Yıl: 2013

  • Fiili Muzariyi Cezmeden Şart Edatları

     

    İKİ FİİL-İ MUZÂRİYİ CEZMEDEN ŞART EDATLARI

    Bilindiği gibi cezm fiili mâzîye değil, yalnız fiil-i muzâriye mahsustur. Aşağıdaki edatlar iki muzâri fiil almış cümlenin başına gelirlerse iki muzâri fiilin de son harekelerini cezm yaparlar ve şart bildirirler. Bunlara şart edatları da denir. Şart edatının yeraldığı cümleden sonra aynı cümlenin içinde bir de cevap cümlesi bulunur. Bu edatların bulunduğu birinci bölüme fi’lü’ş-şart, ikinci bölüme de cevabu’ş-şart denir. Cümle örnekleriyle birlikte bu edatlar şunlardır:

    إنْ

    …se, …sa

     

     

    إنْ تَقْرَأْ تَفْهَمْ.

    Okursan anlarsın.

     

    إنْ يَكْتُبْ درْسَهُ آخُذْ إلَيْهِ زَهْرَةً.

    Dersini yazarsa ona bir çiçek alırım.

     

     

    إِنْ تَعْجَلْ تَنْدَمْ.

    Acele edersen pişman olursun.

     

    مَنْ

    kim …se, ..sa

     

     

    مَنْ يَقْرَأْ كَثِيراً يَنْجَحْ.

    Kim çok okursa başarır.

    مَنْ يَكْتُبْ دَرْسَهُ أذْهَبْ مَعَهُ إلى الحَدِيقةِ.

    Kim dersini yazarsa onunla bahçeye giderim.

    مَنْ صَبَرَ ظَفَرَ.

    Kim sabrederse zafer kazanır (Hadis).

    مَنْ يَصْبِرْ يَظْفَرْ.

    Kim sabrederse zafer kazanır.

    مَا

    ne …se, …sa

     

     

    ماَ تَفْعَلُوا مِنْ خَيْرٍ يَعْلَمْهُ اللَّهُ.

    Ne iyilik yaparsanız Allah onu bilir.

     

    مَا يَكْتُبْ مِنْ دَرْسِهِ يَفْهَمْهُ جَيِّداً.

    Dersinden ne yazarsa onu iyi anlar.

     

    مَهْمَا

    her ne…se, ..sa

     

     

    مَهْماَ تَفْعَلْ أَفْعَلْ.

    Her ne yaparsan onu yaparım.

     

    مَهْمَا تَكْتُبْ مِنْ دَرْسِكَ أَكْتُبْ أَنَا أَيْضاً.

    Dersinden her ne yazarsan ben de yazarım.

     

    أيُّ

    hangisini, neyi, kimi ..se, …sa

     

     

    أَياًّ تَحْتَرِمْ أَحْتَرِمْ.

    Kimi sayarsan sayarım.

     

     

    أَياًّ تَكْتُبْ أَكْتُبْ.

    Neyi, hangisini yazarsan yazarım.

     

    أَيُّمَا

    kimi, hangisini …se, …sa

     

     

    أَيُّمَا تَكْتُبْ إلى الْوَرَقَةِ أَقرَأْهُ.

    Kağıda kimi yazarsan onu okurum.

     

    أَيْنَمَا – أَيْنَ

    her nerede, nereye  …se

     

     

    أَيْنَمَا تَجْلِسُوا نَجْلِسْ هُنَاكَ.

    Her nerede oturursanız orada otururuz.

     

    تَذْهَبْ أَصْحَبْكَ.  أَيْنَماَ  (أَيْنَ)

    Nereye gitsen sana arkadaşlık ederim.

     

    حَيْثُمَا

    her nereye ..se

     

     

    حَيْثُمَا يَنْزِلِ الْمَطَرُ لاَ يُذْهَبْ هُناَكَ.

    Nereye yağmur yağarsa oraya gidilmez.

     

     

    حَيْثُمَا تَذْهَبْنَ أَحْضُرْ هُنَاكَ.

    Her nereye giderseniz oraya gelirim.

     

    أَنَّي

    her nereye, her nasıl …se

     

     

    أَنَّي تَذْهَبْ أَذْهَبْ.

    Nereye (her nasıl) gidersen giderim.

     

    أَنَّى تَكْتُبْ أَكْتُبْ.

    Nasıl yazarsan ben (de öyle) yazarım.

     

     

    إذْمَا  –   إِذاَماَ

    her ne zaman …se

     

     

     

    إِذْماَ تَذْهَبوُا نَذْهَبْ.

    Her ne zaman giderseniz gideriz.

     

     

    إذاَمَا تَكْتُبْ تَحْفَظْ.

    Her ne zaman yazarsan ezberlersin.

     

     

    مَتَى

    her ne zaman …sa

     

     

     

    مَتَى تَكْذِبْ يُعْلَمْ.

    Ne zaman yalan söylersen bilinir.

     

     

    مَتَى تكْتُبْ أقْرَأْ.

    Her ne zaman yazarsan okurum.

     

     

    كَيْفَماَ

    her nasıl …se

     

     

     

    تَضْرِبْ  يَضْرِبْ. كَيْفَماَ

    Nasıl vurursan öyle vurur.

     

     

    كَيْفَماَ تَتَكَلَّمْ أَتَكَلَّمْ[4].   

    Sen nasıl konuşursan öyle konuşurum.

     

                                     

    *Görüldüğü gibi şart edatları fiil-i muzâriyi cezm yapar. Fakat her zaman şart ifade etmek için mutlaka muzâri fiil kullanılmayabilir. Mahallen meczûm olarak mâzî fiil de şart cümlesi olarak gelebilir[5]. Ancak mâzî fiil mebni olduğu için şart manası dışında fiilin sonunda herhangi bir değişiklik olmaz. Tercümede şart ve cevap cümlesi mâzî olsa da gene muzâri gibi tercüme yapılır:

    إِنْ كَتَبْتَ إِلَيَّ كَتَبْتُ إِلَيْكَ.

    Bana yazarsan sana yazarım.

    مَنْ قَرَأَ فَهِمَ.

    Kim okursa anlar.

    إذْماَ تَتَكَلَّمْ فَلاَ تَكْذِبْ.

    Konuşursan yalan söyleme (Emir cümlesinin cevabının başında  فَ gelir)

     

    *Aynı şekilde cevap cümlesi de mâzî ve muzâri ile başlayan fiil cümlesi olduğu gibi emir, nefy, nehy, soru ve gelecek zaman ifade eden fiillerle de gelir. Bazen isim cümlesi olarak da gelebilir:

    مَنْ يَطْلُبِ الْعِلْمَ لِلْخَيْرِ فَهُوَ مُجاَهِدٌ فِي سَبِيلِ اللَّهِ.

    Kim hayır için ilim isterse o Allah yolunda mücahiddir.

    مَنْ يَكْثُرْ مُزاَحُهُ فَهَلْ يَنْجَحُ فِي عَمَلِهِ؟

    Kimin şakası çoğalırsa işinde başarılı olur mu?

    أَنَّى تَعْمَلْ فَهُناَكَ السَّعاَدَةُ.

    Her nerede çalışırsan saadet oradadır.

    *Cevap cümlesinin başı فَ nin yanısıra سَ ، سَوْفَ ، قَدْ  edatlarından biriyle başlarsa ve cevap fiili ماَ – لَنْ[6]  ile menfi olursa veya cevabın başında إِنَّماَ (ancak) bulunursa cevabın muzârisi cezm olmaz:

    إِنْ تَذْهَبْ فَسَتَنْدَمُ.

    Gidersen akabinde pişman olacaksın.

    مَنْ يَفْعَلْ شَراًّ فَقَدْ ظَلَمَ نَفْسَهُ.

    Kim kötülük yaparsa kendine zulmetmiş olur.

    مَنْ يَقْتَصِدْ[7] فَماَ يَفْتَقِرُ[8].

    İktisad eden fakir olmaz.

    إِنْ تَكْذِبْ فَلَنْ يُصَدِّقَكَ[9] الناَّسُ.

    Yalan söylersen insanlar sana asla inanmayacak.

    إِنْ نُخْطِئْ[10] فَإِنَّماَ خُلِقْناَ بَشَراً.

    Hata işlersek ancak beşer olarak yaratılmamızdandır.

    Not: Cümlenin sonunda gelen (وَ إِنْ) .. se bile, ..sa bile şeklinde tercüme edilir. Cevabı da olmaz:

    إِذْهَبْ إِلَى واَلِدِكَ وَ إِنْ وَبَّحَكَ[11].    Seni azarlasa bile babana git.

    * Taleb (Emir, nehiy, soru) cümlesinden sonra cevap cümlesi varsa ve önünde (وَ) ve (فَ) bulunmazsa cevap cümlesinin muzâri fiili de ona uyumlu olarak meczûm gelir:

    . (أُدْرُسْ إِنْ تَنْجَحْ ) أُدْرُسْ تَنْجَحْ

    Çalış ki başarasın (Emir) .

    هَلْ تَسْمَعُ أُخْبِرْكَ.

    Dinler misin? Sana haber vereyim[12]. (Soru)

     

    لاَ تَلْعَبْ بِالناَّرِ تَحْتَرِقْ (لاَ تَلْعَبْ بِالناَّرِ  إِنْ تَحْتَرِقْ ) .

    Ateşle oynama! Yanarsın[13]. (Nehy)

    *En çok kullanılan şart edatlarıإِنْ  مَنْ  ve ماَ  edatlarıdır. Diğerleri bunlar kadar kullanılmaz. Zamanla, ilerleyen konularda yer alan cümlelerle birlikte konu daha da perçinleşeceğinden  endişe edilmemelidir. 

    ¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯

    FİİL-İ MUZARİYİ CEZMEDEN EDATLAR İLE İLGİLİ AYETLER

    1- …وَ مَنْ       يَكْفُرْ      بِالْإِيمَانِ    فَقَدْ حَبِطَ عَمَلُهُ  وَ   هُوَ     فِي الآخِرَةِ    مِنَ الْخَاسِرِينَ.

    Haber

    câr-mecrûr

    Mübtedâ

       Fâil       Fiil

    câr-mecrûr

    Fiil

    Şart ismi

     

     

     

    Cevâbu’ş-şart

    Filu’ş-Şart

    Fâili müstetir (هُوَ)

    Mübtedâ (mahallen merfû)

     

     

     

    Haber (mahallen merfû)

     

                   

    (5/MÂİDE 5). …. Kim (İslâmî hükümlere) inanmayı inkar ederse (kabul etmezse) onun ameli boşa gitmiştir. O, ahirette de ziyana uğrayanlardandır.

    nankörlük etmek, imandan çıkmak, Allah’a itaat ve şeriatıyla amel hususunda gerekeni yapmamak

    كَفَرَ  يَكْفُرُ  كُفْراً

    zarara, ziyana uğrayan

    الْخَاسِرُ

    boşa çıkmak, neticesiz olmak

    حَبِطَ  يَحْبَطُ حَبْطاً

           

    2- يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِنْ تَنْصُرُوا اللَّهَ يَنْصُرْكُمْ وَيُثَبِّتْ أَقْدَامَكُمْ .

    (47/MUHAMMED 7). (Ey iman edenler!) Eğer siz Allah’a (Allah’ın dinine) yardım ederseniz O da size yardım eder, ayaklarınızı sabit tutar (kaydırmaz).

    kimseler

    اَلَّذِينَ

    iman etti

    آمَنَ يُؤْمِنُ إِيماَتاً

    ey iman eden kimseler (اَلَّذِينَ) kimseler (fiilin geriye dönülerek ..en, an diye tercüme edilerek bağlandığı ism-i mevsûl konusu yakında işlenecektir. Şimdilik Kur’ân’da çok geçtiği için kalıb olarak ezberleyiniz.)

    يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا

    ayak

    قَدَمٌ ج أَقْدَامٌ

    sabit tutmak, sebat ve istikrarı mucip iş yapmak

    ثَبَّتَ يُثَبِّتُ تَثْبِيتاً

               

    3- وَإِنْ عَزَمُوا الطَّلاَقَ فَإِنَّ اللّهَ سَمِيعٌ عَلِيمٌ .

    (2/BAKARA  227). Eğer (müddeti içinde dönmeyip kadınlarını) boşamaya karar verirlerse muhakkak ki, Allah işitir ve bilir.

    عَزَمَ  يَعْزِمُ  عَزْماً

    azmetmek, ciddi karar vermek

    اَلطَّلاَقُ

    talak, boşanma

     

     

     

     

    4- …وَإِنْ تُعْرِضْ عَنْهُمْ فَلَنْ يَضُرُّوكَ شَيْئًا وَإِنْ حَكَمْتَ فَاحْكُمْ بَيْنَهُمْ بِالْقِسْطِ إِنَّ اللّهَ يُحِبُّ الْمُقْسِطِينَ .

    (5/MÂİDE 42)…. Eğer onlardan yüz çevirirsen sana hiçbir zarar veremezler. Ve eğer hüküm verirsen, aralarında adaletle hükmet. Allah âdil olanları sever.

    أَعْرَضَ  يُعْرِضُ  إِعْراَضاً عَنْ

    yüz çevirmek

    (Burada olduğu gibi mezîd fiillerin de fiil olmaları dolayısıyla aynı kurala tabi olduğunu unutmayınız. Cevab cümlesindeki fiilin başına (لَنْ) gelmesi dolayısıyla cemi müennes nûnu düşmüştür.  Sonuna zamir alacağı zaman cemi vâvının elifi de düşer.)

    ضَرَّ يَضُرُّ ضَراًّ

    zarar vermek, ziyana sokmak

    حَكَمَ  يَحْكُمُ  حُكْماً

    hükmetmek, fasletmek, hüküm vermek

    اَلْمُقْسِطُ

    adaletli davranan, adil olan

    أَحَبَّ  يُحِبُّ

    sevdi

    اَلْقِسْطُ

    adalet

                 

    5- …مَنْ لَمْ يَجْعَلِ اللَّهُ لَهُ نُورًا فَمَا لَهُ مِنْ نُورٍ .

    (24/NÛR, 40).  …Bir kimseye Allah nûr vermemişse, artık o kimsenin aydınlıktan nasibi yoktur.

    نُورٌ

    nur, ışık, hidayet, hakka götüren deliller

    مَا لَهُ..

    onun yok

    6- قَالاَ رَبَّنَا ظَلَمْنَا أَنْفُسَنَا وَإِنْ لَمْ تَغْفِرْ لَنَا وَتَرْحَمْنَا لَنَكُونَنَّ مِنَ الْخَاسِرِينَ .

    (7/A’RÂF 23. (Adem ile eşi) dediler ki: Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz.

    رَبَّنَا

    (ey) Rabbimiz!

    كاَنَ يَكُونُ

    oldu

    7- مَنْ عَمِلَ صَالِحًا فَلِنَفْسِهِ وَمَنْ أَسَاءَ فَعَلَيْهَا ثُمَّ إِلَى رَبِّكُمْ تُرْجَعُونَ .

    (45/CÂSİYE 15). Kim iyi iş yaparsa kendisi içindir (faydası kendinedir), kim de kötülük yaparsa zararı yine kendinedir. Sonra Rabbinize döndürüleceksiniz.

    صَالِحٌ

    salih olmak, doğru olmak, iyi iş, salih amel

    أَسَاءَ  يُسِيءُ  إِساَءَةً

    kötülük işlemek, ameli ifsad etmek

    رَجَعَ  يَرْجِعُ رَجْعاً

    iade etmek, döndürmek (ayette: dönderilmek)

    8- … الْحَقُّ مِنْ رَبِّكُمْ فَمَنْ شَاءَ فَلْيُؤْمِنْ وَمَنْ شَاءَ فَلْيَكْفُرْ

    (18/KEHF, 29). (Ve de ki) Hak, Rabbinizdendir. Öyle ise kim dilerse iman etsin, kim dilerse inkâr etsin…

    آمَنَ يُؤْمِنُ إِيماناً

    İman etti

    9- … سَلاَمٌ عَلَيْكُمْ كَتَبَ رَبُّكُمْ عَلَى نَفْسِهِ الرَّحْمَةَ أَنَّهُ مَنْ عَمِلَ مِنكُمْ سُوءًا بِجَهَالَةٍ ثُمَّ تَابَ مِنْ بَعْدِهِ وَأَصْلَحَ فَأَنَّهُ غَفُورٌ رَحِيمٌ .

    (6/EN’ÂM, 54). (Ayetlerimize inananlar sana geldiğinde onlara de ki:) Selâm size! Rabbiniz merhamet etmeyi kendisine yazdı. Gerçek şu ki: Sizden kim, bilmeyerek (cahillikle) bir kötülük yapar, sonra ardından tevbe edip de kendini ıslah ederse, (bilsin ki) Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir.

    سُوءٌ

    kötülük, fenalık

    جَهَالَةٌ

    cahillik, taşkınlık, akılsızlık

    تَابَ  يَتُوبُ  تَوْبَةً

    masiyetten dönmek, tevbe etmek

    أَصْلَحَ يُصْلِحُ إِصْلاَحاً

    ıslah etmek, düzeltmek (aralarını bulmak), anlaştırmak

    10- َالْوَزْنُ يَوْمَئِذٍ الْحَقُّ فَمَنْ ثَقُلَتْ مَوَازِينُهُ فَأُولَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ .

    (7/A’RÂF 8). O gün tartı haktır. Kimin (sevap) tartıları ağır gelirse, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.

    ثَقُلَ يَثْقُلُ ثِقَلاً

    ağır gelmek, ağır basmak, racih gelmek

    اَلْوَزْنُ

    tartma, tartı, ölçü

    اَلْمُفْلِحُ

    felaha eren

    اَلْمِيزاَنُ ج اَلْمَوَازِينُ

    tartılar, teraziler

             

    11- وَمَنْ كَانَ فِي هَذِهِ أَعْمَى فَهُوَ فِي الآخِرَةِ أَعْمَى … .

    (17/İSRÂ 72). Kim burda (dünyada Allah’ın çağrısına) kör olursa ahirette de kördür…

    أَعْمَى

    kör

    12- … وَمَنْ شَكَرَ فَإِنَّمَا يَشْكُرُ لِنَفْسِهِ وَمَنْ كَفَرَ فَإِنَّ رَبِّي غَنِيٌّ كَرِيمٌ .

    (27/NEML  40). … Kim şükrederse ancak kendisi için şükretmiş olur, kim nankörlük ederse (bilsin ki), Rabbimin hiçbir şeye ihtiyacı yoktur, çok kerem sahibidir.

    غَنِيٌّ

    zengin

    إِنَّمَا

    ancak

    كَرِيمٌ

    ikram eden, nimet veren

    13- مَنْ كَفَرَ فَعَلَيْهِ كُفْرُهُ وَمَنْ عَمِلَ صَالِحًا فَلِأَنْفُسِهِمْ يَمْهَدُونَ .

    (30/RÛM, 44). Kim inkâr ederse, inkârı kendi aleyhine olur. İyi işler yapanlara gelince, onlar da kendileri için (cennetteki yerlerini) hazırlarlar.

    مَهَدَ  يَمْهَدُ  مَهْداً

    hazırlamak

    14- … وَمَا تُنْفِقُوا مِنْ خَيْرٍ فَإِنَّ اللّهَ بِهِ عَلِيمٌ .

    (2/BAKARA 273. …Hayırdan her ne yaparsanız muhakkak Allah onu bilir.

    أَنْفَقَ  يُنْفِقُ  إِنْفاَقاً

    harcamak

    15- … وَمَا تَفْعَلُوا مِنْ خَيْرٍ يَعْلَمْهُ اللَّهُ …

    (2/BAKARA, 197). …Hayırdan her ne yaparsanız Allah onu bilir.

    16- … وَمَا تُنْفِقُوا مِنْ خَيْرٍ فَلِأَنْفُسِكُمْ …

    (2/BAKARA, 272). …Hayırdan her ne harcarsanız kendiniz içindir 

    17- … مَا سَأَلْتُكُمْ مِنْ أَجْرٍ فَهُوَ لَكُمْ …

    (34/SEBE, 47). (De ki:) Ben sizden ne ücret istemişsem, o sizindir. (Ücretim yalnız Allah’a aittir…)

    اَلْأَجْرُ

    ecir, ücret, mükafat

    18- بَلَى مَنْ كَسَبَ سَيِّئَةً وَأَحَاطَتْ بِهِ خَطِيئَتُهُ فَأُولَئِكَ أَصْحَابُ النَّارِ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ .

    (2/BAKARA, 81). Hayır! Kim bir kötülük eder de kötülüğü kendisini çepeçevre kuşatırsa işte o kimseler cehennem ashabıdır. Onlar orada devamlı kalırlar.

    اَلْخَطِيئَةُ ج اَلْخَطاَياَ

    kasdi işlenen suç, günah

    أَحَاطَ  يُحيِطُ  إِحاَطَةً

    kuşattı

    خَالِدٌ

    bekası devam eden, kalıcı olan

    أَصْحَابُ النَّارِ

    ateşin ashabı (cehennemlik)

                 

    19- … وَمن يَكْفُرْ بِهِ فَأُولَئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ.

    (2/BAKARA, 121). … Onu kimler inkâr ederse, işte gerçekten zarara uğrayanlar onlardır.

    اَلْخَاسِرُ

    zarara uğrayan, yazık eden

    20- فَاذْكُرُونِي أَذْكُرْكُمْ وَاشْكُرُوا لِي وَلاَ تَكْفُرُونِ .

    (2/BAKARA, 152). (Allah buyurdu ki:)  Öyle ise siz beni anın ki ben de sizi anayım. Bana şükredin; sakın bana nankörlük etmeyin.

    zikretti, andı

    ذَكَرَ يَذْكُرُ

     

    (Emrin cevabı olan cevap cümlesindeki muzâri fiilin harekesi görüldüğü gibi sakin (cezimli) olmuştur (لاَ تَكْفُرُونِ) ise nehyi  hazırdır. Nûnu’l vikayenin altındaki esre de düşen mütekellim ya’sının işaretidir.)

  • Vasıl Hemzesi ve Katı Hemzesi

     

    VASIL VE KAT’I HEMZELERİ

    HEMZE-İ VASIL:  Kelime başında bulunan ve yalnız yazıldığı zaman okunan, başka kelimeden sonra geldiğinde yazılsa da okunmadan atlanılan “elif” veya “hemze”ye “hemze-i vasıl” denir. Hemze-i vasıl kelimenin kök harfi olmayıp zâiddir. (أَ إِ أُ) şeklinde değil (اَ اِ اُ) şeklinde yazılır. Kendisinden sonra gelen harf ise sâkin olur. Özetle:

    Başta bulunan hemze okunur:

    اِبْنُهُ – اِمْرَأَتُهُ – اِرْجِعْ – اُدْخُلْ

    Kendilerinden önce kelime gelen hemzeler yani söz arasında gelen hemzeler okunmazlar:

    وَابْنُهُ – وامْرأَتُهُ – فَارْجِعْ – وَادْخُلْ

    Başlarında vasıl hemzesi bulunan kelimeler:

    1. Harf-i târif (ال)’in elifi:       (باَبُ الْبَيْتِ) evin kapısı

    2. Sülâsî (üç harfli) fiillerin emr-i hâzırlarının başındaki elifler:

    إفْتَحْ – وَافْتَحْ  (aç), اُنْصُرْ – وَانْصُرْ   (yardım et),   إفْرَحْ  – وَافْرَحْ(sevin)

    وَاعْفُ عَنَّا يَا كَرِيمُ / وَاعْفُ عَنَّا وَاغْفِر لَنَا وَارْحَمْنَا أنْتَ مَوْلاَنَا فَانْصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِرِينَ.

    (Bizi bağışla ey Yüce!/ Bizi affet, bize mağfiret et, bize merhamet et, Sen bizim Mevlâ’mızsın, kafir topluluklara karşı bize yardım et.)(Bakara, 286)

    3. إفْعاَل        bâbı dışındaki mezîd fiillerin elif ile başlayanlarının mâzî, emr-i hâzır ve masdarlarının başlarındaki elifler:

    قاَلَ اجْتَمِعُوا (اِجْتَمَعَ  يَجْتَمِعُ)   (Dedi: toplanınız!) (emir),   اِنْكَسَرَ – وَانْكَسَرَ (kırıldı)(mâzi)

    اِسْتِقْبَالٌ – وَاسْتِقْبَالٌ (اِسْتَقْبَلَ يَسْتَقْبِلُ اِسْتِقْياَلاً) (karşılamak)(masdar)

    4. Aşağıdaki  kelimelerin başındaki elifler:

    اِسْمٌ

    isim

    اِثْناَنِ

    iki (müz.)

    اِمْرُؤٌ

    erkek

    اِبْنٌ

    oğul

    اِسْتٌ

    arka

    اِثْنَتاَنِ

    iki (müe.)

    اِمْرَأَةٌ

    kadın

    اِبْنَةٌ

    kız

    اَيْمَنُ – اَيْمُ

    yemin olsun

    وَابْنُ فُلانٍ

    filanın oğlu

    وَاثْنَانِ 

    iki

    F  اَلْ’in başına  لِـ    gelirse hemze yazılmaz:اَلْقَلَمُ, لِلْقَلَمِ – اَلصَّفُّ, لِلصَّفِّ

    HEMZE-İ KAT’I: Kelime başında bulunan ve başka kelimeden sonra geldiğinde, hemzesi her zaman yazılıp okunması gereken hemzelere “hemze-i kat’ı” denir. Hemze-i vasılın dışında kalan hemzeler de hemze-i kat’ıdır.

    Başlarında kat’ı hemzesi bulunan kelimeler:

    Hemze-i vasılın dışında kalan hemzeler de hemze-i kat’ıdır. Ayrıntı verecek olursak şunlar olacaktır:

    1. إفْعاَل   bâbının mâzî, emr-i hâzır ve masdarının başındaki hemze:

    وَأَرْسَلَ

    ve gönderdi

    فَأََخْرِجْ

    hemen çıkar

    وَأَكْرَمَ

    ve ikram etti

    وَإِخْرَاجُهُ

    ve onu çıkarması

    2. Muzâri mütekellim’in hemzesi (أَكْتُبُ),

    3. İsmi tafdilin hemzesi (أَفْضَلُ),

    4. Sıfat-ı müşebbehenin hemzesi (أَحْمَرُ),

    5. (أَفْعاَلُ) veznindeki cem-i mükesser’in hemzesi (أَشْياَءُ),

    6. Sülâsî’den gelen mehmûz’ul-fâ’nın hemzesi (أَخَذَ),

    7. Taaccüb fiillerinin hemzeleri (أَفْعِلْ بِهِ)(ماَ أَفْعَلَهُ),

    8. Hemze ile başlayan Arapça’ya dışarıdan giren yabancı özel isimlerin hemzesi (إِبْراَهِيمُ),

    9. Yabancı olmayıp evveli hemze ile başlayan cins isimlerin hemzesi (أَسَدٌ)(aslan), (إِبِلٌ)(develer),

    10. Soru harfi olan (أَ) hemze (أَ لَمْ نَشْرَحْ لَكَ صَدْرَكَ ؟) (Biz senin göğsünü açıp  genişletmedik mi? İnşirah, 1),

    11. Nidâ harfi olan (أَ) hemze (أَ رَجُلُ!) (Ey adam!)[1].

  • İsmi Mevsul ve Sıla Cümlesi

     

    İSM-İ MEVSUL

     

    Kendisinden sonra gelen ve sıla cümlesi denen cümleyi açıklayan isimlere ism-i mevsul denir. Temel ism-i mevsuller şunlardır:

    ماَ

    ki o şey

    مَنْ

    ki o kimse

    الَّذِي

    ki o

    Türkçe’ye ..ki, dığı, ..diği, ..en, ..an manasıyla tercüme edilir.

    اَلْبَيْتُ الَّذِي رَأَيْتُهُ…

    gördüğüm ev

    اَلْحَجَرُ الَّذِي كَسَرْتُهُ…

    kırdığım taş

    اَلْحَجَرُ الَّذِي كَسَرْتُهُ كَبِيرٌ.

    Kırdığım taş büyüktür.

    İsm-i mevsuldan sonraki cümleye de “Sıla cümlesi” denir.

    İsm-i mevsuller ikiye ayrılır:

    1- Hususî İsm-i Mevsul

    2- Müşterek İsm-i Mevsul

    1- Hususî İsm-i Mevsul (اَلْاِسْمُ المَوْصُولُ الْخاَصُّ)

    Müzekker ve müennesleriyle birlikte müfred, tesniye ve cemileri bulunan ism-i mevsullerdir. Tesniyeleri hariç mebnîdirler[1].

     

     

    Cem

    Tesniye

    Müfred

     

     

    Müzekker

    اَلَّذِينَ

    اَللَّذاَنِ – اَللَّذَيْنِ

    اَلَّذِي

     

     

     

    O kimseler

    O iki kimse

    O kimse

     

     

    Müennes

    اَللَّوَاتِي- اَللاَّتِي[2]

    اَللَّتَانِ – اَللَّتَيْنِ

    اَلَّتِي

     

    جَاءَ الرَّجُلُ الَّذِي ضَرَبَنيِ.

    Beni döven adam geldi.

    رَأَيْتُ الَّذِينَ زَارُوا أَخِي.

    Karde‏şimi ziyaret eden (kimse)leri gördüm.

    جَاءَتِ الْمَرْأَةُ الَّتي عَلَّمَتْنِي.

    Bana öğreten kadın geldi.

    اَلرَّبِيعُ هُوَ الْفَصْلُ الَّذي يُحِبُّهُ النَّاسُ.

    Bahar insanların sevdiği mevsimdir.

                   

    Arapça’da her ism-i mevsulden sonra görüldüğü gibi kendinden önceki kelimeyi açıklayan ve manasını tamamlayan bir ilgi cümlesi mutlaka bulunur.

    اَعْبُدُ اللهَ الَّذِي خَلَقَنِي.

    Beni yaratan Allah’a ibadet ederim.

    F       خَلَقَنِي cümlesi أَلَّذِي den önce gelen الله  kelimesini açıklamaktadır.

     

    İsm-i mevsullerden her biri tekil çoğul, müzekker ya da müennes oluşlarına göre kullanılır:

    جاَءَ الَّذِي رَأَيْتُهُ.

    (Kendisini) gördüğüm kimse geldi (müf.) .

    جاَءَ الَّذِينَ رَأَيْتُهُمْ.

    (Kendilerini) gördüğüm kimseler geldi (cem.) .

    جاَءَ اللَّذاَنِ رَأَيْتُهُماَ.

    (Kendilerini) gördüğüm iki kişi geldi (tesniye.) .

    رَأَيْتُ اللَّذَيْنِ ذَهباَ.

    Giden iki kişiyi gördüm (tesniye) .

    Böylece artık cümle, temel cümleye bağlanan içinde fiil de bulunabilen bir yan cümlecik daha almış, basit cümleden mürekkep cümle haline gelmiştir.

    *Has ism-i mevsuller hem akıllılar hem de eşya ve hayvanlar için kullanılır.

    2) Müşterek İsm-i Mevsul (اَلْاِسْمُ المَوْصُولُ الْمُشْتَرَكُ)

    Müzekker ve müennesleriyle birlikte müfred, tesniye ve cemileri bulunmayan ism-i mevsullerdir.

    ماَ

    ki o şey

    مَنْ

    ki o kimse

    اَيٌّ

    ki o kimse, ki o şey, herhangi, hangi

    (مَنْ) hem müzekker hem müennes ortak olmak üzere akıllı varlıklar (insanlar) için, (ماَ) ise genellikle insanlardan başkası için, hayvan ve eşya için kullanılır.

    نَزَلَ مَنْ رَكِبَ الْحاَفِلَةَ.

    Otobüse binen (binen kimse) indi.

    نَزَلَ مَنْ رَكِبوُا الْحاَفِلَةَ.

    Otobüse binenler (binen kimseler) indi.

    عَرَفْتُ مَا عِنْدَكَ.

    Yanında olanı tanıdım (Yanındakini tanıdım) .

    (مَنْ) (ماَ) (اَيُّ) ortak ism-i mevsulleri durumuna göre bütün kişileri belirtmek için has ism-i mevsullerin yerine kullanılır. Müfred ve müzekkerleri de aynı olduğu için hem müfred hem de cemi manasına geçer. Hangi şahıs için kullanıldığı ism-i mevsulden sonra gelen sıla cümlesindeki zamirden anlaşılır.

    جاَءَ مَنْ رَأَيْتُهُ

    Gördüğüm kimse geldi (müz.) .

    جاَءَ مَنْ رَأَيْتُهاَ

    Gördüğüm kimse geldi (müe.) .

    جاَءَ مَنْ رَأَيْتُهُمْ

    Gördüklerim geldi.

    رَأَيْتُ مَنْ جَاءَ إلى بَيْتِكُمْ.

    Evinize gelen kimseyi (adamı) gördüm.

    (Evinize geleni gördüm de denilebilir.)

    سَوْفَ يُوَفِّقُ مَنْ يَجْتَهِدُ.

    Çalışan kimse muvaffak olacaktır.

    أَكْتُبُ مَا أَطْلُبُ مِنَ الْكُتُبِ.

    Kitaplardan istediğimi (istediğim şeyi) yazarım.

    أَيٌّ (herhangi, hangi) kelimesinin yerine (مَنْ) ve (ماَ) konabiliyorsa ism-i mevsul olur ancak mu’rabtır (duruma göre son harekesi değişir). Diğerleri kadar kullanılmaz.

    إِقْرَأْ أَياًّ ناَفِعاً.

    Faydalı olanı oku.

    يُعْجِبُنِي[3] اَيٌّ أَدَّى واَجِبَهُ.

    Görevini yapan kimse hoşuma gider.

    . (نَعْلَمُ مَنْ هُوَ شُجاَعٌ) نَعْلَمُ أَيُّهُمْ هُوَ شُجاَعٌ

    Hangisinin cesur olduğunu biliyoruz.

    Mesela son cümlede (أَيٌّ) yerine (مَنْ) konabildiği için ism-i mevsuldür ve fâili sorduğu için zamme ile merfûdur. Esasen (أَيُّهُمْ)’den sonrası (نَعْلَمُ) fiilinin mahallen mansub mef’ûlü’dür.

    (أَيٌّ) aynı zamanda isimlere muzâf olur, anlamını muzâf olduğu isimden alır.

    يَحْفَظُ التِّلْمِيذُ أَيَّ سُورَةٍ يَخْتاَرُ[4] مِنَ الْقُرْآنِ.

    Öğrenci Kur’ân’dan seçtiği herhangi bir sûreyi ezberler.

    نُصَلِّي فِي أَيِّ مَسْجِدٍ فِي الْمَدِينَةِ.

    Şehirde herhangi bir camide namaz kılarız.

    (أَيٌّ) kelimesinin müennesi (أَيَّةُ) dur.

    إِحْفَظْ أَيَّةَ النِّساَءِ قاَلَتْ هَذاَ.

    Bunu kadınların hangisinin dediğini sakla (söyleme)

    تَنْجَحُ أَيَّةُ الطاَّلِباَتِ هِيَ مُجْتَهِدَةٌ.

    Çalışkan olan kız öğrenci başarır.

    *(اَلَّذِينَ  )(اَللَّوَاتِي) akıllıların çoğulu için kullanılır.

    (اَلَّتِي) ve (ماَ) akılsız çoğullar içinde kullanılır:

    قَرَأْتُ الْمَقاَلاَتِ الَّتِي كَتَبْتَهاَ.

    Yazdığın makaleleri okudum.

    قَرَأْتُ ماَ كَتَبْتَ مِنْ مَقاَلاَتٍ.

    Makalelerinden yazdıklarını okudum.

    *İsm-i mevsul marife isimden sonra geldiğinde sıfat olur:

    جاَءَ الرَّجُلُ الَّذِي رَأَيْتُهُ.

    Gördüğüm adam geldi.

    قَرَأْتُ الْكِتاَبَ الَّذِي قَرَأْتَهُ.

    Okuduğun kitabı okudum.

    Son cümlede (اَلَّذِي) (الْكِتاَبَ) kelimesinin sıfatıdır.

     

    İsm-i Mevsulun Cümlenin Unsurlarından Biri olması:

    İsmi mevsul; fâil, mef’ûl  ya da mübtedâ, haber ve nevasihtan (inne, kane ve kardeşleri) birinin ismi ve haberi gibi herhangi bir unsuru olabilir. O zaman cümle içindeki yerine göre mahallen merfû, mahallen mansûb ya da mahallen mecrûr olur.

    İsm-i mevsul fâil durumunda:

    سَجَدَ الَّذِي سَمِعَ الْأَمْرَ.

    Emri işiten kimse secde etti.

    هَلْ يَسْتَوِي الَّذِينَ يَعْلَمُونَ وَ الَّذِينَ لاَ يَعْلَمُونَ ؟

    Bilen kimselerle bilmeyenler bir olur mu? (Zümer, 9)

     

    قاَلَ الَّذِينَ كَفَرُوا.

    Küfredenler (küfreden kimseler) dedi:

    Meselâ son cümlede (الَّذِينَ),( قاَلَ) fiilinin fâilidir. Mahallen merfûdur.

    İsm-i mevsul mef’ûl durumunda:

    اِسْأَلْ مَنْ يَعْرِفُ.

    Bilen kimseye (ya da bilen kimselere) sor.

    Bu cümlede (مَنْ),( اِسْأَلْ) fiilinin mef’ûlüdür. Mahallen mansûbtur.

    İsm-i mevsul mübtedâ durumunda:

    اَلَّذِي يَقْرَأُ يَتَعَلَّمُ.

    Okuyan kimse öğrenir[5].

    Haber     Mübtedâ

     

    İsm-i mevsul haber durumunda:

    ..هَذَا   الَّذِي رُزِقْنَا مِن قَبْلُ..

                                   Haber        Mübt.

    ..Bu (meyveler), bundan önce (dünyada) rızıklandığımız şeydir (dediler)..(Bakara, 25)

    هَذَا هُوَ النَّبِيُّ الَّذِي وَجَدُوا (وَجَدُوهُ) فِي كِتاَبِهِمْ.

                                                                     Haber           Mübt

    Bu (kendisini) kitaplarında buldukları peygamberdir.

    İsm-i mevsul nevâsih’in ismi durumunda:

    إِنَّ الَّذِينَ سَمِعُوا قَوْلَ النَّبِيِّ هُمُ الصاَّلِحُونَ.

                                              İnne’nin Haberi                                 İnne’nin İsmi

    Peygamber’in sözünü dinleyen kişiler salih kişilerdir.

    إِنَّ مَنْ يَقْرَأُ يَتَعَلَّمُ.

    Muhakkak ki okuyan kimse öğrenir[6].

                                   İnne’nin Haberi  İnne’nin İsmi

     

     Sıla Cümlesinin Özellikleri:

    Sıla cümlesi âid (bağlaç) denilen açık veya gizli bir zamirle mevsul isme bağlıdır. Bu zamir açık değilse kişi onu mevsul ismin türüne göre takdir eder. Aid zamiri sayı, müzekkerlik-müenneslik yönünden mevsul isme uygun olur.

    İsm-i mevsuldan sonraki sıla cümlesi;  isim cümlesi, fiil cümlesi, şibh-i cümle (cümle benzeri) olarak zarflı ya da harf-i cerli cümle parçalarıyla ana cümleye bağlanır.

    İsim Cümlesi olarak:

    حَضَرَتِ السَّيِّدَةُ الَّتِي هِيَ جَمِيلَةٌ.

    Güzel olan bayan geldi.

    Fiil Cümlesi olarak:

    أُحِبُّ الَّذِي يُعَلِّمُنِي.

    Bana öğreten kimseyi severim.

    رَأَيْتُ الرَّجُلَ الَّذِي جاَءَ.

    Gelen adamı gördüm.

    Not: İsim ya da fiil cümlesi temel cümleye bağlanırken ..en,  ..an, ..dığı ekleriyle tercüme edilir.

    Şibh-i Cümle (Zarflı cümle parçası) olarak:

    أَخَذْتُ الْقَلَمَ الَّذِي أَماَمَكَ.

    Önündeki kalemi aldım.

    Şibh-i Cümle (Harf-i cerli cümle parçası) olarak:

    رَأَيْتُ الطُّيُورَ الَّتِي فِي الْحَدِيقَةِ.

    Bahçedeki kuşları gördüm.

    Not: Şibh-i cümle (zarf ya da harf-i cerli isim) olduğunda …ki, ..bulunan, ..olan eklerini alarak cümleye bağlanır.

    *Aid zamiri bazen terkedilebilir. Fakat ismi mevsul kendisinden sonra gelen ve harf-i ceri olan bir fiilin mef’ûlü ise zamirin harf-i cere eklenmesi zorunludur:

    دَخَلَ عَلَى

    birine gitti, yanına gitti

    إِنَّ النِّساَءَ اللاَّتِي دَخَلْناَ عَلَيْهِنَّ. …

    Kendilerine gittiğimiz kadınlar

    جاَءَ بِ

    getirdi

    ماَ هَذِهِ الْأَشْياَءُ الَّتِي جاَؤُا بِهاَ ؟

    Onların getirdikleri bu şeyler nedir?

    *Belirsiz nekre bir kelimeden sonra mevsul kullanılmaz fakat varmış gibi tercüme edilir:

    قَدْ جاَءَ رَسُولٌ (مِنْكُمْ) دَعاَناَ إِلَى الْإِسْلاَمِ.

    (Sizin içinizden) bizi İslâm’a çağıran bir peygamber geldi.

      

     

    مَنْ  ve  مَا lar başa geldiği zaman soru işareti olduğu gibi, cümledeki yerine göre çoğul manası taşıyan ism-i mevsul olabilirler:

    مَا عِنْدَكَ يَمُوتُ[7] وَمَا عِنْدَ اللهِ بَاقٍ[8].

    Senin yanındakiler ölür fakat Allah’ın yanındakiler (yanındaki şeyler) bâkidir.

    مَا عِندَكُمْ يَنفَدُ وَمَا عِندَ اللّهِ بَاقٍ..

    Sizin yanınızdaki (dünya malı) tükenir, Allah katındakiler ise bâkidir… (Nahl, 96)

    …لَهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ…

    ..Göklerde ve yerde bulunanlar (bulunan şeyler) O’nundur.. (Bakara, 116).

    Genel Cümle Örnekleri

    1- أَيْنَ تَسْكُنُ ؟ أَسْكُنُ فيِ الرِّياَضِ . فيِ أَيِّ حَيٍّ تَسْكُنُ ؟ أَسْكُنُ فيِ حَيِّ الْعِماَراَتِ . ماَ اسْمُ الْعِماَرَةِ الَّتيِ تَسْكُنُ فيِهاَ ؟ اِسْمُهاَ عِماَرَةُ السَّلاَمِ.

    2- ماَ اسْمُ الْحَيِّ الَّذيِ تَسْكُنُ فيِهِ ؟  اِسْمُ الْحَيِّ الَّذيِ أَسْكُنُ فيِهِ : حَيُّ الْعِماَراَتِ .

    3- مُحَمَّدٌ هُوَ الَّذيِ مَسَحَ السَّبوُّرَةَ – مَنِ الَّذيِ يَتَناَوَلُ الْقَهْوَةَ ؟ هَذاَ جَدِّي. مَنِ الَّتيِ تُشاَهِدُ التِّلِفِزْيُونَ؟ هَذِهِ جَدَّتيِ – اَلطِّفْلُ يَقُولُ الَّذِي ماَ يَفْعَلُهُ.

    4- اَلَّتيِ تُنَظِّفُ الْحَديِقَةَ هِيَ واَلِدَةُ أَحْمَدَ – اَلَّذيِ يَتَناَوَلُ الْقَهْوَةَ هُوَ جَدُّ أَحْمَدَ .

    5- مَنِ الَّتيِ تُنَظِّفُ الْحَديِقَةَ ؟  أُخْتُ خاَلِدٍ هِيَ الَّتيِ تُنَظِّفُ الْحَديِقَةَ .

    6- اَلْعِيدُ الَّذِي يأْتِي[9] بَعْدَ رَمَضاَنَ هُوَ عِيدُ الْفِطْرِ – ماَ الْأَعْماَلُ الْمُهِمَّةُ الَّتِي تَقُومُ بِهاَ[10] كُلَّ أُسْبُوعٍ ؟

    7- ماَ حَلُّ السُّؤاَلِ الَّذِي قَرَأْتَهُ فِي الدَّرْسِ الْماَضِي ؟ وَجَدَ السُّكاَّنُ الطِّفْلَةَ الَّتِي يَبْحَثُ عَنْهاَ[11] الْواَلِداَنِ – يَبِيعُ التاَّجِرُ الْأَشْياَءَ الَّتِي يَحْتاَجُ إِلَيْهاَ[12] الناَّسُ .

    8- يَشْتَرِي الْآباَءُ الْكُتُبَ الَّتِي يَهْتَمُّ بِهاَ[13] الْأَبْناَءُ – أَحْضَرَ الْاِبْنُ الْهَدِيَّةَ الَّتِي فَكَّرَتْ فِيهاَ الْأُمُّ.

    9- سَمِعَتْ فاَطِمَةُ بِماَ صَنَعَتْهُ لَيْلَى – سَمِعَ الْمُدَرِّساَنِ بِماَ صَنَعَهُ الْمُهَنْدِسُونَ – شَهِدَ الرَّجُلُ بِماَ قاَلَتْهُ الْمَرْأَةُ – شَهِدَ أَحْمَدُ بِماَ قاَلَهُ إِبْراَهِيمُ – بَدَاَ أَحْمَدُ بِماَ قاَلَهُ إِبْراَهِيمُ – بَدَأَ الرَّجُلُ بِماَ نَسِيَتْهُ الْمَرْأَةُ .

    10- قاَلَ تَعاَلَى: “ياَ أَيُّهاَ الَّذِينَ آمَنُوا كُتِبَ عَلَيْكُمُ الصِّياَمُ كَماَ[14] كُتِبَ عَلَى الَّذِينَ مِنْ قَبْلِكُمْ “.

    11- هَلِ الْكِتاَبُ الَّذِي عَلَى اليَساَرِ مِثْلُ[15] الْكِتاَبِ الَّذِي عَلَى الْيَمِينِ ؟

    12- ماَ أَنْواَعُ الْمَعاَرِضِ الَّتِي تَعْرِفُهاَ ؟ أَعْرِفُ مَعاَرِضَ الرَّسْمِ وَالْكُتُبِ والسَّياَّرَاتِ وَالْمَلاَبِسِ- لِماَذاَ يَذْهَبُ الناَّسُ إِلَى الْمَعاَرِضِ ؟ لِماَ فِيهاَ مِنْ فَواَئِدَ[16] وَ مَعْلُوماَتٍ .

    Tercüme:

    1- Nerde oturuyorsun? Riyad’da oturuyorum. Hangi mahallede oturuyorsun? “Apartmanlar” mahallesinde oturuyorum. İçinde oturduğun apartmanın ismi nedir? Onun ismi Selâm (Barış) apartmanıdır.

    2- Oturduğun mahallenin ismi nedir? Onun oturduğu mahallenin ismi “Apartmanlar” mahallesidir.

    3- Tahtayı silen Muhammed’dir. (Muhammed ki o tahtayı sildi). Kahveyi içen (alan) kimdir? Bu dedemdir. Televizyon seyreden (müe.) kimdir? Bu ninemdir. Çocuk yapmadığı şeyi söyler.

    4- Bahçeyi temizleyen (ki o)Ahmed’in annesidir. Kahveyi içen Ahmed’in dedesidir.

    5- Bahçeyi temizleyen kimdir? Halid’in kızkardeşi (işte o)[17] bahçeyi temizleyendir.

    6- Ramazan’dan sonra gelen bayram Ramazan Bayramıdır. Her hafta yerine getirdiğin mühim işler nedir?

    7- Geçen derste okuduğun sorunun çözümü nedir? (Mahalle) sakinleri ana babanın aradığı küçük kızı buldu. Tâcir insanların ihtiyacı olan şeyleri satar.

    8- Babalar oğulların önem verdiği kitapları satın alır. Oğul annenin düşündüğü hediyeyi getirdi.

    9- Fâtıma Leylâ’nın yaptığı şeyleri duydu. İki öğretmen mühendislerin yaptığı şeyleri duydu. Adam kadının söylediği şeylere şahit oldu. Ahmet İbrâhim’in söylediği şeylere şahit oldu. Ahmet İbrahim’in dediği şeylerle başladı. Adam kadının unuttuğu şeylerle başladı.

    10- Allâhu Teâlâ: “Ey iman edenler! Sizden öncekilere yazıldığı (farz kılındığı) gibi oruç size (de) farz kılındı.

    11- Soldaki  kitap sağdaki kitap gibi midir?

    12- Bildiğin sergi çeşitleri nelerdir? Resim, kitap, araba ve elbise sergilerini biliyorum. İnsanlar niçin sergilere gider? İçersindeki faydalar ve bilgiler için.

    ¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯

    İSM-İ MEVSÛL İLE İLGİLİ AYETLER

    1- هَذِهِ جَهَنَّمُ الَّتِي يُكَذِّبُ بِهَا الْمُجْرِمُونَ .

    (55/RAHMÂN, 43). İşte bu, suçluların yalanladıkları cehennemdir.

    suçlu, günahkar

    اَلْمُجْرِمُ

    yalanladı

    كَذَّبَ يُكَذِّبُ تَكْذِيباً

    2- وَاذْكُرْنَ مَا يُتْلَى فِي بُيُوتِكُنَّ مِنْ آيَاتِ اللَّهِ وَالْحِكْمَةِ إِنَّ اللَّهَ كَانَ لَطِيفًا خَبِيرًا .

    (33/AHZÂB, 34). (Ey Peygamber hanımları!) Evlerinizde okunan Allah’ın âyetlerini ve hikmeti hatırlayın. Şüphesiz Allah, her şeyin iç yüzünü bilendir ve her şeyden haberi olandır.

    okumak, kraat etmek [daha sonra göreceğimiz gibi illetli fiillerde müfred muzârinin sonundaki (و), muzâri meçhûllerde üstünü temsil eden elifi maksureye (ى) dönüşür.]

    تَلاَ يَتْلُو تِلاَوَةً

    hikmet (doğru olduğu tahakkuk eden her türlü söz, amel)

    اَلْحِكْمَةُ

    3- يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لِمَ تَقُولُونَ مَا لاَ تَفْعَلُونَ .

    (61/SAFF, 2). Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz?

    niçin

    لِمَ

    Ey iman eden kimseler!

    يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا

    4- كَبُرَ مَقْتًا عِنْدَ اللَّهِ أَنْ تَقُولُوا مَا لاَ تَفْعَلُونَ .

    (61/SAFF, 3). Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz, Allah katında büyük bir nefretle karşılanır.

    büyümek, büyük olmak

    كَبُرَ يَكْبُرُ كِبَراً

    kızdırıcı husus, şiddetli kızma

    اَلْمَقْتُ

    5- أَ رَأَيْتَ الَّذِي يُكَذِّبُ بِالدِّينِ .

    (107/MÂÛN, 1). Dini yalanlayanı gördün mü?

    6- فَذَلِكَ الَّذِي يَدُعُّ الْيَتِيمَ .

    (107/MÂÛN, 2). İşte o kimse yetimi itip kakar;

    kovmak, itelemek, azarlayarak itip kakmak, defetmek

    (ayette: sert davranarak (azarlayarak) kovmak)

    دَعَّ يَدُعُّ دَعّاً

    7- وَلاَ يَحُضُّ عَلَى طَعَامِ الْمِسْكِينِ .

    (107/MÂÛN, 3). Yoksulun doyurulmasına teşvik etmez;

    teşvik etmek

     

     

     

    حَضَّ يَحُضُّ حَضاًّ

    8- مَنْ كَانَ يُرِيدُ الْعَاجِلَةَ عَجَّلْنَا لَهُ فِيهَا مَا نَشَاءُ لِمَنْ نُرِيدُ ثُمَّ جَعَلْنَا لَهُ جَهَنَّمَ يَصْلاهَا مَذْمُومًا مَدْحُورًا .

    (17/İSRÂ, 18). Her kim aceleyi (peşin mükafatlı bu çarçabuk geçen dünyayı) dilerse ona, yani dilediğimiz kimse için dilediğimiz şeyi (dilediğimiz kadarını) dünyada acele (hemen verir), sonra onu, kınanmış ve kovulmuş olarak gireceği cehenneme kılarız (sokarız).

    dünya

    اَلْعَاجِلَةُ

    çabuklaştırmak, hızlandırmak

    عَجَّلَ يُعَجِّلُ تَعْجِيلاً

    uzaklaştırılmış, kovulmuş (ism-i mef’ûl)

    مَدْحُورٌ (دَحَرَ يَدْحُرُ)

    ayıplanmış, zemmedilmiş (ism-i mef’ûl)

    مَذْمُومٌ (ذَمَّ)

    (ateşe) atılmak, ateşe maruz bırakılmak, (ateşe) yaslanmak

    صَلَى يَصْلَى صِلِياًّ

    9- تِلْكَ الدَّارُ الْآخِرَةُ نَجْعَلُهَا لِلَّذِينَ لاَ يُرِيدُونَ عُلُوًّا فِي الْأَرْضِ وَلاَ فَسَادًا وَالْعَاقِبَةُ لِلْمُتَّقِينَ .

    (28/KASAS, 83). İşte ahiret yurdu! Biz onu yeryüzünde böbürlenmeyi ve bozgunculuğu arzulamayan kimseler için kılarız (veririz.) (En güzel) âkıbet,  müttakîlerindir (takvâ sahiplerinindir).

    üstünlük, cebir, böbürlenmek

    عَلاَ يَعْلُو عُلُوًّا

    10- وَالَّذِينَ لاَ يَشْهَدُونَ الزُّورَ وَإِذَا مَرُّوا بِاللَّغْوِ مَرُّوا كِرَامًا .

    (25/FURKÂN, 72). O kimseler (O mü’min kullar), yalan yere şahitlik etmezler, boş sözlerle karşılaştıklarında vakarlı olarak (oradan) geçip giderler.

    batıl, boş, hakikatsiz, asılsız

    اَلزُّورُ

    geçmek, uğramak, hareket etmek, yürümek

    (ayette: geçmek, karşılaşmak, rastgelmek (“Boş işe rastgeldikleri zaman, bulaşmadan güzelce geçip giderler” mealinde)

    مَرَّ يَمُرُّ مَراًّ بِ

    boş söz, çirkin söz/ boş şey (boş konuşma vs.)/ boş yere yemin etme. (ayette: boş şey (faydasız söz ve iş)

    اَللَّغْوُ

    şerefliler (boş sözler ve boş işlerden kaçınan Allah’ın müttekî kulları)

    كِرَامٌ

    11- وَالَّذِينَ جَاؤُوا مِنْ بَعْدِهِمْ يَقُولُونَ رَبَّنَا اغْفِرْ لَنَا وَلِإِخْوَانِنَا الَّذِينَ سَبَقُونَا بِالْإِيمَانِ وَلاَ تَجْعَلْ فِي قُلُوبِنَا غِلاًّ لِلَّذِينَ آمَنُوا رَبَّنَا إِنَّكَ رَؤُوفٌ رَحِيمٌ .

    (59/HAŞR, 10). Bunların arkasından gelenler (şöyle) derler: Rabbimiz! Bizi ve bizden önce gelip geçmiş imanlı kardeşlerimizi bağışla; kalplerimizde, iman edenlere karşı hiçbir kin bırakma! Rabbimiz! Şüphesiz ki sen çok şefkatli, çok merhametlisin!

    bağışlamak, mağfiret etmek 

    غَفَرَ يَغْفِرُ غُفْراَناً

    tekaddüm etmek, öne geçmek / geçmek.(Ayette: önce geçmek)

    سَبَقَ يَسْبِقُ سَبْقاً

    galeyanlı kin, kinin galeyanı (kaynaşması)

    اَلْغِلُّ

    çok merhametli, (Esmâ-i ilâhiyeden; Kullarını kötülüklerden esirgeyen)

    رَؤُوفٌ

    12- فَلْيَنْظُرِ الْإِنْسَانُ مِمَّ خُلِقَ {86/5} خُلِقَ مِنْ ماَءٍ دَافِقٍ .

    (86/TÂRIK, 5, 6). İnsan neden yaratıldığına bir baksın! Atılan bir sudan yaratıldı.

     neden (ne + den)

    مِمَّ  (مِنْ + ماَ)

    birden boşalan, dökülen, def’aten akıtan, akıtılan (ism-i fâil)

    دَافِقٌ

    13- إِنَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ سَيَجْعَلُ لَهُمُ الرَّحْمَنُ وُدًّا .

    (19/MERYEM, 96). Gerçek şu ki, iman edip iyi (şeyler) yapanlar için Rahman (olan Allah), (gönüllerde) bir sevgi yaratacaktır.

    sevgi, muhabbet (kalplerde sevgi besleme)

    وُدٌّ

    14- ن وَالْقَلَمِ وَمَا يَسْطُرُونَ .

    (68/KALEM, 1). Nûn. Kaleme ve (satır satır) yazdıklarına andolsun ki,

    Kaleme ..  andolsun ki, yemin olsun ki (Ayetlerin başında gelen ve kendisinden sonraki kelimeyi esreleyen (و) vâvu’l-kasem’dir. Yâni yemin vâvıdır.)

    وَالْقَلَمِ

    yazmak, ifadeyi satıra dökmek/dizmek, saf yapmak

    سَطَرَ يَسْطُرُ سَطْراً

    15- أَمْ حَسِبْتُمْ أَن تُتْرَكُوا وَلَمَّا يَعْلَمِ اللّهُ الَّذِينَ جَاهَدُوا مِنْكُمْ وَلَمْ يَتَّخِذُوا مِنْ دُونِ اللّهِ وَلاَ رَسُولِهِ وَلاَ الْمُؤْمِنِينَ وَلِيجَةً وَاللَّهُ خَبِيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ .

    (9/TEVBE, 16). Yoksa, Allah, sizden, cihad edenleri, Allah, peygamber ve müminlerden başkasını sırdaş edinmeyenleri bilmeden (ortaya çıkarmadan) bırakılacağınızı mı (terk edileceğinizi mi) sandınız? Allah yaptığınız şeylerden haberdardır.

    Allah’dan başkasını

    مِنْ دُونِ اللّهِ

    sırdaş, içte saklı iyi hisler

    وَلِيجَةٌ

    16- الم ¯ ذَلِكَ الْكِتَابُ لاَ رَيْبَ فِيهِ هُدًى لِلْمُتَّقِينَ .

    (2/BAKARA, 1,2). Elif. Lâm. Mîm. O (Kur’ân) kendisinde  hiç şüphe bulunmayan bir kitaptır. O, müttakîler (sakınanlar ve arınmak isteyenler) için bir yol göstericidir.

    şüphe, tereddüt

    اَلرَّيْبُ

    yol gösterici (sonu illetli harfle biten bu kelime merfû mansûb ve mecrûr hallerinde de aynı gelir.)

    هُدًى

     17- اَلَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ وَيُقِيمُونَ الصَّلاةَ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَ .

    (2/BAKARA, 3). Onlar (müttakî kimseler) gayba inanırlar, namaz kılarlar, kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden infak ederler (Allah yolunda harcarlar).

     

    ikame etmek, yerine getirmek

    أَقاَمَ  يُقِيمُ  إِقاَمَةً

    inandı, iman etti

    آمَنَ  يُؤْمِنُ  إِيماَناً بِ

    harcadı, sarfetti

    أَنْفَقَ  يُنْفِقُ  إِنْفاَقاً

    18-  أُولَئِكَ عَلَى هُدًى مِنْ رَبِّهِمْ وَأُولَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ .

    (2/BAKARA, 5). İşte onlar, Rablerinden (gelen) bir hidayet üzeredirler ve kurtulanlar (kurtuluşa erenler de ancak) onlardır.

    kurtulan (kurtuluşa eren)

    اَلْمُفْلِحُ

    19- يَوْمَ يُحْمَى عَلَيْهَا فِي نَارِ جَهَنَّمَ فَتُكْوَى بِهَا جِبَاهُهُمْ وَجُنُوبُهُمْ وَظُهُورُهُمْ هَذَا مَا كَنَزْتُمْ لأَنْفُسِكُمْ …

    (9/TEVBE, 35). (Bu paralar) cehennem ateşinde kızdırılıp bunlarla onların alınları, yanları ve sırtları dağlanacağı gün (onlara denilir ki): “İşte bu kendiniz için biriktirdiğiniz servettir…”

    kızdırmak, sıpsıcak hale getirmek, (ateşe) tutmak (ayette meçhûlü)

    حَمَى يَحْمِي

    alın, alnın ortası

    اَلْجَبْهَةُ ج اَلْجِبَاهُ

    dağlamak

    كَوَى يَكْوِي كَياًّ

    yan. istiâre olarak iş, durum, yakın cihet manalarına da gelir.

    اَلْجَنْبُ ج اَلْجُنُوبُ

    sırtlar

    اَلظُّهُورُ

    biriktirmek

    كَنَزَ يَكْنِزُ كَنْزاً

    20- … وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ مِنْهُمْ مَغْفِرَةً وَأَجْرًا عَظِيمًا .

    (48/FETİH, 29). …Allah onlardan inanıp iyi işler yapanlara mağfiret ve büyük mükâfat vâdetmiştir.

  • İlletli Fiiller Nakıs Fiil

     

    C) NÂKIS FİİL

    Lâme’l-fiili (yani son harfi) illet harfi olan fiildir.

    Son harfi vâvdan (و) kaynaklanan uzun elif ise nâkıs-i vâvî,

    دَعَوَ

    den

    دَعَا

    dua etti, çağırdı

    Son harfi yâ (ي ) den kaynaklanan maksûre elif ise nâkıs-i yâî olur.  Fiilde ي  yazılmasına rağmen elif gibi çekerek okunur. Bu tip üstünden sonra gelen (ى) ler noktasız yazılır.

    رَمَىَ

    den

    رَمَى

    attı

    Ecvef fiilin üç çeşit çekimi olmasına karşılık nâkıs fiilin mâzî ve muzârilerinin ayne’l-fiilindeki durumu itibariyle dört çeşit fiil vardır:

    غَزَا  يَغْزُو

    savaştı

    رَمَى  يَرْمِي

    attı

    رَضِيَ   يَرْضَى

    razı oldu

    سَعَى يَسْعَى

    çalıştı

    Şimdi sırayla, sabır ve dikkatle bunların çekimini işleyelim.

    a)1. Babdan gelen Nâkıs-i vâvî       

    غَزَا  يَغْزُو   savaştı   (Aslı birinci babdan غَزَوَ يَغْزُوُ)

     

    Muzâri Çekimi

     

          Mâzî Çekimi

    يَغْزُو  يَغْزُوَانِ   يَغْزُونَ

    غَزَا      غَزَواَ      غَزَوْا

    تَغْزُو  تَغْزُواَنِ  يَغْزُونَ

    غَزَتْ    غَزَتَا      غَزَوْنَ

     

     

    تَغْزُو  تَغْزُواَنِ  تَغْزُونَ

    غَزَوْتَ  غَزَوْتُماَ  غَزَوْتُمْ

    تَغْزِينَ  تَغْزُواَنِ  تَغْزُونَ

    غَزَوْتِ  غَزَوْتُماَ  غَزَوْتُنَّ

    أَغْزُو   نَغْزُو     نَغْزُو

    غَزَوْتُ  غَزَوْناَ    غَزَوْناَ

    Görüldüğü gibi, nâkıs-i vâvî fiil, mâzi çekiminde; müfred gâibde (غَزَا) olarak gelmişken tesniye gâibde tesniye elifi kolay söylenebilmesi için fiilin aslı olan (غَزَوَ)’ye birleşmiş ve (غَزَواَ) olmuştur. Cemi gâibde vâvu’l-cemâa’ya (وا) bitişince (غَزَوُوا) olması gerekirken dile ağır geldiğinden, yanyana gelen iki sükûnun birisinden kurtulmak için şahsı gösteren vâvü’l-cemâa atılamayacağından fiilin illet harfi olan vâv düşürülmüş, vâv’dan önceki üstün harekeyle cemi vâvı bağlanıp (غَزَوْا) haline getirilmiştir. Müfred gâibi (غَزَا) olan fiilin müfred gâibesini yapmak için (تْ) eklenmesi yeterlidir. Fakat burada da “uzatmadan sonra cezm gelince uzatma düşer” kaidesi devreye girmiş ve fiil (غَزاَتْ) halinden aradaki elifin düşmesiyle (غَزَتْ) haline getirilmiştir. Fiil bu hale geldikten sonra müennes tesniyesini yapmak için elif koymak yeterli olmuştur (غَزَتَا). Gâibe cemi müennesde ise nûnu’n-nisve’ye (-ْنَ) bağlanırken illet harfi yine aslına dönmüş ve (غَزَوْنَ) olmuştur. Bundan sonrası ise diğer üçlü mâzî fiillerde olduğu gibidir (غَزَوْتَ  غَزَوْتُماَ غَزَوْتُمْ ..). Bu fiile benzeyen bütün fiillerde aynı formül uygulanacağından kitabın burasına kadar gelip anlayan kimse için umutsuzluğa düşmek abestir. Bol tekrarla anlaşılmayacak konu yoktur.

    Nâkıs-ı vâvî muzâri çekiminde tesniye gâiblerde fiil aslına dönmüş (يَغْزُوَانِ), cemi gâibte vâvu’l-cemâa’ya birleşince yukarıda bahsedilen kaideler gereği kendi illet harfini düşürüp (يَغْزُوُونَ) yerine (يَغْزُونَ) olmuştur. Gâibe cemi müenneste de aynı şekilde fiilin son harfine nûnu’n-nisve dil kolaylığı açısından cezmi atılıp (يَغْزُونَ) olarak gelmiştir. Müennes muhâtaba’da ayne’l-fiilin ötresi, kendisinden sonra gelen ve ses uyumu gereği esreli okunan harf sebebiyle (تَغْزُوِينَ) olarak telaffuzda ağırlık teşkil ettiği için düşürülmüştür. Bundan sonra harfi illetin esre harekesi, ayne’l-fiile aktarılarak (تَغْزِوِينَ) olmuştur. Bu defa yanyana gelen iki sükûnludan illetlisi düşürülmüş, böylece daha rahat kullanılan (تَغْزِينَ) şekli ortaya çıkmıştır.

      

    b) 2. Babdan gelen Nâkıs-ı yâî

              رَمَى  يَرْمِيattı     (aslı ikinci babdan  (رَمَىَ يَرْمِيُ   

         Muzâri Çekimi

                  Mâzî Çekimi

    يَرْمِي  يَرْمِيَانِ  يَرْمُونَ

    رَمَى    رَمَيَا    رَمَوْا

    تَرْمِى  تَرْمِيَانِ  يَرْمِيْنَ

    رَمَتْ   رَمَتَا    رَمَيْنَ

    تَرْمِى تَرْمِيَانِ  تَرْمُونَ  

    رَمَيْتَ  رَمَيْتُماَ  رَمَيْتُمْ

    تَرْمِينَ تَرْمِيَانِ  تَرْمِيْنَ  

    رَمَيْتِ  رَمَيْتُماَ  رَمَيْتُنَّ

    أَرْمِى نَرْمِي  نَرْمِي  

    رَمَيْتُ  رَمَيْناَ  رَمَيْناَ

    Görüldüğü gibi mâzî çekimde iki illet yanyana sakin halde (رَمَيُوا) olarak gelemeyeceği için gâib cemide nâkıs-i yâî düşmüş (رَمَوْا) olmuştur, müfred gâibede uzatmadan sonra cezim gelince (elif-i maksûre) düşmüş (رَمَتْ), tesniye gâibede buna yalnızca tesniye elifi eklenmiş (رَمَتَا), bunların dışında asıldaki yâ geri gelmiştir.

    Nâkıs-i yâî muzâride vâvu’l-cemâaya bitişince fiilin illet harfi düşmüştür. Vâvu’l-cemâayla ses uyumunun sağlanması için de ayne’l-fiilin esresi ötreye çevrilmiştir. Böylece aslı olan (يَرْمِيُونَ) den (يَرْمُونَ) haline gelmiştir.

    c) 4. Bâb’dan gelen Nâkıs-ı yâî

     رَضِيَ   يَرْضَىrazı oldu     (Aslı dördüncü babdan رَضِيَ يَرْضَىُ)

             Muzâri Çekimi

                 Mâzî Çekimi

    يَرْضَى  يَرْضَياَنِ  يَرْضَوْنَ

    رَضِيَ   رَضِياَ  رَضُوا

    تَرْضَى  تَرْضَيَانِ  يَرْضَيْنَ

    رَضِيَتْ رَضِيَتَا  رَضِيْنَ

    تَرْضَى  تَرْضَيَانِ  تَرْضَوْنَ

     رَضِيْتَ رَضِيْتُماَ رَضِيْتُمْ           

    تَرْضَيْنَ تَرْضَيَانِ  تَرْضَيْنَ

    رَضِيْتِ رَضِيْتُماَ رَضِيْتُنَّ

    أَرْضَى  نَرْضَى   نَرْضَى

    رَضِيْتُ  رَضِيْناَ   رَضِيْناَ

    Bu babdaki nâkıs-i yâî mâzî çekimde vâvu’l-cemâa’ya bitişirse fiilin illet harfi düşer. Ayne’l-fiilin esresi (aslındakiرَضِيُوا  ) vâvu’l-cemâaya ses uyumu gereği ötreli bağlanır[1].

    Nâkıs-i yâî, muzâri çekimde vâvu’l-cemâa’ya veya yâu’l-muhâtaba’ya bitişirse aynı şekilde fiilin illet harfi düşer[2].

    d) 3. Bâb’dan gelen Nâkıs-ı yâî

    سَعَى   يَسْعَى çalıştı     (aslı üçüncü babdan سَعَىَ   يَسْعَىُ)

          Muzâri Çekimi

         Mâzî Çekimi

    يَسْعَى يَسْعَياَنِ   يَسْعَوْنَ

    سَعَى   سَعَياَ   سَعَوْا

    تَسْعَى  تَسْعَياَنِ  يَسْعَيْنَ

    سَعَتْ   سَعَتاَ   سَعَيْنَ

    تَسْعَى  تَسْعَياَنِ  تَسْعَوْنَ

     سَعَيْتَ سَعَيْتُماَ سَعَيْتُمْ            

    تَسْعَيْنَ  تَسْعَياَنِ  تَسْعَيْنَ

    سَعَيْتِ سَعَيْتُماَ سَعَيْتُنَّ

    أَسْعَى  نَسْعَى     نَسْعَى   

    سَعَيْتُ  سَعَيْناَ    سَعَيْناَ

    Görüldüğü gibi (سَعَى) (رَمَى) benzeri, (يَسْعَى) da (يَرْضَى) benzeri olarak çekilmiştir. Yukarıda çekimi yapılan (غَزَا) (رَمَى) ve (رَضِيَ) fiillerini ezberleyerek benzerlerinin çekimini bunlara göre yapmak da öğrenmenin bir başka yoludur.

    Emr-i Hâzırları

    Nâkıs-ı vâvî               اُغْزُ     يَغْزُو  savaş

    Nâkıs-ı vâvî emir çekimi

    اُغْزُ       اُغْزُواَ     اُغْزُوا

    Muhâtab

    اُغْزِي     اُغْزُوَا     اُغْزُونَ

    Muhâtaba

    Nâkıs-i yâî

    اِرْضَ  dan  يَرْضَى

    razı ol

    اِرْمِ  den  يَرْمِي

    at

    اِسْعَ  dan يَسْعَى

    çalış

             

     

     

    Nâkıs-i yâî emir çekimi

     

    اِرْضَ      اِرْضَيَا    اِرْضَوْا

    Muhâtab

    اِرْمِ     اِرْمِيَا    اِرْمُوا

    Muhâtab

    اِرْضَىْ[3]  اِرْضَيَا    اِرْضَيْنَ

    Muhâtaba

    اِرْمِى   اِرْمِيَا    اِرْمِينَ

    Muhâtaba

               

     

    اِسْعَ     اِسْعَياَ    اِسْعَوْا

    Muhâtab

    اِسْعَىْ   اِسْعَياَ    اِسْعَيْنَ

    Muhâtaba

    İsm-i Fâilleri

    غَازٍ  غَزَى

    savaşan

    رَامٍ  رَمَى

    atan

    رَاضٍ  رَضِيَ

    razı olan

    ساَعٍ  سَعَى

    çalışan

             

    *Nâkıs fiillerde ism-i fâil ma’rife olduğunda (اَلْفاَعِلُ) kalıbındadır. Nekre olduğunda ise 3. kök harfi düşer ve kesre tenvin alır:

    اَلْهاَدِي  هاَدٍ

    yol gösteren (ref ve cer hâli)

    اَلْهاَدِيَ هاَدِياً

    (nasb hali)

    Cemi müzekkerler de müfredlere benzer bozulmalara uğrar:

    هاَدُونَ  (هاَدِيُونَ)

    ref hali

    هاَدِينَ (هاَدِيِينَ)

    nasb ve cer hâli

    هاَدٍ kalıbındaki çekim bozuklukları sadece ism-i fâile ait değildir. Sonu (و) veya (ي) ile biten pek çok çoğulda aynı durumu gösterir.

     

                                                    İsm-i Mef’ûlleri

    مَغْزُوٌّ    غَزَى

    savaşılan, savaşılmış

    مَرْمِىٌّ    رَمىَ

    atılmış, atılan

    مَرْضِىٌّ    رَضِىَ

     razı olunmuş, razı olunan

    مَسْعِىٌّ    سَعَى

    çalışılmış, çalışılan

     


     

     

    NÂKIS FİİLLERİN MEÇHÛLLERİ

    a) Nâkıs-i vâvî

    يُغْزَى   يَغْزُو

    savaşılıyor

    غُزِيَ    غَزَا

    savaşıldı

        Meçhûl Muzâri  Çekimi

              Meçhûl Mâzî Çekimi

     

    يُغْزَى  يُغْزَيَانِ  يُغْزَوْنَ

    غُزِيَ   غُزِيَا    غُزُوا

     

    تُغْزَى  تُغْزَيَانِ  يُغْزَيْنَ

    غُزيَتْ  غُزِيَتَا  غُزِيْنَ

     

    تُغْزَى  تُغْزَيَانِ  تُغْزَوْنَ

    غُزِيْتَ…          

     

    تُغْزَيْنَ  تُغْزَيَانِ  تُغْزَيْنَ

     

     

    أُغْزَى  نُغْزىَ   نُغْزىَ

     

     

               

    b) Nâkıs-i yâî 

    يُرْمَى   يَرْمِي  

    atılıyor

           رُمِيَ  رَمَى

    atıldı

    Meçhûl Muzâri Çekimi

        Meçhûl Mâzî Çekimi

     

    يُرْمَى    يُرْمَيَانِ    يُرْمَوْنَ

    رُمِىَ    رُمِيَا    رُمُوا

     

    تُرْمَى    تُرْمَيَانِ     يُرْمَيْنَ

    رُمِيَتْ  رُمِيَتَا  رُمِيْنَ

     

    تُرْمَى    تُرْمَيَانِ     تُرْمَوْنَ

    رُمِيْتَ…

     

    تُرْمَيْنَ    تُرْمَيَانِ     تُرْمَيْنَ

     

     

    أُرْمَى      نُرْمَى      نُرْمَى

     

               

     

    يُرْضَى  يَرْضَى    

    razı olunur

    رُضِىَ   رَضِيَ

    razı olundu

    Meçhûl Muzâri Çekimi

              Meçhûl Mâzî Çekimi

     

    يُرْضَى   يُرْضَيَانِ   يُرضَوْنَ

    رُضِىَ  رُضِيَا    رُضُوا

     

    تُرْضَى   تُرْضَيَانِ    يُرْضَيْنَ

    رُضِيَتْ رُضِيَتَا  رُضِيْنَ

     

    تُرْضَى   تُرْضَيَانِ    تُرْضَوْن

    رُضِيْتَ…

     

    تُرْضَيْنَ   تُرْضَيَانِ     تُرْضَيْنَ

     

     

    أُرْضَى    نُرْضىَ     نُرْضىَ

     

     

               

    Not: a) Nâkıs fiilde cemî vâvı sâkin (cezimli) olduğunda kendisinden sonra hemze-i vasıl gelirse; vâv zamme ile, sakin olan muhâtaba yâ’sından sonra hemze-i vasıl gelirse, yâ kesre ile harekelenir:

    (رَمَوْا) – رَمَوُا الْحِجاَرَةَ.

    Taşı attılar.

    (أَ لَمْ تَرَيْ) – أَلَمْ تَرَيِ الْوَلَدَ؟

    Çocuğu görmedin mi?

            b) Nâkıs fiile zamir birleştiği zaman maksûre olan elif uzun elif haline gelir:

    رَماَهُ مِنَ الناَّفِذَةِ فَسَقَطَ عَلَى الْخِزاَنَةِ.

    Onu pencereden attı (o da) dolabın üzerine düştü.

    Cümle Örnekleri:

    1- خَشِيَ (يَخْشَى)[4] الْمُؤْمِنُونَ رَبَّهُمْ – اَلْمُؤْمِنُونَ خَشُوا (يَخْشَوْنَ) رَبَّهُمْ (خَشِيَ يَخْشَى).

    2- صَحَتِ (تَصْحُو) الْبِنْتاَنِ مُبَكِّرَتَيْنِ – اَلْبِنْتاَنِ صَحَتاَ (تَصْحُواَنِ) مُبَكِّرَتَيْنِ (صَحا يَصْحُو).

    3- رَمَتِ (تَرْمِي) اللاَّعِبَتاَنِ الْكُرَةَ – اَللاَّعِبَتاَنِ رَمَتاَ (تَرْمِياَنِ) الْكُرَةَ (رَمَى يَرْمِي ).

    4- دَنَا (يَدْنُو) الْجُنُودُ مِنَ الْأَعْداَءِ – الْجُنُودُ دَنَوْا (يَدْنُونَ) مِنَ الْأَعْداَءِ (دَنَا يَدْنُو مِنْ).

    5- دَعاَ (يَدْعُو) أَحْمَدُ وَ عَلِيٌّ أَصْدِقاَئَهُماَ إِلَى الْعَشاَءِ – أَحْمَدُ وَ عَلِيٌّ دَعَواَ (يَدْعُواَنِ) أَصْدِقاَئَهُماَ إِلَى الْعَشاَءِ (دَعاَ يَدْعُو).

    6- رَمَى (يَرْمِي) الْكُرَةَ بَعِيداً – نَحْنُ رَمَيْناَ (نَرْمِي) الْكُرَةَ بَعِيداً – دَنَا (يَدْنُو) مِنَ الْبَحْرِ – هُنَّ دَنَوْنَ (تَدْنُونَ) مِنَ الْبَحْرِ.

    7- مَشَى (يَمْشِي) مُسْرِعاً إِلَى مَنْزِلِهِ – أَنْتُماَ مَشَيْتُماَ (تَمْشِياَنِ) مُسْرِعَيْنِ إِلَى مَنْزِلِكُماَ (مَشَى يَمْشِي).

    8- بَكَى (يَبْكِي) عِنْدَماَ ذَهَبَتْ أُمُّهُ – هُنَّ بَكَيْنَ (يَبْكِيْنَ) عِنْدَماَ ذَهَبَتْ أُمُّهُنَّ (بَكَى يَبْكِي).

    9- بَنَى (يَبْنِي) الْمَنْزِلَ فِي سَنَةٍ كاَمِلَةٍ – بَنَيْناَ الْمَنْزِلَ فِي سَنَةٍ كاَمِلَةٍ (بَنَى يَبْنِي).

    10- خَشِيَ (يَخْشَى) الْوُصُولَ مُتَأَخِّراً – هُماَ خَشِياَ (يَخْشَياَنِ) الْوُصُولَ مُتَأَخِّرَيْنِ.

    11- أَصْبَحَتْ غُرْفَتِي جَمِيلَةً عِنْدَماَ طَلَيْتُهاَ بِاللَّوْنِ الْأَزْرَقِ (طَلَى يَطْلِي) – ذَهَباَ إِلَى الْمَنْزِلِ الَّذِي أَتَى مِنْهُ صَوْتُ الْخَرُوفِ (أَتَى يَأْتِي).

    12- دَعَوْتُ (أَدْعُو) صَدِيقِي إِلَى مَنْزِلِي (دَعاَ يَدْعُو) – سَعَيْناَ (نَسْعَى) بَيْنَ الناَّسِ بِالْحَقِّ (سَعَى يَسْعَى).

    13- اَلْأَوْلاَدُ دَعَوْا (يَدْعُونَ) أَصْدِقاَئَهُمْ – اَلْوَلَداَنِ رَمَياَ (يَرْمِياَنِ) الْكُرَةَ .

    14- اَلبَناَتُ مَضَيْنَ إِلَى مَناَزِلِهِنَّ مُسْرِعاَتٍ (مَضَى يَمْضِي) – مَشَيْناَ إِلَى مَنْزِلِناَ مُسْرِعِينَ (مَشَى يَمْشِي).

    15- اَلْبَناَتُ صَحَوْنَ مُبَكِّراَتٍ (صَحاَ يَصْحُو)- اَلرِّجاَلُ دَنَوْا مِنَ الْبِئْرِ (دَنا يَدْنُو).

    16- فاَطِمَةُ وَ لَيْلَى بَكَتاَ كَثِيراً (بَكَى يَبْكِي) – ساَلِمٌ وَ صاَلِحٌ قَضَياَ الْيَوْمَ فِي الْحَدِيقَةِ (قَضَى يَقْضِي).

    Tercüme:

    1- Mü’minler Rabb’lerinden korktu (korkar). (Aynı manada isim cümlesi).

    2- İki kız erken uyandı (uyanır).

    3- İki oyuncu topu attı (atıyor) (müe.).

    4- Askerler (ordu) düşmanlara yaklaştı (yaklaşıyor-yaklaşır).

    5- Ahmet ve Ali arkadaşlarını akşam yemeğine davet etti (çağırdı) (çağırıyor).

    6- Topu uzağa attı (atıyor). Biz topu uzağa attık (atarız). Denize yaklaştı (yaklaşıyor). Onlar (bayanlar) denize yaklaştı (yaklaşıyor).

    7- Hızlıca evine yürüdü (yürür). İkiniz hızlıca evinize yürüdünüz (yürüyorsunuz).

    8- Annesi gidince ağladı (ağlar). Onlar (müe.) anneleri gidince ağladılar (ağlarlar).

    9- Evi tam bir senede yaptı (yapar). Evi tam bir senede yaptık (yaparız).

    10- Geç ulaşmaktan korktu (korkar). İkisi geç varmaktan korktu (korkar).

    11- Mavi boyayla boyadığım zaman ev güzel oldu. İkisi kuzu sesinin geldiği eve gittiler (giderler, yürürler).

    12- Arkadaşımı evime çağırdım (çağırıyorum). İnsanlar arasında hakla çalıştık (çalışıyoruz).

    13- Çocuklar arkadaşlarını çağırdılar (çağırıyorıyorlar). İki çocuk topu attı (atıyor).

    14- Kızlar hızlıca evlerine gittiler (gidiyorlar). Hızlıca evimize yürüdük (yürürüz).

    15- Kızlar erken uyandı (uyanır). Erkekler kuyuya yaklaştı (yaklaşıyor).

    16- Fâtıma ve Leylâ çok ağladı (ağlıyor). Sâlim ve Sâlih bugünü bahçede geçirdiler (geçiriyorlar).

    &&&&&&&&&&

    MEHMÛZE’L-FÂ VE NÂKIS

    Kur’ân’da geçen أَتَى (geldi) fiili başında hemze (أ) olması dolayısıyla mehmûze’l- fa’dır. Kelimenin sonunda da ى gelmesiyle aynı zamanda nâkıstır. Onun da çekimini yapmamız konunun daha da pekişmesini sağlayacaktır:

     

     Muzâri Malûm Çekimi

     

          Mâzî Malûm Çekimi

     

    geliyor يَأْتِى  يَأْتِيَانِ  يَأْتُونَ

     

    geldi أَتَى    أَتَيَا   أَتَواْ

     

                 تَأْتِى  تَأْتِيَانِ  يَأْتِيْنَ

     

             أَتَتْ  أَتَتَا   أَتَيْنَ

     

                 تَأْتِى  تَأْتِيَانِ  تَأْْتُونَ

     

            أَتَيْتَ أَتَيْتُماَ  أَتَيْتُمْ

     

                تَأْتِينَ  تَأْتِيَانِ   تَأْتِيْنَ

     

            أَتَيْتِ أَتَيْتُماَ  أَتَيْتُنَّ

     

               آتِي  نَأْتِي    نَأْتِي

     

            أَتَيْتُ  أَتَيْناَ  أَتَيْناَ

     

     

     

     

     

    Muzâri Meçhûl Çekimi

     

    Mâzî Meçhûl Çekimi

     

      gelinir  يُؤْتَى    يُؤْتَيَانِ   يُؤْتَوْنَ

     

    gelindi اُتِيَ      اُتِيَا      أُتُوا

               تُؤْتَى   تُؤْتَيَانِ     يُؤْتَيْنَ

     

           اُتِيَتْ    اُتِيَتَا    اُتِيْنَ

     

               تُؤْتَى   تُؤْتَيَانِ    تُؤْتَوْنَ

     

           اُتِيْتَ    اُتِيْتُماَ   اُتِيْتُمْ

     

                 تُؤْتَيْنَ   تُؤْتَيَانِ   تُؤْتَيْنَ

     

              اُتِيْتِ    اُتِيْتُماَ    اُتِيْتُنَّ

     

                 أُوتَى    نُؤْتَى    نُؤْتَى

     

              اُتِيْتُ     اُتِيْناَ     اُتِيْناَ

     

     

     

    Emr-i Hâzırı

     

    İsm-i Fâil

     

    İsm-i Mef’ûl

     

     

    يَأْتِي  den تِ

    (أَتَى)   dan    آتٍ

    (أَتَى)  dan  مَأْتِيٌّ

     

     

    gel

    gelen

    gelinen, gelinmiş

     

                           

    Emr-i Hâzır Çekimi:

    تُوا    (اِيتُوا) 

    تِيَا

    تِ

    تِيْنَ

    تِيَا

    تِي

    gelin

    ikiniz gelin

    gel

    &&&&&&&&&&

    MEHMÛZE’L-LÂM VE ECVEF

     جَاءَ (geldi) fiilinde hemze son harfte olmasından dolayı mehmûze’l-lâm ve ortası (ا) illet harfi olmasından dolayı da ecvef fiilin özellikleri biraraya gelmiştir. Her ne kadar diğerlerinde olduğu gibiyse de Kur’ân’da ve diğer yerlerde geçtiği için bunun da çekimini yapalım:

     

    Muzâri Malûm Çekimi

     

    Mâzî Malûm Çekimi

     

     

     يَجِئُ   يَجِيئَانِ   يَجِيئُونَ

    geliyor

     جَاءَ     جَاءاَ   جَاؤُوا

    geldi

     

     تَجِئُ    تَجِيئَانِ    يَجِئْنَ

     

    جَاءَتْ  جَاءَتَا  جِئْنَ

     

     

     تَجِئُ…

     

    جِئْتَ…           

     

     

    Emr-i Hâzırı

    İsm-i Fâil

    İsm-i Mef’ûl

     

     

    (يَجِئُ) danجِئْ

    (جَاءَ) den  جَاءٍ

    (جَاءَ)  den   مَجِيئٌ

     

     

    gel

    gelen

    gelinen, gelinmiş

     

                       

    Meçhûlleri:: جِيءَ (يُجاَءُ)    gelindi

     

    Ayet Örnekleri:

    وَأَشْرَقَتِ الْأَرْضُ بِنُورِ رَبِّهَا وَوُضِعَ الْكِتَابُ وَجِيءَ[5] بِالنَّبِيِّينَ وَالشُّهَدَاءِ وَقُضِيَ بَيْنَهُمْ بِالْحَقِّ وَهُمْ لاَ يُظْلَمُونَ.

    (Mahşer) yeri, Rabbinin nûru ile aydınlanmıştır. Kitap (amel defterleri) konmuş, peygamberler ve şahidler getirilmiş ve kullar arasında adaletle hükmedilmiştir. Onlar asla zulmedilmezler (Zümer, 69).

    وَجِيءَ يَوْمَئِذٍ بِجَهَنَّمَ يَوْمَئِذٍ يَتَذَكَّرُ الْإِنسَانُ وَأَنَّى لَهُ الذِّكْرَى؟

    Cehennem de o gün getirilmiştir; ogün insan düşünür, fakat o düşünüp anlamaktan ona ne fayda? (Fecr, 23)

    Emr-i Hâzır Çekimi: جِئْ (يَجِئُ)    gel

     

    جِيئُوا

    جِيئَا

    جِئْ

    جِئْنَ

    جِيئَا

    جِيئِي

     

             

     

  • Marife Nekre

     

    Arapça’da bir kelime ya isim, ya fiil ya da harftir. İsim, fiil ve harflerin bir mana oluşturacak şekilde bir araya gelmesiyle cümle oluşur. Bir cümlenin kurulması için gereken bu üç unsuru sırasıyla işleyelim.

    İSİM

    Canlı cansız şeylere, varlıklara ad olan ve zamanla ilgisi olmayan kelimelere isim denir. İsimler ya ma`rife (belirli) ya da nekre (belirsiz) olur.

    MA’RİFE: Bir ismin başında اَلْ takısı bulunursa o isim belirlidir. اَلْ takısı alarak belirlenmiş kelimeye ma`rife denir. اَلْقَلَمُ  dediğimizde herhangi değil, belli bir kalemi anlatmış oluruz.

    اَلْقَلَمِ

    اَلْقَلَمَ

    اَلْقَلَمُ

    Bu اَلْ takısına da Harf-i tarif denir.  Başına اَلْ  takısı alan bir kelimenin sonuna tenvin gelmez.

    NEKRE: Eğer ismin başında harf-i tarif denen اَلْ takısı yoksa bu isim belirsiz herhangi bir varlığı anlatır. Bu belirsiz isme nekre denir. قَلَمٌ denilince belirsiz genel herhangi bir kalem anlaşılır ve son harfi de aşağıdaki örneklerde görüldüğü gibi tenvinli olur:

    قَلَمٍ

    قَلَماً

    قَلَمٌ

    Belirsizliği, herhangiliği anlatan tenvinle bu kelime “Bir kalem” diye tercüme edilebilir.

    Cümle kuruluşunda genellikle marife isim kullanılır. Bir isim ya marifedir ya da nekredir. Diğer bir ifadeyle bir ismin başında hem harf-i tarif olan (اَلْ) takısı hem de sonunda tenvin gelmez. Ancak bazı özel isimlere ve zamirlere bitişik isimler bazen tenvin almadığı gibi harf-i tarif de (اَلْ) almazlar. Çünkü özel isim ve zamirler zaten belirli varlıklara aittir. Örnek:

    بَكْرٌ

    عاَدِلٌ

    خَالِدٌ

    يُوسُفُ

    عُمَرُ

    رَمَضاَنُ

    إِسْتَانْبُولُ

    إِزْميِرُ

    مَكَّةُ

    تُرْكِياَ

     

     

    İsimlerin başında gelen اَلْ takısının hemzesi başında bulunduğu kelimeye, ya lâm harfi okunmadan şeddeli ya da lâm’a cezim verilmek suretiyle birleşir. (اَلشَّمْسُ) ve (اَلْقَمَرُ) gibi. Bilindiği gibi tecvit ilminde buna idgâm-ı şemsiye ve izhâr-ı kameriye adı verilir. Bu konuyu bilmemiz harfi tariften sonraki harfin şeddeli mi şeddesiz mi okunacağını tesbit etmemiz için zorunludur.

  • Emr-i Hazır

     


    IV) EMR-İ HAZIR

    (MUHATAP FİİLİN EMİR YAPILMASI)

    Muzâri fiilin muhatap sîgasının başındaki muzâri harfi kaldırılır.  Muzaraat harfi atıldıktan sonra kalan ilk harf cezimli değilse başa birşey getirilmez. Ama kalan ilk harf cezimli ise okuyabilmek için başına bir hemze getirilir. Bu hemze fiilin orta harfinin harekesine göre harekelenir. Üç harfli fiilin orta harfi ötreli ise emir fiilinin başına ötreli hemze (أُ), üç harfli fiilin orta harfinin harekesi üstün ya da esre ise emir fiilinin başına esreli hemze (إِ) eklenir. Fetha ile harekeleme yoktur. Sonu da cezim yapılır:  Örnekler:

    يَكْتُبُ

    Yazıyor

    اُكْتُبْ

    yaz

    يَنْصُرُ

    yardım ediyor

    اُنْصُرْ

    yardım et

    يَفْتَحُ

    Açıyor

    اِفْتَحْ

    يَضْرِبُ

    Vuruyor

    اِضْرِبْ

    vur

     

    Çekim Tablosu

     

     

    Cemi

    Müsennâ

    Müfred

     

     

    اُكْتُبُوا

    اُكْتُبَا

    اُكْتُبْ

    Muhâtab

     

    اُكْتُبْنَ

    اُكْتُبَا

    اُكْتُبِي

    Muhâtaba

     

    (Sizler) Yazın

    (İkiniz)Yazın

    (Sen)Yaz

     

     

     

     

     

     

     

    Cemi

    Müsennâ

    Müfred

     

     

    اِضْرِبُوا

    اِضْرِباَ

    اِضْرِبْ

    Muhâtab

     

    اِضْرِبْنَ

    اِضْرِباَ

    اِضْرِبِي

    Muhâtaba

     

    (Sizler) vurun

    (İkiniz)  vurun

    (Sen)  vur

     

     

                       

    Not: Mâzîdeki ilk harfi hemze olan  أَكَلَ -ُ  (yedi) ُ–أَمَرَ  (emretti) أَخَذَ -ُ  (aldı) gibi fiillerin emir fiili (اُُاْكُلْ) şeklinde söylenmez. İki hemzenin okunuşu dile ağır geldiği için hemzeli kısım atılır: (كُلْ)(ye). Geriye kalanın çekimi yapılır. Cemi müennes nûnu hariç fiil çekiminde yer alan nunlar düşer:

     

     

    كُلوُا

    كُلاَ

    كُلْ

    Muhâtab

     

     

    كُلْنَ

    كُلاَ

    كُلىِ

    Muhâtaba

     

     

    siz yeyin

    ikiniz yeyin

    sen ye

     

     

    خُذْ هَذِهِ الْفُلوُسَ مَعَكَ.

    Bu parayı beraberine al.

                   

    Emr-i hâzırların meçhûlü:  Muzârinin başına لِ harfinin takılıp sonunun meczûm yapılması ile olur.  Diğerlerinden farklı olarak mütekellimin de meçhûlu yapılır:

     

             Çekim Tablosu

     

     

    Cemi

    Müsennâ

    Müfred

     

    لِتُكْتَبوُا

    لِتُكْتَبَا

    لِتُكْتَبْ

    Muhatap

    لِتُكْتَبْنَ

    لِتُكْتَبَا

    لِتُكْتَبِي

    Muhâtab

    (Sizler) yazılınız

    (İkiniz) yazılın

    (Sen) yazıl

     

     

     

     

     

    لِنُكْتَبْ

    (Biz)yazılalım

    لِنُكْتَبْ

    (ikimiz) yazılalım

    لِأُكْتَبْ

    (Ben)yazılayım

    Mütekellim

                 

    Cümle Örnekleri:

     

     
     

    لِتُكْتَبِ الْوَظِيفَةُ فِي وَقْتِهاَ.

    Ödev vaktinde yazılsın.

     

    اِفْتَحْ كِتاَبَكَ وَاقْرَأْهُ.

    Kitabını aç ve onu oku.

     

    اِجْلِسْ مَكاَنَكَ.

    Yerine otur.

     

    اِقْرَأْ واَجِبَكَ.

    Ödevini oku.

     

    اِغْسِلِي الثِّياَبَ.

    Elbiseleri yıka.

     

    اِعْمَلاَ الْواَجِبَ.

    İkiniz ödevi yapın.

     

    اِفْحَصاَ الْمَرِيضَةَ.

    Hastayı muayene edin.

     

    خُذْنِي مَعَكَ إِلَى الْحَفْلِ.

    Gösteriye beni beraberine al (beni götür) .

     

    اِذْهَبْ هُناَكَ ياَ زَكَرِياَّ.

    Oraya git ey Zekeriyya!

     

    اُسْكُتْ أَنْتَ أَناَ أَسْأَلُ أَحْمَدَ.

    Sen sus, ben Ahmed’e soruyorum.

     

    اُنْظُرْ ,  اَلْإِماَمُ يَدْخُلُ الْمَسْجِدَ.

    Bak, imam mescide giriyor.

     

    اِشْرَبِ الدَّواَءَ أَوَّلاً  ثُمَّ اشْرَبِ الْماَءَ ثاَنِياً.

    Evvela ilacı iç ikinci olarak(sonra) su iç.

     

    اِحْفَظِي نَفْسَكِ ياَ بِنْتِي وَاقْرَئِي الْقُرْآنَ.

    Kendini koru ey kızım ve Kur’ân oku.

     

    اِرْحَمْنَ الْفُقَراَءَ.

    Fakirlere merhamet edin (müe).

    اِرْحَمُوا الْفُقَراَءَ.

    Fakirlere merhamet edin (müz).

    اِرْكَبْنَ السَّياَّراَتِ.

    Arabalara binin (müe) .

           

    EMR-İ HÂZIR İLE İLGİLİ AYETLER

    1- اُدْخُلُوا الْجَنَّةَ أَنْتُمْ وَأَزْوَاجُكُمْ تُحْبَرُونَ .

    (43/ZUHRUF, 70). Siz ve eşleriniz ağırlanmış olarak cennete giriniz!

    حَبَرَ  يَحْبُرُ حَبْراً

    sevindirmek, ağırlamak

    2- … اعْمَلُوا فَسَيَرَى اللَّهُ عَمَلَكُمْ وَرَسُولُهُ وَالْمُؤْمِنُونَ …

    (9/TEVBE, 105). ..(De ki;) (Yapacağınızı) yapın! Amelinizi Allah da Rasûlü de mü’minler de görecektir…

    رَآى  يَرَى  رُؤْيَةً

    görmek

    سَيَرَى

    görecek

    3- وَلَقَدْ خَلَقْنَاكُمْ ثُمَّ صَوَّرْنَاكُمْ ثُمَّ قُلْنَا لِلْمَلآئِكَةِ اسْجُدُوا ِلآدَمَ فَسَجَدُوا إِلاَّ إِبْلِيسَ 

    (7/A’RÂF, 11). Andolsun sizi yarattık, sonra size şekil verdik, sonra da meleklere “Âdem’e secde edin!” dedik. İblis hariç secde ettiler.

    لَقَدْ

    andolsun ki, hakikaten, gerçekten

    صَوَّرَ  يُصَوِّرُ  تَصْوِيراً

    tasvir etmek, suret vermek, şekil vermek, şekillendirmek

    قُلْنَا لِ..

    …e dedik

    اَلْمَلَكُ ج اَلْمَلآئِكَةُ

    melek

    إِلاَّ

    hariç

    اَلْإِبْلِيسُ

    iblis, şeytan

    سَجَدَ  يَسْجُدُ سُجُوداً

    secde etti, boyun eğdi

     

     

                 

    4-  وَيَا آدَمُ اسْكُنْ أَنْتَ وَزَوْجُكَ الْجَنَّةَ …

    (7/A’RÂF, 19). (Allah buyurdu ki:) Ey Adem! Sen ve eşin cennete yerleşin..

    سَكَنَ  يَسْكُنُ  سَكْناً  سُكُوناً

    yerleşmek, ikamet etmek

    5- يَا بَنِي آدَمَ خُذُوا زِينَتَكُمْ عِنْدَ كُلِّ مَسْجِدٍ وَكُلُوا وَاشْرَبُوا …

    (7/A’RÂF, 31). Ey Adem oğulları! Her mescidde (secde edişinizde) zinetinizi alın (güzel elbiselerinizi giyin); yiyin, için, (fakat israf etmeyin…)

    خُذُوا  (أَخَذَ  يأْخُذُ)

    alın (emir)

    كُلُوا  (أَكَلَ  يأْكُلُ)

    yiyin

    زِينَةٌ

    süs, zînet

    6- وَأَمْطَرْنَا عَلَيْهِمْ مَطَرًا فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُجْرِمِينَ .

    (7/A’RÂF, 84). Ve üzerlerine (taş) yağmuru yağdırdık. Bak suçluların akıbeti (sonu) nasıl oldu?

    أَمْطَرَ  يُمْطِرُ إِمْطاَراً

    yağdırmak, (taş) yağmuruna tutmak

     

    مَطَرٌ

    yağmur

    كَيْفَ

    nasıl

    كَانَ  يَكُونُ

    oldu

    عَاقِبَةٌ

    son, netice, âkıbet

    اَلْمُجْرِمُ

    suçlu, günahkar. (İsim tamlamasında birinci ismin ne tenvin ne de harf-i tarif almadığını ikinci ismin genellikle harf-i tarif alıp son harekesinin esre olduğunu şimdilik aklınızda tutunuz. Cemi müzekker sâlim’in esre halinin (ينَ) ile olduğunu hatırlayınız.

     

                         

    7- ثُمَّ بَعَثْنَا مِنْ بَعْدِهِمْ مُوسَى بِآيَاتِنَا إِلَى فِرْعَوْنَ وَمَلَئِهِ فَظَلَمُوا بِهَا فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُفْسِدِينَ .

    (7/A’RÂF, 103). Sonra onların ardından Mûsâ’yı mucizelerimizle Firavun ve kavmine gönderdik de o mucizeleri inkar ettiler, ama bak fesatçıların sonu nasıl oldu?

    بَعَثَ  يَبْعَثُ

    göndermek, uyandırmak, diriltmek

    مِنْ بَعْدِهِمْ

    onların ardından

    اَلْمُفْسِدُ

    fesat çıkaran, fesatçı

    اَلْمَلَأُ

    halk, eşraf

    ظَلَمَ  يَظْلِمُ ظُلْماً

    zulmetmek, inkar etmek

    آيَةٌ ج  آيَاتٌ

    ayet, mucize

    عَاقِبَةُ الْمُفْسِدِينَ

    fesatçıların sonu (birinci ismin harf-i tarifsiz ikinci ismin esre olduğu isim tamlaması çok yakında işlenecektir.)

             

    8- قَالَ مُوسَى لِقَوْمِهِ … وَاصْبِرُوا إِنَّ الأَرْضَ لِلَّهِ …وَالْعَاقِبَةُ لِلْمُتَّقِينَ .

    (7/A’RÂF, 128). Mûsâ kavmine (şöyle) dedi: “(Allah’dan yardım isteyin)… ve sabredin. Muhakkak ki yeryüzü Allah’ındır (onu kullarından dilediğine miras verir.)… Sonuç müttekîlerindir (Allah’tan korkup günahtan sakınanlarındır). ”

    اَلْمُتَّقِي

    müttekî, takva sahibi, korunan, sakınan

    9- وَاكْتُبْ لَنَا فِي هَذِهِ الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفِي الآخِرَةِ … وَرَحْمَتِي وَسِعَتْ كُلَّ شَيْءٍ …

    (7/A’RÂF, 156). (Ey Allahım!) Bize bu dünyada da iyilik yaz, ahirette de. (Allah buyurdu ki:) …Rahmetim herşeyi kuşatmıştır…

     

    حَسَنَةٌ

    iyilik, nail olunan nimet, güzellik

    رَحْمَةٌ

    acımak, merhamet etmek

    وَسِعَ  يَسَعُ  سِعَةً  سَعَةً

    içine aldı, kapladı

     

                 

    10- اُنْظُرْ          كَيْفَ         كَذَبُوا     عَلَى     أَنْفُسِهِمْ …

    İsim mecrûr

    Harfi cer

    Fiil+fâil

    İsmü istifham

    Fiil-i Emr

     

     

     

     

    Fâili müstetir (أَنْتَ)

    (6/EN’ÂM, 24). Bak, kendilerinin aleyhine nasıl yalan söylediler…

    11- وَاذْكُرْ رَبَّكَ فِي نَفْسِكَ تَضَرُّعاً وَخِيفَةً وَدُونَ الْجَهْرِ مِنَ الْقَوْلِ بِالْغُدُوِّ وَالآصَالِ 

    (7/A’RÂF, 205). Kendi kendine yalvararak, ve korkarak yüksek olmayan bir sesle (sözle) sabah akşam Rabbini an.

     

    ذَكَرَ يَذْكُرُ

    zikretti, andı

    اَلْجَهْرُ

    ilan etmek, açığa vermek

     

    تَضَرَّعَ  يَتَضَرَّعُ تَضَرُّعاً

    yalvarıp yakarmak, niyazda bulunmak

     

    خاَفَ  يَخاَفُ خَوْفاً خِيفَةً

    korkmak [ayette: korkarak (hal)]

    دُونَ

    …siz, ..sız (zarftır önüne geldiği kelimeyi esreler)

    دُونَ الْجَهْرِ

    açığa çıkarmaksızın

    اَلْغُدُوُّ

    sabah

    اَلْآصَالُ

    akşam

                       

     

      

    HÂL: Ayette kullanılan mansûb ve nekre olarak gelen masdar şekli gramerde “hâl” olarak isimlendirilir “yalvararak ve korkarak” şeklinde ..erek, ..arak olarak tercüme edilir. İleride müstakil olarak işleyeceğimiz hâl hakkında kısa bir bilgi vermek devamlı Kur’ân okuyanların sık sık karşılaştıkları bir husus olduğundan burada kısaca bahsetmek faydalı olacaktır: Hâl; fiil işlenirken, fâilin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu gösteren mansûb ve nekre isimdir. Tekil ve illet harfi bulunmayan bir kelime olduğu takdirde hâl, üstün tenvinli olarak gelir. Fiile sorulan “Nasıl” sorusuna cevap teşkil eder. Fiil yapılırken onu işleyenin durumu açıklanan hâl Türkçe’ye (…erek, ..arak, …dığı halde, ..ken, …mış olduğu halde) kelimeleriyle tercüme edilir. Örnekler:

    أَكَلَ السَّائِلُ الطَّعاَمَ حاَراًّ.

    Dilenci yemeği sıcak olarak yedi.

    شَرِبَ الْمَريِضُ الْحَليِبَ باَرِداً.

    Hasta sütü soğuk olarak içti.

    خُلِقَ الْإِنْساَنُ ضَعِيفاً.

    İnsan zayıf olarak yaratıldı (Nîsâ, 27) .

  • Müzekker ve Müennes

     

    MÜZEKKER – MÜENNES

    Müzekker; canlı ya da cansız varlıkların erkek olanını gösteren isimdir. Türkçe’dekinin aksine Arapça’da cansız varlıklar da müzekker ya da müennes kabul edilmektedir. Müzekker ismin herhangi ayırıcı bir harfi yoktur:

    أَبٌ

    baba

    اَلتِّلْميِذُ

    öğrenci

    رَجُلٌ

    adam

    اَلْحِصاَنُ

    at

    اَلْكِتاَبُ

    kitap

    باَبٌ

    kapı

    خاَلِدٌ

    Halit

    قِطٌّ

    kedi

    اَلْمُؤْمِنُ

    mü’min (erkek)

                 

    Müennes; canlı ya da cansız varlıkların dişi olanını gösterir.

    İsimlerde müenneslik alâmetleri üçtür:

    a) Tâ-i te’nis ya da tâ-i merbûta  (Bitişik, yuvarlak tâ) ة: En çok kullanılan müenneslik alâmetidir.

    اَلصُّورَةُ

    resim

    اَلتِّلْميِذَةُ

    kız öğrenci

    اَلْمَرْأَةُ

    kadın

    فاَطِمَةُ

    Fâtıma

    فاَئِدَةٌ

    fayda

    ناَفِذَةٌ

    pencere

    عاَئِشَةُ

    Ayşe

    قِطَّةٌ

    kedi (dişi)

    اَلْمُؤْمِنَةُ

    mü’min (kadın)

     

                   

    Cümlede fiil ile fâil arasındaki uygunluk gibi müzekker müennes uygunluğu istenilen durumlarda sıfatlar müzekker halden aşağıdaki örneklerde  görüldüğü gibi müennese çevrilir[3]:

    نَظيِفٌ  ث نَظيِفَةٌ

    temiz

    جَميِلٌ ث جَميِلَةٌ

    güzel

    كَبيِرٌ ث كَبيِرَةٌ

    büyük

    مُسْلِمٌ ث مُسْلِمَةٌ

    müslüman

    مُجْتَهِدٌ ث مُجْتَهِدَةٌ

    çalışkan

    نَشيِطٌ ث نَشيِطَةٌ

    neşeli, dinç

    b) Elif-i Memdûde (Uzun elif): (اء) Bu elifle biten isimlerin müennes olması için eliften sonra gelen hemzenin kelimenin kök harflerinden olmaması gerekir. Bu tür müennes isimler genelde sıfat anlamı taşıyan isimlerdir, elif ve hemze de ekleme harflerdir. 

    أَحْمَرُ ث حَمْراَءُ

    kırmızı

    أَسْمَرُ ث سَمْراَءُ

    esmer

     

    أَخْضَرُ ث خَضْراَءُ

    yeşil

    أَبْيَضُ ث بَيْضاَءُ

    beyaz

     

    أَسْوَدُ ث سَوْداَءُ

    siyah

    أَصْفَرُ ث صَفْراَءُ

    sarı

     

    أَعْرَجُ ث عَرْجاَءُ

    topal

    شَقْراَءُ

    sarışın

    اَلصَّحْراَءُ

    çöl

                       

    c) Elif-i Maksûre (Kısa elif): (ى) İsimlerin sonunda noktasız ى şeklinde yazılan ve kendisinden önceki harf fethalı olduğu için elif olarak okunan bu harf o ismin müennes olduğunu gösterir.

    سَلْمىَ

    Selma

    أَكْبَرُ ث كُبْرَى

    daha büyük

    لَيْلىَ

    Leyla

    أَصْغَرُ ث صُغْرَى

    daha küçük

    حُبْلىَ

    hamile

    عَطْشاَنُ ث عَطْشَى

    Susuz

    * Bu üç te’nis (müennes) alâmeti olmadan da müennes olan isimler vardır. Bunlar:

    1-Kadınlara ait özel isimler:

    سُعاَدُ

    Suad

    هِنْدُ

    Hint

    زَيْنَبُ

    Zeynep

    مَرْيَمُ

    Meryem

    2-Dişi varlıklara delâlet eden isimler:

    أُخْتٌ

    kızkardeş

    أُمٌّ

    anne

    3-Vücudun çift organlarının isimleri:

    أُذُنٌ

    kulak

    عَيْنٌ

    göz

    رِجْلٌ

    ayak

    4-Ülke, şehir ve kabile isimleri:

    مِصْرُ

    Mısır

    اَلشاَّمُ

    Şam

    غَطَفاَنُ

    Gatafan kabilesi

    5-Rüzgar ve çeşitli ateş isimleri:

    سَعيِرٌ

    kuvvetli ateş

    ناَرٌ

    ateş

    دَبوُرٌ

    batı rüzgarı

    6-Canlı fakat akıl sahibi olmayan topluluk isimleri:

    إِبِلٌ

    develer

    غَنَمٌ

    koyun, keçiler

    حَماَمٌ

    güvercinler

    * Bunların dışında müennes olduklarını duyarak veya sözlüklere bakmak suretiyle öğrendiğimiz bazı kelimeler vardır ki bunlara semâî müennes (işitmek suretiyle müennes olduğu bilinen) denir. Örnek:

    رُوحٌ

    ruh

    اَلْأَرْضُ

    yer

    نَفْسٌ

    can

    داَرٌ

    ev, yurt

    اَلشَّمْسُ

    güneş

     

     

    Konuyla İlgili Cümle Örnekleri

    طَلَعَتِ الشَّمْسُ.

    Güneş doğdu.

    قَرَأَتِ الْمُؤْمِنَةُ الْقُرْآنَ.

    Mü’min (kadın) Kur’ân okudu.

    عَمِلَتِ الْمُجْتَهِدَةُ الْواَجِبَ.

    Çalışkan (kadın) ödevi yaptı.

    عَمِلَ الْمُجْتَهِدُ الْواَجِبَ.

    Çalışkan (erkek) ödevi yaptı.

    سَمِعَ التِّلْميِذُ الْجَرَسَ وَ دَخَلَ الْمَدْرَسَةَ.

    Öğrenci zili duydu ve sınıfa girdi.

    سَمِعَتِ التِّلْميِذَةُ الْجَرَسَ وَ دَخَلَتِ الْمَدْرَسَةَ.

    (Kız) öğrenci zili duydu ve sınıfa girdi.

  • Sahih Fiiller Salim Fiil Aksam-ı Seba

     

    AKSAM-I SEB’A (YEDİ KISIM)

    Arapça’da fiiller, içinde illet harfi (و ي ا) bulunup bulunmaması bakımından iki kısma ayrılır: Sahih fiiller, illetli fiiller.

    Sahih fiiller üç çeşittir:   a) Sâlim  b) Mehmûz  c) Muzaaf

    İlletli fiiller dört çeşittir:  a) Misâl  b) Ecvef   c) Nâkıs  d) Lefîf

    Fiil sembol olarak 3 harfli (فَعَلَ) kelimesinde gösterilir. Fiilin birinci harfine bu sembolden yola çıkılarak fâu’l-fiil denir. Ortadaki (ع) fiilin ikinci harfini temsil eder ve ayne’l-fiil denir. (ل) harfi de fiilin üçüncü harfini temsil eder ve lâme’l-fiil adını alır. Aşağıdaki konularda bu lafızlar sık sık kullanılacaktır. Şimdi bu fiilleri ve çekimlerini sırayla görelim:

    I) SAHİH FİİLLER

    A) SÂLİM FİİL

    Kuruluşunda harf-i illet denen ي  و ا harflerinden biri bulunmazsa veya aynı cins iki harf (şeddeli olarak) yanyana gelmemişse yahut harfleri arasında hemze ( أ  ء ) yoksa bu fiile sâlim fiil denir.

    fiilleri gibi  جَلَسَ -كَتَبَ – فَتَحَ – عَلِمَ

    Sâlim fiille ilgili çekimleri daha önce gördüğümüz için burada tekrar etmiyoruz. Örnekleri:

    جَلَسَ الْأَوْلاَدُ فِي الْحَدِيقَةِ.

    Çocuklar bahçede oturdu.

    اَلْأَوْلاَدُ جَلَسُوا  فِي الْحَدِيقَةِ.

    Çocuklar, bahçede oturdu.

  • Müteaddi ve Lazım Fiiller

     

    MÜTEADDΠ VE LÂZIM FİİLLER

    (Geçişli ve geçişsiz fiiller)

    Yukarıda gördüğümüz cümlelerde bazen fiilin üstün harekeyle harekelenen açık bir meful aldığını, bazen de açık mef’ûl almayıp harf-i cerle devam ettiğini görürüz. İşte açıkça mef’ûl alan fiillere müteaddî fiil, fâiliyle yetinip mef’ûl almayan ya da mef’ûlünü harf-i cerle alan fiillere de lâzım fiiller denir.

    Müteaddi yani mef’ûl alan fiilde fâilin yaptığı iş başkasına geçer veya herhangi bir şeyle alakası bulunur. Türkçe karşılığı geçişli fiildir.

    أَكَلَ فَرِيدٌ الْخُبْزَ.         Ferit ekmeği yedi.

    Bu cümlede “Ferit neyi yedi?” sorusunu mutlaka sorarız, yani fiil mef’ûl istemektedir.

    ضَرَبَ خَالِدٌ الْوَلَدَ.         Halit çocuğu dövdü.

    Bu cümlede de “Halit kimi dövdü?” sorusunu sorarız. Halid’in yaptığı iş başkasıyla alakalı olup onlara geçmektedir.

    Lâzım fiil ise; fâiliyle yetinip mef’ûl almayan fiildir. Fiilin yaptığı iş kendisinde kalıp başkasını etkilemez. Türkçe karşılığı geçişsiz fiildir.

    جَلَسَ خَالِدٌ.  Halit oturdu.           دَخَلَ خَالِدٌ.   Halit girdi.

    Bu cümlelerde mefulü gerektiren neyi, neye ve kimi, kime gibi soru akla gelmemektedir. Yani mef’ûle gerek yoktur. Bu konuyu şu şekilde de ifade edebiliriz:

     

    KAİDE: Arapça’da fiiller mef’ûllerine göre çeşitli kısımlara ayrılırlar:

    a) Hiç mef’ûl almayan fiiller: Yukarıda işlediğimiz gibi fâiliyle yetinip mef’ûl almayan “Lâzım fiiller” bu grubtandır.

    b) Mef’ûlünü harf-i cerle alan fiiler: Bazı fiiller beraberlerindeki (kendine ait) harf-i cerle birlikte tek bir mana ifade ederler. Artık yanındaki harf-i cer aslî manasında tercüme edilmez. Dikkat edilmesi gereken nokta; bu harf-i cerlerin fâilin başında değil, mef’ûlün başında geldiğini unutmamaktır. Söz konusu bu fiiller mef’ûllerini aşağıdaki harf-i cerlerden biri ile alabilirler:

     

    بِ

    لِ

    عَلَى

    عَنْ

    فِي

    إِلَى

    مِنْ

     

     

    Örnek:

    بَحَثَ عَنْ

    aradı, araştırdı

     

     

    بَحَثَ عَلِيٌّ عَنِ الْحَقِيبَةِ فِي الصَّفِّ.

    Ali çantayı sınıfta araştırdı.

     

     

    قاَلَ لِ

    (Birine) dedi, söyledi

     

     

    قاَلَ اللَّهُ لِلرَّسُولِ:

    Allah peygamber’e dedi:

     

    قاَلَ اللَّهُ فِي الْقُرْآنِ:

    Allah Kur’ân’da (şöyle) dedi (buyurdu)[2]:

     

                             

    c) Mef’ûlünü harf-i cersiz alan fiiller: Yukarıda örneklerini gördüğümüz müteaddî fiiller bu grubtandır. Harf-i cere ihtiyaç olmaksızın direk mefullerine bağlanırlar. İlerdeki konularda göreceğimiz gibi bazı fiiller yine harf-i cere ihtiyaç olmaksızın iki ya da üç mef’ûl alarak da tam bir cümle oluştururlar:

    وَجَدَ الْإِنْساَنُ الْعِلْمَ ناَفِعاً.

    İnsan ilmi faydalı buldu.

          Şu bilgiyi akılda tutmamız bundan sonraki konular için zorunludur:

    Üstün harekeye fetha, böyle harekelenmiş kelimeye mansûb, bu duruma da nasb hali deriz. Ötre harekeye zamme, böyle harekeli kelimeye merfû veya mazmûm, bu duruma da ref hali deriz. Esre harekeye kesre, böyle harekeli kelimeye mecrûr veya meksur, bu duruma da cer hali deriz.  Aynı şekilde tutarlı işarete de cezm, böyle harekeli kelimeye de meczûm deriz.

  • Emsile

    EMSİLE TERCÜMESİ GÖRSELLERLE DESTLEKLİ OLARAK SATIŞTA

    SATIN ALMAK İÇİN TIKLAYINIZ

    EMSİLE-İ MUHTELİFE çekimleriyle ilgili başlıklara tıklayarak derslere ulaşabilirsiniz. 

    KELİME SÎĞASI –  MANASI
    نَصَرَ Fi’l-i mâzî Yardım etti
    يَنْصُرُ Fi’l-i muzârî   Yardım eder/ediyor/ edecek
    نَصْراً Masdar-ı gayr-i mimî Yardım etmek

    ناَصِرٌ

    İsm-i fâil Yardım eden
    مَنْصُورٌ İsm-i mef’ûl Yardım edilen
    لَمْ يَنْصُرْ Fi’l-i muzârî cahd-i mutlak Yardım etmedi
    لَمَّا يَنْصُرْ Fi’l-i muzârî cahd-i müstağrak Henüz yardım etmedi
    ماَ يَنْصُرُ Fi’l-i muzârî nefy-i hâl Yardım etmiyor
    لاَ يَنْصُرُ Fi’l-i muzârî nefy-i istikbâl Yardım etmeyecek
    لَنْ يَنْصُرَ Fi’l-i muzârî te’kîd-i nefy-i istikbâl Asla yardım etmeyecek
    لِيَنْصُرْ Emr-i gâib Yardım etsin
    لاَ يَنْصُرْ Nehy-i gâib Yardım etmesin
    اُنْصُرْ Emr-i hâzır Yardım et
    لاَ تَنْصُرْ Nehy-i hâzır Yardım etme
    مَنْصَرٌ İsm-i zaman İsm-i mekânMasdar-ı mimî Yardım etme zamanıYardım etme mekânıYardım etmek
    مِنْصَرٌ İsm-i âlet Yardım etme aleti
    نَصْرَةً Masdar binâ-i merra Bir kere yardım etmek
    نِصْرَةً Masdar binâ-i nevi Bir nevi yardım etmek
    نُصَيْرٌ İsm-i tasğîr Küçük bir yardım
    نَصْرِيٌّ İsm-i mensûb Yardım etmeye mensup
    نَصَّارٌ Mübâlağa-i ism-i fâil Çok yardım eden
    أَنْصَرُ İsm-i tafdîl En çok yardım eden
    مَا أَنْصَرَهُ Fi’l-i taaccüb-i evvel Acaip yardım etti
    و أَنْصِرْ بِهِ Fi’l-i taaccüb-i sânî Ne acaip yardım etti

    Emsile Çekimi İndir

    Not:Winrar Şifre: fasiharabic.com