Hz. Muhammedin Hayatı

Anlaşmanın Bozulması Hz. Muhammedin Hayatı

 

74.   ANLAŞMANIN BOZULMASI

 

Anlaşmaya rağmen    Bekr kabilesinden bir grup Hu za’a kabilesi
ile aralarında varolan kan davasını sürdürü yorlardı. Arar (r.)’ın Suriye’ye
gitmesinden   kısa bir sürt? sonra Bekr’in
bir kolu bir gece Huza’aya baskın yaptı vp onlardan birini öldürdü. Meydana
gelen çatışmada —çatışmanın bir bölümü haram bölgede yapılmıştı— Kureyş-liler
müttefiklerine silah vererek yardım ettiler. Gece ka­ranlığında bir veya    iki Kureyşli de    çatışmaya katıldı Huza’a kabilesinin Beni
Ka’b kolu, derhal Medine’ye Pey gamber (s.a.v.)’e haber veren ve yardım İsteyen
bir grup delege gönderdiler. Peygamber  
(s.a.v.)     onlara kendisine
güvenebileceklerini söyledi ve onları  
ülkelerine geri gön­derdi. Onlar gittikten sonra Aişe’ve gitti. Yüzünden
çok si­nirli olduğu anlaşılıyordu. Gusül etmek İçin bir miktar su istedi. Suyu
üstüne dökerken Aişe (r.) O’nun: «Eğer Ka’b oğullarına yardım etmezsem, ben de
yardım edilmeyeyim.»[1]
dediğini duyuyordu.

O sırada Mekke’liler
olayların muhtemel sonuçlarını düşünerek tedirgin oluyorlardı. Bu nedenle eğer
gerekirse Peygamber (s.a.v.)’i yatıştırmak üzere Ebu Süfyan’ı gön­derdiler. Ebu
Sufyan yolda geri dönen    Huza’au
elçilere

rastladı ve çok geç
kalmış olmaktan korktu. Peygamber (s.a.v.)’in esrarlı halini görünce korkusu
daha da arttı. «Ey Muhammed», dedi, Hudeybiye anlaşmasında ben yok­tum. Müsaade
et de şimdi bu anlaşmayı güçlendirelim ve uzatalım.» Peygamber (s.a.v.) onun
ricasını şu soruyla cevapladı: «Sizli tarafınızdan hiç onu bozan oldu mu?» Ebu
Süfyan tedirgin bir şekilde: «Allah saklasın!» dedi. Peygamber (s.a.vJ: «Biz de
aynı şekilde Hudeybiye’de yap­tığımız anlaşmaya aynı süre için uyuyoruz. Onu
değiştir­meyeceğiz. Onun yerine başka bir anlaşmayı da kabul et­meyeceğiz»
dedi. Daha fazla söyleyecek birşeyi olmadığı anlaşılıyordu. Bu nedenle Ebu
Süfyan kendisine yardım etmesi ümidiyle kızı Ümmü Habibe’ye gitti. Onbeş
yıldan-beri görüşmüyorlardı. Odada oturulacak en iyi yer Pey­gamber (s.a.v.)’in
kilimiydi, Ebu Süfyan oraya oturmaya niyetlendiğinde kızı kilimi hemen onun
altından çekti. Ba­bası: «Küçük kızım», dedi. «Bu kilim mi benden daha de­ğerli,
yoksa ben mi bu kilime oturmayacak kadar değerli­yim?» Kızı: «Bu Peygamber
(s.a.v.)’in kilimi», «Sen ise bir putperestsin ve temiz değilsin» dedi. Daha
sonra şunları ekledi: «Babacığım sen Kureyş’in büyüğüsün ve onların li­derisin.
Nasıl oldu da İslâm’a girmedin ve nasıl oldu da, ne gören ne de duyan taşlara
tapıyorsun1?» Ebu Süfyan: «Allah Allah!» dedi. «Muhammed’in dinine uymak için
atalarımın taptığı şeylerden mi vazgeçeceğim?” Kızından hiçbir yardım
göremeyeceğini anlayan Ebu Süfyan, an­laşmayı yenilemek için aracı olmalarını
istediği Ebu Be­kir (r.) ve diğer Sahabilere gitti. Çünkü Peygamber acık-Ça
söylemediği halde o, bir önceki çatışma nedeniyle an­laşmanın bozulduğundan
artık emindi. Fakat bu aynı za­manda anlaşmanın tekrar yenilenmesine yardım
edebilir­di. Yani eğer nüfuzlu bir adam iki grup arasında tekor teker genel bir
himaye açıklaması yaparsa kan dökülmesi­ne engel olunabilirdi. Ebu Süfyan bu
seçeneği Ebu Bekr’o önerdi. Fakat o sadece: «Ben Allah’ın Resûlü’nün verdiği
himaye sınırları içinde himaye verebilirim» dedi.

Diğerleri de hemen
hemen aynı cevabı verdiler. Ebu Süfyan son olarak iki kardeş olan Haşim ve Abd
uş-Sems-in torunları oldukları İçin akrabalık bağlarına güvenerek Ali (r.)’nin
evine gitti. Fakat Ali şu cevabı verdi: «Yazık­lar olsun sana Ebu Süfvan!
Allah’ın Resulü senin teklifini geri çevirmeye karar verdi. Hiç kimse onun
aleyhinde ol­duğu bir konu hakkında Ondan olumlu bir ricada buluna­maz.» Çünkü
sahabe Kur’an’da Peygamber’e de şöyle den­diğini biliyorlardı: «iş konusunda
onlarla müşavere et. Eğer azmedersen Allah’a tevekkül et.» (Ali îmran 159).

Onlar Peygamber’in
birşeye karar verdiğinde artık onu o karardan vazgeçirmenin imkansız olduğunu
dene­yimlerinden biliyorlardı. Ebu Süfyan şimdi de kucağında Öasan’la yerde
oturan Fatuna (r.)’ya dönmüştü: «Ey Mu-hammed (s.a.v.)’in kızı!» dedi. «Küçük
oğluna, tek tek in­sanlar arasında himaye kurmasını emret ki, sonsuza dek Arapların
başkanı olabilsin.» Fakat Fatıma (r.) çocukla­rın himaye edenıiyeceklerini
söyledi. Ebu Süfyan tekrar Ali (r.)’ye döndü. Ve ne yapması konusunda ondan
yalva-rarak yardım istedi. «Başka çaresi yok» dedi Ali: «Sen kal­kıp tek tek
insanlar arasında himaye kurmalısın. Sen Ki-nane’nin başkanısın.» Ebu Süfyan;
«Bu bana birşey ka­zandırır mı?» diye sordu. «Vallahi zannetmem» dedi. Fa­kat
bence yapabileceğin başka birşey yok». Bunun üzerine Ebu Süfyan» Mescid’e gitti
ve yüksek sesle: «Dinleyin, ben insanlara teker teker himaye veriyorum.
Muhammed’ in de beni onaylamaktan geri kalacağını zannetmiyorum» de­di. Daha
sonra Peygamber (s.a.v.)’e gitti ve: «Ey Muham­med (s.a.v.) benim verdiğim
himayeyi reddedeceğini zan­netmiyorum» dedi. Fakat Peygamber (.a.vvi sadece şu
ce­vabı verdi: «Ey Ebu Süfyan bu senin düşüncen»[2].
Bunun üzerine Umeyye lideri Mekke’ye çok “üzgün ve hayal kı­rıklığı içinde
döndü.

Peygamber (s.a.v.)
sefer hazırlıklarına başlanmasını emretü. Ebu Bekr kendisinin de sefere
hazırlanmasının ge­rekin gerekmediğini sordu. Peygamber (s.a.v.) ona hazır­laması
gerektiğini ve Kureyş’e karşı sefere çıktıklarını söy­ledi. Ebu Bekr (r.):
«Anlaşma süresinin bitmesini bekle­memiz gerekmez mi?» dedi. Peygamber: «Onlar
bize iha­net ettiler ve anlaşmayı bozdular» dedi. «Ben de onların üstüne
yürüyeceğim. Fakat sana söylediğim şeyi bir sır olarak sakla. İsteyen Allah’ın
Resulünün Suriye için hazırlandığını zannetsin, isteyen Taif, isteyen de
Havazin üzerine yürüyeceğimi düşünsün. Allah’ım Kureyş’in bizi görmemesini ve
yaptığımız hazırlıktan haber almamasını sağla. Böylece onları aniden
ülkelerinde bastırabilelim.» Bu duasına cevap olarak, gökten Hâtib adındaki bir
Mu­hacirin sırrı öğrendiğini ve uyarmak üzere Kureyş’e bir mektup gönderdiğini
bildiren bir haber geldi. Hâtib mek­tubu Mekke’ye gitmekte olan Muzeyneli bir
kadına ver­mişti. Kadın mektubu saçlarının arasına saklamıştı. Pey­gamber
Zübeyr Cr) ve Ali (r.)’yi onun arkasından gön­derdi. Ali (r.) ve Zübeyr fr.)
mektubu kadının çantasın­da bulamayınca, onu, üzerini aramakla tehdit ettiler.
Bu­nun üzerine kadın mektubu verdi. Onlar da Peygamber’e götürdüler. Peygamber
(s.a.v.) mektubu yazanı yanma ça­ğırttı. -Ey Hâtib, bunu niçin yaptın?» diye
sordu. Hatib: «Ey Allah’ın Resulü, ben gerçekten Allah’a ve Resulüne inanıyorum.
Ben ne imanımı değiştirdim, ne de onun yeri­ne gönlüme birşey yerleşti. Fakat
ben Mekke’de nüfuzu ve gücü akrabaları olmayan bir adamım. Onların arasında
yaşayan oğlum ve ailem için onların desteğini kazanmak istedim» dedi, Ömer
(r.): «Ey Allah’ın Rasulü bırak da ka­fasını uçurayun. Bu adam bir münafık»
dedi. Fakat Pey­gamber (s.a.v.) ona: «Ey Ömer, Allah’ın Bedir savaşma
katılanlara bakıp da: ‘ne isterseniz yapın, çünkü sizi affet­tim’ demediğini de
biliyorsunuz?»[3] dedi.

Peygamber (s.a.v.)
yardımlarına güvenebileceği bazı kabilelere de gelecek ayın, yani Ramazanın
başında Me­dine’de bulunmalarını haber veren elçiler gönderdi. Be­deviler bu
isteğe samimice karşılık verdiler. Kararlaştırı­lan gün geldiğinde, o zamana
kadar Medine’den yola çı­kan en büyük ordu meydana geldi. Hiçbir sağlıklı Müslü­man
geride kalmamıştı. Muhacirler yediyüz kişiydiler ve üçyüz atları vardı. Ensar
ise dörtbin kişiydi ve beşyüz atla­rı vardı. Yola çıktıktan sonra orduya
katılan kabilelerle birlikte toplam onbin kişi oluyorlardı. Atlılar, develerle
yolculuk ettiler. Ve atlarını yedeklerinde götürdüler. Saha­beden çok yakın
olan birkaç kişi hariç hiç kimse düşma­nın kim olduğunu bilmiyordu.

Yan yola
geldiklerinde, Abbas, Ümmü’1-Fadl ve oğulla­rıyla karşılaştılar. Abbas artık Mekke’den
aynlıp Medine’­de yaşamaya başlama zan anının geldiğine karar vermişti.
Peygamber (s.a.v.) onlara da sefere katılmalarını teklif et­ti. Onların bu
teklifi kabul etmesi en çok Peygamberce birlikte gelen Meymune’yi
sevindirmişti.

Ümmü Seleme (r.) de
Peygamber’le birlikteydi. Ver­dikleri molalardan birinde ona iki Kureyşlinin
onu görmek istediği söylendi. Onlardan biri üvey kardeşi yani babası ile
Peygamber (s.a.v.)’in halası Atik’in oğlu Abdullah idi. Diğeri ise Peygamber’in
en büyük amcası Haris’in oğlu şair Ebu Süfyan idi. Bir zamanlar Halime onu da
emzir-mişti. Ebu Süfyan yanında küçük oğlu Cafer’i de getir­mişti. Gelenlerin
ikisi de vahy’den önce Peygamber’e çok yakındılar, fakat vahy gelmeye
başlayınca ona sut çevir­mişlerdi. Şimdi ise ondan af dilemeye gelmişlerdi. Ve
Ümmü Seleme (r.)’den aracı olmasını istiyorlardı. Ümmü Seleme (r.) Peygamber
(s.a.v.)’e gitti ve «karının kardeşi, yani halanın oğlu ve senin süt kardeşin
olan amcanın oğ­lu buradadır» dedi Fakat Peygamber (s.a.v.); «Onlan gör­mek için
ben çağırmadım. Kardeşim yani Ümmü Sele-me’nin kardeşi bana söyleyeceğini
Mekke’de söyledi[4]. Amcamın oğluna gelince, o
bana leke getirdi.»    cevabını

verdi. Ebu Süfyan
şiirlerinde onu taşlamişti. Ümmü Sele-me onlar için yalvardı fakat bunun bir
faydası olmadı. Bunu Ebu Süfyan’a haber verince o; «Ya beni görmeyi ka­bul
edecek, ya da ben oğlumun elinden tutup çöle gidece­ğim, açlık ve susuzluktan
ölenen kadar ilerleyeceğim, sen —Peygamber’i kastediyordu— akrabalık bağımız
bir yana, en çok üzülen kişi olacaksın» dedi. Ümmü Seleme Cr.) bunları
Peygamber fs.a.v.)’e anlattığında, Peygamber onlara acıdı[5]. Ve
onları çadırında kabul etmeye razı oldu. îkisi de onun çadırına gelip Müslüman
oldular.

Yolculuk sırasında
Peygamber s.a.vJ yolun kenarın­da, yeni doğmuş yavrularını emziren yere uzanmış
bir di­şi köpek gördü ve adamlarından birinin onu rahatsız et­mesinden korktu.
Bu nedenle, Demre’li Cu’eyle’ye herkes yoldan geçene kadar köpeğin yanmda
beklemesini söyledi[6]. Peygamber s.a.v.)’in bu
adama Amr adını vermesine rağ­men, Cuayl adı hâlâ onun için geçerliydi.

Kudeyd’de orduya, Beni
Süleym’den dokuzyüz atlı da­ha katıldı. Onların sözcülerinden biri: «Ey
Allah’ın Resu­lü» dedi. «Sen bizi iki yüzlü zannetti yorsun, oysa biz senin
dayılarınız. sözcü kendi kabilelerinden olan Haşim’in an­nesi Atike’yi
kastediyordu «Bu nedenle bizi sınaman için geldik. Biz savaşta sebat sahibi,
çatışmada cesur ve eğer üzerinde sağlam duran adamlarız.»

Medine’den yola çıkan
ana kuvvet gibi onlar da ken­di bayrak ve flamalarını getirmişlerdi, fakat
bunlar he­men açılmamış, sarih duruyorlardı. Peygamber’den bay­raklarını açmak
için izin İstediler ve ondan aralarında bir sancaktar seçmesini rica ettiler.
Fakat sancakların açılma zamanı henüz gelmemişti. Çünkü onlara henüz nereye git­tikleri
bile söylenmemişti.

Yola çıkarken
Peygamber s.a.v bir adam göndere­rek tüm orduya şu ilânı vermesini emretmişti!
«Kim oru­cunu tutmak isterse bırakın tutsun, kim de orucunu açmak isterse
bırakın açsın.» Bamazanda yolculuk sözkonu-su olduğunda, Ramazandan sonra
tutmak şartıyla oruç aç­ma izni verilmişti. Peygamber ve çoğu kişi haram
bölgeye yaklaşmcaya kadar oruçlarını bozmadılar. Yaklaştıkları zaman Peygamber
oruç açma emri verdi. Merr ez-Zeh-ran’da konakladıkları zaman, oruç bozma
sebeplerinin düş­mana karşı guçlu olmak olduğunu orduya açıkladı. Bu, if­tar
edilen yer konusunda birçok kişinin kafasında merak uyandırdı. Merr
ez-Zehran’dan Mekke’ye bir günde uzun yolculuk yaparak veya kolayca iki günde
ulaşılabilirdi. Fakat anlaşmaya bakıldığında, Kureyş’le karşı saldırıya
geçmeleri imkânsız görünüyordu. Kamp kurdukları yer aynı zamanda düşman Havazin
kabilelerinin yerleşim böl­gesine giden yol üzerindeydi. Yoksa Peygamber
(s.a.v.) Hicaz’ın kuzeyindeki bostanına sahip olduktan sonra şim­di de güney
bostanını Lât’m tapmak merkezi olan Taif’i mı ele geçirmek istiyordu?

«Düşman kim1?»
sorusunun ağızdan ağıza dolaştığını duyan Ka’b ıbn Malik gönüllü olarak
Peygamber’e gidip düşmanın kim oldugumı sormaya karar verdi. Fakat ona doğrudan
sormaktan çekindiği için çadırın önünde oturan Peygamber’e gitti. Onun yanına
diz çökerek bu sefer için yazdığı birkaç beyti okudu. Bu beyitlerde adamların
kılıç­larını çekme noktasına geldiklerine-, kendi aralarında düş­manın kim
olduğunu soruşturduklarına, ve eğer kılıçların dili olsa onların da aynı soruyu
soracaklarına değiniliyor­du. Fakat Peygamber’in cevabı gülümseme oldu. Ve Ka’b
hiçbir şey elde edemeden adamların yanma döndü,

Onların
karşılaşacakları şeyi arzulamaları, Kureyş’in ve Havazin’in aynı soruya cevap araştırmalarıyla
karşı­laştırıldığında sadece kuru bir meraktan öteye gitmiyor­du Büyük Havazin
kabilesi, Necd çölünün güney ucunda­ki tepeliklere yayılmış’bir kabileydi. Taif
de bu tepeler­den birinin üzerindeydi. Taif’te yaşıyan ve oradaki tapi-nngı
koruyan Sakîfiler Havazin kabilesine Yesrib’den on-bın kişilik bir ordunun yola
çiktıgını ve her ihtimale karşı ha/.ır olmaları gerektiğini haber vermişlerdi.
Havazin boylarının çoğu bu habere cevap verdi ve Taif’in kuzeyindeki avantajlı
bir bölgeye asker yığmaya başladılar.

Rureyşliler İse
Mekke’den çok Taif’in tehlikede olduğu­nu düşünmeyi tercih etmelerine rağmen
anlaşmayı bozduk­larının farkındaydılar. Peygamber’in anlaşmayı reddetme­siyle
birlikte, bu, onları hemen hemen ümitsizlik noktası­na getirdi. Peygamber
(s.a.v.) bunun farkındaydı. Bu ne­denle, onların korkusunu daha da arttırmak
için karanlık bastırdığında herkesin dağılmasını ve birer ateş yakmasını
emretti. Mescid’i Haram civarında onbin kamp ateşinin yandığı görülüyordu.
Muhammed’in (s.a.v.) ordusunun, korktuklarından daha büyük olduğunu bildiren
haberler Mekke’ye ulaştı. Acele bir meclis toplantısından sonra Ku­reyşliler
Ebu Süfyan’ın tekrar Peygamberle görüşmek tek­lifini kabul ettiler. Onunla
birlikte, Bedir savaşını durdur­mak için elinden geleni yapan Hatice’nin yeğeni
Hâkim ve Hudeybiye’de Peygamber (s.a.v.)’e yardım eden ve an­laşmanın
bozulmasından sonra kabilesinden bazı adamlar­la birlikte Medine’ye giden
Huza’ah Hudeyl de gittiler Kampa yaklaştıklarında, beyaz bir katarın üstünde
kendile­rini karşılamaya gelen bir adam gördüler. Bu adam yolda Mekke’ye mesaj
gönderebileceği bir adam bulabileceği ümidiyle kamptan ayrılan Abbas’tı. Ona
göre, Kureyşliler çok geç kalmadan Peygamber’e bir delege göndermeliydi­ler.
Birbirlerini farkettiklerinde selâmlaştılar. Abbas on­ları Peygamber’in
çadırına götürdü. Ebu Süfyan: «Ey Mu-hammed (s.a.v.)» dedi, «Sen akrabalarına
karşı bir kısmı tanınan bir kısmı tanınmayan bir sürü insanla geldin» Peygamber
(s.a.v.) onun sözünü keserek «ihanet eden siz­siniz. Hudeybiye anlaşmasını siz
bozdunuz. Beni Ka’b’a da saldırdınız. Böylece Allah’ın haram bölgesine ve
Mescidi­ne tecavüz ettiniz» dedi. Ebu Süfyan konuyu değiştirme­ye çalıştı ve:
«Sen asıl kızgınlık ve stratejini Havazin’e yö­neltmeliydin. Çünkü onlar sana
akrabalık yönünden uzak ve düşmanlıkta daha aşındırlar» dedi. «Ümit ederim ki,»
dedi Peygamber (s.a/v.h «Rabbim bana bunların hepsini lütfedecek-Mekke’nin
fethini,    orada İslam’ın    zaferini ve

Havazin’in bozgununu
Yine ümit ederim ki, onların aile­lerini esirler ve mallarını da ganimet olarak
bahşedecek» Daha sonra o üç adama dönerek: «Allah’tan başka ilah ol­madığına ve
benim Allah’ın Resulü olduğuma şehadet edin» dedi. Bunun üzerine Hakim ve
Hudeyl hemen Müs­lüman oldular, fakat Ebu Süfyan sadece «Allahtan başka ilah
yoktur» dedi ve sustu. Şehadetin ikinci bölümünü de tekrarlaması söylendiğinde
«Ey Muhammed (s.a.v.) nef­simde bununla ilgili hâlâ bir tereddüd var; ona biraz
müh­let ver» dedi. Bunun üzerine Peygamber amcasına onları kendi çadırına
götürmesini söyledi. Şafakta kampta sabah ezanı okunuyordu. Ebu Süfyan bu sesi
duyunca şaşırmıştı. «Bu da nesi?» dedi, Ebu Süfyan. Abbas: «Namaz» dedi. Ebu
Süfyan: «Günde kaç defa namaz kılıyorlar?» diye sordu. Beş defa olduğunu
söyleyince: «Tanrım bu çok fazla!» dedi. Daha sonra adamların, Peygamber’in
abdest suyundan bir damla alabilmek için itişip kakıştıklarını gördü. «Ey
Fadl’m babası, buna benzer bir bağlılık görmedim» dedi Abbas: «Yazıklar olsun!»
«imana gel!» dedi. Ebu Süfyan: «Beni ona götür» dedi. Namazdan sonra Abbas onu
tekrar Peygamber’e götürdü ve Ebu Süfyan orada kelime-i şeha­detin tamamını
söyledi. Abbas Peygamber’i kenara çeke­rek: «Ey Allah’ın Resulü, Ebu Süfyan’m
şeref ve ihtişama ne denli önem verdiğini bilirsin. Bu yüzden ona birşeyler
lütfet» dedi. «Peki» diyen Peygamber Umeyyeli liderin ya­nına gitti ve ona
Kureyş’e döndüğünde şöyle demesini söy­ledi: «Kim Ebu Süfyan’m evine girerse
güvenliktedir, kim kendi kapısını kitleyip içerde kalırsa güvenliktedir ve kim
Mescid’e girerse güvenliktedir.»

 



[1] W. 791

[2] M, 807-8-  W.
794

 

[3] I.I. C00.10

[4] Bak. Böl. XXI

[5] W. 811

[6] V/. 804

 

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu