Yıl: 2012

  • Muta Nikahı Tartışma Yarattı

     

    Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi ve İslami İlimler Araştırma Vakfı’nın düzenleyip ev sahipliği yaptığı “Uluslar arası Dinlerde Nikah Sempozyumu” 6-7-8 Nisan 2012 tarihleri arasında İzmir’de gerçekleşti.

    Katılımcı yelpazesi oldukça geniş olan ilmî toplantıya yurtiçinden Kayseri, Konya, Şanlıurfa, İstanbul, Karabük, Kahramanmaraş, Rize, Bayburt gibi illerden olduğu kadar İsveç, Filipinler, Güney Kore, Yemen, ABD, Mısır, Azerbaycan, Cezayir, Özbekistan, Almanya, Irak, Afrika, Hindistan, Ürdün, İran, Pakistan ve Endonezya gibi ülkelerden katılım da oldukça fazlaydı. 77 akademisyenin katıldığı ve günde üçer oturumla toplam üç gün süren sempozyumda, calib-i dikkat olduğu kadar, ele alınması, çözüm üretilmesi elzemiyet ve hatta aciliyet gerektiren sorunlara temas edilen tebliğler de vardı.

    Dinlerde Nikah sempozyumu

    Nikah, yaşanılabilir bir toplumun temeli

    İlk gün “Tarihte Nikah” ana başlığı altında cahiliye ile İslam nikah uygulamaları arasındaki benzerlikler ve farklılıklara değinilip, kolaylık açısından İslam’da nikah bahsi ele alındı. Mısırlı misafir Prof. Tharwat Kades’ten “Mısır Hristiyan Geleneğinde Nikah” adlı tebliği dinledikten sonra bir diğer ana başlık olan “Nikah ve Toplum”da nikah, toplumsal bir olgu ve yaşanılabilir bir toplumun temeli olarak sunuldu. Cezayir ve Ürdün’den gelen akademisyenler, toplu nikah uygulamalarında amaçların gözetilmesi ve nikah-aile ilişkisi üzerinde durdular.

    “Kültürlerde Nikah” başlığı ise, oldukça renkli tebliğlerin ve sunumların yapıldığı bölümdü. Zira yukarıda zikredilen ülkelerden gelen akademisyenler, kendi ülkelerindeki evlilik ile ilgili gelenek, tören ve sorunlardan söz ettiler. Filipinler’den yollara düşen Carmen Alviar ve Claudita O. Yaranon adlı hanım akademisyenlerin,  “Evlilik: Tatlı mı, acı mı?” isimli tebliği, salonu hareketlendiren sunumlardandı. “Türkiye’de imam nikahı uygulaması”, “Huzurlu bir toplumun temeli olarak nikah: İslami perspektif”, “Evlilik öncesi bir durum olarak nişanlanma”, “Kur’an’a göre ehl-i kitap ile nikah”, “görücü usulü evlilikte kutsal kadın”, “Nikahta aleniyet”, “Türkiyeli laik kadınların dindar tercihi”, “Türkiye’deki Süryani Ortodokslarda nikah”, “Manu kanunnamesine göre Hinduzim’de nikahın şartları” gibi başlıklar sempozyumun ikinci günü konuşulan bahislerindendi.

    Mut’a nikahı konusunda hararetli bir tartışma çıktı

    Üçüncü gün ise, gerek tebliğlerde sunulan önerilerden gerek katılımcıların birbirine ısınmasından, müzakerelerde hararet azami düzeye ulaştı. İran’dan İzmir’e gelen Prof. Seyyed Kazem Tabatabaei adlı Şii akademisyenin tebliği “Daimi nikah (evlilik) öncesi eşlerin birbirini tanıması için şer’i bir yol olarak mut’a nikahı” adını taşıyordu. Bu tebliğinde mut’a nikahına teşvik eden Tabatabaei’ye karşı Sünni akademisyen Doç. Dr. Muammer Erbaş, müzakeresinde cevvalce bir uslubu tercih etti ve mut’a nikahının, kadına evvela psikolojik çöküntü yaşatacağına, daimi nikah yapacak olan birinin evvelinde başından mut’a geçmiş birisini tercih etmeyeceğinden dolayı mut’a nikahı yapılan kadını mut’aya köle yapacağını söyledi. Sözleri, çoğunluğunu Sünnilerin oluşturduğu salonu ayağa kaldırdı ve alkışlattı.

    Konu nikahken “çok eşlilik” meselesine değinmemek olmazdı. İki ayrı akademisyenden bu konuya dair kaleme aldıkları tebliğlerini dinleyip, aile kanunu, ekonomik ve kültürel faktörlerle gençliğin değişen evlilik algısını da konuşup son günün son oturumunu tamamladık.

    Bakanlık yetkilileri de oradaydı

    Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’ndan gelen misafirlerin hiçbir çözüm önerisini kaçırmamak için gösterdikleri çabayı anmamak haksızlık olabilir. Toplantının hemen ardından yapılan İzmir/Efes-Tire gezisine katılım ise eksiksizdi.

    Bu renkli, hareketli ve kıymetli tebliğlerden istifade etmek isteyen ve toplantının ev sahipliğini üstlenen Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğrencileri gezinin ardından misafirlerini uğurladı. Öğrenciler, geçen 72 saatte takribi 9 saat uyudu, Arapça ve İngilizcenin yanı sıra bir kısmı Almanca bir kısmı Fransızca derslerine başlamaya karar verdi, onlarca akademisyenden istifade etti, görüş alanını genişletti, ertesi gün başlayacak olan sınavlarına hazırlanmak üzere her biri odasına çekildi.

     

  • İlahiyat Dekanından Değerlendirme

     

    Tarihin derinliklerinin izlerini taşıyan, pek çok kültürün kesiştiği bir şehir. Yapılan bazı yanlışlar sebebiyle olumsuz bir imaja sahip olan ve asla bu imajı hak etmeyen bir şehir Diyarbakır. Nitekim yapılan bir araştırmaya göre, şehir hakkında olumsuz düşüncelerle şehre gelenlerden % 78’in bu kanaati kısa zamanda değişiyormuş.

    Her yıl mutad olarak yapılan İlahiyat Fakülteleri dekanlar toplantısının 18.cisi 6-8 Nisan tarihlerinde Diyarbakır’da gerçekleştirildi. Sayıları 65’i bulan İlahiyat Fakültelerinden elliye kadar dekanın katıldığı toplantı, Diyanet İşleri Başkanı, Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanı, Din Öğretimi Genel Müdürü, YÖK Başkan Vekili ve Dicle Üniversitesi Rektörünün de konuşmacı olarak katıldığı bir mini sempozyumla başladı. Sempozyum, Dünyada ve Bölgemizde Sosyal Barışın Oluşmasında Dinin ve İlahiyat Fakültelerinin Rolü ile ilgiliydi. Bölgenin ve dünyanın barışa susadığı şu günlerde son derece önemli ve anlamlı sunumlar yapıldı.

    Açılışta yapılan konuşmalardan bazı cümleleri sizlerle paylaşmayı uygun gördük. Toplantılardan notlarımıza yansıyan bazı cümleler şöyleydi:

    Tarihî ve kültürel pek çok zenginlik ve güzelliğe sahip olan Peygamberler ve Nebiler şehri Diyarbakır, insanımız tarafından doğru ve iyi tanınmamaktadır. Bu yanlış imajın silinmesi için herkese görev düşmektedir.

    Sosyal barışın tesisinde, ülkemizin en ücra köşelerine kadar ulaşan diyanet ve ilahiyatçıların rolü çok büyüktür. Diyanet ve İlahiyat mensupları bu sorumluluklarının bilincinde olmalı ve bunun hakkını vermelidirler.

    Bundan on yıl öncesinde yirmi kadar İlahiyat Fakültesinin yıllık kontenjanı 700’e kadar düşmüştü. Bugün İlahiyat Fakültelerinin sayısı 65’i bulmuş, yıllık alınan öğrenci sayısı ise yedi binleri aşarak, yüzde binlerin üzerinde bir artış sağlanmıştır. Öğrenci sayısının azaldığı dönemlerde, kalite artmamış, tam aksine azalmıştır. Zira eğitim rekabet ortamı isteyen bir süreçtir.

    2011 yılı itibarıyla öğrenciye düşen öğretim elamanı sayısı bakımından İlahiyat Fakülteleri iyiler arasında bulunmaktadır. Dünyamızda Türk Din Eğitimine ilgi hızla artarken, ülkemizde çeşitli alanlarda yapılan son değişikliklerle ilahiyat mezunu yetişmiş eleman ihtiyacı da hızla artmıştır.

    Günümüz dünyasında bilim, ticarî bir meta haline dönüştürülmüştür. Doğru olan ise bilimi ticarî bir meta olmaktan çıkarıp, ahlakî bir değer olarak insanlığın hayrına ve yararına sunmaktır.

    Din eğitimini Türkiye kadar tartışan, Dünyada ve İslam Coğrafyasında başka bir ülke bulunmamaktadır. Bu tartışmaların iyi tarafı, Türk Din Eğitiminin gelişmesine ve iyi bir yere gelmesine vesile olmasıdır. Bugün dünyada pek çok ülke, bu modeli izlemekte ve onu kendi ülkesine taşıma çabası içerisine girmektedir. Bu yüzden bizim, donanımlı din eğitimi almış insanlarımızla dünyaya sunacağımız ve taşıyacağımız pek çok güzellik bulunmaktadır.

    Ülkemizde1945’lere kadar din eğitimi olmadan da yolumuza devam etmeye yönelik sakat bir anlayış uygulamaya konmuş, ancak bu anlayış kısa sürede iflas etmiştir. Bu tarihten itibaren bu anlayışın sahibi tek parti döneminde bile, partinin kongreleri, birer din eğitimi sempozyumlarına dönmüştür, din eğitimi ile ilgili pek çok tartışmalara sahne olmuştur. Çünkü halkının tamamına yakını Müslüman olan bu ülkede, cenaze yıkayacak kimse kalmamıştır.

    1949 da ilk ve tek İlahiyat Fakültesi Ankara’da açılmış, ancak bu fakültede akademik düzeyde din eğitimi verecek ilim adamı bulunamadığından Bosna’dan, Fas’tan ve Almanya’dan getirilen ilim adamlarıyla işe başlanmak zorunda kalınmıştır. O dönemlerde Temel İslam Bilimleri disiplinleri olan Tefsir, Hadis, fıkıh ilimlerinin isimlerinin kullanılıp kullanılmaması bile tartışılmıştır.

    Çağdaş Arapça’da toplayan anlamına câmia denen üniversite, fakültelerde üretilen bilgilerin aktığı bir ilim havuzudur. Bu havuz, İlahiyat kanalı olmadan eksik kalacaktır. Bu bakımdan her üniversite bünyesinde bir ilahiyat fakültesinin açılması asla yadırganmamalıdır. Çünkü fen bilimleri, sosyal bilimlerle işbirliği yaparsa daha anlamlı ve olacak, insanlığa daha yararlı şeyler sunacaktır.

    Bir takım eksikliklerine rağmen, Türkiye İlahiyat Fakülteleri pek çok bakımdan iyi bir noktadır. Bu iyilik ve güzelliklerin artırılarak devam etmesi kaçınılmazdır.

    Hüküm ve hikmet, aynı kökten türeyen iki temel İslamî kavramdır. Bunlardan ilki siyasî yönü, ikincisi ise felsefi yönü temsil eder. Türkiye’de din eğitimi hikmet merkezli yapılmaktadır, olması gereken de budur. Zira bugün dünyamızı kasıp kavuran İslam Fobisine karşı duracak en etkili yöntem hikmet merkezli ilim adamlarını yetiştiren yöntemdir.

    Dünya İslam Üniversiteleri/fakültelerinden seçkin ilim adamlarının katılacağı Dünyada Sosyal Barışın sağlanmasıyla ilgili geniş katılımlı sempozyumlar yapılmalıdır. Kültürümüzde İslâm âlimleri, çağın ilerisinde yürürler, çağ ve gidişat onları takip ederdi. Bugün ise, ilim adamlarımız çağın gerisinde yürümektedirler. Bu ise ilim adına bir üzüntü verici bir durumdur.

    Din eğitimini, kimliği inşa eden etkin bir unsura dönüştürmeliyiz. Cehalet, yanlış ve eksik bilgi ve yorumlarla kimlik inşa edilemez.

    Dünya ve Türkiye’deki gelişmeler, İlahiyat Fakülteleri ve Diyanet İşleri Başkanlığının önüne çok önemli fırsatlar koymuştur, bu fırsatların çok iyi değerlendirilmesi gerekmektedir.

    Toplantı İlahiyat Fakültelerinin iç sorunlarının tartışıldığı oturumlarla devam etti. Emeği geçen herkese teşekkürler.


  • Din Deyince Aklımıza Esrarlı Şeyler Geliyor

    Zaten tefsir yazmanın da bu nedenle gerekli olduğunu, yapmak istediğinin yaşayan dinin Kur’an çerçevesinden dışarı taşan kısımlarının düzeltilmesi olduğunu anlatıyor. Şimşek’le fakültedeki odasında, ikramı olan Konya gevreği ve çay eşliğinde sohbet ettik.

    Neden yeni bir tefsir yazma ihtiyacı hissettiniz?

    Her ayetin tefsirinde böyle bir ihtiyaç yoktur. En azından benim açımdan. Bazı ayetleri tefsir ederken moda mod klasik dönemde anlatılanları anlattım. Ama aslında Kur’an-ı Kerim tefsiri hayat için yapılmalıdır ve hayat değişkendir. Her dönemdeki problemler farklıdır. Kur’an-ı Kerim tefsirinde bu problemlere yer verip çözümler getirmeye çalışıyorsanız bu tefsire ihtiyaç var demektir. Ben Kur’an metnini hayata uygulamayı denedim. Problemler her dönem yüzde yüz değişecek diye bir şey de yok. Bazıları aynı kalır. Günü ilgilendiren şeyleri de tamamen magazin türü yazarsanız o da çok geçici bir şey olur. Bu ikisi arasında bir yol tutturmaya çalıştım. Yani hem güncel olsun, hem geçici olmasın.

    Dinde reform gerektiği söylenir hep. Böyle bir şey mi yaptığınız?

    Dinin kendisinde değil ama insanların kafasındaki dinde, yaşayan anlayışta reforma ihtiyaç var ki bu da doğaldır. Çünkü her yaşayan din zamanla asli dinden uzaklaşır. Zamanla yaşayan din yaşananlara göre bir akıntı içine girer. Aslında biz Müslümanlar Kur’an’la anlama bağlamında ilişkimizi kestik. Kur’an-ı Kerim’i ölülerimize sevap göndermek için ya da kendimiz sevap kazanmak için okuyoruz. Hayatla irtibatı kesildi. Osmanlı dönemi boyunca sadece dört beş tane telif tefsir yazılmıştır. Tefsir çalışmaları yoktur.

    DİNDARLAR FİKİR HÜRRİYETİ TANIMIYOR

    Sadece 4-5 telif çok az. Neden?

    “Bizim artık Kur’an’a başvurmaya ihtiyacımız yok. Herşey yerli yerine oturdu. Yazılmış olan kitapları anlamamız yeterlidir” gibi bir anlayış vardı. Bu da İslam alemini belli bir dönemden sonra insanlık kervanının gerisinde bıraktı. Namazda ne söylediğimizi bile anlamıyoruz.

    Şekli bir din haline mi dönüştü?

    Evet. Kur’an lafızları için inmedi, anlamı için indi. Yaşanmak için indi. Anlama ve yaşama söz konusu olunca farklı fikirler de ortaya çıkacaktır. İslam aleminin en ileri olduğu dönemler, en sapık mezheplerin mevcut olduğu dönemlerdir. “Sapık mezhepler nedeniyle İslam yükseldi” demiyorum ama fikir hürriyeti vardı ve insanlar kafa yoru-yordu. İnsanlar Kur’an’ı anlamaya çalışırsa toplum yükselir.

    Tefsir yazmak için hangi alanlardan faydalandınız?

    Bir defa Arapça bilmek lazım. Kur’an’ın gönderme yaptığı şeyleri bilmek lazım. Peygamberimiz’in hadislerini, sünnetini bilmek lazım. Bu tefsiri topluma anlatacağınız için toplumu tanımak lazım. Kur’an’ı tefsir etme şartları arasında bunu hiç zikreden yoktur. Çünkü İslam’ın ilk dönemiyle son dönemleri hariç, Kur’an bir tez, bir akademik çalışma gibi tefsir ediliyordu ve çağı tanımak gibi bir şey yoktu. Eğer geneli hedefliyorsanız rahat anlaşılır bir dil kullanmalı. Bu durumda belki bazı meseleleri uzatmanız gerekiyor ama günümüz insanı kitap okumuyor. Hele hele uzun kitapları hiç okumaz. Onun için fazla uzatmamak lazım. Ben çoğu yeri çıkardım.

    Bu şekilde günümüze hitap ettiğini düşündüğünüz hangi tefsirler var?

    Bu eğilimi Muhammed Abduh başlattı. Onun için onun tefsir ekolüne “İçtimai / toplumsal tefsir ekolü” adı verildi. Her ne kadar Abduh şahıs olarak kimileri tarafından dışlansa da kendinden sonra tefsir yazanlar üzerinde etkisi oldu. Elmalılı’da bu çok bariz değildir. Çünkü tefsirini yazdığı dönem yeni Cumhuriyet kurulmuş. Devletin geliştirdiği bir takım düşünceler ve dine bakış var. Bir de devletin emriyle yazılmış ama imani o kadar şeyler anlatıyor ki! Mesela Mücadele Suresi’nde “Tanzimat’tan beri bazı yasalar çıkardılar. Bu yasalar İslam’a aykırı” diye eleştiriyor ama çok gizli kapaklı ve Alusi’nin tefsirine gönderme yapıyor. Bir takım zorluklar her dönemde var.

    Bugün ne gibi zorluklar var?

    Bugün için sistem rahatladı ama problem ortadan kalkmış değil. Tefsir yazanların iki büyük sıkıntısı var. Biri sistemden yana biri de oluşmuş dinden yana. Sistemi “takmıyorum” diyebilirsiniz ama “Müslümanları takmıyorum” dediğin zaman zaten onlara hitap ediyorsun.

    DİNİ HAYAT GENİŞLEDİ AMA KALİTE AZALDI

    Sizin için hangisi daha çok sorun oldu?

    Bazen yanlış anlaşılır diye dindar kesimden. Çünkü bu dindar kesimin din anlayışı çok sağlıklı değil bana göre. Keşke olsaydı. Benim en çok sıkıntım hayatım boyunca bundandır. Zaman zaman sistem açısından davalarım oldu. Ama benim kırmak istemediğim Müslüman kesim.

    Tefsirinizde yaşamla ilgili değindiğiniz neler var?

    Biz olayları değerlendirirken “Allah takdir etmişse, Allah yazmışsa” gibi yaklaşıyoruz. Bunlar artık insanı dinden soğutacak kadar tekrarlanan şeyler. İş ticarete gelince tedbirimizi alıyoruz, başka meselelerde “Allah takdir ederse” deyip çıkıyoruz. Etkin olan insandır. Allah zaten iki tarafa da izin vermiştir. Sanki topluma Allah’ın hakim kıldığı hiçbir kanun, düzen yok, nasıl dilerse öyle olur havasındayız. Onun için de İslam alemi ciddi sosyologlar yetiştiremedi. Bunu kırmaya çalıştım. Toplumsal meselelerin de sebep sonuçları var. Olağanüstülükleri çok gündeme getirip, din deyince aklına esrarengiz şeyler gelen var. Olağanüstü demek, tekrar etmeyecek demek. Tekrar edecek bir konuyu öğreneyim ki benzer bir olayla karşılaşınca örnek alayım. Ama biz Süpermenlerle meseleleri hallediyoruz.

    Günümüz İslam toplumlarının sıkıntıları neler?

    Çoğunluğu Müslüman, şöyle böyle İslam’ı gözeten toplumlara kültürel anlamda İslam toplumu diyebiliriz. Bu toplumların en büyük sorunu İslam’ın çok iyi anlaşılmamasıdır. 14 asırlık yanlışların da İslam olarak bilinmesidir. Bu sebeple din anlayışının bunlardan temizlenmesi lazım.

    Bu nasıl olabilir?

    Önce kafamızdaki din anlayışı değişmeli. Bizim toplumumuzda dinden vazgeçmişler var. Din kendisini enterese etmiyor. İktidarda din havası estiren bir hükümet olduğunda insanlar dindar oluyor. On yıl önce kendisini dindar diye tanımlayanlar çok azdı. Aslında dini hayatın kalitesinde düşme var, yükselme yok ama genişledi. Bizim problemimiz dini çok iyi anlamamamız. İkinci problemimizse düşünce hürriyetinin her kesimde geri olması. Bir de dini anlama noktasında hürriyet sorunumuz var. Bu da dindarların kendilerinin oluşturduğu baskı.

     

    Farklı düşüncelerimden dolayı çok dayak yedim

    Anadilinizin Arapça olması tefsirle ilgilenmenizde ne kadar etkili oldu?

    Arapça’yı öğrenmeye başladığınızda anadiliniz Arapça ise daha rahat öğreniyorsunuz. Çünkü cümle kalıpları var kafanızda. Ancak konuşma dili, kitabi dile tam tekabül etmez. Türkçe ve Kürtçe’nin etkisi de var üzerimizde. Günlük konuşmada kullandığımız kelimelerin sınırı bellidir ama kitap okuduğunuzda bu binlerce kelimeye erişiyor. Arapça öğrendiğinizde sadece o günün ‘Arapça’sını öğrenmiyorsunuz. 14 asırlık kültürüyle de Arapça’yı öğreniyorsunuz ve Kur’an’ın Arapçası 14-15 asır öncesinin Arapçasıdır.

    Arapça öğrenmeye okulda mı başladınız?

    Ben ilkokuldayken abim medrese hocasıydı. Yaz aylarında bana Arapça öğretmeye çalıştı ama abi kardeş ilişkileri içinde olmadı. Her yıl büyük bir hevesle başlar, bir hafta sonra vazgeçerdik. İmam hatip orta üçüncü sınıftan itibaren sözlük yardımıyla Arapça öğrenmeye çalıştım. Anadilim Arapça olduğundan basit cümle kalıplarını biliyordum.

    İslami ilimlerle ilgilenmeniz aileden gelen bir ilgi mi?

    İnsan böyle bir ortama doğunca pek değerlendiremiyor ama muhtemelen abimin medrese hocası olması, çevresinin daha çok medrese hocalarından oluşması ailemizde dini bir hava estiriyordu.

    Tefsirle olan ilişkiniz nasıl başladı?

    İmam hatipten itibaren ben hatim indirmedim, tefsir okudum. Gerek Türkçe gerek Arapça tefsirler okuyordum. Arapça tefsirler okuduğumda yüzde ellisini anlamıyordum. Ama okumakta direttim. Tekrar tekrar aynı yerleri okudum. Her sonraki gün daha evvelki gün okumuş olduğum sayfayı daha çok anladığımı farkedince seviniyordum.

    Tefsir okumanız nasıl karşılanıyordu?

    Çocukluğumdan itibaren bazı konuları deşme, soruşturma yönüm vardı ve çok hoş karşılanmıyordu. Farklı düşüncelerimden dolayı çok dayak yediğim de oldu.

     

    Başucu tefsirim İbn Aşur tefsiri

    Tefsir çalışmanız 10 yıl kadar sürdü ne gibi zorluklarla karşılaştınız?

    Tefsir çalışmasının kendisinden kaynaklanan zorluklar yoktu. Çok zevkle çalışıyordum. Her ne kadar bir birikimim de olsa farklı düşüncelere müracaat ederken, tefsire yoğunlaşırken aklınıza yeni şeyler geliyor. Bu sebeple benim için zevk verici, tatlı bir çalışma idi. Nihayetinde insanda bir dönemden sonra bıkkınlık oluşuyor ama yazarken değil tashih ederken bıkkınlık oluştu. Bu dönemde eşim kanser hastasıydı ve gittikçe kötüleşiyordu. İstanbul’a doktora gittik sürekli olarak. Abilerimin üçü de vefat etti. Bunlar bir yandan çalışmayı engelleyici şeylerdi ama bir yandan çalışma beni hayata bağladı.

    Tefsirinizi tertip usulüne göre hazırlama sebebiniz?

    Nüzul sırasına göre Kur’an’ı tefsir etmenin de yararları vardır. Ancak aslolan Kur’an’ı Kerim’in tertibidir. Nüzul sırasının farklı bir takım yararları olsa da surelerin nüzul sırasına dair çok net bilgiler yok. Yüzde sekseninde isabet edersiniz ama çok emin olamayacağınız sureler de var. Nüzul sırasına göre bazı meseleler çok daha net açıklığa kavuşur. Mesela “onu gördü” anlamına gelen ayetin inişinin Miraç’ta olduğu söyleniyor müfessirler tarafından. Halbuki bu sure peygamberliğin gelişinden 3 veya 4, en çok 5 yıl sonra indirilmiştir. Miraç 10 yıl sonradır. Anlıyorsunuz ki bu ayetin Miraç’la ilgisi yok. Ayrıca sosyal meselelerin İslamileştirilmesi tedrici olmuştur. Hz. Ayşe önce “içki içmeyin”, “zina etmeyin” ayetleri gelseydi kimse Müslüman olmazdı diyor. Önce inanç meseleleri, ibadet konuları geliyor. Sonra sosyal meselelerle ilgili hükümler geliyor. Nüzul sebebi bu açıdan faydalı fakat kendi birikimime baktım. Bu aşamaları her yerde tam anlatabileceğime güvenemedim. Derveze’nin tefsiri ve Prof. Zeki Duman Bey’in de tefsiri nüzul sırasına göre. Bunlar değerli tefsirler fakat nüzul sırası açısından anlam ifade edebilecek ciddi bir şey görmedim.

    Benim Kur’ân’dan anladığım, insanların anladığına ters ise de doğruyu söylemekten çekinmiyorum diyorsunuz. Tefsir yazmak ağır bir sorumluluk değil mi?

    Onda şüphe yok fakat faydalı olacağınıza inanıyorsanız hata yapabilirim korkusu faydaya engel olmamalı. Bu evimizin önündeki arabaya kaza yapabilirim diye binmemeye benzer. Ben yazdıklarımın hepsinin doğru olduğuna inanıyorum ama hakikatte hepsi doğru mu onu bilemiyorum. Grup, cemaat, mezhep ya da çekememe endişeleriyle eleştiri değil de Allah rızası için eleştiri yapan olur da yanlış yaptığımı görürsem, ciddiye alıp yanlış yaptığımı ilan ederim. Her Müslümanın da yanlışını ilan etmekten çekinmemesi lazım. Yeter ki ilmi ölçüler içinde eleştirilsin.

    Hangi kaynaklara başvurdunuz tefsirinizi yazarken?

    Doğrusu fazla mezhep, ekol ayırımı yapmadım. Tefsir edilecek ayetin alanını da hesaba katarak tefsirlere müracaat ettim. Türkçe tefsirleri aynı kitleye hitap ettiğimiz için çok önemsedim. Tekrar durumuna düşmeyeyim, farklı birşeyler söyleyeyim ya da onların eksik bıraktıklarına daha çok önem vereyim diye düşündüm. İbn Aşur’un tefsirini önemsedim. Daha önce de bu tefsirle ilgili bir kanaatim vardı ama yoğunlaşınca daha dikkatli okuyorsunuz. İbn Aşur’un tefsiri gayet güzel bir tefsir. Maturidi tefsiri ben yazarken çıktı. Onun da çok önemli bir tefsir olduğunu düşünüyorum. Mevdudi iyi bir müfessir iyi bir düşünür, tefsirinden faydalandım. Seyyid Kutup’un tefsirini okumuştum. Onun belki benim düşünce yapılanmamda etkisi vardır. Muhammed Abduh’un tefsiri tam bir tefsir değildir. Eksiktir. İsra Suresi’ne kadardır. Ondan yararlandım ama bazı ayetlerde bunların hiçbirine başvurmadım. O ayetlerin alanındaki tefsirlere başvurdum.

     

    Müslüman asla muhafazakar olamaz

    Ülkemizde Muhammed Esed’in Kur’an Mesajı tefsiri yayınlandığında çok ilgi görmüştü. Siz nasıl buluyorsunuz?

    Eski müfessirlerde olağanüstü olmayanı olağanüstü gösterme eğilimi fazladır. O tefsirde bazı olağanüstülüklerin olağanüstü olmadığı anlatımı vardır. Benim açımdan bu çok büyük problem değil. Esed’in tefsiri hakikaten yankı uyandıracak kadar değeri olan bir açıklamalı meal. Güzel bir tefsir. İlk çıktığında ben okudum. Bazı kavramları lügat manası ile anlamlandırıyor. Çevremden bazıları kavramları yok ettiğinden şikayet etti. Ben kavramlarla düşünmenin doğru olmadığı kanaatine vardım. Çünkü kavramlarımızın yüzde sekseni doğruysa yüzde yirmisi doğru değil. Dolayısıyla kavramlarla değil kelime manasıyla düşünmek ve yeniden bu işi oluşturmak daha doğru.

    Diyanet’in hazırladığı Hayat Yolu Kur’an tefsirini incelediniz mi?

    Fıkıh yönü ağırlıklı. İyi bir tefsir ama düşünce değişimi yapan bir tefsir değil. Sağlıklı bilgi vermeyi hedeflemiş bir tefsir. Doğrusu bu kadar iyi olacağını tahmin etmiyordum. Düşündüğümden daha iyi.

    Ya Mevdudi’nin ünlü Tefhim-ül Kur’an’ı?

    Güzel bir tefsir fakat Türkiye’de modernist, mezhepsiz olarak bilinir Mevdudi. Ben biraz muhafazakar buluyorum. Keşke o kadar muhafazakarlığı olmasaydı. Tabii biz Müslümanlara muhafazakar diyoruz. Müslümanın muhafazakar olduğu kanaatinde değilim hele toplumsal hayat bu kadar bozulmuşken neyi muhafaza edecek? Aslında Müslüman hiçbir zaman muhafazakar olmaz. Muhafazakarlık biraz da kafayı çalıştırmadan mevcut olanı sahiplenmedir, oysa hayat akmaya devam ediyor. Hayatın yeni problemlerine karşı yeni şeyler üretmediğinizde yerinizde saymaya mahkumsunuz. Giyeceğin gömleğin nasıl olacağı çizilmiş. Ondan sonra terziliğin ilerlemesi mümkün değil. Yani kitaplarımız o kadar durağan bir hayat çizmişler ki.

    Fi Zilalil Kur’an’ı nasıl değerlendiriyorsunuz?

    Seyyid Kutup için bu adam edebiyatçı, sosyolog, müfessir değil dediler. Günümüzde bu tür yaftalamalar fazla. Bir sosyolog, bir edebiyatçı tefsirle ilgilenmeyecek de kim ilgilenecek? Edebiyatçı bu dili çok iyi bilen, benim hissetmediğim bir takım incelikleri de hissedebilen insandır. Geçmiş dönemde de müfessirlerimiz farklı mesleklere sahipti. Kur’an hepimizin ortak kitabı. Din adamının kitabı değildir. Söz konusu olunca İslam’da ruhban sınıfı yoktur deniyor ama sonuçta oraya getirip, “Tefsiri ilahiyatçı yazmalıdır” diyenler var. Kimi de “Medreseli yazmalıdır çünkü ilahiyatçılar modern hayata karışmıştır” diyor.

  • Görmez: Gayri Müslimler Müslümanlara Emanettir

    Yerli ve yabancı çok sayıda basın mensubunun takip ettiği açılış töreninde konuşan Diyanet İşleri Başkanı Görmez, geçtiğimiz haftalarda ‘Avrupa Savunma Ligi’ tarafından kentte düzenlenen ‘İslam’a karşı nefret yürüyüşüne atıfta bulunarak’, “Avrupa’da çok kültürlülük iflas etmiştir denildikçe biz Müslümanlar yanı başımızdaki gayri Müslimlere daha çok sahip çıkmalıyız. Batı’da bir caminin duvarına ırkçı yazılar yazıldıkça biz Hıristiyan komşularımıza selamı sabahı daha da artırmalıyız. İslam’ın himayesinde varlıklarını sürdüren dini azınlıklar ve kiliseler İslam medeniyetinin her Müslüman’a emanetidir. Bu emanetleri korumak ve muhafaza etmek hepimizin görevidir.” dedi.

    Ortadoğu’da yaşayan Hıristiyanların gelecek endişesi içine girmesi İslam’a yakışmaz

    Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, Danimarka Liberal Parti ve Sosyal Demokrat Parti milletvekillerinin de katıldığı törende İslam dünyasına ve Hıristiyanlara ‘birlikte yaşama’ çağrısında bulundu. Arap baharı sonrası Ortadoğu’da Hıristiyanlara karşı ortaya çıkan olumsuz havanın İslam’a ve Müslümanlara yakışmadığını belirten Başkan Görmez, sebebi ne olursa olsun Ortadoğu’da bulunan kiliselerin ve diğer dini grup ve cemaatlerin her hangi bir gelecek endişesi içerisine girmelerinin on dört asırlık İslam medeniyetine sürülebilecek en büyük leke olduğunu söyledi. 

    Başkan Görmez şunları söyledi;

    “Bugün sebebi ne olursa olsun Ortadoğu’da, İslam dünyasında tarih boyunca varlıklarını barış içinde sürdüren Müslümanların sağladığı barış atmosferinde gelişip büyüyen, varlıklarını inkişaf ettiren kiliselerin ve diğer dini grup ve cemaatlerin bugün her hangi bir rahatsızlık hissetmeleri, gelecek endişesi içerisine girmeleri on dört asırlık İslam medeniyetine sürülebilecek en büyük lekedir. 

    Doğu kiliseleri Kudüs’te, Mısır’da, Filistin’de, Lübnan’da, Suriye’de ve Türkiye’de Hazreti İsa’nın hikmetini asırlarca yaşatmışlar ve Müslüman komşularıyla da daima bir dayanışma içerisinde olmuşlardır. Batı’da her hangi bir cami ve mescidin ne kadar rahat, ne kadar özgür olmasını istiyorsak Doğa’da da her hangi bir kilisenin aynı özgür ortamda hizmetlerini sürdürebilmelidir.”

    İslam, gayri Müslimlerle olan ilişkiyi hukuki bir temele oturtmuştur

    Avrupa’da Müslümanlara karşı çeşitli saldırılarda bulunan ırkçı gruplara rağmen Müslümanların farklı dinlerin haklarına ve hukukuna daha fazla önem vermesi gerektiğine değinen Diyanet İşleri Başkanı Görmez, nefrete nefretle karşılık vermenin Yüce İslam’a yakışmayacağını kaydetti.

    “Her hangi bir ırkçı, ayrılıkçı, her hangi bir caminin kapısına öfkesini ve nefretini ifade etmek için domuz kafası bıraktığında nasıl rahatsız oluyorsak İslam dünyasında asırlarca varlığını sürdüren her hangi bir kiliseye yönelik en küçük bir kısıtlama, bir tahkir ve tezyif de hepimizi öylece rahatsız etmelidir.” diyen Diyanet İşleri Başkanı Görmez, İslam’ın aynı toplum içerisinde yaşayacak bir gayri Müslim unsura ve mabede nasıl davranılacağını Müslümanların iradesine bırakmadığını, bunu bir hukuk ve ahlak temeline bağladığını söyledi. 

    Hz. Peygamber, Mescidi Nebevi’yi Necranlı Hıristiyanlara birkaç saatliğine tahsis etmişti

    Başkan Görmez şöyle devam etti;

    “Yüce Kuran’ın belirlediği prensipler ortadadır. Sevgili Peygamberimizin Arabistan Yarımadası’nda bulunan Hıristiyan topluluklarla ve Medine’deki Yahudilerle imzaladığı sözleşmeler tarihin altın sayfalarında varlıklarını sürdürmektedir. Asırlarca İslam başkentlerinde Kudüs’te, İstanbul’da, Şam’da, Bağdat’ta, Endülüs’te Hıristiyanların, Yahudilerin ve Müslümanların birlikte yaşayarak cami, kilise ve havranın varlıklarını birlikte sürdürmüş olması bunun en açık delilidir. Sevgili Peygamberimiz kendisini ziyarete gelen Necranlı Hıristiyanlara, bugün Müslümanlar için Kâbe’den ve Kudüs’ten sonra en mukaddes mekân olan Mescidi Nebevi’yi ibadet etmeleri için birkaç saatliğine tahsis etmiş olması biz Müslümanlara verebileceği en büyük mesaj olmuştur. Hazreti Ömer’in Kudüs’ü fethettikten sonra bir kilise içinde namaz kılmaya davet edildiğinde kendisinden sonra Müslümanların kiliseyi camiye çevirmelerinden endişe duyduğu için namaz kılmamış olması Yüce İslam’ın başka dinlerin mabetlerine verdiği değerin açık bir göstergesidir. Fatih Sultan Mehmet’in Galata Hıristiyanları ile imzaladığı sözleşme Bosna Hersek’te yaşayan Hıristiyanlara verdiği ahitname bütün bunlar kaynağını Kuranı Kerim’den, Hazreti Peygamberin sünnetinden ve uygulamalarından almıştır.”

    Her türlü yabancı karşıtlığına karşı olmalıyız 

    Suudi Arabistan Baş müftüsü Abdülaziz bin Abdullah’ın ‘Arap Yarım adasındaki tüm kiliselerin yıkılıdır’ ifadelerini de eleştiren Başkan Görmez, İslam’ın himayesinde varlıklarını sürdüren azınlıkların ve kiliselerin İslam medeniyetinin her Müslüman’a bıraktığı bir emanet olduğunu söyledi. “Bu emanetleri korumak ve muhafaza etmek her Müslüman’ın görevidir.” diyen Başkan Görmez, “Avrupa’da bir siyasi lider çok kültürlülük iflas etmiştir dedikçe biz Müslümanlar yanı başımızdaki bu emanetlere daha çok sahip çıkmalıyız. Batı’da bir caminin duvarına ırkçı yazılar yazıldıkça biz Hıristiyan komşularımıza selamı sabahı daha da artırmalıyız. İslamofobi’ye karşı çıktığımız gibi, antisemitizme ve birilerinin yaftalamak için hortlatmak istediği Hıristiyanafobi’ye de, her türlü yabancı karşıtlığına da karşı olmalıyız.” ifadelerini kullandı.

    Başka insanların yüce değerlerine hakaret etmek kimseyi yüceltmez

    Yeryüzünün herkese yetecek kadar geniş olduğunu, farklı inançları tahkir etmenin özgürlük olarak algılanamayacağını kaydeden Diyanet İşleri Başkanı Görmez, konuşmasını şöyle bitirdi;

    “Bütün insanlar İslam’ın irfan geleneğine göre aynı özden, aynı mayadan, aynı topraktan yaratılmışlardır. Aynı anneden, aynı babadan dünyaya gelmişiz. Hepimiz Âdem’deniz, Âdem de topraktandır. Toprağın iki özelliliği var biri tevazu, biri bereket. Hepimizi özümüze ve mayamıza dönmeliyiz. Birbirimize karşı cömert ve mütevazı olmalıyız. Birbirimizin haklarına saygı göstermeliyiz. 

    Birbirimizin inançlarına ve değerlerine hakaret etmemeliyiz. Küçük görmeyi, aşağılamayı, hakaret etmeyi, karikatürize etmeyi özgürlükle karıştırmamalıyız. Hepimiz aynı gemide yolculuk ediyoruz. Aynı arza basarak yürüyoruz. Aynı semayı paylaşıyoruz. Aynı ayın ışığından, aynı güneşin ısısından yararlanıyoruz. Yeryüzü hepimize yetecek kadar geniştir. Yeter ki biz kinimizle, öfkemizle, kibrimizle daraltmayalım. Yaratıcının peygamberler aracılığıyla bize gönderdiği hak, barış, adalet ve ahlak ilkelerine riayet ettiğimizde yeryüzünü cennete çevirebiliriz. 

    Aksi takdirde yeryüzü hepimizi yakan bir cehenneme dönüşür. Başka insanların yüce değerlerine hakaret etmek insanı yüceltmez, bilakis küçük düşürür. Hakarete hakaretle karşılık vermek her iki tarafı da küçük düşürür.” 

    Selimiye Camii açılışına Aarhus’ta yaşayan gurbetçiler yoğun ilgi gösterdi. Törene Milletvekillerinin yanı sıra Aarhus Belediye Meclis üyeleri, cami dernek başkanları, sivil toplum kuruluşu temsilcileri ve Danimarka Din Hizmetleri Müşaviri Doç. Dr. Ahmet Onay da katıldı.

  • Fransadaki Türkler, temsil kabiliyeti olan imam istiyor

    Ayrıca bayan din görevlisi olmaması ve yeteri derecede dinî bilgi ve birikiminin bulunmaması ise önemli bir eksiklik. Uzun yıllar yurtdışında görev yapan Uludağ Üniversitesi (UÜ) İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. İsmail Sağlam, Fransa’da yaşayan Türklere göre din görevlilerinin iletişim yeterliliğini araştırdı. 3 bin kişiye uygulanan anket sonrasında araştırma Batı Avrupa’da yaşayan Türklere göre ‘Din Görevlileri ve Cami Etkinliklerinin Yeterlilikleri’ (Fransa Örneği) adı altında kitaplaştırıldı.

    Sağlam, iyi eğitim almış din görevlisinin başarılı olup, cemaati de memnun ettiğini belirterek, “Ancak sadece meslekî formasyona sahip olmak her zaman yeterli olmayabilir. Din görevlisinin meslekî formasyona işlerlik kazandırabilmesi, iletişim becerisiyle doğru orantılıdır.” dedi.

    Batı Avrupa’daki Türkiye kökenli göçmenlerin 1960’lı yıllardan bu yana bu ülkelerde yaşadığına dikkat çeken Doç. Dr. Sağlam, yaklaşık 500 bin Türk’ün yaşadığı Fransa’da 350 civarında caminin bulunduğunu söyledi.

    Fransa’da yaşayan Türklere göre din görevlilerinin yetişkin, genç ve çocuklarla iletişimleri kısmen yeterli (yüzde 35,8) bulundu. Deneklerin yüzde 52,8’i ise iletişimi yeterli buldu. ‘Hayır yetersiz’ diyenlerin oranı ise 11,4 oldu. Gençlerle iletişim konusunda cemaatin yüzde 34’ü kısmen, yüzde 21,4’ü yetersiz cevabı verdi.

    EN BÜYÜK SORUN DİL BİLMEMEK

    Doç. Dr. İsmail Sağlam, yurtdışında görev yapan din görevlilerinin yaşadığı en büyük sorunun dil bilmemeye dayalı iletişim eksikliği olduğunu belirterek, yurtdışında dil eğitiminin devam ettirilemediğini ifade etti. Bazı ülkelerde Türk din görevlilerinin resmî makamlarda zorluklar yaşadığına dikkat çeken Sağlam, “Özellikle Fransa’da kota konusunda sıkıntı var. Şu anda Fransa’da 500 bin Türk yaşıyor, ancak sadece 150 resmî din görevlisi gönderebiliyorsun.” dedi.

    Yurtdışındaki Türklerin din görevlilerinden en başta meslekî yeterlilik beklediğini anlatan Doç. Dr. İsmail Sağlam, şunları aktardı: “Vatandaşlarımız, ‘Benim camime gelen din görevlisini çok iyi Kur’an okumalı, çok iyi vaaz etmeli, çok iyi hutbe okumalı, sorularıma dinî açıdan doyurucu cevap vermeli, bize din görevlisi olarak gelen kişi sadece camide namaz kıldırmasın, bizi dinen her kulvarda temsil edebilsin. Oturması, kalkması, konuşması ve bilgileri ile bizi temsil edebilsin. Ayrıca etkileyici bir kişilik sahibi olsun. Bilgisi kültürü, giyimi, kuşamı ve hitabeti ile bir ağırlığı olsun.’ istiyor.”

    Avrupa’da bayan din görevlisi eksikliğinin çok ciddi anlamda hissedildiğini aktaran Sağlam, “Şunu kabul etmeliyiz ki artık Avrupa’da bizim göçmen işçi nüfusumuz yok. Avrupalı Müslümanlar var. Artık vatandaşlarımızın en az yüzde 50’si orada kalacak. Artık para kazanarak dönecek nesil yok. Bu insanların 4. ve 5. nesil yetişmiş. Bunlar orada doğup büyümüş ve oraya yerleşmişler. Dolayısı ile bu Müslümanlara liderlik yapacak, yönlendirici yetişmiş insanların bulunması gerekiyor.” dedi.

    Zaman

  • Düyanın En Zor Dillerden Biri Arapça

     

    Pravda.ru haber portalında çıkan Yana Filimanova imzalı haberde, dillerin zorluk derecesi ile ilgili yapılan çalışma yayınlandı. Amerikalı araştırmacılara göre, bir dilin zorluk derecesi konuşulan ana dile göre değişiyor. Dünyada öğrenilmesi zor dillerden biri olarak gösterilen Rusça, Ukraynalı ve Çeklere göre kolay diller sıralamasının başında gelirken; bir Türk ya da Japon vatandaşı için öğrenilmesi güç dil kategorisi içinde birinci sıraya yerleşiyor. Filimanova’ya göre, Türklerin ve Japonların Rusçayı kavraması inanılmaz derecede zor.

    KIZILDERİLİ DİLİ KONUŞMAK İSTEYENLER İÇİN KÖTÜ HABER

    Guiness rekorlar kitabına göre ise; en zor konuşma dillerinin başında Amerika ve Kanada’da yaşayan Kızılderili Ojibva topluluğun lehçelerinden olan Çippeva geliyor. Ayrıca Amerika’nın kuzey batısında yaşayan Haida kabilesi ve Dağıstan’ın resmi edebiyat dillerinden biri olarak kabul edilen Tabasaran dili de öğrenilmesi en zor dillerden biri olarak araştırmada yer alıyor.

    JAPONCA İÇİN EN AZ 3 BİN HİYEROGLİF EZBERLEMEK ŞART

    Çin, Kore ve Japon dilleri ise, dünyanın en zor yazım dili olarak görülüyor. Örneğin Japonya’da, çocuklar öğrenime 12 yaşında başlıyor. Bu sürenin yarısı sadece iki dersle geçiyor; Japonca ve matematik. Japon öğrenciler sınavları geçmek için hafızlarında en az bin 850 hiyeroglif olması gerekiyor. Normal bir Japon vatandaşının ise gazete okuyabilmesi için en az 3bin hiyeroglifi ezberlemesi gerekiyor.

    TÜRKÇE VE RUSÇA ÖĞRENMEK ZOR

    Amerikan kaynaklı Defence Language Institute (DLI) yaptığı sıralamada; İngilizce bilenlerin öğrenmesi en kolay diller, Fransızca, İtalyanca, Norveçce, Portekizce, Rumence, İspanyolca, Afrika dilleri ve Danca olarak sıralanıyor.

    İkinci grupta ise Bulgarca, Farsça, Almanca, Yunanca, Hindi-Urdu dilleri, Endonezca ve Malayca yer alıyor. Öğrenilmesi “zor” sıralamasında ise, Etiyopya’nın (Habeşistan) resmi dili Amharca, Bengalce, Fince, Çekce, Macarca, Kmerce, Lehçe, Sırpça, Tayca, Vietnamca, Tamilce, Rusça ve Türkçe yer alıyor.

    Son olarak, öğrenilmesi “en zor” diller olarak ise Arapça, Çince, Japonca ve Korece geliyor.

    ARAPÇA ZEKA GELİŞTİRİYOR

    Araştırmada ana dilleri İngilizce, Arapça ve İbranice olan kişilerle yaptıkları deneylerde ilginç sonuçlar da ortaya çıktı. Buna göre: İngilizce ve İbranice kelimeler okunurken beyin yarım kürelerinden biri diğerinin yardımı olmadan rahatça işlevini görebiliyor. Ancak Arapça okurken ise beynin sağ yarım küresi, beynin sol yarım küresindeki kaynakların yardımı olmadan işlev görmüyor. Böylece Arapça sembolleri okurken beyin aktif olarak çalışıyor. Yani zekanızı geliştirmek istiyorsanız Arapça öğrenmeniz tavsiye ediliyor. 

    Zaman

  • 2 İlahiyat ve 1 İslami İlimler Fakültesine Dekan Atandı

    Halen İstanbul İlahiyat Dekanlığını Yürütmekte Olan Prof. Dr. Şinasi Gündüz  bir dönem daha atanmıştır.

     Abant İzzet Baysal Üniversitesi İlahiyat Fakültesi dekanlığına Prof. Dr. Cağfer Karadaş, 

    Yıldırım Beyazıt Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi dekanlığına Prof. Dr. Mehmet Akkuş atandı.


    Genel Kurul toplantısında, Abant İzzet Baysal Üniversitesi İlahiyat Fakültesi dekanlığına Prof. Dr. Cağfer Karadaş, Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi dekanlığına Prof. Dr. Abdulvahit Yükselen, Ahi Evran Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi dekanlığına Prof. Dr. Mustafa Kurt, Celal Bayar Üniversitesi Hasan Ferdi Turgutlu Teknoloji Fakültesi dekanlığına Prof. Dr. Mehmet Ali Yurdusev, Erzurum Teknik Üniversitesi Mühendislik ve Mimarlık Fakültesi dekanlığına Prof. Dr. İrfan Kaymaz, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi dekanlığına Prof. Dr. Selahattin Turan, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi dekanlığına Prof. Dr. Sami Taban, Hacettepe Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi dekanlığına Prof. Dr. Ahmet Serper, İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi dekanlığına Prof. Dr. Şinasi Gündüz, Su Ürünleri Fakültesi dekanlığına Prof. Dr. Meriç Albay, İstanbul Medeniyet Üniversitesi Turizm Fakültesi dekanlığına Prof. Dr. Seyfettin Erdoğan, Konya Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi dekanlığına Prof. Dr. Ahmet Özkağnıcı, Süleyman Demirel Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi dekanlığına Prof. Dr. Halis Köylü, Yıldırım Beyazıt Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi dekanlığına Prof. Dr. Mehmet Akkuş atandı.

    Genel Kurul, Bahçeşehir Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’ne Prof. Dr. Necip Çakır, Bahçeşehir Üniversitesi Mimarlık ve Tasarım Fakültesi’ne Prof. Dr. Ahmet T. Eyüce, Mevlana Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne Prof. Dr. Zehra Odyakmaz, Okan Üniversitesi Eğitim Fakültesi’ne Prof. Dr. Ali İlker Gümüşeli, Piri Reis Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi’ne Prof. Dr. Zehra Akdeniz, TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi’ne Prof. Dr. Yusuf Sarınay’ın dekan atanması için olumlu görüş bildirilmesini kararlaştırdı.

    YÖK Genel Kurulu, Adıgüzel Eğitim Kültür Araştırma Yardımlaşma ve Sağlık Vakfı’nın kurmak istediği ”Adıgüzel Meslek Yüksekokulu”na ilişkin sunumları izledi ve olumlu görüşle Milli Eğitim Bakanlığı’na bildirilmesine karar verdi.

     

  • Arapça Eğitiminde En Etkili Yöntem Hangisidir?

     

    1. -Dil Bilgisi / Tercüme Yöntemi
    2. -İşitsel / Dilsel Yöntem
    3. -İletişimsel Yöntem

    Avrupa İslam Üniversitesi Uzaktan Eğitim Programları Arap Dili ve Edebiyatı Bölümü son sınıf öğrencileri yarışıyor.



     

    • Tarih:26 Nisan 2012 Perşembe 
    • Saat:14:00 – 17:00
    • Yer: Altunizade Kültür Merkezi Üsküdar İstanbul


  • İlahiyat Fakültelerine Büyük Görev Düşüyor

    Açılış töreninde konuşan Diyanet İşleri Başkanı Görmez şunları söyledi:

    “Bu ülkede yapacağımız en önemli işlerden bir tanesi, din hürriyetinin en tabii bir parçası olan din eğitimini, ister örgün kısmını ister yaygın kısmını bir tartışma konusu olmaktan çıkarmaktır. Çünkü bizim dinimiz bizi birleştirmeye geldi, bizi ayrıştırmaya gelmedi. Biz onu öğrendikçe birbirimize daha çok bağlanırız. Kimse korkmasın. Çünkü Kur’an-ı Kerim kâinatın tercümesidir. Kur’an’ı okuyan, dinini öğrenen insan, insanlara daha fazla saygılı olur. 

    Anne babaya öf dememeyi öğrenir. Adaletli olmanın, arif olmaktan ne kadar üstün olduğunu öğrenir. Bundan korkmamak lâzım. Ama dikkatli hareket ederek din eğitimini konusunu bir tartışma konusu olmaktan çıkarmak için de önemli çalışmalar yapmak gerekiyor.”

    “Yaygın din eğitimi, bilimsel bir yöntemle dini öğretmektir”

    Diyanet İşleri Başkanı Görmez, konuşmasında “yaygın din eğitimi” kavramına da açıklık getirdi:

    “Her şeyden önce yaygın din eğitimi denildiğinde akla sınırlı bazı kavramlar geliyor. Din eğitimi denildiğinde bir Kur’an kursunda çocuklara Kur’an öğretmek asla akla gelmez, gelmemeli. Yaygın din eğitimini asla sadece Kur’an’ı yüzünden öğretmeye yahut bazı çocuklara hafızlık yaptırmaya indirgememeliyiz. Yaygın din eğitimi, istisnasız bu topraklarda yaşayan her vatandaşımıza dinin rahmet yüklü mesajlarının en güzel bir şekilde nasıl yürütülebileceğidir. Biz dinin iman, itikat ve ahlâk esaslarını bizden talepte bulunan her mümine, gönül coğrafyamızda bulunan her insana en güzel bir yöntemle, bilimsel bir yöntemle verili ilkelere ve prensiplere bağlı kalarak öğretmeliyiz.”

    “Yaygın din eğitimden bugüne kadar yeterince faydalanılmadı…”

    Yaygın din eğitiminin anayasal güvenceye alındığını belirten Başkan Görmez, bugüne kadar bu haktan yeteri kadar faydalanılmadığını söyledi. Diyanet İşleri Başkanı Görmez konuşmasına şöyle devam etti:

    “Yeni anayasa tartışmalarında yaygın din eğitimi 1982 Anayasasında bile ele alındığına göre yine yer alacaktır. Yer aldıktan sonra Diyanet İşleri Başkanlığına görevler düşecektir. İşte Eğitim Hizmetleri Genel Müdürlüğümüz, görev önüne gelmeden hazırlıklarını yapmak için nasıl bir modelle, nasıl bir yöntemle bütün toplum kesimlerine yaygın din eğitimi verilebiliriz, bunun hazırlığı için bu sempozyuma ihtiyaç duydu.”

    Türkiye’de din eğitimi tartışmalarının 88 yıldır devam ettiğini dile getiren Başkan Görmez şunları söyledi:

    “Acaba yeryüzünde Türkiye Cumhuriyeti kadar din eğitimini tartışan bir ülke olmuş mudur? Enerjisinin din eğitimi tartışmalarına harcayan bizim ülkemizden başka ülke var mıdır? Bilebildiğim kadarıyla yok. 88 yıldır biz ne zaman eğitimi tartışsak, tartışmalar dönüp dolaşıp din eğitimine geliyor. İster örgün eğitim deyin, ister din kültürü eğitimi deyin, ister yaygın din eğitimi deyin, ne derseniz deyin. Ama biz çok tartıştık. Bütün bu tartışmaların ortaya koyduğu gelişmeler bizi ne kadar zenginleştirdi veya ne kadar fakirleştirdi? Bu tartışmalar gönül kırgınlıklarına yol açmadı mı? Ama ders almış değiliz doğrusu. Bizim kendi tarihimizden ders almadığımız son günlerde yapılan tartışmalardan da anlaşılıyor.”

    “İlâhiyat Fakültelerine büyük görev düşüyor…”

    Diyanet İşleri Başkanı Görmez, yaptığı konuşmada İlâhiyat Fakülteleriyle Diyanet İşleri Başkanlığı arasındaki ilişkilere değindi. Din eğitimi konusunda “birlikteliğin” önemine vurgu yapan Başkan Görmez şöyle konuştu:

    “Türkiye’de bir şey din eğitimi din konusunda bir birliktelik çok önemlidir. İlâhiyat Fakülteleri ile Diyanet İşleri Başkanlığımız arasındaki ilişki çok önemlidir. Bu ilişki koptuğu zaman bizim bu 88 yıllık tecrübemizden de istifade etmemiz mümkün değil. Diyanet İşleri Başkanlığı bir hizmet kurumudur. Her alanda bilgi sürekli üretemez, mümkün de değildir bu. Ama İlâhiyat Fakültelerimizin sürekli bilgi üretmesi lâzım. Ürettiği bu bilgiyi de sürekli Diyanet işleri Başkanlığının hizmetleri ile buluşturması lâzım. Diyanet İşleri Başkanlığının da hiç yüksünmeden bunu bir şeref kabul ederek ilme ve âlime müracaat etmeyi şaşmaz bir metot kabul ederek sürekli iş birliği içerisinde bunu götürmek zorunda. Şimdi öyle geçişkenlikler oldu ki bu geçişkenlikler bu ilişkimizi kalıcı kılıyor. Ben şahsen son aylarda iki yüze yakın arkadaşımızı muvafakatine imza attım. Diyanet İşleri Başkanlığında çalışan arkadaşlarımız yeni kurulan İlâhiyat Fakültelerine öğretim üyesi oldular. Öğretim üyesi olan arkadaşlarımız da İlâhiyat Fakültelerinde görev aldılar. Ancak sadece bundan söz etmiyorum. Özellikle yaygın din eğitim alanında İlahiyat Fakültelerinde o kadar engin bir tecrübe oldu ki Diyanet İşleri Başkanlığının bu engin tecrübeden istifade etmesi kaçınılmazdır.” 

    Yaygın din eğitimi önemsenmeli

    Diyanet İşleri Başkanı Görmez, yaygın din eğitimi faaliyetlerinin önemine değinirken örgün din eğitiminin de önemli bir unsur olduğunu söyledi. Asgarî vatandaşlık bilgisine sahip olabilmek ve toplumun kültürüne ilişkin bilgilere vakıf olabilmek için dinî kavramların bilinmesi gerektiğine vurgu yapan Başkan Görmez konuşmasını şöyle sürdürdü:

    “Din kültürü ve ahlâk bilgisi dediğimiz şey önemlidir. Bunu asla küçümsememiz lâzım. Neden küçümsememiz lâzım? Bu toplumu tanımak için lâzım bu. Sadece mümin olmak Müslüman olmak için değil. İnanç özgürlüğünün önüne geçmek için değil. Bu topraklarda yaşayan bir insanın asgarî vatandaşlık bilgisine sahip olabilmek için bu toplumun tarihinin bu toplumun kültürünü bilmesi için sahip olması gereken asgarî bilgiler vardır din konusunda. Ben her zaman ifade ediyorum; dinin temel kavramalarını temel kuramlarını bilmeyen bir arkadaşımız bu toplumun türkülerini bile anlayamaz. Bu toplumunu şarkılarını bile anlayamaz. Aşık Veysel’in türkülerini bile anlayamaz. Yunus Emre’nin hiçbir şiirini anlayamaz. Hazreti Mevlâna’nın hiçbir hikâyesini anlayamaz. Onun için din kültürü dediğimiz şey, din konusunda bilgi sahibi olmak dediğimiz şey sadece mümin bir birey olmak için değil, asgarî barış içerisinde birlikte yaşamak için ve bunda da hiçbir ayrım yapmamak lâzım. Bu topraklarda inanç adına ortaya çıkan bütün kültürleri bilmek lâzım.

    Her Sünnî vatandaşımız aynı zamanda Alevî vatandaşımızın inanışları hakkında da bilgi sahibi olmak zorunda. Ta ki yalan yanlış bilgilere hareket etmesin. Dört kapı nedir, kırk makam nedir, Hacı Bektaş Veli kimdir, On İki imam kimdir? Bütün bunları bilecek. Bu topraklarda yaşayan, biz birlikte yaşıyoruz. Dolayısıyla birbirimizin dünyasına asgarî hangi kelimelerle hangi kavramlarla konuşmamız gerektiğini tespit edebilmek için buna ihtiyacımız var.”

  • Din Eğitimini Bir Ayrışma Konusunu Olmaktan Çıkarmalıyız

    Açılış töreninde konuşan Diyanet İşleri Başkanı Görmez şunları söyledi:

    “Bu ülkede yapacağımız en önemli işlerden bir tanesi, din hürriyetinin en tabii bir parçası olan din eğitimini, ister örgün kısmını ister yaygın kısmını bir tartışma konusu olmaktan çıkarmaktır. Çünkü bizim dinimiz bizi birleştirmeye geldi, bizi ayrıştırmaya gelmedi. Biz onu öğrendikçe birbirimize daha çok bağlanırız. Kimse korkmasın. Çünkü Kur’an-ı Kerim kâinatın tercümesidir. Kur’an’ı okuyan, dinini öğrenen insan, insanlara daha fazla saygılı olur. 

    Anne babaya öf dememeyi öğrenir. Adaletli olmanın, arif olmaktan ne kadar üstün olduğunu öğrenir. Bundan korkmamak lâzım. Ama dikkatli hareket ederek din eğitimini konusunu bir tartışma konusu olmaktan çıkarmak için de önemli çalışmalar yapmak gerekiyor.”

    “Yaygın din eğitimi, bilimsel bir yöntemle dini öğretmektir”

    Diyanet İşleri Başkanı Görmez, konuşmasında “yaygın din eğitimi” kavramına da açıklık getirdi:

    “Her şeyden önce yaygın din eğitimi denildiğinde akla sınırlı bazı kavramlar geliyor. Din eğitimi denildiğinde bir Kur’an kursunda çocuklara Kur’an öğretmek asla akla gelmez, gelmemeli. Yaygın din eğitimini asla sadece Kur’an’ı yüzünden öğretmeye yahut bazı çocuklara hafızlık yaptırmaya indirgememeliyiz. Yaygın din eğitimi, istisnasız bu topraklarda yaşayan her vatandaşımıza dinin rahmet yüklü mesajlarının en güzel bir şekilde nasıl yürütülebileceğidir. Biz dinin iman, itikat ve ahlâk esaslarını bizden talepte bulunan her mümine, gönül coğrafyamızda bulunan her insana en güzel bir yöntemle, bilimsel bir yöntemle verili ilkelere ve prensiplere bağlı kalarak öğretmeliyiz.”

    “Yaygın din eğitimden bugüne kadar yeterince faydalanılmadı…”

    Yaygın din eğitiminin anayasal güvenceye alındığını belirten Başkan Görmez, bugüne kadar bu haktan yeteri kadar faydalanılmadığını söyledi. Diyanet İşleri Başkanı Görmez konuşmasına şöyle devam etti:

    “Yeni anayasa tartışmalarında yaygın din eğitimi 1982 Anayasasında bile ele alındığına göre yine yer alacaktır. Yer aldıktan sonra Diyanet İşleri Başkanlığına görevler düşecektir. İşte Eğitim Hizmetleri Genel Müdürlüğümüz, görev önüne gelmeden hazırlıklarını yapmak için nasıl bir modelle, nasıl bir yöntemle bütün toplum kesimlerine yaygın din eğitimi verilebiliriz, bunun hazırlığı için bu sempozyuma ihtiyaç duydu.”

    Türkiye’de din eğitimi tartışmalarının 88 yıldır devam ettiğini dile getiren Başkan Görmez şunları söyledi:

    “Acaba yeryüzünde Türkiye Cumhuriyeti kadar din eğitimini tartışan bir ülke olmuş mudur? Enerjisinin din eğitimi tartışmalarına harcayan bizim ülkemizden başka ülke var mıdır? Bilebildiğim kadarıyla yok. 88 yıldır biz ne zaman eğitimi tartışsak, tartışmalar dönüp dolaşıp din eğitimine geliyor. İster örgün eğitim deyin, ister din kültürü eğitimi deyin, ister yaygın din eğitimi deyin, ne derseniz deyin. Ama biz çok tartıştık. Bütün bu tartışmaların ortaya koyduğu gelişmeler bizi ne kadar zenginleştirdi veya ne kadar fakirleştirdi? Bu tartışmalar gönül kırgınlıklarına yol açmadı mı? Ama ders almış değiliz doğrusu. Bizim kendi tarihimizden ders almadığımız son günlerde yapılan tartışmalardan da anlaşılıyor.”

    “İlâhiyat Fakültelerine büyük görev düşüyor…”

    Diyanet İşleri Başkanı Görmez, yaptığı konuşmada İlâhiyat Fakülteleriyle Diyanet İşleri Başkanlığı arasındaki ilişkilere değindi. Din eğitimi konusunda “birlikteliğin” önemine vurgu yapan Başkan Görmez şöyle konuştu:

    “Türkiye’de bir şey din eğitimi din konusunda bir birliktelik çok önemlidir. İlâhiyat Fakülteleri ile Diyanet İşleri Başkanlığımız arasındaki ilişki çok önemlidir. Bu ilişki koptuğu zaman bizim bu 88 yıllık tecrübemizden de istifade etmemiz mümkün değil. Diyanet İşleri Başkanlığı bir hizmet kurumudur. Her alanda bilgi sürekli üretemez, mümkün de değildir bu. Ama İlâhiyat Fakültelerimizin sürekli bilgi üretmesi lâzım. Ürettiği bu bilgiyi de sürekli Diyanet işleri Başkanlığının hizmetleri ile buluşturması lâzım. Diyanet İşleri Başkanlığının da hiç yüksünmeden bunu bir şeref kabul ederek ilme ve âlime müracaat etmeyi şaşmaz bir metot kabul ederek sürekli iş birliği içerisinde bunu götürmek zorunda. Şimdi öyle geçişkenlikler oldu ki bu geçişkenlikler bu ilişkimizi kalıcı kılıyor. Ben şahsen son aylarda iki yüze yakın arkadaşımızı muvafakatine imza attım. Diyanet İşleri Başkanlığında çalışan arkadaşlarımız yeni kurulan İlâhiyat Fakültelerine öğretim üyesi oldular. Öğretim üyesi olan arkadaşlarımız da İlâhiyat Fakültelerinde görev aldılar. Ancak sadece bundan söz etmiyorum. Özellikle yaygın din eğitim alanında İlahiyat Fakültelerinde o kadar engin bir tecrübe oldu ki Diyanet İşleri Başkanlığının bu engin tecrübeden istifade etmesi kaçınılmazdır.” 

    Yaygın din eğitimi önemsenmeli

    Diyanet İşleri Başkanı Görmez, yaygın din eğitimi faaliyetlerinin önemine değinirken örgün din eğitiminin de önemli bir unsur olduğunu söyledi. Asgarî vatandaşlık bilgisine sahip olabilmek ve toplumun kültürüne ilişkin bilgilere vakıf olabilmek için dinî kavramların bilinmesi gerektiğine vurgu yapan Başkan Görmez konuşmasını şöyle sürdürdü:

    “Din kültürü ve ahlâk bilgisi dediğimiz şey önemlidir. Bunu asla küçümsememiz lâzım. Neden küçümsememiz lâzım? Bu toplumu tanımak için lâzım bu. Sadece mümin olmak Müslüman olmak için değil. İnanç özgürlüğünün önüne geçmek için değil. Bu topraklarda yaşayan bir insanın asgarî vatandaşlık bilgisine sahip olabilmek için bu toplumun tarihinin bu toplumun kültürünü bilmesi için sahip olması gereken asgarî bilgiler vardır din konusunda. Ben her zaman ifade ediyorum; dinin temel kavramalarını temel kuramlarını bilmeyen bir arkadaşımız bu toplumun türkülerini bile anlayamaz. Bu toplumunu şarkılarını bile anlayamaz. Aşık Veysel’in türkülerini bile anlayamaz. Yunus Emre’nin hiçbir şiirini anlayamaz. Hazreti Mevlâna’nın hiçbir hikâyesini anlayamaz. Onun için din kültürü dediğimiz şey, din konusunda bilgi sahibi olmak dediğimiz şey sadece mümin bir birey olmak için değil, asgarî barış içerisinde birlikte yaşamak için ve bunda da hiçbir ayrım yapmamak lâzım. Bu topraklarda inanç adına ortaya çıkan bütün kültürleri bilmek lâzım.

    Her Sünnî vatandaşımız aynı zamanda Alevî vatandaşımızın inanışları hakkında da bilgi sahibi olmak zorunda. Ta ki yalan yanlış bilgilere hareket etmesin. Dört kapı nedir, kırk makam nedir, Hacı Bektaş Veli kimdir, On İki imam kimdir? Bütün bunları bilecek. Bu topraklarda yaşayan, biz birlikte yaşıyoruz. Dolayısıyla birbirimizin dünyasına asgarî hangi kelimelerle hangi kavramlarla konuşmamız gerektiğini tespit edebilmek için buna ihtiyacımız var.”