ATF-I NESAK
Atıf harfleri denen harflerle kelime veya cümleleri aynı hükme bağlamaya atfı nesak denir. Atıf harflerinden önceki kelimeye ma’tûfun aleyh sonraki kelime ya da cümleye de ma’tûf denir. Ma’tûf, ma’tûfun aleyh’in harekesini alır.
نَجَحَتْ فاَطِمَةُ وَ أُخْتُهاَ. | Fâtıma ve kardeşi başardı. |
Bu cümlede فاَطِمَةُ ma’tûfun aleyh, وَ atıf harfi, أُخْتُهاَ da ma’tûf’dur. أُخْتُ kelimesi ma’tûfun aleyh olan فاَطِمَةُ kelimesinin merfû olması sebebiyle merfûdur.
Atıf harfleri şunlardır:
وَ – فَ – ثُمَّ – أَوْ – أَمْ – إِمَّا – حتَّي – لاَ – بَلْ – لَكِنْ
Atıf harflerinin işlevleri de şunlardır:
وَ | ve |
Ma’tûf ile ma’tûfun aleyh’in aynı hükümde ortak olduğunu gösterir. Tertip ya da sıra söz konusu değildir. Bir nevi virgül gibidir.
تَوَلَّى الْخِلاَفَةَ أَبُو بَكْرٍ وَ عُمَرُ. | Hilafeti Ebûbekir ve Ömer üstlendi. | ||
تَوَلَّى الْخِلاَفَةَ عُمَرُ وَ أَبُو بَكْرٍ. | Hilafeti Ömer ve Ebûbekir üstlendi. | ||
صاَمَ الْيَوْمَ مُحَمَّدٌ وَ عُثْماَنُ وَ أَخُوكَ. Muhammed, Osman ve senin kardeşin bugün oruç tuttular. | |||
فَ | akabinde hemen, ardından | ||
Ma’tûfla mat’ûfun aleyh arasında tertip ve sıra gözetir. Ancak bu tertip hemen akabinde olup zaman bakımından aralarında bir gecikme olmadığını işaret eder.
دَخَلَ الْمُدَرِّسُ فَوَقَفَ التَّلاَمِيذُ. Öğretmen sınıfa girdi akabinde (hemen) öğrenciler ayağa kalktı. | ||||
دَخَلَ الْمَدْرَسَةَ عَلِيٌّ فَإِبْراَهِيمُ. | Ali sonra da İbrâhim okula girdi. | |||
رَآناَ أَبُوكَ فَحَيَّاناَ. | Baban bizi gördü ve bizi selamladı. | |||
ثُمَّ | sonra | |||
Ma’tûf ile ma’tûfun aleyh arasındaki tertibe riâyet edildiğini ma’tûfun ma’tûfun aleyh’ten bir hayli zaman sonra vukua geldiğini gösterir.
يُساَفِرُ التاَّجِرُ ثُمَّ يَعُودُ. | Tüccar seyehata gider sonra döner. | ||
زَرَعْناَ الْقُطْنَ ثُمَّ جَنَيْناَهُ. | Pamuğu ektik sonra devşirdik (topladık) . | ||
جَنَيْناَ الْبُرْتُقاَلَ ثُمَّ بِعْناَهُ. | Portakalı topladık sonra sattık. | ||
أَوْ | veya, ya da | ||
İki şeyden birini seçmeyi veya şüpheyi ifade eder:
كُلْ بُرْتُقاَلاً أَوْ تُفاَّحاً. | Portakal veya elma ye. | ||
عاَدَ إِلَى الْقَرْيَةِ عَلِيٌّ أَوْ إِبْراَهِيمُ. | Köye İbrâhim ya da Ali döndü. | ||
نَقَلَ الْخَبَرَ عَلِيٌّ أَوْ فَرِيدٌ. | Haberi Ali ya da Ferid nakletti. | ||
أَمْ | yoksa | ||
Bir şeyin tayin edilmesini talebe işaret eder.
أَ تُفاَّحاً أَكَلْتَ أَمْ بُرْتُقاَلاً ؟ | Elma mı yoksa portakal mı yedin? |
أَ ناَئِمٌ أَنْتَ أَمْ مُسْتَيْقِظٌ ؟ | Uykuda mısın yoksa uyanık mısın? |
أَ كِتاَباً إِشْتَرَيْتَ أَمْ دَفْتَراً ؟ | Kitap mı yoksa defter mi satın aldın? |
*Bir işin yapılıp yapılmamasının tesirinin müsâvi olduğunu anlatmak için de (أَمْ…أَ) (..sa da, masa da) kullanılır. Buna tesviye harfi de denir. :
أَ أَنْذَرْتَهُمْ أَمْ لَمْ تُنْذِرْهُمْ لاَ يُؤُْمِنوُنَ. | ||||||
Onları korkutsan da korkutmasan da müsâvidir (birdir, eşittir), inanmazlar (Bakara 6). | ||||||
إِمَّا | ya… ya.…ya da, ister (vâv ile tekrarlanarak kullanılır) | |||||
كَتَبَ إِلَيْكُمْ إِمَّا حَسَنٌ وَ إِماَّ صاَلِحٌ. | Size ya Hasan ya Salih yazdı. | |||||
إِعْمَلْ إِماَّ واَجِباً وَ إِماَّ مُسْتَحِبًّا. | İster vacip ister müstehab olarak amel et. | |||||
حتَّي | … bile, dahil | |||||
أَكَلَ السَمَكَةَ حَتَّي رَأْسَهاَ. | Balığı başı da dahil olmak üzere (başını bile) yedi. | |||||
ماَتَ الناَّسُ حَتَّى الْأَنْبِياَءُ. İnsanlar öldü hatta peygamberler bile[2]. (Peygamberlere varıncaya kadar bütün insanlar öldü) | ||||||
لاَ | değil, olmadı (nefy, olumsuzluk anlatır) | |||||
خَليِلٌ كاَتِبٌ لاَ شاَعِرٌ. | Halil yazardır şair değil[3]. | |||||
إِعْمَلْ صاَلِحاً لاَ سَيِّئاً. | İyi iş yap kötü iş değil. | |||||
باَعَ واَلِدِي السَّياَّرَةَ لاَ الْحِصاَنَ. | Babam arabayı sattı atı değil. | |||||
لَكِنْ | fakat, bunun aksine anlamındadır | |||||
ماَ ذَبَحَ الْجَزاَّرُ الْبَقَرَةَ لَكِنْ شاَةً. | Kasap sığır boğazlamadı fakat koyun boğazladı. | |||||
ماَ جاَءَ السَّيِّدُ لَكِنْ خاَدِمُهُ. | Bey gelmedi fakat hizmetçisi geldi. | |||||
لاَ يَحِلُّ رِياَءٌ لَكِنْ إِخْلاَصٌ. | Riyâ helâl olmaz, ihlâs bunun aksinedir. | |||||
بَلْ | belki, bilakis, hayır, öyle değil.. | |||||
İdrab yani hatadan dönmek için kullanılır. Kendinden önce bir emir veya olumlu hüküm gelmişse o emri veya hükmü kaldırır, gelmemiş gibi yapar.
خَرَجَ مِنَ الْإِمْتِحاَنِ يُوسُفُ بَلْ عُثْماَنُ. | İmtihandan Yusuf, hayır Osman çıktı. |
إذْهَبْ إِلَى مَكْتَبَةٍ بَلْ إِلَى كُتُبِيٍّ فَابْحَثْ عَنْ ذَلِكَ الْكِتاَبِ. | |
Bir kütüphaneye, hayır bir kitapçıya git, o kitabı ara. |
*İsim isme, fiil fiile, cümle de cümleye atfedilebilir:
İsmin isme atfı:
جاَءَ عَلِيٌّ وَ خاَلِدٌ وَ عاَدِلٌ. | Ali Hâlit ve Adil geldi. |
Fiilin fiile atfı:
هُوَ الَّذِي خَلَقَكُمْ ثُمَّ أَماَتَكُمْ ثُمَّ يُحْيِيكُمْ. Sizi yaratan sonra öldüren sonra da diriltecek olan O’dur. |
Her fiil bir fiil cümlesi olduğundan bu örnek, fiil cümlesinin fiil cümlesine atfı demektir.
İsim cümlesinin isim cümlesine atfı:
خاَلِدٌ أَبُوهُ عاَلِمٌ أَخُوهُ تاَجِرٌ. Hâlid’in babası âlim, kardeşi tüccardır. |
*Atıf harfi arada olmaksızın da atıf yapılabilir. O zaman atıf harfi mahzûf sayılır:
اَلتاَّئِبُونَ الْعاَبِدُونَ الْحاَمِدُونَ … | Tövbe edenler, ibadet edenler, hamdedenler… |
ATIF İLE İLGİLİ AYETLER
1- هُمْ وَأَزْوَاجُهُمْ فِي ظِلاَلٍ عَلَى الْأَرَائِكِ مُتَّكِؤُونَ .
(36/YÂSÎN, 56). Onlar ve eşleri gölgeler altında tahtlara kurulurlar.
2- وَلَهُمْ فِيهَا مَنَافِعُ وَمَشَارِبُ أَفَلاَ يَشْكُرُونَ .
(36/YÂSÎN, 73). Bunlarda (hayvanlarda) onlar için nice faydalar ve içilecek sütler vardır. Hâla şükretmezler mi?
3- أَوَلَيْسَ الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ بِقَادِرٍ عَلَى أَنْ يَخْلُقَ مِثْلَهُمْ بَلَى وَهُوَ الْخَلاَّقُ الْعَلِيمُ .
(36/YÂSÎN, 81). Gökleri ve yeri yaratan, onların benzerlerini yaratmaya kadir değil midir? Evet! Elbette kadirdir. O, her şeyi hakkıyla bilen yaratıcıdır.
4- وَامْرَأَتُهُ حَمَّالَةَ الْحَطَبِ .
(111/MESED, 4). Odun taşıyıcı olarak karısı da (ateşe girecek).
5- إِذَا جَاءَ نَصْرُ اللَّهِ وَالْفَتْحُ .
(110/NASR, 1). Allah’ın yardımı ve zaferi geldiği zaman,
6- تَنَزَّلُ الْمَلاَئِكَةُ وَالرُّوحُ فِيهَا بِإِذْنِ رَبِّهِمْ مِنْ كُلِّ أَمْرٍ .
(97/KADİR, 4). O gecede, Rablerinin izniyle melekler ve Ruh (Cebrail), her iş için iner dururlar.
7- هُوَ اللَّهُ الْخَالِقُ الْبَارِئُ الْمُصَوِّرُ لَهُ الْأَسْمَاءُ الْحُسْنَى يُسَبِّحُ لَهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ .
(59/HAŞR, 24). O, yaratan, var eden, şekil veren Allah’tır. En güzel isimler O’nundur. Göklerde ve yerde olanlar O’nun şânını yüceltmektedirler. O, galiptir, hikmet sahibidir.
8- إِنَّ الَّذِينَ يَخْشَوْنَ رَبَّهُم بِالْغَيْبِ لَهُمْ مَغْفِرَةٌ وَأَجْرٌ كَبِيرٌ .
(67/MÜLK, 12). Fakat daha görmeden Rablerinden (azabından) korkanlara gelince, onlar için gerçekten hem bağışlanma hem de büyük mükâfat vardır.
9- إِنَّا نَحْنُ نُحْيِي الْمَوْتَى وَنَكْتُبُ مَا قَدَّمُوا وَآثَارَهُمْ وَكُلَّ شَيْءٍ أحْصَيْنَاهُ فِي إِمَامٍ مُبِينٍ .
(36/YÂSÎN, 12). Şüphesiz ölüleri ancak biz diriltiriz. Onların yaptıkları her işi, bıraktıkları her izi yazarız. Biz, her şeyi apaçık bir kitapta (levh-i mahfuz’da) sayıp yazmışızdır.
10- إِلاَّ رَحْمَةً مِنَّا وَمَتَاعًا إِلَى حِينٍ .
(36/YÂSÎN, 44). Ancak bizim tarafımızdan bir rahmet ve belli bir zamana kadar dünyadan faydalandırmamız müstesnadır.
11- اَلَّذِي خَلَقَ الْمَوْتَ وَالْحَيَاةَ لِيَبْلُوَكُمْ أَيُّكُمْ أَحْسَنُ عَمَلاً وَهُوَ الْعَزِيزُ الْغَفُورُ .
(67/MÜLK, 2). O ki, hanginizin daha güzel davranacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratmıştır. O, mutlak galiptir, çok bağışlayıcıdır.
12- قُلْ هُوَ الَّذِي أَنْشَأَكُمْ وَجَعَلَ لَكُمُ السَّمْعَ وَالْأَبْصَارَ وَالْأَفْئِدَةَ قَلِيلاً مَا تَشْكُرُونَ .
(67/MÜLK, 23). (Resûlüm!) De ki: Sizi yaratan, size işitme duyusu, gözler ve kalpler veren O’dur. Ne az şükrediyorsunuz!
13- لِنُخْرِجَ بِهِ حَبًّا وَنَبَاتًا {78/15} وَجَنَّاتٍ أَلْفَافًا .
(78/NEBE, 15, 16). Size tohumlar, bitkiler ve ağaçları (birbirine) sarmaş dolaş bahçeler yetiştirmek için..
14- وَيَبْقَى وَجْهُ رَبِّكَ ذُو الْجَلاَلِ وَالْإِكْرَامِ .
(55/RAHMÂN, 27). Ancak azamet ve ikram sahibi Rabbinin zâtı bâki kalacak.
15- لاَ يَسْمَعُونَ فِيهَا لَغْوًا وَلاَ كِذَّابًا .
(78/NEBE, 35). Onlar orada (cennette) ne boş bir lâkırdı ne de yalan işitirler.
16- أَيَحْسَبُ أَنْ لَمْ يَرَهُ أَحَدٌ {90/7} أَ لَمْ نَجْعَلْ لَهُ عَيْنَيْنِ {90/8} وَلِسَانًا وَشَفَتَيْنِ .
(90/BELED, 7, 8, 9). (İnsan) kendisini kimsenin görmediğini mi sanıyor? Biz ona iki göz, bir dil ve iki dudak vermedik mi?.,
17- إِنَّمَا تُنْذِرُ مَنِ اتَّبَعَ الذِّكْرَ وَخَشِيَ الرَّحْمَنَ بِالْغَيْبِ فَبَشِّرْهُ بِمَغْفِرَةٍ وَأَجْرٍ كَرِيمٍ .
(36/YÂSÎN, 11). Sen ancak zikre (Kur’ân’a) uyan ve görmeden Rahmân’dan korkan kimseyi uyarabilirsin. İşte böylesini, bir mağfiret ve güzel bir mükâfatla müjdele.