Yıl: 2012

  • YÖK üyeliğine ilahiyatçı Hatipoğlu atandı

    Prof. Dr. İbrahim Hatiboğlu YÖK üyeliğine atandı.

    Yükseköğretim Kurulu (YÖK) üyeliğine, Yalova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. İbrahim Hatiboğlu atandı.

    Hatiboğlu’nun YÖK üyeliğine atanması ile ilgili karar Resmi Gazete’de yayımlandı. Kararda, Hatiboğlu’nun Bakanlar Kurulu’nca yapılan seçimi, 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun 6’ncı maddesinin (b) fıkrası gereğince onaylandığı kaydedildi.

    İbrahim Hatiboğlu, 1966 Muğla doğumlu. Marmara İlahiyat’ta lisans (1989), yüksek lisans (1991) ve doktorasını (1996) tamamladı. Mısır’da (1992-93) ve İngiltere’de (1994-95) araştırmalarda bulundu.

    Bulgaristan’da dersler verdi (1999-2000). Uludağ İlahiyat’ta Hadis Anabilim Dalında öğretim üyeliği (2008-12), Çanakkale İlahiyat’ta dekanlık yaptı (2009-11). Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (TDV İSAM)’nde müellif-redaktör ve Hadis İlim Kurulu üyesi. Uzmanlık alanları hadis usûlü, modernistlerin ve müsteşriklerin hadis anlayışı, Osmanlı döneminde hadis çalışmaları, Bulgaristan Müslümanlarının dinî ıslahat düşüncesi, Türkiye’de akademik hadisçilik.

    TRT HABER

  • Yrd. Doç. Dr. Şahin: İsteyen Herkes 2 Ayda Hafız Olabilir

    Ondokuz Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Hatice Şahin, isteyen herkesin programlı bir çalışma sonucu 2 ayda Kuran-ı Kerim’i ezberleyerek hafız olabileceğini söyledi.

    Hatice Şahin, Sakarya Üniversitesi (SAÜ) İlahiyat Fakültesi’nde düzenlenen konferansta Kur’ân’ı Kerim’i kısa sürede ezberlemek ve hıfzı uzun süreli devam ettirmek için kendisinin uyguladığı yöntem hakkında bilgi verdi. Önerdiği yöntemin klasik sistemde uygulanan yöntemle aynı olduğunu ancak sistematik olarak bunu daha geliştirdiğini ifade eden Şahin, “Tavsiye ettiğim yöntem doğru uygulandığında hafızlık süresinin kısalması kendiliğinden oluşuyor. İsteyen herkese yöntemi ayrıntılı olarak verebiliriz. Ancak zaman herkes için değişebilir.” dedi.

    Kendisinin klasik sistemle hafız olduğunu, geliştirdiği yöntemi 3 yıl 4 aydır uyguladığını ifade eden Şahin, bu süreç içerisinde 60 kadar öğrenci mezun ettiğini dile getirdi. Şahin, bu öğrencilerin 53 gün, 59 gün, 2.5 ay, 3 ay, 4 ay gibi kısa sürelerde hafızlıklarını bitirip yüzde 95’inin Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yaptığı hafızlık sınavında başarılı olduğunu kaydetti. Şahin, kendisinin program sayesinde hafız olmayı düşünenlerin rehberliğini ve takibini yaptığını dile getirdi.

    Şahin, bu sistemde ezber metodunun doğru yapılmasının çok önemli olduğunu, ezberlemeyi kolaylaştırmak amacıyla, zihnin çalışma mekanizmasının dikkate alınması gerektiğini vurguladı. Bütüne nazaran parçaların ezberlenmesinin daha kolay olacağından ona uygun bir şekilde ezber yapılması gerektiğini dile getiren Şahin, ana hatlarıyla 5 başlıkta topladığı yöntemi şöyle açıkladı:

    “1-Hafızlık sürecinin birinci dönem hafızlık hazırlık aşaması ve ikinci dönem hafızlık olmak üzere iki dönem halinde yapılması. Hangi dönemde ne yapılacağının ayrıntılı bir şekilde bu yöntemde belirtilmektedir.

    2-Tekrarların yapılmasında bazı hususlara dikkat edilmesi gerekmektedir. Tekrarların gelişi güzel zamanlarda yapılması, ezberi korumaya yetmeyecektir. Dolayısıyla hafızlık esnasında olduğu gibi, ezberi koruma sürecinde de zihnin çalışma sistemi dikkate alınarak oluşturulan tekrar aralıklarının hazırlanan programlarda belirtilen şekilde düzenlenmesi, ezberi koruma çabasına yardımcı olacaktır.

    3-Vakitlerin düzenlenmesi çok büyük bir öneme arz etmektedir. Ezber koruma amacıyla yapılacak tekrar vakitlerinin hangileri olması gerektiği yeni yöntemde açıkça ayrıntılı bir şekilde belirtilmektedir.

    4- Hafızlığın uzun süreli korunması ile ilgili bazı programlar verilmektedir.

    5-Yöntemin başarılı olması için belirtilen hususlar dışında bazı unsurlar daha bulunmaktadır. Bunlar arasında nelerle beslenmek gerektiği, yemek öğünlerinin nasıl düzenleneceği, sosyal aktivitelerin nasıl ve ne şekilde yapılacağı, rehberlik dersleri ve bu derslerde işlenecek konular gibi hususlar bulunmaktadır. “

    53 GÜNDE HAFIZ OLDU

    Hatice Şahin’in uyguladığı program sayesinde Ankara Rıfat Mualla Şahin Kız Kur’an Kursu öğrencisi 20 yaşındaki Tuğba Kılıç ise 53 günde hafızlığını tamamladı. Uyguladığı teknikle kısa sürede hafız yetiştiren ve tekniği Diyanet tarafından dikkatle takip edilen Hatice Şahin’in öğrencisi olan Kılıç, hafızlık belgesini Çankaya Müftüsü Abdurrahman Binbir’den almıştı.

    YOĞUN BİR ÇALIŞMA PROGRAMI VARDI

    Sıkı bir çalışma içerisine girdiklerini ve yemeği dahi 10 dakikada yiyerek çalışmaya devam ettiklerini söyleyen Kılıç, “Sabah namazından öğleye kadar bir önceki gün ezberlediğim sayfaları tekrarlayıp yeni sayfalara çalışıyordum. 12.00-13.00 saatleri arası uyuyorduk. Bu uyku bizi çok iyi dinlendiriyordu. Akşamüstü sadece 1 saat dinlenip gece geç saatlere kadar yine ezber yapıyordum.” diye konuştu.

    Cihan

  • Özel İHL Açma Ve Okullarda Mescit Yasağı Kaldırılmalı

    Öğ-Der Şuurlu Öğretmenler Derneği Merkez Yönetim Kurulu Üyesi Hüseyin Yavuz, eğitim müfredatında yeni düzenlemeler yapılması gerektiğini söyledi. Bunun yapılırken İslam dininin gözetilmesi, evrim teorisinin yanlış olduğunun açıklanması gerektiğini belirten Yavuz, Özel İmam Hatip Lisesi açmanın önündeki engeller ve okullardaki mescit açma yasağının kaldırılması, cuma günü de mesainin, öğretmen ve öğrencilerin rahatça namaza gitmelerini sağlayacak şekilde yeniden düzenlenmesi gerektiğini kaydetti.

    Öğ-Der Şuurlu Öğretmenler Derneği bölge başkanları toplantısı Eskişehir’de yapıldı. 5 bölgeden şube müdürleri ve genel merkez yöneticilerinin katıldığı toplantıda eğitimdeki sıkıntılar ve milli eğitim müfredatı konuları ele alındı. Toplantı da söz alan Genel Merkez Yönetim Kurulu üyesi Hüseyin Yavuz, Milli Eğitim müfredatında içerik yönünden ciddi değişiklikler yapılması ve artık milli eğitim sisteminin adı gibi mili olması gerektiğini işaret etti.

    Yavuz, bu bağlamda milli eğitim müfredatında yeni değişikliklerin olması gerektiğini dikkat çekti. Eğitim müfredatının yeniden yapılandırılırken İslam dinin gözetilmesi, yıllardır okutulan evrim teorisinin yanlış olduğunun açıklanması gerektiğinin altını çizdi. Yavuz, “Özel İmam Hatip Lisesi açmanın önündeki engeller ve okullardaki mescit açma yasağı kaldırılmalıdır. Ayrıca Cuma günü mesai, öğretmen ve öğrencilerin rahatça namaza gitmelerini sağlayacak şekilde düzenlenmelidir. Bu bağlamda isteyen Cumasına gider istemeyen gitmez. Bir özgürlük ortamı oluşmuş olur.” ifadelerini kullandı.

    Yılda iki kez yapılan Şuurlu Öğretmenler Derneği bölge başkanları toplantısına, Kütahya Şube Başkanı Yakup Türk, Eskişehir Şube Başkanı Ahmet Al, Bursa Şube Başkanı Yusuf Gürken, Balıkesir Şube Başkanı İsmail Okutan ile katılan illerin yönetim kurulu üyeleri katıldı.

    Cihan

  • Oltu Anadolu İmam Hatip Lisesi proje ekibi Prag’da


    Oltu Anadolu İmam Hatip Lisesi, Oltu İlçe Müftülüğü ve Oltu Gözlem Gazetesi’nden toplam 16 katılımcısı olan proje birer haftalık 2 ayrı hareketlilikten oluşurken projenin ilk ayağı olan Çek Cumhuriyeti ziyaretini gerçekleştirmek üzere başkent Prag’a gitti
    Oltu Anadolu İmam Hatip Lisesi Proje Ekibi, Avrupa Birliği (AB) projesi kapsamında; Avrupa gitti. Oltu Anadolu İmam Hatip Lisesi proje ekibi ‘AB Ülkelerinde Din Öğretimi Uygulamalarının Yerinde İncelenmesi ve Medeniyetler İttifakı’ konulu AB projesi kapsamında incelemelerde bulunmak üzere 6-14 Kasım tarihleri arasında ilk çalışma gezisi için Çek Cumhuriyeti’nin başkenti Prag’a gitti.

    Oltu Anadolu İmam Hatip Lisesi, Oltu İlçe Müftülüğü ve Oltu Gözlem Gazetesi’nden toplam 16 katılımcısı olan proje birer haftalık 2 ayrı hareketlilikten oluşurken projenin ilk ayağı olan Çek Cumhuriyeti ziyaretini gerçekleştirmek üzere başkent Prag’a hareket etti.

    Proje ile ilgili Başkent Prag’da çeşitli temaslarda bulunacak olan ilk 8 kişilik heyet, daha sonra Türkiye’ye dönüşte bir değerlendirme toplantısı düzenleyecek.

    Avrupa’da, eğitim kurumları, sivil toplum kuruluşları ve dini mekânların ziyaret edileceği gezi öncesinde Okul Müdürü Önser Yeğin açıklamalarda bulundu. Yeğin konuyla ilgili olarak şunları kaydetti: “Hayatboyu Öğrenme Programı (LLP) Leonardo da Vinci Hareketlilik projeleri 2012 yılı Teklif Çağrısı döneminde Ulusal Ajans’a 2261 proje teklifi başvurusu yapılmıştır. Yapılan içerik değerlendirmeleri sonucu 320 projenin desteklenmesi uygun bulunmuştur. Okulumuz proje koordinatörü Temel Vural ve proje ekibimiz tarafından hazırlanan “AB Ülkelerinde Din Öğretimi Uygulamalarının Yerinde İncelenmesi ve Medeniyetler İttifakı” konulu projemiz de yeterli puanı alarak 234. sırada kabul edilmiştir. Haziran ayı itibariyle uygulamaya başladığımız proje faaliyetlerimiz 2013’ün Ağustos ayında sona erecek şekilde planlanmıştır.

    PROJE ORTAK HAZIRLANDI

    Proje kapsamında 6-14 Kasım tarihleri arasında yapacağımız Çek Cumhuriyeti gezisi sırasında Almanya ve Avusturya’da da bazı etkinliklere katılacağız.” Proje ve Program koordinatörü Temel Vural ise projeyle ilgili olarak şu hususları dile getirdi: “Projemizi, Çek Cumhuriyeti ve İtalya’daki sivil toplum kuruluşları, yerel ortak olarak Oltu İlçe Müftülüğü ve Oltu Gözlem Gazetesi ortaklığı ile hazırladık. Avrupa Birliği Bakanlığı, Ulusal Ajans tarafından kabul edilen projemizde özetle şu hususlar ön plana çıkmaktadır” diy konuştu.

    Yeni Şafak

  • Organ Nakli, Ulvi Bir Davranıştır

    Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sabri Erturhan, organ naklinin, insana hayat veren ulvi bir davranış olduğunu söyledi.

    Seyit Ahmet Eksik / Merve Topuz – Cumhuriyet Üniversitesi (CÜ) İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sabri Erturhan, organ naklinin, insana hayat veren ulvi bir davranış olduğunu söyledi.

    Erturhan, AA muhabirine yaptığı açıklamada, başlangıçta bazı İslam bilginlerinin organ nakline sıcak bakmadığını ancak günümüzde organ naklinin öz verili bir davranış olarak değerlendirildiğini belirtti.

    Kuran’ı Kerim’de bir insana hayat vermenin bütün insanlara hayat verecek derecede erdemli bir davranış olduğunun vurgulandığını dile getiren Erturhan,

    “Organ nakli bir hayat verme olayıdır. Yine Kuran’da iyilik ve takva konusunda yardımlaşma içine girilmesi emredilmiştir. Organ nakli iyi, hayırlı ve yararlı bir iştir” dedi.

    Kadavradan organ naklinin dinen geçerli olabilmesi için nakil izninin kişinin ölmeden önce kendisi veya öldükten sonra yakınları tarafından verilmiş olması gerektiğini ifade eden Erturhan, şöyle konuştu:

    “Alıcının da açıkça bu organ naklini talep etmesi, organ veren kimsenin tıbbi ve hukuki anlamda ölümünün gerçekleşmiş olması şarttır. Ayrıca gerek canlıdan gerekse kadavradan yapılmış olsun nakledilecek organ karşılığında asla bir maddi bedel talep edilmemelidir. Bu bağışın maddi karşılık olmaksızın çok yüce insani ve İslami düşüncelerle yapılmış olması gerekir.”

    Prof. Dr. Erturhan, organ naklinin yararının sadece nakil yapılan kişinin hayatta kalmasıyla sınırlı kalmadığını dile getirerek, “Kişi aldığı organla yeniden hayat bulacak, yeniden doğmuş olacaktır. Bu olay kişi için hayatında bir milat, bir dönüm noktası olacak, hayata bakışı başka olacaktır. Bu ve benzeri yönleri düşündüğümüzde organ bağışı ve naklinin ne denli ulvi bir davranış olduğu ortaya çıkmaktadır” ifadelerini kullandı.

    -Organ mafyası korkusu-

    CÜ Tıp Fakültesi Göğüs Cerrahisi Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi, Organ ve Doku Nakli Koordinatörü Doç. Dr. Aydın Nadir de Türkiye’de organ bağışına gereken önemin verilmediğini savundu.

    Nadir, kadavradan naklin Türkiye’de gelişmiş ülkelere göre 20-25 kat daha düşük olduğuna işaret ederek, “Bu ise sosyal medyada dolaşan organ mafyası ve dini nedenlerden kaynaklanmakta” dedi.

    Halkın organ bağışına gereken önemi vermediğine ve bu konuda biraz rahat davrandığına dikkati çeken Doç. Dr. Nadir, 18 yaşını geçmiş, akli dengesi yerinde olan herkesin organ bağışında bulunabileceğini sözlerine ekledi.

    Numune Hastanesi Nefroloji Doktoru ve Organ Nakli Sorumlusu Dr. Vural Taner Yılmaz ise kadavradan organ bağışının artırılması gerektiğini söyledi.

    Türkiye’de son yıllarda yapılan nakillerin yaklaşık yüzde 90’ının canlıdan, yüzde 10’unun kadavradan yapıldığını anlatan Yılmaz, şöyle konuştu:

    “Toplumun her kesimi taşın altına elini koyup bu manada çaba göstermeli. Organ nakli konusunda doğru bilgiler edinilmeli. Toplumun bir kısmı dini inançları nedeniyle, bir kısmı tek böbrek kaldığında hayatını idame ettirme noktasında sıkıntı yaşayabileceğini düşünerek ve daha farklı sebeplerle organ bağışı yapmamakta. Bu sebeplerin çözümü noktasında hep birlikte çalışmalıyız.”

  • Konutlar Arapça öğreniyor

    MÜTEKABİLİYET kanunu ile yabancıya konut satışına yönelik engellerin kaldırılmasından sonra özellikle Araplardan talep gören konut üreticileri, pazarlama taktikleri de geliştiriyor. Sektör, bir yandan Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı Derneği (GYODER) çatısı altında yurtdışında roadshow’a hazırlanırken, bir yandan da projeleri hakkında internetten bilgi almak isteyen yatırımcıları hedefliyor. Kısa zaman öncesine kadar internet sitelerinde Türkçe ve İngilizce seçeneklerini bulunduran konut üreticileri, müşterileri için Arapça ve Rusça’yı da seçeneklerde sunmaya başladı.

    4 DİL SEÇENEĞİ

    Yabancılara gayrimenkul satışı, bu yılın ilk 8 ayında yüzde 10.2 artarak 1 milyar 563 milyon dolara ulaştı. Gayrimenkul kuruluşları da sitelerindeki dil seçeneklerine kadar her türlü uygulamayı devreye sokuyor. Yeni projesi Maslak 1453’ü Dubai’deki Cityscape fuarında tanıtarak, Arap yatırımcıların radarına giren Ağaoğlu, bu projenin internet sitesine Arapça seçeneğini de ekledi. Ağaoğlu’nun şirket sitesinde ise İngilizce, Arapça, Farsça ve Rusça seçenekleri de yer alıyor. Dumankaya İnşaat ve Sinpaş GYO İngilizce, Rusça, Farsça ve Arapça ile hizmet veriyor. Ege Yapı da Arapça, Rusça, Almanca, İngilizce dil seçeneğini bulunduruyor.

    ARAPÇA VE RUSÇA

    İnşaat firmalarının en çok tercih ettiği Rusça ve Arapça oldu. Teknik Yapı, Sur Yapı, Dap Yapı, Demir İnşaat da bu dil seçenekleri ile yabancı müşterilerine de hizmet veriyor. İnşaat firmalarının seçtikleri bu dillerin ağırlıklı olarak İran, Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri, Cezayir, Irak, Katar, Kuveyt, Suudi Arabistan, Sudan, Ürdün ve Yemen’de kullanılması da sektörün Arap yatırımcısına olan ilgisini ortaya koyuyor.

    Ne faydası var?

    İnternet sitelerine eklenen dil seçenekleri, firmaların iş hacimlerini etkiliyor. Firma hakkında bilgi sahibi olmak isteyen yatırımcılar Türkiye’ye gelmeden bilgi sahibi oluyor.
    Bazı firmalar, bu seçenekleri sitelerine ekledikten sonra uluslararası fonların radarına da girdi.
    Öte yandan, şirket yetkilileri de bunun faydasını görüyor. Yabancı yatırımcılarla bir araya geldiklerinde, bilmedikleri dil hakkında bilgi vermekte zorlanmayıp, direk site üzerinden tanıtım yapıyor.

    Ziyaretçilerin yüzde 10’u yabancı

    İNŞAAT firmalarının internet sitelerini ziyaret edenlerin yüzde 80 – 90’ı Türkiye’den gerçekleşiyor. Yurtdışından gelen ziyaretçilerin oranı ise daha düşük kalıyor ancak yapılan tanıtım çalışmalarıyla bunun daha da yükselmesi bekleniyor.

  • Görmeze göre İslam kaygısını bitirecek formül

    Fatma Yılmaz’ın röportajı
    Batı toplumunun “İslam korkusu”nun kavramsallaşmış hali, İslamofobi. Olgu olarak tarihsel arkaplanı derin olmakla birlikte popüler söylem açısından yeni bir durum. Nedenleri üzerine pek çok şey söylenebilir; Hristiyanların cehaleti ve husumeti, Yahudilerin provokasyonu, Müslümanların bütün bunlara zemin hazırlayan halleri. Nedeni ne olursa olsun dünyanın önemli çatışma alanlarından biri. Kötü olan medyanın İslamofobik algıyı büyütecek yayınlara daha çok yer vermesi. İyi olan ise siyasetin ve akademinin hal çaresi araması. Ülkemizde de hem akademi hem siyaset ve hem de sivil toplum “sorun”un çözümü ve doğru İslamiyet’in dünyaya anlatımı için gayret sarfediyor.
    Biz de bu çalışmalara küçük bir katkı olması temennisiyle konuyu Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez ile konuştuk.
    Son yıllarda Batı medyasında İslam karşıtı yayınlar çok bariz bir şekilde artış gösterdi. Bu artışı neye bağlıyorsunuz?
    Esasında konuyu yayınlar alanıyla sınırlamak doğru olmayacaktır. Bundan çok daha kapsamlı bir süreçle muhatabız. Bu sürecin kültürel uzantıları olduğu kadar iktisadi arka planı da bulunmaktadır. Küreselleşmenin beraberinde getirdiği tedirginlikler ve bunların belli noktalarda odaklanması bahsettiğiniz İslam karşıtı söyleme götüren etmenler arasındadır. Esasında endişe verici olan nicel artış değil, İslam karşıtlığının varmış olduğu nitel boyutlardır da. Bugün bir dinin en üst değerlerine pervasızca hakaret içeren yayınlar yapılabiliyor olması endişe vericidir. Bunun arka planını incelemek, görmek gerekir. Bir anlamda bu İslamofobinin bir parçasıdır, ancak bu olgu içinde yayınların yerini iyi tespit etmek gerekir.
    İslamofobi’nin altında neler yatmaktadır?
    İslamofobi üstbaşlığı altında esasında farklı farklı olguları toplamaktayız. Bunları ayırmanın anlamlı olacağı kanaatindeyim. Kanaatimce İslamofobiyi üç farklı alanda incelemeliyiz. Bunlardan birincisi İslam kaygısıdır, yani bazı ülkelerde halk nezdinde reel bir endişe tespit edilebilmektedir. Bu kaygı tamamen irrasyonel bir kaygıdır ve aslında İslam’ı ve Müslümanları tanımıyor olmaktan kaynaklanmaktadır. İkinci olgu ise İslam karşıtlığıdır. Bu, kaygının aksine daha bilinçli, daha sistematiktir. İslam karşıtlığı bir siyaset, bir eylem zeminidir. Bunun arka planı korku veya kaygı değil, daha somut stratejik, siyasi veya ekonomik emellerdir. Üçüncü bir ayak ise birinci ve ikinci olgular arasında işleyen bir söylem üretim mekanizmasıdır. İslam ve Müslümanlar hakkında üretilen söylemler bir yönüyle halk nezdindeki İslam kaygısını körüklemekte, diğer yönüyle ise İslam karşıtı eylemlere meşru bir zemin hazırlamakta. Böylelikle İslam karşıtlığı da halk nezdinde beslenen ve korunan bir endişeden faydalanmakta, meşruiyetini bu kaygı üzerine kurmaktadır.
    İslamofobiyi bu üç alanı ayrı ayrı düşünerek incelemediğimiz müddetçe tahlillerimizin eksik kalacağını düşünüyorum.
    Bu yersiz korkunun giderilmesi için Müslümanlara düşen görev nedir? Tebliğ ve temsil noktasında neler yapılmalı?
    Az önce izah ettiğim gibi esasında ne İslam kaygısının ne de İslam karşıtlığının direkt İslam’la ilgisi bulunmaktadır. Birincisi tamamen irrasyonelken, ikincisi tamamen stratejiktir. Çıkış noktaları dinden bağımsızdır. Bu yüzden çaresini de İslam’ın temsil edilişinde aramak doğru olmayacak, aksine bizi tam da istemediğimiz bir söylem mantığını kullanmaya sürükleyecektir. Bununla birlikte Müslümanlar olarak elbette bu durum karşısında çaresiz değiliz. Tüm irrasyonel kaygılar gibi İslam kaygısı da tanışmakla bertaraf olabilmektedir. Yani Müslümanlara endişe ile bakan bir göz, onlarla yakın temasa girince endişelerinden kolayca sıyrılmaktadır. Bunun birçok örneğini görüyor, biliyoruz. Dahası bu tanışma sonucu İslam’a daha yoğun bir ilgi gösteren, hatta ihtida eden kişilere rastlanmaktadır.
    İslam’a ve Peygamberimize hakaret içeren filmler veya karikatürler sonrası provokatif olaylar yaşandı. Müslümanlar bu hakaret ve saldırılar karşısında nasıl bir tepki ortaya koymalı?
    Provokatif olan filmler ve karikatürlerdir. Ancak biz tüm bu olanlara kendi zaviyemizden bakma hatasına düşüyoruz. Örneğin Efendimizle ilgili filmin Müslümanlara dönük bir yüzü olduğu kadar, Müslüman olmayanlara dönük de bir yüzü vardır. Yani bir yandan Müslümanlar provoke edilirken, öte yandan belirli bir söylem üretilmektedir. Zaten küreselleşme biraz da bu değil midir, kamusal alanda ne yaparsanız yapın, ne derseniz deyin sadece hitap ettiğiniz kişiler değil bunların dışındaki kişileri de hesaba katmak mecburiyetindesiniz. Dolayısıyla bu tür olaylara tepkimizde de aklı başında ve etraflıca düşünerek hareket etmeliyiz. Zaten İslam dini de bize akl-ı selim ile hareket etmeyi erdemi elden bırakmamayı salık vermektedir.
    İslâm’ın küresel barışa katkılarıyla ilgili olarak neler söylersiniz?
    Küresel barıştan söz etmek ne kadar doğru bilmiyorum, bana sanki hoş ama gerçekçi olmayan bir söylem gibi geliyor. Dünyanın birçok yerinde şu veya bu şekilde savaşlar ve kavgalar sürüyor. Bunların gerekçeleri arka planlarına girmeye gerek de yok. Belki olabildiğine barışçıl bir ortamı oluşturmaya en büyük katkımız, küresel barış gibi büyük ve içi doldurulamayan söylemlerden vazgeçmemiz olacaktır. İslam dini ahlaklı, erdemli, dürüst bir birey ve toplum olmamızı bize öğretmektedir. Bize farklı durumlar karşısında en doğru tepkimizin ne olacağına dair bir meleke bir ahlak yerleştirmektedir. Bizim barış içinde yaşamaya katkımız, barış içinde yaşamamızdır. Bunu yaparken birilerine örnek oluyorsak ne mutlu bize.
    Genç Yorum Dergisi

  • İmam Hatip Lisesinde bir ilk!..

    Açılışta konuşma yapan Vali Oğuz, Isparta’nın ilim şehri olma yolunda emin adımlarla ilerlediğini söyledi. Atabeyin eğitim ve ilim bakımından önemli bir yerleşim yeri olduğunu kaydeden Vali Oğuz şöyle konuştu:
    “800 yıllık bir üniversiteye sahip bir ilçede bulunuyoruz. Dünyanın başka yerlerinde, başka ülkelerinde kendilerine cari yapay tarih arayanlar bunu görseler şaşırırlar. Her zaman söylemiş olduğum gibi burası ilim şehri olmalı, tarihi itibariyle, konumu itibariyle Isparta buna müsait bir il. Hatta biz bunu bir slogan gibi söyledik ‘Mekke-Medine-Kudüs Müşerref, Isparta Muvazzaf’ diye. Biz bunu üniversitemizin uluslar arası bir sempozyumunda bir tebliğ olarak, bir tez olarak sunduk ve tezimiz orada kabul gördü. Bu gün dünyada ilim şehirleri oluşturulmuş, son 10 yılda bu ilim şehirleri kavramı çok gelişmiş. Eğer bu hayal Isparta için gerçekleşirse orta doğunun, Kafkasların ve balkanların ilim merkezi olur. Mehmet Yıldızlı Beye ilimiz ve insanlık adına teşekkür ediyoruz.”
    Eğitime yapılan yatırımın en değerli yatırım olduğunu belirten Atabey Kaymakamı Sedat İnci ise aydınlık yarınların eğitime yapılan yatırım sayesinde olacağını, hayırseverler tarafından eğitime yapılan bu tür yatırımların birlik ve beraberliği perçinlemekte olduğunu bildirdi.
    Okulun yapılmasında katkısı olan hayırsever iş adamı Mehmet Yıldızlı da, “Çok heyecanlıyım. Bu okulun yapılmasında bana fırsat veren, yardımda bulunan, kolaylık sağlayan herkese çok teşekkür ediyorum” dedi.
    Konuşmaların ardından okulun tadilatını yaptıran Hayır İşadamı Mehmet Yıldızlı’ya Vali Memduh Oğuz tarafından plaket verildi.

     

  • Modern olduk olmaya da kitabına nasıl uyduracağız

    Modernite, Avrupa’da yaklaşık olarak 17. yüzyıl civarında ortaya çıkan, zamanla tüm dünyaya yayılan, genel anlamda gelenek ile karşıtlık ve ondan kopuşun; bireysel, toplumsal ve politik yaşam alanlarının tamamındaki dönüşümü ya da değişimi ifade eden toplumsal değerler sistemine ve organizasyonuna verilen isim oluyor.

    Aydınlanma felsefesiyle beslenen modernite, aklı ve insanı merkez olarak belirler, toplumsal yaşamı rasyonalize eder, dini toplumsal yaşamda arka plana iter ve laikliği ilke olarak benimser. Öznenin ve özgürlük fikrinin yaygınlaşıp güçlenmesi ve bunların tüm siyasal ve felsefi düşüncenin merkezi durumuna gelmesiyle anlamını bulur.

    Biz de modern olmak istiyoruz. Ama müslümanız, Müslüman olarak modern olsak çok şey mi istemiş oluruz.

    Eşeğe, ata, katıra ve de deveye biniyorduk, kağnı sürüyorduk; arabaya binmek istiyoruz. Tamponu da altın yaldızlı olsun istiyoruz.

    Tarhana çorbası içiyorduk, kahvaltı yapmak istiyoruz. Hafta sonları brunch olsun istiyoruz.

    Şalvar giyiyorduk, pantolon olsun istiyoruz. Çarşaf, ehram, burka, şayak… giyiyorduk, pardösü, döpiyes, etek-ceket, tayt… giymek istiyoruz.

    Başımızdaki fesi, poşuyu, yağlığı çıkarıp kasket giymek ya da kabak kafa gezmek istiyoruz. Eşarp, fes, tülbent, takıyorduk; turban, şal takınmak istiyoruz…

    Hani bu anlamda modern olmak kolay… Ha onu giymişsin ha bunu… Çok da önemi yok.

    Ama modern olmak bu değil ki. Modern olmak kafa yapısı ile ilgili, kendi özümüze ve oradan açacağımız yeni pencerelerden hayata bakışımızla ilgili.

    Modernite toplumu bu anlamda evirmeyi de başardı. Artık hiçbirimiz kendimizi cesim, asîl, afakı tutmuş görkemli bir ağacın, doğuya batıya, güneye kuzeye uzanan bir kolunda, taze bir sürgün üzerinde açan nadide bir çiçek olmak istemiyor. Çünkü modernite eğer öyle olursa, kişi kendini öyle hissederse asla özne ve özgür olamayacağını empoze ediyor.

    Evet, kişi eğer kendini öyle hissederse, asla özgür bir birey olamayacağını, geleneğin güçlü gövdesi ve uzanan kollarının sarmalında nefes alamayacağını, hiçbir zaman kendi kendinin malik ve sahibi olamayacağını zihinlere kazıyor.

    Modern insanın hele hele varlığını, ilahî rahmetle beslenmekte olan, sayısız kökleriyle öteler ötesine bağlanan bir medeniyet çınarına borçlu olduğunu bilmesi ontolojik bir sorunsala dönüşüyor. Adımını atamıyor, sabiteleri sarsamıyor, tuttuğunu koparamıyor… Bu onu çılgına çeviriyor. Oysa modern olmanın en özgün yönü Anthony Giddens’a göre devamsızlık özelliği oluyor.
    Ben vaktiyle evimizdeki su arıtma cihazının suyu nasıl arıttığını merak etmiş ve içini açmış bakmıştım. Ne gördüm biliyor musunuz? Milyonlarca kürecik, başka bir şey yok. Bunları bir arada tutan ve çevreleyen mahfazadan kurtardığımda öyle bir dağılmışlardı ki bir daha onları bir araya toplayıp da yerlerine koyamamıştım ve bizim cihaz da -ellerime sağlık- merakım yüzünden güme gitmişti. Meğer onların tek başlarına değil, birlikte olduklarında bir güçleri varmış ve o güçle o günlerdeki İstanbul’un içilmez haldeki suyunu içilir hale getirirlermiş.

    Modernite işte bizi özne ve özgür yapmak isterken bunu yaptı. Koskoca İstanbul’da eskiden Eminönü’ndeydi şimdi her yerinde insanlar omuzları birbirlerine sürtünerek gidip geliyorlar, korkunç kalabalıklar oluşturuyorlar, ancak mahfazasından koparılmış kürecikler gibi hepsi özne hepsi özgür, hepsi birey. Bu kadar kalabalık küçük bir cemaati, basit bir toplumu oluşturmuyor. Milyonlardan oluşan azaların toplamı olarak ortaya bir İstanbul bedeni çıkmıyor. Birinin ayağına diken batınca, tüm İstanbul onun acısını yüreğinde duymuyor. Nasıl duysun ki, yürek yok… Hiç de olmadı ki. On beş milyon hücre bir araya bir beden oluşturmak üzere gelmedi. Sadece fiziki olarak aynı mekana doluştu.

    Modernite tam da bunu istiyordu. Kimse kimseye karışmamalıydı. İnsanlar özgür ve özne olmalıydı. Birey olmalıydı. Bana boşuna özendirici masallar anlatma, ben ne kadar muhkem, görkemli ve güzel de olsa, bir ağacın taze dalında açılmış nadide bir çiçek de olsa, ben öylesine bir uzantı olmak istemiyorum, ben birey olmak istiyorum. Senin nihayet anlattığın şey benim nazarımda köklü bir geleneğin uzantısı olmak, oysa benim bütün derdim bütün bu tutamaklardan kurtulmak.

    Ben özneyim.. Ben bireyim. Ben özgürüm…

    Beden benim bedenim, ten benim tenim. Köprüden de atarım. İstersem böbreğimi varsa ciğerim onu da satarım.

    Bön özneyim, isterim ve istediğimi yaparım. Kimse bana hesap soramaz. Yeterince aydınlanmış biriyim. Hayatta en hakiki mürşit ilimdir. Ne bir kutsala, ne arabın yavesine, ne falanca imamın otoritesine, ne de filanca şeyhin ruhaniyetine ihtiyacım vardır benim.

    Ben özneyim. Ben özgürüm. Ben bireyim. Ve bu halimle çobanın esaretinden kendini kurtarmış, özgürlükler ülkesinde, zevk ü sefa çayırlıklarında bir o yana bir bu yana oynaşan kuzucukların neşvesiyle hayatın tadını çıkarıyorum. Sana kalsa ey bunak, ağzından salyalar akıtarak beni izleyen ve artık nefesini ensemde duymakta olduğum eli silahlı muhafız korkularından asude bir halde tam iştah sıramı beklemede olan kurtlar sofrasında meze olacakmışım! Umurumda değil.

    Ben özgürüm ve özgür kalacağım. Zihnime ket vuran prangalardan kurtulacağım. Bütün bağlardan azade olacağım. Bana köstek olacak bütün takıntılardan soyunacağım. Ağaların boğazından kolayca geçebilecek kıvamda, zıypık bir bir lokma olacağım. Hazmedilmişliğin gazını çıkaracağım.

    Kapalıdır kulaklarım mavallara.

    Neymiş:

    Sen dalda yalnız bir çiçek

    Ben dalda yalnız bir çiçek

    Aşılar elbette bizi de

    Gün gelir şaşkın bir böcek.

    Ne dalda bir çiçek olurum, ne de umarım bir böcekten medet!

    Ben özneyim.. Ben bireyim. Ben özgürüm…

    Kendi kaderimi kendim yazarım, olmadı bozarım, bir daha bir daha yazarım.

    Ben bu dünyanın…

    Var mısınız benle böyle bir hayata.

    Garibce Lâ havle çekti ve “Len oğlum git!” dedi. Sonra ekledi: “Yahu şu moderinlik de ne menem bi şeymiş böyle. Elini gapdıran golunu gurtaramıyor ellalem! Bir ahtapot gibi yakalıyor, bir garadelik gibi içine çekiyor, değirmen gibi öğütüyor, unumuzu yele savuruyor.

    Çoook değiştik çok! Baksana ne hallere geldik.

    Yoksa hiç mi değişmedi ki! Baksana her şey aynı gibi.

    Kafamız iyice karıştı vesselam!

    Kafası karışıklara selam olsun!

    Dua ile!

    GARİBCE

    Kaynak

  • Felsefe, Edebiyat ve Değerler Sempozyumu

     

    Türk Felsefe Derneği (TUFED) Başkan Yardımcısı ve Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Felsefe ve Din Bilimleri Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Murtaza Korlaelçi, bütün üniversitelerin her fakültesinde “felsefeye giriş dersi” olması gerektiğini savundu.

    Korlaelçi, Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi (KSÜ), Kahramanmaraş Belediyesi ve Türk Felsefe Derneği işbirliğinde Cahit Zarifoğlu Konferans Salonu’nda düzenlenen “Felsefe, Edebiyat ve Değerler” sempozyumunda yaptığı konuşmada, felsefe biliminin tarihine değindi. Felsefe biliminin insan zihniyle doğru orantılı olduğunu ifade eden Korlaelçi, şunları kaydetti:

    “İnsan zihni nerede varsa bu bilim orada kuvvetli biçimde gelişir. Ayrıca kim bu işle çok uğraşırsa başarıyı o gösterir. Felsefe Hz. Adem’le ortaya çıktı. Bir insan, dini ve felsefi içtihatla birleştiği zaman felsefenin büyüklüğüne erişebilir. Yüksek Öğretim Kurumu (Yök) tarafından alınan kararla yeni açılan ilahiyat fakültelerinde felsefe tarihi derslerine yer verilmemiştir. Bu, kendi geçmiş kültürümüzü bilmemekten mi kaynaklanıyor yoksa kasıtlı bir imha mı var bilmiyorum ama herkesin müşterek bir bilimi olan felsefeyi yasaklamak değil desteklemek mecburiyetindeyiz. Çünkü felsefe bilimi 80 yaşındakini şaşırtır, 90 yaşındakini hidayete erdirir. İyi bir alettir, faydası güzel kullanan insana bağlıdır. Onun için bütün üniversitelerin her fakültesinde felsefeye giriş dersi olmalıdır.”

    -Almanya ve Japonya örneği-

    Almanya ve Japonya’nın kalkınmasının felsefe bilimiyle bağlantılı olduğunu savunan Korlaelçi, Almanya ve Japonya’nın 2. Dünya Savaşı’nda yaşadığı sıkıntılarına değinerek, “Ama adamların düşünce tarzındaki etki ve aktiflik 15 yıl içerisinde her iki ülkeyi de yükseltti. Felsefi kültür ağırlıklı iş ahlakı Almanya’da müthiş bir prensip meydana getirdi ve kuvvetli bir gelişme sağlandı” diye konuştu.

    Belediye Başkanı Mustafa Poyraz da felsefenin düşünebilen insanların değerleriyle bütünleştiği zaman bir anlam kazanacağını söyledi. Poyraz, felsefenin kültürden sanata, edebiyattan siyasete, psikolojiden ekonomiye kadar her alanda inanılan değerler üzerine inşa edilen bir yapı olduğuna dikkati çekti.

    KSÜ Rektörü Prof. Dr. Fatih Karaaslan Haberleri’>Mehmet Fatih Karaaslan ise “sözünün eri” olmanın dünyanın öncelikli sorunları arasında yer aldığını ve felsefe bilimine de bunun için gerek duyulduğunu dile getirdi.

    Açılış konuşmalarının ardından yazar Rasim Özdenören, Prof. Dr. Murtaza Korlaelçi ve Yrd. Doç. Dr. Hüseyin Öztürk, konuyla ilgili sunum yaptı.