Hz. Muhammedin Hayatı

Dereceler Hz. Muhammedin Hayatı

 

81.   DERECELER

 

Yeni dine girme
sırasında insanları yönlendiren ruh­sal dürtüler artık çok zayıflamıştı. Bu
nedenle şu âyet nazil oldu-

«Bedeviler* dedi ki:
«iman ettik» De ki: «Siz iman etmedi­niz, ancak ‘islâm (müslüman veya teslim)
olduk’ deyin. îman he­nüz kalblerinize girmiş değildir. Eğer Allah’a ve
Rasulüne itaat ederseniz, O, sizin emellerinizden hiçbirini eksiltmez.»
(Hucurat: 14)

Bu âyet iman etmeden
teslim olmayı -en aşağı derece olarak kabul ederek İslâm hiyerarşisini
tamamlıyordu. Da­ha yüksek dereceler, Hudeybiye anlaşmasından birkaç ay önce
Peygamber (s.a.v.)’e nazil olan Nur Sûresinin konu­sunu  daha doğrusu konularından birini teşkil
ediyor­du. Kur’an’da nur, iman anlamına gelir ve aşağıda bu nu­run
(aydınlanmanın) dört derecesi belirtilmiştir:

«Allah, göklerin ve
yerin nurudur. O’nun nurunun misali, için­de çerağ bulunan bir kandil gibidir;
çerağ bir sırça içerisindedir; sırça sanki incimsi bir yıldızdır ki. doğuya da
battya da ait olma­yan kutlu bir zeytin ağacından yakılır; (bu öyle bir ağaç
ki) nere­deyse ateş ona dokunmasa da yağı tştk verir. (Bu) Nur üstüne nur­dur.
Allah, kimi dilerse onu kendi nuruna yöneltip-ilettr. Allah insanlar için
örnekler vermektedir. Allah, herşeyi bilendir.» (Nur: 35)

En alt derecede,
aydınlatılan fakat kendisi ışık saçma­yan kandil vardır. Daha sonra sırça
gelir, onun üstünde de kutlu zeytin ağacı yer alır. Bu sembollerin anılması
insana. «Allah insanlara örnekler verir» diye başlayan ve sebebi­ni belirterek:
«belki düşünürler» (Haşr: 21) diye biten baş­ka ayetleri hatırlatıyor. Nur
ayetinin tümü insanı düşün­meye çağırır. Fakat derecelere gelince Kur’an bu
konuyu burada imalı bir şekilde anlatır. Halbuki ilk nazil olan ayetlerde
imanın dereceleri daha açık bir şekilde anlaşıl­mıştır. Bunlardan birinde
(Vakıa: 7-40) insanlar üç gruba ayrılmıştır, «Ashabı Meymene» (ahirette amel
defteri sağ­dan verilen ya da sağ yanda olanlar), «Ashab-ı Meş’eme» (ahirette
defterleri soldan verilenler, ya da sol yanda olan­lar) ve «Yarışıp öne geçmiş
öncüler.» «Ashab-ı Meymene» kurtulanlar, «Ashab-ı Meş’eme» de
cezalandırılanlar. «Ön­cüler ise en üst derecededirler ve onlara Allah’ın
Kulları[1]
denilir.. Baş melekleri diğer meleklerden ayırmak için kul­lanılan Allah’a
yaklaştırılmış (mukarrebûn) deyimi bun­lar İçin kullanılır. İlk nazil olan
sûrelerden bazılarında mü’min kategorisinde, «öncüler»le (sabikûn) «Ashab-ı Mey­mene»
arasında yeralan «iyiler» (ebrârl diye bir sınıftan da bahsedilir. Bu üçü arasındaki
ilişki Kur’an’m bu üç grubun Cennette ki durumlarıyla ilgili anlattıklarından
çıkarılabilir. Ashab-ı Meymene»ye içmek için «saf su» ve­rilirken, en yüce
kaynaklar sadece «öncülerde verilir. «İyi­lerde ise, onların «Öncüler» in ayak
izlerine uyanlar olduğu­nu belirtir, bir şekilde iki farklı kaynağın karışımı
verilir (insan: 5), (Mutaffifin: 27).

Üstünlük derecelerine
Kur’an’da kalbten bahsederken de değinilir. Kur’an çoğunluktan bahsederken:

«Gerçek şu ki, gözler
kâr olmaz, ancak sinelerdeki kalbler kö­relir» (Hac. 46).

der. Diğer taraftan
Peygamber (s.a.v.) tüm diğer Peygam­berler gibi, kalbinin devamh uyanık
olduğunu, yani kalb gözünün açık olduğunu söylemiştir. Kur’an bunun belli öl­çülerde
başkaları tarafından da paylaşılabileceğini belir­tir, çünkü bazen sadece
«temiz akıl sahipleri»ne (ulü’l-el-bab)  
(Yusuf:  ili, Ra’d: 19)  hitap eder.

Peygamber (s.a.v.)’in
Ebu Bekir hakkında şöyle söyle­diği rivayet edilir: «O sizi çok oruç tutmakla
ve çok na­maz kılmakla geçmedi, fakat o sizi kalbinde sabit olan bir şey
sayesinde geçti.»[2]

Peygamber (s.a.v.) sık
sık Ashabdan bazılarının diğer­lerinden üstün olduğunu belirtirdi. Mekke’nin
fethi sırasın­da Peygamber (s.a.v.)’in yanında Halid kendisini azarla­yan
Abdurrahman îbn Avf’a sinirlenip karşı çıkınca Pey­gamber (s.a.v.):
«Arkadaşlarıma (Ashabıma) nazik dav­ran Halid, çünkü senin Uhud dağı
büyüklüğünde altının olsa ve bunu Allah yolunda harcasan, yine de arkadaşla­rımdan
hiçbirinin faziletine ulaşamazsın»[3] dedi.

Kur’an’a göre bir
derece ile diğeri arasındaki fark ahi-rette, bu dünyadakinden daha büyüktür:

«Onlardan bir kısmım
bir kısmına nasıl üstün tuttuğumuzu gör. Muhakkak ahiret dereceler bakımından
daha büyüktür, üstün­lük bakımından da daha büyüktür» (tsra: 21).

Peygamber (s.a.v.) de
şöyle demiştir: «Cennet ehli ken­di üstlerindeki yüce yerin, şimdi en parlak
gezegeni (ve-nüs) doğu veya batı ufkunda gördükleri yükseklik kadar yukarıda
olduğunu görecekler»[4]
İnsanlar arasındaki eşitsizlikler onun öğretme şekline de yansımıştır,
öğrettikle­rinin bazılarını sadece anlayabileceklerini umduğu belirli bazı
kişilere hasretmiştir. Ebu Hureyre: «Hafızama Rasu-lullah (s.a.v.)’tan
öğrendiğim iki tür bilgi depoladun. Bir kısmını açıkladım; eğer diğer kısmını
da açıklarsam bu gırtlağı kesersiniz»[5]
diyerek boğazına işaret etmiştir.

Mekke ve Huneyn
zaferlerinden sonra dönüş yolculuğu sırasında Peygamber (s.a.v.)
arkadaşlarından bazılarına-«Küçük cihaddan, büyük cihada dönüyoruz» dedi.
İçlerin­den biri: «Ey Allah’ın Rasulü, büyük cihad nedir? diye so­runca: «Nefse
karşı cihad»[6]cevabını verdi. însan nefsi
iki bölüme ayrılmıştır. Onun aşağı bölümü hakkında Kur’an:

«Gerçekten nefis var
gücüyle kötülüğü emredendir» (Yusuf: 53) der. Şuur da denen iyi bölümüne de:

«Kendini kınayıp duran
nefis» (Kıyamet: 2).

adını verir. îşte alçak
nefse karşı ruhun yardımıyla cihadı yüklenen bu kısmıdır.

En sonunda da savaşı
sona ermiş ve artık içinde bir ayrılık taşımayan «mutmain (tatmin olmuş) nefis»
vardır. *Öncüler»in (sabikûn), «Allah’ın kullananın ve «Allah’a yaklaştırılmış
olanlardın (mukarrebûn) nefisleri işte böy­ledir. Kur’an bu kemâle ermiş olan
nefse şöyle hitap eder:

«Ey mutmain (tatmin
olmuş) nefis. Rabbine, hoşnut edici ve hoşnut edilmiş olarak dön[7] .
Artık kullarımın arasına gir. Cenne­time gir.» (Fecr: 27-30).

Bu lütuflardaki ikili
doğa, Kur’an’ın kutsanmış nefis için verdiği iki Cennet va’dini ve Peygamber
(s.a.v.)’in kendi nihai durumunu anlatmak için söylediği «Rabbimle

ve Cennetle buluşma»
sözünü hatırlatıyor. «Mutmain ne­fis- için, «Cennetime gir» sözü -Rabbimle
buluşma» sözü­ne tekabül ediyor; «Kullarımın arasına gir sözü de «Cen­net» e
tekabül eder. Yüksek Cennet (Cennet ‘ül-a’la), yani •Rabbimle buluşma»
Rıdvan’dan başka birşey değildir. Aşa­ğıdaki âyet bu sıralarda nazil olmuştu:

«Alîah, mü’min
erkeklere ve mü’min kadınlara İçinde ebedi kalmak üzere, altından ırmaklar akan
cennetler ve And cennetle­rinde güzel meskenler vadetmiştir. Allah’tan olan
hoşnutluk (Rıd­van) ise en büyüktür. İşte büyük ‘kurtuluş ve mutluluk’ da
budur.» (Tevbe- 72).

Peygamber (s.a.v.) bu
dünyada iken ulaşılabilecek en yüksek dereceden de bahsetmiştir. Kutsi
hadislerden bi­rinde şöyle denir: «Kulum gönüllü (nafile) ibadetieriyle bana
yaklaşmayı ben onu sevinceye kadar devam ettirir; ben onu sevdiğimde, onun
duyan kulağı, gören gözü, tutan eli ve yürüyen ayağı olurum»[8].

Gönüllü ibadetlerin en
başında «Allah’ı anmak veya Allah’ı çağırmak» anlamına gelebilecek olan zikr
Allah gelir. İlk inen âyetlerden birinde Peygamber (s.a.v.) şöyle bir emirle
karşılaşmıştı:

«Rabbinin ismini
zikret ve her şeyden kendini çekerek yal­nızca O’na yönel» (Müzentmit: S).

Daha sonraları nazil
olan bir âyette de şöyle deniyor, du:

«Hiç şüphe yok namaz,
çirkince-utanmazltklardan ve kötülük­lerden vazgeçirir. Allah’ı zikretmek ise
muhakkak en büyüktür» (Ankebût:  45).

Kalb ve kalbin
körlüğüyle ilgili olarak Peygamber (s.a.v.): «Herşeyin pasını silen bir cilası
vardır, kalbin ci­lası ise Allah’ı zikretmektir»[9],
demiştir.    Mahşer gününde

Allah katında kimin en
yüksek dereceye sahip olacağı so­rulduğunda ise «Allah’ı en çok zikreden kadın
ve erkekler» cevabını vermiştir. Bunların, Allah yolunda savaşanlardan da
yüksek bir derecede olup olmadıkları sorulduğunda ise cevabı şu olmuştur:

«Kişi müşrik ve
putperestlere karşı kılıcı kana bulanıp kırılıncaya kadar savaşsa bile, Allah’ı
zikretmek ondan daha yüksek bir dereceye sahip olacaktır»[10].

 



[1] Tahrim t 6, Fecr; 29:/Kur’an kul kelimesini İki
anlamda kul­lanın bîri herşeyi İçine alan -hatta şeytanı bile kulu olarak gören
diğeri iso yukarıdaki gibi âyetlerde hususi anlamda. Şeytana hitaben söylenen
şu sözlerde de bu kelime husus; anlamda kullanılmıştır: «Btimm kullarım; senin
onlar uzo-rinde hiçbir zorlayıcı gücün (hakimiyetin) yoktur.» îsra: 65).

 

[2] El Hakim et-Tirmızı, Nevadiru’1-Üsûl,

[3] I.  i,  853

[4] M.  U. 4

[5] B. III, 42.

[6] B’eyhâki, Zûd.

[7] Yani karşılıklı Rıdvan ılc.   (bk. böl. XXX),

[8] B. LXXXI, 37.

[9] Beyhakî, Da’vet.

[10] Tir. XLV.

İlgili Makaleler