Hz. Muhammedin Hayatı

Zaferden Sonra Hz. Muhammedin Hayatı

 

78.    ZAFERDEN SONRA

 

Ci’ra’neden sonra
Peygamber (s.a.v.) umre yaptı ve Medine’ye döndü. Medine’ye varmadan kısa bir
süre Ön­ce, Hudeybiye’de Müslümanların liderlerine bağlılığına şa­şıran Sakîfli
Urve’ye rastladı[1]. Urve, Huneyn savaşı sıra­sında
Yemen’deydi; yolda aldığı bu mucizevi zafer haber­leri, içinde zaten varolan
imanı alevlendirdi. Peygamber Cs.a.vJ’e gidip biat etti ve ondan Taife gidip
halkını îslâm’a çağırmak için izin istedi. «Seni öldürürler» dedi Pey­gamber
(s.a.v.) «Ey Allah’ın Rasulü, ben onlara çocukla­rından daha sevgiliyim» dedi.
Peygamber (s.a.v.}- «Seni öi-dürürler» diye tekrarladı. Fakat Urve (r.) üçüncü
kez izin İsteyince: «Eğer istiyorsan git» dedi. Aynen Peygamber (s a.v.î’in
söylediği gibi Taif’liler onun evini okçularla sardı­lar, kısa bir süre .sonra
Urve (r.) Ölümcül bir ok yarası al­dı. Ailesinden bazıları ölmek üzere iken ona
ölümüyle ilgili ne düşündüğünü sordular. «Bu Allah’ın rahmetinden bana verdiği
bir lütuftur» dedi. Daha sonra onlara kendi­sini Taif kuşatması sırasında şehit
olanların yanına göm­melerini söyledi. Ailesi de bu isteğini yerine getirdi.
Pey­gamber (s.a.v.)’e onun öldüğü söylendiğinde; «Urve Ya­sindeki adam gibidir.
Halkını Allah’a çağırdı, onlar da onu öldürdüler» (Yasin: 20) dedi[2]. Bu
adam Aziz Peter kovul­duktan sonra halkını İsa’nın mesajını kabul etmeye çağı­ran
Antakya’lı bir marangoz olan Habîb idi Antakya’lılar onu öldürdüler ve
Kur’an’da anlatıldığı üzere:

«Ona: Cennete gir,
denildi. O da: «Keşke benim kavmim de bir bilseydi, dedi. «Rabbimin bent
bağışladığım ve beni ağırlananlar­dan kıldığını» (Yasin: 26-7).

Urve’nin ölümünden
sonra oğlu ve yeğeni Taif’ten ay­rılıp Medine’ye geldiler. Orada Müslüman olup,
Muhacir­lerden biri olan kuzenleri Muğire’yle birlikte yaşamaya başladılar.

Abdullah îbn Revaha
(r.)’nm Mut’a’da şehid olması Peygamber (s.a.v.)’i sadece yakın bir arkadaşı
değil iyi bir şairi de kaybettiği için üzmüştü. Çünkü onun Abdullah’ın
dizelerini Hassan ve Ka’b îbn Malik’in dizelerine eş tuttu­ğu söylenirdi. Fakat
genel kanıya göre Arabistan’da tüm diğer şairleri gölgede bırakan iki şair
vardı. Bunlardan bi­ri Labida, diğeri ise bir önceki neslin en iyi şairlerinden
olan Zübeyr îbn Salman’m oğlu Ka’b idi. Ka’b, Muzeyne’li olmasına rağmen
hayatının çoğunu Gatafan’lılarla birlik­te geçiriyordu, bu nedenle de
kabilesinde çok yaygın olan İslâm’ın etkisinden uzakta kalıyordu. Ka’b’m
kardeşi Bu> ceyr (r.l, Hudeybiye’den sonra Müslüman olmuştu; fakat Ka’b yeni
dini şiddetle reddediyor ve Peygamber (s.a.v.)’i aşağılayan şiirler yazıyordu.
Peygamber (s.a.v.) bu neden­le bu şiirleri yazanı Öldürenin Allah rızası için
bir hayır yapmış olacağını ilân etmişti. Buceyr (r.) daha önceden ümitsizlikle
kardeşini Peygamber (s.a.v.)’e gidip ondan af dilemeye teşvik etmişti. *O
pişman, olarak kendisine dönen kimseyi öldürmez» demişti. Mekke’nin fethinden
sonra Ka’b yine Önceki düşüncelerini izleyen ve içinde aşağıdaki dizelerde
bulunan bir şiir yazmıştı:

«Sadece Allah’a ne
Uzzaya ne Lat’a Kaçabilirsin, eğer kaçabilirsen,

Hiç kimsenin
kaçamayacağı, insanlardan

kaçılamayacağı günde,

Kalbi saf bir şekilde
Allah’a teslim olan kişi bundan müstesnadır.»

Her taraftan sayısız
insanların İslâm’a girmesiyle, Ka’b yeryüzünün keuuisi için daraldığını
hissetti. Hayatını kay­betmekten korkarak Medine’de, arkadaşlarından biri olan
Cuheyne’li bir adama gitti ve Müslüman olduğunu söyledi. Ertesi gün Mescid’de
sabah namazına cemaate katıldı. Na­mazdan sonra ellerini Peygamber (s.a.v.)’in
elinin üstüne koyarak: «Ey Allah’ın Rasulü, eğer Zübeyr’in oğlu Ka’b pişman
olup bir Müslüman olarak sana gelse ve dokunul­mazlık istese, onu sana getirsem
kabul eder misin?» dedi. Peygamber (s.a.v.) kabul edeceğini söyleyince: «Ey
Allah’ın Rasulü ben Zübeyr’in oğlu Ka’b’ım» dedi. Ensar’dan biri ayağa kalktı
ve onun başını kesmek için izin istedi. Fakat Peygamber (s.a.v.): «Onu bırak, o
pişman olarak geldi ve artık eskisi gibi değil» dedi. Daha sonra Ka’b bu olay
için yazdığı dizeleri okudu. Şiir geleneksel bedevi stilindeydi; diksiyonu
harika ve melodiliydi, çoğunlukla berrak tabiat tasvirleri yer alıyordu. Fakat
asıl teması af dileme idi. Şiir, başlangıcında Peygamber (s.a.v.)’i ve
Muhacirleri Öven bir pasaj ile son buluyordu:

«Resul bir ışıktır,
bir ışık kaynağı;

Bir Hindistan kılıcı,
Allah’ın çekilmiş kılıçlarından

biridir,

Mekke vadisinde
İslâm’ı  seçtiklerinde,  insanlar:

«Gidin!» dediler.

Gittiler, ama zayıf ve
kaçaklar olarak değil,

Bineklerinin üstünden
sarkarak ve kötü

silahlarla silahlanmış
olarak değil.

Bilâkis parlak
giysili, gururlu ve soylu tavırlı

kahramanlar olarak,

Bu karşılaşma için
Davud’un ördüğü zırhları

giymiş[3]
olarak.»

Ka’b (r.) okumayı
bitirdiğinde Peygamber (s.a.v.) çiz­gili Yemen kumaşından yapılmış olan
cübbesini çıkardı ve dilini kullanmadaki başarıcının ödülü olarak şairin omuz­larına
attı[4].
Fakat daha sonra arkadaşlarından birine: «Keş­ke Ensar’dan da bahsetseydi,
çünkü onlar bunu hakettüer» dedi. Ka’b, bunu duyunca Ensarı öven, onların
savaştaki cesaretini, himayelerinin emin olduğunu, ev sahibi olarak ne kadar
cömert olduklarını, her zaman yiğit olduklarını an­latan bir şiir yazdı.[5].

Mariye (r.)’nin
çocuğunun doğmasına az zaman kal­mıştı. Çocukların hepsinin doğumunda da
Hatice’ye yar­dım eden Selma artık yaşlı bir kadındı. Fatıma’nın dünya­ya
gelmesinden beri yirmibeş yıl geçmişti. Fakst Selma yine de Peygamber
(s.a.v.)’in yeni çocuğunun doğumu sı­rasında orada olmak istedi. Doğumun
yaklaştığı anlaşılın­ca Mariye’nin oturrtueu yukarı Medine’deki ove gitti.

Çocuk o gece doğdu v ;
aynı gece Cebrail (s.a.v) gelip Peygamber’e (s.a.v.) hor zamankinden farklı bir
adla hi­tap etti: «Ey İbrahim’in babası». Doğumdan hemen sonra Selma kocası Ebu
Râfi’yi Peygamber (s.a.v.)’e bir oğlu ol­duğunu haber vermek üzere .gönderdi.
Ertesi sabah na­mazdan sonra Peygamber (s.a.v.) Ashaba doğumu haber verdi. «Ona
atamm adı olan İbrahim adını veriyorum? diye ekledi. Medine’de büyük bir sevinç
ve Ensar kadınları, ara­sında da çocuğun sütannesinin kim olacağına dair büyük
bir rekabet yaşanıyordu. Şans Yukarı Medine’de bebeğin annesine yakın bir yerde
oturan bir demircinin karısına çıktı. Peygamber (s.a.v.) oğlunu hemen hemen her
gün zi­yaret eder ve genellikle Öğle uykusunu orada uyurdu.

Bazen de İbrahim
babasının evine getirilirdi. Aişe (r.) bir gün Peygamber’in kucağında çocuğu
evine getirdiğini ve «Ban.ı ne kadar benzediğine bak» dediğini anlatır. Aişe
(r.) ona: «Hiçbir benzerlik göremiyorum» diye cevap ver­mişti.  Peygamber  
(s.a.v.)   ona:    «cildinin 
kumrallığını  ve teninin
pürüzsüzlüğünü görmüyor musun?» dedi. Aışe «Koyun sütüyle beslenen her çocuk
tombul pürüzsüz ten­li olur» cevabını verdi. Çobanlardan birine çocuğun süt an­nesine
her gün süt göndermesi tenbih edilmişti.

Peygamber (s.a.v.)
Mekke’den dönüşünden sonra altı ay kadar Medine’de kaldı ve bu sırada birçok
küçük se­ferler düzenledi. Bunlardan biri Ali (r.) kumandasında, yerleşim
bölgeleri Medine’nin kuzey doğusunda olan Tay kabilesi üzerine gönderilen ordu
idi. Bundan kısa bir sûre önce Aii (r.) Kızıl Deniz’de yer alan Kudeyd’deki
Menat tapınağım yok etmek üzere gönderilmişti. Ali (r.)’nin ora­yı harap
etmesinden sonra Arabistan’ın üç önemli put msr-kezinden sadece Taif teki Lat
tapınağı kalmıştı. Fakat Füls tapmağı da hristiyan olmayan Tay’lılar için bir
rut tapın­ma merkezi olarak kabul ediliyordu. Bu seferin ana amacı bu tapınağı
ortadan kaldırmaktı. Tay şair Hâtim’in kabile­si idiT. Babası gibi hristiyan
olan oğlu Adiy, onun ölümü üzerine kabilenin başına geçmişti.

Ali (r.) ve
adamlarının yaklaştığı haberini duyunca Adiy yakın ailesini yanına alıp kaçtı.
Sadece bir tek kız kardeşi kabilenin diğer fertleriyle birlikte esir alındı.
Adiy’in kız kardeşi Medine’de Peygamber (s.a.v.)’in önüne getirildi­ğinde
Peygamber (s.a.v.)’in ayaklarına’kapandı ve kendi­sini serbest bırakması için
yalvardı. «Babam esirleri hep serbest bırakırdı» dedi. «misafire iyi davranır,
açları doyu­rur ve üzgünleri teskin ederdi. îyilik bekleyen hiç kimse­den yüz
çevirmemi^tir. Ben Hâtim’in kızıyım.» Peygamber (s.a.v.) ona nâzikçe cevap
verdi ve etrafındakilere döne­rek: «Bırakın gitsin, çünkü onun babası soylu
davranışları severdi, Allah da onları sever» dedi.

O sırada kabilesinden
biri onu kurtarmak üzere gel­mişti. Peygamber (s.a.v.) onu, bir deve ve bir
elbise vere­rek gelen adama teslim etti. Hâtim’in kızı, kardeşi Adiy’i aramaya
gitti ve onu Medine’ye gitmeye İkna etti. Adiy ora­da Peygamber (s.a.v.)’e biat
ederek Müslüman oldu. Peygamber (s.a.v.) de onur Tay kabilesinin başkanlığını
onay­ladı. Adiy (r.) daha sonra samimi ve nüfuzlu bir mütte­fik olduğunu
gösterdi.

Bu aylardan birinde,
Receb’in başlarında Peygamber fs.a.v.) Necaşi’nin ölüm haberini aldı. Haberi
aldıktan son­ra mescidde kılınan ilk namazın arkasından cemaate dön­dü ve:
«Bugün adaletli bir adam öldü. Kalkın ve kardeşi­niz Eseme için dua edin»[6] dedi.
Daha sonra onlara cenaze namazı kıldırdı. Sonraları Habeşistan’dan kralın
mezarı üstünde sürekli parlayan bir ışığın bulunduğu haberi gel­di[7].

 



[1] Bak. Böl. 66.

[2] W. 981

[3] Kur’an’a. göre (Sebe: 
10) zırh örmeyi ilk icad eden Davud (a.s.) Peygamberdir.

[4] I I 893

[5] I. H. 893.

[6] B   LX!U. 37.

[7] I   I. 223.

 

İlgili Makaleler