İslamı izm lere bulaştırmak mı? Sosyal İslam mı?

42502

 

 

Aslında bu eser, Şam Üniversitesi’nde verdiği üç saatlik bir konferansın metinleşmiş haliydi ve Arap ülkelerinde gençleri etkilemiş sosyalizm modasına karşı eleştirisel bir yaklaşımdı. Ancak bu eser toplumda yanlış değerlendirilecek ki, daha sonraları kendisine yazılacak reddiyelere de (Muhammed el-Hamid, Nazarat fi kitabi iştirakiyyeti’l- İslam gibi eserler) bir ön hazırlık olmak üzere sahabeyi ve Hasanül Benna’yı anlattığı “uzemauna fi’t-Tarih”- “Tarihteki Büyüklerimiz” adlı eserini yazacaktır.
Vefat ettiği hastanede ‘Hayat bana böyle öğretti’ isimli eserini kaleme alarak, bu düşüncelerden uzak bir halde Allah’a sığınmış bir mütevekkil olarak Rabbine kavuştu.
Mustafa Sıbai sol hareketlerin İslam ülkelerinde taban bulması üzerine, Prof. Dr. Seyyid Kutub gibi çağdaşlarının ilgilendiği fakirlik, sosyal adalet, sermaye edinme hakkı ve sosyal güvenlik gibi konuları ilgi alanına aldı. O, sosyalistlerin ütopyalarında yer alan hak, özgürlük, eşitlik, sosyal adalet gibi kavramların ayetlerin kapsamı içinde ve Hz. Peygamber’in (s.a.v.) hayatında zaten var olduğunu ve varlığa yansıtıldığını söyler. Sosyalizmin -Sıbai, sosyalizmin Marksist diyalektiğine ve ideolojine tamamen karşı bir duruş sergileyerek- insani yönünün zaten İslam içinde var olduğunu ve bunun İslam akidesinin bir parçası olduğunu belirtir. Sıbai, İslam sosyalizmi adlı eserinde Hz. Peygamber’in (s.a.v.) ve dört halifenin hayatlarından örnekler verir. Kuran-ı Kerim’deki sermaye, özgürlük, hak, adalet, yardımlaşma ayetlerine dikkati çekerek paranın toplumun aleyhine kullanılan bir güce dönüşmesine karşı durur. O, bu duruşunu hem Kuran’a ve hem de Hz. Peygamber ile Hz. Ömer gibi büyüklerin uygulamalarına dayandırır.

 

Sosyal İslam projesi
Prof. Mustafa Sıbai’nin öngördüğü ‘İslam Sosyalizmi’, Mısır’daki Cemal Abdülnasır (ö: 1970) ve benzerlerinin estirdiği ve çağın vebası gibi etrafı sarmalamayan ‘Arap milliyetçiliği’ne karşı geri plana itilmiş olan İslam’ın sosyal yönünü öne çıkarma faaliyetidir. 1950-1960’lı yıllarda; İslam’ı, sadece hac, namaz, oruç gibi ibadetlerden ibaret zannederek dinle arasına bariyer koyan ve ‘nasyonal sosyalizm’in cenderesine kapılmış yeni nesli uyandırmak için, Kuran’ı ve Hz. Peygamber’in (s.a.v.) saadet dönemindeki uygulamalarını hatırlatma gayretinde girişir. Gençliği silkeler. “Arkasından koştuğunuz ama size ütopyadan başka bir şey vermeyen ideallerın çözümü İslamdadır” der. “Sosyalizm veya komünizm sınıfsız bir toplumu hedeflerken en bağnaz sınıflaşmaya imza attı” der.
Sıbai diyor ki; sizler ‘izm’lerin peşinde koşacağınıza, Kuran-ı Kerim ve Hz. Peygamber (s.a.v.) ile, dört halifenin bazı uygulamalarına göz atınız. İnsani duygularla, vicdani hassasiyetlerle, ezilmişlerin hukukunu aramak adına, vahşice kullanılan ve zalimleşebilen kapitalin ehlileştirilmesi adına sizin tarihinizde ve ilahi kitabınızda gerekli bütün donanım vardır. Siz O’nu kullanmıyorsunuz. Siz O’ndan habersizsiniz. Sizi uyuşturdular, Batı’nın zulüm içeren ve üçgeni ters çevirmekten başka hiçbir getirisi olmayan ‘izm’lerine payanda oldunuz. Kuran’daki ilahi mesaja dönün. İslam’ı, ‘izm’lerle tanımlamak vahyi tahrip etmektir, tahrif etmektir, samimiyetsizliktir. O kitabında verdiği mesajlarla bu felsefeyi geliştiriyordu. İmanını, Marxveya Hegel’e teslim eden şuursuz gençliği İslami çizgiye çekmeye gayret ediyordu. Sosyalizme karşı, İslam’ın nasslarını çıkarıyor ve bu hakikatin önünü örten sözde Müslümanları da bir anlamda sorguluyordu.
Sıbai merhum biliyordu ki, ‘Leo Huberman’ın sosyalizm alfabesinde dediği gibi sosyalistler işçinin giydiği elbiseye değil ama, elbisenin yapıldığı fabrikaya göz koyarken hedefledikleri sermaye, özel mülkiyetten, kamu adına devlete yeni bir patronluk elbisesi giydirecektir. Yani çark değişmeyecek, sadece sermayenin sahibi değişecekti. Onun için Sıbai merhum Kuran diyordu, Hz. Peygamber ve sahabe diyordu. Onun içindir ki referanslarını vahye dayandırıyordu. Ruh ikliminizi değiştirmedikçe sadece patronlarınızı değiştirmiş olursunuz, özgürlüğe ve bağımsızlığa değil köleliğe gidersiniz diyordu. O, bu çizgiyle, Fethi Yeken ve Said Havva’dan daha farklı, ama sonucu aynı olan bir çözüm öneriyordu. Mesele, yeni nesilleri Kuran gerçeği ve Hz. Peygamber’in ölümsüz özgürlük anlayışıyla muhatap etmekti. Haberdar etmekti. Doğru veya yanlış, ama Sıbai’nin yol çizgisi buydu. Doğrusunu söylemek gerekirse çoğumuzun Kuran bilgisi, namazda okunan ayetleri ezberlemenin ötesine geçmiyor. İslam’ı, geleneksel yorumlarla biline gelen yöntemlerle öğrendik. Dini derinleşme olmadığı için de İslam’ı belli ritüellerin ötesine taşıyamadık. Bu da zaman zaman bizleri dini sorgulayan insanlarla karşı karşıya getirdi. Aslında bunların hiçbirinden ürkmemek lazım. Edeple sorgulayan ve soran insan, bilgiye muhtaç insandır. Yüce Rabbimiz bundan ötürü vahiy kanalıyla sorulması muhtemel sorulara cevap veriyor. Sorana kızmıyor, sormayana neden sormuyorsun diyor. Hz. Peygamber (s.a.v.): cehaletin ilacı sormaktır buyuruyor. Yarası olan ilacını arar, derdi olan dermanını arar. Ruhunda fırtına kopan, toplumun yarasını gören, insanın ezildiğini gören, iman ettiği kitabında bana dair derman arar. Bundan daha doğal ve daha güzel ne olabilir ki…

 

İslam’da sosyal adalet terazisi
Kuran-ı Kerim’in ilk yıllarında, Mekke’deki, Taif’teki zenginler, İslam’a karşı gardlarını almış, Yüce Allah’a karşı verdikleri savaşlarında Hz. Peygamber’i hedef seçmişlerdi.
Kuran-ı Kerim zulümle sermaye edinmiş bu şımarık tipleri kınıyor: “Nimet içinde yüzen (zengin) o yalancıları bana bırak” (müzzemmil, 11) buyuruyor.
Elbette her zengin değil, zenginliğini harama ve sömürüye dayandıran zengindir Kuran’ın kınadığı. Kuran sermayeye karşı değil, sermayenin haram ve zulümle edinilmesine karşıdır. Kuran zengine karşı değil, zenginliğin haramla edinme yoluna karşıdır. Zenginin fakiri unutmasına karşıdır.
Vicdani hassasiyeti ve imani ilkeleri olmayan kişilerin elindeki sermaye tekel oluşturmasın der Kuran-ı Kerim: “O mallar içinizden yalnız zenginler arasında dolaşan bir servet (ve güç) haline gelmesin diye” (Haşr, 7) buyurur.
Aslında ayette bahsedilen mal; devletin dağıttığı maldır ve devletten -otoriteden- bu yolla adalet istenir. Zulme aracı olma denilir. Ayrıca bu ayet devletin, elindeki maddi imkânları “Kamuyla-yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara” -paylaşması gerektiğini de öngörür. Devlet hep alan değil, aynı zamanda veren de olacaktır. Bu ayette, hem zalim zenginler ve hem de despot otorite kınanıyor. Ayetlerin doğru anlaşılması için, önce ve sonrasının mutlaka iyi okunması gerekiyor değil mi?

 

İslam’ın adını Allah koymuştur
İslam’ı; sosyalizm, faşizm, komünizm, nasyonal sosyalizm gibi sıfatlarla ilişkilendirmek doğru değildir. Belki saydığım bütün bu felsefi veya politik kavramların, İslam beldelerinde kendilerince meşruiyet bulmak için İslam’a ihtiyaçları vardır. Bu kavram mensupları, İslam beldelerinde İslam’ı kullanagelmişlerdir. İslam’ın ise, bunlara, bunlarla anılmaya ihtiyacı yoktur. İslam adını yüce yaratıcıdan almıştır.
“Sizin için razı olacağım din İslam’dır” buyurmuştur. Kuran, böyle buyurmuştur.

 

 

 

Nihat Hatipoğlu

 

 


 

Yazının devamı