80 TEBÛK’TEN SONRA
Bedir’den dönüş gibi,
Tebûk’ten dönüş de üzüntülü olmuştu: yokluğu sırasında Peygamber (s.a.v.) ‘in
.kızlarından biri daha, Ümmü Gülsüm (r.) ölmüştü. Bu sefer kızının kocası da
Medine’de değildi. Peygamber (s.a.v.) onun mezarı başında dua etti ve Osman (r.)
‘a eğer bekâr bir kızı daha olsaydı kendisine vereceğini söyledi.
Sefere katılmayan
münafıklar teker teker Peygamber (s.a.v.)’e gittiler ve özürlerini beyan
ettiler. Peygamber (s.a.v.) onları, Allah’ın gizli düşünceleri bildiğini söyleyerek
uyarmasına rağmen, özürlerini kabul etti. Fakat geride kalan üç mü’mine, Allah’onlar
hakkında hüküm verinceye kadar kendisinden uzak durmalarını ve diğer mü’minîere
de bu üç kişiyle konuşmamalarını söyledi. Bu üç kişi Elli gün boyuûGa
tttpEumdışı biı» hayat sürdüler; fakat ellinci gün sabah namazından sonra
Peygamber (s.a.v.) mescidde Allah’ın onları affettiğini ilân etti. Bu konu da
nazil olan ayetler şöyleydi:
«(Savaştan) Geri
bırakılan üç (kişiyi) de (bağışladı), öyle kî, bütün genişliğine rağmen yeryüzü
onlara dar gelmişti, nefisleri de kendilerine dar (sıkıntılı) gelmişti. Ve
O’nun dışında (yine) Allah’tan başka bir sığınacak olmadığını İyice anladılar.
Sonra tev-be etsinler diye onların tevbezlni kabul et’i. Şüphesiz Allah (yalnızca)
O tevbelerî kabul edendir.» (Tevbe: 118).
Cemaat sevince boğuldu
ve birçoğu güzel haberi onlara vermek için mescidden aceleyle çıktılar.
İçlerinden en gençleri olan Ka’b İbn Malik (r.) şehrin dışında kendisine tek
kişilik bir çadır kurmuştu. Daha sonraki yıllarda, yaklaşan bir atm ayak
seslerini ve «Ey Ka’b, müjde» diye bir bağırma duyduğunu ve nasıl hemen secdeye
kapandığını anlatırdı. Bu iyi haberin affedilme haberinden başka bir şey
olamayacağından emindi. Ka’b daha sonra mescide gitti. -Peygamber (s.a.v.)’e
selâm verdiğimde» dedi, «yüzü sevinçten parlıyordu. Bana: «Annenden doğduğundan
beri geçirdiğin en güzel gün için sevin» dedi. «Ey Allah’ın Rasu-lü, bu senden
mi, yoksa Allah’tan mı?» diye sordum. «Hayır Allah’tan» diye cevap verdi.
Allah’ın Rasulü sevinçli bir haberden memnun olduğunda yüzü ay gibi parlardı».
Havazin’in lideri
Malik (r.) Müslüman olduğundan beri boş durmuyordu. Beni Sakîf hâlâ Taif’e
girilmez diye kendileriyle övünebilirlerdi; fakat şimdi tüm yönlerden uzak ve
geniş Müslüman topluluklarıyla sarılmışlardı ve gönderdikleri her kervan
yağmalanabilirdi. Hatta deve ve koyunları bile Malik’in adamları alır diye
otlamaya dışarı çıkaramıyorlardı. Yanısıra Malik’in adamları ellerine düşen
Sakif’iiler, putperestlikten vazgeçmedikçe serbest bırakmayacaklarını ve öldüreceklerini
ilân etmişlerdi. Birkaç ay sonra Taif’liler Peygambere (s.a.v.) İslâm’ı kabul
edeceklerini bildiren, buna karşılık halkın, mallarının ve topraklarının
güvenlikte olmasını isteyen bir anlaşma yapmak üzere bir delege göndermekten
başka seçenekleri olmadığına karar verdiler.
Tebük’ten Ramazan’ın
başında dönülmüştü. Aynı ay içinde Taiften delegeler Medine’ye geldi. Delegeler
konukseverce karşılandılar ve onlar için mescidin yakınma bir çadır kuruldu.
Eğer Müslüman olurlarsa yerleşim bölgelerinin îslâm devletinin koruması
altında olmasına karar verildi. Fakat Peygamber (s.a.v.î onların ba^ı
isteklerini kabul etmedi. Delegeler Lafın üç yıl kadar tahrip edilmedi den
durmasını istediler. Peygamber (s.a.v.} bu isteği geri çevirince iki yıla, sonra
bir yıla indirdiler, en sonunda bir ay mühlet istediler. Peygamber Cs.a.v.)
buna da hayır dedi Daha sonra ona putlarını kendi elleriyle tahrip etmemeleri
ve hergun beş vakit namaz kılmamaları için yalvardılar. Onlara: «Namaz olmayan
dinde hayır yoktur» diyerek namaz kılmaları gerektiğini söyledi. Fakat
putlarını kendi elleriyle tahrip etmemeleri konusundaki önerilerini kabul etti.
Urve’nin yeğeni Muğire’ye delegeler ile birlikte gitmesini ve Mekke’den
kendisine yardım etmek üzere Ebu Süf-yan’ı alıp Lat’ı tahrip etmesini emretti.
Müslüman olduktan
sonra delegeler Ramazan’ın geri kalanını Medine’de oruç tutarak geçirdiler ve
daha sonra Taife döndüler. Ebu Süfyan gruba Mekke’de katıldı, fakat putu kıran,
tek elli Muğire idi. Muğire’nin kabilesi, Urve ile aynı kaderi paylaşmasından
korkarak onun için bazı koruma önlemleri almışlardı. Fakat kınlan put için
feryat eden kadın seslerinden başka bir müdahale olmadı.
Şehrin teslim olmasına
en çok üzülen iki kişi, ne şehrin vatandaşı ne de Lat’m bağlılarmdandı.
Peygamber (s. a. y.) Mekke üzerine yürüdüğünde, Hanzala’nm babası Ebu Amir ve
ciritçi Vahşi, kendilerine yenilmez bir şehir olarak görünen Taife
sığınmışlardı. Fakat şimdi nereye sığınabileceklerdi? Ebu Amir, Suriye’ye
kaçtı ve orada kendi kendine ettiği bedduayı yerine getirerek «yalnız ve yuvasız
bir sürgün» olarak öldü[1].
Sakîf li bir adam Peygamber (s.a.v.)’in Müslüman olan hiç kimseyi
öldürmediğini söylediğinde Vahşi hâlâ nereye gidebileceğini düşünüyordu.
Vahşi, bunun üzerine Medine’ye gitti, Peygamber (s.a. v ) ‘e gidip kelime-i
şehadet getirdi. O, böyle yaparken mü’-m inlerden biri onu Hamza’yı öldüren
köle olduğunu anladı ve: «Ey Allah’ın Rasulü, bu Vahşi» dedi. «Olsun» dedi Peygamber
(s.a.v.), «Çünkü bir kişinin İslâm’a girmesi benim içm bin kâfiri öldürmekten
daha iyidir». Daha sonra gözleri, önündeki siyah yüzde gezindi: «Gerçekten sen Vahşi misin?» diye sordu. Adam
doğrulaymca: -Otur ve Hamzayı nasıl öldürdüğünü bana anlat» dedi. Adam
anlatmayı bitirdiğinde Peygamber ,(s.a.v.): Yazıklar olsun, yüzünü benden uzak
tut, bırak da sana bir daha bakmayayım»[2] dedi.
Ebu Amtr’in kuzeni îbn
Ubey’e gelince, Tebûk’ten bir ay sonra hastalandı ve birkaç hafta sonra ölmek
üzere olduğu anlaşıldı. Eski kaynaklar, onun nasıl öldüğü (mü’min olarak mı,
münafık olarak mı) konusunda farklı görüşler öne sürmüşlerdir. Fakat Peygamber
(s.a.v.î’in onun başında cenaze namazı kıldığı ve kabri başında dua ettiği konusunda
hepsi aynı fikirdedirler. Bir kaynağa göre Ömer (r.), Peygamber (s.a.v.î namaz
için yerini aldığında onun yanına gitmiş ve bir münafığa bu kadar lütufta
bulunmaması için ona karşı çıkmıştı. Peygamber (s.a.v.) ona gülümseyerek şu
cevabı verdi: «Ömer, arkama geç. Bana bir seçenek verildi, ben de seçtim.
Bana:
«Sen, ister onlar İçin
bağışlanma dile ya da istersen onlar tçin bağışlama dileme. Onlar için yetmiş
kere bağışlama di’:sen de, Allah onları kesinlikle bağışlamaz» (Tevbe: 5) ,
denildi. Eğer yetmiş
defadan fazla bağışlanma dilediğimde Allah’ın onları bağışlayacağını bilsem dualarımın
sayısını artırırdım»[3]. Daha
sonra namazı kıldırdı, tabutun yanında mezarlığa kadar yürüdü ve mezarın
başında durdu. Bundan kısa bir süre sonra münafıklar hakkında, şu ayet nazil
«Onlardan ölen bitinin
namazım hiçbir zaman kılma, mezarı başında durma. Çünkü onlar Allah’a ve
Rasulüne (karşı) küfre saptılar ve fasıklar olarak öldüler.» (Tevbe: 84).
Fakat başka kaynaklara göre[4] bu
âyet Tebûk’ten döndükten hemen sonra nazil olan vahyin bir bölümü idi. Bu âyet
İbn Ubey’e uygulanamazdı, çünkü Peygamber onu hastalığı sırasında ziyaret etmiş
ve Ölümün yakınlığının onu değiştirdiğini görmüştü. İbn Ubey, Peygamber
(s.a.v.) -den öldüğünde kefenlenmek için bir elbisesini ve kabre kadar
tabutunun yanında gitmesini istemiş, O da bunu kabul etmişti. Daha sonra da:
«Ey Allah’ın Resulü, ümit ederim ki tabutumun yanında dua eder ve günahlarımın
affı için Allah’tan bağışlanmamı dilersin» demişti. Peygamber (s.a.v.) yine
kabul etmiş ve O Öldükten sonra da sözünü yerine getirmişti. Tüm bu olaylar
sırasında ölen adamın oğlu Abdullah da vardı.
Peygamber (s.a.v.)’e
elçiler gönderen tek kabile Saklf değildi. «Heyetler yılı» olarak anılan
Hicret’in bu dokuzuncu yılında Medine’ye Arabistan’ın her tarafından daha bir
çok elçiler geldi. Bunlar arasında Yemen’in çeşitli bölgelerinden gelen
elçiler ve putperestliği bırakıp Müslüman olduklarını duyuran dört Himyerli
Prensin mektupları da vardı. Peygamber (s.a.v.) onlara samimiyetle cevap verdi;
onlara İslâm’ın emirlerini haber verdi. «Dinine bağlı olan bir yahudi veya bir
hristiyanın dininden döndörülmeyece-ğini, fakat cizye (haraç) ödeyip, Allah’ın
Rasulü’nûn himayesi altında olacağını»[5]
belirterek yahudi, hristiyan ve Müslümanlardan vergi toplamak üzere göndereceği
elçilere iyi davranmalarını emretti. Dinsel ayrılıklarla ilgili olarak nazil
olan bir âyette şöyle denilfyordu.:
«Sizden her biriniz
için bîr şeriat ve bir ydl yöntem kıldık. Eğer Allah[6]
dileseydi, sizi bir tek ümmetten kılardı; ancak (bu) size verdikleriyle sizi
denemesi İçindir. Artik hayırlarda yarışınız. Tümünüzün dönüşü Allah’adır. Hakkında
anlaşmazlığa düştüğünüz şeyleri size haber verecektir» (Maide: 48).
Gelen heyetlerin
hepsinden sonuç alınamıyordu. Bı’r Ma’un’daki katliamdan sorumlu olan Amir İbn
Tufeyl şimdi Beni Amir’in başına gelmiş ve kabilesinin baskıları sonucunda
Medine’ye gelmek zorunda kalmıştı. Fakat cahil bir adamdı. İslâm’a karşılık
Peygamber (s.a.v)’den kendisini halifesi olarak ilân etmesini istedi.
Peygamber (s.a-v.). «O ne senin içindir ne de kabilen içindir» dedi. «O halde»,
dedi Amir, «Sen şehirlileri yönet, bana da göçebeleri ver… «Hayır» dedi.
Peygamber (s.a.v.); «fakat sana süvarilerin idaresini veriyorum, çünkü sen
atlardan anlayan bir adamsın.» Bedevi lider için bu yeterli değildi. Hor
görerek; «Bir-şeyim olmayacak mı yani?» dedi. Geriye dönerek: «Her tarafı sana
karşı atlılar ve yayalarla dolduracağım» dedi. O gittikten sonra Peygamber
(s.a.v.) dua etti. «Allah’ım, Beni Amir’e hidayet ver ve Tufeyl’in oğlu
Amir’in şerrinden İslâm’ı kurtar.» Amir yolda bir saldırıya uğradı ve eve varmadan
öldü. Kabilesi yeni bir temsilci kurulu gönderdi ve anlaşma yapıldı. Şair
Labîd (r.) de elçilerden biriydi ve Müslüman olmuştu. Bundan sonra şairliği
bırakmak istediği söyleniyordu. «Buna karşılık ‘ Allah bana Kur’an’ı verdi»
demişti. Fakat yine de yeteneklerini dinin hizmetinde kullanarak Ölünceye dek şiir yazmaya devam
etti.
Hac zamanı
yaklaşıyordu. Peygamber (s.a.v.) hacılarla ilgilenme görevini Ebu Bekir (r.)’e
verdi. Ebu Bekir (r.) Medine’den üçyüz kişiyle yola çıktı. Fakat onlar
gittikten kısa bir süre sonra, Müslüman ve müşrik Mekke’ye giden tüm hacıların
duyması gereken önemli bir âyet nazil oldu. Peygamber (s.a.v.) «Bana benim
ailemden birinden başkası temsilci olamaz» dedi ve Ali (r.) ‘e tüm hızıyla
gidip hacılara yetişmesini söyledi, inen âyetleri Mina’da okuyacak ve o yıldan
sonra Kâ’be’ye çıplak girilemeyeceğini ve putperestlerin son defa Haç
yaptıklarını ilân edecekti.
Ali Cr.) yetiştiğinde
Ebu Bekir (r), topluluğa kumanda etmek üzere mi geldiğini sordu. Ali (r.) onun
kumandası altında olacağını söyledi ve birlikte yola çıktılar. Namazları Ebu
Bekir kıldırdı ve hutbeleri de o okudu. Bayram günü, tüm hacılar kurbanlarını
kesmek üzere Mina vadisinde toplandıklarında Ali (r.) ilahî mesajı açıkladı.
Mesajın konusu, putperestlere serbestçe gidip gelme için dört ay mühlet
verildiği, bu süreden sonra Allah’ın ve Ra-sulü’nün onlara, karşı bir
sorumlulukları olmayacağıydı.
Onlara savaş ilan
edilmişti. Bundan sonra görüldükleri yerde öldürülecek ya da esir alınacaklardı[7]. İki
istisna yapılmıştı Peygamber (s.a.v.)’le özel anlaşması olan ve bu anlaşmaya
uyanlar anlaşma süresi bitinceye etek güvenlikte olacaklardı, eğer bir
putperest himaye isterse ona himaye verilecek, îsîâm ona tebliğ edildikten
sonra emin bir yere yerleştirilecekti. Putperestlerin çıkarılmasıyla sadece
ticaretlerinin durgunlaşacağını değil değerli hediyelerden de mahrum
kalacaklarını zanneden yeni Müslüman olan Mekke’lilere hitaben yeni bir âyet
nazil olmuştu:
«Ey iman edenler,
müşrikler ancak pisliktirler; öyleyse bu yıllarından sonra artık Mesciâ-i
Harama yaklaşmasmlar. Eğer ihtiyaç içinde kalmaktan korkarsanız. Allah dilerse
sizi kendi fazlından zengin kılar. Hiç şüphesiz Allah bilendir, hüküm ve hikmet
sahibi olandır.» (Tevbe: 25).
Peygamber (s.a.v.)
Hicret’ten sonra onuncu yıl olan ertesi yıl hemen hemen tümünü evde geçirdi.
İbrahim, yürümeye başlamıştı ve henüz Konuşmaya başlıyordu. Hasan (r.) ve
Hüseyin (r.)’in, Zeyneb Cr.) adında bir kızkar-deşleri olmuştu ve Fatıma (r.)
dördüncü bir çocuk bekliyordu. Ailenin diğer yakınları arasında Cafer (r.)’in
üç oğlu vardı. Cafer’in ölümünden sonra Esma (r.) ile evlendiği için bu üç
çocuk Ebu Bekir (r.)’in üvey oğullan olu-
yordu. Esma (r.) da
bir bebek bekliyordu. Peygamber (s.a. v). Esma’nm kardeşi Ümmü’1-Fadl (r.)’ı çok
severdi. Mekke’de iken sık sık onu ziyaret etmek adetiydi. Abbas (r.)
Medine’ye yerleştiğinden beri yine sık sık ziyaret ediyordu. En büyük oğulları
Fadl fr.) olgunlaşmış ve Peygamber (s. a.v.) tarafından sevildiğini gösteren
birçok olayla karşılaşmıştı. Bunlardan biri de, Peygamber (s.a.v.)’in Meymu-ne
(r.)’de kaldığı zamanlar, yeğeni Fadl (r.)’ı onunla-birlikte kalmaya davet
etmesiydi.
Delegeler bir önceki
yıl gibi gelmeye devam ediyordu Bunlardan biri, Peygamberle (s a.v) anlaşma
yapmak isteyen Necran hris Uyanların d andı. Onlar Bizans yönetimin-deydiler ve
geçmişte Konstantinapol’den birçok yardım görmüşlerdi. Altmış itişi olan
delegeleri Peygamber (s a.v.) Mescid’de kabul etti. Onların dua etme vakti
geldiğinde Peygamber (s.av.) onların doğuya dönerek dua etmelerine izin verdi.
Kaldıkları sürece
yapılan görüşmelerde birçok ilkelere değinildi, isa’nın kişiliği hakkında
Peygamber (s.a.v)’le arasında birçok anlaşmazlıklar çıktı. Bunun üzerine şu
âyetler nazil oldu-
«Şüphesiz, Allah
ka’ında İsa’nın durumu, Adem’in durumu gibidir. Onu topraktan yarattı[8],
sonra da «ol» demesiyle o hemen oluverdi. Gerçek, Rabbindendir. öyleyse
kuşkuya kapılanlardan olma. Artık sana gelen bunca ilimden sonra, onun
hakkında seninle «çekişip-tartışmalcra girişirlerse» de ki: «Gelin oğullarımızı
ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi
çağıralım, sonra kcrşthkh lanctleşelim de Allah’ın lanetini yalan söylemekte
olanların üs’üne kılalım.» (Al-i Imran: 59-61}.
Peygamber (s.a.v.) bu
âyetleri hristiyanlara okudu ve onları kendisi ve ailesi ile buluşup âyette
Önerilen şekilde
anlaşmazlığı çözmeye
davet etti. Onlar düşüneceklerini söylediler, ertesi gün Peygamber (s.a.v.)’e
geldiklerinde, Ali (r.)’nin, Fatıma lr.)’nın ve iki oğullarının yanında olduğunu
gördüler. Peygamber (s.a.v.) büyük bir aba giymiş ve hepsini de içine alacak
şekilde yaymıştı. Bu nedenle bu beş kişiye, «ehl-i aba» denirdi. Hristiyanlara
gelince, anlaşmazlığı artık daha fazla devam ettiremeyeceklerini anladılar.
Peygamber (s.a.v.î onlara, vergi vermeleri karşılığında kendilerinin,
kiliselerinin ve tüm diğer mallarının İslâm devletinin koruması altında
olacağını vadeden bir anlaşma yaptı.
Bu yılın ilk aylarında
süren neşeli mutluluk İbrahim’in hastalanmasıyla birlikte sona erdi. Bir süre
sonra onun uzun süre yaşamayacağı ortaya çıktı. Onu annesi Mariye (r.) ve
teyzesi SirînCr.) tedavi ediyorlardı. Peygamber (s. a.v.) onu sık sık ziyaret
ed’yordu ve ölürken yanındaydı. Çocuk son nefesini verdiği ide kucağına aldı ve
gözlerinden yaşlar boşandı. Onun yas ve feryadları yasaklaması, ölüm
sonrasındaki tüm üzüntü belirtilerini de yasaklamış olduğu anlaşılıyordu. Bu
yanlış anlama hâlâ bazı zihinleri meşgul ediyordu. Abdurrahman İbn. Avf (r.):
«Ey Allah’ın Rasulü, sen bunu ağlamasını kastederek yasaklamadın mı?
Müslümanlar seni ağlarken görürlerse onlar da ağlarlar» dedi. Peygamber
(s.a.v.) yine ağlamaya devam etti ve konuşabilecek hale geldiğinde: «Ben bunu
yasaklamadım. Bunlar acıma ve merhamet belirtileridir. Merhametli olmayana merhamet
olunmaz. Ey ibrahim, eğer tekrar buluşma va’di olmasa, bu herkesin geçmek
zorunda olduğu bir yol olmasa ve son gelenimizin ilk gidene yetişeceğini bilin
eşek, senin için daha fazla üzülürdük. Yine de senin için çok üzülüyoruz, ey
İbrahim. Göz ağlar, kalb hüzünlenir, Allah’ın gücüne gidecek birşey
söylemiyoruz» [9]dedi.
İbrahim’in Cennette
olduğunu söyleyerek Mariye (r.) ve Şirin (r.)’i teselli etti. Onları bir müddet
yalnız bıraka tıktan sonra Abbas (r.) ve Fadl (r.) ile birlikte döndü, îki yaşlı
adam oturmug onu seyrederken genç adaın cenazeyi yıkadı. Daha sonra, cenaze
mezarlıktaki küçük mezarına kondu. Üsame (r.) ve Fadl Cr.) çocuğu mezara
uzattıktan sonra Peygamber Cs.a.v.) cenaze namazını kıldırdı ve kabrin başında
oğlu için dua etti. Mezara toprak atıldığında hâlâ mezarın başındaydı. Daha.
sonra bir kırba su getirmelerini ve mezarın üstüne serpmelerini emretti.
Atılan toprağın yüzeyinde dengesizlik vardı, buna işaret ederek: Sizden biriniz
birşey yaptığında, onu mükemmel yapsın» dedi. Toprağı eli ile düzelterek
yaptığı iş için «Bu ne iyilik ne de zarar verdi, fakat hüzünlenenin gönlünü
ferahlattı»[10] dedi.
Peygamber (s.a.v.)
birçok kez, yaptığı her dünyevi işte kişinin mükemmeli araması gerektiğini
vurgulamıştır. Birçok sözü de bu amacın dünyevi olmadığını ve uhrevi olduğunu
belirtir. Ali, Peygamberin (s.a.v.) bu konudaki tutumunun şu sözlerle
özetlenebileceğini söylemiştir: «Her zaman yaşayacakmış gibi bu dünya için,
yarın ölecekmiş gibi ahiret için çalış.» Her zaman ayrılmaya hazır olmak, her
zaman uhrevi olmaktır. Peygamber (s.a.v.): «Bu dünyada bir garip veya bir yolcu
gibi ol»[11] demiştir.
İbrahim’in öldüğü gün,
cenaze gömüldükten sonra bir güneş tutulması olmuştu. Bazıları bunu Peygamber
(s.a. v’Jin üzüntüsüne bağladılar. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.): «Ay ve
güneş Allah’ın işaret ayetlerindendir. Onların ışığı hiçbir insanın ölümü için
kesilmez. Onların tutulduğunu görürseniz, aydmlanmcaya kadar dua edin.»[12]
dedi.
[1] Bak Bol. 30
[2] I. I. 536.
[3] I. I. 0L7.
[4] Mirkhand, Ravdat os-Sâfa II Cilt, 2. 55, 671-2 eski
kaynakları zikredcr. Brk. B. XXIII, 76
[5] I. I. 953
[6] Daha ünce de belirttiğimiz gibi Kur’an’da birinci şahıstan üçuncu şahısa (Biz…
Allah) geçiş sık sık kullanılır.
[7] Bismillah er-Rahman er.Rahim kelimeleriyle başlamayan
tek curo olan Tcvbe Suresinin başında .esirgeme ve bağışlama iü]mlorinin
zikrcdilmemesi bu mesaim sertliğini vurgular.
[8] Buradaki sözler «annesinin rahminde» diye
anlaşılmalıdır, Çünkü Isa’nın, Adem’in yaratılışı gibi birden bire yetişten
olarak: yaratılması sözkonusu değildir.
[9] I. S. I/l,
88-9.
[10] Agc.
[11] B. LXXXI, 3.
[12] I. S. I./l, 88-9.