Ay: Ocak 2014

  • 1) Ashabu’l-Eser: Hadis Usulü Online Oku


    1) Ashabu’l-Eser:

     

    Eser, meydana getirilen şey, nişan ve alâmet
    demektir.
    Terim olarak ise
    gerek Hz. Peygamber (s. a. s.)’ den ve gerekse sahabeden rivayet edilen şeylere
    denir.[1]
    Ashâbu’l-Eser de eser sahipleri, eser taraftarları ve eserciler demektir.

    Hz. Peygamber (s.a.s.)’in bu dünyadan
    göçmeleriyle başlayarak İmam Şafiî’nin yaşadığı asra kadar gelip geçen fıkıh
    bilginleri iki kısma ayrılır:


    a) Ashâbu’l-Eser.

    Buna ashab-ı rivayet de denir.


    b) Ashâbu’l-Rey.

    Buna ehl-i rey de denir.[2]

    Asr-ı saadette müslümanlar, ortaya
    çıkan problemlerini Hz. Peygamber (s.a.s.)’e arzediyorlar, gerekli cevabı alarak
    dönüyorlardı. Hz. Peygamber (s.a.s.)’in vefatından sonra İslâm devletinin
    hudutları genişledi. Örf ve âdetleri başka başka olan yeni milletler İslâmiyet’e
    girdiler. Ashab’ın bir kısmı da Hicaz bölgesinden çıkıp başka yerlere
    dağıldılar. Hayat hadiseleri çoğaldı. Ortaya yeni yeni meseleler atıldı. Halk bu
    meseleleri sahâbelere sordular.

    Ashab’ın bazıları Hz. Peygamber (s.a.s.)’den
    hadis rivayet ederek esere bağlanmayı tercih ettiler. Rivayete çok yer verdiler.
    Allah’ın dinine kendi reylerini karıştırmaktan kaçınmak için fetva vermemeyi
    tercih ettiler.[3] 
    Vuku’ bulmayan hadiseler hakkında peşin hüküm vermiyorlardı. Bunlar Hicaz
    bölgesinde bulunuyorlardı. Medine, merkezleriydi. Burada başka ırktan insanlar
    ve hâlli gerekli hukuki meseleler yok denecek kadar azdı. Çok nadir durumlarda
    rey ile fetva verilirdi. Medine ekolüne mensup hukukçular Ömer b. el-Hattab,
    Zeyd b. Sabit, Abdullah b. Ömer, Hz. Âişe ve Abdullah b. Abbâs’dır (Allah
    hepsinden razı olsun)[4]
    Bu ekole bağlı tabiin âlimlerinin başlıcaları şunlardır: Sâid b. el-Müseyyeb,
    Urve b. Zübeyr, Kasım b. Muhammed, Ebû Bekir b. Abdurrahman b. Hâris, Ubeydullah
    b. Utbe, Süleyman b. Yesâr, Harice b. Zeyd.[5]



     




    [1]

    Riyazü’s-Sâlihîn ve Tercemesi (Mukaddime), 1-2.



    [2]

    M. Ebû Zehra, Ebû Hanife, (O. Keskioğlu Tercümesi) Üçdal Neşriyatı, s. 161.



    [3]

    M. Ebû Zehra, Ebû Hanife, (O. Keskioğlu Tercümesi) Üçdal Neşriyatı, s.
    164-166.



    [4]

    Hayreddin Karaman, İslâm Hukukunda İctihad, s. 102.



    [5]

    Dr. M. Esad Kılıçer, İslâm Fıkhında Rey Taraftarları, Ankara 1975, s. 29-31;
    H.Karaman, a.g.e., s. 101-102; Durak Pusmaz, Şamil İslam Ansiklopedisi :
    1/160.

  • Hadisde ESER Hadis Usulü Online Oku

    ESER:

     

    Hadîs veya sünnet yerine kullanılmış olan
    kelimelerden biri eser kelimesidir. Zira kelime lügat olarak bir sözü nakletmek
    manasına gelir. Dilimize bile me’sur dua tabiriyle girmiştir. Yani nakledilmiş
    dua, daha açık ifâdeyle Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’den rivayet
    edilmiş dua demektir.

    Hadîs’e eser dendiği gibi, muhaddîs’e de eserî
    denmiştir. Çok fazla olmasa da bu tâbire rastlanır. Teferruata inildiği takdirde
    eser kelimesinin daha hususî kullanılışlarına rastlamak mümkündür. Suyutî’nin
    Tedrîb’de belirttiği üzere, bir kısım muhaddisler merfu ve mevkuf rivâyetlere
    “eser” derken, Horasan fakîhleri mevkuf a “eser”, merfû’a “haber” demişlerdir.
    Keza Şiîler, masum imamların söz, fiil ve takrirlerine “hadîs”, masum olmayan
    kimselerden gelen sözlere “eser”, masumların dışındaki Sahabi, Tabiî ve
    Tebeuttâbîi’nden gelen sözlere de “haber” derler.

    Şu halde esas olan cumhur’un kullandığı
    şekildir. Buna göre eser “hadîs”in müterâdifidir. Tahâvî’nin Müşkilü’l-Âsâr adlı
    kitabı, ihtilaflı hadislerin te’viline tahsis edilmiştir, müşkilü’l-hadîs
    demektir. Keza cezerî’nin en-Nihâye fi Garîbi’l-Hadîs ve’l-Eser’i ile, el-Irâkî’nin
    Nazmud-Dürer fî ilmi’l-Eser veya İbnu Hacer’in Nuhbetu’l-Fiker fi Mustalahı
    Ehli’l-Eser adlı kitaplarında eser kelimesinin hadîs manasında kullanıldığını
    görmekteyiz.[1]

    İz, belirti, bir şeyden arta kalan, bakiyye. Hz.
    Peygamber’in mübarek emânetlerine de eser denilir. Çoğulu âsâr’dır. Hadis ve
    haberle eş mânâda kullanılan bu terim, ıstılahta Hz. Peygamber, sahâbe ve
    tâbiûna âit söz, fiil ve takrirler demektir.[2]

    Nitekim Nevevî; ‘haber ister merfû, ister
    mevkûf, ister maktû’ olsun hadisçiler nazarında hepsi de eserdir’[3]
    demek suretiyle mezkûr târifi benimser. Yine bu anlayışa göre “hadisi rivâyet
    ettim” mânâsında “esertü’l-hadise” ifadesinin kullanıldığı ve hattâ esere
    nisbetle kendilerine “esefi” de denildiği kaynaklarda yer alır.[4]

    Ancak, İbn Hacer gibi bazı muhaddislerin, eser
    tabirinden hadisin mevkûf veya maktûunu kastetmeleri[5]
    Horasan fakihlerinin ise ‘mevkûf’a eser, ‘merfû’a haber demeleri[6],
    eser teriminin değerlendirilmesinde bu tür özel mânâları da göz önünde
    bulundurma gereğini ortaya koymaktadır. Son zamanlardaki ilmî yayınlarda eser,
    mevkûf ve maktu’ haberler için özellikle kullanılmakta, merfu’ât da “hadis
    terimi ile değerlendirilmektedir. Felsefede âsâr, ‘müessir’den yani Allah’tan
    sudur eden tesirlere denilmektedir.

    Muhaddisler, merfû ve mevkûf hadislere eser
    adını verirler. Hâfız Tahâvî’nin bu konu ile ilgili kitabının adı, ”Şerhu
    Meâni’l-Âsâri’l Muhtelifeti’l-Me’sûre” dir. Taberî, ”Tehnibu’l-Asâr” adıyla
    bir kitab yazmıştır. Hz. Peygamber’den gelen dualara da ”el-edviye-tü’l-me’sûre”
    denilmiştir.

    Horasanlı fukahâ ve muhaddisler ise, hadis
    kelimesini merfû olanlara isim; eser kelimesini de sahâbe ve tâbiîne isim
    yapmışlardır. Bunlar mevkûf hadise eser demişlerdir.

    Muhaddis, esere nispetle “esefi” ismini alır, “Esertü’l-hadise”
    cümlesi, onu rivâyet ettim anlamındadır. Tarihle meşgul olana “ahbari”
    denilmiştir. Ehl-i eser: Burada eser, hadis ve ashâb-tâbiûn fetvâları
    anlamındadır.[7]
    Tarihte ehl-i re’y-ehl-i eser ihtilâfı tâbiûn zamanında ortaya çıkmıştır. Ehli
    eser, re’y ve kıyası zayıf saymış, zorunlu kalmadıkça fetvâ vermemişlerdir. Yine
    ehl-i eser, farazî olaylara farazî fetvâlar vermemişlerdir. Onlar sadece hadis
    toplama ve yazma işine ağırlık vermişlerdir. Zâhiriyye mezhebi aşırı eserci bir
    mezhep kabul edilir. Çünkü kıyası, sahâbe ve tâbiûn fetvâlarını delil olarak
    kabul etmezler.


    “Allah’ın rahmetinin izlerine bir bak…”

    (er-Rûm: 30/50) ayetindeki gibi, yüce Allah’ın âlemdeki bütün eserlerine âsâr
    denilir.[8]

     



     




    [1]

    İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 1/496-497.



    [2]

    Abdühayy el-Leknevî, Zaferü’l-Emânı, 4-5.



    [3]

    Talat Koçyiğit, Hadis Istılahları, 101.



    [4]

    Suyûtî, Tedrib: 4.



    [5]

    Talat Koçyiğit, Hadis Istılahları, 101.



    [6]

    Suyûtî, Tedrib: 4.



    [7]

    Şahveliyyullah, Huccetullah, I, 12.



    [8]

    İsmail Lütfi Çakan, Şamil İslam Ansiklopedisi: 2/116-117.

  • Ahad Hadisle Amel Etmenin Şartları Hadis Usulü Online Oku


    Ahad Hadisle Amel Etmenin Şartları:

     

    Hanefilere göre âhad haberin delil olarak
    kullanılabilmesi için şu özellikleri taşıması gerekir.


    1.

    Râvinin, naklettiği hadisle kendisinin amel etmesi gerekir. Buna aykırı
    davranışı veya fetvası belirlenirse, hadis değil, onun amel veya fetvası esas
    alınır. Çünkü râvi, bu hadisin neshedildiğini gösteren bir delil bilmese, hadise
    aykırı davranmaz. Aksi halde “adâlet” vasfını kaybeder.

    İşte bu prensipten hareket edilerek Hanefiler,
    Ebû Hureyre’nin naklettiği; “Birinizin kabına köpek ağzını soktuğu zaman, onu
    döksün, sonra biri toprakla olmak üzere yedi kere yıkasın”[1]

    anlamındaki hadisle amel etmemişlerdir. Çünkü ed-Dârekutni’nin naklettiğine göre
    Ebû Hüreyre bu hadise aykırı olarak böyle bir durumda kabı üç kere yıkamakla
    yetiniyor ve bu yönde fetva veriyordu. Hanefiler onun fetvasını, bu hadisin
    neshedilmiş bulunduğuna delil saymışlar, yani yedi defa yıkama yerine üç defa
    yıkama ile yetinmişlerdir.

    Başka bir örnek de, Hz. Âişe’den rivayet edilen
    ve kadının kendi başına evlilik akdi yapamayacağını bildiren şu hadistir:
    “Velisinin izni olmadan evlenen kadının evliliği bâtıldır.”[2]

    Hz. Âişe bu hadise aykırı olarak kardeşi Abdurrahman Şam’da iken onun kızını
    evlendirmişti. Abdurrahman yolculuktan dönünce bu evlendirme işinden hoşnut
    olmadığını ifade etmişse de, nikâh akdini iptal yoluna gittiğine dair bir haber
    nakledilmemiştir.


    2.

    Hadisi rivayet eden ravi, fıkıh bilgisi ve ictihad ehliyeti ile tanınmış bir
    kimse değilse hadis, kıyasa ve genel şer’i esaslara aykırı olmamalıdır.

    Buna göre, kıyasa aykırı düşen hadis dört halife
    gibi, Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Mes’ud ve Abdullah b. Ömer gibi hem hadis
    rivayeti ve hem de fıkıhtaki ve ictihattaki ehliyeti ile tanınmış biri ise hadis
    kabul edilir ve onunla amel edilir. Fakat Enes b. Malik ve Bilâl gibi yalnız
    hadis rivayeti ile tanınan, ictihada ehliyeti bulunmayan birisi ise, bu hadis
    kabul edilmez.

    Bu nitelik, hadislerin “mânâ rivayeti” usulünün
    yaygın olması yüzünden öngörülmüştür. Fakih olan ravi, bir kelime yerine hadiste
    başka bir kelime kullansa, hadisin aynı anlamı koruduğunu söylemek mümkün olur.
    Aynı esası, fakih olmayan ravi için söylemek güçtür. Özellikle; ortada kıyasa ve
    genel şer’i esaslara aykırı düşen bir rivâyet varsa, bu ravinin yanılma ihtimali
    güç kazanır.

    Hanefiler bu esastan hareketle “musarrât” hadisi
    ile amel etmemişlerdir. Ebû Hüreyre, Hz. Peygamberden şunu nakletmiştir:
    “Develerin ve koyunların memelerini sütlü göstermek için şişirmeyin. Birisi
    böyle bir hayvanı satın almış olur ve sütünü de sağmış bulunursa iki şeyden
    birisini seçebilir: Ya hayvanı bu hali ile kabul eder, veya hayvanı iâde eder ve
    ayrıca bir sâ’ da hurma verir.”[3]

    Bu hadisi Ebû Hüreyre rivayet etmiştir, Ebû
    Hüreyre ictihad ehliyeti ile tanınmamıştır. Hadisin taşıdığı hüküm İslam’ın
    genel prensipleri ile çelişmektedir. Çünkü istihlâk edilen bir şeyin tazmini
    misli mallarda misliyle, kıyemî mallarda kıymetiyle olur. Hadiste bildirilen süt
    karşılığı bir sâ’[4]
    hurma, sütün ne misli ve ne de kıymetidir. Diğer yandan bu hadis “el-Harâcu bıd-dımân”[5]
    diye ifade eden “nefi (yarar) ve hasarın dengelenmesi” ilkesi ile de
    çelişmektedir. Buna göre, bir şeyin tazmin sorumluluğu kime aitse o şeyin
    semereleri de ona aittir. Şu halde, sağdığı süt, bir bedel ödemesine gerek
    olmaksızın alıcıya aittir. Çünkü, hayvanı teslim aldıktan sonra, ona gelecek
    zararı da üstlenmiş bulunmaktadır. Durum böyle olunca, alıcının süt karşılığı
    bir sâ’ hurma vermekle yükümlü tutulması bu prensiple de çelişmektedir.


    3.

    Âhad haber sık sık tekerrür eden ve her yükümlünün bilmesi gereken olaylar
    hakkında olmamalıdır. Usûl ilminde bu duruma “umumî belvâ” denir. Burada olayın
    tevatür veya şöhret yoluyla nakli için gerekli şartlar oluşmuştur. Buna rağmen
    haberin tek ravi yoluyla gelmesi, onun Hz. Peygamber’e nisbetinin sağlam
    olmadığını gösterir.

    Bu esastan hareketle, Hanefi mezhebi bilginleri
    Abdullah b. Ömer’den rivayet edilen; “Hz. Peygamber rukûya giderken ve başını
    rukûdan kaldırırken ellerini kaldırırdı.”[6]

    anlamındaki hadis ile amel etmemişlerdir. Çünkü bu durumda ellerin kaldırılması,
    çok sık vuku bulan ve herkesin hükmünü bilmeye muhtaç olduğu bir olaydır. Eğer
    bu konuda varid olan hadis sahih olsaydı, bunu çok sayıda başka râvilerin de
    nakletmesi gerekirdi.

    Hz. Peygamber’in namazda Fatiha Süresi’ni
    okurken besmeleyi de yüksek sesle okuduğunu bildiren âhad haber[7]
    de aynı prensip gereği kabul edilmemiştir. Çünkü bu haber sağlam olsaydı, çok
    sayıda râvi tarafından nakledilirdi. Olayın çok tekrarlanması bunu gerektirir.[8]

     



     




    [1]

    Nesâî, Tahâret; 52; Miyâh: 7; ayrıca bk. Buhâri, Vüdû: 33; Müslim, Tahâret:
    89-93; Tirmizi, Tahâret: 68.



    [2]

    Dârimi, Nikâh: 2.



    [3]

    Müslim, Büyü: 11; Ebû Dâvud, Büyü, 46.



    [4]

    2,179 kg.



    [5]

    Ebû Dâvud Büyü’: 71; Tirmizi, Büyü’: 53.



    [6]

    Buhâri, Ezân: 83-86.



    [7]

    Tirmizî, Salât: 67.



    [8]

    Hamdi Döndüren, Şamil İslam Ansiklopedisi: 5/459.

  • Muhaddîs, Fakîh Ve Usûlî’nin Sünnet Anlayışları Hadis Usulü Online Oku


    Muhaddîs, Fakîh Ve Usûlî’nin Sünnet Anlayışları

     

    Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a bu üç
    sınıf ulemânın bakış tarzı biraz farklı olduğu için sünnet anlayışları ve sünnet
    karşısındaki tavırları az çok farklı olagelmiştir. Şöyle ki:

    Muhaddîsler Resûlullah (aleyhisselâtu
    vesselâm)’ı öncelikle -kendisinde her hususta en iyi örneğin bulunduğu- hayat
    rehberi görürler. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm, aleyhissalâtu vesselâm’ı en iyi örnek
    takdim ediyor:


    “Allah’ın Resûlünde sizin için güzel bir örnek
    vardır.”
    (Ahzab: 33/21). Muhaddislere
    göre Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’dan bize rivayet edilen her şey: söz,
    fiil, takrir, şemâil, ahval, halkî veya hulkî sıfatlar, etvâr… sünnettir,
    rivâyet edilmelidir, korunmalıdır. Bu merviyyatın fıkhî bir hükme delâlet etmesi
    de gerekmez. Keza bunların nübüvvetten sonraki döneme ait olması da gerekmez,
    binaenaleyh çocukluk devresiyle ilgili rivâyetler de sünnettir. Çünkü O (aleyhissalâtu
    vesselâm) ilâhî korunma altında idi.

    Halbuki fakîhler, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
    vesselâm)’e öncelikle bir şeriat koyucu olarak bakarak, onun fiillerinin mutlaka
    şer’î bir hükme delâlet edeceğini kabul ederler. Böylece Resûlullah (aleyhissalâtu
    vesselâm)’ın fiil ve sözlerinden kulların fiillerine -farz, vâcib, haram, mübah
    v.s. nevinden- terettüp edecek ahkâm ararlar. Bu sebeple, Resûlullah (aleyhissalâtu
    vesselâm)’ın nübüvvetten önceki hayatıyla ilgili olan veya herhangi bir hükme
    delâlet etmeyen rivâyetlere fukahâ fazla itibar etmez, sünnet demez.

    Sünnet tâbiri, fukahâ dilinde, bâzan “şer’î bir
    delil”le sâbit olan her şeye itlak olunur. Bu şer’î delil, Resûlullah (aleyhissalâtu
    vesselâm)’ın sünnetinden olabileceği gibi, Kur’ân’dan da olabilir, fukahânın
    içtihadından da olabilir. Sözgelimi abdest uzuvlarının belli bir sırayla
    yıkanması Kur’ân’la sâbit olduğu halde Hanefilerce “sünnet”tir, Şâfiî’lerce
    farzdır. Kurban kesmek ve bayram namazı kılmakla ilgili emir de böyle, Kur’ânî
    bir delille sabit olduğu halde fukahâ ıstılahında “sünnet” olarak ifade
    edilebiliyor. Keza Ashab tarafından yapılan bazı işlere de sünnet denmiştir:
    Mushaf’ın cem’i, ümmetin tek bir kıraate sevki, devlet divanlarının teşkîli,
    hadîslerin tedvîni v.s.

    Bu geniş manadaki sünnet’in şümûlüne ilk üç asra
    mensûp selef’in tasvîbinden geçen her şeyi dahil etmek mümkündür. Nitekim
    Sünnet; “merfu”, “mevkuf” ve “maktu” olmak üzere üçe ayrılmaktadır, izahı
    gelecek.

    Usûl uleması’nın hadîs anlayışına gelince;
    usulcüler, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a biraz daha farklı bir nokta-i
    nazarla bakmışlardır. Onlar Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’e kendisinden
    sonra, içtihâd yapacak müçtehidlere, bu işte yardımcı ve dayanak olacak kaideler
    koyan, insanlara hayat düsturlarını açıklayan bir müşerri’ (şeriat koyucu)
    olarak baktılar. Bu sebeple bir ahkâm tesbit ve takrir eden kavl, fiil ve
    takrirlerine yöneldiler, onlara sünnet dediler.

    Biz sünnet deyince, öncelikle muhaddislerin
    nokta-i nazarını benimsiyoruz. Bu nokta-i nazar daha şümullü daha geniştir. Bu
    nokta-i nazardır ki, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’la ilgili olan ve fakat
    bir çoğunun herhangi bir fıkhî ahkam göremediği tâli teferruatın bile “sünnet”
    diye derlenip muhafazasına sebep olmuş, böylece Resûlullah (aleyhissalâtu
    vesselâm)’la alâkalı çok daha zengin bir rivâyet hazînesi bize intikal etmiştir.
    Bu telakkînin ümmet-i merhûmeye bahşettiği zenginlik ve vesîle olduğu rahmetin
    ehemmiyetini anlamak için şunu bilmemiz yeterlidir: Bir sünnetten bir zamanda
    hiçbir hüküm çıkarılmadığı halde başka bir zamanda çıkarılabilir veya
    bazılarının ahkâm göremediği bir hadîsten diğer bazıları görebilir ve hem de pek
    çok ahkâm çıkarabilir. Bunun en güzel örneğini İbnu Hacer kaydeder. Ehemmiyetine
    binaen burada yer vereceğiz.

    İbnu Hacer, Buharî’de geçen ve Resûlullah (aleyhissalâtu
    vesselâm)’ın Enes (radıyallahu anh)’in ailesini zaman zaman ziyaret etmesiyle
    ilgili hadîsi şerh ederken mevzûmuzla ilgili çok kıymetli bir açıklama, ikna
    edici bir örnek sunar.

    Şerhte açıklandığı üzere, zaman zaman Enes’in
    ailesini ziyaret eden Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) her defasında kırmızı
    başlı ve kırmızı gagalı bir kuşla oynar bulduğu Enes’in küçük kardeşini daha
    sonraki ziyaretlerinden birinde üzgün bulur ve kırmızı gagalı nugayr denen
    kuşunu da göremez. Bunun üzerine Fahr-ı âlem efendimiz (aleyhissalâtu vesselâm)
    çocuğun annesi Ümmü Süleym vâlidemizden (radıyallahu anha) sorar ve öğrenir ki,
    çocuğun nugayr adındaki kırmızı başlı ve kırmızı gagalı kuşu ölmüştür, bu
    sebeple çocuk üzgündür.

    Her muhatabın seviyesine tenezzül buyuran
    Efendimiz (aleyhissalâtu vesselâm) Ebu Umayr diye daha önceden künyelenen (veya
    böyle isimlenmiş olan) sütten yenilerde kesilmiş çocuğa teselli için
    hitabederler:

    “Ey Ebu Umayr Nugayr’a ne oldu?”

    İbnu Hacer bu hadîste pek çok fevâid (çıkarılan
    hüküm) olduğunu, bunları açıklamak üzere İbnu’l-Kaas diye meşhur Ebu’l-Abbâs
    Ahmed İbnu Ebî Ahmed et-Taberî’nin müstakil bir cüz te’lif ettiğini belirttikten
    sonra, şu bilgiyi verir:

    “İbnu’l-Kaas, kitabının başında açıklar ki,
    “Bazıları, ehl-i hadîs’i hiçbir fâidesi olmayan şeyleri rivâyet etmekle
    ayıplayıp, şu Ebu Umeyr hadîsi’ni misal verdiler.” İbnu’l-Kaas, devamla:
    “Bunlar, şu hadîste mevcut olan pek çok fıkhı, güzel edeb örneklerini, altmışı
    aşan fâideyi anlamamış” deyip hadîsten çıkardığı hükümleri genişçe kaydeder.”

    İbnu Hacer eseri böylece tanıttıktan sonra ilave
    eder: “Ben eseri, onun demek istediğini gösterecek şekilde özetleyip,
    İbnu’l-Kaas’ın kitabında yer vermediği ve fakat ilavesi kolay bazı hükümleri de
    ekleyerek aşağıya kaydediyorum…”İbnu Hacer’in kaydettiklerinden birkaçı:
    “…İhvanları ziyâret; kadın genç olmadığı, fitneden de emîn olunduğu takdirde
    yabancı kadını ziyaret etmenin cevâzı; devlet reisinin râiyyetten sâdece
    bazılarını ziyaret etmesi, raiyyetten bazılarıyla görüşmesi (muhâlata), devlet
    reisinin tek başına yürümesi, çok ziyâretin sevgiyi azaltmadığı… çocuğun kuşla
    oynamasının cevâzı, ebeveynin küçük çocuğu oynaması caiz olan şeyle oynamaya
    terketmesinin cevâzı, çocuğun oynaması mübah olan şeye infâk etmenin cevâzı,
    kuşların kafes vs.’ye konmasının cevâzı… hayvana bile olsa ismi tasgîr’in
    konmasının cevâzı, küçük çocuğa hitâbedilmez diyenlerin aksine, çocuğa hitâbın
    caiz olması… insanlara, aklî seviyelerine uygun olarak hitabetmek..
    ziyaretçinin evin her ferdi ile ilgilenmesinin cevâzı… Soran kişi, muhâtabının
    durumunu bilmekle berâber, hâlinden sormasının cevâzı- çünkü Hz. Peygamber
    (aleyhissalâtu vesselâm) kuşun ölümünü öğrenmiş olduğu halde “Nugayr’a ne
    oldu?”
    diye sormuştur.”

    Yeri gelmişken belirtelim ki, Kettânî’nin
    et-Terâtîbu’l-İdâriye’de kaydettiğine göre, bu hadîsten ahkâm çıkarma işine
    başka eğilenler de olmuş, 250, 300 ve hatta 400 fevâid elde eden çıkmıştır.[1]



     




    [1]

    İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 1/493-496.

  • Mâlikîlerin Âhad Haberi Delil Kabul Etmesi Hadis Usulü Online Oku


    Mâlikîlerin Âhad Haberi Delil Kabul Etmesi:


     

    İmam Mâlik, senedi sahih olan haber-i vahidle
    amel etme konusunda, sadece bu hadisin Medinelilerin ameline uygun düşmesini
    şart koşar.

    Örnek: Rivayete göre Hz. Peygamber; “Namazdan
    çıkmak istediğinde biri sağ tarafına, diğeri sol tarafına olmak üzere “es-Selâmü
    aleyküm ve rahmetullah” diyerek selâm verirdi”[1]
    Fakat İmam Mâlik Medine uygulamasına dayanarak bir selâmla yetinmiş ve bu
    hadisle amel etmemiştir. Çünkü Medineliler sadece bir selâm vermekle
    yetiniyorlardı.

    İmam Mâlik Medinelilerin amelini meşhur hadis
    derecesinde kabul etmiştir. Ona göre, Medinelilerin ameli Hz. Peygamber’e
    ulaşıncaya kadar bin kişinin bin kişiden rivayeti kuvvetindedir:

    Şâfiî ve Ahmed b. Hanbel de, sahih hadisin
    şartlarını taşıyan haber-i vahidi delil olarak kabul ederler.[2]



     




    [1]

    Zeylaî, Nasbur-Râye: 1/430-433.



    [2]

    bk. Ebû Zehra, a.g.e., s. 114,115 vd.; Zekiyüddin Şa’bân, a.g.e., s. 79 vd;
    Hamdi Döndüren, Şamil İslam Ansiklopedisi: 5/459-460.

  • Senedinde Kopukluk Bulunan Hadisler Hadis Usulü Online Oku


    Senedinde Kopukluk Bulunan Hadisler:

     

    Senedinde kesinti bulunan hadis sened bakımından
    Hz. Peygamber’e ulaşmayan hadistir. Buna “Mürsel” veya “Münkatı”‘ hadis denir.
    Sahabe atlanıp, tâbiinden birisinin Hz. Peygamberden işitmiş gibi hadis rivayet
    etmesi gibi.

    Ebû Hanife ve İmam Mâlik, mürsel hadisi kayıtsız
    şartsız kabul ederler. Onlar yalnız mürsel hadisi rivayet eden ravinin güvenilir
    olup olmamasına bakarlar.

    İmam Şâfiî mürsel hadisi, bunu rivayet eden
    tâbiî, Medineli Sâid b. el-Müseyyeb ve Iraklı Hasan el-Basrî gibi meşhur ve bir
    çok sahabî ile görüşen bir tâbiî ise kabul eder. Ancak Şâfiî bunun için ayrıca
    mürsel hadisin şu dört şeyden biriyle desteklenmesini şart koşar.


    l.

    Mürsel hadisi, senedinde kesinti olmayan ve anlamı aynı olan başka bir hadis
    desteklemelidir.


    2.

    Mürsel hadisi, ilim adamlarının kabul ettiği başka bir mürsel hadis
    desteklemelidir.


    3.

    Mürsel hadis, bazı sahabi sözüne uygun düşmelidir.


    4.

    İlim ehli, mürsel hadisi kabul edip çoğu onunla fetvâ vermiş olmalıdır.

    Şâfiî’ye göre, mürsel hadis, senedi kesintisiz
    olan bir hadisle çatışırsa bu sonuncusu tercih edilir.[1]



     




    [1]

    Muhammed Ebû Zehra, Usulül-Fıkh, Dârul-Fıkhıl-Arabî tab’ı, 1377/1958 y.y.,
    s. 111, 112; Hamdi Döndüren, Şamil İslam Ansiklopedisi: 5/459.

  • 3. Âhad Sünnet: Hadis Usulü Online Oku


    3. Âhad Sünnet:

     

    Bunlar, Hz. Peygamber’den bir, iki veya daha
    fazla sahabi tarafından rivayet edilen ve meşhur hadisin şartlarını taşımayan
    hadislerdir. Âhad hadisi bir kişiden yine bir kişi rivayet etmiş olup, bize
    kadar ulaşan senedindeki kişiler hiçbir zaman tevatür sayısına ulaşmamıştır.
    Hadis kitaplarında toplanmış bulunan hadislerin çoğu bu kısma ait olup, bunlara
    tek kişinin haberi anlamında “haber-i vâhid” veya birer kişilerin haberi
    anlamında “âhad haber” denir.

    Ahad sünnet kesin bilgi ifade etmez, zanlı bilgi
    verir. Çünkü bunların Hz. Peygamber’e ulaştığında şüphe vardır. Bu yüzden
    inançla ilgili konularda âhad habere dayanılmaz. Ancak belirli şartları taşıyan
    âhad haberler amel konularında delil olarak kabul edilir.

    Hanefiler dışındaki bilginlere göre, hadisler
    mütevatir ve âhad olmak üzere ikiye ayrılır. Onlar meşhur sünneti de “âhad
    haber” içinde değerlendirirler. Çünkü meşhur sünnetin ilk tabaka ravileri,
    gerçekte âhad sünnet sayısındadır. Ancak bu görüşte olanlar âhad haberi, kendi
    içinde “Garib”, “Aziz” ve “Müstefiz” olmak üzere üçe ayırmışlardır.[1]

     



     




    [1]

    Hamdi Döndüren, Şamil İslam Ansiklopedisi: 5/458.

  • B) Manevî Mütevatir: Hadis Usulü Online Oku


    b) Manevî Mütevatir:

     

    lafız ve anlam bakımından farklılıklar taşımakla
    birlikte, bütün râvilerin ortak bir anlamda birleştiği mütevatir haberdir. Dua
    sırasında ellerin kaldırılması bu çeşit mütevatire örnek gösterilebilir. Çünkü
    Hz. Peygamber’in dua sırasında ellerini kaldırdığına dair yüz kadar hadis
    rivayet edilmiştir. Fakat bunlar değişik olaylarla ilgili, değişik şekillerde ve
    farklı ifadelerle nakledilmiştir. Belki her olay hakkında lafzî tevatür
    gerçekleşmemiştir, fakat bütün rivayetlerin birleştiği ortak anlam, dua
    sırasında ellerin kaldırılmış olmasıdır.

    Yine İslâm bilginleri, Hz. Ömer’den rivayet
    edilen “Âmeller niyetlere göredir. Herkes niyet ettiği şeyi görecektir”[1]
    hadisinin anlamı üzerinde görüş birliği içindedir.

    Mütevatir sünnetin hükmü, Hz. Peygamber’e
    nisbetinin kesin oluşudur. Buna göre, mütevatir sünnetle amel etmek farz olup,
    onu inkâr eden dinden çıkar. Bu çeşit hadislerin delâleti zannî olmadıkça,
    ortaya koyduğu hüküm kesinlik ifade eder. Mütevatir hadisler, delil olma
    bakımından Kur’ân’a yakın kuvvettedir.



     




    [1]

    Buhârî, Bedül-Vahy: I; Müslim, İmâre: 155.

  • 2. Meşhur Sünnet: Hadis Usulü Online Oku


    2. Meşhur Sünnet:

     

    Meşhur sünnet, Hz. Peygamber’den bir veya iki
    yahut tevatür sayısına ulaşmamış sayıda sahabi tarafından rivayet edilmişken,
    Tâbiün veya Etbâu’t-tâbün devirlerinde tevatür sayısındaki ravilerce nakledilen
    sünnettir.

    Mütevatir ve meşhur sünnet arasındaki fark
    şudur; birincide her üç tabaka ravileri tevatür sayısında iken, meşhur sünnette,
    sahabeden olan raviler tevatür derecesine ulaşmamıştır. Buna göre mütevatir
    hadisin Hz. Peygamber’e nisbeti kesin iken meşhur hadisin, Hz. Peygamberden
    rivayet eden sahabiye nisbeti kesin olmakla birlikte, Hz. Peygamber’e nisbeti
    kesinlik taşımaz.

    Meşhur sünnetin hükmü, kesine yakın bir bilgi
    vermesidir. Bu yüzden mütevatir sünnetle Kur’ân’daki bir âmm lafzın tahsisi ve
    mutlak lafzın takyidi mümkün olduğu gibi, meşhur sünnetle de “âmm” tahsîs ve
    “mutlak” takyid edilebilir.

    Âmm’ın tahsisine örnek: “Âllah çocuklarınızın
    miras payı için şunu istiyor”
    (en-Nisâ: 4/11) âyetindeki “çocuklarınız (evlâdüküm)”
    kelimesi âmm olup bütün çocukları kapsamına alır. Hz. Peygamber’in;
    “Öldüren öldürdüğü kimseye mirasçı olamaz”[1]

    şeklindeki meşhur hadis, miras bırakanını öldüren çocukları kapsam dışı
    bırakmıştır.

    Mutlak ifadenin takyidine örnek:

    Mirasla ilgili âyette; “(Bütün bu miras
    payları, ölenin) yapmış olduğu vasiyetin ve borcun ifasından sonradır”

    (en-Nisâ: 4/11) buyurulur. Burada “vasiyet” sözcüğü mutlak olup, malın belli bir
    parçası ile sınırlandırılmış değildir. Fakat Hz. Peygamber’in, “Üçte bir daha
    bayırlıdır.”[2]

    şeklindeki meşhur hadisi vasiyet miktarını üçte birle sınırlamıştır.



     




    [1]

    Ebû Dâvud, Diyât: 18; Dârimî, Ferâiz: 41.



    [2]

    Buhârî, Cenâiz: 36; Vesâyâ: 2, 3; Menâkıbul-Ensar: 49; Müslim, Vasiyyet: 5,
    7, 8, 10; Ebû Dâvud, Ferâiz: 3; Eymân: 23.

  • A) Lafzî Mütevatir: Hadis Usulü Online Oku


    a) Lafzî Mütevatir:

     

    Lafiz ve anlam birliği içinde nakledilen
    mütevatir haberdir. Meselâ; “Kim bilerek bana yalan söz isnat ederse,
    cehennemdeki yerini hazırlasın”[1]

    hadisi, tevatür derecesinde kalabalık bir sahabe topluluğunca aynı lafızlarla
    rivayet edilmiştir.



     




    [1]

    Buhârî, İlim: 38; Müslim, Zühd: 72.