Yıl: 2013

  • Arapça Sıra Sayıları

     

    SIRA SAYILARI

    Birşeyin sırasını gösterir. Birincisi hariç diğerlerinin müzekkerleri “ة”siz, müennesleri  ةli olarak kullanılır.

    Müzekkerlerde

    Müenneslerde

     

    اَلْأَوَّلُ

    اَلْأُولىَ

    Birinci

    اَلثَّانِي

    اَلثَّانِيَةُ

    İkinci

    اَلثَّالِثُ

    اَلثَّالِثَةُ

    Üçüncü

    اَلرَّابِعُ

    اَلرَّابِعَةُ

    Dördüncü

    اَلْخَامِسُ

    اَلْخاَمِسَةُ

    Beşinci

    اَلسَّادِسُ

    اَلسَّادِسَةُ

    Altıncı

    الَسَّابِعُ

    اَلسَّابِعَةُ

    Yedinci

    اَلثَّامِنُ

    اَلثَّامِنَةُ

    Sekizinci

    اَلتَّاسِعُ

    اَلتَّاسِعَةُ

    Dokuzuncu

    اَلْعاَشِرُ

    اَلْعاشِرَةُ

    Onuncu

     

     

     

    اَلْحاَدِيَ عَشَرَ

    الْحادِيَةَ عَشَرَةَ

    Onbirinci

    اَلْثانِي عَشَرَ

    اَلثَّانِيَةَ عَشَرَةَ

    Onikinci

    اَلثَّالِثَ عَشَرَ

    اَلثَّالِثَةَ عَشَرَةَ

    Onüçüncü

    اَلرَّابِعَ عَشَرَ

    اَلرَّابِعَةَ عَشَرَةَ

    Ondördüncü

     

    اَلْبِنْتُ الثاَّلِثَةُ

    3. kız

    اَلْاِبْنُ الثاَّنِي

    2. oğul

    11. rakamdan itibaren birleşiktir. عَشَرَ  ve عَشَرَةَ  sayısının son harekesi üstün harekeli olup ismin çeşitli hallerine göre değişmezler.

    رَأَيْتُ ذَلِكَ الرَّجُلَ فِي الثَّانِي عَشَرَ مِنْ شَهْرِ رَمَضَانَ.

    O adamı Ramazan ayının onikisinde gördüm.

    *11-19 arası sıra sayıları da fetha üzere mebnîdirler. Yani sıfat durumunda olmalarına rağmen hareke yönünden mevsûf (sıfatlanan) ile uyum göstermezler, ancak müzekkerlik ve müenneslik bakımından tam bir uyum sağlarlar. Müzekkerleri tâ’sız, müennesleri tâ’lıdır.

    اَلشَّجَرَةُ الثاَّنِيَةَ عَشَرَةَ

    12. ağaç

    اَلْحاَدِيَ عَشَرَ

    11. (müz)

    فِي الْكِتاَبِ الْحاَدِيَ عَشَرَ

    onbirinci kitapta

    مِنَ السُّورَةِ الثاَّمِنَةَ عَشَرَةَ

    onsekizinci sureden

    20 ve sonrasında sıra sayılarından örnekler:

    اَلْعِشْرُونَ

    yirminci

    اَلْمِائَةُ

    yüzüncü[20]

    اَلْأَلْفُ

    bininci

     

     

    اَلْحاَدِي وَالْعِشْرُونَ

    21.  (yirmi birinci)

     

    اَلْخاَمِسُ وَ الْمائَةُ

    105. (yüzbeşinci)

     

     

     

     

     

     

     

     

     

    SAATLER

    Arapça’da saat sormak için şu iki soru sorulur:

    a)

    كَمِ السَّاعَةُ ؟

    Saat kaç?

    b)

    فِي أَيِّ ساَعَةٍ ؟

    Saat kaçta ? (hangi saatte?)

    a) Birinci soruya verilen cevap;

    الْواَحِدَةُ

    اَلساَّعَةُ

    (Saat)

    Bir

    الثاَّنِيَةُ

    اَلساَّعَةُ

    İki

    الثاَّلِثَةُ

    اَلساَّعَةُ

    Üç

    الراَّبِعَةُ

    اَلساَّعَةُ

    Dört

    الخاَمِسَةُ

    اَلساَّعَةُ

    Beş

    الساَّدِسَةُ

    اَلساَّعَةُ

    Altı

    الساَّبِعَةُ

    اَلساَّعَةُ

    Yedi

    الثاَّمِنَةُ

    الساَّعَةُ

    Sekiz

    التاَّسِعَةُ

    اَلساَّعَةُ

    Dokuz

    العاَشِرَةُ

    اَلساَّعَةُ

    On

    الحاَدِيَةَ عَشَرَةَ

    اَلساَّعَةُ

    Onbir

    الثاَّنِيَةَ عَشَرَةَ

    اَلساَّعَةُ

    Oniki

     

    b) فِي أَيِّ ساَعَةٍ ؟ (فِي أَيَّةِ ساَعَةٍ ؟) Saat kaçta ? (hangi saatte?) sorusuna cevap:

    الْواَحِدَةِ

    فِي الساَّعَةِ

    (Saat)

    Bir’de

     

    الثاَّنِيَةِ

    فِي الساَّعَةِ

    İki’de

     

    الثاَّلِثَةِ

    فِي الساَّعَةِ

    Üç’de

     

    الراَّبِعَةِ

    فِي الساَّعَةِ

    Dört’de

     

    الخاَمِسَةِ

    فِي الساَّعَةِ

    Beş’de

     

    الساَّدِسَةِ

    فِي الساَّعَةِ

    Altı’da

     

    الساَّبِعَةِ

    فِي الساَّعَةِ

    Yedi’de

     

    الثاَّمِنَةِ

    فِي الساَّعَةِ

    Sekiz’de

     

    التاَّسِعَةِ

    فِي الساَّعَةِ

    Dokuz’da

    العاَشِرَةِ

    فِي الساَّعَةِ

    On’da

     

     

     

     

     

     

    الحاَدِيَةَ عَشَرَةَ

    فِي الساَّعَةِ

    Onbir’de

     

    الثاَّنِيَةَ عَشَرَةَ

    فِي الساَّعَةِ

    Oniki’de

     

    *Saat 11 ve 12 yukarıda olduğu gibi burada da mebnî olarak üstün gelir.

    السَّاعَة  kelimesini söylemek şart değildir. Arzu edilirse söylenebilir.

    *Öğleden sonraki saatler için 13.00, 14.00, 19.00, 22.00 vs. gibi ifadeler Arapça’da  kullanılmaz. Saatlerden sonra صَباَحاً (sabah), ظُهْراً (öğle),  قَبْلَ الظُّهْرِ(öğleden önce), بَعْدَ الظُّهْرِ (öğleden sonra), عَصْراً (ikindi), مَساَءً (akşam), لَيْلاً (gece) gibi vakit belirten ifadeler kullanılır.

    خَرَجَ خاَلِدٌ مِنَ الْبَيْتِ فِي الثاَّمِنَةِ صَباَحاً.

    Hâlit evden sabah sekizde çıktı.

    *Arapça’da 09.15, 12.30 vs. şeklindeki saatler için “geçe”lerde وَ, “kala” larda إِلاَّ edatı kullanılır. Çeyreklerde (الرُّبْعُ), yirmi geçelerde (الثُّلُثُ), buçuklarda (النِّصْفُ) şeklinde söylenir:

    اَلتاَّسِعَةُ وَ الرُّبْعُ.

    Dokuzu çeyrek geçiyor.

    اَلثاَّنِيَةَ عَشرَةَ وَ النِّصْفُ.

    Oniki otuz.

    اَلْخاَمِسَةُ وَالثُّلُثُ.

    Beş’i yirmi geçiyor.

    اَلْعاَشِرَةُ وَ خَمْسُ دَقاَئِقَ.

    On’u beş geçiyor.

    اَلْحاَدِيَةَ عَشرَةَ وَ دَقِيقَةٌ واَحِدَةٌ.

    Onbir’i bir dakika geçiyor.

    اَلساَّدِسَةُ إِلاَّ الرُّبْعُ (رُبْعاً) .

    Altı’ya çeyrek var[21].

    اَلثاَّلِثَةُ إِلاَّ الثُّلُثُ (ثُلُثاً).

    Üç’e yirmi dakika var.

    اَلْواَحِدَةُ إِلاَّ دَقِيقَتَيْنِ.

    Bir’e iki dakika var.

    اَلثاَّنِيَةُ إِلاَّ ثَلاَثَ دَقاَئِقَ.

    İki’ye üç dakika var.

    Cümle Örnekleri:

    1- اَلْفَصْلُ فيِ الدَّوْرِ الْأَوَّلِ – قَرَأْتُ الْقِصَّةَالثاَّلِثَةَ – عَرَفْناَ السُّؤاَلَ الْأَوَّلَ.

     

    2- اَلسُّؤاَلُ الثاَّنيِ صَعْبٌ – اَلسُّؤاَلُ الْأَوَّلُ سَهْلٌ – اَلسُّؤاَلُ الراَّبِعُ صَعْبٌ – اَلسُّؤاَلُ الْخاَمِسُ سَهْلٌ.

    3- مُحَمَّدٌ فيِ الْفَصْلِ الْخاَمِسِ – لَعِبَ التَّلاَميِذُ الْكُرَةَ مَعَ الصَّفِّ الثاَّنيِ.

    4- وَصَلَتِ السَّياَّرَةُ فيِ الساَّعَةِ الثاَّنِيَةَ عَشَرَةَ – أُشاَهِدُ التِّلِفِزْيوُنَ فيِ العاَشِرَةِ.

    5- اَلساَّعَةُ الثاَّنِيَةُ – اَلساَّعَةُ الراَّبِعَةُ – مَتَى يَحْضُرُ واَلِدُكَ ؟ يَحْضُرُ واَلِديِ فيِ الثاَّنِيَةِ.

    6- يَرْجِعُ التَّلاَمِيِذُِ فيِ الْخاَمِسَةِ – يَحْضُرُ عاَدِلٌ لِزِياَرَةِ عُمَرَ فيِ الساَّدِسَةِ مَساَءً.

    7- هَلْ قَرَأْتَ الْكِتاَبَ الْأَوَّلَ ؟ نَعَمْ قَرَأْتُ الْكِتاَبَ الْأَوَّلَ وَ الْكِتاَبَ الثاَّنيِ أَيْضاً. ماَ رَأْيُكَ فِيهِماَ؟

    8- أَعْطىَ[22] الْاِبْنُ الْكِتاَبَ الْأَوَّلَ لِأحْمَدَ وَ أَعْطىَ الْكِتاَبَ الثاَّنيِ لِفاَطِمَةَ.

    9- ماَ عُنْواَنُكَ ؟ 18 شاَرِعُ الْمَطاَرِ . اَلدَّوْرُ الراَّبِعُ . شَقَّةُ رَقَمِ 15.

    10- مَتَى تَحْضُرُ ؟ في الْخاَمِسَةِ مَساَءً – أَيْنَ تَسْكُنُ ؟  أسْكُنُ فيِ شاَرِعِ الْمَطاَرِ.

    11- أُسْرَةُ عَبْدِ الْعَزيِزِ تَسْكُنُ فيِ شَقَّةٍ باِلدَّوْرِ الراَّبِعِ فيِ شاَرِعِ الْمَطاَرِ .

    12- مِنْ فَضْلِكَ[23] أَيْنَ الْمَعْمَلُ ؟ الْمَعْمَلُ فيِ الدَّوْرِ الثاَّلِثِ. شُكْراً . عَفْواً .

    13- أذْهَبُ إِلَى السوُّقِ بالسَّياَّرَةِ فيِ أَرْبَعِ ساَعاَتٍ  – يُوجَدُ[24] الْيَوْمَ مُباَراَةٌ بَيْنَ تَلاَميِذِ الصَّفِّ الْأَوَّلِ وَ تَلاَميِذِ الصَّفِّ الثاَّنيِ .

    14- سَأَذْهَبُ فيِ الْواَحِدَةِ ظُهْراً – وَصَلَتِ الْحاَفِلَةُ إِلَى السوُّقِ بَعْدَ نِصْفِ ساَعَةٍ.

    15- هُوَ فيِ الْغُرْفَةِ رَقَم عَشْرَة فِيِ الدَّوْرِ الثاَّنيِ.

    Tercüme:    

    1- Sınıf birinci kattadır. Üçüncü hikâyeyi okudum. Birinci soruyu bildik.

    2- İkinci soru zordur. Birinci soru kolaydır. 4. soru zordur. 5. soru kolaydır.

    3- Muhammed 5. sınıftadır. Öğrenciler 2. sınıfla top oynadı.

    4- Araba saat 12’de geldi. Televizyonu 10’da seyrediyorum.

    5- Saat 2.00 – Saat 4.00 – Baban ne zaman geliyor? Babam 2’de geliyor.

    6- Öğrenciler 5’te dönüyor. Adil akşam 6’da Ömer’i ziyaret için geliyor.

    7- Birinci kitabı okudun mu? Birinci kitabı ve ikinci kitabı da okudum. İkisi hakkındaki görüşün nedir?

    8- Oğlan birinci kitabı Ahmed’e, ikinci kitabı Fâtıma’ya verdi.

    9- Adresin nedir? 18 Hava alanı caddesi. Kat 4. Dâire rakam 15.

    10- Ne zaman geliyorsun? Akşam 5’te. Nerede oturuyorsun? Hava alanı caddesinde oturuyorum.

    11- Abdülaziz’in ailesi Hava alanı caddesinde 4. katta bir dairede oturuyor.

    12- Lütfen (afedersin), labrotuvar nerede? Labrotuvar 3. katta. Teşekkür ederim. Birşey değil.

    13- Çarşıya arabayla dört saatte gidiyorum. Bugün birinci sınıfın öğrencileri ile ikinci sınıfın öğrencileri arasında maç var.

    14-  Öğlen 1.00’de gideceğim. Otobüs çarşıya yarım saat sonra geldi.

    15- O ikinci katta 10 nolu odadadır.

  • Arapçada Harflerin Tek Olarak, Başta Ortada ve Sonda Yazılışları

     

    a) Harfler kelime içinde birbirine bitiştirilerek yazıldıkları için başta, ortada ve sonda yazılış şekillerinde kısmen değişiklikler olur. Arapça yazılış kaidelerine göre altı harf kendinden önce gelen harflere bitişirler. Fakat kendinden sonraki harfle birleşmeyip ayrı yazılırlar.  Bunlar ا و د ذ ر ز  harfleridir. Kelime içindeki örnekleri şöyledir:

     

     

    Başta

    Ortada

                        Sonda

    Elif

     

    ا أ ء

    اَلْ

    أَكَلَ

    سَأَلَ

    سُئِلَ

    بَدَأَ

    قَرَأَ

     

     

    قاَلَ

    جاَءَ

    كاَنَتاَ

    فَواَكِهَ

    سَمِعْناَ

    وَجَدْناَ

    Vâv

    و

    وَجَبَ

    وُهِبَ

    سَوَدَ

    رُوِيَ

    غَزَوَ

    وَهُوَ

    Dal

    د

    دَخَلَ

    دُفِعَ

    عَدَمَ

    عُدِلَ

    يَجِدُ

    وُلِدَ

    Zel

    ذ

    ذَهَبَ

    ذُكِرَ

    كَذَبَ

    نَذَرَ

    لَوَذَ

    أُخِذَ

    ر

    رُمِزَ

    رَكِبَ

    عُرِضَ

    بَرَدَ

    ذَكَرَ

    بَصَرَ

    Ze

    ز

    زَرَعَ

    زُلِقَ

    وَزَنَ

    رُزِقَ

    رَمَزَ

    كَنَزَ

    b) Bu altı harfin geriye kalanı kendinden sonraki harfe birleştirilerek yazılır. Toplu halde yazılış örnekleri şöyledir:

     

     

    Sonda

    Ortada

    Başta

     

     

     

    كَتَبَ

    شَرِبَ

    سَبَقَ

    كَبُرَ

    بَدَأَ

    بَطَلَ

    ببب

    ب

    Be

    نَبَتَ

    سَكَتَ

    كُتِبَ

    هَتَفَ

    تَلِيَ

    تَرَكَ

    تتت

    ت

    Te

    بَعَثَ

    حَدَثَ

    مُثِلَ

    وَثَبَ

    ثَوَبَ

    ثَقُلَ

    ثثث

    ث

    Se

    خَرَجَ

    فَلِجَ

    رَجَعَ

    خَجِلَ

    جَعَلَ

    جَنَحَ

    ججج

    ج

    Cim

    فَلَحَ

    ذُبِحَ

    جَحَدَ

    لَحِمَ

    حَفِظَ

    حَسِبَ

    ححح

    ح

    Ha

    وَبَخَ

    طَبَخَ

    أُخِذَ

    بَخِلَ

    خَرَجَ

    خَلَقَ

    خخخ

    خ

    عَبَسَ

    بَئِسَ

    خُسِرَ

    حَسِبَ

    سَجَدَ

    سَمِعَ

    سسس

    س

    Sin

    غَشَّ

    فَرَشَ

    خَشِيَ

    نَشَطَ

    شَهِدَ

    شَتَمَ

    ششش

    ش

    Şın

    يَقُصُّ

    نَقَصَ

    وَصَلَ

    نُصِرَ

    صَمَدَ

    صَبَحَ

    صصص

    ص

    Sad

    مَرِضَ

    بَغُضَ

    فُضِلَ

    حَضَرَ

    ضَرَبَ

    ضَحِكَ

    ضضض

    ض

    Dat

    نُشِطَ

    بَسَطَ

    قُطِعَ

    لَطَمَ

    طُمِسَ

    طَلَعَ

    ططط

    ط

    حُفِظَ

    غَلِظَ

    عَظُمَ

    نَظَرَ

    ظُفِرَ

    ظَلَمَ

    ظظظ

    ظ

    رُفِعَ

    وَقَعَ

    بَعُدَ

    طَعِمَ

    عَرَفَ

    عَلِمَ

    ععع

    ع

    Ayn

    دُمِغَ

    بَلَغَ

    رَغَدَ

    بَغَرَ

    غَرَقَ

    غُلِبَ

    غغغ

    غ

    Gayn

    خُتِفَ

    عَرَفَ

    قُفِلَ

    شَفِقَ

    فَهِمَ

    فَتَحَ

    ففف

    ف

    Fe

    خُلِقَ

    رُزِقَ

    بَقِيَ

    وَقَبَ

    قَدَرَ

    قَسَمَ

    ققق

    ق

    Kaf

    مَلَكَ

    عَدَكَ

    عَكَسَ

    رَكِبَ

    كُذِبَ

    كَتَبَ

    ككك

    ك

    Kef

    نَزَلَ

    أَمَلَ

    طَلَعَ

    وُلِدَ

    لَمَعَ

    لَعِبَ

    للل

    ل

    Lâm

    لَأَمَ

    دَهِمَ

    أَسْمَرُ

    جَمَعَ

    مَرَجَ

    مَزَحَ

    ممم

    م

    Mim

    أَمِنَ

    وَزَنَ

    كَنَسَ

    مَنَغَ

    نُزِعَ

    نَدِمَ

    ننن

    ن

    Nun

    يَدَهُ

    تَلِهَ

    جَهَدَ

    ظَهَرَ

    هَدَى

    هَجَأَ

    ههه

    ه

    He

    اَيُّ

    دَعِيَ

    بَيَعَ

    كَيَدَ

    يَجِدُ

    يَكاَدُ

    ييي

    ي

    Ye

     

  • Sülasi Mezid Fiillerden İfal Babı

     

    MÜCERRED VE MEZÎD FİİLLER

    Arapça’da fiiller kök harfleri bakımından ikiye ayrılır:

    1. Mücerred fiiller : Asıl kökleri 3 veya 4 harften oluşan fiiller.

    2. Mezîd fiiller: Aslı 3 veya 4 harften oluşan mücerred fiillere harf eklenmesiyle oluşan fiiller.

    Kuruluşu üç harften oluşan fiillere sülâsi mücerred denir.

    نَصَرَ  عَلِمَ   فَتَحَ   gibi.

    Kuruluşu dört harften oluşan fiillere rübâi mücerred denir.

    (yuvarladı) gibi.   دَحْرَجَ – يُدَحْرِجُ – دَحْرَجَةً

    I) SÜLASİ MEZÎD FİİLLER

    Asıl kök harfleri üç harften oluşan sülâsî mücerred fiillere harf eklenerek meydana getirilen fiillere sülâsi mezîd fiiller denir.

    A) SÜLASİ MÜCERREDE TEK HARF İLAVESİYLE KURULAN MEZİT FİİLLER

    Sülâsî mücerred’e bir harf ilavesiyle kurulan fiiller 3 şekilde gelir. Örnekleriyle birlikte şöyledir:

     

    Masdar

    Muzâri

    Mâzî

     

    اِفْعَالاً

    يُفْعِلُ

    أَفْعَلَ

     

    إِعْلاَماً

    يُعْلِمُ

    أَعْلَمَ

     

    bildirmek

    bildiriyor

    bildirdi

     

    وَ تَفْعِيلَةً

    تَفْعِيلاً

    يُفَعِّلُ

    فَعَّلَ

    وَ تَعْلِيمَةً

    تَعْلِيماً

    يُعَلِّمُ

    عَلَّمَ

     

    öğretmek

    öğretiyor

    öğretti

     

    وَ فِعاَلاً

    مُفَاعَلَةً

    يُفَاعِلُ

    فَاعَلَ

    وَكِتاَباً

    مُكاَتَبَةً

    يُكَاتِبُ

    كَاتَبَ

     

    yazışmak

    yazışıyor

    yazıştı

                 

    Şimdi bunları sırasıyla inceleyelim:

    1) IF’ÂL  (إفْعَالٌ) BÂBI

    Masdar

    Muzâri

    Mâzî

    اِفْعَالاً

    يُفْعِلُ

    أَفْعَلَ

    إِعْلاَماً

    يُعْلِمُ

    أَعْلَمَ

    bildirmek

    bildiriyor

    bildirdi

    Sülâsî fiilin kökünün başına bir elif (ا) ilavesiyle kurulur. Arttırılmış fiiller genellikle masdarının adıyla anılır, üçlü fiiller bu grubun kalıbına girer yani mâzî muzâri ve masdar harekeleri girdiği kalıbın aynısı olur.

    Gayesi: Üç harfli bir fiilin bu kalıba alınmasından gaye (جَلَسَ خاَلِدٌ) (Hâlit oturdu) gibi lâzım (mef’ûl almayan) bir fiilse, (أَجْلَسَ خاَلِدٌ عاَدِلاً) (Hâlit Adil’i oturttu) şeklinde müteaddî yapmaktır. Şayet söz konusu fiil geçişli ise bu defa onu ikinci kattan müteaddî yapar. Esas manaları bir işin olmasını sağlamak, bir fiilin anlamının bir nesne üzerindeki etkisini belirtmektir:

    عَلِمَ مُحَمَّدٌ الْخَبَرَ.

    Muhammed haberi öğrendi.

    أَعْلَمَ مُحَمَّدٌ خاَلِداً الْخَبَرَ.

    Muhammed Halit’e haberi bildirdi.

    Örnekler:

    نَزَلَ

    indi

    إِنْزاَلاً

    يُنْزِلُ

    أَنْزَلَ

    indirdi (birşeyin inmesini sağladı)

    خَرَجَ

    çıktı

    إخْرَاجاً

    يُخْرِجُ

    أَخْرَجَ

    çıkardı (birşeyin çıkmasını sağladı)

    ذَهَبَ

    gitti

    إِذْهاَباً

    يُذْهِبُ

    أَذْهَبَ

    giderdi (gitmesini sağladı)

    عَلِمَ

    bildi

    إِعْلاَماً

    يُعْلِمُ

    أَعْلَمَ

    bildirdi

    كَثُرَ

    çoğaldı

    إِكْثاَراً

    يُكْثِرُ

    أَكْثَرَ

    çoğalttı

    فَهِمَ

    anladı

    إِفْهاَماً

    يُفْهِمُ

    أَفْهَمَ

    anlattı

     

    أعْلَمَ خَالِدٌ عَلِيّاً جَمَالاً فَاضِلاً.

    Halit, Ali’ye Cemal’in faziletli olduğunu bildirdi.

    خَرَجَ الطُّلاَّبُ مِنَ الْمَدْرَسَةِ.

    Öğrenciler okuldan çıktı.

    أَخْرَجَ الْمُعَلِّمُ الطُّلاَّبَ مِنَ الْمَدْرَسَةِ.

    Öğretmen öğrencileri okuldan çıkardı.

    خُرِجَ مِنَ الْمَدْرَسَةِ.

    Okuldan çıkıldı.

    إفْعَال  bâbının çekimi aynen sülâsî mücerredler gibidir: اَخْرَجَçıkardı يُخْرِجُ  çıkarıyor

     

     

                       Mâzî Malûm Çekimi

     

     

     

    أَخْرَجُوا

    أَخْرَجَا

    اَخْرَجَ

    Gâib

     

     

    أَخْرَجْنَ

    أَخْرَجَتَا

    أَخْرَجَتْ

    Gâibe

     

     

     

    أَخْرَجْتَ

    Muhâtab

     

     

                         

    Muzâri Malûm Çekimi

     

     

    يُخْرِجُونَ

    يُخْرِجَانِ

    يُخْرِجُ

    Gâib

     

     

    يُخْرِجْنَ

    تُخْرِجَانِ

    تُخرِجُ

    Gâibe

     

     

     

    تُخْرِجُ

    Muhâtab

     

                     

    Meçhûl hali için mâzîdeki hemze ötre, sondaki ikinci harf esre yapılır: (أُخْرِجَ  çıkarıldı). Muzâri meçhûlde ise, muzaraat harfi ötre, sondan bir önceki harf de üstün hale getirilir: (يُخْرَجُ çıkarılıyor)

     

          Mâzî Meçhûl

     

    أُخْرِجُوا

    أُخْرِجَا

    أُخْرِجَ

    Gâib

    أُخْرِجْنَ

    اُخْرِجَتَا

    اُخْرِجَتْ

    Gâibe

     

    اُخْرِجْتَ

    Muhâtab

                                                         Muzâri Meçhûl

    يُخْرَجُونَ

    يُخْرَجَانِ

    يُخْرَجُ

    Gâib

    يُخْرَجْنَ

    تُخْرَجَانِ

    تُخْرَجُ

    Gâibe

     

    تُخْرَجُ

    Muhâtab

                   

    Emr-i Hâzırı: Mezîd fiiller içinde yalnızca if’âl bâbının emrindeki hemze üstündür.

    يُخْرِجُ

    dan

    أَخْرِجْ

    çıkar

            يُرْسِلُ

    dan

    أَرْسِلْ

    gönder

    Emr-i Hâzır Çekimi

    أَخْرِجْ     أَخْرِجَا   أَخْرِجُوا

    Muhâtab

    أَخْرِجيِ   أَخْرِجَا   أَخْرِجْنَ  

    Muhâtaba

    İsm-i Fâili:  Muzârisinin يـُ    harfini مُ   ya çevirmekle elde edilir.

    يُخْرِجُ

    dan

    مُخْرِجٌ

    çıkaran

    يُرْسِلُ

    dan

    مُرْسِلٌ

    gönderen

    İsm-i Mef’ûlü: İsm-i fâilinin sondan bir önceki harfinin üstün yapılmasıyla olur:

    مُخْرِجٌ

    çıkaran

    مُخْرَجٌ

    çıkarılan

    مُرْسِلٌ

    gönderen

    مُرْسَلٌ

    gönderilen

     

     

     

     

     

    Not: If’âl bâbındaki fiillerin mâzî, emir ve masdarlarındaki hemzeler, diğer fiillerin aksine (hemze-i kat’ olduğundan) geçiş halinde atılmaz ve her durumda okunurlar:

    وَأَرْسَلَ – وَأَكْرَمَ – فَأَخْرِجْ – وَإِخْرَاجُهُ

    Mezîd fiiller de diğer üç harfli fiiller gibi şeddeli harf, hemze ve illet harfi taşıyabilirler:

    Muza’af İf’âl Bâbının Çekimi:

    Mehmûz İf’âl Bâbının Çekimi:

    تَمَّ (tamam oldu)

    أَتَمَّ (tamamladı)

    أَمِنَ  (emin oldu)

    آمَنَ  (iman etti, inandı)

    Mâzî

    أَتَمَّ

    Mâzî

    آمَنَ

    Muzâri

    يُتِمُّ

    Muzâri

    يُؤْمِنُ

    Mansûb

    يُتِمَّ

    Emir 

    آمِنْ

    Meczûm

    يُتِمَّ – يُتْمِمْ

    İsm-i Fâil

    مُؤْمِنٌ

    Emir 

    أَتِمَّ

    İsm-i Mef’ûl 

    مُؤْمَنٌ

    İsm-i Fâil

    مُتِمٌّ

    Masdar

    إِيماَنٌ

    İsm-i Mef’ûl 

    مُتَمٌّ

    Mâzî Meçhûl

    أُومِنَ

    Masdar

    إِتْماَمٌ

    Muzâri Meçhûl 

    يُؤْمَنُ

    Mâzî Meçhûl

    أُتِمَّ

     

     

    Muzâri Meçhûl 

    يُتَمُّ

     

     

    Not: Görüldüğü gibi (آمَنَ) fiilinin mâzi malûm ve meçhûl çekiminde fiilin birinci kök harfine if’âl bâbının elifi gelince uzatma yapılır:

    (أَمِنَ) den     آمَنَ  (iman etti)     أُومِنَ(iman edildi)

     Muzâri 1. şahıs ve emirde de aynı uzama olur:

    آمِنْ (iman et)   أُومِنُ (iman ediyorum)

    Masdarda da aynı tip ses uzaması olur:  إِيماَنٌ –   îmânun (iman etmek)

    Misâl If’âl Bâbının Çekimi:

    وَرَثَ – أَوْرَثَ (mirasçı kıldı)

    يَقِنَ  – أَيْقَنَ (gerçekten bildi)

    Mâzî

    أَوْرَثَ

    Mâzî

    أَيْقَنَ

     

    Muzâri

    يُورِثُ

    Muzâri

    يُوقِنُ

     

    Emir 

    أَوْرِثْ

    Emir 

    أَيْقِنْ

     

    İsm-i Fâil

    مُورِثٌ

    İsm-i Fâil

    مُوقٍ

     

    İsm-i Mef’ûl 

    مُورَثٌ

    İsm-i Mef’ûl 

    مُوقاً

     

    Masdar

    إِيراَثاً

    Masdar

    إِيقاناً

     

    Mâzî Meçhûl

    أُورِثَ

    Mâzî Meçhûl

    أُوقِنَ

     

    Muzâri Meçhûl 

    يُورَثُ

    Muzâri Meçhûl 

    يُوقَنُ

     

     

    Nâkıs İf’âl Bâbının Çekimi:

    Ecvef İf’âl Bâbının Çekimi:

    أَلْقَى (attı)

    أَماَتَ (öldürdü)

    Mâzî

    أَلْقَى

    Mâzî

    أَماَتَ

    Muzâri

    يُلْقِي

    Muzâri

    يُمِيتُ

    Emir 

    أَلْقِ

    Emir 

    أَمِتْ

    İsm-i Fâil

    مُلْقٍ

    İsm-i Fâil

    مُمِيتٌ

    İsm-i Mef’ûl 

    مُلْقىً

    İsm-i Mef’ûl 

    مُماَتٌ

    Masdar

    إِلْقاَءً

    Masdar

    إِماَتَةٌ

    Mâzî Meçhûl

    أُلْقِيَ

     

     

    Muzâri Meçhûl 

    يُلْقَى

     

     

    Mansûb Meçhûl

    يُلْقَى

     

     

    Meczûm Meçhûl

    يُلْقَ

     

     

    Not: Genellikle üçüncü harfi veya sonrası illetli olan mezîd fiillerin masdarları tâ-i merbûtalı gelir.

    Çok kullanılan أَرَى (gösterdi) fiilinin çekimi esasen nâkıs fiil gibidir:

    Mâzî

    أَرَى

    Masdar

    إِراَئَةٌ

    Muzâri

    يُرِي

    Mâzî Meçhûl

    أُرِيَ

    Emir 

    أَرِ

    Muzâri Meçhûl 

    يُرَى

    İsm-i Fâil

    مُرٍ

    Meçhûl Mansûb

    يُرَى

    İsm-i Mef’ûl 

    مُرىً

    Meçhûl  Meczûm

    يُرَ

    Cümle Örnekleri:

    1- وَقَفَ الرَّجُلُ – أَوْقَفَ الرَّجُلُ السَّياَّرَةَ – دَخَلَ الْوَلَدُ فِي الْغُرْفَةِ – أَدْخَلَ الْوَلَدُ الْحَقِيبَةَ فِي الْغُرْفَةِ.

    2- غَضِبَتْ لَيْلَى أَمْسِ. أَغْضَبَتْ لَيْلَى أُخْتَهاَ أَمْسِ  – فَرِحَتِ الْأُمُّ بِزِياَرَةِ الْكَعْبَةِ. أَفْرَحَتِ الْأُمُّ بِنْتَهاَ بِزِياَرَةِ الْكَعْبَةِ .

    3- أَغْلَقَ الْأَوْلاَدُ الناَّفِذَةَ – أُغْلِقَتِ النَّواَفِذُ – كَانَ الرَّجُلُ كَثِيرَ السُّؤاَلِ وَلَكِنَّ أَحَداً لَمْ يُعْطِهِ[1] شَيْئاً.

    4- يُقِيمُ[2] بَيْنَ أَهْلِهِ . يَعِيشُ سَعِيداً . مَنْ يُقِمْ بَيْنَ أَهْلِهِ يَعِشْ سَعِيداً – يُعِينُ[3] مُسْلِماً . يُعِينُهُ اللَّهُ . مَنْ يُعِنْ مُسْلِماً يُعِنْهُ اللَّهُ.

    5- اَلْأَئِمَّةُ الْأَرْبَعَةُ الَّذِينَ أَنْشَأُوا الْمَذاَهِبَ الْفِقْهِيَّةَ هُمْ : أَبُو حَنِيفَةَ وَ ماَلِكٌ وَ الشاَّفِعِيُّ وَ ابْنُ حَنْبَلٍ.

    6- أَنْزَلَ اللَّهُ الْقُرْآنَ فيِ شَهْرِ رَمَضاَنَ وَ نَصَرَ الْمُسْلِمِينَ فيِ مَوْقِعَةِ بَدْرٍ- يُرْسِلُ بَعْضُ الْآباَءِ أَوْلاَدَهُمْ لِدِراَسَةِ الطِّبِّ – مِنَ الْآباَءِ مَنْ يُرْسِلُ أَوْلاَدَهُ لِدِراَسَةِ الطِّبِّ .

    7- أَ كُنَّ يُرِدْنَ  أَنْ يَكْتُبْنَ الرَّساَئِلَ ؟ لاَ ، لَمْ تَكُنْ يُرِدْنَ كِتاَبَتَهاَ.

    8- أَ كاَنَ يُرِيدُ أَنْ يَشْتَرِيَ السَّياَّرَةَ ؟ لاَ ، لَمْ يَكُنْ يُرِيدُ شِراَءَهاَ-  هَلْ أَعْجَبَتْكَ تِلْكَ الْحِكاَيَةُ ؟ – هَلْ أَعاَنَ الرَّجُلُ عَدُوَّهُ ؟ – لاَ ، لَمْ يُعِنْ.

    9- أَعْطَى ساَلِمٌ الْفُقَراَءَ مِماَّ أَعْطاَهُ اللَّهُ – إِذاَ وَجَدَ الْمُسْلِمُ أَذىً[4] فِي الطَّرِيقِ أَزاَلَهُ[5].

    10- قَتَلَ الطاَّلِبُ الْوَقْتَ فِيماَ لاَ يُفِيدُ[6] – أَجاَبَ[7] أَحْمَدُ عَنْ كُلِّ الْأَسْئِلَةِ الصَّعْبَةِ .

    11-كاَنَ يُثِيرُ[8] الْفُقَراَءَ عَلَى الْأَغْنِياَءِ – أَكْمَلَ أَحْمَدُ الْمَدْرَسَةَ – أَتْقَنَ أَحْمَدُ اللُّغَتَيْنِ الْعَرَبِيَّةَ وَ الْفاَرِسِيَّةَ.

    12- هَذِهِ رِحْلَةٌ طَوِيلَةٌ وَ أَخْشَى أَنْ تَكُونَ مُتْعِبَةً وَ مُمِلَّةً . بِالْعَكْسِ سَتَكُونُ رِحْلَةً مُمْتِعَةً.

    13- أَلْقاَهُ[9] فِي النَّهْرِ وَ غاَصَ فِي الْماَءِ. هَلْ أُغْلِقَ باَبُ الْمَلْعَبِ ؟ نَعَمْ ، أَغْلَقَ الْمُشْرِفوُنَ باَبَ الْمَلْعَبِ.

    14- عَبْدُ اللَّهِ مُؤْمِنٌ بِاللَّهِ – ماَزاَلَ عَبْدُ اللَّهِ مُؤْمِناً بِاللَّهِ – أَنْتِ تُطِيعِينَ[10] واَلِدَيْكِ – أَسْرَعْتُ إِلَى رَجُلٍ يَطْلُبُ الْمُساَعَدَةَ .

    15- لاَ يُحِبُّ أَبُوكِ إِلاَّ إِياَّكِ ياَ زَيْنَبُ – أَعْطِهِمُ الطَّعاَمَ -كاَنَتْ واَلِدَتيِ تُعِدُّ[11] طَعاَمَ الْفَطوُرِ.

    16- أَخْرَجَ الْمُدَرِّسُ الدَّفْتَرَ – أَخْرَجَ التِّلْميِذُ دَفْتَرَ الْحِساَبِ- لِيُعْطِكَ كُتُبِي. أَراَنِي[12] الشُّرْطِيُّ إِياَّهُ.

    17- أَنْتَ سَتُعِدُّ الْعَشاَءَ – أَحْضَرَتْ عاَئِشَةُ الدَّواَءَ والْماَءَ – سَأَذْهَبُ إِلَى الْمَطْبَخِ وَ أُعِدُّ الطَّعاَمَ سَريِعاً.

    18- لِماَذاَ ذَهَبَتِ الْبِنْتُ إِلَى الْمَطْبَخِ ؟ ذَهَبَتِ الْبِنْتُ إِلَى الْمَطْبَخِ لِتُعِدَّ الطَّعاَمَ – أَحْضَرَ الْأَبُ سَحوُرَ الْأُسْرَةِ.

    19- أَلاَ يُجِيبُ أَحْمَدُ عَنِ الْأَسْئِلَةِ فِي سُرْعَةٍ ؟ بَلَى ، يُجِيبُ عَنِ الْأَسْئِلَةِ فِي سُرْعَةٍ .

     هَلْ لاَ  تُجِيبُ عَنِ الْأَسْئِلَةِ فِي سُرْعَةٍ ؟ بَلَى ، أُجيِبُ عَنِ الْأَسْئِلَةِ فِي سُرْعَةٍ  .

    Tercüme:

    1- Adam durdu. Adam arabayı durdurdu. Çocuk odaya girdi. Çocuk çantayı odaya soktu.

    2- Dün Leylâ kızdı. Dün Leylâ kızkardeşini kızdırdı. Anne kâbe ziyaretiyle sevindi. Anne kızını Kâbe ziyaretiyle sevindirdi.

    3- Çocuklar pencereyi kapattı. Pencereler kapatıldı. Adamın çok isteği vardı fakat kimse ona birşey vermedi.

    4- Ailesinin arasında ikamet ediyor. Mutlu yaşıyor. Kim ailesinin arasında ikamet ederse mutlu yaşar. Müslümana yardım ediyor. Allah ona yardım ediyor. Kim müslümana yardım ederse Allah (da) ona yardım eder.

    5- Fıkhî mezhepleri inşa eden dört imam Ebû Hanife, Mâlik, Şâfii ve İbn Hanbel’dir.  

    6- Allah Kur’ân’ı Ramazan ayında indirdi ve Bedir savaşında müslümanlara yardım etti. Bazı babalar çocuklarını tıp tahsili için gönderiyor. Çocuklarını tıp tahsili için gönderen babalar vardır.

    7- Mektupları yazmak istiyorlar mıydı? Hayır, onları yazmak istemiyorlardı.

    8- Arabayı satın almak istiyor muydu? Hayır, onu satın almak istemiyordu. O hikaye hoşuna gitti mi? Adam düşmanına yardım etti mi? Hayır, yardım etmedi.

    9- Sâlim Allah’ın kendisine verdiklerinden fakirlere verdi. Müslüman yolda bir eza gördüğü zaman onu izâle eder (giderir).

    10- Öğrenci kendisine fayda vermeyen şeylerde vakti öldürdü. Ahmet tüm zor sorulara cevap verdi.

    11- Fakirleri zenginlere karşı ayaklandırıyordu. Ahmet okulu tamamladı. Ahmet Arapça ve Farsça iki dili sağlamlaştırdı.

    12- Bu uzun bir yolculuktur ve ben onun yorucu ve sıkıcı olmasından korkuyorum. Bilakis faydalı bir yolculuk olacak.

    13- Onu nehre attı o da suyun içine çöktü. Oyun sahasının kapısı kapandı mı? Evet yöneticiler oyun sahasının kapısını kapattılar.

    14- Abdullah Allah’a iman etmektedir. Abdullah hâla Allah’a iman etmektedir. Sen ana-babana itaat ediyorsun. Yardım isteyen adama koştum.

    15- Baban yalnızca seni seviyor Ey Zeynep! Onlara yemek ver. Annem kahvaltı yiyeceğini hazırlıyordu.

    16- Öğretmen defteri çıkardı. Öğrenci matematik defterini çıkardı. Kitaplarımı sana versin. Polis onu bana gösterdi.

    17- Akşam yemeğini sen hazırlayacaksın. Aişe ilacı ve suyu getirdi. Mutfağa gidip çabucak yemek hazırlayacağım.

    18- Kız niçin mutfağa gitti. Kız yemek hazırlamak için mutfağa gitti. Baba ailenin sahur yemeğini getirdi.

    19- Ahmet sorulara süratle cevap vermiyor mu? Bilakis, sorulara süratle cevap veriyor. Sen sorulara süratle cevap vermiyor musun? Bilakis, sorulara süratle cevap veriyorum.

    ¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯

    İF’ÂL BÂBI İLE İLGİLİ AYETLER

    1- يَعْلَمُ خَائِنَةَ الْأَعْيُنِ وَمَا تُخْفِي الصُّدُورُ .

    (40/MÜ’MİN, 19). (Allah) gözlerin hain bakışını ve kalplerin gizlediğini bilir.

    göğüs, kalp

    أَلصُّدُورُ ج اَلصُّدُورُ

    gizledi

    أَخْفَى يُخْفِي إِخْفاَءً

    2- مَنْ يُطِعِ الرَّسُولَ فَقَدْ أَطَاعَ اللّهَ وَمَنْ تَوَلَّى فَمَا أَرْسَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ حَفِيظًا .

    (4/NİSÂ, 80). Kim Resûl’e itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur. Yüz çevirene gelince, seni onların başına bekçi göndermedik!

    yüz çevirdi

     

     

     

     

    تَوَلَّى يَتَوَلَّى تَوَلِّياً

    gözetici, koruyucu

    حَفِيظًا

    itaat etti

    أَطاَعَ يُطِيعُ إِطاَعَةً

    3- … فَلْيَحْذَرِ الَّذِينَ يُخَالِفُونَ عَنْ أَمْرِهِ أَنْ تُصِيبَهُمْ فِتْنَةٌ أَوْ يُصِيبَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ .

    (24/NÛR, 63). …Bu sebeple, onun emrine aykırı davrananlar, başlarına bir belâ gelmesinden veya kendilerine çok elemli bir azap isabet etmesinden sakınsınlar.

    sakındı, korundu

    حَذِرَ يَحْذَرُ حَذَراً

    isabet etti

    أَصاَبَ يُصِيبُ إِصاَبَةً

    muhalefet etti, aykırı davrandı

    خاَلَفَ يُخَالِفُ مُخاَلَفَةً

    4- يَسْأَلُونَكَ مَاذَا يُنْفِقُونَ قُلْ مَا أَنْفَقْتُمْ مِنْ خَيْرٍ فَلِلْوَالِدَيْنِ وَالأَقْرَبِينَ وَالْيَتَامَى وَالْمَسَاكِينِ وَابْنِ السَّبِيلِ وَمَا تَفْعَلُوا مِنْ خَيْرٍ فَإِنَّ اللّهَ بِهِ عَلِيمٌ .

    (2/BAKARA, 215). Sana (Allah yolunda) ne harcayacaklarını soruyorlar. De ki: Maldan harcadığınız şey, ebeveyn, yakınlar, yetimler, fakirler ve yolcular için olmalıdır. Şüphesiz Allah yapacağınız her hayrı bilir.

    en yakın, akraba

    أَقْرَبُ ج أَقْرَبُونَ

    infak etti, harcadı

    أَنْفَقَ يُنْفِقُ إِنْفاَقاً

    fakir

    اَلْمِسْكِينُ ج اَلْمَسَاكِينُ

    yolcu

    اِبْنُ السَّبِيلِ

             

    5- قَالُوا إِنَّا كُنَّا قَبْلُ فِي أَهْلِنَا مُشْفِقِينَ {52/26} فَمَنَّ اللَّهُ عَلَيْنَا وَوَقَانَا عَذَابَ السَّمُومِ {52/27} إِنَّا كُنَّا مِن قَبْلُ نَدْعُوهُ إِنَّهُ هُوَ الْبَرُّ الرَّحِيمُ .

    (52/TÛR, 26, 27, 28). Derler ki: “Daha önce biz, aile çevremiz içinde bile (ilâhî azaptan) korkardık. Allah bize lütfetti de bizi vücudun içine işleyen azaptan korudu. Gerçekten biz bundan önce O’na yalvarıyorduk. Çünkü iyilik eden, esirgeyen ancak O’dur.”

    lutfetti

    مَنَّ يَمُنُّ مَناًّ

    korktu, sakındı

    أَشْفَقَ يُشْفِقُ إِشْفاَقاً

    sıcak, kavurucu rüzgar

    سَمُومٌ

    iyilik eden

    اَلْبَرُّ

    6- قُلْ يَا عِبَادِيَ الَّذِينَ أَسْرَفُوا عَلَى أَنْفُسِهِمْ لاَ تَقْنَطُوا مِنْ رَحْمَةِ اللَّهِ إِنَّ اللَّهَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَمِيعًا إِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ .

    (39/ZÜMER, 53). De ki: Ey kendi nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin! Çünkü Allah bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O, çok bağışlayan, çok merhametli olandır.

    ümit kesmek

    قَنِطَ يَقْنَطُ قَنَطاًً

    israf etti, haddi aştı

    أَسْرَفَ يُسْرِفُ إِسْراَفاً

    7- أَلْهَاكُمُ التَّكَاثُرُ ¯ حَتَّى زُرْتُمُ الْمَقَابِرَ ¯ كَلاَّ سَوْفَ تَعْلَمُونَ ¯ ثُمَّ كَلاَّ سَوْفَ تَعْلَمُونَ ¯ كَلاَّ لَوْ تَعْلَمُونَ عِلْمَ الْيَقِينِ .

    (102/TEKASÜR, 1, 2, 3, 4, 5). Çokluk kuruntusu sizi o derece oyaladı ki, Nihayet kabirleri ziyaret ettiniz. Hayır! Yakında bileceksiniz! Elbette yakında bileceksiniz! Gerçek öyle değil! Kesin bilgi ile bilmiş olsaydınız!

    kabir

    اَلْقَبْرُ ج اَلْمَقَابِرُ

    ziyaret etti

    زاَرَ يَزُورُ زِياَرَةً

    oyaladı, meşgul etti

    أَلْهَى يُلْهِي إِلْهاَءً

    (çok mal, vs. hususunda) çokluğuyla övünmek

    اَلتَّكَاثُرُ

     

                   

    8- وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْإِنْسَ إِلاَّ لِيَعْبُدُونِ ¯ مَا أُرِيدُ مِنْهُمْ مِنْ رِزْقٍ وَمَا أُرِيدُ أَنْ يُطْعِمُونِ .

    (51/ZÂRİYÂT, 56, 57). (Allah buyurdu ki:) Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım. Ben onlardan rızık istemiyorum. Beni doyurmalarını da istemiyorum.

    doyurdu. (لِيَعْبُدُونِ) (يُطْعِمُونِ) fiillerindeki nûnlar nûnu vikaye sondaki esreler de düşen mütekellim yâ’sının işaretidir.

    أَطْعَمَ يُطْعِمُ إِطْعاَماً

    9- اَلَّذِينَ يُنْفِقُونَ فِي السَّرَّاءِ وَالضَّرَّاءِ وَالْكَاظِمِينَ الْغَيْظَ وَالْعَافِينَ عَنِ النَّاسِ وَاللّهُ يُحِبُّ الْمُحْسِنِينَ .

    (3/ÂL-İ İMRÂN, 134). O takvâ sahipleri ki, bollukta da darlıkta da Allah için harcarlar; öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah da güzel davranışta bulunanları sever.

    darlık

    اَلضَّرَّاءُ

    (öfkelerini) yenen, gamlı

    اَلْكَاظِمُ

    sevinç veren hayır ve nimet

    اَلسَّرَّاءُ

     

    öfke

    اَلْغَيْظُ

    affetti

    عَفَى يَعْفُو عَفْواً

                       

    10- إِنَّ اللّهَ يَأْمُرُ بِالْعَدْلِ وَالإِحْسَانِ وَإِيتَاءِ ذِي الْقُرْبَى وَيَنْهَى عَنِ الْفَحْشَاءِ وَالْمُنْكَرِ وَالْبَغْيِ يَعِظُكُمْ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ .

    (16/NAHL, 90). Muhakkak ki Allah, adaleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emreder, çirkin işleri, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.

    iyilik

    اَلْإِحْسَانُ

    vermek

    آتَى يُؤْتِي إِيتاَءً

    adalet

    اَلْعَدْلُ

    azgınlık

    َالْبَغْيُ

    yasaklamak

    نَهَى يَنْهَىنَهْياً

    yakınlık

    اَلْقُرْبَى

    öğüt vermek, va’z etmek

    وَعَظَ يَعِظُ وَعْظاً

    çirkin işler

    اَلْفَحْشَاءُ

                 

    11- يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا أَطِيعُوا اللّهَ وَأَطِيعُوا الرَّسُولَ وَأُولِي الأَمْرِ مِنْكُمْ …

    (4/NİSÂ, 59). Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Peygamber’e ve sizden olan ülülemre (emir sahiplerine; idarecilere) de itaat edin. ….

    12- … وَأَوْفُوا بِالْعَهْدِ إِنَّ الْعَهْدَ كَانَ مَسْؤُولاً .

    (17/İSRÂ, 34). … Verdiğiniz sözü de yerine getirin. Çünkü verilen söz, sorumluluğu gerektirir.

    eksiksiz yapmak

    أَوْفَى يُوفِي إِيفاَءً

    ahdi eksiksiz yapın

    أَوْفُوا بِالْعَهْدِ

    13- وَأَوْفُوا بِعَهْدِ اللّهِ إِذَا عَاهَدْتُمْ …

    (16/NAHL, 91). Antlaşma yaptığınız zaman, Allah’ın ahdini yerine getirin …

    (karşılıklı) anlaşma yapmak, ahitleşmek

     

     

    عَاهَدَ يُعاَهِدُ مُعاَهَدَةً

    14- إِنَّ الَّذِينَ قَالُوا رَبُّنَا اللَّهُ ثُمَّ اسْتَقَامُوا تَتَنَزَّلُ عَلَيْهِمُ الْمَلاَئِكَةُ أَلاَّ تَخَافُوا وَلاَ تَحْزَنُوا وَأَبْشِرُوا بِالْجَنَّةِ الَّتِي كُنْتُمْ تُوعَدُونَ .

    (41/FUSSİLET, 30). Şüphesiz, Rabbimiz Allah’tır deyip, sonra dosdoğru yolda yürüyenlerin üzerine “Korkmayın, üzülmeyin, size vâdolunan cennetle sevinin!” diye melekler iner.

    dosdoğru olmak

    اِسْتَقَامَ يَسْتَقِيمُ اِسْتِقاَمَةً

    üzülmek, hüzünlenmek

    حَزِنَ يَحْزَنُ حَزَناً

    verilen müjdeye sevinmek

    أَبْشَرَ يُبْشِرُ إِبْشاَراً

    indi

    تَنَزَّلَ يَتَنَزَّلُ تَنَزُّلاً

    15- اُدْعُوا رَبَّكُمْ تَضَرُّعًا وَخُفْيَةً إِنَّهُ لاَ يُحِبُّ الْمُعْتَدِينَ .

    (7/A’RÂF, 55). Rabbinize yalvara yakara ve gizlice dua edin. Bilesiniz ki O, haddi aşanları sevmez.

    gizlice

    خُفْيَةً

    haddi aşan

    اَلْمُعْتَدِي

    yalvarıp yakarmak

    تَضَرَّعَ يَتَضَرَّعُ تَضَرُّعاً

    16- وَالَّذِينَ هُمْ عَنِ اللَّغْوِ مُعْرِضُونَ .

    (23/MÜ’MİNÛN, 3). Onlar ki, boş ve yararsız şeylerden yüz çevirirler;

    yüz çevirmek

    أَعْرَضَ يُعْرِضُ إِعْراَضاً عَنْ

    boş şey (faydasız söz ve iş)

    اَللَّغْوُ

    17- وَإِذَا رَأَيْتَ الَّذِينَ يَخُوضُونَ فِي آيَاتِنَا فَأَعْرِضْ عَنْهُمْ حَتَّى يَخُوضُوا فِي حَدِيثٍ غَيْرِهِ وَإِمَّا يُنْسِيَنَّكَ الشَّيْطَانُ فَلاَ تَقْعُدْ بَعْدَ الذِّكْرَى مَعَ الْقَوْمِ الظَّالِمِينَ .

    (6/EN’ÂM, 68). Ayetlerimiz hakkında ileri geri konuşmaya dalanları gördüğünde, onlar başka bir söze geçinceye kadar onlardan uzak dur. Eğer şeytan sana unutturursa, hatırladıktan sonra artık o zâlimler topluluğu ile oturma.

    oturmak

    قَعَدَ يَقْعُدُ قُعُوداً

    …se, sa

    إِمَّا

    görmek

    رَأَي يَرَى رُؤْيَةً

    söz, kelâm

    اَلْحَدِيثُ ج اَلْأَحاَدِيثُ

    dalmak, girmek, girişmek

    خاَضَ يَخُوضُ خَوْضاً

    hatırlama, hatırlamak

    اَلذِّكْرَى

    unutturdu (sondaki tekit nûnudur)

    أَنْسَى يُنْسِي

                     

    18- وَأَقِيمُوا الصَّلاَةَ وَآتُوا الزَّكَاةَ وَارْكَعُوا مَعَ الرَّاكِعِينَ .

    (2/BAKARA, 43). Namazı tam kılın, zekâtı hakkıyla verin, rükû edenlerle beraber rükû edin.

    verdi

    آتَى يُؤْتِي

    rukua varmak

    رَكَعَ يَرْكَعُ رُكُوعاً

    yerine getirdi, ikame etti

    أَقاَمَ يُقِيمُ إِقاَمَةً

    19- يَوْمَئِذٍ يَصْدُرُ النَّاسُ أَشْتَاتًا لِيُرَوْا أَعْمَالَهُمْ .

    (99/ZİLZÂL, 6). O gün insanlar amellerini görmeleri (karşılığını almaları) için darmadağınık geri dönüp gelirler.

    dağınık, ayrı ayrı

     

     

    شَتٌّ ج أَشْتَاتٌ

    geri dönmek

    صَدَرَ يَصْدُرُ صَدْراً

    20- وَأَوْحَيْنَا إِلَى أُمِّ مُوسَى أَنْ أَرْضِعِيهِ فَإِذَا خِفْتِ عَلَيْهِ فَأَلْقِيهِ فِي الْيَمِّ وَلاَ تَخَافِي وَلاَ تَحْزَنِي إِنَّا رَادُّوهُ إِلَيْكِ وَجَاعِلُوهُ مِنَ الْمُرْسَلِينَ .

    (28/KASAS, 7). Musa’nın anasına: Onu emzir, kendisine zarar geleceğinden endişelendiğinde onu denize (Nil nehrine) bırakıver, hiç korkup kaygılanma, çünkü biz onu sana geri vereceğiz ve onu peygamberlerden biri yapacağız, diye vahyettik (bildirdik).

    korkmak

    خاَفَ يَخاَفُ خَوْفاً

    emzirmek

    أَرْضَعَ يُرْضِعُ إِرْضاَعاً

    deniz

     اَلْيَمُّ

    atmak, bırakmak

    أَلْقَي يُلْقِي إِلْقاَءً

     

     

    geri çevirici, dönderici

    رَادٌّ (رَدَّ يَرُدُّ)

             

    21- وَمَا أُمِرُوا إِلاَّ لِيَعْبُدُوا اللَّهَ مُخْلِصِينَ لَهُ الدِّينَ حُنَفَاءَ وَيُقِيمُوا الصَّلاَةَ وَيُؤْتُوا الزَّكَاةَ وَذَلِكَ دِينُ الْقَيِّمَةِ .

    (98/BEYYİNE, 5). Halbuki onlara ancak, dini yalnız O’na has kılarak (ihlâslılar olarak) ve hanifler olarak Allah’a kulluk etmeleri, namaz kılmaları ve zekât vermeleri emrolunmuştu. Sağlam din de budur.

     

    أَمَرَ يَأْمُرُ أَمْراً

    emretmek

    أَقاَمَ يُقيِمُ إِقاَمَةً

    yerine getirmek

    عَبَدَ يَعْبُدُ عُبُودِيَّةً

    kulluk etmek

     

    حَنِيفٌ ج حُنَفاَءُ

    Hanif: Allah’ın emrine teslim olup, Allah’ın emrinden cayma yapmayan ihlâslı kişi

     

    اَلْقَيِّمَةُ

    kıymetli, istikamet ve adalet yolunu takip eden

     

                     

    ¯

  • Fail ve Mefulun Bih

     

    FÂİL (Özne)

    Fâil (özne), bir işi yapana denir. Harekesi ötre ya da ötre tenvin olur. Fiile kim ya da ne sorusunu sorduğumuzda aldığımız cevap fâildir. Fiil ile fâil arasında müzekkerlik (erkeklik), müenneslik (dişilik), tekillik çoğulluk bakımından uyum olması şarttır.

     

    Fâil

    Fiil

    Çocuk gitti (Kim gitti?)

    الْوَلَدُ.

    ذَهَبَ

    Kız okudu (Kim okudu?)

    الْبِنْتُ.

    قَرَأَتِ

    Öğrenci oturdu (Kim oturdu?)

    التِّلْمِيذُ.

    جَلَسَ

    Bir adam çıktı (Kim çıktı ?)

    رَجُلٌ.

    خَرَجَ

           

    Not: Yukarıdaki örneklerde olduğu gibi harf-i tarifli kelime cümle ortasında geldiği takdirde geçiş önceki kelimenin harekesiyle olur.

    MEF’ÛLUN BİH (Tümleç)

    Mef’ûlun bih; kendisine iş yapılanı bildiren isimdir. Harekesi üstün (َ-) ya da üstün tenvin olur ( اً). Fiile ne, kimi, neyi, neye sorusunu sorduğumuzda aldığımız cevap mef’ûldür. Fiil ile fâil arasında olması gereken müzekker-müennes uyumu şartı mef’ûlün bihle diğerleri arasında yoktur. Yâni mef’ûlün bih’in fiil ya da fâil ile müzekkerlik müenneslik, tekillik çoğulluk vs. açısından uyumlu olma şartı aranmaz.

     

    Meful

    Fâil

    Fiil

    Öğrenci dersi yazdı  (Neyi yazdı?)

    الدَّرْسَ.

    التِّلْميِذُ

    كَتَبَ

    Baba suyu içti (Neyi içti?)

    الْماَءَ.

    الْاَبُ

    شَرِبَ

    Öğrenci bir kitap okudu (Ne okudu?)

    كِتاَباً.

    التِّلْمِيذُ

    قَرَأَ

    Halit öğrenciye vurdu (Kime vurdu?)

    التِّلْمِيذَ.

    خاَلِدٌ

    ضَرَبَ

    Yukarıdaki örneklerde görüldüğü gibi fâilin açıkça yazılışı (öğrenci, baba, Halit gibi) gâib fiil kullanıldığında gerçekleşir. Muhâtab ve mütekellim fiillerde fiil ve fâil birarada olur. Yine de fiile aynı sorular (ne, neyi, kimi kime) sorulduğunda alınan cevap mef’ûldür ve harekesi üstündür:

    Dersi yazdım (Neyi yazdım?)

    الدَّرْسَ.

    كَتَبْتُ

    Suyu içtiniz (Neyi içtiniz?)

    الْماَءَ.

    شَرِبْتُنَّ

    Halid’e sordun (Kime sordun?)

    خاَلِداً.

    سَأَلْتَ

    Bir kitap okudunuz (Ne okudunuz)(belirtisiz nesne)

    كِتاَباً.

    قَرَأْتُمْ

    Öğrenciye vurdun (Kime vurdun?)

    التِّلْمِيذَ.

    ضَرَبْتَ

  • Arapça Sıfat Tamlaması SIFAT MEVSUF

     

    SIFAT TAMLAMASI

    Birşeyin nasıl olduğunu gösteren kelime sıfattır. Küçük, büyük, güzel gibi.

    Arapça’da bir ismi ya da varlığı sıfatlamak için önce o sıfatlanacak isim ya da varlık yazılır. Sonra yanına sıfat konur. Sıfatlanan yani vasfedilen, anlatılan kelimeye mevsûf denir. Zamirlerden ve özel isimlerden başka bütün isimler sıfat olabilir. Örnekler:

    قَلَمٌ كَبِيرٌ

    büyük kalem

    اَلْوَلَدُ الْكَبِيرُ

    büyük çocuk

    Bu terkibe sıfat tamlaması denir.

    * Mevsûf önce sıfat sonra gelir. Sıfat asla mevsûfun önüne geçemez.

    جَمِيلٌ

    رَجُلٌ

    güzel adam

    جَمِيلةٌ

    بِنْتٌ

    güzel kız.

    sıfat

    (na’t)

    mevsûf

    (men’ût)

     

             sıfat

             (na’t)

    mevsûf

    (men’ût)

     

    müzekker

    müzekker

     

    müennes

    müennes

     

                     

    F        Arapça’da sıfat ve mevsûfa na’t ve men’ût da denir.

    مُؤْمِنًا.

    رَجُلاً

    شَاهَدْتُ

    Mü’min bir adam gördüm.

    sıfat

    mevsûf (meful)

    fiil + fâil

     

    * Sıfatlar her hususta daima mevsûfuna tâbidir. Yani şu dört hususta sıfat mevsûfuna uyar:

    1- Marifelik- Nekrelık

    Mevsûf harfi tarifliyse sıfat da harf-i tarifli, mevsûf harf-i tarifsizse sıfat da harf-i tarifsiz yani nekre gelir:

    أَحْضَرْتُ الْكُرَةَ الْجَديِدَةَ.

    Yeni topu getirdim.

    يَلْعَبُ التِّلْميِذُ الْجَديِدُ كُرَةَ الْقَدَمِ.

    Yeni öğrenci futbol oynuyor.

    هَذِهِ نَظاَّرَةٌ جَميِلَةٌ.

    Bu güzel bir gözlüktür.

    أَنْتَ رَسَمْتَ صوُرَةً جَميِلَةً.

    Sen iyi resim çizdin.

    أَناَ قَرَأْتُ قِصَّةً عَرَبِيَّةً.

    Ben Arapça bir hikaye okudum.

    2- Müzekkerlik- Müenneslik

    Mevsûf müennes ise sıfat da müennes, mevsûf müzekker ise sıfat da müzekkerdir.

    هَذاَ مَسْجِدٌ جَميِلٌ.

    Bu güzel bir mesciddir.

    عاَئِشَةُ طاَلِبَةٌ فيِ الْمَدْرَسَةِ الْمُتَوَسِّطَةِ.

    Aişe orta okulda öğrencidir.

    مُحَمَّدٌ طاَلِبٌ فيِ الْمَدْرَسَةِ الثاَّنَوِيَّةِ.

    Muhammed lisede öğrencidir.

    أَخيِ الْكَبيِرُ مُدَرِّسٌ فيِ الْمَدْرَسَةِ الْإِبْتِداَئِيَّةِ.

    Abim (büyük kardeşim) ilk okulda öğretmendir.

    تَسْكُنُ عاَئِلَةُ أَحْمَدَ فيِ بيْتٍ كَبيِرٍ ، وَهِيَ عاَئِلَةٌ نَشيِطَةٌ.

    Ahmed’in ailesi büyük bir evde oturuyor ve o çalışkan bir ailedir.

      

    3- İ’rab (Hareke)

    Mevsûf’un harekesi ne ise sıfatın da harekesi odur.

    ذَهَبَتْ تِلْميِذَةٌ صَغيِرَةٌ إِلَى مَكْتَبَةٍ كَبيِرَةٍ.

    Küçük bir öğrenci büyük bir kütüphaneye gitti.

    هُوَ يَمْلِكُ مَكْتَبَةً كَبيِرَةً فيِ الْبَيْتِ.

    O evde büyük bir kütüphaneye sahiptir.

    تَسْكُنُ جَدَّةُ خاَلِدٍ فيِ بيْتٍ جَديِدٍ.

    Hâlit’in ninesi yeni bir evde oturuyor.

    يَسْكُنُ جَدُّ خاَلِدٍ فيِ بيْتٍ صَغيِرٍ.

    Hâlit’in dedesi küçük bir evde oturuyor.

    شَرِبَ مُحَمَّدٌ عَصيِراً باَرِداً.

    Muhammed soğuk bir meyve suyu içti.

    4- Sayı

    Mevsûf müfred ise sıfat da müfred, mevsûf tesniye ise sıfat da tesniye, mevsûf cemi ise sıfat da cemi (çoğul) olur.

    اِمْرَأَةٌ  مُؤْمِنَةٌ.

    mümin kadın

    رَجُلٌ   مُؤْمِنٌ.

    mümin adam

     

    اِمْرَأَتاَنِ مُؤْمِنَتاَنِ.

    iki mü’min kadın.

    رَجُلاَنِ  مُؤْمِنَانِ.

    iki mü’min adam.

     

    نِساَءٌ مُؤْمِناَتٌ.

    mü’min kadınlar

    رِجَالٌ  مُؤْمِنوُنَ.

    mü’min adamlar

    عَبْدٌ مُخْلِصٌ ج عِباَدٌ مُخْلِصُونَ.

    ihlaslı kul (cemisi:) İhlaslı kullar

     

    أَناَ تِلْميِذٌ جَديِدٌ . اِسْميِ خاَلِدٌ.

    Ben yeni öğrenciyim. Adım Hâlit’tir.

     

    تَنْظُرُ مِنْهُ عَيْناَنِ بَراَّقَتاَنِ.

    Ondan iki parlak göz bakıyor.

     

    حَضَرَ التَّلاَمِيذُ الناَّجِحُونَ.

    Başarılı öğrenciler geldi.

     

    أَخَذْتُ مِنَ الْمَكْتَبَةِ كِتاَبَيْنِ جَدِيدَيْنِ.

    Kütüphaneden iki yeni kitap aldım.

     

    اَلْمُؤْمِنُونَ كَنَفْسٍ واَحِدَةٍ.

    Mü’minler tek bir nefis gibidir.

     

    نَجَحَتِ التِّلْمِيذاَتُ الْمُجْتَهِداَتُ فِي الْاِمْتِحاَنِ.

     

    Çalışkan öğrenciler imtihanda başarılı oldu.

     

                   

    *Zamir almış isim marife olduğundan sıfatlanırken, sıfat da marife olur:

    بَيْتُكَ الْكَبِيرُ فِي الْمَدِينَةِ.

    Büyük evin şehirdedir.

    بَيْتُكُمُ الْكَبِيرُ فِي الْحَيِّ.

    Büyük eviniz mahallededir.

     

    Not: İnsanlara ait kırık bir çoğul (cemi teksir) genel olarak eğer mevcut ise kırık bir sıfat alır, aksi halde kurallı bir sıfat alır:

    شُيُوخٌ كِباَرٌ   (büyük yaşlılar)                    شُيُوخٌ مُخْلِصُونَ  (ihlaslı yaşlılar)

    *Müennes şahıslara ait çoğullar kurallı dişil çoğullar alır:

    بَناَتٌ كَبِيراَتٌ  (büyük kızlar)                       نِساَءٌ مُخْلِصاَتٌ (ihlaslı kadınlar)

    *Kur’ân Arapça’sında bütün kurallı dişil çoğullar (cemi müennes sâlim) ve hatta cansız eşyalar tam uyuşma düzeninde sıfat alabilmektedir:

    آياَتٌ بَيِّناَتٌ   (açık işaretler)         جَناَّتٌ مَعْرُوشاَتٌ  (asma bahçeler)

    Fakat günümüz Arapça’sında Kur’ân Arapça’sından farklı olarak, insanların dışındaki (eşyalara ait) çoğullar, daha ziyade eksik uyuşma gösterir. İnsanlar dışındaki şeylere ait olan çoğullar eksik uyuşmalı sıfat alır, yani sıfat müfred münnestir[1]:

    مُدُنٌ كَبِيرَةٌ   (büyük şehirler)              بُيُوتٌ صَغِيرَةٌ  (küçük evler)

    Cümle örnekleri:

     

    هَذَا أَمْرُ رَسُولِ اللَّهِ.

    Bu Allah Resûlü’nün emridir.

     

     

    مُحَمَّدٌ يَشْتَرِي قَلَماً جَديِداً كُلَّ شَهْرٍ.

    Muhammed her ay yeni bir kalem satın alır.

     

     

    خاَلِدٌ يَشْتَريِ ساَعَةً جَديِدَةً كُلَّ سَنَةٍ.

    Hâlit her sene yeni bir saat satın alır.

     

     

    واَلِدِي يَشْتَريِ كِتاَباً جَميِلاً كُلَّ أُسْبوُعٍ.

    Babam her hafta güzel bir kitap satın alır.

     

     

    ماَذاَ تَدْرُسُ ؟ أَدْرُسُ اللُّغَةَ الْعَرَبِيَّةَ.

    Ne okuyorsun? Arap dili okuyorum.

     

     

    هَلْ تَفْهَمُ اللُّغَةَ الْعَرَبِيَّةَ ؟

    Arap dilini anlıyor musun?

     

     

    هُوَ يَدْرُسُ فيِ الْمَدْرَسَةِ الثاَّنَوِيَّةِ.

    O lisede okuyor.

     

     

    يَسْكُنُ جَدُّ خاَلِدٍ فيِ بيْتٍ جَميِلٍ.

    Hâlit’in dedesi güzel bir evde oturuyor.

     

     

    زَيْنَبُ وَ عاَئِشَةُ طاَلِبَتاَنِ نَشِيطَتاَنِ.

    Zeynep ve Aişe iki çalışkan talebedirler.

     

     

    كَلَّمْتُ طاَلِباً مُجْتَهِداً شَجِيعاً.

    Çalışkan ve cesur bir öğrenci(yle) konuştum[2].

     

     

    سَأُقَدِّمُ لَهُمْ صوُرَةً قَيِّمَةً.

    Onlara değerli bir resim takdim edeceğim.

     

     

    هَلْ ذَهَبْتَ إِلَى شاَطِئِ الْبَحْرِ؟

    Deniz kıyısına gittin mi? (isim taml.)

     

     

    لِماَذاَ يَذْهَبُ الناَّسُ إِلَى شاَطِئِ الْبَحْرِ؟

    İnsanlar niçin deniz kıyısına gider?

     

     

     

     

     

    اَلْبَيْتُ الْحَراَمُ قِبْلَةُ الْمُسْلِمِينَ.

    Beytü’l-Haram (Kâbe) müslümanların kıblesidir.

     

    قَضَيْناَ هُناَكَ ساَعَةً جَميِلَةً.

    Orada güzel bir saat geçirdik.

     

     

    الرَّجُلُ يَحْمِلُ حَقِيبَةً كَبِيرَةً فَوْقَ رَأْسِهِ.

    Adam başının üzerinde büyük bir çanta taşıyor.

     

     

    سَلَّمْتُ عَلَى سَيِّداَتٍ فاَضِلاَتٍ.

    Değerli bayanlara selâm verdim.

     

     

    سَأُقَدِّمُ لَهُ نَظاَّرَةً قَيِّمَةً.

    Ona değerli bir gözlük takdim edeceğim.

     

     

    هَذِهِ الْكاَتِبَةُ مَشْهُورَةٌ بِكِتاَبَتِهاَ الْعِلْمِيَّةِ.

    Bu yazar (müe.) ilmî yazısıyla meşhurdur.

     

     

    لَبِسَ عُمَرُ مَلاَبِسَهُ الْجَديِدَةَ بِسُرْعَةٍ.

    Ömer yeni elbiselerini çabucak giydi[3].

     

     

    كَتَبْتُ الْواَجِبَ الْمَطْلوُبَ.

    İstenen ödevi yazdım.

     

     

    هِي تَدْرُسُ فيِ الْمَدْرَسَةِ الْمُتَوَسِّطَةِ.

    O ortaokulda okuyor.

     

     

    زَيْنَبُ تَدْرُسُ فيِ الْمَدْرَسَةِ الْإِبْتِداَئِيَّةِ.

    Zeynep ilkokulda okuyor.

     

     

    شاَهَدَ الطاَّلِبُ حَديِقَةً جَميِلَةً.

    Öğrenci güzel bir bahçe gördü.

     

     

    شاَهَدَ الطُّلاَّبُ مُباَراَةً جَمِيلَةً.

    Öğrenciler güzel bir maç seyretti.

     

     

    جَلَسَ التَّلاَمِيذُ عَلَى الْأَرْضِ تَحْتَ شَجَرَةٍ كَبِيرَةٍ.

    Öğrenciler yerde büyük bir ağacın altına oturdular.

     

     

    شاَهَدْتُ مِنْ ناَفِذَةِ السَّياَّرَةِ رَجُلاً عَجُوزاً.

    Arabanın penceresinden yaşlı bir adam gördüm.

     

     

    وَصَلَ الْمُدَرِّساَنِ الْجَدِيداَنِ بِالْحاَفِلَةِ الْجَدِيدَةِ.

    İki yeni öğretmen yeni otobüsle geldiler.

     

     

    هَذِهِ رُسوُماَتٌ جَميِلَةٌ. أَنْتِ رَساَّمَةٌ جَيِّدَةٌ ياَ مَرْيَمُ.

    Bunlar güzel resimlerdir. Sen iyi bir ressamsın Ey Meryem!

     

     

    قَرَأَ الْأُسْتاَذُ الصَّحيِفَةَ وَ قاَلَ : هَذِهِ صَحيِفَةٌ جَميِلَةٌ.

    Hoca gazeteyi okudu ve “Bu güzel bir gazetedir” dedi.

     

     

    أَيْنَ تَسْكُنُ ؟ أَسْكُنُ فيِ شاَرِعِ الْمَطاَرِ.

    Nerede oturuyorsun? Hava alanı caddesinde oturuyorum.

     

     

    ماَذاَ يَعْمَلُ عُمَرُ ؟ هُوَ يَقْرَأُ فيِ كِتاَبِ اللُّغَةِ الْعَرَبِيَّةِ.

    Ömer ne yapıyor? Arapça dili kitabı(ndan) okuyor.

     

                   

      

    DOLAYLI SIFAT: Şimdiye kadar gördüğümüz ve sıfatladığı isme her bakımdan uyan böyle sıfata hakiki sıfat denir (en-Na’tü’l-Hakîkî). Bir de dolaylı sıfat (en-Na’tü’s-Sebebî) vardır ki harekesi kendinden önceki isme uyar ancak kendisi hakiki sıfatın tersine o ismi değil kendisinden sonra gelen ismi vasıflar. Sebebî sıfat daima müfred olur ve mevsûfuna marifelik-nekrelik ve irab (hareke) bakımından uyar. Kendisinden sonraki kelimeye de müzekkerlik ve müenneslik bakımından uyar:

    ساَفَرَ الْوَلَدُ الذَّكِيُّ صَدِيقُهُ.

    Arkadaşı zeki çocuk yola çıktı.

    اِشْتَرَيْتُ صُورَةً جَمِيلَةً إطاَرُهاَ[4].

    Çerçevesi güzel bir resim satın aldım.

    Bu iki cümledeالذَّكِيُّ   ve جَمِيلَةً  kelimeleri dolaylı sıfattır. Çünkü kendinden önceki ismi değil kendinden sonraki ismi sıfatlamaktadırlar. Benzer örnekler:

    هَذاَ رَجُلٌ عاَلِمٌ عَمُّهُ (=هَذاَ رَجُلٌ عَمُّهُ عاَلِمٌ) .

    Bu amcası alim adamdır.

    جاَءَ الرَّجُلُ العاَلِمُ عَمُّهُ.

    Amcası alim adam geldi.

    رَأَيْتُ الرَّجُلَ الْعاَلِمَ عَمُّهُ.

    Amcası alim adamı gördüm.

    رَأَيْتُ الطاَّلِبَةَ الْعاَلِمَ عَمُّهاَ.

    Amcası alim talebe (müe.) gördüm.

    رَأَيْتُ الطاَّلِبَتَيْنِ الْعاَلِمَ عَمُّهُماَ.

    Amcaları alim iki talebe gördüm.

    رَأَيْتُ رَجُلاً كَرِيمَةً خاَلَتُهُ.

    Teyzesi cömert bir adam gördüm.

    هاَتاَنِ صُورَتاَنِ جَمِيلٌ لَوْنُهُماَ.

    Bu ikisi rengi güzel iki resimdir.

    هَؤُلاَءِ بَناَتٌ عاَقِلَةٌ أُمُّهاَتُهُنَّ.

    Bunlar anneleri akıllı kızlardır.

    تَكَلَّمْتُ مَعَ رِجاَلٍ كَثِيرٍ عِلْمُهُمْ.

    İlimleri çok (olan) adamlarla konuştum.

         

    Sebebî sıfattan sonraki isim zamirli veya zamirsiz gelebilir. Sebebi sıfattan sonraki isim izafetle mecrûr (isim tamlaması) olduğu takdirde (zamir yerine isim geldiği takdirde) sebebî sıfat tıpkı hakiki sıfat gibi kendisinden önceki mevsûfa her bakımdan uyar:

    رَأَيْتُ رَجُلاً مُهَذَّبَ الْوَلَدِ.

    Oğlu terbiyeli bir adam gördüm

    Burada  مُهَذَّبَ   kelimesi sebebî sıfat olup رَجُلاً  kelimesini değil, kendinden sonraki الْوَلَدِ kelimesini vasıflamaktadır. Diğer örnekler:

    رَأَيْتُ رَجُلاً حَسَنَ[5] الْخُلُقِ.

    Ahlakı iyi adamı gördüm.

    رَأَيْتُ رَجُلَيْنِ حَسَنَيِ الْخُلُقِ.

    Ahlakları iyi iki adamı gördüm.

     

     

    رَأَيْتُ رِجاَلاً حِساَنَ الْخُلُقِ.

    Ahlakları iyi adamları gördüm.

    رَأَيْتُ امْرَأَةً حَسَنَةَ الْخُلُقِ.

    Ahlakı iyi kadını gördüm.

    رَأَيْتُ نِساَءً حَسَناَتِ الْخُلُقِ.

    Ahlakları iyi kadınlar gördüm.

    Bu misallerde görüldüğü gibi sebebî sıfattan sonraki isim izafetle mecrûr ve sebebî sıfat olan حَسَنَ  kelimesi mevsûfa hakiki sıfat gibi her bakımdan uymuştur.

    Aşağıdaki örnekler konunun önemine binaen fazla verilmiştir. Dikkatle incelendiği ve örnekler yazılarak çalışıldığı takdirde zihne yerleşecektir. Çalıştıktan sonra Arapça’sına bakılarak Türkçe’si, Türkçe’sine bakılarak Arapça’sı yazılmaya çalışılması tavsiye edilir. Akılda kalmasının tek yolu tekrardır:

    Genel Cümle Örnekleri:

    1- حَضَرَتِ التِّلْميِذَةُ النَّشيِطَةُ – وَصَلَ الْمُدَرِّسُ الْجَديِدُ – شاَهَدْتُ الْفَتاَةَ النَّشيِطَةَ – ذَهَبْتُ إِلَى الْحَديِقَةِ الْجَميِلَةِ – أَكَلْتُ طَعاَماً لَذيِذاً – سَكَنَ أَخيِ فيِ بَيْتٍ واَسِعٍ.

    2- بَيْتُهُمُ الْكَبِيرُ فِي الْمَدِينَةِ – بَيْتُكُمُ الْكَبِيرُ فِي الْحَيِّ – هُوَ رَجُلٌ مُخْلِصٌ – هُماَ رَجُلاَنِ مُخْلِصاَنِ – هُماَ امْرَأَتاَنِ مُخْلِصَتاَنِ –  هُمْ مُؤْمِنُونَ مُخْلِصُونَ.

    3- فيِ كَمْ ساَعَةٍ تَذْهَبُ إِلَى الْمَدْرَسَةِ ؟ أَذْهَبُ إِلَى الْمَدْرَسَةِ فيِ ساَعَةٍ واَحِدَةٍ – شاَهَدَ عَبْدُ اللَّهِ حَرِيقاً كَبِيراً – اِشْتَرىَ ليِ أَخيِ قَميِصاً جَميِلاً.

    4- ذَهَبَتْ تِلْميِذَةٌ صَغيِرَةٌ إِلَى مَكْتَبَةٍ كَبيِرَةٍ وَ أَخَذَتْ كِتاَباً جَميِلاً وَ قَرَأَتْ قَلِيلاً ثُمَّ رَكِبَتْ فيِ سَياَّرَةٍ سَريِعَةٍ وَ رَجَعَتْ إِلَى الْبَيْتِ. هِيَ تَسْكُنُ فيِ بَيْتٍ جَميِلٍ فيِ حَيِّ الْمَطاَرِ ، فيِ شاَرِعِ الْقُدْ سِ.

    5- خاَلِدٌ يَفْهَمُ الْقُرْآنَ الْكَريِمَ وَ أَحاَديِثَ الرَّسوُلِ جَيِّداً وَ يَقْرَأُ الْكُتُبَ الْعَرَبِيَّةَ وَ هُوَ يَكْتُبُ الرَّساَئِلَ إِلَى أَصْدِقاَئِهِ بِاللُّغَةِ الْعَرَبِيَّةِ أَيْضاً . اَللُّغَةُ الْعَرَبِيَّةُ الْآنَ لُغَةٌ مُهِمَّةٌ في الْعاَلَمِ ، وَهِيَ لُغَةُ الْقُرآنِ الْكَريِمِ والْإِسْلاَمِ .

    6- أَ لاَ يُكَلِّفُ[6] بَعْضُ الْمُدَرِّسِينَ التَّلاَمِيذَ الصِّغاَرَ بِواَجِباَتٍ كَثِيرَةٍ ؟ بَلَى ،  يُكَلِّفُ بَعْضُ الْمُدَرِّسِينَ التَّلاَمِيذَ الصِّغاَرَ بِواَجِباَتٍ كَثِيرَةٍ .

    7- ذَلِكَ كِتاَبٌ كَبِيرٌ لِعَبْدَيْنِ مِنْ عِباَدِ اللَّهِ – نَهَضَ الْعاَلَمُ الْإِسْلاَمِيُّ فِي الْعَصْرِ الْحَدِيثِ إِلَى السِّلْمِ لاَ إِلَى الْحَرْبِ.

    8- عُثْماَنُ طاَلِبٌ مُجْتَهِدٌ فِي دُرُوسِهِ – هَذاَ كَلاَمٌ قَيِّمٌ- تَرَكَ الْإِماَمُ الشاَّفِعِيُّ مَذْهَباً ضَخْماً- قَرَأْتُ قِصَّةً تاَرِيخِيَّةً عَنْ خاَلِدِ بْنِ الْوَلِيدِ. تَناَوَلْتُ أَمْسِ فاَكِهَةً لَذِيذَةً .

    9- سَأَذْهَبُ غَداً إِلَى الْمُتْحَفِ الْوَطَنِيِّ – أَخِي الصَّغِيرُ تِلْمِيذٌ فِي الْمَدْرَسَةِ الْاِبْتِداَئِيَّةِ – هَذاَ كاَتِبٌ مَشْهُورٌ- حَفِظَتِ الطاَّلِباَتُ السُّورَةَ الْمَطْلُوبَةَ .

    10- اَلْمُسْلِمُ الْقَوِيُّ يُساَعِدُ الْمُسْلِمَ الضَّعِيفَ – هَذِهِ الْمَسْرَحِيَّةُ لِكاَتِبَةٍ مَشْهُورَةٍ – اَلْحَدِيقَةُ الْجَدِيدَةُ وَسَطَ الْمَدِينَةِ – لِمَنْ هَذِهِ السَّياَّرَةُ الْجَدِيدَةُ ؟

    11- هَذاَ طاَلِبٌ ذَكِيٌّ- هَذِهِ سَياَّرَةٌ قَدِيمَةٌ – يَسْكُنُ أَخِي فِي بَيْتٍ واَسِعٍ – أَكَلْتُ طَعاَماً لَذِيذاً- ذَهَبْتُ إِلَى الْحَدِيقَةِ الْجَمِيلَةِ –  هَذِهِ الدَّراَّجَةُ الصَّغِيرَةُ لِأُخْتِي.

    12- هَذِهِ دَراَّجَةٌ جَميِلَةٌ ، هَلْ هِيَ دَراَّجَتُكَ ؟ لاَ ، هَذِهِ دَراَّجَةُ واَلِديِ ، هُوَ الْيَوْمَ فيِ عُطْلَةٍ . أَيْنَ يَعْمَلُ واَلِدُكَ ؟ واَلِديِ عاَمِلٌ فيِ مَصْنَعِ الدَّراَّجاَتِ . واَلِديِ عاَمِلٌ فيِ مَصْنَعِ السَّياَّراَتِ.

    13- كَتَبَ لَهُ صَديِقُهُ : ” اَلْكُوَيْتُ بَلَدٌ صَغيِرٌ وَجَميِلٌ  وَ الدِّراَسَةُ فيِ الْجاَمِعَةِ جَيِّدَةٌ . تَسْكُنُ عاَئِلَتِي هُناَ فيِ بَيْتٍ كَبيِرٍ.

    14- اَلْمَدْرَسَتاَنِ الثاَّنَوِيَّتاَنِ كَبِيرَتاَنِ – اَلْحُجاَّجُ واَقِفُونَ فَوْقَ جَبَلِ عَرَفاَتٍ- عَبْدُ اللَّهِ لاَ يأْخُذُ مَبْلَغاً كاَفِياً لِمَصْرُوفِ الْجَيْبِ.

    15- أَخِي اشْتَرَى دَراَّجَةً جَدِيدَةً لِوَلَدِهِ الصَّغِيرِ- هُمْ يَدْرُسوُنَ اللُّغَةَ الْعَرَبِيَّةَ- قَفَزَ اللَّاعِبُ فَوْقَ الْجَبَلِ- ساَفَرَ أَحْمَدُ بَعْدَ أَداَءِ الْعُمْرَةِ إِلىَ الطاَّئِفِ – يُساَفِرُ أَبُو بَكْرٍ إِلَى غاَناَ بَعْدَ غَدٍ.

    16- كَيْفَ وَجَدْتَ هَذاَ الْكِتاَبَ الْمَشْهُورَ- ماَ الْمِقْداَرُ الْمُناَسِبُ لِمَصْرُوفِ الْجَيْبِ لِلْأَوْلاَدِ وَ الْبَناَتِ ؟ ماَ رَأْيُكَ ؟ مُحَمَّدٌ مُدَرِّسٌ جَديِدٌ وَ يَحْضُرُ إِلَى الْمَدْرَسَةِ مُبَكِّراً .

    17- هَلْ يَلْبَسُ الرِّجاَلُ الْمُسْلِمُونَ الْمَلاَبِسَ الْحَرِيرِيَّةَ ؟ لاَ، لاَ يَلْبَسُ الرِّجاَلُ الْمُسْلِمُونَ الْمَلاَبِسَ الْحَرِيرِيَّةَ- هَذاَ الْمِيناَءُ الْكَبِيرُ مُزْدَحِمٌ بِالسُّفُنِ داَئِماً.

    18- ماَذاَ تَدْرُسُ فيِ الْمَدْرَسَةِ ؟ أَدْرُسُ فيِ الْمَدْرَسَةِ الدِّينَ الْإِسْلاَمِيَّ وَ الْعُلوُمَ وَ الرِّياَضِياَّتِ وَ التاَّريِخَ وَ الْجُغْراَفْياَ- خاَلِدٌ طاَلِبٌ فيِ الْمَدْرَسَةِ الثاَّنَوِيَّةِ.

    19- صَديِقيِ الْعَزيِزِ . اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللَّهِ . رِساَلَتُكَ الْأَخيِرَةُ تَأَخَّرَتْ كَثيِراً – وَصَلَتْ أُخْتُكَ الصَّغيِرَةُ مُتَأَخِّرَةً – ساَفَرَ أَمْسِ عَدَدٌ قَليِلٌ مِنَ التَّلاَميِذِ إِلَى الْعاَصِمَةِ.

     

    Tercüme:

    1- Çalışkan öğrenci geldi. Yeni öğretmen geldi. Çalışkan genç kızı gördüm. Güzel bahçeye gittim. Lezzetli bir yemek yedim. Kardeşim geniş bir evde iskan etti (oturdu).

    2- Onların büyük evi şehirdedir. Sizin büyük eviniz mahallededir. O ihlaslı bir adamdır. O ikisi ihlaslı adamlardır. O ikisi ihlaslı kadınlardır. Onlar ihlaslı mü’minlerdir.

    3- Kaç saatte okula gidiyorsun? Bir saatte okula gidiyorum. Abdullah büyük bir yangın gördü. Kardeşim bana güzel bir gömlek satın aldı.

    4- Küçük bir kız öğrenci büyük bir kütüphaneye gitti ve güzel bir kitap aldı, biraz okudu sonra hızlı bir arabaya bindi ve eve döndü. O Kudüs caddesinde, hava alanı mahallesinde güzel bir evde oturuyor.

    5- Hâlit Kur’ân-ı Kerim’i ve Peygamber’in hadislerini iyi anlıyor, Arapça kitaplar okuyor ve o arkadaşlarına Arap diliyle mektuplar da yazıyor. Arap dili şimdi dünyada mühim bir dildir ve o Kur’ân-ı Kerîm’in ve İslâm’ın dilidir.

    6- Bazı öğretmenler küçük öğrencileri çok ödevle sorumlu tutmuyor mu? Evet, bazı öğretmenler küçük öğrencileri çok ödevle sorumlu tutuyor.

    7- O Allah’ın kullarından iki kula ait büyük bir kitaptır. İslâm Dünyası modern (yeni) asırda harbe değil barışa kalkındı.

    8- Osman derslerinde çalışkan bir öğrencidir. Bu değerli bir sözdür. İmam Şafiî büyük bir mezhep bıraktı. Hâlit b. Velîd hakkında tarîhî bir hikaye okudum. Dün lezzetli bir elma yedim.

    9- Yarın milli müzeye gideceğim. Kardeşim (küçük erkek kardeşim) ilk okulda öğrencidir. Bu meşhur bir yazardır. Kız öğrenciler istenen sureyi ezberlediler.

    10- Kuvvetli müslüman zayıf müslümana yardım eder. Bu tiyatro meşhur bir bayan yazarındır. Yeni bahçe şehrin ortasındadır. Bu yeni araba kimindir?

    11- Bu zeki bir öğrencidir. Bu eski bir arabadır. Kardeşim geniş bir evde oturuyor. Lezzetli bir yemek yedim. Güzel bahçeye gittim. Bu küçük bisiklet kızkardeşimindir.

    12- Bu güzel bir bisiklettir. Bu senin bisikletin midir? Hayır, bu babamın bisikletidir. O bugün tatildedir. Baban nerede çalışıyor? Babam bisiklet fabrikasında işçidir. Benim babam araba fabrikasında işçidir.

    13- Arkadaşı ona (şöyle) yazdı: Küveyt küçük ve güzel bir memlekettir ve üniversitedeki eğitim iyidir. Ailem burada büyük bir evde oturuyor.

    14- İki lise büyüktür. Hacılar Arafat dağının tepesinde vakfededirler. Abdullah cep harçlığı için kafi bir miktar almıyor.

    15- Kardeşim küçük çocuğu için yeni bir bisiklet satın aldı. Onlar Arap dili tahsil ediyorlar. Oyuncu dağın tepesine atladı. Ahmet umrenin edasından sonra Taif’e yolculuk yaptı. Ebûbekir yarından sonra Gana’ya gidiyor (yolculuk yapıyor).

    16- Bu meşhur kitabı nasıl buldun? Erkek çocuklar ve kızların cep harçlığı için münasip miktar nedir? Senin görüşün nedir? Muhammet yeni öğretmendir ve erkenden okula geliyor.

    17- Müslüman erkekler ipek elbiseleri giyer mi? Hayır, müslüman erkekler ipek elbiseleri giymezler. Bu büyük liman daima gemilerle doludur.

     18- Okulda ne okuyorsun (tahsil ediyorsun)? Okulda İslâm dini, (diğer) ilimler, matematik, tarih ve coğrafya okuyorum. Hâlit lisede öğrencidir.

    19- Değerli arkadaşım! Allah’ın rahmeti ve selâmı üzerinize (olsun). Son mektubun çok gecikti. Kızkardeşin geç geldi. Öğrencilerden az bir sayı (az sayıda öğrenci) dün başkente yolculuk yaptı.

     

    ZİNCİRLEME TAMLAMALAR

    Tamlamalar iki kelimeden oluştuğu gibi ikiden fazla kelimeden de oluşabilir. Ayrıca cümlenin bir kısmı sıfat tamlaması olup muzâfa bağlanabilir. Bu cümlelerde muzâfın da marife olduğu hatırlanmalıdır. Zincirleme isim ve sıfat tamlamaları için aşağıdaki örnekleri dikkatle inceleyiniz:

    بَيْتُ الرَّئِيسِ الْكَبِيرُ.

    başkanın büyük evi

    بَيْتُ الرَّئِيسِ الْكَبِيرِ.

    büyük başkanın evi

    بَيْتُ رَئِيسٍ كَبِيرٍ.

    büyük bir başkanın evi

    مَدِينَةُ الرَّئِيسِ الْكَبِيرَةُ.

    başkanın büyük şehri

    فِي بَيْتِ الرَّئِيسِ الْكَبِيرِ.

    büyük başkanın evinde (veya başkanın büyük evinde)

    Cümlenin anlamı ve siyak sibaktaki (konunun gidişatındaki) genel mana sıfatın hangi ismi nitelediğini belirler. Böyle durumlarda en uygunu sıfat ile sıfatlananı (mevsûfu) bir arada yazıp diğer kelimeyi (لِ ) li harf-i ceri ile ayırmaktır:

    فيِ الْبَيْتِ الْكَبِيرِ لِلرَّئِيسِ.

    başkanın büyük evinde

    فِي الْبَيْتِ لِلرَّئِيسِ الْكَبِيرِ.

    büyük başkanın evinde

    Genel Cümle Örnekleri:

    أَعْياَدُ كُلِّ أُمَّةٍ مُرْتَبِطَةٌ بِدِينِهاَ.

    Her ümmetin bayramları diniyle bağlantılıdır (ilgilidir) .

    حَفِظَ الطاَّلِبُ كِتاَبَ اللَّهِ الْكَرِيمِ.

    Öğrenci Yüce Allah’ın kitabını ezberledi.

    أَيْنَ دَرَسْتَ مَرْحَلَةَ الْاِبْتِداَئِيَّةِ ؟

    İlk (okul) merhalesini nerede okudun?

    هَلْ دَرَسْتَ قَبْلَ الْمَرْحَلَةِ الْاِبْتِداَئِيَّةِ ؟

    İlk (okul) safhasından öncesini okudun mu?

    اِسْمُ التِّلْميِذِ الْجَديِدِ أَحْمَدُ.

    Yeni öğrencinin ismi Ahmet’tir.

    أَيْنَ قَضَى واَلِدُكَ عُطْلَةَ نِهاَيَةِ الْأُسْبُوعِ ؟

    Baban hafta sonunun tatilini nerede geçirdi?

    هَذاَ مُدَرِّسُ اللُّغَةِ الْعَرَبِيَّةِ الْجَديِدُ.

    Bu Arapça (dili)nin yeni öğretmenidir (müz.) .

    هَذِهِ  مُدَرِّسَةُ اللُّغَةِ الْعَرَبِيَّةِ الْجَديِدَةُ.

    Bu Arapça dili (dersi)nin yeni  öğretmenidir (müe.) .

     

    يَسْتَلِمُ الْمُوَظَّفُ راَتِبَهُ فِي أَوَّلِ كُلِّ شَهْرٍ.

    Memur maaşını her ayın başında alır.

    دَخَلَ رَسُولُ اللَّهِ مَسْجِدَ الْمَدِينَةِ الْكَبِيرَ.

    Allah’ın Rasûlü şehrin büyük mescidine girdi.

    لَقَدْ مَنَحَناَ اللَّهُ الْفُرْصَةَ لِدِراَسَةِ لُغَةِ الْقُرْآنِ.

    Allah bize Kur’ân dilinin eğitimi için fırsat bağışlamıştır.

    ساَعَدْتُ أُمِّي فيِ إِعْداَدِ وَلِيمَةٍ كَبِيرَةٍ.

    Büyük (davet) yemeğinin hazırlanmasında anneme yardım ettim.

    ساَعَدْتُ مُدَرِّسِي فيِ تَنْظيِمِ مَعْرِضٍ عَظِيمٍ.

    Büyük serginin tanziminde öğretmenime yardım ettim.

    لاَ يُواَفِقُ عَبْدُ اللَّهِ وَ سَمِيرَةُ عَلَى كَلاَمِ الْأَبِ وَ الْأُمِّ.

    Abdullah ve Semira anne ve baba(sı)nın sözüne muvafakat etmiyor.

    مَصْرُوفُ الْجَيْبِ الْكَثِيرِ قَدْ يُفْسِدُ بَعْضَ الْأَوْلاَدِ.

    Çok cep harçlığı bazı çocukları bozabilir[7].

    هَذِهِ مُديِرَةُ الْمَدْرَسَةِ الْجَديِدَةُ ، اِسْمُهاَ فاَطِمَةُ.

    Bu okulun yeni müdürüdür. İsmi Fatıma’dır.

    هَذِهِ مُديِرَةُ الْمَدْرَسَةِ الْجَديِدَة ِ، اِسْمُهاَ عاَئِشَةُ.

    Bu yeni okulun müdürüdür. İsmi Aişe’dir.

     

    نَظاَفَةُ مَصاَدِرِ[8] الْمِياَهِ مِنْ أَهَمِّ أَنْواَعِ النَّظاَفَةِ.

    Su kaynaklarının temizliği en önemli temizlik çeşitlerindendir.

     

    وَجَدَ مُوسَى عَبْداً مِنْ عِباَدِ اللَّهِ الصاَّلِحِينَ.

    Mûsâ Allah’ın sâlih kullarından bir kulu buldu.

  • Munfasıl Zamirler

     

     MUNFASIL (AYRI) ZAMİRLER

    Herhangi bir kelimeye bitişmeksizin ayrı yazılan zamirlerdir. İki ayrı munfasıl zamir türü vardır. Birisi fâil olarak diğeri de meful olarak kullanılır:

    a) Fâil yerine geçen munfasıl zamirler:

    Aşağıdaki munfasıl zamirler cümlede ismin yerini tutup fâil yerine geçerler:

     

                  Çekim Tablosu

     

     

     

    Cemi

    Müsennâ

    Müfred

     

    Müzekker

    هُمْ

    هُمَا

    هُوَ

    Gâib

     

    Onlar

    O ikisi

    O

     

    Müennes

    هُنَّ

    هُمَا

    هِيَ

    Gâibe

               

     

    Müzekker

    أَنْتُمْ

    أَنْتُمَا

    أَنْتَ

    Muhâtab

     

    Siz(ler)

    İkiniz

    Sen

     

    Müennes

    أَنْتُنَّ

    أَنْتُمَا

    أَنْتِ

    Muhâtaba

     

    Müz + Müe

    نَحْنُ

    نَحْنُ

    أَنَا

    Mütekellim

     

    Biz

    İkimiz

    Ben

     

     Cümle Örnekleri:

    هَلْ أَنْتَ مُدَرِّسٌ ؟

    Sen öğretmen misin?

    لاَ ، أَناَ طاَلِبٌ.

    Hayır, ben öğrenciyim.

    مَنْ ذَهَبَ إلَى الْمَدْرَسَةِ ؟

    Okula kim gitti?

    هُوَ ذَهَبَ.

    O gitti.

    أَنْتُمَا ذَهَبْتُمَا.

    Siz ikiniz gittiniz.

    هُوَ مَريِضٌ فيِ الْمَنْزِلِ.

    O evde hastadır.

    ماَذاَ فَعَلَتْ فاَطِمَةُ ؟

    Fatıma ne yaptı?

    هِيَ كَتَبَتْ رِساَلَةً إِلَى خاَلَتِهاَ.

    O, teyzesine bir mektup yazdı.

    أَناَ كَتَبْتُ رِساَلَةً إِلَى جَديِّ.

    Ben dedeme bir mektup yazdım.

    هُنَّ حَفِظْنَ الْقُرْآنَ.

    Onlar Kur’ân’ı ezberlediler.

    هُمْ دَرَسُوا الْعَرَبِيَّةَ.

    Onlar Arapça okudular (tahsil ettiler).

    هُوَ رَكِبَ الْحاَفِلَةَ.

    O otobüse bindi.

    هُنَّ شَرِبْنَ الْعَصيِرَ.

    Onlar meyve suyu içtiler.

    * Görüldüğü gibi bu fâil zamirler fiille birlikte kullanıldıklarında fiilin önüne geçerler. Normal kullanımın dışında fiilden sonra geldikleri takdirde fâiline vurgu kazandırırlar:

    كَتَبْتَ أَنْتَ لِواَلِدِكَ.

    Babana (baban için) sen yazdın.

    غَسَلْتِ أَنْتِ الْمَلاَبِسَ.

    Sen elbiseleri yıkadın (sen).

    شَرِبْتِ أَنْتِ الشاَّيَ.

    Sen çay içtin (sen) ya da “Çayı sen içtin sen”.

    * Zamirlerin pekiştirilmesi tekrar edilmek suretiyle olur.

    هُوَ هُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ.

    O, O gafurdur, rahimdir.

    Aynı şekilde muttasıl zamir birleşmiş bir isimden sonra o muttasıl zamirin mukabili olan munfasıl zamir getirilirse manayı pekiştirmiş olur:

    هَذِهِ حَقيِبَتِي أَناَ.

    Bu benim çamtamdır benim.

    هَذاَ كِتاَبُكَ أَنْتَ.

    Bu senin kitabındır senin.

    Görüldüğü gibi, (حَقيِبَتِي) kelimesindeki mütekellim ya’sına uygun munfasıl zamir (أَناَ), (كِتاَبُكَ) kelimesinin sonundaki muttasıl zamirin mukabil munfasıl zamiri de (أَنْتَ) dir.

    Not:  هُمْ  ve أَنْتُمْ  munfasıl zamirlerinden sonra hemze-i vasıl (elif-lâmlı kelime) gelirse sonlarındaki cezimli mimler zamme ile harekelenir:

    هُمُ الْفُقَراَءُ.

    Onlar fakirdir.

    أَنْتُمُ الْأَغْنِياَءَُ.

    Sizler zenginsiniz.

    b) Mef’ûl yerine geçen munfasıl zamirler:

    Aşağıdaki munfasıl (ayrı) zamirler cümlede mef’ûl yerine geçerler.

     

    Cemi

    Tesniye

    Müfred

     

    Müzekker

    إيَّاهُمْ

    إيَّاهُمَا

    إِياَّهُ

    Gâib

     

    onları, onlara

    o ikisini, o ikisine

    onu, ona

     

    Müennes

    إيَّاهُنَّ

    إيَّاهُمَا

    إيَّاهَا

    Gâibe

                   

     

    Müzekker

    إيَّاكُمْ

    إيَّاكُمَا

    إيَّاكَ

    Muhâtab

     

    sizi, size

    siz ikinizi, ikinize

    seni, sana

     

    Müennes

    ِإيَّاكُنَّ

    إيَّاكُمَا

    إيَّاكِ

    Muhâtaba

               

     

    Müz-Müe

    إيَّانَا

    إيَّانَا

    إيَّايَ

    Mütekellim

     

    bizi, bize

    ikimizi, ikimize

    beni, bana

     

               

    Cümle Örnekleri:

    أنَا رَأَيْتُكَ وَ إيَّاهُ فِي السُّوقِ.

    Ben seni ve onu çarşıda gördüm.

    ظَنَّ الرَّجُلُ خاَلِداً إِياَّكَ.

    Adam Halit’i sen zannetti.

    ظَنَّتِ الْمَرْأَةُ عاَئِشَةَ إِياَّهاَ.

    Kadın Aişe’yi o sandı.

    عَلَّمَهُ الْمُعَلِّمُ إِياَّهُ.

    Öğretmen onu ona öğretti.

    هَلْ عَلَّمَكَ الْمُعَلِّمُ إياَّهُ ؟

    Öğretmen onu sana öğretti mi?

    رَأَيْتُ خاَلِداً وَ إِياَّكُنَّ فِي السُوقِ.

    Halit’i ve sizi çarşıda gördüm.

    زاَرَناَ وَ إِياَّهُمْ.

    (O) bizi ve onları ziyaret etti.

    وَجَدْنَا اِخْواَنَكُمْ وَإيَّاكُمْ أَغْنِيَاءَ.

    Kardeşlerinizi ve sizi zengin bulduk.

    *Mef’ûl munfasıl zamirler başa geldikleri takdirde vurguyu kuvvetlendirmek amacıyla “yalnız, ancak  sana, ancak ona..” manası verirler:

    إِياَّكَ  عَبَدْتُ ياَ رَبِّي!

    Yalnızca sana ibadet ettim ey Rabbim!

    إِياَّهُ قَصَدْتُ.

    Ben ancak onu kastettim.

    إِياَّكِ مَدَحَ الْمُدِيرُ وَ الْمُعَلِّمُ.

    Müdür ve öğretmen yalnız seni methetti.

    إِياَّىَ مَدَحَ الْأُسْتاَذُ.

    Hoca yalnız beni methetti.

    إِياَّهُمْ مَدَحَ الْمُدَرِّسُ.

    Öğretmen yalnız onları methetti.

  • İnne Ve Kardeşleri

     

    İNNE VE KARDEŞLERİ

    (إِنَّ) ve görev bakımından ona benzeyen edatlar isim cümlesi dediğimiz mübtedâ ile haberin önüne gelir, mübtedâ ile haberin adını değiştirirler. Artık mübtedânın adı; (إِنَّ)’nin ismi, haberin adı da (إِنَّ)’nin haberi olarak değişir. Bu edatlar isim cümlesinin başına gelip mübtedâ ve haberin adını ve irabını (harekesini) değiştirdikleri için değiştirenler manasında “en-Nevâsıh” (اَلنَّواسِح) diye adlandırılırlar.

    Fiile benzeyen harfler de denilen bu harfler ve işlevleri şunlardır:

    لاَ

    لَعَلَّ

    لَيْتَ

    لَكِنَّ

    كَأَنَّ

    أَنَّ

    إِنَّ

    (إِنَّ) ve ona benzeyenler dediğimiz bu edatlar isimlerini mansûb (fetha), haberlerini merfû (zamme) yaparlar.

    اَلْبَحْرُ هاَدِئٌ.

    Deniz sakindir.

    إِنَّ الْبَحْرَ هاَدِئٌ.

    Gerçekten deniz sâkindir.

    اَللَّهُ غَفُورٌ.

    Allah çok bağışlayandır.

    إِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ.

    Şüphesiz ki Allah çok bağışlayandır.

    Son cümlede إِنَّ edatu nasb, اللَّهَ (إِنَّ)’nin ismi غَفُورٌ ise (إِنَّ)’nin haberidir.

    Sırasıyla bu edatları ve işlevlerini görelim:

    إِنَّ: Muhakkak, doğrusu, gerçekten, hakikaten, şüphe yok ki, şüphesiz manalarına gelen tahkik (pekiştirme ) edatıdır. Cümle örnekleri:

    اَلْمُؤْمِنُونَ إِخْوَةٌ.

    Mü’minler kardeştir.

    إِنَّ الْمُؤْمِنِينَ إِخْوَةٌ.

    Şüphe yok ki mü’minler kardeştir.

    رِحْلَةُ الْحَجِّ سَهْلَةٌ.

    Hac yolculuğu kolaydır

    إِنَّ رِحْلَةَ الْحَجِّ سَهْلَةٌ.

    Gerçekten hac yolculuğu kolaydır.

    إِنَّ اللَّهَ واَحِدٌ.

    Şüphe yok ki Allah birdir.

    إِنَّ مُحَمَّداً رَسُولٌ.

    Şüphe yok ki Muhammed (s.a.) peygamberdir.

    إِنَّ رَحْمَةَ اللَّهِ واَسِعَةٌ.

    Şüphe yok ki Allah’ın rahmeti (merhameti) geniştir (boldur).

    إِنَّ edatı başta bulunduğunda hemzesi esre olur.

    (إِنَّ) nin hemzesinin esre olduğu yerler şunlardır:

    a) (إِنَّ) den önce emir fiili veya ياَ gibi nidâ (ünlem) edatı bulunduğunda إِنَّ gene başta sayılır:

    قاَلَ الرَّسُولُ فيِ غاَرِ حِراَءَ “لاَ تَحْزَنْ إِنَّ اللَّهَ مَعَناَ”.

    Peygamber Hira mağarasında (arkadaşı Ebûbekir’e) “Mahzun olma! Muhakkak ki; Allah bizimle beraberdir” dedi.

    اِصْبِرْ إِنَّ اللَّهَ مَعَناَ.

    Sabret. Muhakkak ki Allah bizimle beraberdir.

    ياَ بُنَيَّ إِنَّ الصَّلاَةَ نُورٌ.

    Ey oğulcuğum, namaz gerçekten nurdur (ışıktır) .

    b)قَوْلُ kelimesinden türeyen (قاَلَ –قَوْلاً-يَقُولُ demek, söylemek) kelimelerinden sonra;

    قاَلَ إِنَّ اللَّهَ واَحِدٌ.

    Muhakkak ki Allah birdir dedi.

    c)Yemin’den sonra;

    وَاللَّهِ[1] إِنَّكَ لَمُجْتَهِدٌ.

    Vallahi, sen gerçekten çalışkansın.

    Not: Başında إِنَّ bulunan isim cümlesinin haberine yeminsiz de (yine gerçekten, hakikaten anlamını veren) te’kîd lâmı gelebilir:

    ..إِنَّكَ لَمِنَ الْمُرْسَلِينَ.

    ..Şüphe yok ki sen peygamberlerden (biri)sin (Bakara, 252) .

    *İnne ve benzerlerinin haberleri müfred, cümle ya da şibh-i cümle (zarf ya da câr-mecrûrlu cümlecik) olabilir:

    Müfred:

    إِنَّ الْبَيْتَ قَدِيمٌ.

    Gerçekten ev eskidir.

    إِنَّهُ وَلَدٌ جَمِيلٌ.

    Muhakkak ki o güzel bir çocuktur.

    إِنَّ هَذاَ أَخُو عَلِيٍّ.

    Muhakkak ki bu Ali’nin kardeşidir.

    Not: Sıfat ve isim tamlamaları müfred kabul edilir.

    İsim Cümlesi:

    إِنَّ خاَلِداً أَبُوهُ غَنِيٌّ.

    Gerçekten Hâlit’in babası zengindir.

    Fiil Cümlesi:

    إِنَّ الْمُسْلِمِينَ يُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ.

    Gerçekten müslümanlar Allah’a inanırlar.

    إِنَّ جِبْرِيلَ قَدْ نَزَلَ بِأَمْرِ اللَّهِ إِلَى الْأَرْضِ.

    Muhakkak ki Cibril (a.s.) Allah’ın emri ile yeryüzüne inmiştir.

    Şibh-i Cümle (Zarf):

    إِنَّ الْغَيْبَ عِنْدَ اللَّهِ.

    Muhakkak ki gayb Allah’ın katındadır (yanındadır).

     

     

    إِنَّ خَلْفَ الْبَيْتِ سَياَّرَةً.

    Gerçekten evin arkasında araba var[2].

    إِنَّ قَلْبَ الْمُؤْمِنِ بَيْنَ إِصْبَعَيْنِ مِنْ أَصاَبِعِ الرَّحْمنِ.

    Mü’minin kalbi Rahmân’ın parmaklarından iki parmak arasındadır (Müteşâbih nas) .

    Şibh-i Cümle (Câr-Mecrûr):

    إِنَّ الْفَوْزَ الْكَبِيرَ فِي الْآخِرَةِ.

    Muhakkak ki büyük kurtuluş ahirettedir.

    إِنَّ اللَّهَ مَعَ الصاَّبِرِينَ.

    Muhakkak ki Allah sabredenlerle beraberdir (Bakara, 153) .

    إِنَّ اللَّهَ فِي قُلُوبِ عِباَدِهِ الْمُخْلِصِينَ.

    Allah ihlaslı kullarının kalbindedir.

         

    *(إِنَّ) ile başlayan isim cümlelerinin kısımlarında da mübtedâ ile haberde olduğu gibi takdim ve tehir bulunabilir:

    إِنَّ إِلَيْناَ إِياَبَهُمْ ثُمَّ إِنَّ عَلَيْناَ حِساَبَهُمْ.

    Şüphesiz onların dönüşleri (ancak) bizedir sonra onların hesabları da bize aittir (Gâşiye, 25, 26) .

    إِنَّ مَعَ الْعُسْرِ يُسْراً.

    Muhakkak ki zorlukla beraber kolaylık vardır (İnşirah, 5).

    (إِنَّ)’nin ismi  (إِنَّ)’nin haberi

     

    *Cümlenin kısımları yer değiştirince habere gelecek meftuh te’kîd lâmı ismin başına gelir:

    إِنَّ فِي هَذاَ لَبَلاَغاً.

    Muhakkak ki bunda bir tebliğ var (Enbiya, 106) .

    Arada fasıl zamiri bulunduğunda lâm onun başına gelir:

    إِنَّ هَذاَ لَهُوَ الْقَصَصُ الْحَقُّ.

    Gerçekten bu elbette ki doğru haberlerdir (Âl-i İmran, 62) .

    أَنَّ: de anlam bakımından إِنَّ gibi tahkik (pekiştirme) harfidir. ..ki, ..dığını, …eceğini, …olduğu gibi manalarına gelir. Masdar manasını da ifâde eder. إِنَّ başta, أَنَّcümlenin ortasında gelir. (أَنَّ) cümle başında kullanılmaz. Fiil cümlelerinde mef’ûl durumundaki yan cümleciklerin başında bağlaç olarak kullanılır:

    تَناَمُ التِّلْمِيذَةُ مُبَكِّرَةً.

    Kız öğrenci erken uyur.

    أَ لاَ تَعْلَمُ أَنَّ  التِّلْمِيذَةَ تَناَمُ مُبَكِّرَةً.

    Öğrencinin erken uyuduğunu bilmiyor musun?

    عَلِمْتُ أَنَّ الْإِمْتِحاَنَ قَرِيبٌ.

    İmtihanın yakın olduğunu öğrendim.

     

     

    عَلِمْتُ أَنَّ الْحَجَّ مُطَهِّرٌ لِلنَّفْسِ.

    Haccın kişi için temizleyici olduğunu bildim (anladım) .

    أَشْهَدُ أَنَّ مُحَمَّداً رَسُولُ اللَّهِ.

    Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şahitlik ederim[3].

    هَلْ فَهِمْتُمْ أَنَّ هَذاَ الْكِتاَبَ هُدىً لِلناَّسِ؟

    Bu kitabın insanlar için bir hidayet (yol gösterici) olduğunu anladınız mı?

    *أَنَّ isim ve haberiyle birlikte isim cümlesi olarak mefulun bih, fâil, naib-i fâil olabilir. Kendisinden önce bu durumları belirleyen bir fiil gelir:

    Mef’ûlün bih:

    عَلِمْتُ أَنَّ الْبَحْرَ هاَدِئٌ.

    Denizin hakikaten sâkin olduğunu bildim.

    عَلِمْتُ أَنَّ فِي حَقِيبَتِهِ كِتاَبَيْنِ.

    Çantasında iki kitap olduğunu bildim.

    أَدْرَكْتُ أَنَّ رَحْمَةَ اللَّهِ واَسِعَةٌ.

    Allah’ın rahmetinin geniş olduğunu idrak ettim.

    عَلِمْتَ أَنَّ عَلِياَّ مَرِيضٌ.

    Ali’nin hasta olduğunu bildin (öğrendin).

    Mef’ûlün bih: Mahallen mansûb

     

    Fâil:

    يَسُرُّنِي أَنَّكُمْ ناَجِحُونَ فِي الْإِمْتِحاَنِ.

    İmtihanda başarılı olmanız beni sevindirir.

    Fâil: mahallen merfû

     

    Nâib-i Fâil:

    سُمِعَ أَنَّ خاَلِداً فاَزَ فِي السِّباَقِ.

    Halit’in yarışta kazandığı duyuldu.

    Nâib-i Fâil: Mahallen merfû

     

    * (أَنَّ) nin başına (لِ) getirilmesiyle yapılan (لِأَنَّ) edatı “çünkü, …dığı için” irab bakımından (إِنَّ) ve kardeşleri gibidir:

    اِبْتَسَمَ مُحَمَّدٌ لِأَنَّ السَّيَّارَةَ حَضَرَتْ.

    Muhammed gülümsedi çünkü araba geldi.

    (Araba geldiği için Muhammed gülümsedi)

    أَعَدَّتْ زَيْنَبُ الْغَداَءَ لِأَنَّ واَلِدَتَهاَ مَشْغوُلَةٌ.

    Öğle yemeğini Zeyneb hazırladı çünkü annesi meşgul (dür).

    (Annesi meşgul olduğu için öğle yemeğini Zeynep hazırladı)

     

     

     

    ذَهَبَتْ فاَطِمَةُ إِلَى الْمَكْتَبَةِ لِأَنَّ الْمُدَرِّسَةَ غاَئِبَةٌ.

    Fâtıma kütüphaneye gitti çünkü öğretmen yok(tur).

    (Öğretmen olmadığı için Fâtıma kütüphaneye gitti)

    كَأَنَّ : gibi, sanki, güya, ..yor gibi, mış gibi, ..casına. …ecek gibi, ..a benzer manalarına gelir. Mübtedâ’nın habere benzediğini anlatır.

    اَلْكَعْبَةُ قَلْبُ الْعاَلَمِ الْإسْلاَمِيِّ.

    Kâbe İslâm âleminin kalbidir.

    كَأَنَّ الْكَعْبَةَ قَلْبُ الْعاَلَمِ الْإسْلاَمِيِّ.

    Sanki Kâbe İslâm âleminin kalbidir.

    (veya; Kâbe İslâm âleminin kalbi gibidir).

    مَلاَبِسُ الْإِحْراَمِ أَزْهاَرٌ بَيْضاَءُ.

    İhram elbiseleri beyaz çiçeklerdir.

    كَأَنَّ مَلاَبِسَ الْإِحْراَمِ أَزْهاَرٌ بَيْضاَءُ

    Sanki ihram elbiseleri beyaz çiçeklerdir.

    (veya; İhram elbiseleri beyaz çiçekler gibidir)

    كَأَنَّ الْكِتاَبَ أُسْتاَذٌ.

    Kitap hoca gibidir.

    كَأَنَّ الْكِتاَبَ صَدِيقٌ مُخْلِصٌ.

    Kitap samimi bir dost gibidir.

    كَأَنَّ الْقَمَرَ مِصْباَحٌ.

    Ay sanki lâmba gibidir.

    لَكِنَّ:..ama, fakat, lâkin, ancak, ne var ki, şu kadar var ki, manalarına gelir.

    İstidrâke delâlet eder. İstidrâk; söylenen sözden muhâtabın zihninde doğacak yanlış anlamayı önlemektir. Daha ziyade cümle ortasında olur. Fiillerin önünde (لَكِنْ) şeklinde sonu cezimli gelir.

    اَلْبَيْتُ جَدِيدٌ لَكِنَّ الْحَىَّ مُزْعِجٌ[4].

    Ev yenidir fakat mahalle rahatsız edicidir.

     

    اَلْبَيْتُ جَدِيدٌ لَكِنَّ الْأَثاَثَ[5] قَدِيمٌ.

    Ev yenidir, fakat mobilyalar eskidir.

     

     

    اَلْحَدِيقَةُ واَسِعَةٌ لَكِنَّ أَشْجاَرَهاَ قَلِيلَةٌ.

    Bahçe geniştir, fakat ağaçları azdır.

     

     

    وَقَفْتُ فِي الصَّفِّ طَوِيلاً وَلَكِنْ لَمْ يَحْضُرِ الْمُدَرِّسُ.

    Sınıfta uzun (süre) durdum fakat öğretmen gelmedi.

     

           

    لَيْتَ : keşke, ne olaydı, ne olurdu manalarına gelir. Temennî bildirir.

    اَلْجَوُّ مُعْتَدِلٌ الْيَوْمَ.

    Bu gün hava mu’tedildir (ılımandır) .

    لَيْتَ الْجَوَّ مُعْتَدِلٌ الْيَوْمَ.

    Keşke bugün hava mu’tedil (ılıman) olsa.

    لَيْتَ الْخَبَرَ صَحِيحٌ.

    Keşke haber doğru olsaydı.

    لَيْتَ الْفاَكِهَةَ ناَضِجَةٌ[6].

    Keşke meyve olgun olsaydı.

    أَتَمَنَّى أَنْ تَحْضُرَ السَّياَّرَةُ الْيَوْمَ.

    Arabanın bugün gelmesini temenni ediyorum.

    لَيْتَ السَّياَّرَةَ تَحْضُرُ الْيَوْمَ.

    Keşke araba bugün gelse.

    *لَيْتَ ’nin başına ünlem edatı olan ياَ eklenirse üzüntü, pişmanlık manası meydana gelir. Olmuş bitmiş şeyler ve mümkün olmayacak arzular için “keşke şöyle olsaydı” “keşke şöyle yapmasaydım” vb. ifadeleri belirtmede kullanılır.

    ياَ لَيْتَ أَباَهُ لَمْ يَضْرِبْهُ.

    Keşke babası onu dövmeseydi.

    لَيْتَهُ   keşke o…

    لَيْتَناَ   keşke biz …

    لَيْتَنِي   keşke ben…

     

    لَعَلَّ: belki, ola ki, ihtimal ki, umulur ki, ..bilir manalarına gelir. Tereccî (umma) bildirir.

    اَلْمُساَفِرَتاَنِ تَعُوداَنِ إِلىَ أَهْلِهِماَ.

    İki yolcu ailelerine dönüyor.

    لَعَلَّ الْمُساَفِرَتَيْنِ تَعُوداَنِ إِلىَ أَهْلِهِماَ.

    Belki iki yolcu ailelerine döner.

    لَعَلَّ الْكِتاَبَ رَخَيِصٌ.

    Umulur ki kitap ucuzdur.

    لَعَلَّ الْمَرِيضَ ناَئِمٌ.

    Belki hasta uyuyordur.

    لَعَلَّ الْمُساَفِرِينَ قاَدِمُونَ الْآنَ.

    Belki yolcular şimdi gelmektedir.

    اِذْهَبْ إِلىَ الْمُسْتَشْفىَ فَلَعَلَّ الطَّبِيبَ يَفْحَصُ لَكَ هُناَكَ جِسْمَكَ.

    Hastaneye git, belki doktor senin bedenini orada muayene eder.

    اِذْهَبْ إِلىَ الْمَعْمَلِ فَلَعَلَّ الْمُعَلِّمَ يَشْرَحُ لَكَ هُناَكَ دَرْسَكَ.

    Labrotuvara git, umulur ki, öğretmen sana orada dersini açıklar.

    لَيْتَ ve لَعَلَّ  nin manaları birbirine yakındır. لَيْتَ vukuu güç olan şeyde لَعَلَّ ise daha çok vukuu kolay ve mümkün olan şeyde kullanılır.

    (إِنَّ) ve kardeşlerinin diğer özellikleri:

    *(إِنَّ – أَنَّ – كَأَنَّ – لَكِنَّ) mütekellim yâ’sı ile birleştiklerinde nûnu’l-vikâye alabilirler de almayabilirler de;

    (إِنَّنِي – إِنِّي ) (أَنَّنِي- أَنِّي) (كَأَنَّنِي- كَأَنِّي) (لَكِنَّنِي – لَكِنِّي)

    لَيْتَ  ve  لَعَلَّise nûnu’l-vikâye alırlar: لَيْتَنِي  ve  لَعَلَّنِي

    *Muttasıl zamirler inne ve kardeşlerinden biriyle birleşince onların ismi olarak (mahallen) mansûb olurlar:

     

    لَعَلَّناَ

    لَيْتَنِي

    لَكِنَّكَ

    كَأَنَّكَ

    أَنَّهاَ

    إِنَّهُ

    إِنَّ الشَّجَرَةَ بَعِيدَةٌ.

    Ağaç uzaktır.

     

    إِنَّهاَ بَعِيدَةٌ.

    Gerçekten o uzaktır.

     

    إِنَّهُمْ لَعَنُوهُ.

    Gerçekten onlar onu lanetlediler.

     

    كَأَنَّهُ نَسِيَ.

    Sanki o unuttu.

     

    اَلْقَمِيصُ رَخِيصٌ لَكِنَّهُ جَمِيلٌ.

    Gömlek ucuzdur fakat güzeldir.

     

    …إِنِّي ذاَهِبٌ إِلَى رَبِّي…

    …Gerçekten ben Rabbime gidiyorum… (Saffat, 99)

     

    إِنَّهُ مِنْ سُلَيْماَنَ وَ إِنَّهُ بِاسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ.

     

    (Belkıs’a gönderilen) o (mektup) Süleyman’dandır ve o Rahmân Rahîm Allah’ın adıyla (başlamakta)dır. (Neml, 30) .

     

    ماَ سَمِعَ الْكاَفِرُونَ قَوْلَ الرَّسُولِ وَقاَلُوا لَهُ إِنَّكَ فَقِيرٌ وَ نَحْنُ أَغْنِياَءُ.

     

    Kâfirler Peygamber’in sözünü duymadılar (duymazlıktan geldiler) ve ona “Sen fakirsin biz zenginiz dediler.

     

    قاَلَ إِنِّي عَبْدُ اللَّهِ وَ إِنَّهُ جَعَلَنِي نَبِياًّ.

     

    “Muhakkak ki ben Allah’ın kuluyum ve O beni bir peygamber yaptı” dedi.

     

                     

    إِنَّ ve Kardeşlerinin etkisiz olması:

    إِنَّ ve benzerlerinin sonuna ماَ harfi geldiğinde ismini nasb haberini ref etmez. Tekrar mübtedâ ve haber gibi okunur. إِنَّ nin sonuna ماَ gelince إِنَّماَ ya da ortada gelince (أَنَّماَ) (ancak, yalnız) olur ve artık kasr (sınırlandırma) edatı olur.

    إِنَّماَ الْمُؤْمِنُونَ إِخْوَةٌ.

    Müminler ancak kardeştir (Hucurat, 10).

    إِنَّماَ الْأَعْماَلُ بِالنِياَّتِ.

    Ameller ancak niyetlerledir (niyetlere göredir)(Hadis) .

    *Bu edatlar isim cümlesine gelirken, sonlarına (ماَ) gelince fiil cümlesinin başına da gelirler:

    إِنَّماَ أَشْكُو..[7]

    Ben ancak …şikayet ederim (Yusuf, 86) .

    كَأَنَّماَ يَقُولُ..

    Sanki (şöyle) der gibiydi…

    (إِنَّ) ve (أَنَّ) tahfif de edilebilirler. Tahfif olması demek aynı manayı taşıdığı halde sonlarının şedde yerine sükun (cezimli) olması demektir. Dolayısıyla bu halde fiillerin önüne gelirler ve o cümle artık fiil cümlesi değil, isim cümlesi olur.

    *Muhaffef (tahfif edilmiş) (إِنْ) in haberinde fethalı bir lâm bulunur, buna ayırıcı lâm (اَللَّامُ الْفاَرِقَة) denir.

    وَ إِنْ نَظُنُّكَ لَمِنَ الْكاَذِبِينَ.

    Biz seni gerçekten yalancılardan zannediyoruz (Şuarâ, 186).

    وَ إِنْ وَجَدْناَ أَكْثَرَهُمْ لَفاَسِقِينَ.

    Muhakkak ki onların çoğunu fâsık bulduk (A’râf, 102).

    Muhaffef (أَنْ) in haberi (لَيْسَ) (değil) ve (عَسَى) (belki umulur ki) gibi tam çekimi olmayan fiillerden olmadığı zaman şu harflerden biriyle başlamalıdır:

    (سَ  – سَوْفَ – قَدْ – لاَ – لَمْ – لَنْ )

    Böylelikle onun (أَنَّ) den tahfif edilmiş (أَنْ) olduğu anlaşılır:

    ..وَ نَعْلَمَ أَنْ قَدْ صَدَقْتَناَ.

    Ve senin bize hakikaten doğruyu söylediğini bilelim[8] (Mâide, 113).

    أَ يَحْسَبُ الْإِنْساَنُ أَنْ لَنْ نَجْمَعَ عِظاَمَهُ.

    İnsan zanneder mi ki gerçekten onun kemiklerini asla toplamayacağız (biraraya getirmeyeceğiz) ? (Kıyame, 3)

    لاَ (en-Nâfiye Li’l Cinsi): (hiç bir, hiç). لاَ olumsuzluk edatını takip eden belirsiz haldeki mansûb isim bu ismin ait olduğu grubun toptan yokluğunu gösterir. Bu durumda ona “Lâ en-Nâfiye li’l-cinsi” denir. İrab bakımından إِنَّ nin gördüğü işi görür, yani ismi nasbeder, haberi ref eder, merfû bırakır.

    لاَ nın nâfiye olması için; a) لاَ nın hem ismi hem haberi nekre olmalıdır. b)İsmi لاَ ya bitişik olmalıdır. c) لاَ dan önce harf-i cer gelmemelidir.

    لاَ كاَذِبَ مَحْبُوبٌ.

    Sevilen yalancı yoktur. (Hiçbir yalancı sevilmez)

     

     

     

    *  لاَnın ismi tek kelime olursa nasb üzere mebnî olur. En yaygın kullanım şekli budur.

    لاَ ناَئِمَ بَيْنَكُمْ.

    Aranızda uyuyan hiçbir kimse yoktur.

    لاَ رَجُلَ فِي الْمَدِينَةِ.

    Şehirde hiç adam yok.

    لاَ ماَنِعَ لَناَ.

    Hiçbir engelimiz yok.

    لاَ أَخَ لِي.

    Hiç kardeşim yok.

    لاَ نَجاَحَ بِدُونِ جُهْدٍ وَ تَعَبٍ.

    Gayret ve yorgunluk olmaksızın başarı yoktur.

     لاَnın ismi muzâf veya şibh-i muzâf (muzâfa benzeyen) olursa yine mansûb olur.

    لاَ فاَعِلَ خَيْرٍ ناَدِمٌ.

    İyilik işleyen hiçbir kimse pişman olmaz.

    *Cinsini nefyeden lâ’nın haberi mahzuf olabilir:

    لاَ حَوْلَ وَ لاَ قُوَّةَ إِلاَّ بِاللَّهِ.

    Allah’tan başka hiçbir güç ve kuvvet yoktur.

    *Grub olumsuzu olarak kullanılan لاَ sık sık (إِلاَّ) ile birlikte kullanılır:

    لاَ إِلَهَ إلاَّ اللَّهُ.

    Allah’tan başka ilah yoktur.

    *Bir önceki sayfada belirtildiği gibi,  لاَ harfinin başında cer harfinin bulunması, isim ve haberinin nekre olmaması, ismi ile kendisi arasına başka bir kelimenin girmesi durumunda nasbetmeyip sadece olumsuzluk ifade eder:

    … مِنْ قَبْلِ أَنْ يَأْتِيَ يَوْمٌ لاَ بَيْعٌ فِيهِ وَ لاَ خُلَّةٌ وَلاَ شَفاَعَةٌ.

    …kendisinde ne alışveriş ne dostluk ne de şefaat bulunmayan bir gün gelmeden önce…(Bakara, 254)

    يُجاَهِدُ الْمُسْلِمُ بِلاَ خَوْفٍ.

    Müslüman korkusuzca savaşır.

    Genel Cümle Örnekleri:

    1- اَلْقِراَءَةُ مُفِيدَةٌ – إِنَّ الْقِراَءَةَ مُفِيدَةٌ – لاَ شَكَّ أَنَّ الْقِراَءَةَ مُفِيدَةٌ .

    2- اَلدَّرْسُ سَهْلٌ – إِنَّ الدَّرْسَ سَهْلٌ – لاَ شَكَّ أَنَّ الدَّرْسَ سَهْلٌ.

    3- اَلطَّرِيقُ طَوِيلَةٌ – إِنَّ الطَّرِيقَ طَوِيلَةٌ – لاَ شَكَّ أَنَّ الطَّرِيقَ طَوِيلَةٌ.

    4- حَضَرَ الْمُدَرِّسُونَ فِي الصَّباَحِ الْباَكِرِ –أَلاَ تَعْلَمُ أَنَّ الْمُدَرِّسِينَ يَحْضُرُونَ فِي الصَّباَحِ الْباَكِرِ؟

    5- يَذْهَبُ الْوَلَداَنِ إِلَى الْحَدِيقَةِ فِي الْعَصْرِ – أَ لاَ تَعْلَمُ أَنَّ الْوَلَدَيْنِ يَذْهَباَنِ إِلَى الْحَدِيقَةِ فِي الْعَصْرِ؟

    6- تَأْكُلُ الْبِنْتاَنِ الْفَطُورَ وَحْدَهُماَ – أَ لاَ تَعْلَمُ أَنَّ الْبِنْتَيْنِ تَأْكُلاَنِ الْفَطُورَ وَحْدَهُماَ ؟

    7- إِنَّ اللَّهَ خَلَقَ كُلَّ شَيْءٍ فِي الْأَرْضِ وَ قاَلَ إِنِّي جَعَلْتُ لَكُمُ الْأَرْضَ مَسْجِداً .

    8- إِنَّ الرَّسُولَ دَخَلَ الْمَدِينَةَ – إِنَّهُ دَخَلَ الْمَدِينَةَ – إِنَّ اللَّهَ خَلَقَ الْأَرْضَ – إِنَّهُ خَلَقَ الْأَرْضَ – إِنَّ أَحْمَدَ  فِي الْمَسْجِدِ – إِنَّهُ فِي الْمَسْجِدِ .

    9- إِنَّ اللَّهَ رَبُّ السَّماَواَتِ وَالْأَرْضِ وَ فِي ذَلِكَ آيَةٌ لِلْمُؤْمِنِينَ – إِنَّ الشَّيْطاَنَ عَدُوٌّ لِآدَمَ وَ زَوْجَتِهِ – إِنَّ هَذاَ أَمْرُ رَسُولِ اللَّهِ

    10– إِنَّ الْفُقَراَءَ الصاَّلِحِينَ قَدْ ذَهَبُوا إِلَى بَيْتِ الرَّسُولِ . هَذِهِ السَّياَّرَةُ رَخِيصَةٌ لَكِنْ جَمِيلَةٌ.

    11- إِنَّ كُلَّ دَفْتَرٍ يَحْتاَجُ إِلَى فَحْصٍ طَوِيلٍ – إِنَّ كُلَّ عاَمِلٍ يَحْتاَجُ إِلَى إِجاَزَةٍ طَوِيلَةٍ – إِنَّ كُلَّ عاَمِلٍ يَحْتاَجُ إِلَى تَجْرِبَةٍ طَوِيلَةٍ – إِنَّ كُلَّ مَسْرَحِيَّةٍ تَحْتاَجُ إِلَى تَجْرِبَةٍ طَوِيلَةٍ – إِنَّ كُلَّ مَسْأَلَةٍ تَحْتاَجُ إِلَى حَلٍّ طَوِيلٍ – إِنَّ كُلَّ دَرْسٍ يَحْتاَجُ إِلَى دِراَسَةٍ طَوِيلَةٍ – إِنَّ كُلَّ واَجِبٍ يَحْتاَجُ إِلَى حِفْظٍ طَوِيلٍ .

    12- نُرِيدُ أَنْ نَلْعَبَ الْكُرَةَ وَلَكِنَّ الْمَطَرَ الْكَثِيرَ لاَ يُساَعِدُناَ – نُرِيدُ أَنْ نَسْبَحَ فِي النَّهْرِ وَلَكِنَّ الطَّقْسَ الْباَرِدَ لاَ يُساَعِدُناَ .

    13- إِنَّ الْبَحْرَ هاَدِئٌ – لَبِسْتُ مَلاَبِسِي الْخَفِيفَةَ لِأَنَّ الْحَرَّ شَدِيدٌ – لَيْتَ الْأُسْتاَذَ يَتَأَخَّرُ – أَتَمَنَّى أَنْ يَتَأَخَّرَ الْأُسْتاَذُ – لَيْتَ السَّياَّرَةَ تَحْضُرُ الْيَوْمَ.

    14- فِي الطَّرِيقِ رَجُلٌ – إِنَّ فِي الطَّرِيقِ رَجُلاً – إِنَّ فِي الْمَدْرَسَةِ مُدِيرَيْنِ.

    اَلْمُدَرِّساَنِ مَوْجُوداَنِ – لَعَلَّ الْمُدَرِّسَيْنِ  مَوْجُوداَنِ .

    15- اَلتِّلْمِيذَتاَنِ مَرِيضَتاَنِ – كَأَنَّ التِّلْمِيذَتَيْنِ مَرِيضَتاَنِ – اَلْباَبُ كَبِيرٌ – لَيْتَ الْباَبَ كَبِيرٌ – رَكِبَ خاَلِدٌ الطاَّئِرَةَ لِأَنَّ الْحاَفِلَةَ مُتَأَخِّرَةٌ – رَجَعْتُ إِلَى الْبَيْتِ مُبَكِّراً لِأَنَّ أَخيِ قاَدِمٌ الْيَوْمَ .

    16- اَلْبِنْتُ مُؤَدَّبَةٌ- عَلِمْتُ أَنَّ الْبِنْتَ مُؤَدَّبَةٌ – اَلْمُساَفِرُونَ قاَدِمُونَ – كَأَنَّ الْمُساَفِرِينَ قاَدِمُونَ – اَلْعاَمِلاَتُ مَوْجُوداَتٌ وَ لَكِنَّ الْعُماَّلَ غاَئِبُونَ .

    17- لاَ فَرْقَ بَيْنَ رَجُلٍ وَ امْرَأَةٍ -لاَ فَرْقَ بَيْنَ قَرِيبٍ وَ بَعِيدٍ  -لاَ فَرْقَ بَيْنَ جَديِدٍ وَ قَدِيمٍ .

     

    Tercüme:

    1- Okuma faydalıdır. Muhakkak ki okumak faydalıdır. Okumanın faydalı olduğunda şüphe yoktur.

    2- Ders kolaydır. Muhakkak ki ders kolaydır. Dersin kolay olduğunda şüphe yoktur.

    3- Yol uzundur. Gerçekten yol uzundur. Yolun uzun olduğunda şüphe yoktur.

    4- Öğretmenler sabah erkenden geldiler. Öğretmenlerin sabah erken geldiklerini bilmiyor musun?

    5- İki çocuk ikindide bahçeye gidiyor. İki çocuğun ikindide bahçeye gittiklerini bilmiyor musun?

    6- İki kız kahvaltıyı tek başlarına yapıyorlar. İki kızın kavaltıyı tek başlarına yaptıklarını bilmiyor musun?

    7- Muhakkak ki, yeryüzündeki herşeyi Allah yarattı ve “Yeryüzünü size mescid kıldım” dedi.

    8- Gerçekten Peygamber şehre girdi. Muhakkak ki o şehre girdi. Muhakkak ki Allah yeryüzünü yarattı. Muhakkak ki O yeryüzünü yarattı. Gerçekten Ahmet mesciddedir. Muhakkak ki o mesciddedir.

    9- Muhakkak ki Allah göklerin ve yerin Rabbidir ve bunda mü’minler için bir ayet vardır. Muhakkak ki şeytan Adem ve eşine düşmandır. Muhakkak ki bu Allah Rasûlü’nün emridir.

    10- Muhakkak ki sâlih olan fakirler peygamber’in evine gittiler. Bu araba ucuzdur fakat güzeldir.

    11- Muhakkak ki her defterin uzun bir kontrole ihtiyacı var. Muhakkak ki her işçinin uzun bir tatile ihtiyacı var. Muhakkak ki her işçinin uzun (müddet) bir tecrübeye ihtiyacı var. Muhakkak ki her tiyatronun uzun uzun bir tecrübeye ihtiyacı var. Gerçekten her meselenin (sorunun) uzun bir çözüme ihtiyacı var. Gerçekten her dersin uzun bir eğitime ihtiyacı var. Her ödevin uzun bir ezbere ihtiyacı var.

    12- Top oynamak istiyoruz fakat çok yağmur bize müsaade etmiyor. Nehirde yüzmek istiyoruz fakat soğuk hava bize müsaade (yardım) etmiyor.

    13- Deniz sakindir. Hafif (ince) elbiselerimi giydim, çünkü sıcak şiddetlidir. Keşke hoca geç kalsa. Keşke araba bugün gelse.

    14- Yolda bir adam var. Gerçekten yolda bir adam var. Hakikaten okulda iki müdür var. İki öğretmen mevcuttur (vardır). Umulur ki (belki de) iki öğretmen mevcuttur.

    15- İki öğrenci hastadır. İki öğrenci hasta gibidir. Kapı büyüktür. Keşke kapı büyük olsa. Hâlit uçağa bindi, çünkü otobüs gecikmiştir (gecikti, geç kaldı). Eve erken döndüm. Çünkü kardeşim bugün geliyor.

    16- Kız edeblidir. Kızın edebli olduğunu bildim. Yolcular gelmektedir. Sanki yolcular gelmektedirler. Kadın işçiler mevcuttur. Fakat erkek işçiler yoktur.

    17- Kadın ve erkek arasında fark yoktur. Yakın ve uzak arasında fark yoktur. Yeni ve eski arasında fark yoktur. 

    ¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯

    İNNE VE KARDEŞLERİ İLE İLGİLİ AYETLER

    1- إِنَّ الْأَبْرَارَ لَفِي نَعِيمٍ .

    (82/İNFİTÂR, 13). İyiler muhakkak nimet (cennet) içerisindedirler.

    اَلْبَرُّج اَلْأَبْرَارُ

    çok itaatkar olanlar, iyiler

    نَعِيمٌ

    çok nimet, rahat yaşayış, bolluk, refah

    2- وَإِنَّ الْفُجَّارَ لَفِي جَحِيمٍ .        

    (82/İNFİTÂR, 14). Kötüler de cehennemdedirler.

    اَلْفاَجِرُ ج  اَلْفُجَّارُ

    günah işleyen, günahlara dalan, haktan dönen, küfür ve inkar eden

     

     

     

     

    3- إِذْ قَالَتِ الْمَلآئِكَةُ يَا مَرْيَمُ إِنَّ اللّهَ يُبَشِّرُكِ بِكَلِمَةٍ مِنْهُ اسْمُهُ الْمَسِيحُ عِيسَى ابْنُ مَرْيَمَ وَجِيهًا فِي الدُّنْيَا وَالآخِرَةِ وَمِنَ الْمُقَرَّبِينَ .

    (3/ÂL-İ İMRÂN, 45). (Melekler) demişlerdi ki: Ey Meryem! Allah sana kendisinden bir Kelime’yi müjdeliyor. Adı Meryem oğlu Îsâ’dır. Mesîh’tir; dünyada da, ahirette de itibarlı ve (Allah’ın kendisine) yakın kıldıklarındandır.

    بَشَّرَ يُبَشِّرُ تَبْشِيراً

    müjdeledi

    اَلْوَجِيهُ

    şerefli, itibarlı, yüzde

    كَلِمَةٌ

    kelâm, söz/ilâhî hüküm/ Allah Teâlâ’nın (كُنْ)(ol) emriyle veya buna benzer bir kelime ile vasıtasız (doğrudan doğruya sebepleri araya koymaksızın) yarattığı mahluk. Bu lafız, bu mana ile Îsâ (a.s.)a ıtlak edilmiştir.  

             

    4- لَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ فِي كَبَدٍ .

    (90/BELED, 4). Andolsun ki, biz, insanı (yüzyüze geleceği nice) zorluklar içinde yarattık.

    كَبَدٌ

    acı, meşakkat, yanma

    (Ayette: İnsanın beşikten mezara kadar yorgunluklar, sıkıntılar içerisinde yoğrulup, bütün meşakkatlere ömür boyu göğüs gerecek bir fıtratta yaratıldığından bahsedilmektedir.)

    5- … وَمَا كَفَرَ سُلَيْمَانُ وَلَكِنَّ الشَّياَطِينَ كَفَرُوا يُعَلِّمُونَ النَّاسَ السِّحْرَ …وَمَا يُعَلِّمَانِ مِنْ أَحَدٍ حَتَّى يَقُولاَ إِنَّمَا نَحْنُ فِتْنَةٌ فَلاَ تَكْفُرْ 

    (2/BAKARA, 102). …Süleyman (büyü yapıp) kâfir olmadı. Lâkin şeytanlar kâfir oldular. Çünkü insanlara sihri (ve Babil’de Hârut ile Mârut isimli iki meleğe indirileni) öğretiyorlardı… (Halbuki o iki melek herkese): Biz ancak imtihanız (imtihan için gönderildik), (sakın yanlış inanıp da) kâfir olma(yasınız) demeden hiç kimseye (sihir ilmini) öğretmezlerdi…

    6- إِنَّ بَطْشَ رَبِّكَ لَشَدِيدٌ .

    (85/BURÛC, 12). Şüphesiz Rabbinin yakalaması çok şiddetlidir.

    اَلْبَطْشَةُ

    kıskıvrak yakalamak, sıkıca tutmak

    7- فَلَمْ تَقْتُلُوهُمْ وَلَكِنَّ اللّهَ قَتَلَهُمْ وَمَا رَمَيْتَ إِذْ رَمَيْتَ وَلَكِنَّ اللّهَ رَمَى …

    (8/ENFÂL, 17). (Savaşta) onları siz öldürmediniz, fakat Allah öldürdü onları; (ok) attığın zaman da sen atmadın, fakat Allah attı (onu)….

    رَمَى يَرْمِي رَمْياً

    atmak

    8- … إِنَّ الصَّلاةَ تَنْهَى عَنِ الْفَحْشَاءِ وَالْمُنكَرِ …

    (29/ANKEBÛT, 45). …Muhakkak ki, namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar. …

    نَهَى يَنْهَى نَهْياً

    yasaklamak (Namazın kötülükleri yasaklaması ise kötülüklerden el çektirmesidir).

    اَلْمُنكَرُ

    kötülük

    اَلْفَحْشَاءُ

    (çok çirkin ve yüz kızartıcı) günah, edepsizlik

     

     

     

     

     

    9- وَإِنَّكَ لَعَلَى خُلُقٍ عَظِيمٍ .

    (68/KALEM, 4). Ve sen elbette yüce bir ahlâk üzeresin.

    10- إِنَّا خَلَقْنَا الْإِنْسَانَ مِن نُطْفَةٍ أَمْشَاجٍ …

    (76/İNSÂN, 2). Gerçek şu ki, biz insanı katışık bir nutfeden (erkek ve kadının dölünden) yarattık….

    اَلْمَشَجُ ج أَمْشَاجٌ

    katışık, karışık

    مِنْ نُطْفَةٍ أَمْشَاجٍ

    erlik suyu ile dişilik suyunun birbirine katıştığı meni

    11- كَلاَّ إِنَّ الْإِنْسَانَ لَيَطْغَى .

    (96/ALAK, 6). Hayır, gerçek şu ki, insan azar.

    كَلاَّ

    hayır manasında olup kendisiyle menetme veya sakındırma yahut, çirkin gösterme murad edilir. Bazen de bununla kendisinden sonra geleni ispat  ve onun hakikat olduğunu tenbih ve ihtar edilir.

    طَغَى يَطْغَى

    taşmak, haddi aşmak, azmak, azgınlık etmek

    12- أَنْ رَآهُ اسْتَغْنَى .

    (96/ALAK, 7). Kendini kendine yeterli gördü diye (yeterli gördüğü için)

    اِسْتَغْنَى يَسْتَغْنِي اِسْتِغْناَءً

    istiğna etmek, yeterli görmek, muhtaç olmamak, istiğna göstermek

    13- إِنَّ إِلَى رَبِّكَ الرُّجْعَى . 

    (96/ALAK, 8). Kuşkusuz Rabbinedir dönüş.

    اَلرُّجْعَى

    dönüş

    14- إِنَّ الْإِنْسَانَ لِرَبِّهِ لَكَنُودٌ .

    (100/ÂDİYÂT, 6). Şüphesiz insan, Rabbine karşı çok nankördür.

    كَنُودٌ

    çok nankör, nankörlüğü huy edinen (mübalağalı ism-i fâil)

    15- وَإِنَّهُ عَلَى ذَلِكَ لَشَهِيدٌ .

    (100/ÂDİYÂT, 7). Şüphesiz buna kendisi (de) şahittir.

    16- إِنَّ الْإِنْسَانَ لَفِي خُسْرٍ .

    (103/ASR, 2). İnsan gerçekten ziyan içindedir.

    خُسْرٌ

    zarar etmek, ziyana uğramak

    17- وَيَحْلِفُونَ بِاللَّهِ إِنَّهُمْ لَمِنْكُمْ وَمَا هُمْ مِنْكُمْ وَلَكِنَّهُمْ قَوْمٌ يَفْرَقُونَ .

    (9/TEVBE, 56). (0 münafıklar) mutlaka sizden olduklarına dair Allah’a yemin ederler. Halbuki onlar sizden değillerdir, fakat onlar (kılıçlarınızdan) korkan bir toplumdur.

    حَلَفَ يَحْلِفُ حَلْفاً بِ

    yemin etmek

    فَرِقَ يَفْرَقُ فَرَقاً

    korkmak, ürpermek

     

     

     

     

    18- وَمَا يُدْرِيكَ لَعَلَّهُ يَزَّكَّى .

    (80/ ABESE, 3) Ne biliyorsun, belki o temizlenecek,

    أَدْرَى  يُدْرِي

    bildirmek

    تَزَكَّى يَتَزَّكَّىnin aslı  زَكَّى  يَزَّكَّى

    temizlenmek, arınmak

    19- … وَتِلْكَ الْأَمْثَالُ نَضْرِبُهَا لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ .

    (59/ HAŞR, 21). ..Bu misalleri insanlara düşünsünler diye veriyoruz.

    تَفَكَّرَ يَتَفَكَّرُ  تَفَكُّراً

    tefekkür etmek, düşünmek

    20- وَلَقَدْ ضَرَبْنَا لِلنَّاسِ فِي هَذَا الْقُرْآنِ مِنْ كُلِّ مَثَلٍ لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ .

    (39/ZÜMER, 27). Andolsun ki biz, öğüt alsınlar diye, bu Kur’ân’da insanlara her türlü misali verdik.

    ضَرَبَ مثَلاً

    misal vermek

    تَذَكَّرَ  يَتَذَكَّرُ

    tezekkür etmek, hatıra getirmek

    21- … لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ .

    (36/YÂSÎN, 45). .. umulur ki size merhamet olunur (denildiğinde aldırmazlar).

    22- … لَعَلَّهُمْ يُنْصَرُونَ .

    (36/YÂSÎN, 74). Belki onlara yardım edilir (yardım göreceklerini umarak) ….

    23- … لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ .

    (5/MÂİDE, 6). …Umulur ki şükredersiniz.

    24- لاَ خَيْرَ فِي كَثِيرٍ مِنْ نَجْوَاهُمْ …

    (4/NİSÂ, 114). Onların fısıldaşmalarının birçoğunda hayır yoktur…

    25- أَلاَ إِنَّ أَوْلِيَاءَ اللَّهِ لاَ خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلاَ هُمْ يَحْزَنُونَ .

    (10/YÛNUS, 62). Bilesiniz ki, Allah’ın dostlarına korku yoktur; onlar üzülmeyecekler de.

    أَلاَ

    dikkat edin, bilesiniz ki (Tenbih edatı)

    خَوْفٌ

    korku

    26- لَهُمُ الْبُشْرَى فِي الْحَياةِ الدُّنْيَا وَفِي الآخِرَةِ لاَ تَبْدِيلَ لِكَلِمَاتِ اللّهِ ذَلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ .

    (10/YÛNUS, 64). Dünya hayatında da ahirette de onlara müjde vardır. Allah’ın sözlerinde asla değişme yoktur. İşte bu, büyük kurtuluşun kendisidir.

    27- ذَلِكَ الْكِتَابُ لاَ رَيْبَ فِيهِ هُدًى لِلْمُتَّقِينَ .

    (2/BAKARA, 2).  O kitap (Kur’ân); onda asla şüphe yoktur. O, müttakîler (sakınanlar ve arınmak isteyenler) için bir yol göstericidir.

    هُدًى

    yol gösterici

    28- قَالُوا سُبْحَانَكَ لاَ عِلْمَ لَنَا إِلاَّ مَا عَلَّمْتَنَا إِنَّكَ أَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ .

     

    (2/BAKARA, 32). (Melekler: Yâ Rab!) Seni noksan sıfatlardan tenzih ederiz, senin bize öğrettiğin şeyler hariç bizim bilgimiz yoktur. Şüphesiz alîm ve hakîm olan ancak sensin, dediler.

    سُبْحَانَ  اللَّهِ

    Allah’ı noksan sıfatlardan tenzih etmek. Münezzehiyet (kusursuzluk) Allah’a mahsustur demek.

    إِلاَّ

    …hariç, …den başka

    مَا عَلَّمْتَنَا

    öğrettiğin şeyler. (Cümlenin ortasında gelen (مَا) şey anlamındadır.)

    29- رَبُّ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ لاَ إِلَهَ إِلاَّ هُوَ …

    (73/MÜZZEMMİL, 9). (O,) doğunun da batının da Rabbidir. O’ndan başka ilâh yoktur.

    اَلْمَشْرِقُ

    güneşin doğduğu yer, doğu

    اَلْمَغْرِبُ

    güneşin battığı yer, batı

    30- وَإِذْ زَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ أَعْمَالَهُمْ وَقَالَ لاَ غَالِبَ لَكُمُ الْيَوْمَ مِنَ النَّاسِ وَإِنِّي جَارٌ لَكُمْ 

    (8/ENFÂL, 48). Hani şeytan onlara yaptıklarını güzel gösterdi de: Bugün insanlardan size galip gelecek kimse yoktur, şüphesiz ben de sizin yardımcınızım, dedi…

    زَيَّنَ يُزَيِّنُ تَزْيِيناً

    güzelleştirmek, süslemek, tezyin etmek

    اَلْجَارُ

    komşu, yardımcı, müttefik, (ayette: müttefik, yardımcı)

    31- … وَلاَ مُبَدِّلَ لِكَلِمَاتِ اللّهِ وَلَقدْ جَاءَكَ مِنْ نَبَإِ الْمُرْسَلِينَ .

    (6/EN’ÂM, 34). .. Allah’ın kelimelerini (kanunlarını) değiştirebilecek hiçbir kimse yoktur. Muhakkak ki peygamberlerin haberlerinden bazısı sana da geldi.

    اَلْمُبَدِّلُ

    tağyir edici, değiştiren

    اَلنَّبَأُ ج اَلْأَنْباَءُ

    haber, vakıa, hadise

    32- يَقُولُ يَا لَيْتَنِي قَدَّمْتُ لِحَيَاتِي .

    (89/FECR, 24). (İşte o zaman insan:) “Keşke bu hayatım için bir şeyler yapıp gönderseydim!” der.

    قَدَّمَ يُقَدِّمُ تَقْدِيماً

    takdim etti, sundu, önceden gönderdi

    33- كَأَنَّهُنَّ الْيَاقُوتُ وَالْمَرْجَانُ .

    (55/RAHMÂN, 58)  Sanki onlar yakut ve mercandırlar.

    اَلْياَقُوتَةُ ج اَلْيَاقُوتُ

    yakut

    اَلْمَرْجَانَةُ ج اَلْمَرْجَانُ

    mercan, küçük ya da büyük inciler

    (Ayette: Hurilerin yakut ve mercan misali çok parlak yüzlü, sevimli, zarif tenli oldukları bildirilmektedir.)

    34- … إِنَّهُ الْحَقُّ مِنْ رَبِّكَ وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يُؤْمِنُونَ .

    (11/HÛD, 17). Muhakkak ki bu, senin Rabbin tarafından bildirilmiş gerçektir; fakat insanların çoğu inanmazlar.

     

    35- إِنَّ اللَّهَ لاَ يَظْلِمُ النَّاسَ شَيْئًا وَلَكِنَّ النَّاسَ أَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ .

    (10/YUNUS, 44). Şüphesiz ki Allah insanlara hiçbir şekilde zulmetmez, fakat insanlar kendilerine zulmederler.

    36- أَ لاَ إِنَّ لِلّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ أَلاَ إِنَّ وَعْدَ اللّهِ حَقٌّ وَلَكِنَّ أَكْثَرَهُمْ لاَ يَعْلَمُونَ.

    (10/YUNUS, 55). Bilesiniz ki, göklerde ve yerde olan her şey Allah’ındır. Yine bilesiniz ki, Allah’ın vâdi haktır, fakat onların çoğu bilmez.

    37- … إِنَّ اللّهَ لَذُو فَضْلٍ عَلَى النَّاسِ وَلَكِنَّ أَكْثَرَهُمْ لاَ يَشْكُرُونَ .

    (10/YUNUS, 60). .. Şüphesiz Allah insanlara karşı lütuf sahibidir. Fakat onların çoğu şükretmezler.

    38- … فَإِنَّهُمْ لاَ يُكَذِّبُونَكَ وَلَكِنَّ الظَّالِمِينَ بِآيَاتِ اللّهِ يَجْحَدُونَ .

    (6/EN’ÂM, 33). …Aslında onlar seni yalanlamıyorlar, fakat o zalimler açıkça Allah’ın âyetlerini inkâr ediyorlar.

    جَحَدَ يَجْحَدُ جُحُوداً

    bilerek inkar etmek

    39- … ذَلِكَ بِأَنَّهُمْ كَانُوا يَكْفُرُونَ بِآيَاتِ اللَّهِ وَيَقْتُلُونَ النَّبِيِّينَ بِغَيْرِ الْحَقِّ …

    (2/BAKARA, 61). .. Bu (musibet)ler (onların başına), Allah’ın âyetlerini inkâra devam etmeleri, haksız olarak peygamberleri öldürmeleri sebebiyle geldi. ..

    بِغَيْرِ

    ..siz, ..sız, ..den başka

    بِغَيْرِ الْحَقِّ

    haksız olarak

    بِأَنَّ

    ..sebebiyle

    40- قُلْ إِنَّمَا الْعِلْمُ عِندَ اللَّهِ وَإِنَّمَا أَنَا نَذِيرٌ مُبِينٌ .  

    (67/MÜLK, 26)  De ki: O bilgi, ancak Allah’ın yanındadır. Ben ise sadece apaçık bir uyarıcıyım.

    41- … وَإِنَّهُ فِي الآخِرَةِ لَمِنَ الصَّالِحِينَ .

    (2/BAKARA, 130). (İbrahim (a.s.)) şüphesiz o ahirette de iyilerdendir.

    42- إِنَّكَ لَمِنَ الْمُرْسَلِينَ .

    (36/YÂSÎN, 3). Sen şüphesiz peygamberlerdensin.

    43- قَالُوا رَبُّنَا يَعْلَمُ إِنَّا إِلَيْكُمْ لَمُرْسَلُونَ .

    (36/YÂSÎN, 16). (Elçiler) dediler ki: Rabbimiz biliyor; biz gerçekten size gönderilmiş (elçi)leriz.

    مُرْسَلٌ

    gönderilmiş (elçi)

    44- إِنِّي إِذًا لَفِي ضَلاَلٍ مُبِينٍ .

    (36/YÂSÎN, 24). “İşte o zaman ben apaçık bir sapıklığın içine gömülmüş olurum.”

    إِذًا

    o zaman

    ضَلاَلٌ

    sapıklık

     

     

     

     

     

     

    45- … وَاللَّهُ يَشْهَدُ إِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ .

    (59/HAŞR, 11)… Allah, onların yalancı olduklarına şahitlik eder.

    46- لَقَدْ حَقَّ الْقَوْلُ عَلَى أَكْثَرِهِمْ فَهُمْ لاَ يُؤْمِنُونَ .

    (36/YÂSÎN, 7). Andolsun ki onların çoğunun üzerine (azab) sözü hak oldu. Çünkü onlar iman etmiyorlar.

    لَقَدْ

    andolsun ki

    حَقَّ

    hak oldu

     

  • Muzaaf – Muzaafun İleyh

     

    İSİM TAMLAMASI

    (Muzâf-Muzâfun İleyh)

    Birbirinin manasını tamamlamak üzere iki ismi yanyana getirmekle yapılan terkiptir. Arapça’da bu isimlerden baştakine muzâf, ikincisine muzâfun ileyh, meydana gelen terkibe de izâfet terkibi denir. İzâfet terkibi Türkçe’ye çevrilirken genellikle önce muzâfun ileyh sonra muzâf tercüme edilir. Muzâfun ileyh bağlanırken ..ın, in, ..un, ün takısı alır.

    Muzâf cümledeki yerine göre hareke alır, yani fâil olduğunda merfû ya da mef’ûl olduğunda mansûb, harfi cerden sonra geldiğinde mecrûr olur. Muzâfun ileyh’in ise sonu hep mecrûrdur (esredir). Akılda tutulması ve unutulmaması gereken önemli noktalar şunlardır:

    1. Muzâf başta el takısı  (اَلْ) almadığı gibi sonunda tenvin de almaz. Fakat muzâfun ileyh başına (اَلْ)   takısı sonuna da esre alır.

    2. Arapça’da Türkçe’nin tersine muzâf başa muzâfun ileyh sona gelir.

     

    الْوَلَدِ

    قَلَمُ

    çocuğun kalemi

    الْبَيْتِ

    بَابُ

    evin kapısı

    Muzâfun ileyh

    Muzâf

     

    Muzâfun ileyh

    Muzâf

     

     

    الإِنْسَانِ

    عَقْلُ

    insan aklı

     

    Muzâfun ileyh

    Muzâf

     

                         

    (Görüldüğü gibi muzâfın başında (اَلْ) takısı sonunda da tenvin yoktur)

    الْجَارِ.

    بَيْتَ

    شَاهَدْتُ

    Komşunun evini gördüm.

     

    Muzâfun ileyh

    Muzâf (meful)

    Fiil +Fâil

     

     

    مُحَمَّدٍ.

    قَلَمَ

    وَجَدْتُ

    Muhammed’in kalemini buldum.

     

    Muzâfun ileyh

    Muzâf (meful)

    Fiil + fâil

     

                     

    (Son cümlede Muhammed özel isim olduğu için başına el takısı almamıştır.)

    3. Muzâfun ileyh daima mecrûrdur ve zamirle birleşmediği takdirde başına (اَلْ) takısı alır:

     

    خَالِكَ.

    ابْنُ

    حَضَرَ

    Dayının oğlu geldi.

    Muzâfun ileyh

    Muzâf

    Fiil  (malum)

     

    واَلِدِكَ.

    قَلَمُ

    وُجِدَ

    Babanın kalemi bulundu.

     

    Muzâfun İleyh

    Muzâf

    (naibu’l fâil)

    Fiil  (meçhûl)

     

                 

    FBabanın kalemi cümlesinde muzâfun ileyh olan واَلِدِكَ)) kelimesi zamirle bitişik olduğu için harf-i tarif almamıştır.  Bu durumda gene marife sayılır çünkü zamirlidir[1].

     

    4. Muzâfun ileyh sadece zamirden de meydana gelir. Şimdiye kadar gördüğümüz muttasıl zamir birleşmiş isimler esasen muzâf-muzâfun ileyh şeklinde isim tamlamasıdır:

    أَخَذْتُ كِتاَبَكَ.    Kitabını aldım.

    5. Zarflar da bir isim olarak yanına geldiği kelimeye muzâf olur. Zarflardan sonra gelen isimlerin mecrûr olması muzâfun ileyh oluşundandır:

    شاَهَدْتُكَ أَماَمَ الْبَيْتِ.   Seni evin önünde gördüm.

    6. Muzâfun ileyh genellikle marife olur yani başına harf-i tarif alır. Fakat nekre de olabilir:

    بَيْتُ رَجُلٍ

    bir adamın evi

    بَيْتُ الرَّجُلِ

    adamın evi

    اِسْمُ نَبِيٍّ

    bir peygamberin ismi

    اِسْمُ النَّبِيِّ

    Peygamberin ismi

     

    وُجِدَ كِتاَبُ وَلَدٍ.

    Bir çocuğun kitabı bulundu.

     

     

    وُجِدَ كِتاَبُ الْوَلَدِ.

    Çocuğun kitabı bulundu.

     

     

    وُجِدَ كِتاَبُ وَلَدَيْنِ.

    İki çocuğun kitabı bulundu (nekre) .

     

     

    وُجِدَ كِتاَبُ الْوَلَدَيْنِ.

    İki çocuğun kitabı bulundu (marife).

     

                   

    Burada muzâfun ileyh tesniye olan (اَلْوَلَدَيْنِ) kelimesidir. Mecrûr hali olan (يْنِ) ile gelmiştir.

    7. Tesniye veya cemi müzekker sâlim olan muzâf ise sonundaki nun harfi düşer:

    كِتاَباَنِ – كِتاَبَيْنِ

    iki kitap

    كِتاَباَ (كِتاَبَيْ) مُحَمَّدٍ

    Muhammed’in iki kitabı

    عاَمِلُونَ – عاَمِلِينَ

    işçiler

    عاَمِلُو (عاَمِلِي) الْمَصْنَعِ

    fabrikanın işçileri

    Muzâfın Tesniye ve Cemilerinin Merfû Halleri:

    ذَهَبَ مُعَلِّماَ الْمَدْرَسَةِ.

    Okulun iki öğretmeni gitti.

    ذَهَبَتْ مُعَلِّمَتاَ الْمَدْرَسَةِ.

    Okulun iki öğretmeni gitti (müe.) .

    ذَهَبَ مُعَلِّمُو الْمَدْرَسَةِ.

    Okulun öğretmenleri gitti.

    ذَهَبَتْ مُعَلِّماَتُ الْمَدْرَسَةِ.

    Okulun öğretmenleri gitti (müe.) .

    Muzâfın Tesniye ve Cemilerinin Mansûb ve Mecrûr  Halleri:

    رَأَيْتُ كِتاَبَيْنِ.

    İki kitap gördüm.

     

    رَأَيْتُ كِتاَبَيْ خاَلِدٍ.

    Hâlit’in iki kitabını gördüm.

     

    رَأَيْتُ حَدِيقَتَيْنِ.

    İki bahçe gördüm.

     

    رَأَيْتُ حَدِيقَتَيْ خاَلِدٍ.

    Hâlit’in iki bahçesini gördüm.

     

    ماَذاَ فَعَلَ خاَلِدٌ بَعْدَ مَوْتِ واَلِدَيْهِ [2]؟

    Hâlit ana babasının ölümünden sonra ne yaptı?

    F Marife isme muzâf olan mansûb ve mecrûr tesniye isim vasıl hemzesine geçerken son harfi olan yâ’nın altına geçiş harekesi olarak esre getirilir:

    قَرَأْتُ كِتاَبَيِ الْمُعَلِّمِ.

    Öğretmenin iki kitabını okudum.

    صَلَّيْتُ فِي مَسْجِدَيِ الْمَدِينَةِ.

    Şehrin iki mescidinde namaz kıldım.

    نَظَرْتُ إِلَى مُعَلِّمَيِ الْمَدْرَسَةِ.

    Okulun iki öğretmenine baktım.

    8. İzafet ikiden fazla isimden de oluşabilir. Zincirleme isim tamlaması dediğimiz bu terkipte harf-i tarifi veya tenvini en sondaki isim alır. Aradakiler bir sonrakine muzâf olarak esre alsa da harf-i tarif almaz:

    باَبُ حَدِيقَةِ الْبَيْتِ

    evin bahçesinin kapısı

    باَبُ حَدِيقَةِ بَيْتٍ

    (herhangi bir) evin bahçesinin kapısı

    9. Mübtedâ, haber ya da fâil veya mef’ûl tek bir kelimeden oluştuğu gibi isim tamlamasından da oluşabilir:

    قَلْبُ الْمُؤْمِنِ بَيْتُ اللَّهِ.

    Mü’minin kalbi Allah’ın evidir.

    Burada (قَلْبُ الْمُؤْمِنِ) muzâf ve muzâfun ileyhten oluşan isim tamlaması olarak mübtedâ, (بَيْتُ اللَّهِ) terkibi de yine isim tamlaması olarak haberdir.

    10. Tamlamalı isimlerde harfi cerler tamlamanın önüne gelir:

    هَلْ قَرَأْتِ جَرِيدَةَ الصَّباَحِ فِي مَكْتَبَةِ الْمَدْرَسَةِ؟

    Sabah gazetesini okulun kütüphanesinde mi okudun?

    Genel Cümle Örnekleri:

    اَلْمُتْحَفُ مُمْتِعٌ.

    Müze faydalıdır.

    مُتْحَفُ الْفَنِّ مُمْتِعٌ.

    Sanat müzesi faydalıdır.

    اَلْمُعَسْكَرُ فَوْقَ الْجِباَلِ.

    Kamp dağların üzerindedir.

    مُعَسْكَرُ الْكَشاَّفَةِ فَوْقَ الْجِباَلِ.

    İzci kampı dağların üzerindedir.

     

     

    اَلْمَسْرَحُ واَسِعٌ.

    Tiyatro geniştir.

    مَسْرَحُ الْمَدْرَسَةِ واَسِعٌ.

    Okulun tiyatrosu geniştir.

    نَزَلَ الْمَلاَئِكَةُ مِنَ السَّمَواَتِ بِأَمْرِ الرَّبِّ.

    Melekler Rabb’in emri ile gökten indiler.

    دَخَلَ النَّبِيُّ عَلَى فُقَراَءِ الْمُؤْمِنِينَ.

    Peygamber mü’minlerin fakirlerine (yanlarına) girdi.

    أَنْتُمْ أَيْنَ سَمِعْتُمْ آياَتِ اللَّهِ؟

    Sizler Allah’ın ayetlerini nerede duydunuz?

    ماَ وَظِيفَةُ الْمَرْأَةِ فِي الْحَياَةِ؟

    Kadının hayattaki vazifesi nedir?

    هَذَا الْأَبُ رَحِيمٌ فِي تَرْبِيَةِ الْأَبْناَءِ.

    Bu baba çocukların terbiyesinde merhametlidir.

    اَلْكُتُبُ غِذاَءُ الْعُقُولِ.

    Kitaplar akılların gıdasıdır.

    يَجْمَعُ اللَّهُ الناَسَ جَمِيعاً فِي يَوْمِ الْقِياَمَةِ.

    Allah bütün insanları kıyamet gününde toplar.

    اَلْإِسْلاَمُ دِينُ الْمُساَواَةِ.

    İslâm eşitlik dinidir.

    يَسْأَلُهُ طُلاَّبُ الْمَدْرَسَةِ فِي كُلِّ عَمَلٍ.

    Okulun öğrencileri her işte ona sorarlar.

    هَذاَ الرَّجُلُ كَرِيمٌ فِي بَذْلِ الْماَلِ.

    Bu adam mal sarfetmede cömerttir.

    مَواَنِئُ الزَّيْتِ مُزْدَحِمَةٌ.

    Petrol limanları kalabalıktır.

    وَجَدْتُ ساَعَةً فِي فِناَءِ الْمَدْرَسَةِ.

    Okulun avlusunda bir saat buldum.

    أَدَّى أَحْمَدُ صَلاَةَ الْجُمْعَةِ فِي مَسْجِدِ الْمَدِينَةِ.

    Ahmet Cuma namazını şehrin mescidinde eda etti.

    فيِ أَياَّمِ الْعُطْلَةِ أَذْهَبُ مَعَ عاَئِلَتيِ إِلَى الْعاَصِمَةِ.

    Tatil günlerinde ailemle başkente giderim.

     

    إنْ يَرْجِعْ أَبِي مِنْ بَيْتِ عَمِّي يَحْضُرْ مَعَ أَخِي.

     

     

    Babam amcamın evinden dönerse kardeşimle beraber gelir.

     

    ماَ اسْمُ هَذاَ الْبَلَدِ ؟

    Bu memleketin ismi nedir?

    اِسْمُ هَذاَ الْبَلَدِ مَكَّةُ الْمُكَرَّمَةُ.

    Bu memleketin ismi Mekke-i Mükerreme’dir.

    ماَ اسْمُ هَذاَ الْمَسْجِدِ ؟

    Bu mescidin ismi nedir?

    اِسْمُ هَذاَ الْمَسْجِدِ مَسْجِدُ الْحَراَمِ.

    Bu mescidin ismi Mescid-i Haram’dır

    ماَذاَ يَلْبَسُ الْحُجاَّجُ ؟

    Hacılar ne giyer?

    يَلْبَسُ الْحُجاَّجُ مَلاَبِسَ الْإِحْراَمِ.

    Hacılar ihram elbiseleri giyer.

    اَللِّساَنُ أَداَةُ التَّسْبِيحِ.

    Lisan (dil) tesbih aracıdır.

    يَأْكُلُ الضَّيْفُ طَعاَمَ الْعَشاَءِ.

    Misafir akşam yemeği yiyor.

               

    *Aşağıdaki tipte tamlama örnekleri Arapça’da oldukça sık görülmektedir[3]. Mübtedâ ve haberden oluşan aşağıdaki cümlelerin her iki tarafı aynı manaya gelse de kalıpları farklıdır:

    1- ساَعَتِي نَوْعُهاَ جَيِّدٌ- ساَعَتِي جَيِّدَةُ النَّوْعِ[4].  (= نَوْعُ ساَعَتِي جَيِّدٌ ) .

    2- فُسْتاَنُهاَ لَوْنُهُ جَمِيلٌ- فُسْتاَنُهاَ جَمِيلُ اللَّوْنِ. (= لَوْنُ فُسْتاَنِهاَ جَمِيلٌ ) .

    3- عَصِيرُكِ طَعْمُهُ لَذِيذٌ- عَصِيرُكِ لَذِيذُ الطَّعْمِ . (= طَعْمُ عَصِيرِكِ لَذِيذٌ) .

    4- واَلِدِي إِيماَنُهُ قَوِيٌّ- واَلِدِي قَوِيُّ الْإِيماَنِ. (= إِيماَنُ واَلِدِي قَوِيٌّ) .

    5- حَدِيقَتُهُ أَشْجاَرُهاَ كَثِيرَةٌ- حَدِيقَتُهُ كَثِيرَةُ الْأَشْجاَرِ. (=أَشْجاَرُ حَدِيقَتِهِ كَثِيرَةٌ ) .

    6- مَكْتَبَتُناَ كُتُبُهاَ قَلِيلَةٌ- مَكْتَبَتُناَ قَلِيلَةُ الْكُتُبِ. (=كُتُبُ مَكْتَبَتِناَ قَلِيلَةٌ) .

    7- أُخْتِي أَخْلاَقُهاَ طَيِّبَةٌ- أُخْتِي طَيِّبَةُ الْأَخْلاَقِ. (= أَخْلاَقُ أُخْتِي طَيِّبَةٌ) .

    8- أَخِي              مَلاَبِسُهُ               نَظِيفَةٌ– أَخِي نَظِيفُ الْمَلاَبِسِ.  (= مَلاَبِسُ أَخِي نَظِيفَةٌ) .

     

    Haber

    Mübtedâ

    (muz. ve muz. ileyh)

    Mübtedâ

     

             Haber (isim cümlesi)

     

    Tercüme:

    1- Saatimin cinsi iyidir. (ya da “Saatim cinsi iyi olandır”.)

    2- Elbisesinin rengi güzeldir. (ya da “Elbisesi rengi güzel olandır”.)

    3- Meyve suyunun tadı lezzetlidir. ( ya da “Meyve suyun tadı lezzetli olandır”.)

    4- Babamın imanı güçlüdür. (ya da “Babam imanı güçlü olandır”.)

    5- Bahçesinin ağaçları çoktur. (ya da “Bahçesi ağaçları çok olandır”.)

    6- Kütüphanemizin kitapları azdır. (ya da “Kütüphanemiz kitapları az olandır”.)

    7- Kızkardeşimin ahlakı iyidir. (ya da “Kızkardeşim ahlakı iyi olandır”.)

    8- Oğlan kardeşimin elbiseleri temizdir. (ya da “Oğlan kardeşim elbiseleri temiz olandır”.)

    Not: Yukarıdaki cümleler şu ana kadar kullanılan alışılmış tarzın dışında olduğu için tercümelere bakarak Arapça’larını söylemek, üzerinde biraz çalıştıktan sonra mümkün olacaktır. Esasen günlük konuşmalarda cümleleri ya da kelimeleri bildiğimiz tarzda konuşmakla da aynı maksadı elde edebiliriz. Fakat Arapça metinleri tercüme etmek için bu tarzın da olduğunu bilmemiz zorunludur.

    Muzâf Olarak Kullanılan Bazı Edatların Durumu:

    a) Genellikle muzâf olan ve müfred olarak kullanılmayan bazı edatlar vardır:

    عِنْدَ   (= لَدَى  =لَدُنْ )   katında, yanında

    اَلْغَيْبُ عِنْدَ اللَّهِ.

    Gayb Allah’ın katındadır (yanındadır) .

    بَعْضَ bazı, birkaç

    بَعْضُ الْأَوْلاَدِ يَسْبَحوُنَ فيِ الْمَسْبَحِ وَ بَعْضُهُمْ يَلْعَبوُنَ الْكُرَةَ.

    Bazı çocuklar (çocukların bazısı) havuzda yüzüyor bazısı top oynuyor.

    دُونَ…den başka, ..siz, ..sız

    (genellikle başında genel anlamını bozmayan مِنْ ile gelir).

    لاَ تَعْبُدُوا مِنْ دُونِ اللَّهِ.

    Allah’tan başkasına ibadet etmeyin (tapmayın) .

    وَجَدْتُهاَ وَ قَوْمَهاَ يَسْجُدُونَ لِلشَّمْسِ مِنْ دُونِ اللَّهِ…

    Onu ve kavmini Allah’tan başkasına güneşe secde ediyor (halde) buldum (Neml, 24) .

    وَحْدَ tek başına

    هَلْ تَسْكُنُ وَحْدَكَ فِي الْغُرْفَةِ ؟

    Odada tek başına mı oturuyorsun?

    نَعَمْ، أَسْكُنُ وَحْدِي.

    Evet, tek başıma oturuyorum.

    b) Bazı kelimeler muzâf oldukları takdirde cümle içindeki yerine göre sonlarının harekesi değişir. Tek başlarına geldikleri takdirde ise zamme üzere mebni olurlar:

    أَوَّلُ   baş, ilk

    قَرَأْتُ الْقِصَّةَ مِنْ أَوَّلِهاَ.

    Hikayeyi başından okudum.

    حَسْبُ yeter, (yalnız kullanıldığındaفَحَسْبُ  sadece)

    حَسْبُكَ دِيناَرٌ.

    Sana bir dinar yeter.

    حَسْبُناَ اللَّهُ.

    Bize Allah yeter.

    أَخَذْتُ مِنْهُ دِيناَراً فَحَسْبُ.

    Ondan sadece bir dinar aldım.

    قَبْلُ önce           بَعْدُ sonra[5]

    حَضَرْتُ مِنْ قَبْلِكُمْ.

    Sizden önce geldim.

    لِلَّهِ الْأَمْرُ مِنْ قَبْلُ وَ مِنْ بَعْدُ.

    Önce de sonra da emir Allah’ındır.

    Görüldüğü gibi harf-i cerden sonra geldikleri halde de ötredirler. Çünkü (قَبْلَ) ve (بَعْدَ)’nin muzâfun ileyhi hazfedilince zamme üzere mebnî olur.

    Not: Daha önce zikredilen diğer soru kelimeleri mebnî olup cümle içinde hiç bir şekilde harekelerini değiştirmedikleri halde (أَيُّ hangisi, hangi) soru kelimesinin son harfi cümledeki durumuna göre hareke değiştirir. Ayrıca kendinden sonra gelen kelime de esre olur:

    أَيُّ وَلَدٍ رَكِبَ الْقِطاَرَ ؟

    Hangi çocuk trene bindi?

    أَيَّ قِطاَرٍ رَكِبْتَ ؟

    Hangi trene bindin?

    (Mef’ûlü sorduğu için üstündür.)

    فيِ أيِّ قِطاَرٍ جَلَسْتِ ؟

    Hangi trende oturdun?

    (Harf-i cerden sonra geldiği için esredir.)

    Genel Cümle Örnekleri:

    Konunun zorluğuna binaen isim tamlaması örnekleri diğer konulardan daha fazla verilecektir. Dikkatle incelendiği ve tekrar edildiği takdirde zihne kolayca yerleşecektir:

    1- طَلَبُ الْعِلْمِ واَجِبٌ عَلَى كُلِّ مُسْلِمَةٍ – ماَذاَ فَعَلَ خاَلِدٌ وَ عاَدِلٌ بَعْدَ مَوْتِ واَلِدَيْهِماَ ؟

    2- بَلَغَتْ دَرَجَةُ الْحَراَرَةِ الصِّفْرَ فِي بَعْضِ الْأَياَّمِ. اَلْمَسْجِدُ مِئْذَنَتُهُ عاَلِيَةٌ- مِئْذَنَةُ الْمَسْجِدِ عاَلِيَةٌ.

    3- أَرْكاَنُ الْإِسْلاَمِ خَمْسَةٌ – اَلْإِسْلاَمُ أَرْكاَنُهُ خَمْسَةٌ- ذَهَبَ يُوسُفُ مَعَ مَدْرَسَتِهِ فِي نِهاَيَةِ الْأُسْبُوعِ إِلَى الْعاَصِمَةِ.

    4- يَشْكُرُ صاَحِبُ الْمَصْنَعِ عَبْدَ اللَّهِ- شَكَرَ الْحُجاَّجُ نِعْمَةَ رَبِّهِمْ – هَذِهِ مَحَطَّةُ قِطاَرٍ- هَذِهِ الْمَدْرَسَةُ تَلاَمِيذُهاَ نَشِيطُونَ- تَلاَمِيذُ هَذِهِ الْمَدْرَسَةِ نَشِيطُونَ.

    5- هَلْ شاَهَدْتَ مَسْرَحِيَّةَ الْمَدْرَسَةِ ؟ لاَ، ماَ شاَهَدْتُ  مَسْرَحِيَّةَ الْمَدْرَسَةِ. مَتاَعُ الدُّنْياَ[7] قَلِيلٌ وَالْآخِرَةُ خَيْرٌ – هَذاَ الْحاَكِمُ عاَدِلٌ فِي مُعَامَلَةِ الناَّسِ.

    6- اَلْمَدْرَسَةُ مَسْرَحُهاَ مُزْدَحِمٌ- مَسْرَحُ الْمَدْرَسَةِ مُزْدَحِمٌ – فاَكِهَةُ الْمَدِينَةِ لَذِيذَةٌ- اَلْمَدِينَةُ فاَكِهَتُهاَ لَذِيذَةٌ – أَرْضُ الْمَلْعَبِ جاَهِزَةٌ- اَلْمَلْعَبُ أَرْضُهُ جاَهِزَةٌ – شَواَرِعُ الْمَدِينَةِ واَسِعَةٌ – اَلْمَدِينَةُ شَواَرِعُهاَ واَسِعَةٌ- حُجُراَتُ الْمُسْتَشْفَى نَظِيفَةٌ – اَلْمُسْتَشْفَى حُجُراَتُهُ نَظِيفَةٌ – أَوَّلُ نَصْرٍ لِلْمُسْلِمِينَ فيِ الْإِسْلاَمِ مَوْقِعَةُ بَدْرٍ.

    7- ذَهَبَ أَكْثَرُ الْمُدَرِّسِينَ- أَذْهَبُ إِلَى الْمَكْتَبَةِ لِقِراَءَةِ[8] كُتُبِ الْقِصَّةِ. اَلْبُيُوتُ راَحَةُ الْأَجْساَدِ – اَلْمَساَجِدُ راَحَةُ الْقُلُوبِ – اَلْأَنْهاَرُ سَبَبُ الْحَياَةِ – نَهْرُ النِّيلِ سَبَبُ الْحَضاَرَةِ – اَلْأَعْياَدُ مَبْعَثُ السُّرُورِ وَ السَّعاَدَةِ.

    8- سَيَذْهَبُ الْاِبْنُ مَعَ واَلِدِهِ لِصَلاَةِ التَّراَويِحِ. اَلصُّورَةُ لِعاَئِلَةِ أَحْمَدَ[9] – واَلِدُ أَحْمَدَ يَغْسِلُ السَّياَّرَةَ – سَمِعْتُ صَوْتَ الْجَرَسِ – فيِ الصَّباَحِ يَذْهَبُ الْمُدَرِّسُ إِلَى غُرْفَةِ الْمُديِرِ.

    9- أَكْتُبُ لَكَ هَذِهِ الرِّساَلَةَ مِنَ الرِّياَضِ فيِ مَوْسِمِ الْحَجِّ. جاَءَ بَعْضُ الْحُجاَّجِ بالطَّائِراَتِ وَ جاَءَ بَعْضُهُمْ باِلْحاَفِلاَتِ وَ السَّياَّراَتِ وَ السُّفُنِ .

    10- تَبْدَأُ عُطْلَةُ الْمَدْرَسَةِ هُناَ بَعْدَ أُسْبوُعَيْنِ – قَرَأْتُ قِصَّةً بَعْدَ ظُهْرِ الْخَمِيسِ – سَبَبُ تَأْخِيرِي حاَدِثَةٌ فِي الطَّرِيقِ – يَصْحَبُ أَحْمَدُ واَلِدَهُ فِي زِياَرَةِ عَمِّهِ – جاَءَ الْحُجاَّجُ مِنْ كُلِّ بَلَدٍ  – ماَ رَأْيُ أُمِّكِ فِي مَصْرُوفِ الْجَيْبِ لِلْأَوْلاَدِ.

    11- بَدَأَ وَقْتُ الْعَمَلِ – لَقَدْ جاَءَ وَقْتُ الصَّلاَةِ – واَلِدُ خاَلِدٍ فيِ الْحَديِقَةِ  .

     12- اِسْمُ التِّلْميِذِ صاَلِحٌ – فيِ أَيِّ غُرْفَةٍ تَجْلِسُ ؟  أَحْمَدُ يَجْلِسُ فيِ غُرْفَةِ الْجُلوُسِ – فيِ أَيِّ مَدْرَسَةٍ تَدْرُسُ ؟ – فيِ أَيِّ مَسْبَحٍ تَسْبَحُ ؟  – فيِ أَيِّ مَلْعَبٍ تَلْعَبُ ؟

     

    13- هَلْ هَذاَ مَسْجِدُ الْمَدْرَسَةِ ؟ هَلْ فَصْلُ فاَطِمَةَ  أَماَمَ الْمَعْمَلِ ؟ نَعَمْ ، فَصْلُهاَ  أَماَمَ الْمَعْمَلِ – هَلْ هَذاَ صَوْتُ الْجَرَسِ ؟ نَعَمْ ، هَذاَ صَوْتُهُ.

    14- أَيْنَ حَقيِبَةُ الطاَّلِبِ ؟ حَقيِبَتُهُ فيِ الْفَصْلِ – لَبِسَ أَحْمَدُ مَلاَبِسَ الْإِحْراَمِ وَ ذَهَبَ إِلَى الطاَّئِرَةِ. رَكِبَ أَحْمَدُ الطاَّئِرَةَ وَ جَلَسَ عِنْدَ الناَّفِذَةِ ثُمَّ فَتَحَ الْمُصْحَفَ وَ قَرَأَ الْقُرْآنَ الْكَريِمَ. ثُمَّ نَزَلَ أَحْمَدُ مِنَ الطاَّئِرَةِ وَ حَمَلَ حَقيِبَتَهُ وَ ذَهَبَ إِلَى صاَلَةِ الْمَطاَرِ .

    15- هَلْ سَمِعْتَ عَنْ مَعْرِضِ الْمَدْرَسَةِ؟  قَرَأْناَ فيِ مَكْتَبَةِ الْمَدْرَسَةِ  –  عاَئِشَةُ تَجْلِسُ خَلْفَ الطاَّوِلَةِ وَ تَقْرَأُ فيِ صَحيِفَةِ الْيَوْمِ – فيِ الظُّهْرِ ذَهَبْناَ إِلَى مَطْعَمِ الْحَديِقَةِ وَ تَناَوَلْناَ وَجْبَةَ الْغَداَءِ.

    16- ماَذاَ دَرَسْتَ فيِ حِصَّةِ الديِّنِ ؟ دَرَسْتُ الصَّلاَةَ – اَلْحَجُّ رُكْنٌ مِنْ أَرْكاَنِ الْإسْلاَمِ – ماَ أَرْكاَنُ الْإسْلاَمِ ؟  أَرْكاَنُ الْإسْلاَمِ هِيَ[10] الشَّهاَدَتاَنِ وَ الصَّلاَةُ وَ الصَّوْمُ وَ الْحَجُّ وَ الزَّكاَةُ.

    17- ذَهَبْناَ إِلَى الْمَسْجِدِ لِصَلاَةِ الْفَجْرِ – ماَذاَ فَعَلْتَ فيِ يَوْمِ الْعيِدِ ؟ – لَيْلَةُ الْقَدْرِ فيِ شَهْرِ رَمَضاَنَ – ذَهَبْتُ مَعَ أَخيِ إِلَى الْمَسْجِدِ لِصَلاَةِ الْعَصْرِ – ذَهَبَ عُمَرُ وَ صَديِقُهُ بَعْدَ الْإِفْطاَرِ إِلَى الْمَسْجِدِ –  هَذاَ أَذاَنُ الظُّهْرِ – هَذِهِ صَلاَةُ الظُّهْرِ .

    18- دَرَسَ الْاِبْنُ فيِ حِصَّةِ الديِّنِ قِصَّةَ الْهِجْرَةِ – شَرِبَ عُمَرُ مِنْ ماَءِ زَمْزَم – نَزَلَ الْقُرْآنُ فيِ شَهْرِ رَمَضاَنَ.

    19- اَلْعِيدُ مَبْعَثُ السُّرُورِ لِلْجَمِيعِ ؟ اَلْمَسْجِدُ بَيْتُ اللَّهِ وَ الْمُسْلِمِينَ – اَلْكُتُبُ غِذاَءُ الْعَقْلِ وَ الرُّوحِ – اَلْعِلْمُ سِلاَحُ الْمَرْءِ وَ الْأُمَّةِ – اَلرِّياَضَةُ نَشاَطُ الْجِسْمِ وَ الْعَقْلِ – يَذْهَبُ إِلَى الْمَدْرَسَةِ بِسَياَّرَةِ واَلِدِهِ.

    Tercüme:

    1- İlim talebi her müslüman bayana vaciptir. Hâlit ve Adil anne ve babalarının ölümünden sonra ne yaptı?

    2- Isı derecesi bazı günlerde sıfıra ulaştı. Mescidin minaresi yüksektir. (Aynı mana).

    3- İslâmın şartları beştir. (Aynı mana).Yusuf hafta sonunda okuluyla birlikte başkente gitti.

    4- Fabrika sahibi Abdullah’a teşekkür ediyor. Hacılar Rabb’lerinin nimetine şükretti. Bu bir tren istasyonudur. Bu okulun öğrencileri çalışkandır. (Aynı mana)

    5- Okulun tiyatrosunu gördün mü? Hayır okulun tiyatrosunu görmedim Dünya metaı (faydası) azdır ve ahiret (daha) hayırlıdır. Bu hakim insanların muamelesinde adildir.

    6- Okulun tiyatrosu kalabalıktır. (Aynı mana). Medine’ nin meyvesi lezzetlidir. (Aynı mana). Oyun sahasının yeri hazırdır. (Aynı mana).  Şehrin caddeleri geniştir. (Aynı mana). Hastanenin odaları temizdir. (Aynı mana). İslamda müslümanların ilk zaferi Bedir savaşıdır.

    7- Öğretmenlerin çoğu gitti. Hikaye kitapları okumak için kütüphaneye gidiyorum. Evler bedenlerin rahatıdır. Mescidler kalplerin rahatıdır. Nehirler hayatın sebebidir. Nil nehri medeniyetin sebebidir. Bayramlar sevinç ve saadet kaynağıdır.

    8- Oğul babasıyla birlikte teravi namazı için gidecek. Resim Ahmed’in ailesinindir. Ahmed’in babası arabayı yıkıyor. Zil sesi duydum. Öğretmen sabahleyin müdürün odasına gider.

    9- Bu mektubu sana Hac mevsiminde Riyad’dan yazıyorum. Hacıların bazısı uçaklarla geldi ve bazısı otobüslerle, arabalarla ve gemilerle geldi.

    10- Okul tatili burada iki hafta sonra başlıyor. Perşembe öğleden sonra bir hikaye okudum. Gecikmemin sebebi yoldaki olaydır. Ahmet amcasının ziyaretinde babasına arkadaşlık ediyor. Hacılar her memleketten geldi. Çocukların cep harçlığı (konusunda) annenin görüşü nedir?

    11- İş vakti başladı. (Gerçekten) namaz vakti geldi. Hâlid’in babası bahçededir.

    12- Öğrencinin ismi Sâlih’tir. Hangi odada oturuyorsun? Ahmed oturma odasında oturuyor. Hangi okulda okuyorsun? Hangi havuzda yüzüyorsun? Hangi oyun sahasında oynuyorsun?

    13- Bu okulun mescidi midir? Fatıma’nın sınıfı labrotuvarın önünde midir? Evet, onun sınıfı labrotuvarın önündedir. Bu zilin sesi midir? Evet, bu onun sesidir.

    14- Öğrencinin çantası nerededir? O’nun çantası sınıftadır. Ahmed ihram elbiseleri giydi ve uçağa gitti. Ahmed uçağa bindi ve pencerenin yanına oturdu sonra mushafı açtı ve Kur’ân’ı Kerim okudu. Sonra Ahmed uçaktan indi ve çantasını yüklenip hava alanının salonuna gitti.

    15- Okul sergisi hakkında işittin mi? Okulun kütüphanesinde okuduk. Aişe masanın arkasında oturuyor ve günün gazetesini okuyor. Öğlenleyin bahçenin lokantasına gittik ve öğlen öğününü aldık (yedik).

    16- Din dersinde ne okudun? Namazı okudum. Hac İslâm’ın rükunlarından bir rükundur. İslâmın rükunları (şartları) nelerdir? İslâm’ın şartları iki şehadet, namaz, oruç, hac ve zekattır.

    17- Sabah namazı için mescide gittik. Bayram gününde ne yaptın? Kadir gecesi Ramazan ayındadır. Kardeşimle birlikte ikindi namazı için mescide gittim. Ömer ve arkadaşı iftardan sonra mescide gitti. Bu öğle ezanıdır. Bu öğle namazıdır.

    18- Oğlan din dersinde hicret kıssasını okudu. Ömer zemzem suyundan içti. Kur’ân Ramazan ayında indi.

    19- Bayram herkez için sevinç kaynağıdır. Mescid Allah’ın ve müslümanların evidir. Kitaplar aklın ve ruhun gıdasıdır. İlim kişinin ve ümmetin silahıdır. Spor cismin ve aklın canlılığıdır. Okula babasının arabasıyla gider.

     

    ¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯

     

    İSİM TAMLAMASI İLE İLGİLİ AYETLER

    1- كَذَّبَتْ قَوْمُ لُوطٍ الْمُرْسَلِينَ .

    (26/ŞUARÂ, 160). Lût kavmi de peygamberleri yalanladı.

    Peygamber

     

     

     

     

    اَلْمُرْسَلُ

    yalanladı

    كَذَّبَ يُكَذِّبُ تَكْذِيبٌ

    2- يَسْأَلُهُ مَنْ فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ كُلَّ يَوْمٍ هُوَ فِي شَأْنٍ .

    (55/RAHMÂN, 29). Göklerde ve yerde bulunan herkes (kimseler), O’ndan (Allah’tan) ister. O, her gün bir iştedir (yaratma halindedir).

    hal, iş, durum (ehemmiyetli ve büyük ahval, işler ve durumlar için söylenir)

    شَأْنٌ

    Ortada bulunan (مَنْ) istifham edatı olmayıp ..en, ..an kimse, kimseler şeklinde tercüme edilir.

    3- وَقَالَتِ الْيَهُودُ عُزَيْرٌ ابْنُ اللّهِ وَقَالَتِ النَّصَارَى الْمَسِيحُ ابْنُ اللّهِ ذَلِكَ قَوْلُهُم بِأَفْوَاهِهِمْ 

    (9/TEVBE, 30). Yahudiler, Uzeyr Allah’ın oğludur, dediler. Hıristiyanlar da, Mesîh (Îsâ) Allah’ın oğludur dediler. Bu onların ağızlarıyla (geveledikleri) sözleridir…. 

    Hristiyan

    اَلنَّصْراَنِيُّ ج اَلنَّصَارَى

    Yahudi (İsrailoğulları)

    اَلْيَهُودِيُّ ج اَلْيَهُودُ

    Hz. Îsâ’nın lakabı (Körlere ve alaca olanlara elini sürdüğü zaman hemen iyileştiği için bu ismi aldığı yorumlar arasındadır.)

    اَلْمَسِيحُ

    ağız

    اَلْفُوهُ ج اَلْأََفْوَاهُ

             

    4- … أَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدَى وَدِينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدِّينِ كُلِّهِ وَلَوْ كَرِهَ الْمُشْرِكُونَ .

    (9/TEVBE, 33). ..(O Allah ki, ) müşrikler kerih görse bile (kendi dinini) bütün dinlere üstün kılmak için Resûlünü hidayet ve Hak Din ile gönderdi.

    doğru yola ileten, hidayete vesile olan

    اَلْهُدَى

    açıklamak, açığa vermek, ortaya çıkarmak

    أَظْهَرَ يُظْهِرُ إِظْهاَراً

    çirkin karşılamak, hoşlanmamak

    كَرِهَ يَكْرَهُ كَرْهاً كُرْهاً

    ..se bile (cümle sonunda mâzî fiilin önünde geldiği takdirde bu işlevdedir).

    وَلَوْ

         

    5- فَتَوَلَّى عَنْهُمْ وَقَالَ يَا قَوْمِ لَقَدْ أَبْلَغْتُكُمْ رِسَالَةَ رَبِّي وَنَصَحْتُ لَكُمْ وَلَكِنْ لاَ تُحِبُّونَ النَّاصِحِينَ .

    (7/A’RÂF, 79). (Salih o zaman) onlardan yüz çevirdi ve şöyle dedi: “Ey kavmim! Andolsun ki ben size Rabbimin risaletini tebliğ ettim ve size öğüt verdim; fakat siz nasihat edenleri sevmiyorsunuz.

    tebliğ etmek, eriştirmek, iletmek

    أَبْلَغَ يُبْلِغُ إِبْلاَغاً

    yüzçevirmek, vazgeçmek

    تَوَلَّى  يَتَوَلَّى تَوَلِّياً

    nasihat eden, öğüt veren

    اَلنَّاصِحُ

    nasihat etmek, öğüt vermek

    نَصَحَ يَنْصَحُ

             

    6-  إِنَّمَا عِلْمُهَا عِندَ اللّهِ وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يَعْلَمُونَ .

    (7/A’RÂF, 187). … Onun (kıyametin) bilgisi ancak Allah’ın katındadır; ama insanların çoğu bilmezler.

    7- وَهُوَ اللّهُ فِي السَّمَاوَاتِ وَفِي الأَرْضِ يَعْلَمُ سِرَّكُمْ وَجَهْرَكُمْ 

    (6/EN’ÂM, 3). O, göklerde ve yerde (tek) Allah’tır. Gizlinizi, açığınızı bilir…

    8- … كَتَبَ عَلَى نَفْسِهِ الرَّحْمَةَ لَيَجْمَعَنَّكُمْ إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ…

    (6/EN’ÂM, 12). … O, merhamet etmeyi kendi zatına yazdı (farz kıldı). Sizi, (varlığında şüphe olmayan) kıyamet gününde elbette toplayacaktır. ..

    9- وَمَا قَدَرُوا اللّهَ حَقَّ قَدْرِهِ إِذْ قَالُوا مَا أَنزَلَ اللّهُ عَلَى بَشَرٍ مِنْ شَيْءٍ 

    (6/EN’ÂM, 91). … Allah’ı gereği gibi tanımadılar. Çünkü “Allah hiçbir beşere bir şey indirmedi” dediler….

    kadrini bilmek, tazim etmek, takdir etmek

    قَدَرَ يَقْدِرُ قَدْراً

    beşer, insan, insanlar

    بَشَرٌ

    tazim, kadr (Allah’ı tam tanıyamadılar)

    اَلْقَدْرُ

             

    10- قُلْ إِنَّ صَلاَتِي وَنُسُكِي وَمَحْيَايَ وَمَمَاتِي لِلّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ .

    (6/EN’ÂM, 162). De ki: “Şüphesiz benim namazım, ibadetim, hayatım ve ölümüm (hepsi) âlemlerin Rabbi Allah içindir”.

    ibadet, kurban veya hacdaki amel ve vazifeler

    اَلنُّسُكُ

    ölüm

    اَلْمَمَاتُ

    alem, mahlukatın her bir cinsi

    الْعَالَمُ

    hayat, dirilik, canlılık, yaşamak. (mütekellim ya’sı sonu elifle biten kelimeye bu tarzda birleşir.)

    اَلْمَحْيَا

             

    11-  وَبِذَلِكَ أُمِرْتُ وَأَنَا أَوَّلُ الْمُسْلِمِينَ .

    (6/EN’ÂM, 163). (O’nun ortağı yoktur). Bununla emrolundum ve ben müslümanların ilkiyim.

    12- وَاكْتُبْ لَنَا فِي هَذِهِ الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفِي الْآخِرَةِ … وَرَحْمَتِي وَسِعَتْ كُلَّ شَيْءٍ 

    (7/A’RÂF, 156). (Ey Allah’ım) Bize, bu dünyada da iyilik yaz ahirette de….(Allah buyurdu ki:) ….Rahmetim her şeyi kuşatmıştır.

    13-  أُولَئِكَ يُعْرَضُونَ عَلَى رَبِّهِمْ …

    (11/HÛD, 18). … Onlar (kıyamet gününde) Rablerine arz edilirler…

    عَرَضَ يَعْرِضُ عَرْضاً عَلَى

    arz etmek, göstermek, sunmak

    14- إِنَّا أَنْزَلْنَاهُ فِي لَيْلَةِ الْقَدْرِ .

    (97/KADİR, l). Biz onu (Kur’ân’ı) Kadir gecesinde indirdik.

    15- لَيْلَةُ الْقَدْرِ خَيْرٌ مِنْ أَلْفِ شَهْرٍ .

    (97/KADİR, 3). Kadir gecesi, bin aydan hayırlıdır.

    ay

    شَهْرٌج أَشْهُرٌ

    bin (sayılar kısmında özellikleri görülecektir)

    أَلْفٌ

    16- تِلْكَ آيَاتُ اللَّهِ نَتْلُوهَا عَلَيْكَ بِالْحَقِّ فَبِأَيِّ حَدِيثٍ بَعْدَ اللَّهِ وَآيَاتِهِ يُؤْمِنُونَ .

     

    (45/CÂSİYE, 6). İşte bunlar Allah’ın ayetleridir. Onları sana gerçek olarak okuyoruz.  Artık Allah’tan ve O’nun âyetlerinden sonra hangi söze inanırlar?

    söz

    حَدِيثٌٌ

    okudu, tilavet etti

    تَلاَ  يَتْلُو تِلاَوَةً 

    17- سَلاَمٌ هِيَ حَتَّى مَطْلَعِ الْفَجْرِ .

    (97/KADİR, 5). Barıştır (esenlik doludur) o (gece), ta fecrin doğuşuna kadar.

    fecir, tan yerinin ağarması

    اَلْفَجْرُ

    doğuş

    مَطْلَعٌ

    Burada nekre olarak gelen (سَلاَمٌ) vurgulamak için öne geçmiş haber (haber mukaddem), (هِيَ) de mahallen merfû olarak haberden sonraya kalmış mübtedâdır (mübtedâ muahhar).

     ( حَتَّى) ise fiilin önüne gelmeyip ismin önüne geldiği için harf-i cerdir. (مَطْلَعِ) mecrûr isim ve aynı zamanda muzâf, (الْفَجْرِ) de muzâfun ileyh’dir.

  • Mübteda Haber

     

    MÜBTEDÂ – HABER

    İsim cümlesinin, isimle başlayan ve isimden sonra bazen fiille devam eden cümlelere dendiğini daha önce görmüştük. İsim cümlesinin içinde bazen fiil yer almayabilir. Yani bu cümle sadece iki veya daha fazla isimden de oluşabilir.

    Nasıl fiil cümlesinin öğelerine fiil + fâil + mef’ûl deniyorsa isim cümlesinin öğelerine de mübtedâ + haber denir.

    Mübtedâ genellikle cümlenin başında bulunur. Özel isim ya da zamir, işaret sıfatı v.b. gibi mebnî (harekesi değişmeyen) kelime değilse başına اَلْ  takısı alır. Son harfinin harekesi de elif ve yâ (ا ى) gibi illetli harf değilse ötre olur.

    جَيِّدٌ.

    اَلْقَلَمُ

    Kalem iyidir.

    جَمِيلٌ.

    اَلْوَلَدُ

    Çocuk güzeldir.

    Haber

    Mübtedâ

     

    Haber

    Mübtedâ

     

                 

    Haber kendisiyle hüküm verilen cümle parçasıdır. Tercüme olarak “..dir, ..dır, ..tür, ..tur” takısı verilir. “..güzeldir, küçüktür” gibi. Bundan dolayı “Küllü dırdırın; haber” tabiri; cümlede her …dir veya …dırla biten kelimenin haber olduğuna işaret eder.

    Örnek cümlede görüldüğü gibi mübtedâ marife, haber nekre olur. Mübtedâ ile haber arasında müzekkerlik-müenneslik, teklik-ikilik-çokluk bakımından uyum vardır. Yani mübtedâ müzekkerse haber de müzekker olur. Mübtedâ müennes ise haber de son harfin harekesini üstün yapıp yanına kapalı tâ (tâ-i merbuta ة) getirilmek suretiyle müennes yapılır. Mübtedâ tesniye ya da cemi ise haber de kaide gereği tesniye veya cemi yapılır. Örnekler:

    اَلْقَلَمُ طَويِلٌ.

    Kalem uzundur.

    اَلصُّورَةُ قَبيِحَةٌ.

    Resim çirkindir.

    اَلْبَيْتُ كَبيِرٌ.

    Ev büyüktür.

    اَلْبَيْتاَنِ كَبيِراَنِ.

    İki ev büyüktür[1].

    اَلْمُدَرِّسُ غاَئِبٌ.

    Öğretmen gâibtir (yoktur).

    اَلْمُدَرِّسُونَ غاَئِبُونَ.

    Öğretmenler yoktur[2].

    اَلصَّفُّ واَسِعٌ.

    Sınıf geniştir.

    اَلسَّياَّرَةُ جَديِدَةٌ.

    Araba yenidir.

           Özel isimler, zaten belirli oldukları için başlarına harf-i tarif almazlar. Allah kelimesi de özel isim olduğu için başına  ayrıca ( اَلْ)     takısı almaz.

    اَللَّهُ واَحِدٌ.

    Allah birdir.

    أَحْمَدُ مُدَرِّسٌ.

    Ahmet öğretmendir.

    فاَطِمَةُ مُدَرِّسَةٌ.

    Fatıma öğretmendir.

    زَيْنَبُ جَمِيلَةٌ.

    Zeynep güzeldir.

    خاَلِدٌ نَشِيطٌ.

    Halit çalışkandır.

    Zamirler ismin yerini tutan kelimelerdir. Mübtedâ oldukları takdirde özel isme işaret ettikleri için başlarına اَلْ takısı  almazlar. Mebnî olmaları dolayısıyla da son harflerinin harekesi değişmez. Mahallen merfû (ötre) olur.

    شَاعِرٌ.

    أَنَا

    Ben şairim.

    Haber

    Mübtedâ

     

    هِيَ عاَئِلَةٌ.

    O bir ailedir.

    هُوَ صاَدِقٌ وَ أَميِنٌ.

    O doğru ve emindir.

    أَنْتِ  مُمَرِّضَةٌ.

    Sen hemşiresin.

    هُوَ مُحَمَّدٌ.

    O Muhammed’dir.

    Aynı şekilde sonuna tenvin almayan (gayr-i munsarif) özel isimler, haber diye sonu ötre tenvin yapılmaz.

    هِيَ فاَطِمَةُ.

    O Fâtıma’dır.

    *Mübtedâ bu cümlelerde görüldüğü üzere munfasıl (ayrı) zamir halinde geldiği gibi, isimle birleşmiş muttasıl zamirli bir kelimeyle de gelebilir. Görüldüğü gibi mübtedâ marife olarak gelmektedir. Başında harf-i tarif olmadığı halde zamirler ve işaret isimleri belli bir varlığa delalet ettikleri için marifedirler. Sonuna zamir birleşmiş isimler de zaten marife olduklarından başlarına harf-i tarif (اََل) almazlar:

    قَلَمُهاَ صَغِيرٌ.

    (Onun) kalemi küçüktür.

    بَيْتُناَ جَمِيلٌ.

    Evimiz güzeldir.

    واَلِدُهُ كَرِيمٌ.

    (Onun) babası cömerttir.

    أُمُّكِ جَمِيلَةٌ.

    Annen güzeldir.

    حَدِيقَتُهُمْ واَسِعَةٌ

    Bahçeleri geniştir.

    Sonuna muttasıl zamir alan isimler aynı şekilde haber diye ötre tenvin değil, sadece ötre hareke alırlar:

    هَذِهِ صَديِقَتُكِ.

    Bu senin arkadaşındır.

    هَذِهِ صَديِقَتُهاَ.

    Bu onun arkadaşıdır.

    صَدِيقَتُكَ جَمِيلَةٌ.

    Arkadaşın güzeldir.

    Not:

    اَلْوَلَدُ رَكِبَ الْحِصاَنَ.    Çocuk ata bindi.

                                                Haber       Mübtedâ

    Bu cümlede de görüldüğü gibi; fâil isim olarak başa geldiğinden cümle; isim cümlesidir. İsim cümlesi olduğu için artık öğelerini fâil-fiil-mef’ûl şeklinde değil, mübtedâ-haber şeklinde söyleriz. Cümlenin öznesi mübtedâdır ve haberi de bir fiil cümlesidir.

    FAkıldan çıkarılmaması gereken husus; isim cümlesinin öğeleriyle fiil cümlesinin öğelerini birbirine karıştırmamaktır. Meseleyi özetleyecek olursak cümleler şu kelime parçalarından oluşur:

    İsim Cümlesi:

    Mübtedâ+ Haber       اَلْوَلَدُ رَكِبَ الْحِصاَنَ.          →  Çocuk ata bindi.

                                           Haber         Mübtedâ

    Fiil Cümlesi:

    Fiil+ Fâil+ Mef’ûl         الْوَلَدُ  الْحِصاَنَ. رَكِبَ        →  Çocuk ata bindi.

                                         Meful      Fâil    Fiil

    Gramerde her cansız çoğul tek bir müennes hükmündedir.  Yani cansız varlıklar ya da hayvanlarda, kelimenin müfredi müzekker olsa bile çoğul yapıldığında tek bir müennese uygulanan kaide uygulanır. Örnekler:

    كِتاَبٌ    kitap (müfredi müzekker)

    كُتُبٌ           kitaplar

    زَهْرَةٌ     çiçek  (müfredi müennes)

    زُهُورٌ           çiçekler

     

    اَلْكُتُبُ كَثِيرَةٌ.

    Kitaplar çoktur.

     

     

    اَلزُّهُورُ جَمِيلَةٌ.

    Çiçekler güzeldir.

     

     

    اَلْأَقْلاَمُ طَوِيلَةٌ.

    Kalemler uzundur.

     

     

    اَلسَّياَّراَتُ سَرِيعَةٌ.

    Arabalar hızlıdır.

     

             

     

    Haberin Cümle Oluşu

    Haber bazen tek bir kelimeden (müfred  isim) oluştuğu gibi, bazen cümleden, bazen de harf-i cerli ya da zarflı cümle parçasından (şibh-i cümle) oluşabilir.

    a) Müfred Haber: Şimdiye kadar gördüğümüz cümlelerde olduğu gibi haber; sonu illetli olmayan müfred (tekil) bir isimden oluştuğu takdirde son harfi ötre tenvinlidir:

    خاَلِدٌ طاَلِبٌ.

    Halit öğrencidir.

    خَديِجَةُ مُجْتَهِدَةٌ.

    Hatice çalışkandır.

    b) Cümle olan Haber: Aşağıdaki örneklerde görüldüğü gibi mübtedâdan sonra gelen kısım başlı başına bir cümledir[3].

    اَلْوَلَدُ رَكِبَ الْحِصاَنَ.

    Çocuk ata bindi.

    اَلْاَوْلاَدُ ذَهَبُوا.

    Çocuklar gittiler.

    اَلنِّساَءُ ذَهَبْنَ.

    Kadınlar gittiler.

    c) Şibh-i Cümle olan Haber: Şibh-i cümle; cümle benzeri demektir. Harf-i cerle (yanındaki kelime olan) mecrûrundan, zarfla yanındaki kelimeden oluşan cümle parçasına tam bir cümle olmadıkları için şibh-i cümle (cümle benzeri) denir.

    1) (Şibh-i cümle) Zarf olan haber:

    اَلْغَيْبُ عِنْدَ اللَّهِ.

    Gayb Allah’ın yanındadır.

    حَقيِبَتُهُ تَحْتَ السَّياَّرَةِ.

    Çantası arabanın altındadır.

    حَقيِبَتُهُ عِنْدَ السَّياَّرَةِ.

    Çantası arabanın yanındadır.

    2) (Şibh-i cümle) Câr-mecrûr olan haber:

    هَذِهِ النَّظاَّرَةُ لِواَلِدَتِكِ.

    Bu gözlük annenindir.

    هَذاَ الْقَلَمُ لِواَلِدِهاَ.

    Bu kalem onun (müe) babasınındır.

    خَديِجَةُ فيِ الْحَديِقَةِ.

    Hatice bahçededir.

    اَلْمُؤْمِنُ فِي الْجَنَّةِ.

    Mü’min cennettedir.

    Örneklerde görüldüğü gibi haberi şibh-i cümle olan cümlelerde mübtedâ ile haber arasında müzekkerlik müenneslik vs. uyum aranmaz.

     * (هَذاَ –  هَذِهِ) işaret isimleri marife kelimenin yanında mübtedâyı işaret etmektedir ve cümleye herhangi bir etkisi yoktur. Ancak nekre kelimenin önünde gelirse tıpkı zamirde olduğu gibi kendileri mübtedâ, nekre isim ise haber olur:

    هَذاَ         تِلْمِيذٌ.

    Bu öğrencidir.

                                       Haber     Mübtedâ

    هَذاَ التِّلْمِيذُ     نَشِيطٌ.

    Bu öğrenci çalışkandır.

                                  Haber         Mübtedâ

    هَذِهِ الساَّعَةُ    لِواَلِدِي.

    Bu saat babamındır.

                                Haber          Mübtedâ

    هَذِهِ الساَّعَةُ    لَهُ.

    Bu saat onundur.

                                     Haber     Mübtedâ

    هَذِهِ لَهُ.

    Bu onundur.

                                                         Haber Mübtedâ (mahallen merfû)

    *Arapça’da haber edatı yoktur. Tercümede biz onu gerektiği şekilde ilave ederiz.

    أَناَ أَناَ.

    Ben benim.

    أَنْتَ أَنْتَ.

    Sen sensin.

    هُوَ هُوَ.

    O odur.

     

     

    Not: Başta gelen soru edatları genellikle haberdir:

    كَيْفَ أَنْتَ ؟

    Nasılsın ?

    مَنْ أَنْتَ ؟

    Sen kimsin?

    مَتَى الْإِمْتِحاَنُ ؟

    İmtihan ne zaman?

     

    Bu cümlelerde (كَيْفَ)( مَنْ) ve (مَتَى) haber olup soru edatı olduğundan başa geçmesi zorunludur[4]. Sonra gelen kelimeler de mübtedâdır.

    Genel Cümle Örnekleri:

     

    هَذِهِ تِلْمِيذَةٌ.

    Bu öğrencidir (müe).

     

     

    هَذِهِ التِّلْمِيذَةُ نَشِيطَةٌ.

    Bu öğrenci çalışkandır (müe).

     

     

    هَذاَ الْمَكاَنُ هاَدِئٌ.

    Bu mekan sakindir.

     

     

    هَذِهِ مُنَظَّمَةٌ.

    Bu düzenlidir.

     

     

    هَذِهِ الْمَدْرَسَةُ مُنَظَّمَةٌ.

    Bu okul düzenlidir.

     

     

    هَذِهِ الصَّدِيقَةُ مُخْلِصَةٌ.

    Bu arkadaş ihlaslıdır.

     

    صَدِيقَتُكَ مُخْلِصَةٌ.

    Arkadaşın ihlaslıdır (müe).

     

    صَدِيقُكَ مُخْلِصٌ.

    Arkadaşın ihlaslıdır (müz).

     

    اَلْبِنْتُ دَخَلَتِ الْحَديِقَةَ.

    Kız bahçeye girdi.

     

    اَلْمُدَرِّسُ دَخَلَ الْفَصْلَ.

    Öğretmen sınıfa girdi.

     

    اَلْمُدَرِّسَةُ ماَ قَرَأَتِ الْقِصَّةَ.

    Öğretmen hikayeyi okumadı.

     

    هَذِهِ الساَّعَةُ لِواَلِدَتيِ.

    Bu saat annemindir.

     

    هَذِهِ الساَّعَةُ لَهاَ.

    Bu saat onundur.

     

    هَذِهِ  لَهاَ.

    Bu onundur.

     

     

    أَحْمَدُ فَقِيرٌ.

    Ahmet fakirdir.

    سَياَّرَتُكَ جَديِدَةٌ.

    Araban yenidir.

     

    مَلْعَبُناَ واَسِعٌ.

    Oyun sahamız geniştir.

    اَلشَّرِكَةُ مَشْهوُرَةٌ.

    Şirket meşhurdur.

     

    اَلزِّحاَمُ شَدِيدٌ.

    Kalabalık şiddetlidir.

    اَلْحَياَةُ سَعِيدَةٌ.

    Hayat mutludur.

     

    اَلْمَعْرِضُ مُسْتَمِرٌّ.

    Sergi devamlıdır.

    اَلسَّياَّرَةُ سَرِيعَةٌ.

    Araba hızlıdır.

     

    اَلْجَوُّ حاَرٌّ.

    Hava sıcaktır.

    اَلْحَدِيقَةُ جَمِيلَةٌ.

    Bahçe güzeldir.

     

    اَلْواَجِبُ ضَرُورِيٌّ.

    Ödev zaruridir.

    اَلْأُمُّ كَالْمَدْرَسَةِ.

    Anne okul gibidir.

     

    اَلْأُسْتاَذُ غاَئِبٌ.

    Hoca gâibtir (yoktur).

    اَلطاَّئِرَةُ سَرِيعَةٌ.

    Uçak hızlıdır.

     

    سَعيِدٌ فَقيِرٌ.

    Said fakirdir.

    أُخْتيِ نَشِيطَةٌ.

    Kızkardeşim çalışkandır.

     

    اَلْمُدَرِّسُ جَديِدٌ.

    Öğretmen yenidir.

    اَلْمُدَرِّسَةُ جَديِدَةٌ.

    (Bayan) Öğretmen yenidir.

     

    اَلْإِسْلاَمُ دِينِي.

    İslâm dinimdir.

    مَدْرَسَتُناَ قَريِبَةٌ.

    Okulumuz yakındır.

     

    اَلْكِتاَبُ مُفيِدٌ.

    Kitap faydalıdır.

    حَدِيقَتُكُمْ جَمِيلَةٌ.

    Bahçeniz güzeldir.

     

    اَلطاَّلِبُ مُجْتَهِدٌ.

    Öğrenci çalışkandır.

    اَلْبِنْتُ صَغيِرَةٌ.

    Kız küçüktür.

     

    اَلْجَوُّ لَطِيفٌ.

    Hava hoştur, güzeldir.

    سَياَّرَتُهاَ جَديِدَةٌ.

    Arabası yenidir.

     

    اَلْمَوْزُ لَذيِذٌ.

    Muz lezzetlidir.

    حَدِيقَتُهُنَّ جَمِيلَةٌ.

    Bahçeleri güzeldir.

     

    اَلْوَلَدُ صاَدِقٌ.

    Çocuk doğrudur.

    اَلطاَّئِرَةُ مُتَأَخِّرَةٌ.

    Uçak gecikmiştir.

     

    هَذاَ هُوَ.

    Bu, odur.

    هَذِهِ هِيَ.

    Bu, odur.

     

    صَديِقيِ مُخْلِصٌ.

    Arkadaşım ihlaslıdır.

    صَديِقَتِي مُخْلِصَةٌ.

    Arkadaşım ihlaslıdır.

     

    مُحَمَّدٌ نَشِيطٌ.

    Muhammed çalışkandır.

    زَيْنَبُ نَشِيطَةٌ.

    Zeyneb çalışkandır.

     

    ألتاَّجِرُ كَرِيمٌ.

    Tacir cömerttir.

     

     

                         

     

    KONULARLA İLGİLİ AYETLER

    الْأُولَى.

    مِنَ

    لَكَ

    خَيْرٌ

    لَلْآخِرَةُ

    1- وَ

     

    Mecrûr (isim)

    Harfu cer

    Câr- mecrûr

    Haber

    Mübtedâ

    Harfu Atıf

     

     

     

     

    (لَ) Lâmü’l-ibtidâ[5]

     

                       

    (93/DUHÂ, 4) Gerçekten ahiret senin için birinciden (dünyadan) hayırlıdır.

     

    اَلْآخِرَةُ

    ahiret

    خَيْرٌ

    hayırlı, iyi, daha iyi

    لَ..

    gerçekten (Te’kîd lâmı)

     

    الْأُولَى

    ilk, birinci[6].

     

    2- فَأُمُّهُ هاَوِيَةٌ.

     

    (101/KARİA, 9) Onun anası (barınağı, sığınağı) hâviyedir (içi ateşle dolu uçurumdur).

     

    اَلْهاَوِيَةُ

    içi ateşle dolu uçurum, çok derin çukur

    اَلْأُمُّ

    anne

     

    3- اَلشَّمْسُ وَ الْقَمَرُ بِحُسْباَنٍ.

     

    (55/RAHMÂN, 5) Güneş ve ay bir hesabladır (hesaba göredir).

     

    اَلشَّمْسُ

    güneş

    الْقَمَرُ

    ay

     

    حُسْباَنٌ

    saymak /azab, bela /hesap, güneş ve ayın belli bir hesaba göre hareket etmesi

     

    4-… واللَّهُ غَفُورٌ رَحِيمٌ.

     

    (9/TEVBE, 27) Allah gafûrdur (bağışlayandır),  rahimdir (merhametli ve esirgeyendir).

     

    غَفُورٌ

    çok bağışlayan (1. Haber)

    رَحِيمٌ

    çok merhametli, çok esirgeyen (2. Haber)

     

     

     

     

     

     

    النَّهاَرِ[7].

    وَ

    بِاللَّيْلِ

    مَناَمُكُمْ

    آياتِهِ

    مِنْ

    5- وَ

     

    Ma’tûf

    Harfu Atıf

    câr-mecrûr

    Mübtedâ muahhar

    mecrûr

    câr

    Harfu Atıf

     

     

     

    Ma’tûfun aleyh

     

    Haber mukaddem

                               

    (30/RUM, 23) Gecede ve gündüzde uyumanız  O’nun (varlığının) delillerindendir (ayetlerindendir)[8]. 

     

    مَناَمٌ

    uyku, uyumak [burada; (وَمِنْ آياتِهِ) manayı vurgulamak için öne geçmiş haber (haber mukaddem),  (مَناَمُكُمْ) de sonraya kalan mübtedâdır (mübtedâ muahhar)].

    Ayrıca atıf harfi olan (وَ) dan sonra gelen isim ma’tûftur. Kendinden önceki  harf-i cerin hükmü atıf vâvıyla (النَّهاَرِ) kelimesini de esre yapmıştır.

     

    6- وَالْعَصْرِ .  إِنَّ الْإِنْساَنَ لَفِي خُسْرٍ.

     

    (103/ASR, 1-2) Zamana (ya da ikindi vaktine) yemin olsun ki, hakikaten insan ziyandadır .

     

    وَ

    …a yemin olsun ki, (وَ Kelimenin sonunu esre yaptığı takdirde yemin ifade eder. Yapmadığı takdirde “ve” anlamındadır. Yani yemin vavını diğerlerinden ayıran son harfini esre yapmasıdır. Kasem (yemin) harfi olan vavdan sonra gelen isim daima mecrûrdur.)

     

    إِنَّ

    gerçekten, hakikaten.

    İsmin önüne gelir ve sonunu üstün yapar. Sonuna mebni muttasıl zamirler birleşebilir: إِنَّهُ (gerçekten o),   إِنَّهُماَ (gerçekten o ikisi), إِنَّهُمْ (gerçekten onlar)…

     

    لَ

    te’kîd lâmı, manayı pekiştirmeye yarar, harekeye tesiri yoktur

     

    اَلْخُسْرُ

    zarar, ziyan

     

    7- قاَلُوا طاَئِرُكُمْ مَعَكُمْ …

     

    (36/YÂSÎN, 19) (Elçiler şöyle) dediler: Sizin uğursuzluğunuz sizinle beraberdir.

     

    طاَئِرٌ

    uğursuzluk

    قاَلَ (قاَلَ – قاَلاَ – قاَلُوا \ قاَلَتْ – قاَلَتاَ ..)

    dedi, söyledi

     

    (قاَلَ) den sonra iki nokta üst üste (:) varmış gibi kabul edilir ve ondan sonra gelen ibareye ma’kûlü’l-kavl denip yeni bir cümle olarak işlem görür. Örneğin burada (طاَئِرُكُمْ) mef’ûl ya da fâil değil mübtedâdır, (مَعَكُمْ) de haberdir.

     

    8- وَماَ أَنْزَلْناَ عَلَى قَوْمِهِ مِنْ بَعْدِهِ مِنْ جُنْدٍ مِنَ السَّماَءِ …

     

    (36/YÂSÎN, 28) Biz ondan sonra onun kavminin üzerine gökten bir ordu indirmedik.

     

    أَنْزَلَ

    indirdi

    مِنْ بَعْدِهِ

    ondan sonra

     

    جُنْدٌ

    ordu

    قَوْمٌ

    kavim, topluluk, millet

     

    9- إِناَّ جَعَلْناَ فِي أَعْناَقِهِمْ أَغْلاَلاً فَهِيَ إِلَى الْأَذْقاَنِ.

     

    (36/YÂSÎN, 8) Biz onların boyunlarında bağlar yaptık ve o (halka)lar çeneleri(n)e (kadar dayanmaktadır).

     

    إِناَّ

    gerçekten biz

    جَعَلَ

    kıldı, yaptı, yarattı

     

    اَلْأَعْناَقُ

    boyunlar

    اَلْأَذْقاَنُ

    çeneler

     

    اَلْأَغْلاَلُ

    halkalar, bağlar

     

     

     

    10- خَلَقَ الْإِنْساَنَ مِنْ صَلْصاَلٍ كَالْفَخاَّرِ وَ خَلَقَ الْجاَنَّ مِنْ ماَرِجٍ مِنْ ناَرٍ.

     

    (55/RAHMÂN, 14, 15) İnsanı (başlangıçta) pişmiş çamur gibi bir kuru çamurdan yarattı ve cinleri ateşten dumansız bir alevden yarattı.

     

    صَلْصاَلٌ

    (kuruluğundan dolayı kendisine vurulduğunda ses çıkaran) kuru çamur

     

    كَ

    gibi (harf-i cer)

    الْماَرِجُ

    parlak alev, dumansız alev

     

    اَلْفَخاَّرُ

    pişmiş çamur; tuğla ve kiremit cinsinden bir madde

    اَلْجاَنُّ

    cinler

     

    11- خَلَقْتَنِي مِنْ ناَرٍ وَ خَلَقْتَهُ مِنْ طِينٍ.

     

    (7/A’RÂF, 12) (Şeytan Allah’a şöyle dedi:) Beni ateşten yarattın onu çamurdan yarattın…

     

     

    اَلطِّينُ

    çamur

    خَلَقَ

    yarattı

     

    12- … عَلَّمَ آدَمَ الْأَسْماَءَ كُلَّهاَ ثُمَّ عَرَضَهُمْ عَلَى الْملاَئِكَةِ …

     

    (2/BAKARA, 31) (Allah) Adem’e bütün isimleri öğretti sonra onları meleklere gösterdi..

     

    عَلَّمَ

    öğretti

    الْأَسْماَءُ

    isimler

     

    كُلَّهاَ

    bütün, her (mübteda vs. olmayıp burada olduğu gibi te’kit yani pekiştirme görevi yaptığı zaman kendinden önceki ismin harekesine tâbi olur. Sonundaki zamir kendinden önceki isme aittir.)

     

    ثُمَّ

    sonra

    الْملاَئِكَةُ

    melekler

    عَرَضَ

    gösterdi, arzetti

     

    13-… ياَ آدَمُ إِنَّ هَذاَ عَدُوٌّ لَكَ وَلِزَوْجِكَ …

     

    (20/TÂHÂ, 117) (Allah Adem’e şöyle dedi:) Ey Adem! Muhakkak ki bu (şeytan) senin ve eşinin düşmanıdır.

     

    عَدُوٌّ

    düşman

    هَذاَ

    bu

    اَلزَّوْجُ

    eş, zevc

     

    14- وَ قاَسَمَهُماَ إِنِّي لَكُماَ لَمِنَ الناَّصِحِينَ.

     

    (7/A’RÂF, 21) Ve (şeytan) o ikisine “Gerçekten ben ikiniz için nasihat edenlerdenim” diye yemin etti.

     

    قاَسَمَ

    (Mâzî fiil) yemin etti

    اَلناَّصِحُ

    nasihat eden, öğüt veren

     

    اَلناَّصِحِينَ

    nasihat edenler, öğüt verenler

     

    إِنِّي

     gerçekten ben (إِنَّ) ye mütekellim yâ’sı birleşince (إِنِّي) olur.

     

    15- قاَلاَ رَبَّناَ ظَلَمْناَ أَنْفُسَناَ.

     

     (7/A’RÂF, 23) (Adem ile eşi) dediler ki: “Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik”.

     

    ظَلَمَ

    zulmetti, haksızlık etti

     

     

     

    اَلنَّفْسُ ج اَلْأَنْفُسُ

    zat, şahıs, kendi. (ج) işareti  kelimenin cemisine (çoğuluna) işaret eder.

     

    16- قاَلَ قَدْ وَقَعَ عَلَيْكُمْ مِنْ رَبِّكُمْ رِجْسٌ وَ غَضَبٌ.

     

    (7/A’RÂF, 71) (Hûd) dedi ki: “Üzerinize Rabbinizden bir azab ve öfke vaki oldu”.

     

    وَقَعَ

    vâki oldu, ortaya çıktı, ait oldu /düştü

     

    رِجْسٌ

    azab, ceza, (hissi olsun , manevi olsun, umûmî manada) pislik

     

    غَضَبٌ

    kızmak, hiddet göstermek, öfkelenmek (Allah hakkında: rıza göstermemek, cezalandırmak istemek)

     

    17- قَدْ جاَءَتْكُمْ بَيِّنَةٌ مِنْ رَبِّكُمْ…

     

    (7/A’RÂF, 73) Size Rabbinizden açık bir delil gelmiştir.

     

    بَيِّنَةٌ

    açık, apaçık delil

    جاَءَ

    geldi

     

    18- وَماَ وَجَدْناَ لِأَكْثَرِهِمْ مِنْ عَهْدٍ…

     

    (7/A’RÂF, 102) Onların çoğunda sözünde durmadan (birşey) bulmadık.

     

    وَجَدَ

    buldu, rastladı, karşılaştı

     

     

     

    أَكْثَرُ

    ekseriyet, çoğunluk

    عَهْدٌ

    ahd, anlaşma, sözünde durmak

     

     

    19- وَ لَقَدْ ذَرَأْناَ لِجَهَنَّمَ كَثِيراً مِنَ الْجِنِّ وَ الْاِنْسِ.

     

    (7/A’RÂF, 179) And olsun ki, cinlerden ve insanlardan bir çoğunu cehennem için yarattık.

     

    ذَرَأَ

    yarattı, yoktan var edip etrafa dağıtarak çoğalttı.

     

    لِجَهَنَّمَ

    Cehennem için. (جَهَنَّمَ) kelimesi gayr-i munsariftir (yani esre ve tenvin almayan, sonuna esre yerine fetha alan kelimelerden biridir).

     

  • Kane Ve Kardeşleri – Kane Ve Benzerleri

     

    KÂNE VE KARDEŞLERİ (Kâne ve Benzerleri)

    İrab (hareke) bakımından “إِنَّ ve Kardeşleri”nin tam tersine isimlerini ref haberlerini nasbederler. Kâne ve kardeşleri sekiz adet fiil-i mâzîden oluşur. Bu sekiz fiili mâzîden her birinin muzâri ile emri de aynı işi yapar. Yani, isim cümlesi olan mübtedâ ve haberin önüne gelip  mübtedâyı merfû haberi de mansûb okutur. Bunlara nâkıs (eksik) fiiller de denir. Nâkıs fiil denmesinin sebebi; merfû ismiyle birlikte tek bir mânâ ifâde etmeyip ikinci ismi istemeleridir. حَضَرَ الْوَلَدُ (Çocuk geldi) deyince cümle anlamı yeterli olur fakat كاَنَ الْجَوُّ  (Hava idi) deyince yetmez, mana eksik kalır. Yanına ikinci bir isim ilâve edilerek كاَنَ الْجَوُّ باَرِداً (Hava soğuk idi) deyince mana tamamlanır.

    Nâkıs veya Kâne benzeri  olan fiiller ve işlevleri şunlardır:

    باَتَ

    ظَلَّ

    أَضْحَى

    أَمْسَى

    أَصْبَحَ

    لَيْسَ

    صاَرَ

    كاَنَ

    Şimdi bunları sırasıyla görelim:                                                 

     

     

     

     

     

     

     

     

    كاَنَ: ..idi, oldu

    Bir önceki konuda mâzî ve mûzari çekimini verdiğimiz كاَنَ fiilinin asıl manası ..idi olup nâkıs fiildir. Tam fiil olarak kullanıldığında ismi haberi şeklinde söylenmez. Çünkü o zaman mübtedâ haberin önünde değil bir fiil cümlesinin içinde (birleşik fiil olmak üzere) yardımcı fiil vazifesini görür.

    كاَنَ وُجِدَ

    bulunmuştu

    كاَنَ يَقْرَأُ

    okuyordu

    كاَنَ كَتَبَ

    yazdı idi, yazmıştı

    (قَدْ)lı mâzî fiil olursa mişli geçmiş zamanın hikayesi olur:

    كُنْتُ قَدْ عَلِمْتُ.

    bilmiştim

    كاَنَ (diğer benzerleri gibi) isim cümlesinin önüne geldiği zaman ise mübtedâyı olduğu gibi bırakır, haberini(n son harfinin harekesini) mansûb (fethalı) yapar. En çok kullanılan nâkıs fiildir.

    Cümle örnekleri:

    كاَنَ الْبَرْدُ شَدِيداً.

    Soğuk şiddetliydi.

    اَلْبَرْدُ شَدِيدٌ.

    Soğuk şiddetlidir.

    كاَنَتِ الرِّحْلَةُ مُمْتِعَةً.

    Yolculuk faydalıydı.

    اَلرِّحْلَةُ مُمْتِعَةٌ.

    Yolculuk faydalıdır.

    كاَنَ الْأُسْتاَذُ غاَئِباً.

    Hoca yoktu.

    الْأُسْتاَذُ غاَئِبٌ.

    Hoca yoktur.

    كاَنَ الدَّرْسُ سَهْلاً.

    Ders kolaydı.

    اَلدَّرْسُ سَهْلٌ.

    Ders kolaydır.

    كاَنَ الْبَيْتُ نَظِيفاً.

    Ev temiz idi (temiz oldu) .

    اَلْبَيْتُ نَظِيفٌ.

    Ev temizdir.

    كاَنَ الزِّحاَمُ شَدِيداً.

    Kalabalık şiddetli idi.

    (çok kalabalık oldu)

    اَلزِّحاَمُ شَدِيدٌ.

    Kalabalık şiddetlidir.

               

    * İsim cümlesinin başına sadece كاَنَ  nin gâib müfred mâzî hali gelmez. Çekimli olduğunda كاَنَ nin ismi fiille birlikte olur. Ardından haberi gelir. (كاَنَ) ve kardeşlerinin ismi bazen müstetir [(هُوَ هِيَ) gibi fiilin içinde saklı zamir] olarak veya (كاَنَ) nin çekimi içinde (كُنْتَgibi fiil+fâil) olarak da gelebilir.

    كاَنَ ياَسِرُ تِلْمِيذاً فِي الْمَدْرَسَةِ الْمُتَوَسِّطَةِ.

    Yâsir ortaokulda öğrenciydi.

     

    كاَنَ تِلْمِيذاً فِي الْمَدْرَسَةِ الْمُتَوَسِّطَةِ.

    Ortaokulda öğrenciydi.

     

    كاَنَتْ مُباَراَةً جَمِيلَةً.

    Güzel bir maçtı.

     

    كُنْتَ مَرِيضاً.

    Hastaydın.

     

    كُنْتُ فِي الْمُسْتَشْفَى.

    Hastanedeydim.

     

    كُنْتَ مَشْغوُلاً.

    (Sen) meşguldün.

    Örneğin bu cümlede (تَ) zamiri (كاَنَ) nin ismi olup mahallen merfûdur. (مَشْغوُلاً) de (كاَنَ)nin haberi olup mansûbtur. Diğer örnekler:

    هَلْ كُنْتَ سَعِيداً هُناَكَ ؟

    Orada mutlu muydun?

    سَتَكُونُ[2] رِحْلَةً مُمْتِعَةً.

    Faydalı bir gezi olacak.

    سَيَكُونُ كِتاَباً جَيِّداً.

    İyi bir kitap olacak.

    سَأَكُونُ مَشْغُولاً فِي ذَلِكَ الْوَقْتِ.

    O vakitde meşgul olacağım.

             

    F كاَنَ  nin ismi de haberi de  tamlama şeklinde gelebilir. Bu özellikler  كاَنَnin diğer benzerleri için de geçerlidir:

    كاَنَ طَواَفُ الْمُسْلِمِينَ بِالْكَعْبَةِ سَهْلاً أَمْسِ

    Müslümanların Kabe’yi tavafı dün kolaydı.

    كاَنَ عُمَرُ بْنُ[3] الْخَطاَّبِ خَلِيفَةً عاَدِلاً.

    Ömer İbnu’l-Hattab (Hattab’ın oğlu Ömer) âdil bir halife idi.

    لَمْ يَكُنِ الراَّعِي غاَئِباً هَذِهِ الْمَرَّةَ بَلْ كاَنَ مَوْجُوداً.

    Çoban bu sefer yok değildi bilakis mevcuttu (vardı) .

    لَمْ يَكُنِ الراَّعِي مَرِيضاً هَذِهِ الْمَرَّةَ بَلْ كاَنَ صَحِيحاً.

    Çoban bu sefer hasta değildi bilakis iyiydi.

    كاَنَ أَخِي مَحْبُوباً مِنْ جَمِيعِ زُمَلاَئِهِ.

    Kardeşim tüm arkadaşları tarafından seviliyordu.

     

    كاَنَ الرَّجُلُ سَعِيداً بِأَوْلاَدِهِ الناَّجِحِينَ.

    Adam başarılı çocuklarıyla mutluydu.

    أَ أَنْتَ مُواَفِقٌ عَلَى الْعَمَلِ هُناَ.

    Burada çalışmaya muvafık mısın? (uygun görüyor musun) ?

    أَ كُنْتَ مُواَفِقاً عَلَى الْعَمَلِ هُناَ.

    Burada çalışmaya muvafık mıydın? (uygun görüyor muydun) ?

         

     

    *Harf-i cer ya da zarfla başlayan (“var” manası ifade eden) cümle parçası mübtedâ değil öne geçmiş haberdir (haber mukaddem). Var olan şey de muahhar mübtedâ olur. Böylece dolayısıyla (كاَنَ)’nin haberi de öne geçmiş haber, (كاَنَ) nin ismi de sonradan gelen isim olmuş olur:

    فِي الْغُرْفَةِ رِجاَلٌ.

    Odada adamlar var.

     

    كاَنَ فِي الْغُرْفَةِ رِجاَلٌ.

    Odada adamlar vardı.

     

    بَيْنَهُمْ طاَلِبٌ نَشِيطٌ.

    Aralarında çalışkan bir öğrenci var.

     

    أَ كاَنَ بَيْنَهُمْ طاَلِبٌ نَشِيطٌ.

    Aralarında çalışkan bir öğrenci var mıydı?

     

    لاَ ، لَمْ يَكُنْ بَيْنَهُمْ طاَلِبٌ نَشِيطٌ.

    Hayır, aralarında çalışkan bir öğrenci yoktu.

     

    أَماَمَهُنَّ حَدِيقَةٌ جَمِيلَةٌ.

    (Bayanların) Önlerinde güzel bir bahçe var.

     

    أَ كاَنَتْ أَماَمَهُنَّ حَدِيقَةٌ جَمِيلَةٌ ؟

    Önlerinde güzel bir bahçe var mıydı?

     

    لاَ ، لَمْ تَكُنْ أَماَمَهُنَّ حَدِيقَةٌ جَمِيلَةٌ.

    Hayır, önlerinde güzel bir bahçe yoktu.

     

    فِي ذَلِكَ الْمَكاَنِ صَدِيقاَنِ.

    O mekanda iki arkadaş var.

     

    كاَنَ مَعَكَ فِي ذَلِكَ الْمَكاَنِ صَدِيقاَنِ.

    Seninle birlikte o mekanda (orda) iki arkadaş vardı.

    كاَنَ مَعَكُمْ  فِي ذَلِكَ الْمَكاَنِ مُدَرِّسُونَ.

    Sizinle birlikte orda öğretmenler vardı.

     

    *İsmi fâil “Kâne” fiilinin haberi olunca geçmiş zamanın sürekli halini oluşturur.

    هُوَ كاَنَ ساَجِداً لِلَّهِ.

    O Allah’a secde ederdi.

    *كاَنَ fiili Allah ile kullanıldığında anlamı zamanla sınırlı değildir. Sadece geçmişi anlatmaz, durumu bildirir ve haberin sonsuz devamlılığını gösterir. كاَنَ يَكُونُebedidir, ezelidir manalarına da gelir.

    كاَنَ اللَّهُ عَلِيماً حَكِيماً.

    Allah bilir ve hakîmdir.

    وَ كاَنَ اللَّهُ غَفُوراً رَحِيماً.

    Allah bağışlayıcı ve merhametlidir.

    *Olumsuz  كاَنَnin haberi muzâri olduğunda başında esreli bir (لِ) bulunabilir. Buna inkar lâmı (lâmul cuhûd) denir ve yanında gizli bir (أَنْ) olduğu düşünülür:

    ماَ كاَنَ الصَّدِيقُ لِيَخُونَ[4] صَدِيقَهُ.

    Arkadaş arkadaşına asla ihanet edecek değildir.

     

     

    صاَرَ : oldu, dönüştü. Bir halden diğer hale geçmeyi anlatır.(صاَرَ يَصِيرُ)

    اَلثَّوْبُ قَصِيرٌ.

    Elbise kısadır.

    صاَرَ الثَّوْبُ قَصِيراً.

    Elbise kısa oldu.

    اَلطاَّلِباَنِ مُجْتَهِداَنِ.

    İki öğrenci çalışkandır.

    صاَرَ الطاَّلِباَنِ مُجْتَهِدَيْنِ.

    İki öğrenci çalışkanlaştı.

    اَلتِّلْمِيذَتاَنِ مَحْبُوبَتاَنِ.

    İki öğrenci sevilendir (sevilmektedir) .

    صاَرَتِ التِّلْمِيذَتاَنِ مَحْبُوبَتَيْنِ.

    İki öğrenci sevilen oldu.

    أَصْبَحَ: sabah (vakti) oldu, sabahladı  ( أَصْبَحَ يُصْبِحُ )

    اَلْجَوُّ مُمْطِرٌ.

    Hava yağmurludur.

     

     

    أَصْبَحَ الْجَوُّ مُمْطِراً.

    Hava yağmurlu oldu (Hava yağmurlu olarak sabahladı) .

     

    اَلْحَدِيقَةُ جَمِيلَةٌ.

    Bahçe güzeldir.

     

     

    أَصْبَحَتِ الْحَدِيقَةُ جَمِيلَةً.

    Bahçe güzel oldu.

     

     

    هُماَ مُهَنْدِساَنِ.

    O ikisi mühendistir.

     

     

    أَصْبَحاَ مُهَنْدِسَيْنِ.

    O ikisi mühendis oldular.

     

     

    هُمْ مَشْغُولُونَ.

    Onlar meşguldürler.

     

     

    أَصْبَحُوا مَشْغُولِينَ.

    Meşgul oldular.

     

     

    هُنَّ مُمَرِّضاَتٌ.

    Onlar hemşiredir.

     

     

    أَصْبَحْنَ مُمَرِّضاَتٍ.

    Onlar hemşire oldular.

     

           

    أَضْحَى : kuşluk (vakti) oldu, kuşlukladı  (أَضْحَى يُضْحِي)

    اَلْغَماَمُ كَثِيفٌ.

    Bulut yoğundur.

     

    أَضْحَى الْغَماَمُ كَثِيفاً.

    Bulut yoğun oldu (Bulut yoğun olarak kuşlukladı) .

     

    اَلشاَّرِعُ مُزْدَحِمٌ.

    Cadde kalabalıktır.

     

    أَضْحَى الشاَّرِعُ مُزْدَحِماً.

    Cadde kalabalık oldu (Cadde kuşluk vakti kalabalıklaştı) .

           

    ظَلَّ : gündüz (vakti) oldu, devam etti   (ظَلَّ يَظَلُّ)

    اَلْغُباَرُ ثاَئِرٌ.

    Toz kalkmaktadır.

    ظَلَّ الْغُباَرُ ثاَئِراً.

    Toz kalkar oldu (Gündüz toz kalkar halde devam etti) .

    الْأُمُّ صاَبِرَةٌ.

    Anne sabırlıdır.

    ظَلَّتِ الْأُمُّ صاَبِرَةً.

    Anne sabırlı olmaya devam etti.

    ظَلَّ الْمُعَلِّمُ فِي خِدْمَةِ التَّعْلِيمِ.

    Öğretmen talim (eğitim) hizmetinde devam etti.

    ظَلَّتِ الْبَناَتُ يَلْعَبْنَ فِي الْفِناَءِ.

    Kızlar avluda oynamaya devam etti.

    أَمْسَى : akşam (vakti) oldu, akşamladı  (أَمْسَى يُمْسِي)

    اَلْعاَمِلُ مُتْعَبٌ.

    İşçi yorgundur.

     

    أَمْسَى الْعاَمِلُ مُتْعَباً.

    İşçi yorgun oldu (İşçi yorgun olarak akşamladı) .

    اَلْمُدَرِّساَتُ سَعِيداَتٌ.

    Öğretmenler mutludur.

    أَمْسَتِ الْمُدَرِّساَتُ سَعِيداَتٍ.

    Öğretmenler mutlu olarak akşamladı[5].

    باَتَ : geceleyin oldu, geceledi  (باَتَ يَبِيتُ)

    اَلْمَرِيضُ مُتَأَلِّمٌ.

    Hasta acı çekmektedir.

    باَتَ الْمَرِيضُ مُتَأَلِّماً.

    Hasta acı çeker oldu (Hasta acı çekerek geceledi) .

      (أَصْبَحَ أَضْحَى ظَلَّ أَمْسَى باَتَ  ) kelimelerinin hepsi yardımcı fiil olarak صاَرَ manasında kullanılabilir. Bunlara صاَرَ benzerleri de denir. صاَرَ (oldu) bir halden bir hale dönüşmeyi ifade ederken zaman mefhumu yoktur. Hepsi de “oldu” şeklinde tercüme edilebilir. Ancak ifade ettikleri zamanın anlamı zihnen muhafaza edilir.

    *Yukarıda ikinci olarak verilen anlamlar tam fiil olarak kullanıldığında tercüme edilir. Mâzî muzâri emir olmak üzere bütün siygaları kullanılır.

     

    أَصْبَحَ الرَّجُلُ فِي الْمُسْتَشْفَى.

    Adam hastanede sabahladı.

    لِماَذاَ يُحِبُّ كَثِيرٌ مِنَ التَّلاَمِيذِ أَنْ يُصْبِحُوا ضُباَّطاً فِي الْجَيْشِ ؟

     

    Niçin öğrencilerden çoğu (öğrencilerin çoğu) orduda subay olmayı sever (ister)?

     

           

    Mesela ilk cümlede أصْبَحَ yı tam fiil olarak kabul edersek, o zaman bu fiillerden sonraki isme  أصْبَحَ ‘nın ismi ve haberi demeyiz. Fiil cümlesinin elemanları olarak أَصْبَحَ fiil اَلرَّجُلُ fâil, فِي الْمُسْتَشْفَى da mef’ûlün bih gayr-i sarih olur.

    Nakıs fiillerden en çok kullanılanı كاَنَ – لَيْسَ  – صاَرَ dır.

    Not: Tahfif (kolaylık) kabilinden  كاَنَnin muzâri meczûmundan (يَكُنْ) ve nehyinden bazen nun harfleri düşürülebilir. Bu kullanılış daha ziyade Kur’ân-ı Kerim ve eski metinlerde görülür.

    إِنْ تَكُ حَسَنَةً يُضاَعِفْهاَ.

    İyilik olursa kat kat arttırır.

    لَمْ أَكُ خاَئِناً.

    Hâin olmadım.

    *Olumsuz كاَنَnin haberi başına zâid (بِ) harfi getirilince mana kuvvetlenmiş olur:

    لَمْ يَكُنْ فِيهِ بِغَرِيبٍ.

    Orada asla yabancı değildir.

    *(لَيْسَ) fiili hariç diğerlerinin mâzî muzâri ve emri mevcuttur. لَيْسَ nin yalnızca mâzî çekimi vardır.

    لَيْسَ: değil, olmadı  Muzârisi olmayan bir fiil olarak mâzî durumunda çekime girer.

    لَيْسُوا

    لَيْساَ

    لَيْسَ

    Gâib

    لَسْنَ

    لَيْسَتَا

    لَيْسَتْ

    Gâibe

    لَسْتُمْ

    لَسْتُمَا

    لَسْتَ

    Muhatap

     

     

    لَسْتِ…

    Muhâtaba

             

     

     

    لَيْسَ الْخاَدِمُ قَوِياًّ.

    Hizmetçi güçlü değildir.

    اَلْخاَدِمُ قَوِيٌّ

    Hizmetçi güçlüdür.

     

    لَيْسَ الْعاَمِلُ نَشِيطاً.

    İşçi çalışkan değildir.

    اَلْعاَمِلُ نَشِيطٌ.

    İşçi çalışkandır.

    هَلِ الشاَّرِعُ مُزْدَحِمٌ ؟

    Cadde kalabalık mıdır?

     

    لاَ ، هُوَ لَيْسَ مُزْدَحِماً.

    Hayır, o kalabalık değildir.

     

    هَلِ الْحُجْرَةُ واَسِعَةٌ.

    Oda geniş midir?

     

    لاَ ، هِيَ لَيْسَتْ واَسِعَةً.

    Hayır, o geniş değildir.

     

    إِنَّكِ لَسْتِ ناَدِمَةً.

    Gerçekten pişman değilsin.

     

     

     

     

    إِنَّنِي لَسْتُ فَقِيراً.

    Gerçekten ben fakir değilim.

     

                 

    لَيْسَ fiili ile yapılan cümlelerde haber kısmı iki şekilde gelir:

    1- Mansûb durumda;

    لَسْتَ مُؤْمِناً.

    Sen mü’min değilsin.

    إِنَّهُمْ لَيْسُوا مُؤْمِنِينَ.

    Onlar mü’min değiller.

    2- Manayı te’kîd için (بِ) harfi cerine bağlı mecrûr olarak;

    لَيْسَ هَذاَ شَيْئاً.

    Bu bir şey değildir.

    لَيْسَ هَذاَ بِشَيْءٍ.

    Bu hiçbir şey değildir.

    أَ لَيْسَ اللَّهُ بِرَبِّكُمْ.

    Allah sizin Rabbiniz değil mi?

    *Nâdiren olumsuzluk edatı olarak kullanılır:

    لَيْسَ يَسْقُطُ الْمَطَرُ.

    Yağmur yağmıyor.

    Leyse’ye benzeyen edatlar denen (إِنْ) (ماَ) (لاَ) (لاَتَ) mübtedâ ve haber cümlesinin başına getirilerek kullanılmakta لَيْسَ gibidir. Hepsi de “yok, değil” manasınadır.

    إِنْ : لَيْسَ  gibi görev yapar, ismini ref, haberini nasbeder. İsmi belirli veya belirsiz olarak gelebilir.

    إِنْ رَجُلٌ قاَئِماً.

    Adam ayakta değildir.

    إِنْ زَيْدٌ قاَئِماً.

    Zeyd ayakta değildir.

    ماَ : (ماَ) hem belirli hem belirsiz isme gelir:

    ماَ أَحَدٌ خَيْراً مِنْكَ.

    Senden hayırlı kimse yoktur.

    ماَ هَذاَ مُهْمِلاً.

    Bu ihmal edilmiş değildir.

    ماَ هَذاَ بَشَراً.

    Bu beşer değildir.

    لاَ : (لاَ) yalnız belirsiz ismin başına getirilir.  لَيْسَ gibi kullanıldığı azdır.

    لاَ أَحَدٌ خَيْراً مِنْهُ.

    Ondan hayırlı bir kimse yoktur.

    لاَ رَجُلٌ هاَرِباً.

    Kaçan adam yoktur.

    ماَ ve لاَ nın haberlerine (بِ) harf-i ceri getirilebilir. Bu cer te’kit ifade eder.

    ماَ هَذاَ بِشَيْءٍ.

    Bu hiçbirşey değildir.

    ماَ عَلِيٌّ بِهاَدِئٍ.

    Ali asla huzurlu değildir.

    Bu cümleler إِنَّ cümlesine gelen te’kîd lâmı gibidir:

    إِنَّ عَلِياًّ لَهاَدِئٌ.

    Gerçekten Ali huzurludur.

    لاَتَ : لاَ en-nâfiye ve لَيْسَ manasındadır. İsmini ref haberini nasbeder. Başında bulunduğu isim cümlesinin kısımları zaman isimlerinden biri olur. Ancak kullanıldığı ifadede mübtedâ ile haberi birarada zikredilmez. İkisinden birisi, genellikle mübtedâ (لاَتَ ‘nin ismi) mahzûf olur (düşürülür), haberi kullanılır.

    اَلْوَقْتُ وَقْتُ نَداَمَةٍ.

    Vakit pişmanlık vaktidir.

    لاَتَ وَقْتَ نَداَمَةٍ (لاَ الْوَقْتُ وَقْتَ نَداَمَةٍ) .

    Pişmanlık vakti değildir.

    اَلساَّعَةُ ساَعَةَُ نَداَمَةٍ.

    Saat pişmanlık saatidir.

    لاَتَ ساَعَةَ نَداَمَةٍ  (لاَ الساَّعَةُ ساَعَةَ نَداَمَةٍ) .

    Pişmanlık saati değildir.

    ..لاَتَ حِينَ مَنَاصٍ.

    ..(Artık) kurtulma zamanı değildir (Sâd, 3).

    Ef’âlü’l-İstimrâr denilen (devamlılık ifâde eden) fiiller de irab bakımından كاَنَ ve kardeşleri gibidir. İsim cümlesinin başına geldiği takdirde mübtedâ ile haber üzerinde aynı etkiyi yaparlar. Bir çok gramer kitabında كاَنَ ve Kardeşleriyle birlikte zikredilmektedirler. Bu fiiller isminin haberiyle nitelenmesindeki sürekliliği anlatır ve şunlardır:

    ماَ داَمَ

    ماَ انْفَكَّ

    ماَ فَتِئَ

    ماَ بَرِحَ

    ماَ زاَلَ

    Hepsi de “halâ, devam ediyor” manasındadır. Mâzî ya da muzâri olarak gelebilirler. Başlarındaki ماَ olumsuzluk harfi olmasına rağmen fiile olumsuzluk değil devamlılık manası kazandırır. Aksi takdirde devamlılık vermez. Şimdi bunları örnekleriyle görelim:

    ماَ زاَلَ

    ماَ زاَلَ الْمَرِيضُ حَياًّ.

    Hasta hâlâ hayattadır.

    لاَ يَزاَلُ الْأَطْفاَلُ ناَئِمِينَ.

    Çocuklar hâlâ uyuyorlar.

    ماَ بَرِحَ

    ماَ بَرِحَ الْوَلَدُ مَرِيضاً.

    Çocuk hâlâ hastadır.

    لاَ يَبْرَحُ الْمَرِيضُ ناَئِماً.

    Hasta hâlâ uyuyor.

     

     

    ماَ فَتِئَ

    ماَ فَتِئَ التاَّجِرُ صاَدِقاً.

    Tacir hâlâ doğrudur.

    لاَ يَفْتَأُ الْجاَهِلُ مُصِراًّ عَلَى عِناَدِهِ.

    Câhil inadında hâlâ ısrarlıdır.

    ماَ انْفَكَّ

    ماَ انْفَكَّتِ السَّماَءُ مُمْطِرةً.

    Hava hâlâ yağmurludur.

    لاَ يَنْفَكُّ النَّسِيمُ عَلِيلاً.

    Meltem (ılık rüzgar) hâlâ tatlıdır[6].

    Bu dört fiil örneklerde görüldüğü gibi yalnız mâzî ve muzâri siygalarında gelir.

    ماَداَمَ  …dığı müddetçe: Kendinden önce gelen cümlenin müddetini kendinden sonraki cümleye bağlar. لَيْسَ  gibi yalnız mâzî siygasında bulunur. (داَمَ يَدُومُ) daكاَنَ gibi çekim yapılır:

    داَمَ      داَماَ     داَمُوا

    داَمَتْ   داَمَتاَ     دُمْنَ

    دُمْتَ   دُمْتُماَ    …

    لاَ تَقْرَأْ ماَداَمَ النُّورُ ضَئِيلاً.

    Işık zayıf olduğu müddetçe okuma.

    أَعْبُدُ اللَّهَ ماَ دُمْتُ حَياًّ.

    Diri olduğum müddetçe Allah’a ibadet ederim.

    كُلْ ماَ دُمْتَ جاَئِعاً.

    Aç olduğun müddetçe ye.

    Önemli Not: a)كاَنَ  ve kardeşlerinden bu yana söylenen nâkıs fiillerin isimleri müfred, tesniye ve cemi de gelse fiiller hep müfred gelir. Aksi takdirde normal fiil vazifesi görürler.

    كاَنَ الرَّجُلاَنِ يَتَكَلَّماَنِ.

    İki adam konuşuyorlardı.

    لاَ يَزاَلُ الْأَطْفاَلُ ناَئِمِينَ.

    Çocuklar hâlâ uyumaktadırlar.

    لاَ يَزاَلُونَ مُخْتَلِفُونَ.

    Daima ihtilaflıdırlar.

    b) Nâkıs fiillerin isimleri müzekkerse fiiller de müzekker, isimler müennes ise fiiller de müennes gelir:

    لَيْسَتِ الداَّرُ واَسِعَةً.

    Ev geniş değildir (semâi müennes).

     

    لَنْ يَتْرُكَ الصَّلاَةَ ماَ داَمَ الْمُؤْمِنُ حَياًّ.

    Mü’min yaşadığı müddetçe namazı hiç terketmeyecek.

    c) Nâkıs fiillerin haberleri isim cümlesinin haberi gibi müfred, cümle ve şibh-i cümle (zarf ve câr-mecrûr) olarak gelir.

    Müfred:

    ماَ زاَلَ الْمُهَذَّبُ مَحْبُوباً.

    Terbiyeli daima sevilir.

    İsim Cümlesi:

    (=كاَنَتْ بِنْتُ عُمَرَ ناَئِمَةً فِي الصَّباَحِ).

    كاَنَ عُمَرُ بِنْتُهُ ناَئِمَةٌ فِي الصَّباَحِ

    Burada altı çizili isim cümlesi Kâne’nin haberi olarak mahallen mansûbtur.

    Sabahleyin Ömer’in kızı uyuyordu.

    Fiil Cümlesi:

    كاَنَ الطاَّلِبُ يَتَكَلَّمُ مَعَ أُسْتاَذِهِ.

    Öğrenci hocasıyla konuşuyordu.

    Şibh-i Cümle (Zarf):

    كاَنَتِ الطاَّلِباَتُ أَماَمَ الْمَدْرَسَةِ.

    Kız öğrenciler okulun önünde idi.

    Şibh-i Cümle (Câr-mecrûr):

    كاَنَ فِي الْمَلْعَبِ مُتَفَرِّجُونَ.

    Stadda seyirciler vardı.

    Genel Cümle Örnekleri:

    1- كاَنَ الْإِماَمُ الْبُخاَرِيُّ مِنْ كِباَرِ الْمُحَدِّثِينَ – كاَنَ الْفاَراَبِيُّ عاَلِماً كَبِيراً مِنْ عُلَماَءِ الْمُسْلِمِينَ.

    2- لَمْ يَكُنِ الراَّعِي باَكِياً[7] هَذِهِ الْمَرَّةَ بَلْ كاَنَ ضاَحِكاً – اَلْحَياَةُ سَعِيدَةٌ – صاَرَتِ الْحَياَةُ سَعِيدَةً.

    3- اَلْمَعْرِضُ مُسْتَمِرٌّ – ماَزاَلَ الْمَعْرِضُ مُسْتَمِراًّ – اَلشَّرِكَةُ مَشْهُورَةٌ – صاَرَتِ الشَّرِكَةُ مَشْهُورَةً.

    4- الْواَجِبُ ضَرُورِيٌّ – ماَزاَلَ الْواَجِبُ ضَرُورِياًّ – اَلْأُمُّ مُدَرِّسَةٌ – صاَرَتِ الْأُمُّ مُدَرِّسَةً .

    5- ظَلَّ خاَلِدٌ فِي خِدْمَةِ الدِّينِ – ظَلَّتِ الْأُمُّ صاَبِرَةً عَلَى غِياَبِ ابْنِهاَ حَتَّى عاَدَ مِنْ سَفَرِهِ.

    6- غَسَلَتِ الْبِنْتُ الْمَلاَبِسَ حَتَّى أَصْبَحَتْ نَظِيفَةً – هَلْ دَرَسْتِ قَبْلَ الْمَرْحَلَةِ الْاِبْتِداَئِيَّةِ .

    7- نَجَحَ اَحْمَدُ فِي الْاِمْتِحاَنِ وَ أَصْبَحَ تِلْمِيذاً فِي الْمَدْرَسَةِ الثاَّنَوِيَّةِ – اَلتِّلْمِيذَةُ نَشِيطَةٌ – أَصْبَحَتِ التِّلْمِيذَةُ نَشِيطَةً.

    8- اَلْمُدَرِّسَتاَنِ غاَئِبَتاَنِ – لَيْسَتِ  الْمُدَرِّسَتاَنِ غاَئِبَتَيْنِ – اَلْمُهَنْدِسُونَ مَوْجُودُونَ – ماَزاَلَ الْمُهَنْدِسُونَ مَوْجُودِينَ – اَلْبَناَتُ مُؤَدَّباَتٌ – ماَزاَلَ الْبَناَتُ مُؤَدَّباَتٍ .

     

    9- اَلتَّلاَمِيذُ جاَلِسُونَ – لَيْسَ اَلتَّلاَمِيذُ جاَلِسِينَ – لاَ تَخْرُجْ ماَداَمَ الْمَطَرُ ناَزِلاً.

    10- هُماَ جاَهِزاَنِ لِلسَّفَرِ – أَصْبَحاَ جاَهِزَيْنِ لِلسَّفَرِ – صاَرَ الرَّجُلُ سَعِيداً بِأَوْلاَدِهِ الناَّجِحِينَ.

    11- لاَ تَلْعَبْ ماَ داَمَ الْاِمْتِحاَنُ قَرِيباً – كاَنَتِ الْغُرْفَةُ مُزْدَحِمَةً وَ أَصْبَحَتْ خاَلِيَةً.

    12- أَخُوهُ أُسْتاَذٌ مَشْهُورٌ – أَصْبَحَ أَخُوهُ أُسْتاَذاً مَشْهُوراً – صاَرَتِ الْحَدِيقَةُ أَزْهاَرُهاَ جَمِيلَةٌ.

    13- ماَزاَلَ الصَّحَفِيُّونَ فِي الصَّالَةِ – أَصْبَحَتِ السُّوقُ مُزْدَحِمَةً بِالناَّسِ .

    14- لَيْسَ أَخُوكَ بَيْنَ الرُّكاَّبِ –كاَنَتْ حَياَتُهُ قَصِيرَةً – لَيْسَ لَناَ بِهِ عِلْمٌ – لَيْسَ فِي مَدْرَسَتِناَ مَعْمَلُ اللُّغَةِ .

    15- لَيْسَتِ الْمَرْأَةُ لُعْبَةً فِي يَدِ الرَّجُلِ – هَؤُلاَءِ الطُّلاَّبُ مُجْتَهِدُونَ – لَيْسَ هَؤُلاَءِ الطُّلاَّبُ مُجْتَهِدِينَ.

    16- هَلِ الدَّرْسُ مُهِمٌّ؟ لاَ، هُوَ لَيْسَ مُهِماًّ – هَلِ السَّياَّرَةُ جَدِيدَةٌ ؟ لاَ هِيَ لَيْسَتْ جَدِيدَةً.

    17- اَلساَّعَةُ ساَعَةُ تَوْبَةٍ – لاَتَ ساَعَةَ تَوْبَةٍ – اَلشاَّرِعُ مُزْدَحِمٌ – لاَ شاَرِعٌ مُزْدَحِماً .

    18- اَلْأَنْهاَرُ فاَئِضَةٌ[8] – إِنَّ الْأَنْهاَرَ فاَئِضَةٌ . لاَتَ وَقْتَ عِتاَبٍ – ماَ عِنْدِي كِتاَبُكَ .

    19- لاَتَ وَقْتَ مُزاَحٍ – لاَ عُزْرٌ لَكَ مَقْبُولاً – لَيْسَ الْفَقْرُ عَيْباً – لَيْسَ الْفَقْرُ بِعَيْبٍ.

    20- ماَ تَعَبُ الْعاَمِلِينَ ضاَئِعاً – ماَ تَعَبُ الْعاَمِلِينَ بِضاَئِعٍ – ماَ الْبَناَتُ بِجاَهِلاَتٍ.

    21- ماَ كُلُّ غَنِيٍّ بِسَعِيدٍ- لَيْسَتِ الْجاَهِلاَتُ بِمُحْتَرَمَةٍ – هَذاَ لَيْسَ بِمَكاَنِكَ.

    22- إِنَّ رُوحَ كُلِّ إِنْساَنٍ فِي أَمْرِ اللَّهِ تَعاَلَى – أَ لاَ تَزاَلُ صاَبِراً ؟

    23- ماَ فَتِئَ أَخُوناَ غاَئِباً – لاَ أَكْتُبُ دَرْسِي ماَ داَمَ أَبِي ناَئِماً.

    24- كُنْتَ عَظيِماً – أَكَلْتُ طَعاَماً كَثِيراً لِأَنَّنِي كُنْتُ أَشْعُرُ بِالْجُوعِ. 

    Tercüme:

    1- İmam Buhârî muhaddislerin büyüklerindendi. Fârâbî Müslüman âlimlerden büyük bir âlimdi.

    2- Çoban bu sefer ağlamıyor bilakis gülüyordu. Hayat mutludur. Hayat mutlu hale geldi.

    3- Sergi devamlıdır. Sergi hâlâ devam etmektedir. Şirket meşhurdur. Şirket meşhur oldu.

    4- Ödev zarûrîdir. Ödev halâ zarûrîdir. Anne öğretmendir. Anne öğretmen haline geldi.

    5- Hâlit din hizmetinde devam etti. Anne yolculuğundan dönünceye kadar oğlunun yokluğuna sabretmeye devam etti.

    6- Temiz oluncaya kadar kız elbiseleri yıkadı. İlkokul safhasından önce okudun mu? 

    7- Ahmet imtihanda başardı ve lisede bir öğrenci oldu. Öğrenci çalışkandır. Öğrenci çalışkan oldu.

    8- İki öğretmen yoktur. İki öğretmen yok değildir. Mühendisler mevcuttur. Mühendisler hâlâ mevcuttur. Kızlar edeblidir. Kızlar hâlâ edeblidir.

    9- Öğrenciler oturuyor. Öğrenciler oturmuyor. Yağmur yağdığı müddetçe (dışarı) çıkma.

    10- O ikisi yolculuk için hazırdır. Yolculuk için hazır oldular. Adam başarılı çocuklarıyla mutlu oldu.

    11- İmtihan yakın olduğu müddetçe oynama. Oda kalabalıktı ve boşaldı (boş oldu).

    12- Onun kardeşi meşhur bir hocadır. Kardeşi meşhur bir hoca oldu. Bahçenin ağaçları güzel oldu.

    13- Gazeteciler hâlâ salondadır. Çarşı insanlarla kalabalıklaştı.

    14- Kardeşin yolcular arasında değil. Hayatı kısaydı. Onun hakkında bilgimiz yoktur. Okulumuzda dil labrotuvarı yok.

    15- Kadın erkeğin elinde oyuncak değildir. Bu öğrenciler çalışkandır. Bu öğrenciler çalışkan değildir.

    16- Ders mühim midir? Hayır, o mühim değildir. Araba yeni midir? Hayır, o yeni değildir.

    17- Saat tevbe saatidir. Tevbe saati değildir. Cadde kalabalıktır. Cadde kalabalık değildir.

    18- Nehirler taşmaktadır. Gerçekten nehirler taşmaktadır. Kınama vakti değildir. Kitabın bende değil.

    19- Şaka vakti değil. Makbul bir özrün yok. Fakirlik ayıb değildir. Fakirlik hiç ayıp değildir.

    20- İşçilerin emeği zayi değildir. İşçilerin emeği hiç zâyi değildir (boşa gitmez). Kızlar cahil değildir. .

    21- Her zengin mutlu değildir. Cahiller saygıdeğer değildir. Bu senin mekanın değildir.

    22- Her insanın ruhu Allahu Teâlâ’nın emrindedir. Hâlâ sabrediyor musun?

    23- Kardeşimiz hâlâ yoktur. Babam uyuduğu müddetçe dersimi yazmayacağım.

    24- Büyüktün. Çok yemek yedim. Çünkü açlık hissediyordum.

    ¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯

    KÂNE VE KARDEŞLERİ İLE İLGİLİ AYETLER

    1- … كَانَا يَأْكُلاَنِ الطَّعَامَ انْظُرْ كَيْفَ نُبَيِّنُ لَهُمُ الآيَاتِ …

    (5/MÂİDE, 75). (Meryem ve oğlu İsâ (a.s.) oğlu Mesîh) Her ikisi de yemek yerlerdi. Bak, onlara delilleri nasıl açıklıyoruz …

    açıklamak, izah ve izhar etmek (müteaddîdir).

    بَيَّنَ يُبَيِّنُ تَبْيِيناً

    2- … ثُمَّ انْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُكَذِّبِينَ .

    (6/EN’ÂM, 11) Sonra (Peygamberleri) yalanlayanların akıbetinin nasıl olduğuna bakın!

    yalanlayan, yalancı

     

      

    الْمُكَذِّبُ

    3- وَقَالُوا لَوْ كُنَّا نَسْمَعُ أَوْ نَعْقِلُ مَا كُنَّا فِي أَصْحَابِ السَّعِيرِ .

    (67/MÜLK, 10). Ve: “Şayet kulak vermiş veya aklımızı kullanmış olsaydık, (şimdi) şu alevli cehennemin ashabı içinde olmazdık!” derler.

    yakılan ve alevlendirilen manasında olup cehennemin adıdır.

    السَّعِيرُ

    4- أَ رَأَيْتَ إِنْ كَانَ عَلَى الْهُدَى .

    (96/ALAK, 11). Gördün mü, ya o (Peygamber) doğru yol üzerinde idiyse,

    5- وَفُتِحَتِ السَّمَاءُ فَكَانَتْ أَبْوَابًا .

    (78/NEBE, 19). Gökyüzü açılır ve orada (pek çok) kapılar oluşur;

    6- إِنَّ جَهَنَّمَ كَانَتْ مِرْصَادًا .

    (78/NEBE, 21). Şüphesiz, cehennem pusuda (beklemekte) olur.

    rasat mevzii, rasathane, pusu, gözetleme yeri

    اَلْمِرْصَادُ- اَلْمَرْصَدُ

    7- .. إِنَّ  السَّمْعَ        وَ الْبَصَرَ   وَ  الْفُؤَادَ    كُلُّ      أُولئِكَ       كَانَ        عَنْهُ مَسْؤُولاً.

         Haberu Kane  Câr-mecrûr   F. Mâzî

    Haber

    İsmu işaret

    Muz. ileyh

    Müb

    Muz.

    Matuf  H.Atıf

    Matuf  H.Atıf

    (إِنَّ)nin ismi Harfu Te’kîd

                                                                                     (إِنَّ) nin haberi (mahallen merfû)

     

     

    (17/İSRÂ, 36). (Hakkında bilgin bulunmayan şeyin ardına düşme.) Çünkü kulak, göz ve gönül, bunların hepsi ondan sorumludur.

    اَلسَّمْعُ

    işitme, işitme duygusu, kulak

    َالْفُؤَادُ

    kalp, gönül

    َالْبَصَرُ

    görme, görme hassesi, göz

    كُلُّ أُولئِكَ

    bunların hepsi (ayette; كُلُّ ) muzâf,  (أُولئِكَ) ise muzâfun ileyh olup mahallen mecrûrdur. (كُلُّ ) ve sonrası da (إِنَّ)nin haberidir.

    مَسْؤُولٌ

    mesul, sorumlu (ismi mef’ûl : aynı zamanda Kâne’nin haberidir. Kâne’nin ismi ise (هُوَ) olarak takdir edilen müstetir zamirdir.)

    8- ثُمَّ كَانَ عَلَقَةً فَخَلَقَ فَسَوَّى .

    (75/KIYAME, 38). Sonra (insan nutfesi) alaka (aşılanmış yumurta) olmuş, derken Allah (onu insan biçiminde) yaratıp şekillendirmişti.

    tesviye etmek, düzeltmek/düzene koymak, kemale erdirmek

    سَوَّى يُسَوِّي تَسْوِيَةً

    9- … كَانَ وَعْدُهُ مَفْعُولاً .

    (73/MÜZZEMMİL, 18). … O’nun (Allah’ın) vâdi yapılagelmiştir (mutlaka yerine gelir).

    10-… فَكَيْفَ كَانَ نَكِيرِ .

    (67/MÜLK, 18). …(benim karşılık olarak verdiğim) azabım nasıl olmuştu!

    aslı (نَكِيرِي) (edepsizliği ve çirkefliği ortadan kaldırıp bunları yapanları) cezalandırma

    نَكِيرٌ

    11- فَإِذَا انْشَقَّتِ السَّمَاءُ فَكَانَتْ وَرْدَةً كَالدِّهَانِ .

    (55/RAHMÂN, 37). Gök yarılıp da kızarmış yağ renginde gül gibi olduğu zaman,

    gül

    وَرْدَةٌ

    yarılmak

    اِنْشَقَّ يَنْشَقُّ اِنْشِقاَقاً

    yağ, yağdanlık, kırmızı deri (üç mana ile de tefsir edilebilir)

    اَلدِّهَانُ

    12- … وَكَانَ اللَّهُ غَفُورًا رَحِيمًا .

    (33/AHZÂB, 5). …. Allah bağışlayandır, çok merhamet edendir.

    13- … خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضَ فِي سِتَّةِ أَيَّامٍ وَكَانَ عَرْشُهُ عَلَى الْمَاء …

    (11/HÛD, 7). (O ki) … Arş’ı su üzerinde iken, gökleri ve yeri altı günde (altı devrede)  yarattı…

    14- … فَأَصْبَحَ مِنَ النَّادِمِينَ .

    (5/MÂİDE, 31). …ve (katil kardeş) pişmanlardan oldu (pişman oldu)

    15- فَأَخَذَتْهُمُ الرَّجْفَةُ فَأَصْبَحُوا فِي دَارِهِمْ جَاثِمِينَ .

    (7/A’RÂF, 78). Bunun üzerine onları o (gürültülü) sarsıntı yakaladı da yurtlarında diz üstü dona kalır oldular.

    sarsılış, sarsıntı

    اَلرَّجْفَةُ

    ism-i fâil olup yere bitişik olan, yere yapışıp kalan (Ayette: Evlerinde hareketsiz cansız ve sessiz ölüler halinde kalakaldılar.)

    اَلْجَاثِمُِ

    16-…أَنَّ اللَّهَ أَنزَلَ مِنَ السَّمَاءِ مَاءاً فَتُصْبِحُ الْأَرْضُ مُخْضَرَّةً إِنَّ اللَّهَ لَطِيفٌ خَبِيرٌ .

    (22/HAC, 63). … Allah, gökten yağmur indirdi. Bu sayede yeryüzü yeşeriyor (yeşil oluyor). Gerçekten Allah çok lütufkârdır, (her şeyden) haberdardır.

    yeşermiş, yeşillenmiş, yeşilleşmiş

    مُخْضَرَّةٌ

    17- وَأَصْبَحَ فُؤَادُ أُمِّ مُوسَى فَارِغًا …

    (28/KASAS, 10). Mûsâ’nın annesinin yüreği boş olarak sabahladı (yüreğinde yalnızca çocuğunun tasası kaldı)…

    boş, bomboş

    فَارِغًا

    18- فَأَصْبَحَتْ كَالصَّرِيمِ .

    (68/KALEM, 20).(Bahçe) kapkara kesildi.

    kesilmiş, sökülmüş/(münbit olmayan) kara toprak/karanlık gece

    (Ayette: Her üç mana ile de izah edilmiştir)

    اَلصَّرِيمُ

    19- إِنْ نَشَأْ نُنَزِّلْ عَلَيْهِمْ مِنَ السَّمَاءِ آيَةً فَظَلَّتْ أَعْنَاقُهُمْ لَهَا خَاضِعِينَ .

    (26/ŞUARÂ, 4). Biz dilesek, onların üzerine gökten bir mucize indiririz de, ona boyunları eğilip kalır.

     

    boyunlar

    اَلْعُنُقُ ج اَلْأَعْنَاقُ

     

    tevazuda bulunmak, alçak gönüllü olmak, boyun eğmek

    خَضَعَ يَخْضَعُ خُضُوعاً

    boyunları eğik (ism-i fâil) (Ayette: Ona boyun eğmiş, inkiyad etmiş, itaat etmiş olurlar)

    خَاضِعٌ

     

             

    20- قَالُوا نَعْبُدُ أَصْنَامًا فَنَظَلُّ لَهَا عَاكِفِينَ .

    (26/ŞUARÂ, 71). “Putlara tapıyoruz ve onlara tapmaya (tapanlar olmaya) devam edeceğiz” diye cevap verdiler.

    عَكَفَ يَعْكُفُ عُكُوفاً

    devamlı ibadet etmek, ibadetten ayrılmamak

    21- … إِذْ وُقِفُوا عَلَى رَبِّهِمْ قَالَ أَلَيْسَ هَذَا بِالْحَقِّ قَالُوا بَلَى وَرَبِّنَا …

    (6/EN’ÂM, 30). Rablerinin huzuruna getirildikleri zaman (Rablerinin önünde ayakta durduruldukları zaman)… (Allah onlara) Bu (yeniden dirilme olayı), hak değil miymiş? der. Onlar da “Rabbimize andolsun ki evet!” derler…

    إِذْ = إِذاَ

    ..dığı, diği zaman/hani bir zamanlar (zaman zarfının arkasından gelen kelime fiilde olsa mahallen mecrûr muzâfun ileyhtir.)

    22- وَكَذَّبَ بِهِ قَوْمُكَ وَهُوَ الْحَقُّ قُلْ لَسْتُ عَلَيْكُمْ بِوَكِيلٍ .

    (6/EN’ÂM, 66). Kur’ân hak olduğu halde kavmin onu yalanladı. De ki: “Ben size vekil (kefil) değilim”.

    23- … فَإِنْ يَكْفُرْ بِهَا هَؤُلاَءِ فَقَدْ وَكَّلْنَا بِهَا قَوْمًا لَيْسُوا بِهَا بِكَافِرِينَ .

    (6/EN’ÂM, 89).  … Eğer onlar (kâfirler) bunları inkâr ederse şüphesiz yerlerine bunları inkâr etmeyecek bir toplum getiririz.

    vekil kıldı, yerine başkasını getirdi

    وَكَّلَ يُوَكِّلُ تَوْكِيلاً

    24- وَإِذْ أَخَذَ رَبُّكَ مِنْ بَنِي آدَمَ مِنْ ظُهُورِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ وَأَشْهَدَهُمْ عَلَى أَنْفُسِهِمْ أَلَسْتُ بِرَبِّكُمْ قَالُوا بَلَى شَهِدْنَا …

    (7/A’RÂF, 172). … Rabbin Adem oğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şahit tuttu ve “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” (dedi )  (Onlar da), Evet (buna) şâhit olduk, dediler.

    sırt, yüz, üzeri, arka (ayette sulbler kastedilmektedir)

    اَلظَّهْرُ ج ظُهُورٌ

    zürriyet, nesil

    ذُرِّيَّةٌ

    [ (عَلَى) harf-i ceri ile birlikte] şahit tutmak, şahit kılmak

    أَشْهَدَ يُشْهِدُ إِشْهاَداً

         

    25- … أَلَيْسَ مِنْكُمْ رَجُلٌ رَشِيدٌ .

    (11/HÛD, 78). (Lût, kavmine:) …İçinizde reşit (aklı başında) bir adam yok mu!”  (dedi).

    reşit, doğru görüşlü, doğruyu bulan, olgun, doğru

     

    رَشِيدٌ

    26- … إِنَّ مَوْعِدَهُمُ الصُّبْحُ أَلَيْسَ الصُّبْحُ بِقَرِيبٍ .

    (11/HÛD, 81). (Melekler Lût’a): … Onlara vâdolunan (helâk) zamanı, sabah vaktidir. Sabah yakın değil mi? (dediler).

    va’d/va’din yerine getirildiği zaman veya yer (ayette: sözün yerine getirileceği vakit)

    اَلْمَوْعِدُ

    27- لَيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ أَنْ تَدْخُلُوا بُيُوتًا غَيْرَ مَسْكُونَةٍ فِيهَا مَتَاعٌ لَكُمْ …

    (24/NÛR, 29). İçinde kendinize ait eşyanın bulunduğu oturulmayan evlere girmenizde herhangi bir sakınca yoktur…

    faydalanılan eşya

    مَتَاعٌ

    ism-i mef’ûl: mesken kılınan, oturulan

    مَسْكُونَةٌ

    günah

    اَلْجُنَاحُ

    28- لَيْسَ عَلَى الْأَعْمَى حَرَجٌ وَلاَ عَلَى الْأَعْرَجِ حَرَجٌ وَلاَ عَلَى الْمَرِيضِ حَرَجٌ …

    (24/NÛR, 61). Âmâya güçlük yoktur; topala güçlük yoktur; hastaya da güçlük yoktur. (Bunlara yapamayacakları görev yüklenmez; yapamadıklarından dolayı günahkâr olmazlar.) …

    29-  يَا نِسَاءَ النَّبِيِّ لَسْتُنَّ كَأَحَدٍ مِنَ النِّسَاءِ 

    (33/AHZÂB, 32). Ey Peygamber hanımları! Siz, kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz….

    30- أَ لَيْسَ اللَّهُ بِكَافٍ عَبْدَهُ …

    (39/ZÜMER, 36). Allah kuluna kâfi değil midir? …

    [(ism-i fâil) her türlü şerden, kötülükten koruma hususunda] kafi olan.

    كَافٍ= اَلْكاَفِي (كَفَى يَكْفِي كِفاَيَةً)

    Sonu illetli olan bu tür fiillerin ism-i fâili burada olduğu gibi marife olarak (اَلْكاَفِي), nekre olarak da (كَافٍ) şeklinde gelir.

    31- فَاطِرُ السَّموَاتِ وَالْأَرْضِ جَعَلَ لَكُمْ مِنْ أَنْفُسِكُمْ أَزْوَاجًا وَمِنَ الْأَنْعَامِ أَزْوَاجًا يَذْرَؤُكُمْ فِيهِ لَيْسَ كَمِثْلِهِ شَيْءٌ وَهُوَ السَّمِيعُ البَصِيرُ .

    (42/ŞÛRÂ, 11). (O), gökleri ve yeri (yoktan) yaratandır. Size kendinizden eşler, hayvanlardan da (kendilerine) eşler yaratmıştır. Bu suretle çoğalmanızı sağlamıştır. O’nun benzeri hiçbir şey yoktur. O işitendir, görendir.

    (ism-i fâil) yaratan, icat eden

    اَلْفَاطِرُ (فَطَرَ يَفْطُرُ فَطْراً)

    büyük baş hayvan  (deve, sığır, davar)

    اَلنَّعَمُ ج الْأَنْعَامُ

    yoktan var edip etrafa dağıtarak çoğaltmak

    ذَرَأَ يَذْرَؤُ ذَرْءاً

    32- وَنَادَى فِرْعَوْنُ فِي قَوْمِهِ قَالَ يَا قَوْمِ أَلَيْسَ لِي مُلْكُ مِصْرَ وَهَذِهِ الْأَنْهَارُ تَجْرِي مِنْ تَحْتِي أَ فَلاَ تُبْصِرُونَ .

    (43/ZUHRUF, 51). Firavun kavmine (kavminin içinde olarak ) seslendi ve (şöyle) dedi: “Ey kavmim! Mısır mülkü ve altımdan akıp giden şu ırmaklar benim değil mi? Hâla görmüyor musunuz?”

    nehir, ırmak

    اَلنَّهْرُ ج اَلْأَنْهَارُ

    seslenmek, çağırmak, bağırmak

    نَادَى يُناَدِي مُناَداَةً

    görmek

    أَبْصَرَ يُبْصِرُ إِبْصاَراً

    33- فَلَيْسَ لَهُ الْيَوْمَ هَاهُنَا حَمِيمٌ .

    (69/HAKKA, 35). Bu sebeple, bugün burada onun (candan) bir dostu yoktur.

    müşfik, şefkatli, yakın dost

    حَمِيمٌ

    34- أَ لَيْسَ ذَلِكَ بِقَادِرٍ عَلَى أَنْ يُحْيِيَ الْمَوْتَى .

    (75/KIYÂME, 40). (Bunları yapan Allah), ölüleri (tekrar) diriltmeye kâdir değil midir?

    ölü

    اَلْمَيْتُ ج الْمَوْتَى

    hayat vermek, diriltmek

    أَحْيَى يُحْيِي إِحْياَءاً

    35- لَسْتَ عَلَيْهِم بِمُصَيْطِرٍ .

    (88/GÂŞİYE, 22). Onların üzerinde bir zorba değilsin.

    ism-i fâil olup zorba, hükmü altına alan, kontrolde tutan, sultasında bulunduran anlamındadır. (مُصَيْطِرٍ ın aslı مُسَيْطِرٍ olup dilde kolaylık açısından س harfi صharfiyle iptal edilmiştir.)

    مُصَيْطِرٌ

    36- فَمَا زَالَتْ تِلْكَ دَعْوَاهُمْ حَتَّى جَعَلْنَاهُمْ حَصِيدًا خَامِدِينَ .

    (21/ENBİYÂ, 15). Biz kendilerini, kuruyup biçilmiş ekine, sönmüş ateşe çevirinceye kadar bu davaları sürüp gider.

    kuruyup biçilmiş ekin

    حَصِيدٌ

    iddia, dava veya duaları

    دَعْوَاهُمْ

    ölen yahut bayılan

    اَلْخَامِدُ

    37- وَلَقَدْ جَاءَكُمْ يُوسُفُ مِن قَبْلُ بِالْبَيِّنَاتِ فَمَا زِلْتُمْ فِي شَكٍّ مِمَّا جَاءَكُمْ بِهِ …

    (40/MÜ’MİN, 34). Andolsun ki, (Mûsâ’dan) önce Yusuf da size açık deliller getirmişti ve onun size getirdiği şeylerden   şüphe edip durmuştunuz….

    38- قَالُوا يَا مُوسَى إِنَّا لَنْ نَدْخُلَهَا أَبَدًا ماَ دَامُوا فِيهَا فَاذْهَبْ أَنتَ وَرَبُّكَ 

    (5/MÂİDE, 24). “Ey Mûsâ! Onlar orada bulundukları müddetçe biz oraya asla girmeyiz; şu halde, sen ve Rabbin gidin (savaşın; biz burada oturacağız”) dediler.

    39-  وَكُنْتُ عَلَيْهِمْ شَهِيدًا ماَ دُمْتُ فِيهِمْ فَلَمَّا تَوَفَّيْتَنِي كُنْتَ أَنْتَ الرَّقِيبَ عَلَيْهِمْ وَأَنتَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ شَهِيدٌ .

    (5/MÂİDE, 117)… [Îsâ (a.s.) şöyle dedi:] İçlerinde bulunduğum müddetçe onlar üzerine şâhit (kontrolcü) idim. Beni vefat ettirince artık onlar üzerine gözetleyici yalnız sen oldun. Sen her şeye hakkıyla şâhit olansın.

    ruhunu kabzetmek, öldürmek, vefat ettirmek (Ayette: Vefat ettirmesi, göğe çıkarılması yahut yeryüzündeki hayatına son verilmesidir.)

    تَوَفَّى يَتَوَفَّى

    (mâzî fiilin önünde:) …dığı zaman, …dığında

    لَمَّا

    şâhit (kontrolcü)

    شَهِيدٌ

    gözetleyen, gözetleyici

    اَلرَّقِيبُ

           

    40- وَجَعَلَنِي مُبَارَكًا أَيْنَمَا كُنْتُ وَأَوْصَانِي بِالصَّلاَةِ وَالزَّكَاةِ ماَ دُمْتُ حَياًّ .

    (19/MERYEM, 31). “Her nerede olursam olayım, O beni mübarek kıldı; yaşadığım sürece bana namazı ve zekâtı emretti.”

    hayırlı ve mübarek kılınmış

    مُبَارَكٌ

    diri, yaşayan

    حَيٌّ

    her nerede

    أَيْنَمَا

     

    tavsiye etmek (tavsiye Allah tarafından yapıldığı takdirde bu, emir ve farz kılma demektir.)

    َأَوْصَى يُوصِي

                   

    41- …وَكَانُوا لَنَا عَابِدِينَ .

    (21/ENBİYA, 73). … Onlar, daima bize ibadet eden kimselerdi.

    42- … وَمَا هُمْ بِخَارِجِينَ مِنَ النَّارِ .

    (2/BAKARA,167). …ve onlar (artık) ateşten çıkacak değillerdir.

    43- … وَمَا اللّهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ .

    (2/BAKARA, 74)….Allah yapmakta olduklarınızdan gafil değildir.

    44- وَمَا هُوَ بِقَوْلِ شَاعِرٍ قَلِيلاً مَا تُؤْمِنُونَ .

    (69/HAKKA, 41). Ve o, bir şair sözü değildir. Ne de az iman ediyorsunuz!

    45- مَا أَنْتَ بِنِعْمَةِ رَبِّكَ بِمَجْنُونٍ .

    (68/KALEM, 2) Sen -Rabbinin nimeti sayesinde- mecnun değilsin.

    46- … وَمَا أَنَا بِظَلاَّمٍ لِلْعَبِيدِ .

    (50/KAF, 29). (Allah şöyle diyor: Benim huzurumda söz değiştirilmez) ve ben kullara asla zulmedici değilim.

    47- يَا عِبَادِ لاَ خَوْفٌ عَلَيْكُمُ الْيَوْمَ وَلاَ أَنْتُمْ تَحْزَنُونَ .

    (43/ZUHRUF, 68). Ey kullarım! Bugün (cennette) size korku yoktur. Sizler üzülmeyeceksiniz.

    Ey kullarım! (Sondaki esre, düşen mütekellim yâ’sının kısaltılmış işaretidir)

    يَا عِبَادِ

    48- … وَمَا اللَّهُ يُرِيدُ ظُلْمًا لِلْعِبَادِ .

    (40/MÜ’MİN, 31)….Allah, kullarına bir zulüm dileyecek değildir.

    49- … وَمَا أَنْتَ عَلَيْهِمْ بِوَكِيلٍ .

    (39/ZÜMER, 41). (Resûlüm)! …Sen onların üzerinde vekil değilsin.