1- وَجَعَلْناَ فِيهاَ جَناَّتٍ مِنْ نَخِيلٍ وَ أَعْناَبٍ وَ فَجَّرْناَ فِيهاَ مِنَ الْعُيُونِ.
|
|
(36/YÂSÎN, 34). Biz orda (yeryüzünde) hurmadan ve üzüm bağlarından (oluşan) bahçeler yaptık ve (yine) orada pınarlar fışkırttık.
|
|
جَعَلَ
|
kıldı, yaptı
|
جَنَّةٌ ج جَناَّتٌ
|
ağaçlı bahçe, bahçeler, cennet
|
|
نَخِيلٌ
|
hurma
|
عِنَبٌ ج أَعْناَبٍ
|
üzüm, üzüm bağı
|
|
فَجَّرَ
|
fışkırttı, kaynattı
|
اَلْعَيْنُ ج اَلْعُيُونُ
|
pınar, su pınarı
|
|
2- وَالْقَمَرَ قَدَّرْناَهُ مَناَزِلَ …
|
|
(36/YÂSÎN, 39). Aya (birtakım) yörüngeler (menziller) tayin ettik.
|
|
اَلْقَمَرُ
|
ay. (Burada الْقَمَرَ kelimesi önemi vurgulamak için öne geçmiş mef’ûldür).
|
|
قَدَّرَ
|
takdir etti, tayin etti, ölçüp biçti. (Mef’ûl, fiilden önce geldiğinde, fiilde ona dönen bir zamir bulunur).
|
|
مَنْزِلٌ ج مَناَزِلُ
|
menzil, yörünge.
|
|
3- هُمْ وَ أَزْواَجُهُمْ فِي ظِلاَلٍ عَلَى الْأَراَئِكِ …
|
|
(36/YÂSÎN, 56). Kendileri (onlar) ve eşleri gölgelerde tahtlar üzerinde…
|
|
زَوْجٌ ج أَزْواَجٌ
|
eş, zevce
|
ظِلٌّ ج ظِلاَلٌ
|
gölge, gölgelik
|
|
أَرِيكَةٌ ج اَلْأَراَئِكُ
|
koltuk, taht, yatak, divan, üzerine oturulan her çeşit eşya
|
|
4- …خَلَقَ الْمَوْتَ وَالْحَياَةَ…
|
|
(67/MÜLK, 2). …ölümü ve hayatı yarattı..
|
|
الْمَوْتُ
|
ölüm
|
خَلَقَ
|
yarattı
|
|
5- وَ لَقَدْ خَلَقْناَ الْإِنْساَنَ مِنْ سُلاَلَةٍ مِنْ طِينٍ.
|
|
(23/MÜ’MİNÛN, 12). Andolsun biz insanı, çamurdan (süzülüp, çıkarılmış) bir özden yarattık.
|
|
|
|
لَقَدْ
|
Andolsun, gerçekten, hakikaten. (Baştaki lâm yemin ifade eder. قَدْ ise mâzî fiilin önünde tahkik (pekiştirme), kuvvetlendirme görevi yapar.
|
|
سُلاَلَةٌ
|
öz, hülasa, süzme, döl, nutfe
|
طِينٌ
|
çamur
|
|
6- …أَنْشَأَكُم وَ جَعَلَ لَكُمُ السَّمْعَ وَالْأَبْصاَرَ وَالْأَفْئِدَةَ…
|
|
(67/MÜLK, 23). (O ki), sizi yarattı, size (işitecek) kulak, (görecek) gözler ve (hissedecek) gönüller verdi.
|
|
أَنْشَأَ
|
yarattı, inşa etti
|
اَلسَّمْعُ
|
kulak
|
|
اَلْبَصَرُ ج اَلْأَبْصاَرُ
|
göz
|
اَلْفُؤاَدُ ج اَلْأَفْئِدَةُ
|
gönül
|
|
7- …إِنَّماَ الْعِلْمُ عِنْدَ اللَّهِ وَ إِنَّماَ أَناَ نَذِيرٌ ..
|
|
(67/MÜLK, 26). (De ki:) İlim ancak Allah’ın katındadır, (yanındadır), ben ancak bir uyarıcıyım.
|
|
إِنَّماَ
|
ancak, yalnız, (hasr edatı)
|
عِنْدَ اللَّهِ
|
Allah’ın katında (yanında)
|
نَذِيرٌ
|
uyarıcı
|
8- وَ خَلَقْناَكُمْ أَزْواَجاً.
|
|
(78/NEBE, 8). Sizi çift çift (çiftler olarak) yarattık.
|
|
أَزْواَجٌ
|
eşler, çiftler
|
|
|
|
9- وَجَعَلْناَ نَوْمَكُمْ سُباَتاً.
|
|
(78/NEBE, 9). Uykunuzu bir dinlenme yaptık.
|
|
اَلسُّباَتُ
|
istirahat rahatlık, sükûnet, ölüm
|
نَوْمٌ
|
uyku
|
|
10- وَجَعَلْناَ اللَّيْلَ لِباَساً.
|
|
(78/NEBE, 10). Geceyi bir örtü yaptık.
|
|
لِباَسٌ
|
elbise, örtü
|
جَعَلَ
|
kıldı, yaptı, yarattı
|
|
11- وَجَعَلْناَ النَّهاَرَ مَعاَشاً.
|
|
(78/NEBE, 11). Gündüzü bir geçim kaynağı kıldık.
|
|
مَعاَشٌ
|
geçim kaynağı, geçim sağlama vakti
|
|
12- وَ بَنَيْناَ فَوْقَكُمْ سَبْعاً شِداَداً.
|
|
(78/NEBE, 12). Ve üstünüzde yedi sağlam (gök) bina ettik.
|
|
بَنَى
|
bina etti, yaptı
|
سَبْعٌ
|
yedi
|
شِداَدٌ
|
sağlam
|
|
13- وَسِعَ كُرْسِيُّهُ السَّمواَتِ وَالْأَرْضَ.
|
|
(2/BAKARA, 255). Onun (Allah’ın) kürsüsü gökleri ve yeri kuşatmıştır.
|
|
وَسِعَ
|
içine aldı, kapladı, (sardı, kuşattı)
|
|
كُرْسِيٌّ
|
taht, sandalye, koltuk, kürsü
|
اَلسَّماَءُ ج اَلسَّمواَتُ
|
gök
|
|
14- اَلرَّحْمَنُ . عَلَّمَ الْقُرْآنَ . خَلَقَ الْإِنْساَنَ . عَلَّمَهُ الْبَياَنَ.
|
|
(55/RAHMÂN, 1, 2, 3, 4). Çok merhametli (Allah) Kur’ân’ı öğretti, insanı yarattı, ona açıklamayı öğretti.
|
|
اَلرَّحْمَنُ
|
çok merhametli (Yalnız Allah’a ıtlak edilir)
|
|
عَلَّمَ
|
öğretti
|
الْبَياَنَ
|
konuşmak, düşünceleri dile getirmek
|
|
15- وَالسَّماَءَ رَفَعَهاَ وَ وَضَعَ الْمِيزاَنَ
|
|
(55/RAHMÂN, 7). Göğü (Allah) yükseltti ve mîzanı (dengeyi) o koydu.
|
|
اَلسَّماَءُ
|
gök. (Semâi müennes olan bu kelime burada öne geçmiş mef’ûldür. Kendinden sonra gelen fiilde ona dönen bir zamir vardır).
|
|
رَفَعَ
|
yükseltti, kaldırdı
|
وَضَعَ
|
koydu, hüküm koydu
|
|
اَلْمِيزاَنَ
|
ölçü, denge, tartı
|
|
16- وَالْأَرْضَ وَضَعَهاَ لِلْأَناَمِ.
|
|
(55/RAHMÂN, 10). Yeri mahlûkat için koydu (yarattı).
|
|
اَلْأَرْضُ
|
arz, dünya, yer, toprak
|
اَلْأَناَمُ
|
halk, mahlûkât
|
|
17- كُلَّ يَوْمٍ هُوَ فِي شَأْنٍ.
|
|
(55/RAHMÂN, 29). Her gün O (Allah) bir iştedir.
|
|
كُلَّ يَوْمٍ
|
her gün. (كُلَّ den sonra gelen ismin esre olduğunu hatırlayınız.)
|
|
شَأْنٌ
|
iş, hal, durum (ehemmiyetli ve büyük işler için kullanılır)
|
|
18- كَذَّبَتْ عاَدٌ الْمُرْسَلِينَ.
|
|
(26/ŞUARÂ, 123). Ad (milleti)[4] peygamberleri yalanladı.
|
|
اَلْمُرْسَلُ
|
peygamber, elçi
|
|
19- كَذَّبَتْ ثَمُودُ الْمُرْسَلِينَ.
|
|
(26/ŞUARÂ, 141). Semud (milleti de) peygamberleri yalanladı.
|
|
20- فَعَقَرُوهاَ فَأَصْبَحُوا ناَدِمِينَ.
|
|
(26/ŞUARÂ, 157). Akabinde onu (mucize deveyi) kestiler, arkasından pişman oldular.
|
|
عَقَرَ
|
kesti
|
أَصْبَحَ
|
oldu
|
ناَدِمٌ
|
pişman
|
|
21- قاَلُوا إِنَّماَ أَنْتَ مِنَ الْمُسَحَّرِينَ.
|
|
(26/ŞUARÂ, 185). Sen ancak büyülenmişlerdensin dediler.
|
|
اَلْمُسَحَّرُ
|
büyülenmiş
|
إِنَّماَ
|
ancak
|
|
|
|
|
|
|
22- فَجَعَلْناَهُمْ سَلَفاً وَ مَثَلاً لِلْآخرِينَ.
|
|
(43/ZUHRUF, 56). Onları sonrakiler için bir geçmiş ve (ibret için) bir örnek kıldık.
|
|
سَلَفٌ
|
geçmiş
|
مَثَلٌ
|
misal, örnek
|
اَلْآخرِينَ
|
sonrakiler
|
|
23- ثُمَّ أَنْزَلَ اللَّهُ سَكِينَتَهُ عَلَى رَسُولِهِ وَ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ.
|
|
(9/TEVBE, 26). Sonra Allah Resûlü ve müminler üzerine sekînetini (sukûnet ve huzur duygusunu) indirdi.
|
|
24- اِنَّماَ الْمُؤْمِنُونَ اِِخْوَةٌ.
|
|
(49/HUCURAT, 10). Mü’minler ancak kardeştirler.
|
|
أَخٌ ج اِِخْوَةٌ
|
kardeş
|
|
25- اِنَّكَ لَمِنَ الْمُرْسَلِينَ.
|
|
(36/YÂSÎN, 3). Sen şüphesiz peygamberlerdensin.
|
|
26- اِذْ جاَءَهاَ الْمُرْسَلُونَ.
|
|
(36/YÂSÎN, 13). Hani onlara (şehir halkına) peygamberler gelmişlerdi.
|
|
اِذْ
|
hani, bir zamanlar
|
|
27- … غَفَرَ لِي رَبِّي وَ جَعَلَنِي مِنَ الْمُكْرَمِينَ.
|
|
(36/YÂSÎN, 27). Rabbim(in) beni bağışladı(ğını) ve beni ikram edilenlerden kıldı(ğını)[5] (keşke bilselerdi)…
|
|
غَفَرَ لِ
|
bağışladı
|
الْمُكْرَمُ
|
ikram edilen
|
|
28- وَ آيَةٌ[6] لَهُمُ اللَّيْلُ … فَاِذاَ هُمْ مُظْلِمُونَ.
|
|
(36/YÂSÎN, 37). Gece de onlar için bir işarettir.. Birden onlar karanlıklara gömülmüşlerdir.
|
|
مُظْلِمٌ
|
karanlıkta kalan
|
|
|
|
فَاِذاَ هُمْ
|
bir de bakmışsın onlar. [(اِذاَ) yanında zamirle yer aldığı zaman izâ fücâiyye dediğimiz “bir de bakmışsın, birden, ansızın” manasını verir, (فَاِذاَ هُوَ) bir de bakmışsın o, (فَاِذاَ هُمْ) bir de bakmışsın onlar gibi] .
|
|
29- قاَلُوا ياَ وَيْلَناَ مَنْ بَعَثَناَ مِنْ مَرْقَدِناَ … وَ صَدَقَ الْمُرْسَلُونَ.
|
|
(36/YÂSÎN, 52). (İşte o zaman) “Eyvah! Yazıklarolsun bize, kabrimizden bizi kim kaldırdı? .. (Demek) peygamberler doğru söylediler” derler.
|
|
|
|
ياَ وَيْلَناَ
|
eyvah, yazıklar olsun bize (tabir)
|
مَرْقَدٌ
|
yatılan yer, mezar
|
|
بَعَثَ
|
diriltti, kaldırdı
|
صَدَقَ
|
doğru söyledi
|
|
30- هُمْ فِيهاَ خاَلِدُونَ.
|
|
(7/A’RÂF, 42). Onlar (inanıp iyi işler yapanlar) orada (cennette) ebedîdirler.
|
|
31- وَجَعَلَ الظُّلُماَتِ وَ النُّورَ.
|
|
(6/EN’ÂM, 1). Karanlıkları ve aydınlığı yarattı.
|
|