İSM-İ MEVSUL
Kendisinden sonra gelen ve sıla cümlesi denen cümleyi açıklayan isimlere ism-i mevsul denir. Temel ism-i mevsuller şunlardır:
ماَ | ki o şey | مَنْ | ki o kimse | الَّذِي | ki o |
Türkçe’ye ..ki, dığı, ..diği, ..en, ..an manasıyla tercüme edilir.
اَلْبَيْتُ الَّذِي رَأَيْتُهُ… | gördüğüm ev |
اَلْحَجَرُ الَّذِي كَسَرْتُهُ… | kırdığım taş |
اَلْحَجَرُ الَّذِي كَسَرْتُهُ كَبِيرٌ. | Kırdığım taş büyüktür. |
İsm-i mevsuldan sonraki cümleye de “Sıla cümlesi” denir.
İsm-i mevsuller ikiye ayrılır:
1- Hususî İsm-i Mevsul
2- Müşterek İsm-i Mevsul
1- Hususî İsm-i Mevsul (اَلْاِسْمُ المَوْصُولُ الْخاَصُّ)
Müzekker ve müennesleriyle birlikte müfred, tesniye ve cemileri bulunan ism-i mevsullerdir. Tesniyeleri hariç mebnîdirler[1].
|
| Cem | Tesniye | Müfred |
| ||
| Müzekker | اَلَّذِينَ | اَللَّذاَنِ – اَللَّذَيْنِ | اَلَّذِي |
| ||
|
| O kimseler | O iki kimse | O kimse |
| ||
| Müennes | اَللَّوَاتِي- اَللاَّتِي[2] | اَللَّتَانِ – اَللَّتَيْنِ | اَلَّتِي |
| ||
جَاءَ الرَّجُلُ الَّذِي ضَرَبَنيِ. | Beni döven adam geldi. | ||||||
رَأَيْتُ الَّذِينَ زَارُوا أَخِي. | Kardeşimi ziyaret eden (kimse)leri gördüm. | ||||||
جَاءَتِ الْمَرْأَةُ الَّتي عَلَّمَتْنِي. | Bana öğreten kadın geldi. | ||||||
اَلرَّبِيعُ هُوَ الْفَصْلُ الَّذي يُحِبُّهُ النَّاسُ. | Bahar insanların sevdiği mevsimdir. | ||||||
Arapça’da her ism-i mevsulden sonra görüldüğü gibi kendinden önceki kelimeyi açıklayan ve manasını tamamlayan bir ilgi cümlesi mutlaka bulunur.
اَعْبُدُ اللهَ الَّذِي خَلَقَنِي. | Beni yaratan Allah’a ibadet ederim. |
F خَلَقَنِي cümlesi أَلَّذِي den önce gelen الله kelimesini açıklamaktadır.
İsm-i mevsullerden her biri tekil çoğul, müzekker ya da müennes oluşlarına göre kullanılır:
جاَءَ الَّذِي رَأَيْتُهُ. | (Kendisini) gördüğüm kimse geldi (müf.) . |
جاَءَ الَّذِينَ رَأَيْتُهُمْ. | (Kendilerini) gördüğüm kimseler geldi (cem.) . |
جاَءَ اللَّذاَنِ رَأَيْتُهُماَ. | (Kendilerini) gördüğüm iki kişi geldi (tesniye.) . |
رَأَيْتُ اللَّذَيْنِ ذَهباَ. | Giden iki kişiyi gördüm (tesniye) . |
Böylece artık cümle, temel cümleye bağlanan içinde fiil de bulunabilen bir yan cümlecik daha almış, basit cümleden mürekkep cümle haline gelmiştir.
*Has ism-i mevsuller hem akıllılar hem de eşya ve hayvanlar için kullanılır.
2) Müşterek İsm-i Mevsul (اَلْاِسْمُ المَوْصُولُ الْمُشْتَرَكُ)
Müzekker ve müennesleriyle birlikte müfred, tesniye ve cemileri bulunmayan ism-i mevsullerdir.
ماَ | ki o şey | مَنْ | ki o kimse |
اَيٌّ | ki o kimse, ki o şey, herhangi, hangi |
(مَنْ) hem müzekker hem müennes ortak olmak üzere akıllı varlıklar (insanlar) için, (ماَ) ise genellikle insanlardan başkası için, hayvan ve eşya için kullanılır.
نَزَلَ مَنْ رَكِبَ الْحاَفِلَةَ. | Otobüse binen (binen kimse) indi. |
نَزَلَ مَنْ رَكِبوُا الْحاَفِلَةَ. | Otobüse binenler (binen kimseler) indi. |
عَرَفْتُ مَا عِنْدَكَ. | Yanında olanı tanıdım (Yanındakini tanıdım) . |
(مَنْ) (ماَ) (اَيُّ) ortak ism-i mevsulleri durumuna göre bütün kişileri belirtmek için has ism-i mevsullerin yerine kullanılır. Müfred ve müzekkerleri de aynı olduğu için hem müfred hem de cemi manasına geçer. Hangi şahıs için kullanıldığı ism-i mevsulden sonra gelen sıla cümlesindeki zamirden anlaşılır.
جاَءَ مَنْ رَأَيْتُهُ | Gördüğüm kimse geldi (müz.) . |
جاَءَ مَنْ رَأَيْتُهاَ | Gördüğüm kimse geldi (müe.) . |
جاَءَ مَنْ رَأَيْتُهُمْ | Gördüklerim geldi. |
رَأَيْتُ مَنْ جَاءَ إلى بَيْتِكُمْ. | Evinize gelen kimseyi (adamı) gördüm. (Evinize geleni gördüm de denilebilir.) |
سَوْفَ يُوَفِّقُ مَنْ يَجْتَهِدُ. | Çalışan kimse muvaffak olacaktır. |
أَكْتُبُ مَا أَطْلُبُ مِنَ الْكُتُبِ. | Kitaplardan istediğimi (istediğim şeyi) yazarım. |
أَيٌّ (herhangi, hangi) kelimesinin yerine (مَنْ) ve (ماَ) konabiliyorsa ism-i mevsul olur ancak mu’rabtır (duruma göre son harekesi değişir). Diğerleri kadar kullanılmaz.
إِقْرَأْ أَياًّ ناَفِعاً. | Faydalı olanı oku. |
يُعْجِبُنِي[3] اَيٌّ أَدَّى واَجِبَهُ. | Görevini yapan kimse hoşuma gider. |
. (نَعْلَمُ مَنْ هُوَ شُجاَعٌ) نَعْلَمُ أَيُّهُمْ هُوَ شُجاَعٌ Hangisinin cesur olduğunu biliyoruz. |
Mesela son cümlede (أَيٌّ) yerine (مَنْ) konabildiği için ism-i mevsuldür ve fâili sorduğu için zamme ile merfûdur. Esasen (أَيُّهُمْ)’den sonrası (نَعْلَمُ) fiilinin mahallen mansub mef’ûlü’dür.
(أَيٌّ) aynı zamanda isimlere muzâf olur, anlamını muzâf olduğu isimden alır.
يَحْفَظُ التِّلْمِيذُ أَيَّ سُورَةٍ يَخْتاَرُ[4] مِنَ الْقُرْآنِ. Öğrenci Kur’ân’dan seçtiği herhangi bir sûreyi ezberler. | |
نُصَلِّي فِي أَيِّ مَسْجِدٍ فِي الْمَدِينَةِ. | Şehirde herhangi bir camide namaz kılarız. |
(أَيٌّ) kelimesinin müennesi (أَيَّةُ) dur.
إِحْفَظْ أَيَّةَ النِّساَءِ قاَلَتْ هَذاَ. | Bunu kadınların hangisinin dediğini sakla (söyleme) |
تَنْجَحُ أَيَّةُ الطاَّلِباَتِ هِيَ مُجْتَهِدَةٌ. | Çalışkan olan kız öğrenci başarır. |
*(اَلَّذِينَ )(اَللَّوَاتِي) akıllıların çoğulu için kullanılır.
(اَلَّتِي) ve (ماَ) akılsız çoğullar içinde kullanılır:
قَرَأْتُ الْمَقاَلاَتِ الَّتِي كَتَبْتَهاَ. | Yazdığın makaleleri okudum. |
قَرَأْتُ ماَ كَتَبْتَ مِنْ مَقاَلاَتٍ. | Makalelerinden yazdıklarını okudum. |
*İsm-i mevsul marife isimden sonra geldiğinde sıfat olur:
جاَءَ الرَّجُلُ الَّذِي رَأَيْتُهُ. | Gördüğüm adam geldi. |
قَرَأْتُ الْكِتاَبَ الَّذِي قَرَأْتَهُ. | Okuduğun kitabı okudum. |
Son cümlede (اَلَّذِي) (الْكِتاَبَ) kelimesinin sıfatıdır.
İsm-i Mevsulun Cümlenin Unsurlarından Biri olması:
İsmi mevsul; fâil, mef’ûl ya da mübtedâ, haber ve nevasihtan (inne, kane ve kardeşleri) birinin ismi ve haberi gibi herhangi bir unsuru olabilir. O zaman cümle içindeki yerine göre mahallen merfû, mahallen mansûb ya da mahallen mecrûr olur.
İsm-i mevsul fâil durumunda:
سَجَدَ الَّذِي سَمِعَ الْأَمْرَ. | Emri işiten kimse secde etti. | ||
| |||
قاَلَ الَّذِينَ كَفَرُوا. | Küfredenler (küfreden kimseler) dedi: |
Meselâ son cümlede (الَّذِينَ),( قاَلَ) fiilinin fâilidir. Mahallen merfûdur.
İsm-i mevsul mef’ûl durumunda:
اِسْأَلْ مَنْ يَعْرِفُ. | Bilen kimseye (ya da bilen kimselere) sor. |
Bu cümlede (مَنْ),( اِسْأَلْ) fiilinin mef’ûlüdür. Mahallen mansûbtur.
İsm-i mevsul mübtedâ durumunda:
اَلَّذِي يَقْرَأُ يَتَعَلَّمُ. | Okuyan kimse öğrenir[5]. |
Haber Mübtedâ |
|
İsm-i mevsul haber durumunda:
..هَذَا الَّذِي رُزِقْنَا مِن قَبْلُ.. Haber Mübt. ..Bu (meyveler), bundan önce (dünyada) rızıklandığımız şeydir (dediler)..(Bakara, 25) |
هَذَا هُوَ النَّبِيُّ الَّذِي وَجَدُوا (وَجَدُوهُ) فِي كِتاَبِهِمْ. |
Haber Mübt Bu (kendisini) kitaplarında buldukları peygamberdir. |
İsm-i mevsul nevâsih’in ismi durumunda:
إِنَّ الَّذِينَ سَمِعُوا قَوْلَ النَّبِيِّ هُمُ الصاَّلِحُونَ. |
İnne’nin Haberi İnne’nin İsmi Peygamber’in sözünü dinleyen kişiler salih kişilerdir. |
إِنَّ مَنْ يَقْرَأُ يَتَعَلَّمُ. | Muhakkak ki okuyan kimse öğrenir[6]. |
İnne’nin Haberi İnne’nin İsmi
Sıla Cümlesinin Özellikleri:
Sıla cümlesi âid (bağlaç) denilen açık veya gizli bir zamirle mevsul isme bağlıdır. Bu zamir açık değilse kişi onu mevsul ismin türüne göre takdir eder. Aid zamiri sayı, müzekkerlik-müenneslik yönünden mevsul isme uygun olur.
İsm-i mevsuldan sonraki sıla cümlesi; isim cümlesi, fiil cümlesi, şibh-i cümle (cümle benzeri) olarak zarflı ya da harf-i cerli cümle parçalarıyla ana cümleye bağlanır.
İsim Cümlesi olarak:
حَضَرَتِ السَّيِّدَةُ الَّتِي هِيَ جَمِيلَةٌ. | Güzel olan bayan geldi. |
Fiil Cümlesi olarak:
أُحِبُّ الَّذِي يُعَلِّمُنِي. | Bana öğreten kimseyi severim. |
رَأَيْتُ الرَّجُلَ الَّذِي جاَءَ. | Gelen adamı gördüm. |
Not: İsim ya da fiil cümlesi temel cümleye bağlanırken ..en, ..an, ..dığı ekleriyle tercüme edilir.
Şibh-i Cümle (Zarflı cümle parçası) olarak:
أَخَذْتُ الْقَلَمَ الَّذِي أَماَمَكَ. | Önündeki kalemi aldım. |
Şibh-i Cümle (Harf-i cerli cümle parçası) olarak:
رَأَيْتُ الطُّيُورَ الَّتِي فِي الْحَدِيقَةِ. | Bahçedeki kuşları gördüm. |
Not: Şibh-i cümle (zarf ya da harf-i cerli isim) olduğunda …ki, ..bulunan, ..olan eklerini alarak cümleye bağlanır.
*Aid zamiri bazen terkedilebilir. Fakat ismi mevsul kendisinden sonra gelen ve harf-i ceri olan bir fiilin mef’ûlü ise zamirin harf-i cere eklenmesi zorunludur:
دَخَلَ عَلَى | birine gitti, yanına gitti |
إِنَّ النِّساَءَ اللاَّتِي دَخَلْناَ عَلَيْهِنَّ. … | Kendilerine gittiğimiz kadınlar |
جاَءَ بِ | getirdi |
ماَ هَذِهِ الْأَشْياَءُ الَّتِي جاَؤُا بِهاَ ؟ | Onların getirdikleri bu şeyler nedir? |
*Belirsiz nekre bir kelimeden sonra mevsul kullanılmaz fakat varmış gibi tercüme edilir:
قَدْ جاَءَ رَسُولٌ (مِنْكُمْ) دَعاَناَ إِلَى الْإِسْلاَمِ. |
(Sizin içinizden) bizi İslâm’a çağıran bir peygamber geldi. |
|
مَنْ ve مَا lar başa geldiği zaman soru işareti olduğu gibi, cümledeki yerine göre çoğul manası taşıyan ism-i mevsul olabilirler:
مَا عِنْدَكَ يَمُوتُ[7] وَمَا عِنْدَ اللهِ بَاقٍ[8]. |
Senin yanındakiler ölür fakat Allah’ın yanındakiler (yanındaki şeyler) bâkidir. |
مَا عِندَكُمْ يَنفَدُ وَمَا عِندَ اللّهِ بَاقٍ.. Sizin yanınızdaki (dünya malı) tükenir, Allah katındakiler ise bâkidir… (Nahl, 96) |
…لَهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ… |
..Göklerde ve yerde bulunanlar (bulunan şeyler) O’nundur.. (Bakara, 116). |
Genel Cümle Örnekleri
1- أَيْنَ تَسْكُنُ ؟ أَسْكُنُ فيِ الرِّياَضِ . فيِ أَيِّ حَيٍّ تَسْكُنُ ؟ أَسْكُنُ فيِ حَيِّ الْعِماَراَتِ . ماَ اسْمُ الْعِماَرَةِ الَّتيِ تَسْكُنُ فيِهاَ ؟ اِسْمُهاَ عِماَرَةُ السَّلاَمِ.
2- ماَ اسْمُ الْحَيِّ الَّذيِ تَسْكُنُ فيِهِ ؟ اِسْمُ الْحَيِّ الَّذيِ أَسْكُنُ فيِهِ : حَيُّ الْعِماَراَتِ .
3- مُحَمَّدٌ هُوَ الَّذيِ مَسَحَ السَّبوُّرَةَ – مَنِ الَّذيِ يَتَناَوَلُ الْقَهْوَةَ ؟ هَذاَ جَدِّي. مَنِ الَّتيِ تُشاَهِدُ التِّلِفِزْيُونَ؟ هَذِهِ جَدَّتيِ – اَلطِّفْلُ يَقُولُ الَّذِي ماَ يَفْعَلُهُ.
4- اَلَّتيِ تُنَظِّفُ الْحَديِقَةَ هِيَ واَلِدَةُ أَحْمَدَ – اَلَّذيِ يَتَناَوَلُ الْقَهْوَةَ هُوَ جَدُّ أَحْمَدَ .
5- مَنِ الَّتيِ تُنَظِّفُ الْحَديِقَةَ ؟ أُخْتُ خاَلِدٍ هِيَ الَّتيِ تُنَظِّفُ الْحَديِقَةَ .
6- اَلْعِيدُ الَّذِي يأْتِي[9] بَعْدَ رَمَضاَنَ هُوَ عِيدُ الْفِطْرِ – ماَ الْأَعْماَلُ الْمُهِمَّةُ الَّتِي تَقُومُ بِهاَ[10] كُلَّ أُسْبُوعٍ ؟
7- ماَ حَلُّ السُّؤاَلِ الَّذِي قَرَأْتَهُ فِي الدَّرْسِ الْماَضِي ؟ وَجَدَ السُّكاَّنُ الطِّفْلَةَ الَّتِي يَبْحَثُ عَنْهاَ[11] الْواَلِداَنِ – يَبِيعُ التاَّجِرُ الْأَشْياَءَ الَّتِي يَحْتاَجُ إِلَيْهاَ[12] الناَّسُ .
8- يَشْتَرِي الْآباَءُ الْكُتُبَ الَّتِي يَهْتَمُّ بِهاَ[13] الْأَبْناَءُ – أَحْضَرَ الْاِبْنُ الْهَدِيَّةَ الَّتِي فَكَّرَتْ فِيهاَ الْأُمُّ.
9- سَمِعَتْ فاَطِمَةُ بِماَ صَنَعَتْهُ لَيْلَى – سَمِعَ الْمُدَرِّساَنِ بِماَ صَنَعَهُ الْمُهَنْدِسُونَ – شَهِدَ الرَّجُلُ بِماَ قاَلَتْهُ الْمَرْأَةُ – شَهِدَ أَحْمَدُ بِماَ قاَلَهُ إِبْراَهِيمُ – بَدَاَ أَحْمَدُ بِماَ قاَلَهُ إِبْراَهِيمُ – بَدَأَ الرَّجُلُ بِماَ نَسِيَتْهُ الْمَرْأَةُ .
10- قاَلَ تَعاَلَى: “ياَ أَيُّهاَ الَّذِينَ آمَنُوا كُتِبَ عَلَيْكُمُ الصِّياَمُ كَماَ[14] كُتِبَ عَلَى الَّذِينَ مِنْ قَبْلِكُمْ “.
11- هَلِ الْكِتاَبُ الَّذِي عَلَى اليَساَرِ مِثْلُ[15] الْكِتاَبِ الَّذِي عَلَى الْيَمِينِ ؟
12- ماَ أَنْواَعُ الْمَعاَرِضِ الَّتِي تَعْرِفُهاَ ؟ أَعْرِفُ مَعاَرِضَ الرَّسْمِ وَالْكُتُبِ والسَّياَّرَاتِ وَالْمَلاَبِسِ- لِماَذاَ يَذْهَبُ الناَّسُ إِلَى الْمَعاَرِضِ ؟ لِماَ فِيهاَ مِنْ فَواَئِدَ[16] وَ مَعْلُوماَتٍ .
Tercüme:
1- Nerde oturuyorsun? Riyad’da oturuyorum. Hangi mahallede oturuyorsun? “Apartmanlar” mahallesinde oturuyorum. İçinde oturduğun apartmanın ismi nedir? Onun ismi Selâm (Barış) apartmanıdır.
2- Oturduğun mahallenin ismi nedir? Onun oturduğu mahallenin ismi “Apartmanlar” mahallesidir.
3- Tahtayı silen Muhammed’dir. (Muhammed ki o tahtayı sildi). Kahveyi içen (alan) kimdir? Bu dedemdir. Televizyon seyreden (müe.) kimdir? Bu ninemdir. Çocuk yapmadığı şeyi söyler.
4- Bahçeyi temizleyen (ki o)Ahmed’in annesidir. Kahveyi içen Ahmed’in dedesidir.
5- Bahçeyi temizleyen kimdir? Halid’in kızkardeşi (işte o)[17] bahçeyi temizleyendir.
6- Ramazan’dan sonra gelen bayram Ramazan Bayramıdır. Her hafta yerine getirdiğin mühim işler nedir?
7- Geçen derste okuduğun sorunun çözümü nedir? (Mahalle) sakinleri ana babanın aradığı küçük kızı buldu. Tâcir insanların ihtiyacı olan şeyleri satar.
8- Babalar oğulların önem verdiği kitapları satın alır. Oğul annenin düşündüğü hediyeyi getirdi.
9- Fâtıma Leylâ’nın yaptığı şeyleri duydu. İki öğretmen mühendislerin yaptığı şeyleri duydu. Adam kadının söylediği şeylere şahit oldu. Ahmet İbrâhim’in söylediği şeylere şahit oldu. Ahmet İbrahim’in dediği şeylerle başladı. Adam kadının unuttuğu şeylerle başladı.
10- Allâhu Teâlâ: “Ey iman edenler! Sizden öncekilere yazıldığı (farz kılındığı) gibi oruç size (de) farz kılındı.
11- Soldaki kitap sağdaki kitap gibi midir?
12- Bildiğin sergi çeşitleri nelerdir? Resim, kitap, araba ve elbise sergilerini biliyorum. İnsanlar niçin sergilere gider? İçersindeki faydalar ve bilgiler için.
¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯
İSM-İ MEVSÛL İLE İLGİLİ AYETLER
1- هَذِهِ جَهَنَّمُ الَّتِي يُكَذِّبُ بِهَا الْمُجْرِمُونَ .
(55/RAHMÂN, 43). İşte bu, suçluların yalanladıkları cehennemdir.
suçlu, günahkar | اَلْمُجْرِمُ | yalanladı | كَذَّبَ يُكَذِّبُ تَكْذِيباً |
2- وَاذْكُرْنَ مَا يُتْلَى فِي بُيُوتِكُنَّ مِنْ آيَاتِ اللَّهِ وَالْحِكْمَةِ إِنَّ اللَّهَ كَانَ لَطِيفًا خَبِيرًا .
(33/AHZÂB, 34). (Ey Peygamber hanımları!) Evlerinizde okunan Allah’ın âyetlerini ve hikmeti hatırlayın. Şüphesiz Allah, her şeyin iç yüzünü bilendir ve her şeyden haberi olandır.
okumak, kraat etmek [daha sonra göreceğimiz gibi illetli fiillerde müfred muzârinin sonundaki (و), muzâri meçhûllerde üstünü temsil eden elifi maksureye (ى) dönüşür.] | تَلاَ يَتْلُو تِلاَوَةً |
hikmet (doğru olduğu tahakkuk eden her türlü söz, amel) | اَلْحِكْمَةُ |
3- يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لِمَ تَقُولُونَ مَا لاَ تَفْعَلُونَ .
(61/SAFF, 2). Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz?
niçin | لِمَ | Ey iman eden kimseler! | يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا |
4- كَبُرَ مَقْتًا عِنْدَ اللَّهِ أَنْ تَقُولُوا مَا لاَ تَفْعَلُونَ .
(61/SAFF, 3). Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz, Allah katında büyük bir nefretle karşılanır.
büyümek, büyük olmak | كَبُرَ يَكْبُرُ كِبَراً | kızdırıcı husus, şiddetli kızma | اَلْمَقْتُ |
5- أَ رَأَيْتَ الَّذِي يُكَذِّبُ بِالدِّينِ .
(107/MÂÛN, 1). Dini yalanlayanı gördün mü?
6- فَذَلِكَ الَّذِي يَدُعُّ الْيَتِيمَ .
(107/MÂÛN, 2). İşte o kimse yetimi itip kakar;
kovmak, itelemek, azarlayarak itip kakmak, defetmek (ayette: sert davranarak (azarlayarak) kovmak) | دَعَّ يَدُعُّ دَعّاً |
7- وَلاَ يَحُضُّ عَلَى طَعَامِ الْمِسْكِينِ .
(107/MÂÛN, 3). Yoksulun doyurulmasına teşvik etmez;
teşvik etmek
| حَضَّ يَحُضُّ حَضاًّ |
8- مَنْ كَانَ يُرِيدُ الْعَاجِلَةَ عَجَّلْنَا لَهُ فِيهَا مَا نَشَاءُ لِمَنْ نُرِيدُ ثُمَّ جَعَلْنَا لَهُ جَهَنَّمَ يَصْلاهَا مَذْمُومًا مَدْحُورًا .
(17/İSRÂ, 18). Her kim aceleyi (peşin mükafatlı bu çarçabuk geçen dünyayı) dilerse ona, yani dilediğimiz kimse için dilediğimiz şeyi (dilediğimiz kadarını) dünyada acele (hemen verir), sonra onu, kınanmış ve kovulmuş olarak gireceği cehenneme kılarız (sokarız).
dünya | اَلْعَاجِلَةُ | çabuklaştırmak, hızlandırmak | عَجَّلَ يُعَجِّلُ تَعْجِيلاً |
uzaklaştırılmış, kovulmuş (ism-i mef’ûl) | مَدْحُورٌ (دَحَرَ يَدْحُرُ) | ||
ayıplanmış, zemmedilmiş (ism-i mef’ûl) | مَذْمُومٌ (ذَمَّ) | ||
(ateşe) atılmak, ateşe maruz bırakılmak, (ateşe) yaslanmak | صَلَى يَصْلَى صِلِياًّ |
9- تِلْكَ الدَّارُ الْآخِرَةُ نَجْعَلُهَا لِلَّذِينَ لاَ يُرِيدُونَ عُلُوًّا فِي الْأَرْضِ وَلاَ فَسَادًا وَالْعَاقِبَةُ لِلْمُتَّقِينَ .
(28/KASAS, 83). İşte ahiret yurdu! Biz onu yeryüzünde böbürlenmeyi ve bozgunculuğu arzulamayan kimseler için kılarız (veririz.) (En güzel) âkıbet, müttakîlerindir (takvâ sahiplerinindir).
üstünlük, cebir, böbürlenmek | عَلاَ يَعْلُو عُلُوًّا |
10- وَالَّذِينَ لاَ يَشْهَدُونَ الزُّورَ وَإِذَا مَرُّوا بِاللَّغْوِ مَرُّوا كِرَامًا .
(25/FURKÂN, 72). O kimseler (O mü’min kullar), yalan yere şahitlik etmezler, boş sözlerle karşılaştıklarında vakarlı olarak (oradan) geçip giderler.
batıl, boş, hakikatsiz, asılsız | اَلزُّورُ |
geçmek, uğramak, hareket etmek, yürümek (ayette: geçmek, karşılaşmak, rastgelmek (“Boş işe rastgeldikleri zaman, bulaşmadan güzelce geçip giderler” mealinde) | مَرَّ يَمُرُّ مَراًّ بِ |
boş söz, çirkin söz/ boş şey (boş konuşma vs.)/ boş yere yemin etme. (ayette: boş şey (faydasız söz ve iş) | اَللَّغْوُ |
şerefliler (boş sözler ve boş işlerden kaçınan Allah’ın müttekî kulları) | كِرَامٌ |
11- وَالَّذِينَ جَاؤُوا مِنْ بَعْدِهِمْ يَقُولُونَ رَبَّنَا اغْفِرْ لَنَا وَلِإِخْوَانِنَا الَّذِينَ سَبَقُونَا بِالْإِيمَانِ وَلاَ تَجْعَلْ فِي قُلُوبِنَا غِلاًّ لِلَّذِينَ آمَنُوا رَبَّنَا إِنَّكَ رَؤُوفٌ رَحِيمٌ .
(59/HAŞR, 10). Bunların arkasından gelenler (şöyle) derler: Rabbimiz! Bizi ve bizden önce gelip geçmiş imanlı kardeşlerimizi bağışla; kalplerimizde, iman edenlere karşı hiçbir kin bırakma! Rabbimiz! Şüphesiz ki sen çok şefkatli, çok merhametlisin!
bağışlamak, mağfiret etmek | غَفَرَ يَغْفِرُ غُفْراَناً |
tekaddüm etmek, öne geçmek / geçmek.(Ayette: önce geçmek) | سَبَقَ يَسْبِقُ سَبْقاً |
galeyanlı kin, kinin galeyanı (kaynaşması) | اَلْغِلُّ |
çok merhametli, (Esmâ-i ilâhiyeden; Kullarını kötülüklerden esirgeyen) | رَؤُوفٌ |
12- فَلْيَنْظُرِ الْإِنْسَانُ مِمَّ خُلِقَ {86/5} خُلِقَ مِنْ ماَءٍ دَافِقٍ .
(86/TÂRIK, 5, 6). İnsan neden yaratıldığına bir baksın! Atılan bir sudan yaratıldı.
neden (ne + den) | مِمَّ (مِنْ + ماَ) |
birden boşalan, dökülen, def’aten akıtan, akıtılan (ism-i fâil) | دَافِقٌ |
13- إِنَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ سَيَجْعَلُ لَهُمُ الرَّحْمَنُ وُدًّا .
(19/MERYEM, 96). Gerçek şu ki, iman edip iyi (şeyler) yapanlar için Rahman (olan Allah), (gönüllerde) bir sevgi yaratacaktır.
sevgi, muhabbet (kalplerde sevgi besleme) | وُدٌّ |
14- ن وَالْقَلَمِ وَمَا يَسْطُرُونَ .
(68/KALEM, 1). Nûn. Kaleme ve (satır satır) yazdıklarına andolsun ki,
Kaleme .. andolsun ki, yemin olsun ki (Ayetlerin başında gelen ve kendisinden sonraki kelimeyi esreleyen (و) vâvu’l-kasem’dir. Yâni yemin vâvıdır.) | وَالْقَلَمِ |
yazmak, ifadeyi satıra dökmek/dizmek, saf yapmak | سَطَرَ يَسْطُرُ سَطْراً |
15- أَمْ حَسِبْتُمْ أَن تُتْرَكُوا وَلَمَّا يَعْلَمِ اللّهُ الَّذِينَ جَاهَدُوا مِنْكُمْ وَلَمْ يَتَّخِذُوا مِنْ دُونِ اللّهِ وَلاَ رَسُولِهِ وَلاَ الْمُؤْمِنِينَ وَلِيجَةً وَاللَّهُ خَبِيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ .
(9/TEVBE, 16). Yoksa, Allah, sizden, cihad edenleri, Allah, peygamber ve müminlerden başkasını sırdaş edinmeyenleri bilmeden (ortaya çıkarmadan) bırakılacağınızı mı (terk edileceğinizi mi) sandınız? Allah yaptığınız şeylerden haberdardır.
Allah’dan başkasını | مِنْ دُونِ اللّهِ | sırdaş, içte saklı iyi hisler | وَلِيجَةٌ |
16- الم ¯ ذَلِكَ الْكِتَابُ لاَ رَيْبَ فِيهِ هُدًى لِلْمُتَّقِينَ .
(2/BAKARA, 1,2). Elif. Lâm. Mîm. O (Kur’ân) kendisinde hiç şüphe bulunmayan bir kitaptır. O, müttakîler (sakınanlar ve arınmak isteyenler) için bir yol göstericidir.
şüphe, tereddüt | اَلرَّيْبُ |
yol gösterici (sonu illetli harfle biten bu kelime merfû mansûb ve mecrûr hallerinde de aynı gelir.) | هُدًى |
17- اَلَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ وَيُقِيمُونَ الصَّلاةَ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَ .
(2/BAKARA, 3). Onlar (müttakî kimseler) gayba inanırlar, namaz kılarlar, kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden infak ederler (Allah yolunda harcarlar).
ikame etmek, yerine getirmek | أَقاَمَ يُقِيمُ إِقاَمَةً | inandı, iman etti | آمَنَ يُؤْمِنُ إِيماَناً بِ |
harcadı, sarfetti | أَنْفَقَ يُنْفِقُ إِنْفاَقاً |
18- أُولَئِكَ عَلَى هُدًى مِنْ رَبِّهِمْ وَأُولَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ .
(2/BAKARA, 5). İşte onlar, Rablerinden (gelen) bir hidayet üzeredirler ve kurtulanlar (kurtuluşa erenler de ancak) onlardır.
kurtulan (kurtuluşa eren) | اَلْمُفْلِحُ |
19- يَوْمَ يُحْمَى عَلَيْهَا فِي نَارِ جَهَنَّمَ فَتُكْوَى بِهَا جِبَاهُهُمْ وَجُنُوبُهُمْ وَظُهُورُهُمْ هَذَا مَا كَنَزْتُمْ لأَنْفُسِكُمْ …
(9/TEVBE, 35). (Bu paralar) cehennem ateşinde kızdırılıp bunlarla onların alınları, yanları ve sırtları dağlanacağı gün (onlara denilir ki): “İşte bu kendiniz için biriktirdiğiniz servettir…”
kızdırmak, sıpsıcak hale getirmek, (ateşe) tutmak (ayette meçhûlü) | حَمَى يَحْمِي | ||
alın, alnın ortası | اَلْجَبْهَةُ ج اَلْجِبَاهُ | dağlamak | كَوَى يَكْوِي كَياًّ |
yan. istiâre olarak iş, durum, yakın cihet manalarına da gelir. | اَلْجَنْبُ ج اَلْجُنُوبُ | ||
sırtlar | اَلظُّهُورُ | biriktirmek | كَنَزَ يَكْنِزُ كَنْزاً |
20- … وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ مِنْهُمْ مَغْفِرَةً وَأَجْرًا عَظِيمًا .
(48/FETİH, 29). …Allah onlardan inanıp iyi işler yapanlara mağfiret ve büyük mükâfat vâdetmiştir.