Ay: Ocak 2014

  • I) Nâzil Hadisler: Hadis Usulü Online Oku


    I) Nâzil Hadisler:

     

    Nâzil, âlî’nin zıddıdır. Senette râvi sayısı
    fazla olan hadislere denir. Senette nüzûl (râvi sayısının çokluğu) hata
    ihtimâlini artırdığı için bu çeşit hadîsler âlî’ye nisbeten kıymetçe düşük ise
    de “zayıf” demek değildir. Hadis hakkında verilecek “zayıf” veya “sahîh”
    şeklindeki nihâî hüküm râvilerinin durumuna bağlıdır. Bu sebeple gerek â1î ve
    gerekse nâzil hadîsler zayıf hasen-sahîh arasında müşterek olan gruba girer.

    Nâzil hadîslerle ilgili teferruata da isnad
    bahsinde yer verdiğimiz için burada kısa kesiyoruz.[1]



     




    [1]

    İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/136.

  • G) Musahhaf Ve Muharref Hadîsler: Hadis Usulü Online Oku


    G) Musahhaf Ve Muharref Hadîsler:

     

    Metin veya isnadında bir kelime veya ravilerden
    birinin ismi hatalı olarak söylenmiş ve bu hata ile rivayet edilmiş hadis.

    Musahhaf, kelimeyi yanlış okumak manasına
    tashiften ism-i mef’ûl bir kelimedir. Tashif hadisin gerek metnindeki bir
    kelimenin veya gerekse isnadındaki bir ravi isminin telaffuzunda meydana gelen
    hatâ, ya kelime veya ismin şekil ve hat yönünden değişmeden yalnız bazı
    harflerdeki noktaların değişmesiyle yani noktalı bir harften noktanın
    düşmesiyle, yahut noktasız bir harfin noktalı olarak okunmasıyla kasdedilen
    husustur.[1]

    Mütehassıs hadis hâfızları, metni ve isnadı
    tashîfe uğramış hadisleri tanımak için büyük gayret göstermişler ve bu tür
    hadisleri tamnmayı çok mühim bir vazife kabul ederek bu sahada yetişenleri
    takdirle karşılamışlardır. Zira hadislerin metin ve isnadlarında tashif olanları
    tanıyabilmek özel bir bilgi birikimi isteyen bir husustur. Hadis münekkidlerinin
    bu fevkalâde ilmî gayretleri, onların hadislerin isnad ve metinlerini çok iyi
    tanıdıklarını gösterdiği gibi, muhaddislerin hadis metinlerine gereken önemi
    vermedikleri şeklindeki iddiaları da çürütmektedir.

    Eski hadis münekkidleri (mütekaddimûn) musahhaf
    ile muharref’i birbirinden ayırmamışlardır. Bunlara göre, ister harfte yalnız
    nokta değişikliği olsun, ister kelimede şekil değişikliği olsun, her ikisi de
    musahhaftır; çünkü her ikisi de bir hatanın sonucudur.

    Fakat daha sonraki hadis münekkidleri (müteahhirûn)
    musahhaf ile muharref’i birbirinden ayırmak istemişlerdir. Bununla beraber
    yaptıkları ayırım lafız ve şekil bakımından olmuştur. İbn Hacer, yazılışı aynı
    olmakla beraber, noktaların değişmesiyle meydana gelen harf veya harflerin
    değişikliğine musahhaf, şekil ile alâkalı olan değişikliğe muharref adını
    vermiştir.[2]

    İbn Hacer’in tarifine göre metin yönünden
    musahhaf olan hadise misal olarak şu hadis verilebilir: “Kim Ramazan orucunu
    tutar ve ardından da Şevvâl ayında altı (gün) oruç tutarsa, bütün sene oruç
    tutmuş gibi olur.”[3]

    Darekûtnî’nin belirttiğine göre, yine Ebu Eyyûb
    tarîkiyle hadisi, nakleden Ebu Bekr es-Sûli, hadis metinde geçen sitten (altı)
    kelimesinde tashif yapmış ve “men same Ramadane sümme etbeahu şey’en” demiştir.[4]

    Muharref’in misali de, Câbir (r.a.)’ın şu
    hadisidir. Rumiye Ebî yevme’l-ahzâb. Ahzâb muhârebesinde, Ubey omuzundan
    vuruldu. Rasulullah (s.a.s) de onu dağladı. Bu hadisteki “Übey” lafzını Gunder
    tashîf ederek izâfetle “Ebî” hâline getirmiştir. Halbuki “Übeyy”den maksat Ubeyy
    b. Kab’dir. Üstelik Câbir’in babası da Ahzâb’dan önce Uhud’da şehîd düştüğü
    için, “Ebî” olması mümkün değildir.[5]

    Musahhaf daha çok hadis metinlerinde, bazan da
    isnadlardaki isimlerde vuku bulur. Metin yönünden musahhaf olan hadîse misâl
    şudur:

    Muhammed b. Yahyâ ez-Zühelî öldüğü zaman hadis
    anlatmak (tahdîs) için Mahmiş diye bilinen bir şeyh vazîfelendirildi. Mahmiş, Hz.
    Peygamber (s.a.s)’in “Yâ Ebâ Umeyr mâ feala’l-baîr…” (Ey Ebû Umeyr devecik ne
    yapıyor.) buyurduğunu rivâyet etti. Halbuki doğrusu “Mâ feale’n-nuğeyr”
    (Serçecik ne yapıyor) şeklindedir.[6]

    Hz. Peygamber tarafından sadaka âmili (memuru)
    olarak gönderilen Esd (Ezd) kabîlesinden İbnu’l-Lutbiyye isminde biri,
    dönüşünde, topladığı vergileri getirip “bunlar sizin” diyerek Hz. Peygamber’e
    teslim etmiş, bazı şeyleri de yanında alıkoyup “bunlar da benim bana hediye
    edildi” demişti. Bunun üzerine Hz. Peygamber, mescidde minbere çıkarak
    memurların hediye kabul etmelerinin doğru olmadığını bildiren bir konuşma yapmış
    ve hediye alanların, aldıklarını (deve, inek ve koyun cinsinden olursa, her biri
    kendi sesleriyle bağırır oldukları halde) boyunlarında taşıyacaklarını haber
    vermiştir.[7]

    Bu hadiste “ev şâtun tey’ıru (tey’aru) “eğer bir
    koyun ise meler” ibâresi yer almıştır. İbnü’s-Salah’ın Dârekutnî’den naklen
    bildirdiğine göre, Ebû Musâ Muhammed b. Müsennâ bu ibâreyi tashîf ederek “ev
    şâtun ten’ıru” şeklinde rivâyet etmiştir.[8]

    İsnadda vâki olan tashîfe örnek de Kur’an-ı
    Kerîm kârî’lerinden Muhammed b. Abdülkuddûs’ün bir şeyhten rivayet ettiği şu
    sözlerdir: “Bağdat’ta bir şeyh bize rivâyet ederken dedi ki: An Süfyân es-Sevrî
    an Celed el-Cedâ, ani’l-Cisr… Halbuki demek istediğinin doğrusu şöyledir: An
    Süfyân es-Sevrî, an Hâlid el-Hazza, ani’l-Hasen”[9]

    Hangi çeşidiyle olursa olsun metindeki tashifler,
    çoğu zaman manâyı değiştirir ve gerçekleri çirkinleştirir.[10]

    Musahhaf’ın hemen hemen bütün çeşitlerinde göze
    çarpan zayıflığa rağmen, “sahîh-hasen-zayıf hadisler arasında müşterek olan
    ıstılahlar” kısmında zikredilmesi, bir çoklarınca acâib karşılanacaktır.
    Araştırıcı, onâ “mevzû” damgası vurulmasa bile, tamamen zayıf olarak kabul
    edilmesi gerektiğini zannedecektir.

    Bu zannın hatalı olduğu, daha işin başında
    bellidir. Zira bu zan, fâsit bir kanâate dayanmaktadır. Kısaca bu kanâate göre,
    tashifcilerin sahîh ve hasen hadisleri tahrif etmeleri yasaklanmış ve son derece
    zayıf rivayetlerle istedikleri gibi oynamalarına da müsâade edilmiştir.
    Gerçekler ise bu kanaati yalanlamaktadır. Zîra tashifçiler bütün hadîs
    ne’vilerini tahrîfe yeltenmekle kalmamışlar; hatta bâzılarının hayâsızlığı,
    Allah’ın Kitabı’nda bile tashîf yapacak kadar aşırı bir hadde varmıştır.
    Mütevâtir olan Kur’ân-ı Kerim’in, bu tashiflerden berî olduğu ve onda katiyyen
    tashif yapılmadığı gibi, sahîh, hasen ve zayıf hadisi şerifler dahi bu
    tashiflerden uzak kalmıştır.

    Tashîf yapılan hadisler hakkında şu ifâdeler
    kullanılır: Bu hadis sahihtir; fakat onu falan tashîf etmiştir. Bu hasendir; ona
    tashif yapılmıştır. Nitekim zayıf hadis için de, ister tashîf edilsin, ister
    edilmesin, bu hadîs zayıftır, denir.[11]

    Tashîf ve tahrîf, hadisin isnad ve metnine ârız
    olan bir kısım hataların adıdır. Bu hatalar lafzâ müteallik olabileceği gibi,
    göze müteallik de olabilir. Lafza müteallik tashifin mukabili
    tashîfu’l-mânâ’dır, göze müteallik olan tashîfın mukâbili de tashî-fu’s-sem’dir.
    Ebu Ahmed el-Askerî bu çeşit hatalara karşı daha dikkatli olunması için “Kimse
    tashîf ve hatadan uzak değildir” demiştir.

    Tashîf nedir? Lügat olarak, bir kelimenin
    harflerini kavuşturmak suretiyle sahife üzerinde yapılan hata mânasına gelir.

    İsnad’da yapılan hataya örnek İbnu Ma’în’in
    el-Avvâm İbnu Mürâcim ismini el-Avvâm İbnu Müzâhim diye söylemesidir. Mürâcim
    imlâsında nokta hatası yapılarak Müzâhim, Mürâcim ismi Müzâhim diye okunuyor.

    Keza metinde yapılan tashîfe örnek de Zeyd İbnu
    Sâbit’in bir rivâyetinde yapılmıştır.

    Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) mescidde
    hasır vs.’den kendisine bir hücre teşkil etti” hadîsinde geçen ihtecere (hücre
    teşkil etti) kelimesini İbnu Lehî’a tashîf ederek ıhteceme =hacamat oldu şekline
    sokmuştur. Keza “Kim ramazan orucunu tutar, buna Şevvâl’den altı gün ilâve
    ederse…”
    hadisindeki (sitte:altı) kelimesi es-Sûlî tarafından tashif
    edilerek (Şey’en:bir miktar) diye okunmuştur.

    İşitmeye müteallik tashif’in örneği,
    “Asımu’l-Ahval” hadîsi’ni rivâyet ederken bazılarının “Vâsıl’l-Ahdab” hadîsi
    diye söylemiş olmasıdır. Keza Şu’be, Hâlid İbnu Alkame hadîsi diyeceği yerde
    tashîfu’s-sem yaparak Mâlik İbnu Arfata demiştir.

    Tashîfu’l-mânâ’ya örnek olarak Muhammed
    İbnu’l-Müsenna el-Anezî’nin kabilesiyle iftihar için söylediği şu sözü örnek
    verilir:

    “Biz Şerefli bir kabîleyiz, yani biz
    Anezî’deniz, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bize muteveccihen namaz kıldı”.

    Bu sözdeki tashîf şuradan ileri gelir:
    Resûlullah’ın Aneze’ye müteveccihen namaz kıldığına dâir rivayet mevcuttur.
    Muhammed İbnu’l-Müsenna, hadiste geçen aneze ile kendi kabîlesinin
    kastedildiğini sanmıştır. Halbuki bu, harbe demektir ve namaz sırasında sütre
    olarak öne dikilmiştir. Daha enteresanını Hâkim nakletmektedir. O, bir
    bedevînin, bunu anze (ki keçi demektir) okuyarak, Resûlullah (aleyhissalâtu
    vesselâm)’ın “bir keçiye” müteveccihen namaz kıldığını anladığını, sonra da
    hadîsi, mânâyı esas alarak rivayet suretiyle, katmerli hata işlediğini
    görmüştür.[12]


    Dikkat:

    İbnu Hacer bu çeşit hataları ikiye ayırır:


    1-

    Noktaların değiştirildiği hadisler, O buna musahhaf der.


    2-

    Şekil baki kalmakla birlikte harflerde yapılan değişiklikler, buna da muharref
    der. İbnu Hacer’in bu tefrikine rağmen, aslolan noktalarda olsun, harflerde
    olsun yapılan değişikliklerin tahrîf veya tashîf kelimeleriyle ifade
    edilmesidir. Esasen nokta değişikliği de neticede harf değişikliğine müncer
    olmaktadır.

    Dârakutnî hadîslerde yapılmış olan bütün nokta
    ve harf değişikliklerini gösteren bir te’lîf ortaya koymuş, Kur’an’da rastladığı
    tashifatı da orada göstermiştir. Eserin adı Kitâbu’l-Tashîf’tir.[13]

     



     




    [1]

    Talat Koçyiğit, Hadis Istılahları, Ankara 1980, s. 301.



    [2]

    İbn Hacer, Nüzhetü’n-Nazar Şerhu-Nuhbeti’l fiker, Mısır, (t.y) s. 47.



    [3]

    Müslim, Siyâm: 204; Tirmizî, Savm: 52; İbn Mâce, Sıyâm: 33; Darimî, Savm:
    44; Ahmed b. Hanbel, Müsned: 5/417-419.



    [4]

    İbnü’s-Salah, Ulümu’l-Hadîs, Nşr. Nureddin Itr., Beyrut 1981, s. 255.



    [5]

    İbnü’s-Salah, a.g.e., s. 253.



    [6]

    Hakim, Marifetu Ulumil hadis, Nşr. Seyyid Muazzam Hüseyin, Beyrut 1980, s.
    146.



    [7]

    Buharî, Ahkâm: 24; Müslim, İmâret: 26.



    [8]

    İbnü’s-Salah, Ulümu’l hadîs, s. 253.



    [9]

    Hakim, a.g.e., s. 152.



    [10]

    Subhî es-Sâlih, Hadis İlimleri ve Had”ıs Istılahları, Terc. M. Yaşar
    Kandemir Ankara 1981, s. 222.



    [11]

    Subhî es-Sâlih, a.g.e., s. 223; Sabahaddin Yıldırım, Şamil İslam
    Ansiklopedisi: 4/288-289.



    [12]

    İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/134-135.



    [13]

    İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/135.

  • H) Âlî Hadisler: Hadis Usulü Online Oku


    H) Âlî Hadisler:

     

    Senedde yer alan râvilerin azlığı sebebiyle Hz.
    Peygamber’e yakınlığı fazla olan hadîslerdir. Bu hadîsler hakkında gereken
    açıklamayı isnâd’la ilgili bahiste yaptık. Burada şunu ilâve edeceğiz: Bir
    hadîsin âlî olması ona kıymet kazandırır ise de, her âlî hadîs sahîh mânasına
    gelmez. Bazan âlî senette yer alan zayıf râvi sebebiyle hadîs zayıf addedilir ve
    hadîsin nâzil fakat sahîh tarîkten gelen vechi buna tercih edilir.[1]



     




    [1]

    İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/136.

  • F) Müselsel Hadîs: Hadis Usulü Online Oku


    F) Müselsel Hadîs:

     

    Sahih, Hasen ve Zayıf hadisler arasında müşterek
    olan hadis ıstılahlarından biri olan “Müselsel”, kelime olarak birbirini takip
    etmek anlamına gelen teselsül’den ism-‘i mef’ûldür. Istılahî anlamı ise;
    isnadındaki bütün ricalin bazan ravilerinin bazan da rivâyetin belirli bir hal
    ve sıfatını takib ettikleri hadislere verilmiş bir isimdir.[1]

    Ravilerin hal ve sıfatları ya onların
    sözlerinden, ya fiillerinden, ya da beraberce hem söz ve fiillerinden ibarettir.
    Rivayetlerin sıfatları ise, ya semi’tu (dinledim), ahberanâ (bize haber verdi)
    ve haddesenâ (bize anlattı) gibi rivâyetin zamanı ve yeridir. Ancak bunların da
    çeşitli şekilleri bulunması dolayısıyla bir söz veya fiilin isnad boyunca
    teselsül etmesi de sayılamayacak kadar çok şekillerde tezahür eder.[2]

    Hakim en-Nisâbûrî, rivayet sıfatları ve
    râvilerin söz ve fiilleri ile ilgili sekiz müselsel çeşidi zikretmiştir.[3]
    Fakat müselsel hadislerin sayısı çok fazladır. Meselâ müselsel hadisleri
    tanıtmak için telif edilmiş bir kitapta müellifi 216 müselsel nevine misaller
    vermiştir.[4]
    Müselsel hadise bir misal olarak şu hadis gösterilebilir: Muaz b. Cebel(r.a.)dan
    rivayet olunduğuna göre Rasulullah (s.a.s.), bir gün elini tutmuş ve ona şöyle
    demiş:


    “Muaz! Ben seni gerçekten

    seviyorum.” Muaz da O’na şöyle demiş:

    “Babam anam sana feda olsun ya Rasulallah! Ben
    de seni seviyorum!” (Rasulullah (s.a.s) sonra) şöyle buyurmuş:


    “Muaz! Her namazın peşinde şöyle demeyi sakın
    bırakma: “Ey Allahım! Seni zikretmek, sana şükretmek ve sana güzel ibadet etmek
    hususunda bana yardım et!”

    Muâz bunu es-Sunâbihî’ye tavsiye etmiş, es-Sunâbihî
    Ebu Abdirrahman’a tavsiye etmiş, Ebu Abdirrahman da Ukbe b. Müslim’e tavsiye
    etmiştir.[5]

    Hadisde, ravilerin sözlü durumları sened boyu
    devam ettiği için hadis müselseldir. Rasulullah(s.a.s)’la Muaz arasındaki
    karşılıklı sevgi ifadelerinin, sonraki raviler arasında da vuku bulduğu, bu
    yönden de hadisin miiselsel olduğu nakledilir.[6]

    Bu hadisi rivayet edenlerden her biri diğerine
    “Seni severim” ifadesini aynen tekrar etmiştir.

    “İbn Abbas’dan rivayet edilmiştir; demiştir ki:
    “Hz. Peygamber (s.a.v.) kendisine indirilen (Kur’an-ı Kerim ayetlerini aklında
    tutmak) için güçlük çekerlerdi. Bunun için de dudaklarını kımıldatırlardı.” (İbn
    Abbas bunu söylerken şöyle dedi: “İşte bak, Rasulullah (s.a.v.) dudaklarını
    nasıl kımıldattıysa ben de sana öylece kımıldatıyorum.” Said şöyle dedi: “İbn
    Abbas dudaklarını kımıldatırken nasıl görmüş isem ben de öylece dudaklarımı
    kımıldatıyorum” ve dudaklarını kımıldattı.) Bunun üzerine Cehab-ı Hak, “Sana
    nazil olan ayetleri unutmamak için acele ederek dudaklarını kımıldatıp durma.
    Kur’an-ı kalbinde toplayıp okutmak bize aittir.”
    mealindeki ayeti indirdi.

    Bu hadisi rivayet ederken İbn Abbas’ın Hz.
    Peygamber’in dudaklarını kımıldatış şeklini göstermesi; Said b. Cübeyr’in İbn
    Abbas’ı taklit etmesi zamanla rivayet sırasında aynen tekrarlanmıştır.[7]

    Sahih müselsel’den biri de hafızların
    müselselidir. Bu, her biri hıfz mertebesine ulaşmış aynı sıfattaki ravilerin
    rivâyet ettiği hadistir. Müselsel’in bu türlüsü kat’î ilim ifâde eder. Rivayet
    edilen müselsel hadislerin en sahihi, Sâf Sûresinin kıraatı hakkındaki hadistir.
    Bunu rivayet eden Abdullah b. Selâm der ki: Rasulullah (s.a.s.)’ın ashabından
    bir kaç kişi ile konuştuk ve dedi ki, hangi amellerin Allah katında en makbul
    olduğunu bilsek de onu yapsak. O zaman şu ayet nâzil oldu:


    “Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah’ı tesbih
    etmekte… O, Azîz’dir, Hakîm’dir. Ey iman edenler, niçin yapmayacağınız şeyi
    söylersiniz?”

    Abdullah b. Selâm dedi ki: Onu bize Rasulullah
    (s.a.s.) böylece okudu. Ebu Seleme dedi ki: Onu bize Abdullah b. Selâm (r.a.)
    böyle okudu. Yahyâ dedi ki: Onu bize Ebu Seleme okudu. Evzaî dedi ki: Onu bize
    Yahyâ okudu. Muhammed b. Kesîr dedi ki: Onu bize Evzaî okudu. Darimî dedi ki:
    Onu bize Muhammed b. Kesîr okudu.[8]

    Ravinin sıfatları ile ilgili olan müselsel
    çeşitleri de bulunmaktadır. Mesela bir hadisin isnadında bütün ravilerin
    isimleri Muhammed olabilir; yahut nisbetleri aynı olabilir ve hepsi Mekkî, yahut
    Dımeşkî, yahut Mısrî olur. Hepsi fakîh olur; hâfız olur; yahut şâir olur. Bunlar
    râvinin haiz olduğu sıfatlarla ilgili olan müselsel hadisler arasında yer
    alırlar.[9]

    Bazan hadis ahbarâne fulanun veya ahberahâ
    fulanın vallahî yahutte eşhedü billâhi lesemitü fulânen gibi lafızlarla rivâyet
    edilir. Bu çeşit hadisler de rivayetin sıfatına ait müselsellerden kabul edilir.[10]

    Diğer taraftan hadis münekkidlerinin, gerek
    metin ve gerekse silsile itibariyle bâtıl olduğuna hükmettikleri müselseller de
    bulunmaktadır. Hadis rivayet eden ravilerin hallerini devamlı surette kontrol
    altında tutan muhaddisler, ravilerin naklettikleri hadisin metnine, ravinin
    adalet ve zabt vasfını haiz olup olmamasına göre bir takım hükümler
    vermişlerdir. Hadisleri kabulde gösterilen bu üstün dikkat ve titizliğin
    misallerini ilgili kitaplarda bulmak mümkündür.

    Müselsel hadisler, ravileri herhangi bir cerh
    sebebiyle cerhedilmedikçe tedlisten ve inkita’dan selâmet yönünden en sağlam
    hadislerdir. Bununla beraber İbn Kesîr teselsül yolu ile hadisin sıhhati
    hakkında hüküm vermenin nâdir olan hallerden olduğunu ifade etmektedir.[11]
    Yani zayıflık, teselsül vasfında olur; metnin aslında olmaz. Çünkü bir çok
    hadisin metinleri sahih olmasına rağmen, bunların teselsül ile rivayet edilmesi
    sahih olmamıştır.[12]

    Hadîsi rivayet ederken senette yer alan ricâl,
    bazan râvinin, bazan da rivâyetin sıfat ve hallerini devam ettirerek hadisi
    rivayet ederler. Her râvi aynı sıfat ve halleri aynen devam ettirdiği için
    “zincirleme” mânâsına müteselsil denir.

    Râvilerde teselsül eden sıfat ve haller söz veya
    fiille ilgili olduğu gibi, isim, nisbet gibi başka şeylerle de olabilir. Bazan
    hem fiil ve hem söz beraber olur. Hem fiil ve hem söz beraber teselsül eden
    müteselsîl hadîse örnek Hz. Enes (radıyallahu anh)’in şu rivayetidir. Der ki:
    “Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) efendimiz buyurdular ki:


    “Kul, hayır ve şerriyle, tatlı ve acısıyla
    kadere inanmadıkça imanın halâvetini bulamaz.”

    Sonra Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) sakalından tuttu ve dedi ki:


    “Hayrıyla-şerriyle, acısıyla-tatlısıyla kadere
    inandım”.

    Bu hadîsin bütün râvileri aynı şekilde hem
    hadîsi rivâyet ederler ve hem de sakallarını tutarak inandıklarını beyan
    ederler.

    Rivâyetin sıfatıyla ilgili bir örneği Bağdadî,
    Kifaye’de kaydeder:

    İnni semi’tu ebe’l-Hasan Ali b.
    Abdilazizi’t-tahiriyy yekulu: Semi’tu eba Bekr Ahmed b. Cafer b. Seleme el-hatli
    yekulu semi’tu Fadl b. Habbabu’l-Cumahi yekulu: Semi’tu Abdurrahman b. Bekr b.
    Er-Rebi’ b. Müslim yekulu: Semi’tu Muhammed b. Ziyad yekulu: Semi’tu Eba Hureyre
    yekulu: Semi’tu Ebe’l-Kasım sallallahu aleyhi ve selleme yekulu: Elveledu
    lilfiraşi velilahiri’l-hicri. 

    Burada sevk sigası müteselsilen semi’tu yekûl
    diye tekerrür etmektedir. Bazı müselseller de “ahbaranâ veya “ahbaranâ fulânun
    ve kâle vallahi” şeklindedir.

    Teselsül bazan râvilerin isimlerinde,
    sıfatlarında ve hatta nisbetlerinde cereyan eder. Öyle ki senette yer alan her
    ravinin adı mesela Muhammed’dir, veya sıfatları hep fakîh’tir, huffazdır,
    şâirdir veya nisbetleri Dımeşkî’dir. Mısrî’dir, Kûfi’dir, Irâkî’dir.

    Müselsellerin en üstünü ittisâle delalet
    edenleridir. İbnu Hacer, râvilerinin sıfatı “hâfız” olan rivâyetlerin kesin ilim
    ifade edeceğini söyler.

    Hadîste teselsül zabtın kuvvetine delildir.
    Aslında teselsül senedle ilgili bir sıfattır. Merfu, mevkuf gibi tâbirler
    metinle ilgili sıfatlar olduğu gibi. Bu sebeple, hadîste teselsül zabtın
    sıhhatine delalet etse de hadîsin sahîh sayılması için yeterli şart değildir.
    Çünkü sıhhat hükmü metin ve senedin müştereken sahîh olmasıyla ortaya çıkar.
    Nitekim en sağlam senetten de gelse metinde bir illet, bir şüzûz, bir nesh hâli
    mümkündür.[13]



     




    [1]

    Talat Koçyiğit, Hadis Istılahları, Ankara 1980, s. 390.



    [2]

    Talat Koçyiğit, a.g.e., s. 310-311.



    [3]

    Hakim, Marifetü Ulümu’l-hadîs, Nşr. es-Seyyid Muazzam Hüseyin, Beyrut 1980,
    s.29-33.



    [4]

    Muhammed Abdulbâkî el-Eyyûbî, el-Menâhilü’s-selsele fi ehâdîsi’l-müselsele,
    Beyrut 1983.



    [5]

    Ahmed b. Hanbel, Müsned: 5/245; Ebu Dâvud, Vitr: 26.



    [6]

    Suyûtî, Tedribi’r-Râvî, Nşr. Abdülvehhâb Abdüllatif, Medine 1972, 2/188.



    [7]

    Talat Koçyiğit, Mücteba Uğur, İ. Hakkı Ünal, İmam-Hatib Liseleri İçin Hadis
    Usulü, 12. sınıf: 39-40.



    [8]

    Abdullah b. Hüseyin Hâtır es-Semîn el-Adevî, Haşiyetu Lakt’d-durer bi şerhi
    metni Nuhbeti’l fiker, Mısır 1938, s. 135.



    [9]

    bk. Hâkim, a.g.e., s. 29-34.



    [10]

    Talat Koçyiğit, Hadis Istılahları, Ankara 1980, s. 313.



    [11]

    İbn Kesir, İhtisâru Ulûmi’l-Hadis, Nşr. Ahmed Muhammed Şakir, Beyrut (tay)
    s. 169.



    [12]

    Ahmed Muhammed Şakir, Şerhu İhtisari Ulumi’l-hadîs, s. 169 1. dipnot;
    Sabahaddin Yıldırım, Şamil İslam Ansiklopedisi: 4/376-377.



    [13]

    İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/133-134.

  • E) Mü’en’en Hadis: Hadis Usulü Online Oku

     


    E) Mü’en’en Hadis:

     

    İsnâdında “haddesenâ fiilânun enne fulânen
    haddesehü..” (Bize falan kendisine falanca ravinin hadis anlattığını haber
    verdi) gibi enne harfini ihtivâ eden ibârelerle rivâyet edilmiş hadisler. “Enne”
    ibaresinin senedin ittisaline delalet edip etmediği hususu muhaddisler arasında
    ihtilâf konusu olmuştur. İbnü’s- Salah ve bu hususta ona tâbi olan Nevevî’nin
    ifâdelerine göre Ahmed b. Hanbel ve muhaddislerden bir cemaat (enne)’nin (ene)
    gibi olmadığını yani ittisale delâlet etmediğini; senedin muntakı sayılacağını,
    ancak aynı haberde bir başka yönden sema’ın belli olması halinde ittisâl ile
    hükmedilebileceğini söylemişlerdir. Bununla beraber çoğunluk, bu arada İmam
    Malik, İbn Enes, “enne”nin, râvisi tedlîsten sâlim ve şeyhine mülâki olduğu
    bilindikçe, ittisâl yönünden “an” gibi olduğunu ileri sürmüşlerdir.[1]
    Bu hususta İbn Abdilberr, “enne” ve “an” gibi rivâyette kullanılan harflere ve
    sair elfaza değil, râvi ile şeyhi (hocası) arasındaki mülâkât, mücâlese,
    müşâhede ve semâ’a itibar etmek gerektiğini söylemiş ve “rivâyette semâ’ın belli
    olmasını şart koşmak manâsızdır; zira icmâ ile sâbit olmuştur ki Sahâbîye kadar
    uzanan isnadda Sahabî ister “an”, isterse “enne”, ister “kâle” ve isterse “semi’tu”
    tabirini kullanmış olsun; hepsi de muttasıldır” demiştir.[2]

    Muhaddislerden Berdîcî, mü’ennen hadiste semâ
    vuku bulduğu için, bir başka hadis yoluyla meydana çıkıncaya kadar onu munkatı
    (isnadında kopukluk olan) hadis kabul edenlerdendir.[3]

    İbnü’s-Salah, Berdicî’nin bu görüşünü konu
    ederek şu müşâhedesini anlatır: Berdicî’den nakledilen bu görüşün aynını Yakub
    İbn Şeybe’nin Müsned’inde gördüm. Yakup, Ebu’z-Zübeyr’in rivâyet ettiği (Ebu’z-Zübeyr):
    “Ammâr demiş ki, ben, Rasulullah (s.a.s) namaz kılarken yanına geldim ve
    kendisine selâm verdim, O da benim selâmımı aldı” hadisini zikretmiş ve bunun
    müsned mevsûl (yani isnadı kesintisiz hadis) olduğunu söylemiştir. Sonra Kays
    İbn Sa’d’ın aynı haberle ilgili (Kays İbn Sa’d) rivâyetini zikretmiş, bunun da
    an Ammâr kâle: Enne Ammâren merre, denilmesi dolayısıyla mürsel olduğunu ileri
    sürmüştür.[4]

    İbnüs Salah’ın bu ifâdesinden anlaşıldığına göre
    aynı hadisin iki rivayetinden birinde “an Ammâran kâle” diğerinde “enne Ammâran
    merre” denilmesi sebebiyle birinci muttasıl; ikinci mürsel veya munkatı
    sayılmıştır. Bu, şu demektir ki; (enne) ittisâle (yani isnadın bitişikliğine
    kesintisiz oluşuna) delâlet yönünde (an) gibi değildir. (An) ittisâle delâlet
    ettiği halde (enne) buna delâlet etmez.[5]
    Ayrıca bu görüş, yine İbnü’s-Salah’ın Ahmed b. Hanbel’den naklederek verdiği
    “(an) ve (enne) aynı (eşit) değildir” hükmüne uygundur.[6]

    Ancak diğer taraftan el-Irakî, İbnü’s- Salah’ın
    Ulûmu’l-hadîs’ine yazdığı et-Takyîd adlı eserinde bu görüşe itiraz eder ve şöyle
    der: “Musannıf (İbnü’s-Salah)’ın Ahmed b. Hanbel ve Ya’kûb İbn Ebî Şeybe’den
    (an) ile (enne)nin birbirinden ayrı şeyler olduğuna dair hikâye ettiği görüş,
    onun anladığı gibi değildir. Aslında gerek Ahmed b. Hanbel ve gerekse Yakup b.
    Ebî Şeybe (enne) sebebiyle (an) ile (enne) arasında bir ayırım yapmış
    değillerdir. Şayet burada bir ayrılık söz konusu edilirse bu başka bir sebep
    dolayısıyladır. Yakub b. Ebî Şeybe (enne) ile gelen rivâyeti mürsel olarak
    tasvip etmiştir. Çünkü İbnu’l-Hanefiyye kıssayı Ammar’a nisbet etmemiştir. Eğer
    o, “enne Ammâran kâle merertü bin’n-Nebiyyi (s.a.s)” demiş olsaydı rivayeti
    mürsel kalmazdı. Fakat “enne Ammaren merre” lafzı kullanıldığı için İbnu’l-Hanefiyye,
    şâhid olmadığı bir hâdiseyi anlatmış oluyordu. Gerçekte İbnu’l-Hanefiyye,
    Ammar’ın Hz. Peygamber’e uğrayıp ona selâm verdiğini bizzat müşâhede etmemişti.
    Bu sebeple hadisi mürsel olarak nitelemiştir. Kaideye göre bir râvi, her hangi
    bir hâdiseyle ilgili bir hadîs naklettiğinde, eğer Hz. Peygamber’le bazı ashabı
    arasında cereyan eden bu olaya yetişememişse ve bunu rivayet eden o hâdiseye
    şâhid olmuş bir sahabî ise, râvinin hâdiseye şâhid olup olmadığı kesinlikle
    bilinmese bile, rivâyetin muttasıl olduğuna hükmedilir. Eğer olayın meydana
    geldiği döneme yetişmemişse, rivâyet mürseldir. Eğer râvi Tabiî ise rivâyet
    munkatıdır. Eğer Tâbiî, olayın meydana geliş zamanına yetiştiği bir hâdiseyi
    naklediyorsa, muttasıldır. Aynı şekilde vuku buluş zamanını idrak etmemiş, fakat
    bunu Sahabîye isnad (nisbet) etmişse, bu da muttasıldır, yoksa munkatı’dır.[7]

    Ahmed b. Hanbel’in “(an) ve (enne) aynı
    değildir” sözü de bu kaideye uygundur. Nitekim Hatip el-Bağdadî’nin el-Kifâye’deki
    rivayetine göre Ahmed İbn Hanbel’e bir kimsenin “Kale Urve enne Aişe kâlet” (Urve
    dedi ki, Aişe (r.a.) şöyle dedi.) demesi ile “an Urve an Aişe” demesi arasında
    fark bulunup bulunmadığı sorulduğu zaman, “Nasıl fark olmaz” demiş ve iki lafız
    arasını, birincide Urve’nin zamanına yetişmediği kıssayı Hz. Âişe’ye isnad
    etmemesi; ikincide ise, an’ane ile ona isnad etmesi dolayısıyla ayırmıştır. Bu
    bakımdan birinci mürsel, ikinci muttasıldır.[8]

    Suyutî’nin açıklamasına göre daha sonraki
    devirlerde icazet yolu ile alınan hadislerin rivayetinde (enne)nin kullanılışı
    çoğalmış, Mağribliler ise (an) ve (enne)’yi hem sema’da hem de icâzette
    kullanmışlardır.[9]

    Mü’ennen hadis tâbiri hakkında görülen bu
    izahlar, alimlerin Hz. Peygamber (s.a.s)’in hadisini sağlam temellere oturtarak
    rivayet etmeye yönelik göstermiş oldukları fevkalâde ilmî titizliği
    anlatmaktadır. Görüldüğü gibi, hadis rivayet usûlünde, hadisi ilk kaynağından
    alan râvinin bunu ifade ederken (an) veya (enne) kelimelerini kullanmasına göre
    farklı hükümler açıklanmıştır. Bu tür durumlar, sadece İslâm kültürüne özgü olan
    rivayet müessesesinin çok dakik ve titiz olarak oluşturulmuş kaideler üzerine
    binâ edildiğini göstermektedir.[10]

    Bu da mu’an’an gibidir. Râvî, semâ’yı tasrîh
    eden bir sigadan kaçınıp enne diyerek rivayet ettiği hadîse mü’en’en denmiştir.
    Meselâ kale haddesena Zuhriyy enne İbnu’l-Müseyyeb kaddesehu bi keza şeklinde
    bir ifade kullanması İmam Mâlik e göre mu’an’an gibidir. Ancak Ahmed İbnu Hanbel
    ve diğer bazıları an ile enne’nin geldiği sigaların aynı olmayacağını söylerler.
    Hatta bunlar sema açıklık kazanmadıkça enne ile yapılan rivâyet munkatı’dır
    derler.

    Ancak cumhur: “enne ittisal ifâde etmede tıpkı
    an gibidir, mutlak olarak gelmişse, önceki şartlar tahtında bunda da sema’ya
    (ittisâle) hükmolunur” demiştir.

    İcâzetle tahammül edilen rivâyetin sevk sigası
    olarak, tıpkı “an” gibi “enne”nin de kullanıldığını husûsen mağriblilerin an ve
    enne her ikisini sema ve icâzette kullandıklarını, Suyûtî Tedrib’de kaydeder.[11]



     




    [1]

    İbnü’s-Salah, Ulûmu’l-Hadîs, Nşr. Nureddin Itr, Beyrût 1981 s. 57; Suyutî,
    Tedrîbu’r-Râvî (Medine 1972) Nşr. Abdülvehhab Abdüllatif 1/217.



    [2]

    İbnü’s-Salah, a.g.e., s. 57.



    [3]

    el-Emîr Es-San’anî, Tavzihu’l-Efkâr, Nşr, Muhammed Muhyiddin Abdulhamîd,
    Kahire 1366 1/338.



    [4]

    İbnü’s-Salah, a.g.e., s.57; Suyutî, Tedrîbu’r-Ravî, s. 218.



    [5]

    Talat Koçyiğit, Hadis Istılahları, Ankara 1980 s. 260-261.



    [6]

    İbnü’s-Salah, a.g.e., s. 57.



    [7]

    el-Irakî, et-Takyîd ve’l-Îzâh, Nşr., Abdurrahman Muhammed Osman, Kahire 1985
    s. 85.



    [8]

    el-Irakî, et-Takyîd ve’l-İzâh, s. 85.



    [9]

    Suyutî, Tedribu’r Ravî, s. 219.



    [10]

    Sabahaddin Yıldırım, Şamil İslam Ansiklopedisi: 4/328.



    [11]

    İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/133.

  • D) Mu’an’an Hadîs: Hadis Usulü Online Oku


    D) Mu’an’an Hadîs:

     

    Ravinin, hadisi tahdis, ihbar
    ve semâ yolundan hangisiyle aldığını belirtmeksizin yani “haddesenâ”, “ahberanâ”
    ve “semi’tu” gibi tabirler kullanmayıp yalnız an lafzıyla (an fiilân an fiilân
    diyerek) rivâyet ettiği hadisler. Bazı hadis münekkidlerine göre mürsel türünden
    olan bu çeşit rivâyet ve hadisler, fukahâ ve usulcülerin çoğu tarafmdan muttasıl
    (isnadında kesinti olmayan) diye ta’rif edilmiştir. Bununla birlikte mu’an’an
    hadisin muttasıl isnadlı hadis gibi kabul edilebilmesi için bir takım şartlar
    aranmıştır. Güvenilir ve kabul gören görüşe göre mu’an’an hadis üç şartı
    bulundurmasıyla muttasıl isnad gibi kabul olunur. Bu üç şart şunlardır. Râvinin
    adâlet özelliğine sahip olması; ravinin rivâyeti aldığı zâtla görüşmüş olmasının
    kesinleşmiş olması (sübutu); ravinin müdellislerden, yani görüşmüş olduğu
    hocalarından işitmediği hadisleri rivayet edenlerden olması.[1]

    Sahih-i Buhârî ve Sahih-i Müslim’de mu’an’an
    hadis bol miktarda bulunmaktadır. Sahih-i Müslim’de ise daha çok mevcuttur. Zira
    İmam Müslim, ravi ile ondan (an) lafzı ile rivayet eden şahsın görüşmüş olmasını
    şart koşmamıştır. Hattâ Ali b. el-Medînî, Buharî ve başka hadis imamlarının
    kabul etmesine rağmen o, Sahih’inin mukaddimesinde bu şartı kabul etmeyerek
    reddetmiştir. Kütüb-i Sitte içerisinde sadece Sahih-i Müslim’de bulunan
    mukaddimede İmam Müslim “Mu’an’an hadisle ihticâcın sahih olması babı” başlığı
    altında yukarıda geçen şarta itiraz etmiş ve bunun isnadlara ta’n etmek için
    sonradan uydurulduğunu, daha önceleri hiç kimsenin böyle bir şart ileri
    sürmediğini söyleyerek şöyle demiştir: “Hadislerle ve rivayetlerle meşgul olan
    eski ve yeni bütün ilim erbabının üzerinde ittifak ettikleri yaygın görüş şudur
    ki; sika olan her bir ravi, kendisi gibi sika bir râviden hadis rivayet ettiği
    zaman, bunların bir araya geldiklerine ve karşılıklı konuştuklarına dair hiç bir
    haber gelmemiş olsa bile, aynı asırda yaşamış olmaları dolayısıyla, birbirlerine
    kavuşmuş ve birbirlerinden hadis işitmiş olmaları câiz ve mümkündür; rivâyetleri
    sâbittir ve bu rivâyetle ihticâc zarurîdir.[2]

    İfadelerinden anlaşıldığı gibi İmam Müslim, “an”
    lafzıyla rivâyet edilen hadislerde sika ravilerin birbirleriyle görüşmelerinin
    (mülâki olmalarının) bilinmesini şart koşmuyor, aynı asırda yaşamış olmalarını (muâsarâtı)
    hadisin kabulü için yeterli görüyor. Aynı zamanda, mu’an’an hadislerin mürsel
    veya munkatı olmaları ihtimaline binâen, ananede ravilerin birbirlerine kavuşmuş
    olmalarını şart koşanların da mu’an’an ile ihticâc etmemeleri gerektiğini ileri
    sürerek; “Eğer, senin haberi zayıf görüp onunla ihticâcı terketmendeki sebep, o
    haberdeki irsal (mürsel olma) ihtimali ise, başından sonuna kadar semâ kaydını
    görmedikçe mu’an’an isnâdı kabul etmemen gerekir” demektedir.[3]

    İmam Müslim’in bu görüşü muhaddislerce tenkide
    tabi tutulmuştur. İbnü’s-Salah bu hususta şunu söylüyor: “Müslim’in söylediği
    hususta düşünmek lazımdır. Ayrıca Müslim’in reddettiği görüşün, Ali b.el-Medînî,
    Buharî ve bunlardan başka zevâtın üzerinde birleştiği görüş olduğunu söyleyenler
    de vardır.”[4]
    İbn Hacer’in bu konudaki değerlendirmesi de şöyledir: “Buharî’nin,
    hadislerindeki ittisâl yönünden Müslim’e üstünlüğü, birbirinden hadis nakleden
    ravilerin, bir defa da olsa, birbirleriyle karşılaşmış olduklarının sâbit olması
    hususunda ileri sürdüğü şart dolayısıyladır. Halbuki Müslim, bu ravilerin muâsır
    olmalarıyla yetinmiş ve Buharî’yi de ileri sürdüğü bu şart dolayısıyla ananeyi
    asla kabul etmemekle ilzam etmiştir; bir başka ifadeyle, onun an’an’eyi kabul
    etmemesi gerektiğini ileri sürmüştür.[5]

    Mu’an’an hadis’i rivayet ederken kullanılan
    muayyen bir ıstılahı yoktur. Bazan “semi’tü” (işittim) bazan “an Rasulillâh”
    bazan da “kâle Rasulullah” (Rasulullah buyurdu ki) demek suretiyle ifâde edilir.
    Bu sebeple meseleyi açıklamaya lüzum görmüşler ve Rasulullah (s.a.s)’dan
    ayrılmayan sahabî’nin rivâyetini, hangi lafız ile rivâyet edilirse edilsin,
    Rasulullah (s.a.s.)’den duyulmuş olarak kabûl etmişlerdir.[6]

    Mu’an’an hadisin üç durumunu İbn Hacer kesin
    surette halletmektedir. Birinci mesele: “an” lafzı “haddesenâ” ve “ahberanâ”
    gibidir. İkincisi: Eğer hadis bir müdellisten sâdır olmuşsa, bu mertebede
    değildir. Üçüncüsü: “an” lafzı, icâzetle kullanılan “ahberana” gibidir. Hadis
    yine muttasıldır; fakat tahammül şekillerinde de açıklandığı üzere, semâdan
    aşağı mertebededir.[7]

    Râvi, hadîsi tahammül ve ahz yollarından
    hangisiyle aldığını belirtmeksizin an fülan an fülan diyerek sevkederse bu
    hadîse mu’an’an denir. Bazıları bu hadîse mürsel demiştir. Her hâl-u kârda,
    hadîs, sarîh olarak ittisal ifade etmediği için ilk nazarda “zayıf”tır. Nevevî:
    Muhaddis, fukahâ ve usulcülerin cumhurları, mu’an’an hadîsin iki şartla muttasıl
    sayılacağını söylediğini ve amel edilen sahîh görüşün de bu olduğunu belirtir.
    Mezkûr şartlara gelince:


    1-

    Mu’an’ın (hadisi mu’an’an olarak rivâyet eden), müdellis olmamalıdır.


    2-

    Mu’an’ın’la şeyhi birbirini görebilecek durumda olmalıdır.

    Müslim’in bu görüşte olduğunu belirtmiştik.

    Mu’an’an rivâyetin muttasıl sayılması için
    likanın sübûtunu, sohbetin uzun olmasını ve şeyhinden rivâyetinin bilinmesini
    şart koşma meselesi ihtilâflıdır. Bazıları bunlardan hiçbirini -Müslim gibi-
    şart koşmaz. Bâzıları sadece lika’yı şart koşar. Buhârî, İbnu’l-Medînî ve
    Muhakkikin bu gruba girer. Uzun müddet sohbeti şart koşan da olmuştur. Keza
    şeyhinden mu’an’ın’ın muttasıl rivâyet etmekle mâruf olmasını şart koşan da
    olmuştur. Ebu Amr ed-Dânî bu görüştedir.

    Netice olarak, İbnu Hacer mu’an’an rivayete
    mutlak şekilde “munkatı” demenin teşeddüd olacağını, mu’âsara’yı (aynı asırda
    yaşamış olma) yeterli görmenin de tesâhül (gevşeklik) olacağını, en doğru yolun
    Buharî gibi, lika, adâlet ve zabt şartlarını aramak olduğunu belirtir.

    “An” harfi’nin müteahhir muhaddislerce hususî
    bir kullanılışı var. Daha ziyade icâzet’le tahammül edilen rivâyetlerin sevkinde
    an kullanılmıştır. Yâni bir ravinin: ‘Kara’tu ala fulanin an fulanin’ demekten
    muradı, bu hadîsi ondan icâzetli rivâyet ettiğini belirtmektir.[8]



     




    [1]

    el-Irakî, el-Takyîd vel-İzâh, Nşr. Abdurrahman Muhammed Osman, Kâhire, 1969,
    s. 84.



    [2]

    Müslim, Mukaddime, İstanbul (t.y.) 1/29-30.



    [3]

    Müslim, Mukaddime, İstanbul (t.y.) 1/30.



    [4]

    İbnü’s-Salah, Ulûmu’l-Hadîs, Nşr. Nureddin Itr, Beyrut 1981, s. 60.



    [5]

    İbn Hacer, Nuhbetü’l fiker şerhi, terc. Talat Koçyiğit, Ankara 1971, s. 37.



    [6]

    Suphî es-Sâlih, Hadis İlimleri ve Hadis Istılahları, Terc. M. Yaşar
    Kandemir, Ankara 1981 s. 187.



    [7]

    Suphî es-Sâlih, Hadis İlimleri ve Hadis Istılahları, Terc. M. Yaşar
    Kandemir, Ankara 1981 s. 188; Sabahaddin Yıldırım, Şamil İslam An
    siklopedisi:
    4/224.



    [8]

    İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/132-133.

  • C) Muttasıl (Mevsul): Hadis Usulü Online Oku


    C) Muttasıl (Mevsul):

     

    Senedi kesintisiz olan hadis.

    En son ravisinden ilk kaynağına kadar senedinde
    kopukluk olmayan hadise Muttasıl denir. Muttasıl hadis, merfû (Hz. Peygamber’e
    ait), mevkuf (Sahabeye ait) veya maktû (Tabiîne ait) olabilir.

    İttisal, hadisin senedini teşkil eden ravilerden
    her birinin, kendinden önceki raviden (şeyhinden) işitmesi veya ondan icazet
    alması ile olur. Bu ise ancak, ravinin şeyhinden hadis dinlemesi, ona okuyup
    dinletmesi, şeyhin raviye yazıp göndermesi, hadislerini elden vermesi veya
    rivâyet için ona icazet vermesi ile olur. “Semi’tu”, “haddesenâ”, “ahberenâ”…
    gibi eda siğalarıyla nakledilen hadislerin senedlerinin muttasıl olduğuna
    hükmedilir.

    “Kale”, “zekere”, “an”, “enne”… gibi siğalar
    ise ancak, ravi ile şeyhin muasır veya mülâkî (birbirleriyle görüşüp rivayet
    eden) olmaları ve ravinin müdellis (görüşmediği kimselerden duymuş gibi hadis
    rivayet eden râvî) olmaması şartlarına bağlıdır.

    Sahih hadisin şartlarından biri olan ittisalin
    zıddı, inkıtadır. Bu, isnadı oluşturan ravilerin önceki ile bir sonraki arasında
    kopukluk olması, birbirlerinden rivayetlerinin bulunmamasıdır. Bu durum senedin
    sıhhatine engel olur. Munkatı denilen bu tür hadisler, zayıf hadislerden
    sayılır. Suyu taşıyan borular arasındaki bağlantı zayıf veya aralarında kopukluk
    olduğunda nasıl ki borulara dışarıdan sızma olursa, ravileri arasında sağlam
    bağlantı (ittisat) olmayan senedlerle gelen hadislere de başka sözler
    karışabilir. Böylece hadisin sıhhatı zaafa uğramış olur. Hadisi Hz.
    Peygamber’den bize ulaştıran sened, halkaları sağlam ve iyice birbirine
    raptedilmiş bir zincir gibi olmalıdır ki, bu şekilde bize ulaşan (muttasıl)
    hadislere güvenilebilsin.[1]

    Senetteki İttisal Durumuna Göre Hadîsler
    bahsinde incelendiği üzere, ilk kaynağına kadar kesintisiz ulaşan hadîstir. Bu
    hadîs zayıf da olabilir, çünkü ittisâl sıhhat için gerekli ise de yeterli şart
    değildir. Zira şüzûz, illet, mecrûh, râvi gibi durumlar hadîsi zayıf kılabilir.[2]

    Muttasıl, ilk kaynağına varıncaya kadar
    senedinde hiç atlama bulunmayan hadistir. İlk kaynak Hz. Peygamber ise muttasıl
    hadis merfu; sahabi ise mevkuf; tabiin ise maktu’dur. Bu açıklamadan
    anlaşılacağı gibi hadisin muttasıl oluşu senedinin muttasıl yani kesiksiz
    oluşundandır.

    [3]

     



     




    [1]

    Akif Köten, Şamil İslam Ansiklopedisi: 4/309.



    [2]

    İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/132.



    [3]

    Talat Koçyiğit, Mücteba Uğur, İ. Hakkı Ünal, İmam-Hatib Liseleri İçin Hadis
    Usulü, 12. sınıf: 32.

  • A) Merfu, Mevkuf Ve Maktu Hadîsler: Hadis Usulü Online Oku

     

    Bunlar İlk Kaynağına Göre Hadisler bahsinde işlenmiştir. Burada şunu ilave edeceğiz. Bazı müellifler mevkuf ve maktu hadisleri, “Zayıflar kısmına dahil ederler. Onların bu işte nokta-i nazarları”, mevkuf ve maktu hadîsin amel nokta-i nazarından vücub ifâde edip etmeme durumudur. Merfû yani Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’e ait sünnet’le, Sahâbe ve Tâbiîn ve Etbauttâbiîn’e ait sünnet elbette aynı kesinlikte ameli mûcib değildir. Usûl kitapları bu hususta müttefiktir. Ancak bu, o rivâyetlerin zayıflığından ileri gelmez. Rivâyetin za’fı, ya senetteki kusurdan veya muhâlefetten gelir. Senedi sıhhat şartlarına uyan, meselâ Hz. Ömer’le ilgili bir rivâyete zayıf dememek gerekir.

    Öte yandan, sahîh dahi olsa, her merfu hadîs amel nokta-i nazarından vücûb ifâde etmez. Rivâyetlerin -merfu olsun, mevkuf veya maktu olsun- amel durumu daha çok fıkhı ilgilendiren ayrı bir konu. Ancak şu kadarını bir kere daha tekrar edeceğiz: Ayette ve merfu sünnette olmayan hususlarda, Ashâb’ın, ihtilaf girmeyen ameli, hüccettir. Tâbiîn ve Etbauttâbiîn için de aynı şeyler söylenmiştir. İcma-ı ümmet’in manâsı biraz da budur. Selefin, rüchan hakkı olmasaydı fıkhî mezhepler teşekkül etmezdi. Unutulmamalı ki, Fıkhî mezhepler Tâbiîn ve Etbauttâbiîn nesillerinin eseridir.[1]

    [1] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/131.

  • 4) Sahîh, Hasen Ve Zayıf Arasında Müşterek Hadîs Nevileri Hadis Usulü Online Oku


    4) Sahîh, Hasen Ve Zayıf Arasında Müşterek Hadîs
    Nevileri

     

    Hadîs çeşidini gösteren bir kısım ıstılahlar var
    ki onlar hadîsin sıhhat durumunu belirtmezler. Taşıdığı vasıflara göre sıhhati
    tayin edilir. Sözgelimi daha önce gördüğümüz şâz tâbiriyle belli vasıflar
    taşıyan zayıf kastedildiği halde, merfu hadîs deyince sâdece Hz. Peygamber
    (aleyhissalâtu vesselâm)’e nisbet edilen bir rivâyet kastederiz. Bu, sahîh
    olabileceği gibi zayıf ve hatta münker ve mevzu da olabilir.

    Biz bu guruba dahil edilen hadislerden bir
    çoğunu daha önceki bahislerde, başka başlıklar altında işledik. Burada, daha
    ziyâde, işlenmeyenler üzerinde duracağız.[1]

     



     




    [1]

    İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/131.

  • 4) Manaya Yönelik Tashif: Hadis Usulü Online Oku


    4) Manaya Yönelik Tashif:

     

    Tashîfu’l-mânâ’ya örnek olarak Muhammed İbnu’l-Müsenna
    el-Anezî’nin kabilesiyle iftihar için söylediği şu sözü örnek verilir:

    “Biz Şerefli bir kabîleyiz, yani biz
    Anezî’deniz, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bize muteveccihen namaz kıldı”.

    Bu sözdeki tashîf şuradan ileri gelir:
    Resûlullah’ın Aneze’ye müteveccihen namaz kıldığına dâir rivayet mevcuttur.
    Muhammed İbnu’l-Müsenna, hadiste geçen aneze ile kendi kabîlesinin
    kastedildiğini sanmıştır. Halbuki bu, harbe demektir ve namaz sırasında sütre
    olarak öne dikilmiştir. Daha enteresanını Hâkim nakletmektedir. O, bir
    bedevînin, bunu anze (ki keçi demektir) okuyarak, Resûlullah (aleyhissalâtu
    vesselâm)’ın “bir keçiye” müteveccihen namaz kıldığını anladığını, sonra da
    hadîsi, mânâyı esas alarak rivayet suretiyle, katmerli hata işlediğini
    görmüştür.[1]

    Musahhaf’ın hemen hemen bütün çeşitlerinde göze
    çarpan zayıflığa rağmen, “sahîh-hasen-zayıf hadisler arasında müşterek olan
    ıstılahlar” kısmında zikredilmesi, bir çoklarınca acâib karşılanacaktır.
    Araştırıcı, onâ “mevzû” damgası vurulmasa bile, tamamen zayıf olarak kabul
    edilmesi gerektiğini zannedecektir.

    Bu zannın hatalı olduğu, daha işin başında
    bellidir. Zira bu zan, fâsit bir kanâate dayanmaktadır. Kısaca bu kanâate göre,
    tashifcilerin sahîh ve hasen hadisleri tahrif etmeleri yasaklanmış ve son derece
    zayıf rivayetlerle istedikleri gibi oynamalarına da müsâade edilmiştir.
    Gerçekler ise bu kanaati yalanlamaktadır. Zîra tashifçiler bütün hadîs
    ne’vilerini tahrîfe yeltenmekle kalmamışlar; hatta bâzılarının hayâsızlığı,
    Allah’ın Kitabı’nda bile tashîf yapacak kadar aşırı bir hadde varmıştır.
    Mütevâtir olan Kur’ân-ı Kerim’in, bu tashiflerden berî olduğu ve onda katiyyen
    tashif yapılmadığı gibi, sahîh, hasen ve zayıf hadisi şerifler dahi bu
    tashiflerden uzak kalmıştır.

    Tashîf yapılan hadisler hakkında şu ifâdeler
    kullanılır: Bu hadis sahihtir; fakat onu falan tashîf etmiştir. Bu hasendir; ona
    tashif yapılmıştır. Nitekim zayıf hadis için de, ister tashîf edilsin, ister
    edilmesin, bu hadîs zayıftır, denir.[2]

    Dârakutnî hadîslerde yapılmış olan bütün nokta
    ve harf değişikliklerini gösteren bir te’lîf ortaya koymuş, Kur’an’da rastladığı
    tashifatı da orada göstermiştir. Eserin adı Kitâbu’l-Tashîf’tir.[3]



     




    [1]

    İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/134-135.



    [2]

    Subhî es-Sâlih, a.g.e., s. 223; Sabahaddin Yıldırım, Şamil İslam
    Ansiklopedisi: 4/288-289.



    [3]

    İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/135.