Ay: Ocak 2014

  • Mevzu Hadisleri Tanıma Yolları Hadis Usulü Online Oku


    Mevzu Hadisleri Tanıma Yolları:

     

    Rasulullah (s.a.s) ”Kim bana söylemediğim
    halde şöyle söyledi deyip yalan isnad ederse cehennemdeki yerine hazırlansın”

    buyuruyor. Dini bid’at, yalan ve hurafeden korumak için iki ana kaynağın; Kur’an
    ve Sünnetin tebdil ve tahriften korunması gerekir. Kur’an Cenabı Hakkın
    muhafazasındadır. Sünneti korumak ise ümmetin görevidir. Bunun için alimler bu
    konuda çok titiz bir çalışma içine girmiş ve Allah’ın rahmet ve lütfunun eseri
    olarak rivayet ve isnad ile Sünnetin sağlamını sahtesinden ayırmışlardır. Bu
    konuda yazılan eserler yanında hadis diye uydurulan sözleri tesbit edecek
    kaideler konulmuştur. Bir sözün uydurma olduğunu anlayabilmek için şu ölçüler
    göz önünde bulundurulur[1]:



     




    [1]

    Sabahattin Yıldız, İsmail Kaya,
    Şamil
    İslam Ansiklopedisi: 4/180.

  • 6- Özel Maksatlarla Hadis Uydurmak: Hadis Usulü Online Oku


    6- Özel Maksatlarla Hadis Uydurmak:

     

    Hadis uydurma faktörlerinden birisi de, takvası
    az kişilerin hadisi özel maksatlarına alet etmeleridir. Bu özel maksat bir
    yerden bir menfaat sağlamak düşüncesi olabildiği gibi; kişinin kinini, öfkesini,
    aşırı sevgisini desteklemek, haklı çıkarmak arzusu da olabilir.

    Abbası halifesi Mehdi, güvercin beslemeyi çok
    severdi. Bunu bilen Gıyas b. İbrahim isimli birisi, ona yaranmak için, “Yarış
    ancak ok, toynak ve kanatla olur” sözünü hadis diye uy duruverdi.

    Sa’d b. Tarif el-İskafi’in oğlunu hocası dövünce
    o, “Çocuklarınızın öğretmenleri sizlerin en şerlilerinizdir” sözünü intikam
    duygusuyla uydurdu.[1]



     




    [1]

    Dr. Subhi es-Salih, Hadis ilimleri ve Hadis, Istılahları, terc. M. Yaşar
    Kandemir, Ankara 1981, s. 225-236; Sabahattin Yıldız, İsmail Kaya, Şamil
    İslam Ansiklopedisi: 4/180.

  • 5- Salih Fakat Cahil Kişiler: Hadis Usulü Online Oku


    5- Salih Fakat Cahil Kişiler:

     

    Bunlar dindar ve ibadete düşkün kişilerdir.
    Ancak cahillikleri ve halkı dine teşvik etme arzuları onları hadis uydurmaya
    sevkedebilir. Niyetleri belki kötü değildir, ama yaptıkları çok kötüdür. Meysere
    b. Abdi bunlardan birisidir. Abdurrahman b. Mehdi kendisine;

    “Şu sureyi okuyana şöyle şöyle sevap verilir
    diye rivayet edilen bu hadisler nereden geliyor” diye sormuştu. Meysere,
    “uydurdum” cevabını vermiştir.

    İmam Müslim bunlar hakkında şu hükme varıyor:
    “Bile bile yalan söylemek istemedikleri halde, dillerinden gayri ihtiyari yalan
    çıkıveriyor.”[1]



     




    [1]

    Müslim, Mukaddime: 1, 18; Sabahattin Yıldız, İsmail Kaya, Şamil İslam
    Ansiklopedisi: 4/180.

  • 4- Kıssacılar: Hadis Usulü Online Oku


    4- Kıssacılar:

     

    Bunlar güzel ve beğenilen şeyler anlatmaya
    hevesli kimselerdir. Sözlerine güç ve güzellik katmak için Rasulullah (s.a.s)’in
    hadislerinden yararlanmak istediler. İstedikleri manada bir hadis bulamayınca
    uydurma yoluna gittiler. İbn Kuteybe şöyle der: “Kıssacılar eskiden beri, avamın
    yüzlerini kendilerine döndürünce, bildikleri bütün münker, garip ve yalan
    hadisleri dillerinden akıtırlar. Cahil halkın kıssacıların önünde oturması,
    onların anlattıklarının acayip ve akıl ölçülerinin dışında olması veya kalbe
    keder verecek, gözden yaş akıtacak şeyler olması sebebiyledir. Kıssacı Cenneti
    anlatırsa şöyle der: “Allah dostuna beyaz incilerden bir köşk hazırlar. Köşkte
    yetmiş bin tane bölüm, her bölümde yetmiş bin kubbe, her kubbede yetmiş bin…
    Sanki görüyormuş gibi anlatır. Sayının yetmiş olması gerekirmiş, fazla veya
    eksik olması caiz değilmiş gibi anlatılır”[1]



     




    [1]

    İbn Kuteybe, Te’vilü Muhtelif’l-Hadis, s. 355; Sabahattin Yıldız, İsmail
    Kaya, Şamil İslam Ansiklopedisi: 4/180.

  • 2- Kelâm Münakaşaları: Hadis Usulü Online Oku


    2- Kelâm Münakaşaları:

     

    Kaderiyye, Mürcie, Müşebbihe,
    Cehmiyye gibi mezheb mensupları mezheblerini ön plana çıkarmak ve taraftar
    kazanmak için hadis uydurmuşlardır. Meselâ, imanın artıp eksilmesi tartışmaları
    esnasında Ahmed b. Muhammed b. Harb, “İman söz ve ameldir. Artar ve eksilir.
    Bunun dışında bir şey söyleyen bid’at ehlidir” sözünü uydurmuştur.

    Muhalif taraftan buna cevap
    verilmekte gecikilmemiş; Muhammed b. Kasım et-Taylanî şu sözü hadis diye
    uydurmuştur: “Kim iman artar ve eksilir iddiasında bulunursa, bilsin ki imanın
    artması münafıklık, eksilmesi küfürdür. Bunu diyenler tevbe ederlerse ne âlâ,
    değilse boyunlarını kılıçla vurunuz”,

    Mücessimeden Ebu’s-Saâdât b. Mansûr, mezhebinin
    görünüşüne uygun olarak aşağıdaki sözü hadis diye uydurmuştur: “Cenabı Hak, Cuma
    geceleri yeryüzüne iner ve nurdan bir kürsi’nin üzerine oturur. Önünde bir
    levha, levhada rüyet, keyfiyet ve sureti kabul edenlerin isimleri vardır.

    [1]



     




    [1]

    Sabahattin Yıldız, İsmail Kaya, Şamil İslam Ansiklopedisi: 4/179-180.

  • 3- Zındıklar: Hadis Usulü Online Oku


    3- Zındıklar:

     

    Müslüman görünerek İslamı temelden yıkmayı hedef
    alan zındıkların uydurdukları hadisler pek çoktur. Hammad b. Zeyd bunların
    uydurdukları sözlerin on dört bini aştığını söyler. Bunlarla ilgili olarak İbn
    Kutey’be şöyle der: “Hadislere üç yönden fesad ve kötülük karışmıştır. Bunlardan
    birisi de zındıklardır ki, çirkin ve olmayacak şeylerle hadis uydurdular.
    Bununla İslâmı kökünden sökmeği, değerini düşürmeyi hedeflediler.”[1]



     




    [1]

    İbn Kuteybe, Te’vilü Muhtelifi’l-Hadis. s. 355; Sabahattin Yıldız, İsmail
    Kaya, Şamil İslam Ansiklopedisi: 4/180.

  • Mevzu Hadîslerin Ortaya Çıkışı Hadis Usulü Online Oku

     

    Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’e yalan nisbet etme fazîhası pek çok hadîste temas edilerek şiddetle yasaklanmış bir husustur. Lafzan mütevâtir hadîslerin en başında yer alan: “Kim bile bile bana yalan isnad ederse ateşteki yerini hazırlasın” hadîsi bu hususu göstermeye kâfidir. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) kendisi hakkında söylenecek yalanların başka çeşit yalanlara benzemediğine, bunun cezasının çok daha büyük olacağına da dikkatleri çekmiştir. Sahiheyn’de gelen bir rivayet aynen şöyle:

    “Benim hakkımdaki yalan, bir başkasının hakkında söylenen yalana benzemez. Kim bile bile bana yalan nisbet ederse ateşteki yerini hazırlasın”.

    Bir diğer hadîs de şöyle:

    “Her kim yalan olduğu bilinen bir sözü benden rivâyet ederse, o yalancılardan biridir”.

    Şu halde, böylesi nebevî uyarılar varken gerçek mü’minlerin, bile bile Resûlleri (aleyhissalâtu vesselâm) hakkında hadîs uydurmaları çok uzak ihtimaldir. Hele Sahâbe gibi İslâmın en küçük bir meselesi için hayatını ortaya koyan, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın tek bir hadisinde düştüğü tereddüdü izâle için bin bir zahmetle dolu günler, haftalar, aylar süren seyahati göze alan, gerçek ve kâmil mânâdaki mü’minlerden bunu beklemek çok daha uzak bir ihtimaldir. Nitekim, sahabîliği kesinlikle bilinen birisinin kizb ala’r-Resûl fazîhasına tevessül ettiğine dair hiçbir rivâyet gelmemiştir. Ashab arasında çıkan dahilî kavgalara rağmen, hiçbiri diğerine böyle bir itham yöneltmemiştir. Çünkü vâki değil; çünkü Ashab (radıyallahu anhüm ecmain)’ın tamamı bilâ istisna udûl’dür, adâlet sâhibidir.

    Hadîs uydurma işi, fitne hadiselerinin çıkmasından sonra, daha Sahâbe’nin sağlığında başlamıştır[1]. Nitekim daha önce de kaydettiğimiz, İbnu Sîrin’e ait bir rivayeti, konumuzla olan alakası sebebiyle, bir kere daha hatırlatacak olursak vaz’ın başlangıcıyla ilgili bir fikir edinebiliriz.: “İlk zamanlarda halk isnâd sormuyordu. Ne zaman ki, müslümanlar arasında fitne patlak verdi o zaman, hadîs rivâyet edeni sorup, sünnet ehlinden olanların rivayetlerini alıp, bid’at ehlinden olanların rivayetlerini terketmeye başladılar”. Müslümanlar, Üçüncü Halîfe Hz. Osman (radıyallahu anh)’ın şehadetiyle başlayıp, Cemel, Sıffin harpleri, Hz. Hüseyin’in şehadeti (Hicrî 61), Abdullah İbnu’z-Zübeyr Vak’ası (hicri 64) vs. şeklinde devam eden dahili kavgaların hepsine “fitne” demiştir. Hadîs uydurma işi bunlardan hangisiyle birlikte başlamıştır. İbnu Sîrîn hangisini kasdetmiştir? Bunu kesinlikle iddia etmek biraz zordur. Bu sebeple hadîs vaz’ına temas eden Nevevî, Suyûtî gibi kadîm İslam müellifleri bu meseleyi “Şu tarihte başlamıştır” diye rakama bağlamaktan kaçınırlar. Yenilerin iddiası da zandan, tahminden öte bir değer taşımaz.

    Ancak şurası kesin gözükmektedir ki, vaz’ (uydurma) faaliyetlerinin başka sebepleri olsa da sonradan şia hareketlerine dönüşecek olan dahili fitne bu sebeplerin başında yer alır ve belki de birincisini, ilkini teşkîl eder.

    Sahâbe’nin büyük bir titizlikle girmekten sakındığı bu hadiseler esas itibariyle sonradan müslüman olanlar tarafından tezgâhlanıp, tahrîk edilmekte idi. Her hizip kendi taraftarlarını haklı göstermek için onların lehinde, muhalif taraftarı da haksız ve kötü göstermek için aleyhlerinde hadîs uyduruyordu. Bu işte baş çeken, Yemenli ve Yahudîlikten dönme olan Abdullah İbnu Sebe idi. O, hilâfet hakkının, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın vefatından sonra Hz. Ali’ye ait olduğunu iddia ediyor, diğerlerini, haksız, gâsıb ilân ediyordu. Demek ki bu faaliyetler daha Hz. Osman’ın sağlığında başlatılmış olmakta idi.

    Şüphesiz, ilk hadîs uydurma işi şi’a tarafından başlatıldığı gibi, ilk uydurulan hadîsler de Hz. Ali (radıyallahu anh)’in şahsıyla, onun tebcîliyle, tafdiliyle ilgili idi. Bu hususu bizzat, şiî müellifler de te’yid etmektedir. Nitekim şiîlerce mutemed kabûl edilen Nehcü’l-Belâğa şârihi, İzzü’d-Dîn Hîbetu’llâh İbnu Ebi’l-Hadîd (v.665/ 1257) aynen şöyle demiştir: “Bil ki, fazîletler ile alâkalı yalan hadîslerin aslı şi’a cihetinden gelmiştir. Onlar bidâyette imamların hakkında muhtelif hadîsler vazetmişlerdir. Onları hadîs uydurmaya sevkeden âmil, hasımlarının düşmanlığı idi… Ne zaman ki, Bekriyye, şi’a’nın bu faaliyetini gördü, onlar da kendi imamları hakkında şi’a’nın hadîslerine mukâbil başka hadîsler vazettiler”.

    Böylece şi’a tarafından açılan bir fitne gediğinden, yâni hadîs uydurma kapısından, sünnîsi, zâhidi, fakîhi, zındığı, tüccarı, kavmiyetçisi vs. her çeşit meşreb, mezhep ve îtikâda mensup insan girecek, İslamı tahrîb vâdisinde yol alacaklardır.[2]

    Hadis uydurma girişimlerinin başlangıcını Hz. Peygamber (s.a.s.)’in zamanına kadar çıkaranlar varsa da; çoğunluk, Hz. Osman (r.a.)’ın şehid edilmesini takib eden olaylar sonucu oluşan grupların, hadisin otoritesinden kendi görüşleri lehine yararlanmak istemelerine bağlamaktadır. Gerçekten Sahabe asrının sonu kabul edilen Büyük Tabiîler devri, çeşitli grup ve mezheplerin ortaya çıktığı, dikkatsiz ve samimiyetsiz hadis öğrencilerinin artmaya başladığı bir dönem olmuştur. Hadis uydurma girişimini ilk başlatanlar Şîa, Hadis uydurma hareketlerinin doğduğu çevre de Irak olmuştur.[3]

    Hiç şüphesiz, Allah Rasulü (s.a.s) adına, ancak gerçek anlamda mü’min olmayan, Allah’dan hakkıyla korkmayanlar hadis uydurmuşlardır. Gönüllerinde İslâmın yer etmediği şahıslar hiç çekinmeden meşrep, mezhep ve keyiflerine göre hadis üretmişlerdir. Bütün bu menfi durumlara rağmen, Sahabe, Tabiun ve sonraki devir muhadislerince uydurmalar sahih hadislerden tek tek ayıklanmıştır. Uydurulmuş hadisleri bir arada toplayan pek çok kitap da yazılmıştır.[4]

    Hadis uydurma hareketi bilhassa siyasi olayların hız kazandığı Cemel, Sıffin, Nehrevan gibi fitnenin kaynadığı dönemde çıkmaya başlamıştır. Hadislerin o güne kadar geniş çaplı bir yazıma tabi tutulmamış olması da hadis uydurmak isteyenlerin işine yaramıştır. Siyasi olaylar sebebiyle bloklara ayrılmış olan İslâm cemaati, tuttuğu tarafın lehinde hadis uyduranlarla karşı karşıya kalmıştır. Meselâ Sıffin olayında Hz. Ali tarafını tutanlar arasında bulunan aşırılar Hz. Ali’nin faziletiyle ilgili hadisler uydururken; Muaviye’nin kötülenmesiyle ilgili hadisler uydurmayı da ihmal etmemişlerdir. Buna karşılık karşı cephede yeralanlar. Muaviye’nin faziletiyle ilgili hadisler uydurmuşlardır.[5]

    İslâm aleminde bilhassa Irak bölgesi, o dönemde, hadis uydurma konusunda çok ileriye gitmiştir. İslâm aleminin her tarafında hadis uyduranlar bulunduğu halde Irak’ta bunu sanat ve alışkanlık haline getirenler olmuştur. Buna dayanan Hz. Aişe;

    -Ey Iraklılar, Şamlılar sizden hayırlıdır. Allah Rasûlünün Ashabından kalabalık bir topluluk onlara gitti ve bize bildiğimiz şeyleri rivayet ettiler. Yine Rasûlullah’ın ashabından bir topluluk size vardı, ama siz bize bildiğimiz ve bilmediğimiz şeyler rivayet ettiniz, demiştir.[6]

    Iraklılardan bir cemaat, kendilerine hadis rivayet etmesi için Abdullah b. Amr b. el-Âs’a geldiler. Abdullah onlara:

    “Iraklılardan öyle bir kavim vardır ki yalan söylüyorlar. Yine yalan söylüyorlar ve maskaralık ediyorlar” demiştir.[7]

    Bunlar, bu hareketin ne derece tehlikeli boyutlara ulaştığının göstergesidir. [8]

    Mevzu hadislerin ne zaman ortaya çıktığını kestirmek güçtür. Bu konuda söylenebilecek tek söz bu işi ilk başlatanların sahabiler olmadığıdır. Şu da var ki Hz. Osman’ın şehid edilmesinden sonra başlayan ihtilaflar hadis uydurma hareketinin başlamasına yol açan en önemli sebeptir. Bu mühim sebebe İslam düşmanlarının faaliyetleri de eklenirse hadis uydurulmasına başyangıç teşkil eden sebeplerin büyük kısmı açığa çıkmış olur. Bilinen tarihi bir gerçektir ki, İslam düşmanları Hz. Peygamber zamanında Cehab-ı Hak vahiy gönderip yalanlarını açığa çıkardığı için seslerini kısmak zorunda kalmışlardı. Hz. Peygamber’in ölümüyle vahiy kesilince kısa zamanda müslümanlar arasında ikilik çıkarmaya muvaffak oldular. Üçüncü Halife Hz. Osman’ın şehit edilmesiyle başlayan olaylar İslam birliğini parçaladı. Hz. Ali devrinde yapılan Sıffin Savaşından sonra müslümanlar başlıca üç guruba ayrıldılar.

    1) Hariciler (Havaric): Hz. Osman’ın şehid edilmesini; Sıffin Savaşındaki hakem olayını bahane ederek Hz. Ali’ye karşı çıkanlardır. Bunlar, Hz. Ali’yi tekfir edecek kadar ileri giderek sonunda onu şehid ettiler.

    2) Şia (Hz. Ali taraftarları): Hz. Ali, Peygamber’in damadı, amcasının oğlu, dindar, yiğit, alim bir kimseydi. Bu meziyetleriyle sahabe arasında önemli bir yeri vardı. Bazı kimseler onun Kureyş’in Haşim oğulları koluna mensup olmasını da hesaba katarak halife olmasını istediler. Sıffin Savaşından sonra İslam Dini’ni içinden yıkmak için çalışan münafıklarla Yahudilerin tesiriyle, bu isteği ileri götürenler oldu. Bunlar önce Hz. Ali’nin Hz. Peygamber tarafından vasi tayin edildiğini ileri sürdüler. Sonra daha ileri giderek onunla ilgili itikad esasları uydurdular. Hz. Ali adına uydurulan itikad esasları içinde onu tanrı derecesine yükselten sapık fikirler bile vardır. Zamanla Hz. Ali fikri etrafında toplananlara Şi’a denilmiştir.

    Şi’aya mensup olanlar, aralarına sızmış bulunan İslam düşmanlarının tesiriyle kendilerini destekleyecek yollara başvurarak hadis uydurma yoluna gittiler. Buna göre İslam Tarihinde ilk hadis uydurma işini Şia’nın başlattığı söylenebilir. Hz. Ali’yi olağanüstü vasıflarla öven, Hz. Muaviye ve Emevileri yeren hadislerin hemen hepsi Şia’nın uydurmasıdır.

    Hz. Ali taraftarları onun lehine, Emeviler ve Hz. Muaviye aleyhine hadis uydurunca karşı taraf da aynı yola baş vurmakta gecikmedi. Her iki tarafın uydurduğu hadislerin sayısı bir hayli fazladır.

    Emevilerden sonra İslam alemine hakim olan Abbasiler devrinde de hadis uydurma işinin devam ettiği görülür. Şu hale göre hadis uydurma işinin başlayıp devam etmesinde Şia’nın büyük etkisi olmuştur.

    3) Cumhur (Tarafsız Müslümanlar): Çoğunlukla Hz. Ali veya Hariciler tarafını tutmayanlardır. Tarafsız olan bu gurubun içinde başka sebeplerle hadis uyduranlar –az da olsa- çıkmıştır.       

    Bu kısa bilgi bizi hadis uydurma işinin Şi’a tarafından başlatıldığı, diğerlerinin onların açtığı çığırdan yürüdükleri sonucuna götürmektedir. Nitekim Şi’a taraftarı bir alim bu gerçeği şöyle anlatır: Bil ki fedail (bir kimsenin faziletleri) konusundaki yalan hadislerin aslı Şi’a tarafından gelmiştir. Onlar başlangıçta imamları hakkında çeşitli hadisler uydurmuşlardır. Onları hadis uydurmağa iten sebep hasımlarının düşmanlığı idi. Diğerleri bu faaliyeti gördükleri zaman, Şi’a’nın uydurma hadislerine karşılık onlar da kendi imamları hakkında başka hadisler uydurdular.”

    Şia tarafından başlatılan hadis uydurma işi yukarıda değindiğimiz gibi daha sonraları alabildiğine devam etti. Bu arada hadis uydurma sebepleri arttı. Başlangıçta yalnız siyasi maksatla hadis uydurulduğu halde sonraları kabile, milliyet, dil, ülke, mezhep, mezhep imamları konularında da hadis uydurulduğu görüldü. Bütün bu sebeplere müslümanları ibadete teşvik etmek; heyecanlı va’zlarla halkı coşturup dünyalık elde etmek, halife ve valilerin gözüne girmek gibi sebepler eklenince hadis uydurma faaliyeti daha yaygın bir şekil aldı. [9]     

    [1] Aliyyu’l-Kâri, el-Esrâru’l-Merfü’a’da  “Kim bana yalan isnad ederse” hadîsinin muhtelif vecihlerinden 102 adedini kaydeder. Bunlardan bazıları, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın sağlığında, bir kimsenin evlenmek istediği bir kızı alabilmek için, kızın ailesine giderek: “Beni Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) gönderdi. İstediğin kadınla evlenmemi emretti…” mahiyetinde Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) adına yalan söyler. Kızın ailesi, meseleyi tahkik edince yalan söylediği anlaşılır. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu herifi idama mahkûm etmek ve lâşesini de yaktırmak suretiyle cezaların en şiddetlisini verir. Belki de bu ibretâmiz cezanın te’siriyle, hiçbir münafık Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) hakkında yalan uydurmaya cesâret edemez. Aliyyü’l-Kâri farklı şekillerde gelen rivâyetler özde birleşirler. Aynı hâdiseyi anlatmış olmaları kuvvetle muhtemel gözüküyor. (İbrahim Canan)

    [2] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/138-140.

    [3] Sıbâî, Es-Sünne ve Mekânetühâ fi’t-teşrii’l-İslamî, Beyrut 1985, s. 79.

    [4] Sabahattin Yıldız, İsmail Kaya, Şamil İslam Ansiklopedisi: 4/178.

    [5] Suyûtî, el-Leâli’l-Masnûa: 1/323, 286.

    [6] İbn Asâkir, et-Tarihul-Kebir: 1/69.

    [7] İbn Sa’d, et-Tabakât: 4/267, 268.

    [8] Sabahattin Yıldız, İsmail Kaya, Şamil İslam Ansiklopedisi: 4/179.

    [9] Talat Koçyiğit, Mücteba Uğur, İ. Hakkı Ünal, İmam-Hatib Liseleri İçin Hadis Usulü, 12. sınıf: 47-48.

  • MEVZÛ HADÎSLER Hadis Usulü Online Oku

    MEVZÛ HADÎSLER

     


    Mevzu Hadislerin Tanımı, Bilinmesinin Gereği:

     

    Ya İslam Dinini yıkmak, ya bir mezheb veya bir
    fırkanın propogandasını yaparak taraftarlarını artırmak, ya bir kabileyi, bir
    dili, bir imamı veya halifeyi övmek ve onlardan bir hediye koparabilmek, yahut
    bir mevki kazanabilmek, yahutta dini emir ve yasaklara halkın rağbetini
    artırabilmek için, din düşmanlarının, yalancıların ve cahillerin uydurdukları,
    sonra da bu uydurulan sözlerin başına düzmece isnadlar ekleyerek Hazreti
    Peygamber’in hadisiymiş gibi rivayet ettikleri sözlere uydurma (mevzu) hadis
    denir.[1]

    Mevzu hadisler kısa bir tarifle sahih, hasen ve
    zayıf kısımlarından herhangi birine dahil olmayan hadislerdir. Bir başka tarife
    göre mevzu hadisler, çeşitli maksatlarla uydurulup Hz. Peygamber’e iftira ve
    nisbet edilerek rivayet edilen uydurma sözlerdir.

    İlerde söz konusu edeceğimiz gibi hadis
    uydurmanın bir çok sebepleri vardır. Bu sebeplerin başında İslam düşmanlığı,
    mezhep taassubu, cahillik, mevki ve dünyalık hırsı gelir. Bu sebeplerden biri
    veya birkaçının tesiriyle Hz. Peygamber’in ağzından sanki onun sözüymüş gibi
    hadisler uydurulmuştur. Tamamen uydurma olan bu hadislere mevzu hadisler adı
    verilir. Mevzu hadislere muhtalak (uydurulmuş, icad edilmiş) denildiği de olur.

    Mevzu hadislerin Hz. Peygamber’le hiçbir ilgisi
    yoktur. Bu yüzden bunlara hadis denmesiini doğru bulmayan alimler vardır. Mevzu
    hadislerin Hz. Peygamber’e ait olanlara benzeyen tek yönü, onların da isnad ve
    metinden ibaret oluşudur. Ancak hadis diye uydurulmuş sözlerin isnadı da
    düzmedir. Peygamberimizin ağzından uydurulan sözlerin derecesini yükseltmek ve
    kabul edilmesini sağlamak için uydurulmuştur.

    [2]

    Bu bahis, bazı usûl kitaplarında, zayıf
    hadislerle ilgili bölümde incelenir ve sanki zaafda en düşük dereceyi teşkil
    ettiği ifade edilir. Biz mevzu hadîs’i zayıfın bir derecesi olarak değil,
    müstakil olarak ele almayı uygun gördük. Zira zayıf hadîs tâbiri, Resûlullah (aleyhissalâtu
    vesselâm)’tan olma ihtimalini taşıyan bir rivâyete delâlet eder: Halbuki mevzu
    dedik mi, burda hiçbir ihtimal kabul etmiyor, Resûlullah (aleyhissalâtu
    vesselâm) adına uydurulmuş bir yalan olduğunu peşinen ifâde ediyoruz. Bu sebeple
    mevzuya hadîs kelimesini izâfe ederek mevzu hadîs diye terkib ortaya çıkarmak da
    esasen yanlış bir davranış olmaktadır. Usulcüler bidayette, hadîs kelimesi
    yerine, yakın mânâya gelen kavl kelimesini kullanarak el-kavlu’l-mevzu diye
    ıstılahlaştırmış olsalar herhalde daha iyi bir yol tutmuş olurlardı. Biz,
    oturmuş ıstılahların değişmesine, bu meselede bid’ata taraftar olmadığımız için
    yanlışlığa dikkat çekmekle yetineceğiz.

    Esâsen hadîs uleması, usul kitaplarında mevzu
    hadîs diye bir bahsin açılmasını, bu çeşit rivâyetlere karşı ümmetin dikkatini
    çekerek, onun şerrinden ve zararından müslümanların korunmasını sağlamak
    maksadıyla tecviz etmişlerdir. Bu bölümlerde hadîs uyduranlar (vazzâin)
    kimlerdir, hangi maksadlarla hadîs uydurmuşlardır, mevzû hadîsler nasıl bilinir,
    İslam âlimlerinin bu meseleye karşı gösterdiği hassasiyet ve aldığı tedbirler
    nelerdir? gibi pek çok mesele açıklanır. Konuyla ilgili olarak te’lif edilen
    belli başlı eserler tanıtılır. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) hakkında
    hadîs uydurmanın, yalan söylemenin hükmü nedir? belirtilerek bu işten tahzîr
    edilir.[3]

    Vaz’; iskât etmek, koymak, terketmek, iftirâ
    etmek, icâd etmek anlamında olup; Mevzû’ ise, vaza mastarından ism-i mef’ûldur.
    Hz. Peygamber’in söylemediği bir sözü, yalan ve iftirâ ile ona nisbet etmek
    manasını taşıyan bir Usul’u Hadis terimi. Rasulullah (s.a.s), söylemediği halde
    çeşitli sebeblerle sahabe ve tabiine izafe edilerek uydurulmuş sanatlı
    sözlerdir.

    Mevzû hadisin değersiz ve ehemmiyetsiz olduğunu
    hesaba katarak, onun, bir şeyi yukarıdan aşağıya atmak manasına geldiğini
    söyleyen hadis âlimleri de vardır.[4]

    Hadis âlimlerinin istilahında Hz. Peygamber’in
    ağzından uydurulan ve ona iftira edilen söz manasında mecazî olarak kullanılan
    “mevzû” tabiri, “muhtelak” (icad edilmiş) ve “masnû” (uydurulmuş) kelimeleriyle
    de izah edilmektedir.[5]

    Ashab-ı Kiram ve daha sonraki
    zevata aitmiş gibi gösterilen bir takım sözler de mevzû kelimesinin kapsamına
    girmektedir.[6]
    Yalnız mevzû kelimesi, mutlak olarak kullanıldığı zaman, Hz. Peygamber adına
    uydurulan sözleri ifade etmektedir. Başkaları hakkında uydurulnıuş sözler için
    de çoğu zaman “bu falan adına uydurulmuş” ifâdesi kullanılmaktadır.[7]

    Kısaca mevzu hadis Hz.
    Peygamber (s.a.s)’in hadisi olmadığı halde kasıtlı olarak onun hadisi imiş gibi
    anlatılan söz olmaktadır. Allah Rasulü (s.a.s)’nin, söylemediği bir sözü ona
    nisbet etmek veya hadis uydurmak aşağıdaki hadis gereğince haram kılınmıştır.


    ‘Her kim benim adıma yalan
    söylerse cehennemdeki yerine hazırlansın.”[8]

    Hadis usulü kaynaklarında bu
    hadis lafzî mütevâtire misâl gösterilmektedir.[9]
    Mütevâtir, yalan üzerinde ittifak etmeleri aklen mümkün olmayan bir topluluğun,
    yine kendisi gibi bir topluluktan rivâyet ettiği haber demektir. Kettânî, bu
    hadisin mezkûr metni ile yetmiş beş sahabe tarafından rivâyet edildiğini,
    ravilerinin isimlerini de belirtmek suretiyle, açıklamaktadır.[10]
    Aynı lafızlarıyla olmasa da, Rasulullah (s.a.s) adına yalan uydurmanın mutlak
    günah oluşu hakkında gelen hadislerin yüzden fazla sahabe kanalıyla rivayet
    edildiğini söyleyen alimler de bulunmaktadır.[11]

    Hadis böyle yüksek bir mertebede bulunmasına
    rağmen, haksız bir şekilde eleştirilmiş olduğu da görülmektedir: Her halde “idrâc”
    yoluyla Rasulullah (s.a.s) adına kasıtsız olarak, sevap için hadis uyduranlar bu
    “müteammiden” (kasıtlı olarak) kelimesini bununla kendilerine cevaz kapısı açmak
    maksadıyla hadise sokuşturmuşlardır. “Veyahut da ravilerin başkalarından
    hatayla, vehimle veya yanlış anlamayla yaptıkları rivayetlerde kendilerini
    günahtan kurtarmak için bu “kasıtlı olarak” (müteammiden) kelimesine dayanmak
    için uydurmuşlardır. Bu yüzden o raviler şu meşhur kaidelerini koymuşlardır.
    “Yalandan doğan sorumluluk, bunu kasıtlı yapanlar içindir”[12]

    Üzerinde durduğumuz hadis bu “müteammiden” lafzı
    ile mütevatir olmasına rağmen, bu kelimenin “mevzu” kabul edilmesi isabetsiz ve
    şâz olan bir görüştür.

    İslâm’da her hangi bir günahı işleyenin manevî
    bir cezaya çarptırılması için, işlenen suçun kasıtlı olmasının şart olduğu
    bilinen bir husustur. Hata eseri olarak işlenen suçlarda sorumluluk
    kaldırılmıştır. Bu hadis de buna bir delildir.

    Bir çok âyet-i kerîmede “Allah’a karşı yalan
    uyduran veya âyetlerini yalanlayandan daha zalim kim olabilir”

    buyurulmaktadır.[13]
    Allah’a yalan uydurmak, iftira etmek de yalanı kasıtlı olarak söylemektir. Hata
    ve yanılmadan dolayı meydana gelen günahların, sorumluluk dışında kalacağı
    hadiste geçen “müteammiden” lafzı ile konulmuş değildir. Bu mesele yukarda söz
    konusu edilen ayetlerle açıklanmıştır. O halde Kur’an-ı Kerim’in kayıtladığı
    gibi Resulullah (s.a.s.)’ın da, yalanı “kasıtlı olarak” (müteammiden) lafzı ile
    kayıtlaması mümkün değildir. Hz. Peygamber (s.a.s.), bu durumu gayet belîğ bir
    ifade ile açıklamıştır.

    Herhangi bir hadisi, yalan olduğunu bile bile
    rivayet etmek, delil olarak kullanmak da hadis uydurmak kadar günahdır.
    Rasulullah şöyle buyurur: “Her kim benden yalan olduğu bilinen bir hadis
    rivayet ederse, o kimse yalancılardan biridir.”[14]

    Bir başka hadis de: “İleride bir takım deccâller ve yalancılar ortaya
    çıkacak; sizlere ne kendinizin ne de babanızın işittiği hadisler
    getireceklerdir. Onlardan şiddetle sakınınız, sizleri sapıtıp fitnelere
    düşürmesinler.”[15]
    buyurarak ümmetini uyarmış ve temkinli bulunmalarını tavsiye etmiştir.

    [16]



     




    [1]

    Talat Koçyiğit, Mücteba Uğur, İ. Hakkı Ünal, İmam-Hatib Liseleri İçin Hadis
    Usulü, 11. sınıf: 55.



    [2]

    Talat Koçyiğit, Mücteba Uğur, İ. Hakkı Ünal, İmam-Hatib Liseleri İçin Hadis
    Usulü, 12. sınıf: 46-47.



    [3]

    İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/137-138.



    [4]

    İbnu’l-Arrâk, Tenzîhu’ş-Şerîa, Mısır 1375, I, 5.



    [5]

    İbn Kesîr, İhtisarru Ulûmül-Hadis, Mısır 1951, s. 78.



    [6]

    el-Leknevî, Zaferul-Emânî’ fi Muhtasari’l-Cürcânî, Laknav 1304; s.238-239.



    [7]

    el-Leknevî, Zaferul-Emânî’ fi Muhtasari’l-Cürcânî, Laknav 1304; s.238-239.



    [8]

    Buharî, İlm: 38, Cenâiz: 33, Enbiyâ: 50, Edeb: 109; Müslim Zühd: 72; Ebü
    Dâvud, İlm: 4; Tirmizî, Fiten 70, İlm: 8, 13 Tefsir: I, Menâkıb: 19; İbn
    Mâce, Mukaddime: 4; Dârimî, Mukaddime: 25, 46; Ahmed b. Hanbel, Müsned:
    2/47, 83, 133, 150, 159, 171.



    [9]

    İbn Salah, Ulûmul-hadis Nşr. Nureddin, t.y, Beyrut 1981 s.242.



    [10]

    Kettânî, Nazmu’l-Mütenâsir Min Hadîsi’l-Mütenâsir, Mısır t.y, s. 29.



    [11]

    Kettânî, Nazmu’l-Mütenâsir Min Hadîsi’l-Mütenâsir, Mısır t.y, s. 30.



    [12]

    Mahmud Ebu Reyye, Advâ’ ale’s-sünnetil Muhammediye, Terc, Muharrem Tan
    (Muammedî Sünnetin Aydınlatılması), İstanbul 1988, s. 42.



    [13]

    el-En’âm: 6/21, 93, 44, el-A’râf: 7/37, Yûnus: 10/17, Hûd: 11/18), Kehf:
    I8/15.



    [14]

    Müslim, Mukaddime: 1, 9 Nşr. M. Fuat Abdülbaki.



    [15]

    Müslim, Mukaddime N.ş.r. M. Fuat Abdülbaki: 1/12.



    [16]

    Sabahattin Yıldız, İsmail Kaya, Şamil İslam Ansiklopedisi: 4/177-178.

  • Hadis Uyduran Gruplar Hadis Usulü Online Oku


    Hadis Uyduran Gruplar:


     

    İnsanları hadis uydurmaya sevk eden çeşitli
    sebepler vardır. Ayrıca bunlara yol açan grupların varlığı hadis uydurmaya en
    büyük nedendir. Bu gruplardan bir kaçı şunlardır[1]:



     




    [1]

    Sabahattin Yıldız, İsmail Kaya, Şamil İslam Ansiklopedisi: 4/179.

  • Hadis Uydurma Girişimleri Hadis Usulü Online Oku


    Hadis Uydurma Girişimleri:

     

    Buraya kadar bir çok çeşidi, özellikleri ve
    İslam dini ve kültürü için arzettiği önemi tanıtmaya çalıştığımız hadislerin bu
    müstesna konumu, onlardan değişik amaçlarla yararlanma düşüncelerini de
    beraberinde getirmiştir. İslam toplumunda kitap ve sünnete uygunluk meşruiyetin
    temel taşıdır. Bazı kişi ya da gruplar, hadis uydurmak suretiyle bu gereği
    yerine getirme yoluna gitmişlerdir. Yani hadis uydurma girişimleri bir anlamda
    hadisin İslam toplumundaki otoritesi ve dindeki yerinin itirafı demektir. Zira
    kıymetli şeylerin sahtesi yapılır.

    Hadis uydurma girişimlerinin başlangıcını Hz.
    Peygamber’in zaman-ı saadetlerine kadar götürmek isteyenler varsa da, çoğunluk
    Hz. Osman’ın şehid edilmesini takip eden olaylar sonucu oluşan grupların bu işi
    başlattıkları görüşündedir.

    Hadis diye uydurulmuş sözler konusu el-hadisu’l-mevzu,
    el-hadisu’l-muhtelak veya el-hadisu’l-masnu’ terimleriyle ifade edilmektedir.
    Aslında bunlar hadis değildir. Hadis diye uydurulmuşlardır, onlara hadis
    denilmesi sırf bu yüzdendir.

    Ahmed Naim’in ifadesiyle “…küfr-i billahdan
    sonra ekber-i kebair” olan hadis uydurma girişimlerini biraz yakından tanıyalım.[1]     



     




    [1]

    İsmail Lütfi Çakan, Hadis Usulü, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
    Yayınları: 153.