Yıl: 2012

  • Gazeteciler De Diyanetten Fetva İstiyor

     

    Diyanet, hileli gıda satarak elde edilen geliri ‘haram’kazanç olarak niteliyor.

    Biliyorsunuz son günlerde bal firmalarının yaptığı hileler konuşuluyor. İşte bu tartışmaya Diyanet de konuyla ilgili dini hükmü açıklayarak müdahil olmuş.

    Eh, Diyanet bu mevzulara girdiğine göre, benim de Diyanet’in dikkatini çekecek türden sorularım var.

    Diyanet’e soracağım sorular, medya sektörüyle alakalı.

    Biliyorsunuz medyada uzun zamandır süren bir tartışma var. “Tirajlar reel değil” tartışması.

    Bazı gazetelerin satış miktarlarını hile ile yüksek gösterdikleri ileri sürülüyor. Bu durumun ne boyutta olduğunu ben de biliyorum.

    Elde kalem olunca gazetelerin tiraj almalarında da zorluk çıkmıyor. Tirajlar kalemle yazılınca okurun beğenip beğenmemesinin de bir kıymeti kalmıyor.

    Diğer taraftan reklam veren için bu tiraj bilgileri önemli bir veri. Verdikleri reklamların kaç kişiye ulaştığını ancak tiraj raporlarına bakarak belirliyorlar. Verilen reklamın değerini de bu tirajlar belirliyor.

    Mesela gerçekte 20 bin satan bir gazete, dağıtım şirketi kayıtlarında kendini 100 bin satıyormuş gibi gösterebiliyor.

    Reklam veren sonuçta dağıtım şirketinin verilerini esas kabul ediyor.

    Yani müşteri ile alışverişine esas teşkil eden veriler hileli.

    Benzer tartışmalar TV’lerin izlenme oranları hakkında da yapılıyor.

    TV’ler de çeşitli hilelerle izlenme oranlarını normalin üzerinden gösteriyorlar. TV’lere de reklam verenler için o TV kanalının ne kadar izlendiği önemli bir gerekçe. Kimsenin izlemediği bir kanala reklam vermek pek akıl karı değil. Öyle değil mi?

    Anlayacağınız medya dünyasındaki ‘hile’ gıda sektöründekinden pek geri kalmıyor.

    İşte bu nedenle Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez hocamızın medyaya da bir çift laf etmesi gerek.

    Yapılan bazı ‘küçük’  ayarların getirdiği kazanca ‘haram’ diyerek hileye başvuranları caydırabilir miyiz?

    Bana sorarsanız, medyada da bir terbiye hareketi başlatsak fena olmaz.

    Çünkü sektör yıllardır kendi içinde bu sorunu bir türlü çözemedi.

    Görünen o ki iş Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez Hoca’ya kaldı.

    Şimdi, soruyu toparlıyorum:

    Tirajlarını ve reytinglerini çeşitli hilelerle olduğundan fazla gösterip, müşteriden hak etmediği sayıda ve ücrette reklam alanların kitaptaki yeri ve hükmü nedir hocam?

    Buradan gelen kazancın hileli gıdadan gelen kazançtan bir farkı var mı?

    Meseleyi Diyanet’e havale etmedeki öncelikli amacım ‘hileli tiraj veya reyting’ ile yüksek gelir elde edenlerin ağız tadını bozmak değil, sektörde işini iyi yapanların hakkını savunmak.

    Çünkü veriler gerçek olmayınca sektörde kimin çalışıp kimin yan gelip yattığını öğrenemiyoruz. Hem reklam verene de haksızlık oluyor. Öyle değil mi?

    “Herkesin 28 Şubat süreci aktörlerine dönük operasyonu konuştuğu bu günlerde bu da nereden çıktı?” dediğinizi duyar gibiyim.

    Şuradan: Bir daha 28 Şubat türü bir sürecin yaşanmaması için sağlam bir medyaya ihtiyaç var.

    Herkesin geçmişle uğraşmasına gerek yok, kimimiz da gelecek için çabalayalım fena mı olur.

    Hem “28 Şubat’ta medya olmasaydı asker bu kadar başarılı olmazdı”diyorsunuz, hem de yeni ve sağlam bir medya kurmuyorsunuz. Olmaz ki ama.

     

    Levent Gültekin

  • Vatandaşın Kutlu Doğumdan Haberi Var Mı ?

    Diyanet İşleri Başkanlığı Din Hizmetleri Genel Müdürü Dr. Yaşar Yiğit, Kutlu Doğum Haftası ile ilgili Cihan Haber Ajansı’na açıklamalarda bulundu. Başkanlık olarak yaptıkları bir araştırmaya göre vatandaşların yüzde 77’sinin Kutlu Doğum’dan haberdar olduğunu söyleyen Yiğit, “Toplumun yüzde 77’si Kutlu Doğum’dan haberdar. Bu azımsanamayacak bir rakam.” dedi.

    Vatandaşların yüzde 24.5’inin hutbeler, yüzde 24’ünün bilbord-afiş ve broşürler, yüzde 22.5’inin gül ve aş dağıtımları ile Kutlu Doğum’dan haberdar olduğunu kaydeden Yiğit, “Araştırmaya göre yüzde 82’si ise Kutlu Doğum’u benimsiyor, önemli görüyor. Bu rakamlar dikkate alındığında halkımıza ulaşma noktasında başarılı olduğumuz söylenebilir. Tabi temel amacımız yüzde 23’lük bölümü de ulaşmak.” diye konuştu.

    Yiğit’in verdiği bilgiye göre vatandaşlara ‘Kutlu Doğum Haftası’nda etkinliklerin konusu ne olmalı?’ diye sorulduğunda; ‘Hz. Muhammed (SAV)’in her yönüyle anlatılması olmalı’, ‘Hz. Muhammed (SAV)’in merhameti -şefkati olmalı, ‘Hz. Muhammed (SAV)’in adaleti-dürüstlüğü olmalı’, ‘Hz. Muhammed (SAV)’in aile hayatı olmalı’, ‘Hz. Muhammed (SAV) ümmet sevgisi olmalı’, ‘Hz. Muhammed (SAV)’in çocuk- insan sevgisi olmalı’, ‘Hz. Muhammed’in cömertliği ve sabrı olmalı’, ‘Hz. Muhammed (SAV) anlayışı- hoşgörüsü olmalı’, ‘İslam ahlakı olmalı’ gibi yanıtları verildi.

  • Peygamberin Kim?

    , Hz. Muhammed (s.a.v.)’in hem peygamberlikten önce hem de peygamberlikten sonra doğru bir insan olduğunu belirterek, ‘O, özünde ve sözünde doğru bir insandı’ dedi. 

    Kayseri ÇAKÜD tarafından’Es Sadık’ başlığıyla düzenlenen konferans, İl Özel İdare Müdürlüğü salonunda gerçekleştirildi. 

    Emekli öğretmen Hacı Ali Çakıcı’nın Kur’an-ı Kerim okumasıyla başlayan konferansa konuşmacı olarak Gaziantep Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı olan Prof Dr. Ali Akpınar katıldı. Doğruluk (Sıdk) sözcüğünün dini anlamda kişinin inancında, niyetinde, söz, fiil ve davranışlarında samimi, dürüst olması ve hilesinin bulunmamasını ifade ettiğini hatırlatan Prof. Dr. Ali Akpınar, Sıdk kelimesinin Kur’an’da 156 kez geçtiğini vurguladı. Kur’an’ı anlamak için önce Peygamberimizi tanımak gerektiğini ifade eden Prof. Dr. Akpınar, ‘Yüce kitabımızda peygamberimizi öven ayetlerden anlıyoruz ki, Allah’ü Teala (İşte bakın adam gibi adam böyle olunur, adam gibi Müslüman böyle olunur) demektedir. Öncelikle O’nu anarak işe başlayacağız. Sonra bununla da yetinmeyerek O’nu anlayacağız. O, özünde ve sözünde doğru bir insandı. O, Ku’an’ın ete kemiğe bürünmüş haliydi. O’nun seslerinde Ku’an’ın ayetleri işitilirdi. O’nun davranışlarında Kur’an’ın ayetleri okunurdu. O’nun davranışları Kur’an süresi gibiydi. O, bireysel ve toplumsal hayatında Kur’an süresi gibi davranırdı.’dedi. 

    O’NU NE KADAR SEVİYORUM ? Peygamberin Kim Diye Sorulacak

    Ölümden sonraki kabir hayatında ‘Peygamberimizin kim’ olduğunun sorulacağını vurgulayan Prof. Dr. Ali Akpınar,sözlerini şöyle sürdürdü; ‘Kabirde peygamberimizden sorulacağına göre o zaman ben peygamberimizin sözlerinden kaç cümle biliyorum? Ben peygamberimizin ailesini, ehli beyti’ni ne kadar tanıyorum? Onları ne kadar seviyorum? O’nun sözlerinden kaç tanesini biliyorum? Aslıyla kaç tanesini söyleyebiliyorum? Daha doğrusu O’nun hayatı benim hayatımı ne kadar süslüyor, hayatımı anlamlandırıyor? O’nun bize en büyük emaneti olan Kur’an’dan bizde kaç tane ayet var? O’nu ne kadar izleyebiliyorum? Ben O’na ne kadar yakışıyorum? İşte nitelik ve nicelik açısından bu soruların cevapları, bize ümmetlik testinde olduğumuz yeri gösterir.’ 

    GÜL LOKUMU DAĞITILDI 

    Eğitim-Bir Sen Kayseri Şube Başkanı Aydın Çalışkan ile çok sayıda davetlinin katıldığı gecede, salonda yer kalmadı. Gecede Kayseri ÇAKÜD Yönetim Kurulu Başkanı Ali Kilci de dernek olarak yaptıkları çalışmaları anlattı. Ney taksimi eşliğinde Naat’ı şeriflerin okunduğu gece, Asım Cengiz Gür’ün yaptığı dua ile sona erdi. Program sonunda salonu dolduran davetlilere, gül lokumu ve 40 hadis’i şerif kitapçığı hediye edildi. 

    PROF. DR. ALİ AKPINAR KİMDİR? 

    1963’de Konya’da doğan Prof. Dr. Ali Akpınar, ilk, orta ve lise öğrenimini aynı kentte tamamladı. 1984’de Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesini bitiren Prof. Dr. Ali Akpınar, 1988’de aynı üniversitede Sosyal Bilimler Enstitüsünde Tefsir Ana Bilim Dalında Yüksek Lisans ve 

    1993’de de doktorasını tamamladı. Diyanet İşleri Başkanlığı ve Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde çeşitli görevlerde çalışan Prof. Dr. Ali Akpınar, 1989-1993 yılları arasında Avusturya’da bulundu. 1995’te İnönü Üniversitesi Darende İlahiyat Fakültesi Temel İslam Bilimleri Bölümü-Tefsır Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi olan Prof. Dr. Akpınar, 1996’da Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesine geçti. Dekan Yardımcılığı ve Temel İslam Bilimleri Bölümü Başkanı olarak görev yaptıktan sonra 2011 yılında Gaziantep Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanlığına atandı. Kur’an’ın anlaşılması ve yorumu, halkımızın Kur’an anlayışı, Kur’an tercüme teknikleri, kültür dünyamızdaki Kur’an motifleri gibi konular üzerinde çalışmalar yapan Prof. Dr. Akpınar’ın 40’ın üzerinde ulusal ve uluslar arası makalesi, 15 adet yayınlanmış kitabı bulunmaktadır. – KAYSERİ

  • Peki Kuran Derslerini Kim Verecek?

    Özellikle de ortaokul ve lise müfredatına ‘seçmeli’ statüsüyle dahil edilen Kur’an-ı Kerîm ve Siyer (Peygamber Efendimiz’in hayatı) dersi… Kimilerine göre laik eğitim sistemi temelinden yıkılıyor! Bu iddia sahiplerine göre okulda imamlar dolaşacak, kızlar başını örtecek ve öğrenciler, abdest almak zorunda kalacak. Büyük bir kitleye göre ise “Çoğunluğu Müslüman bir ülkede Kur’an-ı Kerîm ve siyer dersinin seçmeli okutulması normal hatta bu noktada geç bile kalındı.” diye düşünüyor. Fakat bir de tartışmanın esası var ki orada da karşımıza “Nasıl?” sorusu çıkıyor… Millî Eğitim Bakanlığı Din Öğretimi Genel Müdürü İrfan Aycan, öncelikle ortalıkta dolaşan yorumların yanlışlığınana işaret ediyor. Medyanın bilgiye dayanmayarak, halka kendi yorumlarını sunduğunu söylüyor. Çünkü ders saati ve müfredat henüz belli değil. Ayrıntılar önümüzdeki günlerde netleşecek. Önce Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı (TTKB) ders saatini belirleyecek, ardından genel müdürlük müfredat hazırlığına başlayacak.

    Derslere Kur’an gelmeyecek!

    Peki, Kur’an ve siyer dersinin müfredatı nasıl olmalı? Din Öğretimi Genel Müdürü Aycan’a göre, Kur’an-ı Kerîm okula değil, MEB’in hazırlayacağı kitaplara taşınmalı. Derslerde cami eğitimi benzeri üslup olmamalı.orhenta Müfredat, çağdaş eğitim sistemiyle bağdaşmalı. Dersi sadece, din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmeni vermeli. Aslında Genel Müdür’ün görüşleri, oluşturulacak müfredata dair yeterince bilgi veriyor.

    Tabii bir de siyer dersi var. Genel kanaat, siyer için belirlenecek müfredatta da Kur’an eğitimindeki gibi alışılmışın dışına çıkılması yönünde. Din eğitimine yönelik çalışmalarıyla tanınan Recep Kaymakcan ve Bilal Yorulmaz, mevcut işleyişte Peygamber Efendimiz’in (sas) hayatının kronolojik anlatıldığını ve birkaç sayfaya sığdırıldığını söylüyor: “Peygamberimiz ile ilgili öğrenciye asıl anlatılması gereken, davranışları ve yaşam şeklidir. Olaylar karşısındaki duruşu, çevresindekilerle ilişkisi, çocuklara muhabbetidir… O’nun hayatı kıssalarla dile getirilmeli. 1500 yıl önceki fiillerinin tamamının bugün hala manasını koruduğunu güncelle ilişkilendirerek anlatmak lazım. Yani öğrenci, yaşadığı olaylar karşısında ‘Efendimiz nasıl davranırdı böyle bir durumda?’ diye düşünecek hale gelmeli.”

    Derslerin güncelle ilişkisi kurulmalı!

    Prof. Dr. Recep Kaymakcan: Kur’an-ı Kerîm okuması öğretilmezse öğrenciye dersin bir anlamı olmaz. Çünkü Kur’an hakkında diğer bilgiler din kültürü derslerinde veriliyor. Yapılması gereken, dersi kurlara ayıran bir müfredat olmalı.’Elif–ba’ öğretilmeli önce, sonra okumaya geçilmeli. son aşamadaysa, tecvitli Kur’an okumaya geçilmeli.Bunlarla birlikte eşzamanlı olarak, meal okunmalı derslerde. Meali okunacak sûreler yaşa göre seçilmeli. İlk seviyede meal okumaları Kur’an kıssaları ve İslam ahlakını yansıtan ayetler üzerine yapılabilir. Lisede ise mealleri okunacak sûreler değişmeli ve daha felsefi olanlar üzerine dersler ilerlemeli. Ve meal okuması esnasında gündeme gelen her konunun güncelle, gündelik hayatla ilişkisi kurulmalı.

    Meal ve tefsir mutlaka olmalı

    Yard. Doç. Dr. Bilal Yorulmaz (Marmara Üniversitesi Din kültürü ve Ahlak bilgisi Öğretmenliği): Öğrencilerin Kur’an-ı Kerim’i okumayı öğrenmesini sağlanmalı. Bunun için de dersler, kurlara bölünebilir. Dönemli ve yıllık bir müfredat hazırlanabilir. Ama derslerde, esas alınması gereken şey yüzünden Kur’an okumayı öğretmek ve ezber yaptırmak olmalı. Ku’ran okumayı da mahreç ve tecvitli öğretmek gerekli. Dersler, Kur’an’ın “İçeriğinde ne var?” sorusuna cevap verilmesiyle sınırlı kalmamalı. Kur’an-ı Kerim hakkında anlatılan temel bilgilerin dışına çıkılmalı. Muhakkak meal okuma ve tefsir olmalı.

    Dersleri branş hocaları vermeli!

    Din-Bir-Sen Genel Sekreteri Süleyman Çalışkan: Kur’an indiğinden bu yana anlaşılmak ve içindekileri yaşamak için okundu. Bu derslerde de öKur’an-ı Kerim’in neden okunduğu ve içindeki yaşam şekli anlatılmalı. İslami yaşam şeklinin ne olduğu ayetler üzerinden gösterilmeli. Çocuklar bu dersten, günlük hayatta hep ihtiyacımız olan aile hayatının, ticaretin, insanlarla ilişkilerin nasıl olması gerektiğini öğrenmeli. Burada derslerin içeriği kadar dersleri verecekler de önemli. Bugün pek çok okulda din kültürü öğretmeni olmadığı için derslere başka branşların öğretmenleri giriyor. Eğer, Kur’an derslerinde de aynı şey olursa bu dersi seçmeli yapmanın hiçbir önemi olmaz. Bu yüzden müfredattan önce dersleri verecek öğretmenler belirlenmeli.

    Kur’an 3 aşamada öğretilebilir

    Adem Güneş (Pedagog): Kur’an-ı Kerim eğitimi, diğer eğitimlerden biraz farklı… Kur’an öğrenmek, öğrenilen Kur’an’ın ezberini de beraberinde getiriyor… Bunun haricinde bir de Kur’an-ı Kerim’i anlamak ve yorumlamak da Kur’an’a has bir eğitim usulüdür… Bu yüzden, Kur’an eğitimi üçayak üstüne kurulmalı.

     

    Birincisi ezberlemek.İkincisi harflerini okuyabilmek ve yazabilmek.Üçüncüsü anlayabilmek. Bu kategoriler çocuğun yaşına göre değişmektedir. Kur’an harfleri ile bir şeyler yazabilen çocuk daha sonra Kur’an okumalarına başlayabilir… Günümüz Kur’an eğitiminde bir ezber başlatılmadan ve Kur’an harfleri ile yazılar yazmadan hemen okumaya geçiliyor ki, bu da doğru değildir. Son aşamada ayetlerin Türkçe meal ve tefsirlerini öğrenme üzerine yapılmalıdır.

    ZAMAN

  • Fahri Kuran Kursu Öğreticisi Alımlarında Skandal

    Diyanet İşleri Başkanlığınca yıllarca ücretsiz ya da yarı ücretli olarak manen hizmet etme ve faydalı olma amacıyla bulundukları yerlerdeki Kuran Kurslarında fahri olarak görev yapanlar için bir kereye mahsus olarak yönetmelik çıkartılmıştı. Bu yönetmelik doğrultusunda pek çok din görevlisine tanınan imkân, bazı müftülükler tarafından yapılan sehven veya kasıtlı kayıtlar sebebiyle birçok kişinin atamasının iptal edilmesine sebep olduğu öğrenildi.

    Yanlış Bilgi Verenler Diyanetten Dönüyor

    İptal edilme sebeplerinin en başında 240 günlük sürenin tamamlanmamış, müracaat eden kişinin kaydının yapıldığı Kuran Kurslarının geç açılmış, 17 Aralık 2011 tarihinden sonra ki günlerde kurs süresinin tamamlamış olmasının geldiği belirtildi.


    Kamuoyunun halen üzerinde tartıştığı, haksızlık ve kayırmanın en bol olduğu iddia edilen fahrilerin atanması konusunda bazı müftülüklerin kayıtları acele getirerek hatırlı kişilerin evraklarını tanzim ederek, “yanlış Diyane’tten dönsün” anlayışı içerisinde müracaatları alması yüzünden Diyanet’i de zor durumda bıraktığı ve tepki telefonlarının personel daire başkanlığına geldiği belirtildi.

    Yeni kurulan Kuran Kurslarında 5/6 aylık öğreticileri de 240 gün çalışmış gibi gösteren, bazı cami görevlilerinin müftülüklere bilgi verirken bazı yerlerde de ihtiyaç kadrosunun olması gereken fazla gösterilmesi, aday olarak bildirilen kişilerin atanmasının kolaylaşması şeklinde çalışmalar yapılması, yeterinden fazla kadro sayılarının ihtiyaç gibi gösterilmesi, sabıka kayıtlarının, öğrenim belgelerinin, bir ücret karşılığında çalışmış olduğu belgelerde eksiklik görünmesi ve diğer nedenlerden dolayı birçok kişinin atamasının iptal edildiği ve çalışmaların devam ettiği belirtildi.

    Müftülük Ve Kuran Kursu Yöneticilerine Soruşturma

    Kuran Kursu yöneticilerinin ve müftülüklerin kayıtları kabul ederken bir yanlış olursa “Diyanet zaten geri çevirir” anlayışı içerisinde bunları Ankara’ya gönderdiklerinin tespit edilmesi üzerine Diyanet İşleri Başkanlığı’da yaptıkları incelemeler sonucunda şartları uymayanlara atama yapılmayacağını, gelen ihbarları değerlendirerek suiniyet gösteren Müftülük ve Kuran Kursu yöneticileri için de soruşturma açılacağını belirtti.

    Dinihaberler

     

  • Hem İhl ler Hem De İlahiyatlar Yetersiz!

     


    Belki de bu yüzden, imam hatip mezunlarının imamlıkta yetersiz kaldıkları, ilahiyat camiasının yaygın bilinen bir “sırrı”dır. İmam ve ÖNDER, ikisinin de kelime anlamı “imam”. ÖNDER Başkanı ile imamların “önderliğini” konuştuk.

    Rafet Ballı: 
    İHL mezunu kardeşlerimizin önünde 2 temel seçenek bulunuyor. Ya üniversiteyi kazanıyor, ilahiyat ya da başka bir yüksek öğrenim dalını seçiyor, ya da Diyanet’e girip din görevlisi oluyor. Üniversiteye girişte başarılı olamadığını ortaya koydum. Gelelim diğer alana, din görevlisi olmasına. Sizi üzeceğim belki ama, İHL
    mezunları din görevlisi olarak da yeterli ve dolayısıyla başarılı değiller. Size bizzat ilahiyat fakülteleri hocalarının yaptıkları araştırmalardan birçok örnek getirdim. Hepsi sizin tanıdığınız isimler, hocalarınız. Özetle diyorlar ki, “imam hatip mezunları, hatta ilahiyat fakültesi mezunları din görevlisi olarak iyi yetiştirilmiyor. Din görevlisinin bizzat kendisi ‘ ben kendimi yeterli bulmuyorum’ diyor. Cemaat diyor ki, ‘imamlar yetersiz’. Siz İHL mezunlarının haklarını korumak için kurulmuş bir derneksiniz. Ben şimdi size soruyorum. İHL’de eğitimin düzelmesi için neden yıllarca bir şey yapmadınız? 20 yıl önce de yetersizdi, 10 yıl önce yetersizdi, şimdi de yetersiz. Hatta bir şey daha ekleyeyim. 1970 öncesinde İHL’de eğitim, din görevlisi yetiştirmede daha kaliteliymiş. Hocalarınız böyle söylüyor. Benim de gözlemim o yönde. 


    Hüseyin Korkut: 
    İmam-hatip lisesi mezunları din hizmetlerinde görev alırken önemli bir sınav olan yeterlilik sınavına girerler. Bu sınavda başarılı olanlar görev alabilirler. Bu görevleri üstlenen mezunlarımızın önemli kısmı da ya ilahiyat fakültesi ya da başka fakültelerden mezun olarak görevlerine devam etmektedirler. İmam-hatip okullarında 1970 öncesinde daha zengin bir müfredat uygulandığı doğrudur, o dönemde Farsça, Osmanlıca, astronomi vb. dersler de müfredatta yer almış. İmam-hatip liseleri başarısız okullar olsa idi halk bu okullara çocuklarını göndermez, okulların yüzde doksanını kendi imkanları ile yaptırmazdı.

    Yani sayılarının artırıldığı, üniversiteye girişte önlerinin açıldığı dönemden itibaren İHL’de eğitimin kalitesi düşüyor. Bunu ben değil, hocalarınız söylüyor. Ve 25 yıldır, 30 yıldır eğitimin kalitesinin düzeltilmesi yönünde bir adım atılmadı. Niye bu konuda sorumluluğunuzu yerine getirmediniz?

    İHL TÜRKİYE’YE CİDDİ KATMA DEĞER SAĞLADI 

    Bu konuda çalışıyoruz. Önemli çalışmalar yaptık. Kalite ve başarı konusunu daha önce ifade ettim. Tekrara gerek yok zannediyorum.

    Hani nerede, bir şey göremiyoruz. Bir şeyler düzelseydi, şimdiki Diyanet Başkanı Mehmet Görmez, yardımcılığı döneminde, “İHL’de de, ilahiyatta da verilmesi gereken eğitim verilmiyor” diye bir açıklama yapmazdı.. 
    İmam hatipler ideal durumda, dört başı mamurdur denemez elbette. 


    İdealini sormuyorum…

    İHL’lerin 1951’den bu yana Türkiye’ye çok ciddi katma değer oluşturduğunu kaydetmek gerekir. Başarı sadece üniversiteye girişte aranmamalı. Hem din hizmetlerinde ciddi sorumluluk aldılar, bir büyük boşluğu doldurdular. Hem de 1950’lerden itibaren, köyden kente göçerken, gerek kültür anlamında, gerekse entelektüel anlamda insanımızın kendi medeniyet değerleriyle tanışması ve barışması anlamında İHL çok ciddi bir fonksiyon icra etti. Bunda hiçbir şüphe yok. Ama detay eğitim sorunlarını konuşacaksak, elbette bütün eğitim –öğretim alanında olduğu gibi sıkıntılarımız var. 

    Ben detaydan söz etmiyorum. Temel durumu tartışıyorum..

    Ben de mihrapta namaz kıldıracak mezunumuz yabancı dil olarak Arapçanın yanı sıra Farsçayı, bir Batı dilini iyi bilmesini isterim. 

    ARAPÇA BİLMELERİ ŞART DEĞİL

    Bırakalım Farsçayı ve bir Batı dilini, eski sisteme göre 7 yıl İHL, 4 yıl ilahiyat olmak üzere 11 yıllık eğitimden sonra ilahiyatlardan mezunlarının bile büyük çoğunluğu Arapça bilmeden mezun oluyordu. Bu konuda yapılmış araştırmaları gösterebilirim size. Bu durum ayıp, günah. Bir din görevlisi Arapça bilmeden bu dini halka nasıl anlatabilir?

    O kadar da değil. Üstelik sadece imam ve hatiplik yapmak için Arapça konuşabiliyor olmak şart değil.

    Elbette bilenler var ama azınlıkta. 

    Camide sadece imamet yapacak kimseler çok derin fıkıh ve tefsir alimi olmayabilir. Elbette hem dil hem de diğer ilimlerde derinlik sahibi olmaları arzu ettiğimiz durumdur.. İlahiyat fakültesini bitirmiş akademik çalışmalar yapmış üniversitede hocalık yapan, bu toplumda gerek İHL neslinin yetiştirilmesinde, gerekse toplumun aydınlatılması anlamında yetkin insan sayımızın artması önemli. 

    Bakınız yüksek İslam enstitüleri, din görevlisi yetiştirmede şimdiki ilahiyatlardan daha başarılıydı. Niye? Çünkü, din görevlisi yetiştirmekti birinci işi. 

    Yüksek İslam enstitüsü mezunu olup da akademisyenlikte başarılı olan birçok isim var…

    TALEP ARTTIKÇA KALİTEDE ZAYIFLAMA OLUR 

    Soru: Birçok kaynağınıza baktım. 1970 öncesindeki İHL eğitimin in daha başarılı olduğunda hemen herkes hemfikir. 1970’lerden itibaren giderek düştü. Burada hemfikir miyiz?

    Bir yerde talep arttıkça, kitle büyüdükçe o kitlenin yetiştirilme kalitesinde zayıflama olur. Ama artan kitlemiz içinde, 1970 öncesine göre çok daha başarılı olanlar da var. Toplamda, 1970 öncesine göre eğitim uygulamalarında bir yoğunluk azalması olabilir. Türkiye’de birçok alan da öyle değil mi? Ama şundan şüpheniz olmasın. Özellikle 1997’ye kadar birçok konuda 1970 öncesinden daha başarılı gelişmeler de sağlandı. 

    Ben öyle bir araştırmaya rastlamadım. 

    Rastlamamış olabilirsiniz.

    İLAHİYATIN DÜNYA ÇAPINDA “HOCASI” VAR MI?

    Neyse devam edelim. O tanımladıklarınız akademisyenlik ölçüsü. İlahiyatçı akademisyenlerin de çok iyi yetişmiş olmasını bekliyoruz. Sadece Türkiye, sadece İslam alemi için değil dünya çapında akademisyenler istiyor gönlümüz. Ama yok…
    Sınırlıda olsa var. Hayrettin Karaman var, Bekir Topaloğlu var, başka isimler var..Sadece akademik alanla sınırlı değil siyasette,sporda da var.

    İsimler üzerinde tartışmaya girmem.

    Diğer bilim dallarında Türkiye’nin durumu daha mı iyi?

    Başka alanlar ayrı bir tartışma konusu. Şimdi gündemimiz din görevlisi eğitimi. Size pek çok araştırma gösterebilirim. İlahiyat hocaları tarafından yapılmış. İlahiyat fakülteleri hocaları, İHL mezunlarının kendileri ve cemaat tarafından bakıldığında hep aynı sonuç ortaya konulmuş: “İHL mezunları din görevlisi olarak yetersiz.” 

    YETERSİZLİK İHL İLE SINIRLI DEĞİL


    Toplamda bir değerlendirme yapmak gerekir. Eğitim yetersizliğini sadece İHL ile sınırlı tartışırsak doğru olmaz. Evet, İHL kitlesi büyümüştür, büyüyen kitle içerisinde zayıf kalanlar vardır. Ancak, mezunlarımızın çoğu başarılıdır. 

    Durum öyle anlaşılıyor ki, 1974’ten itibaren İHL mezunlarına üniversite yolu açılıp sayıları artırılınca ortaya şöyle bir tablo çıkıyor: Araştırmaların da gösterdiği gibi, İHL mezunlarının yüzde 90’ı din görevlisi olmak yerine ilahiyat dışı bir üniversiteye gitmeyi hedefliyor. Başarılı olanlar üniversiteye geçiyor. Üniversiteyi kazanamayan ve başka seçeneği bulunmayanlar mecburen din görevlisi olmayı kabulleniyor. İlahiyat hocalarının araştırmalarıyla da açıkça ortada olan bu tablo niye sizleri rahatsız etmedi?

    İmam-hatip mezunlarının çoğunun alan dışını tercih ettiği doğrudur. Bununla beraber başarılı olup özellikle mesleki alana yönelen mezunlarımız da var. Mecburen mesleğe yönelenlerin sayısı çok sınırlıdır. İmam-hatiplik vb görevlere gelebilmek için zor sınavları geçmek zorundadır. Dini hizmetlerde bulunacak mezunlarımızın her anlamda daha donanımlı olmaları arzu ettiğimiz bir durumdur.


    İlahiyat hocaları: 
    “Sayı arttı, kalite düştü”

    Birçok ilahiyat fakültesi hocası, İHL ve ilahiyat fakültesi mezunlarının (en az yüzde 80’i
    İHL kökenlidir) yetersiz eğitim aldığı konusunda ortak görüşe sahip. Önce Uludağ Üniversitesi
    İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Yard. Doç. Dr. Mustafa Öcal’ın tebliğindeki tespitleri aktaralım. Mustafa Öcal, ÖNDER camiasında muteber bir isimdir. ÖNDER’in yayımladığı imam hatiplerin tarihiyle ilgili kitap, Mustafa Öcal imzalıdır.
    “İmam hatip liselerinde 1970’li yıllarda görülen
    gerek okul, gerek öğrenci sayısı itibariyle hızlı artışla ters orantılı olarak kalitede bir düşüş gözlenmiştir.. hemen herkes bu konuda hemfikirdir.” (Mustafa Öcal, Türkiye’de Din Eğitimi ve Öğretimi, İslam Medeniyeti Vakfı yayınları, İstanbul 1993, sayfa.49)

    * Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez: (Başkan Yardımcısı iken) “İmamlarımızın
    durumu gerçekten iyi değil. Bir özgüven bunalımı içinde… İHL’de alması gereken bilgileri öğrenci alamamış, ilahiyat fakültesine bırakılmış, Diyanet İşleri Başkanlığına geçmiş, müftü olmaya karar vermiş. Ne yapsın Diyanet İşleri Başkanlığı? Mecburen başa dönerek … verilmeyen bilgileri vermeye başlamış.” (Türkiye’de Yüksek din Eğitiminin Sorunları Sempozyumu, 16-17 Ekim 2003, S. Demirel Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları,
    Isparta 2004. s.448-449)

    ‘DİN GÖREVLİLERİ MESLEKİ AÇIDAN YETERSİZ’

    19 Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Dr. Hasan Dam: “Yaptığımız
    bir araştırmada (kendi doktara tezi), deneklerin (cemaatin) yüzde12’si din görevlilerinin
    mesleki açıdan yeterli olduğunu ifade ederken, yüzde 33.9’u yeterli olmadığını, yüzde
    43.1’i kısmen yeterli olduğunu söylemişlerdir… Kısmen yeterli bulmanın yetersizliği de
    içerdiği göz önüne alındığında deneklerin (cemaatin) çok büyük bir kısmının (yüzde77)
    din görevlilerini mesleki açıdan yeterli bulmadıkları anlaşılmaktadır. (Ramazan) Buyrukçu’nun
    araştırmasında, gerek din görevlilerinin kendileri, gerekse cemaat, çoğunlukla din görevlilerinin mesleki açıdan yetersiz olduklarını söylemişlerdir. (Şükrü) Keyifli’nin araştırmasında, imam hatiplerin sadece yüzde 24.8’i eğitim düzeylerini, görevlerini yerine getirmede yeterli bulurken,
    diğerleri yetersiz olduğunu, ya da kısmen yeterli olduğunu ifade etmişlerdir.
    Başka araştırmaların sonuçları da bu bulguları destekler niteliktedir.” (Isparta sempozyumu,
    sayfa 42)
    “İHL’ye öğretmen yetiştiren “İlahiyat Fakültelerinin ortak problemi, mezun ettikleri elemanlara
    yeterince Arapça ve Kur’an’ı Kerim öğretememektir.” (Öcal, sayfa 44)
    ‘Kur’an mealini okumadan
    mezun oluyorlar’
    “İlahiyat fakültelerimizde yetişmekte olan gençlerin büyük çoğunluğu ders dışında kitap, dergi ve hatta gazete bile okumamaktadırlar. Mesela, öğrencilik hayatı boyunca Kur’an-ı Kerim mealini baştan sona bir defa olsun okumadan mezun olan bir hayli mezunumuz vardır.” (Öcal,
    sayfa 50).
    Prof. M. Faruk Bayraktar:
    (Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyesi) “… (Kur’an kursunda) öğreticilerin yüzde 57.24’ünün Kur’an mealini baştan sona okumadığı görülmüştür.” (Türkiye’de Din Eğitimi ve Öğretimi, 40. Yıl, s.141)

    Rafet Ballı
    rafballi@gmail.com

    Editörün Notu:Bu haber ulusal kanal sitesinden alınmıştır. Bu sebeple haberin sunumu taraflı olabilir. Bunlara dikkat ederek okumanızı rica ediyoruz.

  • Diyanetten Sahte Bal Fetfası

    Diyanet İşleri Başkanlığı Kayseri Eğitim Merkezi uzmanlarından Hüseyin Akıncı, İslam ticaret hukukunda ‘zarara uğramama ve zarara uğratmama’ düsturu bulunduğunu bildirdi. Hileli gıdaların satışından elde edilen gelirin helal olmayacağını vurgulayan Akıncı, Hz. Peygamber(sav)’in “Bizi aldatan bizden değildir.” uyarısını hatırlattı.

    Akıncı, Hz. Muhammed(sav)’in bu uyarıyı yapmasına neden olan olayı da şöyle aktardı: “Bir keresinde Efendimiz (sav), Medine çarşısında geziyordu. Buğday, arpa, mısır satıcılarının bulunduğu sokağa girdi. Çarşıda yürürken önünde bir arpa yığını olan bir satıcının malları dikkatini çekmişti. Sapsarı arpa yığını güneşte âdeta bir altın kümesi gibi parlıyordu. Peygamber Efendimiz (sav) biraz dikkat ettikten sonra, arpa yığınının altındaki bez parçasının ıslanmış olduğunu gördü. Mübarek ellerini yığının içine daldırdı ve bir avuç arpa çıkardı. Avucunda tuttuğu arpaların ıslanmış ve çürümeye yüz tutmuş olduğunu gördü. Buna çok celallendi. Çünkü bu arpalar kullanılamaz halde idi. Dükkân sahibine seslendi; ‘Bu malının hali nedir böyle? Satıcı, ‘Ey Allah’ın Resulü gün boyu yağan sağanak yağmurdan dolayı bütün malım ıslandı. Benim bir kabahatim yok’ dedi. Allah Resulü, satıcıya yaptığı şeyin insanları aldatmak olduğunu, bunun asla doğru olamayacağını söyledi. Sonra da şöyle buyurdu; ‘Bizi aldatan bizden değildir.”

    Akıncı, Hz. Peygamber(sav)’in Hz. Ömer’i esnafı denetlemesi için görevli tayin ettiğini de hatırlattı.

    Emekli Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Necmettin Nursaçan da Mutaffifin suresinin ilk ayetlerinin ticaret yapanlara önemli mesajlar verdiğini belirtti.

    Nursaçan, bu surenin, “Ölçüde ve tartıda hile yapanların vay haline! Onlar insanlardan (bir şey) ölçüp aldıkları zaman, tam ölçerler. Fakat kendileri onlara bir şey ölçüp yahut tartıp verdikleri zaman eksik ölçüp tartarlar. Onlar, büyük bir gün; insanların, Âlemlerin Rabbinin huzurunda duracakları gün için diriltileceklerini sanmıyorlar mı?” ayetlerini okuyan Abdullah bin Ömer’in (Hz. Ömer’in oğlu) hüngür hüngür ağladığını ifade hatırlatıyor. Nursaçan, Abdullah bin Ömer’in ağlamasının ise kul hakkına karşı hassasiyetten kaynaklandığını sözlerine ekledi.

  • Yeterlilik Mülakatına Girecekler Bunlara Dikkat Etsin!

    Yeterlilik Mülakat Sınavı İçin Öneriler

     

    1-Giyim, kuşamınıza özen gösterin (Erkekler mutlaka Takım elbise giysin ve kravat taksın)

    2-Mülakat sınavında en önemli konu kur’anı yüzünden okumaktır.bu yüzden sürekli Kur’an karilerini dinleyin.

    3-Önünüze bir Kur’an konulacak ve herhangi bir sayfayı açın ve okuyun denilecek.Bu yüzden Kur’anın tamamını güzel okumanız önemlidir.

    4-Üç aşamadan geçeceksiniz, A) Kur’anı yüzünden okuma B) Tecvit kurallarını sorma C ) Dini bazı bilgiler sorma (fıkıh,hadis,dua,siyer,akait vs gibi )

    5-Mülakat sınavında en önemli gördüğüm husus soruları yanıtsız bırakmama noktasıdır.Mutlaka soruları cevaplayın cevabını bilmiyorsanız dahi başka konulardaki bilgilerinizi sunun zira mülakat ta yeterliliğiniz ölçülür.bu yüzden mutlaka yedek bilgileriniz olsun.

    6- Mülakatta bazı bilgiler sorulacağı için almış olduğunuz Yeterlilik kitabını tekrar gözden geçirin.

    7- En çok okumanması gereken Tecvit konularıdır.Hatta diyebiliriz mülakatın en önemli nedeni Kuran okumanızı görmektir

    8- Kuran ezberlerinizi tekrar edin ve mutlaka sorulması muhtemel olan Yasin, mülk, haşr,duhadan aşağı, rahman gibi belirgin süre ve ayetler ezberinizde olsun.

    9-Çok önemsemeyin ve heyecan yapmayın.üstünüze düşeni yapın gerisini Allah’a havale edin.Yani Tevekkül edin.

    İmamlarhaber

  • Yeterlilik Barajının Düşmesi Ne İşe Yarar?

     

    Yeterlilik barajının düşmesi gerektiği lise mezunlarıyla ilahiyat mezunlarına sorulan soruların anyı olmaması gerektiği , barajın 55 le 60 arasına çekilmesi gerektiği gibi yorumlar geliyor. Diyanetle ilgili haberler yapan bir site de bunu haberleştirmiş. İyi güzel de böyle bir şeyin adalet, kalite, objektiflik, hak, hukukla alakası olmadığını hiç ama hiç belitrmemişler. Neden?

    Neden belitrmemişler diye sormuyorum neden baraj aşağıya çekilmemeli ?

    Neden lise mezunlarıyla önlisans mezunlarıyla 4 yıllık mezunlarına 3 ayrı sınav yapılamaz-yapılmamalı sorusu için soruyorum. 

    Öncelikle bunu diyanet istese yapabilir mi: el cevap kesinlikle yapabilir hatta yapmak da ister. Ama yapmamalı.Çünkü o soruları cevaplayamayan birinin din görevliliği yapabilme kapasitesi de sınırlıdır. Bir kere bilgi olarak eksikliği vardır demek anlamına gelir. Fakat bunu diyanetin pek önemsediğini zannetmiyorum. 

    Peki lise mezunlarına ayrı Önlisans mezunlarına ayrı 4 yıllık mezunlarına ayrı sorular sormak mantıklı mı ? Böyle bir şey olabilir mi?

    Bir kere bu mantıksız. Çünkü hepsinin talip olduğu makam aynı. Örneğin ihl mezunu imamlık için giriyor sınava ilahiyat mezunu da imamlık için giriyor. Onların arasında herhanki bir makam farkı bulunmuyor. Zaten Kuran Kursu İçin ayrı İmam-hatiplik için ayrı Müezzin Kayyımlık için ayrı ayrı sorular soruluyor. Böyle bir şey yapmak şöyle absürt bir şey: Biri ilkokul mezunu biri ortaokul biri lise mezunu 3 adayın bir sınava girip: ilköğretim mezununun bana böyle sorular sormayın ben bunları bilmiyorum beni ayrı sınav sokun demesi kadar saçma bir durum. Sizce diyanet camiası dışında böyle bir fikri bir insan ortaya atabilir mi. Atarsa ne kadar makul olur.. Sadece absürt komedi skeçlerine malzeme olur.

     

    Yakında Sadece İlahiyat Mezunları Yeterliliğe Alınabilir


    İlahiyat fakülteleri sayısının 53 çıkması kontejanların artması gibi durumlar düşünüldüğünde ve daha öncesinde diyanet camiasdaki söylenen bir haber vardı: Sadece ilahiyat mezunları yeterlilik sınavına alınacak. Bu ne kadar gerçekleştirilebilir veya diyanet böyle bir şeyi yapabilir mi ? El cevap elbette yapabilir ve yapmalıdır da ancak diyanet böyle bir şeyi yapacak yönetici bulunmuyor. Tepkiden çok korkan çok çabuk yılan bir yapısı var. Ayrıca sadece ilahiyat mezunlarını almaya kalkasalar bile inanın ilahiyat mezunları artık diyanetin yüzüne bakmıyor. Sadece bayanlar kuran-kursu öğreticiliği için bekliyorlar. Ancak onlarda fahrilik yapan hocaların kpssiz bir şekilde apar topar kadroya geçirilmesinden sonra onlar  için de herhangi bir umut yok.. Kısaca Diyanette ilahiyatçılara yer yok. Diyanette bulunan ilahiyatçılar da bir şekilde farklı kurumlara geçmeye çalışıyorlar. Tabi ki ilk adres meb. Neden diye sormayacağınız biliyorum ama olaki sordunuz tabi ki malum sebeplerden dolayı…

    İnsanların Beklentileriyle Oynanmamalı

    Barajın düşmesinin kaliteyi düşüreceğini adaletle alakası olmayacağını bunun başka problemlere de yol açacağını o yazıları kaleme alanlarda elbet biliyorlar ama mesele işin gerçekleşip gerçekleşmemesi değil. Mesele biraz insanların beklentileriyle oynamak. 

     İhsan Cabir

  • 2012 Diyanet Yeterlilik Sınavı Sonuçları Açıklandı

    Diyanet İşleri Başkanlığı 2012 Personel Yeterlilik Sınavı başvuru kılavuzunda, 11 Mart 2012’de yapılan Diyanet İşleri Başkanlığı 2012 Personel Yeterlilik Sınavı sonuçlarının 12 Nisan 2012’de açıklanacağı İfade ediliyor.
    Sınav sonuçları açıklandığı andan itibaren sitemizden ulaşabileceksiniz.

    Diyanet İşleri Başkanlığı 2012 Personel Yeterlilik Sınavı Sonuçları Diyanet İşleri Başkanlığı 2012 Personel Yeterlilik Sınavı Sonuçları Diyanet İşleri Başkanlığı 2012 Personel Yeterlilik Sınavı Sonuçları Diyanet İşleri Başkanlığı 2012 Personel Yeterlilik Sınavı Sonuçları Açıklandı