Muhaddîs, Fakîh Ve Usûlî’nin Sünnet Anlayışları Hadis Usulü Online Oku

42503


Muhaddîs, Fakîh Ve Usûlî’nin Sünnet Anlayışları

 

Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a bu üç
sınıf ulemânın bakış tarzı biraz farklı olduğu için sünnet anlayışları ve sünnet
karşısındaki tavırları az çok farklı olagelmiştir. Şöyle ki:

Muhaddîsler Resûlullah (aleyhisselâtu
vesselâm)’ı öncelikle -kendisinde her hususta en iyi örneğin bulunduğu- hayat
rehberi görürler. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm, aleyhissalâtu vesselâm’ı en iyi örnek
takdim ediyor:


“Allah’ın Resûlünde sizin için güzel bir örnek
vardır.”
(Ahzab: 33/21). Muhaddislere
göre Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’dan bize rivayet edilen her şey: söz,
fiil, takrir, şemâil, ahval, halkî veya hulkî sıfatlar, etvâr… sünnettir,
rivâyet edilmelidir, korunmalıdır. Bu merviyyatın fıkhî bir hükme delâlet etmesi
de gerekmez. Keza bunların nübüvvetten sonraki döneme ait olması da gerekmez,
binaenaleyh çocukluk devresiyle ilgili rivâyetler de sünnettir. Çünkü O (aleyhissalâtu
vesselâm) ilâhî korunma altında idi.

Halbuki fakîhler, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm)’e öncelikle bir şeriat koyucu olarak bakarak, onun fiillerinin mutlaka
şer’î bir hükme delâlet edeceğini kabul ederler. Böylece Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)’ın fiil ve sözlerinden kulların fiillerine -farz, vâcib, haram, mübah
v.s. nevinden- terettüp edecek ahkâm ararlar. Bu sebeple, Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)’ın nübüvvetten önceki hayatıyla ilgili olan veya herhangi bir hükme
delâlet etmeyen rivâyetlere fukahâ fazla itibar etmez, sünnet demez.

Sünnet tâbiri, fukahâ dilinde, bâzan “şer’î bir
delil”le sâbit olan her şeye itlak olunur. Bu şer’î delil, Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)’ın sünnetinden olabileceği gibi, Kur’ân’dan da olabilir, fukahânın
içtihadından da olabilir. Sözgelimi abdest uzuvlarının belli bir sırayla
yıkanması Kur’ân’la sâbit olduğu halde Hanefilerce “sünnet”tir, Şâfiî’lerce
farzdır. Kurban kesmek ve bayram namazı kılmakla ilgili emir de böyle, Kur’ânî
bir delille sabit olduğu halde fukahâ ıstılahında “sünnet” olarak ifade
edilebiliyor. Keza Ashab tarafından yapılan bazı işlere de sünnet denmiştir:
Mushaf’ın cem’i, ümmetin tek bir kıraate sevki, devlet divanlarının teşkîli,
hadîslerin tedvîni v.s.

Bu geniş manadaki sünnet’in şümûlüne ilk üç asra
mensûp selef’in tasvîbinden geçen her şeyi dahil etmek mümkündür. Nitekim
Sünnet; “merfu”, “mevkuf” ve “maktu” olmak üzere üçe ayrılmaktadır, izahı
gelecek.

Usûl uleması’nın hadîs anlayışına gelince;
usulcüler, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a biraz daha farklı bir nokta-i
nazarla bakmışlardır. Onlar Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’e kendisinden
sonra, içtihâd yapacak müçtehidlere, bu işte yardımcı ve dayanak olacak kaideler
koyan, insanlara hayat düsturlarını açıklayan bir müşerri’ (şeriat koyucu)
olarak baktılar. Bu sebeple bir ahkâm tesbit ve takrir eden kavl, fiil ve
takrirlerine yöneldiler, onlara sünnet dediler.

Biz sünnet deyince, öncelikle muhaddislerin
nokta-i nazarını benimsiyoruz. Bu nokta-i nazar daha şümullü daha geniştir. Bu
nokta-i nazardır ki, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’la ilgili olan ve fakat
bir çoğunun herhangi bir fıkhî ahkam göremediği tâli teferruatın bile “sünnet”
diye derlenip muhafazasına sebep olmuş, böylece Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)’la alâkalı çok daha zengin bir rivâyet hazînesi bize intikal etmiştir.
Bu telakkînin ümmet-i merhûmeye bahşettiği zenginlik ve vesîle olduğu rahmetin
ehemmiyetini anlamak için şunu bilmemiz yeterlidir: Bir sünnetten bir zamanda
hiçbir hüküm çıkarılmadığı halde başka bir zamanda çıkarılabilir veya
bazılarının ahkâm göremediği bir hadîsten diğer bazıları görebilir ve hem de pek
çok ahkâm çıkarabilir. Bunun en güzel örneğini İbnu Hacer kaydeder. Ehemmiyetine
binaen burada yer vereceğiz.

İbnu Hacer, Buharî’de geçen ve Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)’ın Enes (radıyallahu anh)’in ailesini zaman zaman ziyaret etmesiyle
ilgili hadîsi şerh ederken mevzûmuzla ilgili çok kıymetli bir açıklama, ikna
edici bir örnek sunar.

Şerhte açıklandığı üzere, zaman zaman Enes’in
ailesini ziyaret eden Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) her defasında kırmızı
başlı ve kırmızı gagalı bir kuşla oynar bulduğu Enes’in küçük kardeşini daha
sonraki ziyaretlerinden birinde üzgün bulur ve kırmızı gagalı nugayr denen
kuşunu da göremez. Bunun üzerine Fahr-ı âlem efendimiz (aleyhissalâtu vesselâm)
çocuğun annesi Ümmü Süleym vâlidemizden (radıyallahu anha) sorar ve öğrenir ki,
çocuğun nugayr adındaki kırmızı başlı ve kırmızı gagalı kuşu ölmüştür, bu
sebeple çocuk üzgündür.

Her muhatabın seviyesine tenezzül buyuran
Efendimiz (aleyhissalâtu vesselâm) Ebu Umayr diye daha önceden künyelenen (veya
böyle isimlenmiş olan) sütten yenilerde kesilmiş çocuğa teselli için
hitabederler:

“Ey Ebu Umayr Nugayr’a ne oldu?”

İbnu Hacer bu hadîste pek çok fevâid (çıkarılan
hüküm) olduğunu, bunları açıklamak üzere İbnu’l-Kaas diye meşhur Ebu’l-Abbâs
Ahmed İbnu Ebî Ahmed et-Taberî’nin müstakil bir cüz te’lif ettiğini belirttikten
sonra, şu bilgiyi verir:

“İbnu’l-Kaas, kitabının başında açıklar ki,
“Bazıları, ehl-i hadîs’i hiçbir fâidesi olmayan şeyleri rivâyet etmekle
ayıplayıp, şu Ebu Umeyr hadîsi’ni misal verdiler.” İbnu’l-Kaas, devamla:
“Bunlar, şu hadîste mevcut olan pek çok fıkhı, güzel edeb örneklerini, altmışı
aşan fâideyi anlamamış” deyip hadîsten çıkardığı hükümleri genişçe kaydeder.”

İbnu Hacer eseri böylece tanıttıktan sonra ilave
eder: “Ben eseri, onun demek istediğini gösterecek şekilde özetleyip,
İbnu’l-Kaas’ın kitabında yer vermediği ve fakat ilavesi kolay bazı hükümleri de
ekleyerek aşağıya kaydediyorum…”İbnu Hacer’in kaydettiklerinden birkaçı:
“…İhvanları ziyâret; kadın genç olmadığı, fitneden de emîn olunduğu takdirde
yabancı kadını ziyaret etmenin cevâzı; devlet reisinin râiyyetten sâdece
bazılarını ziyaret etmesi, raiyyetten bazılarıyla görüşmesi (muhâlata), devlet
reisinin tek başına yürümesi, çok ziyâretin sevgiyi azaltmadığı… çocuğun kuşla
oynamasının cevâzı, ebeveynin küçük çocuğu oynaması caiz olan şeyle oynamaya
terketmesinin cevâzı, çocuğun oynaması mübah olan şeye infâk etmenin cevâzı,
kuşların kafes vs.’ye konmasının cevâzı… hayvana bile olsa ismi tasgîr’in
konmasının cevâzı, küçük çocuğa hitâbedilmez diyenlerin aksine, çocuğa hitâbın
caiz olması… insanlara, aklî seviyelerine uygun olarak hitabetmek..
ziyaretçinin evin her ferdi ile ilgilenmesinin cevâzı… Soran kişi, muhâtabının
durumunu bilmekle berâber, hâlinden sormasının cevâzı- çünkü Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm) kuşun ölümünü öğrenmiş olduğu halde “Nugayr’a ne
oldu?”
diye sormuştur.”

Yeri gelmişken belirtelim ki, Kettânî’nin
et-Terâtîbu’l-İdâriye’de kaydettiğine göre, bu hadîsten ahkâm çıkarma işine
başka eğilenler de olmuş, 250, 300 ve hatta 400 fevâid elde eden çıkmıştır.[1]



 




[1]

İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 1/493-496.