

     

    عَسَى fiilinin mâzî çekimi yapılarak ve yanına zamir alarak da kullanılır (عَسَى عَسَياَ عَسَوْا …)

    عَساَهُ[1] أَنْ يَفْعَلَ خَيْراً.

    Umulur ki o bir hayır yapar.

    *عَسَى fiili “yaklaştı” manasında tam fiil olarak da kullanılır. Bu durumda fâili yine (أَنْ) den sonraki bölümdür.

    عَسَى أَنْ يَأْتِيَ خاَلِدٌ.

    Halit’in gelmesi yaklaştı.

                      Fâil

     

    III) Başlama Fiilleri (اَلْاَفْعاَلُ لِلشُّرُوعِ):

    جَعَلَ أَقْبَلَ طَفِقَ أَنْشَأَ أَخَذَ شَرَعَ
     

     

    إِنْبَرَى هَبَّ إِبْتَدَأَ قاَمَ

    Bu fiiller muzârinin başına geldiklerinde kendi asıl manalarını atarak (بَدَأَ) “…meye başladı” manasını verirler. Başlama bildiren fiillerin başına (أَنْ) getirilmez. Yani başlangıç bildirmeleri ancak muzâri başında olur.

    أَخَذَ الْوَلَدُ يَبْكِي.

    Çocuk ağlamaya başladı.

    طَفِقاَ يَخْصِفاَنِ عَلَيْهِماَ مِنْ وَرَقِ الْجَنَّةِ.

    Cennet yaprağından üzerlerine örtmeye başladılar (Tâ-Hâ, 121).

    شَرَعَ الطاَّلِبُ يَقْرَأُ.

    Öğrenci okumaya başladı.

    جَعَلَ الْمَجْنُونُ يَصْرُخُ.

    Deli bağırmaya başladı.

     

    Genel Cümle Örnekleri:

    1- شَرَعَ الْمُتَّهَمُ يَقُولُ الْحَقِيقَةَ –– عَسَى السَّلاَمُ يَعُمُّ الْعاَلَمَ – عَسَى الْمُهَنْدِسُونَ أَنْ يَكْتَشِفُوا الْبَتْرُولَ فِي هَذِهِ الصَّحْراَءِ – لَمْ أَكُنْ أَظُنُّ أَنَّ  فَرِيقَ الْمَدْرَسَةِ بِهَذاَ الْاِسْتِعْداَدِ .

    2- اَلْمُهَنْدِسُونَ أَوْشَكُوا أَنْ يُكْمِلُوا الْعِماَرَةَ – أَوْشَكَتِ الشَّمْسُ تَغْرُبُ ، عَسَى أَنْ تُدْرَكَ صَلاَةُ الْمَغْرِبِ – جَلَسَ الْمُدَرِّسُ عَلَى مَقْعَدِهِ مُتْعَباً بَعْدَ أَنْ شَرَحَ الدَّرْسَ – لَمْ يَكَدْ يَشْرَحُ الْمُدَرِّسُ الدَّرْسَ حَتَّى جَلَسَ عَلَى مَقْعَدِهِ مُتْعَباً .

    3– ذَهَبَ التِّلْمِيذُ إِلَى أُسْتاَذِهِ مُسْرِعاً بَعْدَ أَنْ أَكْمَلَ الْواَجِبَ – لَمْ يَكَدْ يُكْمِل التِّلْمِيذُ الْواَجِبَ حَتَّى ذَهَبَ إِلَى أُسْتاَذِهِ مُسْرِعاً – ناَمَ الْمَرِيضُ عَلَى سَرِيرِهِ مُسْتَرِيحاً بَعْدَ أَنْ شَرِبَ الدَّواَءَ – لَمْ يَكَدْ يَشْرَبُ الْمَرِيضُ الدَّواَءَ حَتَّى ناَمَ عَلَى سَرِيرِهِ مُسْتَرِيحاً.

    4 – أَقْبَلَ الْإِماَمُ عَلَى مُصْحَفِهِ قاَرِئاً بَعْدَ أَنْ أَدَّى الصَّلاَةَ – لَمْ يَكَدْ يُؤَدِّي الْإِماَمُ الصَّلاَةَ حَتَّى أَقْبَلَ عَلَى مُصْحَفِهِ قاَرِئاً- ماَ كاَدَتِ الشَّمْسُ تَغِيبُ إِذْ ظَهَرَ شَخْصٌ مِنْ بَعِيدٍ.

    5 – ماَ كاَدَ الْجَرَسُ يَدُقُّ إِذْ صَعِدَ التَّلاَمِيذُ إِلَى الصُّفُوفِ – ماَ كاَدَ الْمَطَرُ يَنْزِلُ إِذْ أَسْرَعَ الناَّسُ إِلَى الْمَأْوَى – ماَ كَادَ الْعَمَلُ يَنْتَهِي إِذْ خَرَجَ الْعُماَّلُ مِنَ الْمَصْنَعِ –كاَدَتِ الْمَرْأَةُ تُشاَرِكُ فِي كُلِّ مَجاَلاَتِ الْعَمَلِ.

     

    Tercüme:

    1. Zanlı (itham edilen) hakikatı söylemeye başladı. Umulur ki barış alemi kapsar. Mühendislerin bu çölde petrolü keşfetmeleri (ortaya çıkarmaları) umulur. Okul takımının bu kabiliyette olduğunu sanmıyordum.

    2. Mühendisler apartmanı neredeyse tamamlayacak. Güneş doğmak üzere, akşam namazına erişilmesi yakındır. Öğretmen dersi açıkladıktan sonra yorgun olarak yerine oturdu. Öğretmen dersi açıklar açıklamaz yorgun olarak yerine oturdu.

    3. Öğrenci ödevi tamamladıktan sonra koşarak (aceleyle) öğretmenine gitti. Öğrenci ödevi tamamlar tamamlamaz koşarak (aceleyle) öğretmenine gitti. Hasta ilacı içtikten sonra dinlenmek üzere yatağında uyudu. Hasta ilacı içer içmez dinlenmek üzere yatağında uyudu.

    4. İmam namazı edâ ettikten sonra okumak üzere mushafına yöneldi. İmam namazı eda eder etmez okumak üzere mushafına yöneldi. Güneş neredeyse batmak üzereydi ki birden uzaktan bir şahıs belirdi.

    5. Zil çalar çalmaz hemen öğrenciler sınıflara çıktı. Yağmur iner inmez (yağar yağmaz) hemen insanlar sığınağa koştu. İş biter bitmez işçiler fabrikadan çıktı. Kadın neredeyse tüm iş sahalarına iştirak ediyor.

     

     

    MUKÂREBE FİİLLERİ İLE İLGİLİ AYETLER

    1- فَهَلْ عَسَيْتُمْ إِنْ تَوَلَّيْتُمْ أَنْ تُفْسِدُوا فِي الْأَرْضِ وَتُقَطِّعُوا أَرْحَامَكُمْ {47/22} أُولَئِكَ الَّذِينَ لَعَنَهُمُ اللَّهُ فَأَصَمَّهُمْ وَأَعْمَى أَبْصَارَهُمْ .

    (47/MUHAMMED, 22, 23). Geri dönerseniz, yeryüzünde bozgunculuk yapmaya ve akrabalık bağlarını kesmeye dönmüş olmaz mısınız? İşte bunlar, Allah’ın kendilerini lânetlediği, sağır kıldığı ve gözlerini kör ettiği kimselerdir.

    2- كُتِبَ عَلَيْكُمُ الْقِتَالُ وَهُوَ كُرْهٌ لَكُمْ وَعَسَى أَنْ تَكْرَهُوا شَيْئًا وَهُوَ خَيْرٌ لَكُمْ وَعَسَى أَنْ تُحِبُّوا شَيْئًا وَهُوَ شَرٌّ لَكُمْ وَاللّهُ يَعْلَمُ وَأَنْتُمْ لاَ تَعْلَمُونَ .

    (2/BAKARA, 2l6). Hoşunuza gitmediği halde savaş size farz kılındı. Sizin için daha hayırlı olduğu halde bir şeyi sevmemeniz mümkündür. Sizin için daha kötü olduğu halde bir şeyi sevmeniz de mümkündür. Allah bilir, siz bilmezsiniz.

    3- يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لاَ يَسْخَرْ قَومٌ مِنْ قَوْمٍ عَسَى أَنْ يَكُونُوا خَيْرًا مِنْهُمْ وَلاَ نِسَاءٌ مِنْ نِسَاءٍ عَسَى أَنْ يَكُنَّ خَيْرًا مِنْهُنَّ وَلاَ تَلْمِزُوا أَنْفُسَكُمْ وَلاَ تَنَابَزُوا بِالْأَلْقَابِ بِئْسَ الاِسْمُ الْفُسُوقُ بَعْدَ الْإِيمَانِ وَمَنْ لَمْ يَتُبْ فَأُولَئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ .

    (49/HUCURAT, 11). Ey müminler! Bir topluluk diğer bir topluluğu alaya almasın. Belki de onlar, kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da kadınları alaya almasınlar. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Kendi kendinizi ayıplamayın, birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın. İmandan sonra fâsıklık ne kötü bir isimdir! Kim de tevbe etmezse işte onlar zâlimlerdir.

  • Efalu Kulub Bilgi Zan Ve Değiştirme Fiilleri Arapça Dersleri

     

    BİLGİ, ZAN VE DEĞİŞTİRME FİİLLERİ

    ((اَفْعاَلُ الْقُلُوب) Ef’âlü’l-Kulûb)                    

    Diğerlerinden farklı olarak tek mef’ûlle yetinmeyen iki mef’ûl alan fiillerdir. İsim cümlesinin başına gelip mübtedâ ve haberi iki mef’ûl halinde nasbederler. Bilmek, sanmak, kalp yani zihin işi olduğundan bu fiillere kalp fiilleri denmiştir. (ظَنَّ) ve benzerleri diye de tanıtılırlar.

    خاَلِدٌ عاَلِمٌ!

    Halit âlimdir!

    ظَنَنْتُ خاَلِداً عاَلِماً!

    Halid’i âlim sandım.

    اَلْمَسْأَلَةُ سَهْلَةٌ!

    Mesele kolaydır.

    ظَنَّ خاَلِدٌ الْمَسْأَلَةَ سَهْلَةً!

    Hâlit meseleyi kolay sandı.

    Görüldüğü gibi mübtedâ birinci mef’ûl, haber de ikinci mef’ûl haline gelmektedir.

    İki mef’ûl alan fiiller üç bölümde incelenir:

    1- Bilmek manasına gelen fiiller (اَفْعاَلُ الْيَقِينِ):

     

    تَعَلَّمْ

    bil ki

    دَرَى

    عَلِمَ 

    bildi

    رَأَى

    gördü

    أَلْفَى

    وَجَدَ 

    buldu  

    وَجَدَ الْإِنْساَنُ الْعِلْمَ ناَفِعاً.

    İnsan ilmi faydalı buldu (gördü).  

    عَلِمْتُ أَخاَكَ كَرِيماً.

    Kardeşinin cömert olduğunu bildim.  

    وَ وَجَدَكَ عاَئِلاً فَأَغْنَى.

    Seni fakir bulup zenginleştirmedi mi? (Duhâ, 8)  

    رَأَيْتُ السِّباَحَةَ مُفِيدَةً.

    Yüzmenin faydalı olduğunu gördüm.  
     

    تَعَلَّمِ الْحَياَةَ جِهاَداً.

    Hayatı cihad bil.

                                 

    2- Zan manasına gelen fiiller (اَفْعاَلُ الظَّنِّ):

    هَبْ

    farzet

    زَعَمَ

    خاَلَ

    عَدَّ

    ظَنَّ

    حَسِبَ

    zannetti, sandı, kendisine öyle geldi

    حَسِبْتُ عَلِياًّ عاَلِماً.

    Ali’yi âlim sandım.

    حَسِبْتُهُ  عاَلِماً.

    Onu âlim sandım.

    زَعَمْتُ صَدِيقَكَ شُجاَعاً.

    Arkadaşını cesur zannettim.

    ظَنَنْتُ الرَّجُلَ ناَئِماً.

    Adamı uyuyor zannettim.
                     

    Örneğin son cümlede الرَّجُلَ  birinci mef’ûl, ناَئِماً ikinci mef’ûldür ve ikisi de fetha ile mansûbtur.

    3- Değiştirme Fiilleri (اَفْعاَلُ التَّحْوِيلِ): Dönüşme, etme, edinme, kılma ve çevirme anlamına gelen fiillerdir.

     

    إِتَّخَذَ

    edindi

    رَدَّ

    çevirdi      
     

    صَيَّرَ

    جَعَلَ

    حَوَّلَ

    kıldı, bir halden bir hale çevirdi, etti, yaptı.  

    اِتَّخَذَ اللَّهُ إِبْراَهِيمَ خَلِيلاً.

    Allah İbrâhim’i dost edindi.

     

     

    اِتَّخَذُوا الْقُرْآنَ مُرْشِداً.

    Kur’ân’ı mürşid edindiler.

    مَنْ عَلَّمَنِي حَرْفاً فَقَدْ صَيَّرَنِي عَبْداً.

    Bana bir harf öğreten beni (kendisine) köle yapar.

    جَعَلَ الْإِسْلاَمُ الْمُؤْمِنِينَ إِخْواَناً.

    İslâm mü’minleri kardeş yaptı.
                       

    *Bu fiillerden yalnız (تَعَلَّمْ)(bil ki) ve (هَبْ) (farzet) çekimsiz, emr-i hâzır olarak kullanılır, diğerleri çekimlidir.

    *Ef’âlü’l-kulûb’un ikinci mef’ûlü müfred olarak geldiği gibi, cümle ve şibh cümle olarak  da gelir:

    ظَنَنْتُ خاَلِداً أَبُوهُ عاَلِمٌ.

    Halit’in babasının âlim olduğunu zannettim (isim cümlesi) .

    ظَنَنْتُ خاَلِداً يَكْتُبُ الْواَجِبَ.

    Halit’in ödevi yazdığını zannettim (fiil cümlesi) .

    ظَنَنْتُ خاَلِداً أَماَمَ الْمَدْرَسَةِ.

    Halit’in okulun önünde olduğunu zannettim (şibh-i cümle; zarf) .

    ظَنَنْتُ خاَلِداً فِي الْبَيْتِ.

    Hâlit’in evde olduğunu zannettim (şibh-i cümle; câr-mecrûr) .

    Ef’âlü’l-kulûb’ün amel etmediği yerler:

    a) Bu fiiller mübtedâ ile haberin ortasında veya onlardan sonra geldikleri takdirde manalarını muhafaza etseler de i’râb (hareke) bakımından tesir etmezler:

    أَبُوكَ فَقِيرٌ ظَنَنْتُ.

    Baban fakirdir; sandım.

    أَبُوكَ ظَنَنْتُ فَقِيرٌ.

    Baban –sandım ki- fakirdir.

    b) Yine fiille isim cümlesi arasına başlangıç[1], soru, nefy (olumsuzluk) edatlarının girmesiyle mana bakımından görevini yapmakla beraber, i’rab (hareke) olarak tesir etmezler.

    ظَنَنْتُ لَخاَلِدٌ فاَضِلٌ.

    Halid’in faziletli olduğunu zannettim (lâmü’l-ibtidâ: başlangıç lâmı) .

    تَعْلَمُ أَ أَحْمَدُ عِنْدِي أَمْ مُحَمَّدٌ.

    Yanımdakinin Ahmet mi yoksa Muhammed mi olduğunu bilirsin (soru).

    عَلِمْتُ ماَ خاَلِدٌ قاَئِماً.

    Halid’in ayakta olmadığını biliyorum (nefy).

     

  • Esmaul Efal Arapça İsim Fiiller

    Esmaul Efal Arapça  İsim Fiiller

     ARAPÇA İSİM FİİLLER

    Mâzî muzâri ve emir manasında kullanılan bazı isimler vardır ki, fiil gibi çekilmez. Bu sebeple bunlara isim fiiller (esmâul ef’âl) denir. Mef’ûlleri kendilerinden önce gelmez. Hep aynı şekil üzere bulunurlar. Manaları fiilden daha kuvvetlidir ve mebnîdirler.

    a) Mâzi manalı isim fiiller:

    Mâzî manalı isim fiiller hayret ifâde ederler: Mana bakımından taaccüb fiillerine benzerler:

    هَيْهاَتَ !

    Ne kadar uzak!

    بُطْآنَ !

    Ne kadar yavaş!  

    شَتاَّنَ !

    Ne kadar farklı[1]!  

    شَتاَّنَ ماَ بَيْنَ عَلِيٍّ وَ بَكْرٍ !

    Ali ile Bekir arasında (ne kadar ) dağlar kadar fark var!  

    سُرْعاَنَ !

    Ne kadar süratli!  

    هَيْهاَتَ هَيْهاَتَ لِماَ تُوعَدُونَ!

    O size vad edilen şey ne uzak !

    (uzak mı uzak) (Mü’minûn 36)

     

    b) Muzâri manalı isim fiiller:

    واَ !

    Şaşarım, hayret ederim!

    أُفٍّ !

    Off, sabrım tükeniyor (Bıktım usandım) !

    قَدْ !

    Yeter!

    عَلَيْكَ !

    Sana gerekir!

    عَلَيْكُمْ أَنْفُسَكُمْ !

    Siz kendinize bakın!

    عَلَيْكُمْ بِقِراَءَةِ كِتاَبِ اللَّهِ !

    Allah’ın kitâbını okumanız gerekir!

    وَلاَ تَقُلْ لَهُماَ أُفٍّ !

    Onlara üff bile deme (İsrâ 23) !

    c) Emir manalı isim fiiler:

    مَكاَنَكَ !

    Yerinde dur!

    آمِينْ !

    Kabul et!  

    ايِه !

    Sus artık yetişir!

     حَيَّى = هَياَّ !

    Haydi!  

    هَيْتَ لكَ !

    Haydi, çabuk gel!

    هَلُمَّ !

    Haydi; haydi gel, getir!  

     

     

     

       

    مَهْ!

    Yapma!

    هاَ !

    İşte al  

    صَهْ !

    Sus!

    رُوَيْدَكَ !

    Yavaş ol!  

    أَلاَ !

    Dikkat edin, uyanık olun!    
     

    حَيَّى عَلَى الصَّلاَةِ !

    Haydi namaza!  
     

    حَيَّى الْفَلاَحِ !

    Haydi kurtuluşa!  
     

    قُلْ هَلُمَّ شُهَداَءَكُمْ !

    “Haydi şahitlerinizi getirin” de (En’âm, 150).  
     

    عَلَيْكُمْ أَنْفُسَكُمْ لاَ يَضُرُّكُمْ مَنْ ضَلَّ إِذاَ اهْتَدَيْتُمْ !

    Siz kendinize bakınız. Hidâyet üzere olursanız sapık kişiler size zarar veremez (Mâide, 105).

                   

     

    KUR’ÂN’DA GEÇEN İSİM FİİLLER

    1- فَأَمَّا مَنْ أُوتِيَ كِتَابَهُ بِيَمِينِهِ فَيَقُولُ هَاؤُمُ اقْرَؤُوا كِتَابِيهْ .

    (69/HAKKA, 19). Kitabı sağ tarafından verilene gelince: “Alın, kitabımı okuyun” der.

    2- يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا عَلَيْكُمْ أَنْفُسَكُمْ لاَ يَضُرُّكُمْ مَنْ ضَلَّ إِذَا اهْتَدَيْتُمْ إِلَى اللّهِ مَرْجِعُكُمْ جَمِيعًا فَيُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ .

    (5/MÂİDE, 105). Ey iman edenler! Siz kendinize bakın.Siz doğru yolda olunca sapan kimse size zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allah’adır. Artık O, size yaptıklarınızı bildirecektir.

    3- وَيَوْمَ نَحْشُرُهُمْ جَمِيعًا ثُمَّ نَقُولُ لِلَّذِينَ أَشْرَكُوا مَكَانَكُمْ أَنْتُمْ وَشُرَكَآؤُكُمْ فَزَيَّلْنَا بَيْنَهُمْ وَقَالَ شُرَكَآؤُهُمْ مَا كُنْتُمْ إِيَّانَا تَعْبُدُونَ .

    (10/YÛNUS, 28). Onların hepsini biraraya toplayacağımız, sonra da Allah’a ortak koşanlara: “Siz ve koştuğunuz ortaklar yerinizde bekleyin” diyeceğimiz gün artık onların (putlarıyla) aralarını tamamen ayırmışızdır. Ve onların ortakları, (putları) derler ki: “Siz, bize ibadet etmiyordunuz..

    4- وَرَاوَدَتْهُ الَّتِي هُوَ فِي بَيْتِهَا عَنْ نَفْسِهِ وَغَلَّقَتِ الأَبْوَابَ وَقَالَتْ هَيْتَ لَكَ قَالَ مَعَاذَ اللّهِ إِنَّهُ رَبِّي أَحْسَنَ مَثْوَايَ إِنَّهُ لاَ يُفْلِحُ الظَّالِمُونَ .

    (12/YÛSUF, 23). Evinde bulunduğu kadın, onun nefsinden murat almak istedi, kapıları iyice kapattı ve “Haydi gel!” dedi. O da” (Hâşâ), Allah’a sığınırım! Zira kocanız benim velinimetimdir, bana güzel davrandı. Gerçek şu ki, zâlimler iflah olmaz!” dedi.

    5- وَقَضَى رَبُّكَ أَلاَّ تَعْبُدُوا إِلاَّ إِيَّاهُ وَبِالْوَالِدَيْنِ إِحْسَانًا إِمَّا يَبْلُغَنَّ عِنْدَكَ الْكِبَرَ أَحَدُهُمَا أَوْ كِلاَهُمَا فَلاَ تَقُلْ لَهُمَآ أُفٍّ وَلاَ تَنْهَرْهُمَا وَقُلْ لَهُمَا قَوْلاً كَرِيمًا .

    (17/İSRÂ, 23). Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi, ana-babanıza da iyi davranmanızı kesin bir şekilde emretti. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa, kendilerine “of!” bile deme; onları azarlama; ikisine de güzel söz söyle.

    6- أُفٍّ لَكُمْ وَلِمَا تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللَّهِ أَفَلاَ تَعْقِلُونَ .

    (21/ENBİYÂ, 67). Size de, Allah’ı bırakıp tapmakta olduğunuz şeylere de yuh olsun! Siz akıllanmaz mısınız?

    7- وَالَّذِي قَالَ لِوَالِدَيْهِ أُفٍّ لَكُمَا أَتَعِدَانِنِي أَنْ أُخْرَجَ وَقَدْ خَلَتْ الْقُرُونُ مِنْ قَبْلِي وَهُمَا يَسْتَغِيثَانِ اللَّهَ وَيْلَكَ آمِنْ إِنَّ وَعْدَ اللَّهِ حَقٌّ فَيَقُولُ مَا هَذَا إِلاَّ أَسَاطِيرُ الْأَوَّلِينَ .

    (46/AHKÂF, 17). Ana ve babasına: Öf be size! Benden önce nice nesiller gelip geçmişken, beni tekrar dirilmekle mi tehdit ediyorsunuz? diyen kimseye, ana ve babası Allah’ın yardımına sığınarak: Yazıklar olsun sana! İman et. Allah’ın vâdi gerçektir, dedikleri halde o: Bu, eskilerin masallarından başka bir şey değildir, der.

    8- هَيْهَاتَ هَيْهَاتَ لِمَا تُوعَدُونَ .

    (23/MÜ’MİNÛN, 36). “Bu size vâdedilen (öldükten sonra yeniden dirilmek, gerçek olmaktan) çok uzak!”

    9- وَأَصْبَحَ الَّذِينَ تَمَنَّوْا مَكَانَهُ بِالْأَمْسِ يَقُولُونَ وَيْكَأَنَّ اللَّهَ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَاءُ مِنْ عِبَادِهِ وَيَقْدِرُ لَوْلاَ أَنْ مَنَّ اللَّهُ عَلَيْنَا لَخَسَفَ بِنَا وَيْكَأَنَّهُ لاَ يُفْلِحُ الْكَافِرُونَ .

    (28/KASAS, 82). Daha dün onun yerinde olmayı isteyenler: Demek ki, Allah rızkı, kullarından dilediğine bol veriyor, dilediğine de az. Şayet Allah bize lütufta bulunmuş olmasaydı, bizi de yerin dibine geçirirdi. Vay! Demek ki inkârcılar iflâh olmazmış! demeye başladılar.

    10- قَدْ يَعْلَمُ اللَّهُ الْمُعَوِّقِينَ مِنْكُمْ وَالْقَائِلِينَ لِإِخْوَانِهِمْ هَلُمَّ إِلَيْنَا وَلاَ يَأْتُونَ الْبَأْسَ إِلاَّ قَلِيلاً .

    (33/AHZÂB, 18). Allah, içinizden (savaştan) alıkoyanları ve yandaşlarına: “Bize katılın” diyenleri gerçekten biliyor. Zaten bunların pek azı savaşa gelir.