Fatma Yılmaz’ın röportajı
Batı toplumunun “İslam korkusu”nun kavramsallaşmış hali, İslamofobi. Olgu olarak tarihsel arkaplanı derin olmakla birlikte popüler söylem açısından yeni bir durum. Nedenleri üzerine pek çok şey söylenebilir; Hristiyanların cehaleti ve husumeti, Yahudilerin provokasyonu, Müslümanların bütün bunlara zemin hazırlayan halleri. Nedeni ne olursa olsun dünyanın önemli çatışma alanlarından biri. Kötü olan medyanın İslamofobik algıyı büyütecek yayınlara daha çok yer vermesi. İyi olan ise siyasetin ve akademinin hal çaresi araması. Ülkemizde de hem akademi hem siyaset ve hem de sivil toplum “sorun”un çözümü ve doğru İslamiyet’in dünyaya anlatımı için gayret sarfediyor.
Biz de bu çalışmalara küçük bir katkı olması temennisiyle konuyu Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez ile konuştuk.
Son yıllarda Batı medyasında İslam karşıtı yayınlar çok bariz bir şekilde artış gösterdi. Bu artışı neye bağlıyorsunuz?
Esasında konuyu yayınlar alanıyla sınırlamak doğru olmayacaktır. Bundan çok daha kapsamlı bir süreçle muhatabız. Bu sürecin kültürel uzantıları olduğu kadar iktisadi arka planı da bulunmaktadır. Küreselleşmenin beraberinde getirdiği tedirginlikler ve bunların belli noktalarda odaklanması bahsettiğiniz İslam karşıtı söyleme götüren etmenler arasındadır. Esasında endişe verici olan nicel artış değil, İslam karşıtlığının varmış olduğu nitel boyutlardır da. Bugün bir dinin en üst değerlerine pervasızca hakaret içeren yayınlar yapılabiliyor olması endişe vericidir. Bunun arka planını incelemek, görmek gerekir. Bir anlamda bu İslamofobinin bir parçasıdır, ancak bu olgu içinde yayınların yerini iyi tespit etmek gerekir.
İslamofobi’nin altında neler yatmaktadır?
İslamofobi üstbaşlığı altında esasında farklı farklı olguları toplamaktayız. Bunları ayırmanın anlamlı olacağı kanaatindeyim. Kanaatimce İslamofobiyi üç farklı alanda incelemeliyiz. Bunlardan birincisi İslam kaygısıdır, yani bazı ülkelerde halk nezdinde reel bir endişe tespit edilebilmektedir. Bu kaygı tamamen irrasyonel bir kaygıdır ve aslında İslam’ı ve Müslümanları tanımıyor olmaktan kaynaklanmaktadır. İkinci olgu ise İslam karşıtlığıdır. Bu, kaygının aksine daha bilinçli, daha sistematiktir. İslam karşıtlığı bir siyaset, bir eylem zeminidir. Bunun arka planı korku veya kaygı değil, daha somut stratejik, siyasi veya ekonomik emellerdir. Üçüncü bir ayak ise birinci ve ikinci olgular arasında işleyen bir söylem üretim mekanizmasıdır. İslam ve Müslümanlar hakkında üretilen söylemler bir yönüyle halk nezdindeki İslam kaygısını körüklemekte, diğer yönüyle ise İslam karşıtı eylemlere meşru bir zemin hazırlamakta. Böylelikle İslam karşıtlığı da halk nezdinde beslenen ve korunan bir endişeden faydalanmakta, meşruiyetini bu kaygı üzerine kurmaktadır.
İslamofobiyi bu üç alanı ayrı ayrı düşünerek incelemediğimiz müddetçe tahlillerimizin eksik kalacağını düşünüyorum.
Bu yersiz korkunun giderilmesi için Müslümanlara düşen görev nedir? Tebliğ ve temsil noktasında neler yapılmalı?
Az önce izah ettiğim gibi esasında ne İslam kaygısının ne de İslam karşıtlığının direkt İslam’la ilgisi bulunmaktadır. Birincisi tamamen irrasyonelken, ikincisi tamamen stratejiktir. Çıkış noktaları dinden bağımsızdır. Bu yüzden çaresini de İslam’ın temsil edilişinde aramak doğru olmayacak, aksine bizi tam da istemediğimiz bir söylem mantığını kullanmaya sürükleyecektir. Bununla birlikte Müslümanlar olarak elbette bu durum karşısında çaresiz değiliz. Tüm irrasyonel kaygılar gibi İslam kaygısı da tanışmakla bertaraf olabilmektedir. Yani Müslümanlara endişe ile bakan bir göz, onlarla yakın temasa girince endişelerinden kolayca sıyrılmaktadır. Bunun birçok örneğini görüyor, biliyoruz. Dahası bu tanışma sonucu İslam’a daha yoğun bir ilgi gösteren, hatta ihtida eden kişilere rastlanmaktadır.
İslam’a ve Peygamberimize hakaret içeren filmler veya karikatürler sonrası provokatif olaylar yaşandı. Müslümanlar bu hakaret ve saldırılar karşısında nasıl bir tepki ortaya koymalı?
Provokatif olan filmler ve karikatürlerdir. Ancak biz tüm bu olanlara kendi zaviyemizden bakma hatasına düşüyoruz. Örneğin Efendimizle ilgili filmin Müslümanlara dönük bir yüzü olduğu kadar, Müslüman olmayanlara dönük de bir yüzü vardır. Yani bir yandan Müslümanlar provoke edilirken, öte yandan belirli bir söylem üretilmektedir. Zaten küreselleşme biraz da bu değil midir, kamusal alanda ne yaparsanız yapın, ne derseniz deyin sadece hitap ettiğiniz kişiler değil bunların dışındaki kişileri de hesaba katmak mecburiyetindesiniz. Dolayısıyla bu tür olaylara tepkimizde de aklı başında ve etraflıca düşünerek hareket etmeliyiz. Zaten İslam dini de bize akl-ı selim ile hareket etmeyi erdemi elden bırakmamayı salık vermektedir.
İslâm’ın küresel barışa katkılarıyla ilgili olarak neler söylersiniz?
Küresel barıştan söz etmek ne kadar doğru bilmiyorum, bana sanki hoş ama gerçekçi olmayan bir söylem gibi geliyor. Dünyanın birçok yerinde şu veya bu şekilde savaşlar ve kavgalar sürüyor. Bunların gerekçeleri arka planlarına girmeye gerek de yok. Belki olabildiğine barışçıl bir ortamı oluşturmaya en büyük katkımız, küresel barış gibi büyük ve içi doldurulamayan söylemlerden vazgeçmemiz olacaktır. İslam dini ahlaklı, erdemli, dürüst bir birey ve toplum olmamızı bize öğretmektedir. Bize farklı durumlar karşısında en doğru tepkimizin ne olacağına dair bir meleke bir ahlak yerleştirmektedir. Bizim barış içinde yaşamaya katkımız, barış içinde yaşamamızdır. Bunu yaparken birilerine örnek oluyorsak ne mutlu bize.
Genç Yorum Dergisi