Yıl: 2012

  • Türkiyenin En Modern İmam Hatip Lisesi Yapılıyor

    Rize’nin Güneysu İlçesi Köprübaşı mevkiinde yapılması planlanan, Başbakan Recep Tayip Erdoğan’ın babası Ahmet Erdoğan’in ismini taşıyacak Anadolu İmam Hatip Lisesi için çalışmalar başladı. Okulun yapılması planlanan arazi üzerinde bulunan Çaykur’a ait günlük 120 ton yaş çay işleme kapasiteli Güneysu Çay Fabrikası’nın yıkımına başlanıldı. 1959 yılında yapılan fabrikanın arazisi ile birlikte Çaykur’dan 12 milyon TL’ye satın alındığı öğrenildi.

    İMAM HATİP LİSESİ’Nİ BAŞBAKAN YAPTIRIYOR

    Tamamlandığında 20 bin metre kare kapalı alana sahip olması planlanan ve 15 milyon TL’ye mal olacak projenin Başbakan Recep Tayip Erdoğan tarafından yaptırıldığı ileri sürüldü. Başbakan’ın hemşerilerini okulun başbakan tarafından yaptırılacağını duyduklarını ancak kesin bir bilgiye sahip olmadıklarını belirttiler. Başbakan’ın ise proje ile yakından ilgilendiği biliniyor.

    EN MODERN İMAM HATİP LİSESİ OLACAK

    Güneysu Belediye Başkanı Ahmet Minder konuyla ilgili yaptığı açıklamada, okulun tamamlandığında Rize standartlarında en modern okul olacağını belirterek, “Hafriyat temizleme çalışmaları sürüyor. Temeli atıldıktan sonra 1 yıl içerisinde tamamlanacağını tahmin ediyoruz. 20 bin metre kare kapalı alana sahip olacak. İçerisinde 700 kişilik bir konferans salonu, açık ve kapalı spor salonları, fitness salonu, kapalı yüzme havuzu ve 400 kişilik öğrenci yurdu bulunacak. Anadolu İmam Hatip Lisesi olarak hizmet verecek bina 800 kişilik öğrenci kapasitesine sahip olacak” dedi.

    Minder, okulun yapım maliyetinin kim tarafından karşılanacağı konusunda ve okula verilecek isim konusunda bilgi sahibi olmadığını belirtti. Minder, okulun ismi ile ilgili son kararın Başbakan Erdoğan tarafından verileceğini de sözlerine ekledi.

    Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın baba ocağı Güneysu İlçesi’nde Atasay Kuyumculuk tarafından yaptırılan annesi Tenzile Erdoğan’ın ismini taşıyan bir sağlık merkezi ve iş adamı Halit Çıngıllıoğlu tarafından yaptırılan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın dedesi Şehit Kemal Mutlu’nun adını taşıyan Anadolu Öğretmen Lisesi bulunuyor.

     
  • Diyanetten YÖK ün Genel Sekreterliğine Atandı

    Çetinsaya’nın, göreve geldiği ilk günlerde hakkında soruşturma bulunan eski Genel Sekreter Turgut Kılıç’ı görevden almasıyla genel sekreterlik koltuğu yaklaşık 8 aydır boş bulunuyordu.

    YÖK’ün ikinci adamı imam hatip mezunu, daha önce de vaizlik yapmış olan Akçeşme oldu. Akçeşme, Diyanet Vakfı Genel Müdürlüğü görevini yürütüyordu.

    Süleyman Necati Akçeşme, Bolvadin İmam-Hatip Lisesini bitirdikten sonra Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ne devam etti. 

    1977 yılında Diyanet İşleri Başkanlığı’nda memur olarak göreve başladı ve sırasıyla; musahhih, şef ve vaizlik görevlerinde bulundu. –

    1988-1994 yılları arasında Hollanda’da din görevlisi olarak hizmetini sürdürdü ve bu dönemde Hollanda Diyanet Vakfı Yönetim Kurulu Üyeliğini de yürüttü. 

     

    2005-2009 tarihleri arasında İstanbul-Beşiktaş Müftülüğünde vaiz olarak görevini sürdürdü. 

     

    Akçeşme, 11 Haziran 2009’da Türkiye Diyanet Vakfı Genel Müdürlüğüne atanmıştı.

  • İlahiyatçılar Hz. Ömeri Tartıştı

    Yapımını Suud ve Katarlıların üstlendiği, Arap TV kanalları ile birlikte Türkiye’de bir özel TV kanalında da yayınlanan “Hz.Ömer” dizisine Türkiye’deki ilahiyatçılardan destek geldi. 

    Konuyla ilgili AA muhabirine açıklama yapan ilahiyatçılar, Peygamberimiz hariç diğer İslami şahsiyetlerin dizilerde temsil edilebileceği, ancak içeriğin gerçeğe uygun olması ve tarihsel gerçeklere dikkat edilmesi gerektiği görüşünü savundu. 

    -“Bilinçli danışmanlar olduktan sonra temsil caiz”- 

    Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Faruk Beşer, temsilde tarihi gerçeklere uygunluk, temsil edilecek şahsın dizide küçük düşürülmemesi gibi konulara dikkati çekerek, “Bilgili, bilinçli din ve sanat danışmanları olduktan sonra temsilin caiz olmadığını söylememiz mümkün değil” dedi. 

    Daha önce de defalarca Hazreti Ömer filmi çekildiğini hatırlatan Beşer, temsilin aslına uygun gerçekleşmesi halinde sorun olmayacağını ancak dizinin içeriğinin ve verdiği mesajın tarihi gerçeklere uygun olmaması durumunda sıkıntı olacağını söyledi. 

    Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslâm Hukuku Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Vecdi Akyüz, Hazreti Ömer ile ilgili birçok film çekildiğini, senelerce “Hazreti Ömer’in Adaleti” ismiyle tiyatro oyunlarının gösterildiğini hatırlattı. Bu gösterimlerin defalarca yayınlandığını belirten Akyüz, “Peygamberimiz Hazreti Muhammed’in temsilinde sakınca olabilir, onun dışında sakınca yok” ifadelerini kullandı. 

    -“Kötü temsil edecekler diye fetva verilmez”- 

    İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır ise Suudi alimlerin dizinin yayınlanmasının caiz olmadığına ilişkin fetvasına “Böyle bir fetva verilemez” diyerek tepki gösterdi. Bayındır, sahabeleri temsil etmenin değil böyle bir fetvayı vermenin doğru olmadığını, bu tür fetvalarla söz konusu şahsiyetlerin insanüstü varlıklar gibi gösterildiğini savundu. 

    -“Temsil, bir sanat olarak icra edilebilir”- 

    Harran Üniversitesi İslam Tarihi ve Sanatları Bölümü Başkanı Prof. Dr. Adnan Demircan ise Hazreti Ömer’in gösterilemeyeceğine dair bir hüküm olmadığını, temsilin bir sanat olarak icra edilebileceğini, kişilerin yaklaşımlarına ve eğilimlerine göre değişen yorumlar yapıldığını belirtti. 

    İslam dünyasında muhafazakar eğilimlerin yanısıra modernist görüşlerin de olduğunu söyleyen Demircan, Kuran’da bu konuda açık bir hüküm olmadığını, bazı alimlerin mevzi sebeplerle Hazreti Ömer’in canlandırılasına karşıt görüş beyan ettiğini ifade etti. İslamiyetin doğuşunu anlatan Çağrı filminde Hazreti Hamza’yı oynayan aktörün sahabe ile özdeşleştiğini kaydeden Demircan, ilke olarak bu tür çalışmaların yapılabileceğini fakat içeriğe dikkat edilmesi gerektiğini vurguladı. 

    Sahabe ve ikinci Halife Ömer ibni Hattab’ın tasvir edilerek çekildiği dini içerikli dizi yayına girmeden önce Suudi Arabistan, Mısır ve Dubai’deki alimlerin tepkisini çekmiş, Hazreti Peygamberin ve halifelerin tasvir edilmesinin caiz olmadığı belirtilmişti. 

    Dizi, bu açıklamalara rağmen izleyiciden büyük rağbet görüyor.

    Kaynak: AA

  • Camilerde de Konuşan Kadınlar !

    Adamın biri sinemaya gitmiş. Arkasında ise bir kız bir oğlan devamlı muhabbet ediyorlarmış.  Adam epey bir lâ havle çektikten sonra –diyeceksiniz ki İngiliz ne bilir Lâ havle çekmesini, lisan-ı hâl ve fıtrat-ı selîmesiyle dedik yani-   geriye öfkeyle dönmüş ve :

    “-Tek bir kelime anlayamıyorum!” diye çıkışmış.

    Arkadaki gayet sırnaşık ve hiçbir şey yokmuş gibi:

    “-Zaten” demiş, “biz kendi aramızda özel şeyler konuşuyoruz!”.

    Malum Ülker camiinde her akşam teravihten önce vaaz ediyorum. Şimdiye kadar bir engel de çıkmadı. Fakat birkaç gündür özellikle iki hanımı uyarmak istiyorum. Erkenden geliyorlar ve sesli olarak konuşup duruyorlar. Ses üst kattan engin tavandan kavisliyor ve benim kulağımda patlıyor sanki.  Farkında mıdırlar değil midirler tabii onu bilemiyorum. Birkaç gündür uyarmak istiyorum, ama hele dur diyorum ve duymazdan geliyorum. Sonunda dün artık uyarayım dedim ve aklıma bu espri geldi: Dedim:

    “-Hanım kardeşlerim, sesinizi duyuyoruz de ne dediğinizi tam anlayamıyoruz!”

    İmam Efendi de namaz öncesinde uyarma ihtiyacı duydu ve “Hanımlar, eğer biraz susarsanız çok makbule geçecek!” gibi bir ifade kullandı.

    Bu kadınlar usul erkan bilmiyorlar değil. Onların camiye gelmesi dün bir bugün iki. Erkekler asırlardır öğrenememişler de kadınlar bir iki günde mi öğrenecekler.

    Eğer bu bir kabahat ise, tıynetlerine değil de, sürece verilmeli derim. Hem onlar iç-ortak mekanda da değiller. Konuşanın sadece sesini duyuyorlar. Bu da önemli bir şey.

    Sevgiyle ve saygıyla!

     

    GARİBCE
  • 10 yılda 7 bin 727 Cami Açıldı

     

     

    Bozdağ, din görevlisi ihtiyacını karşılamak amacıyla 2012’de kadrolu statüde 1786 imam-hatip, 146 müezzin-kayyım ile sözleşmeli statüde 6 bin 265 imam-hatip, 644 müezzin-kayyım olmak üzere toplam 8 bin 841 din görevlisi atandığını ifade etti. CHP Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün soru önergesini yanıtlayan Bozdağ, şu bilgileri verdi: u 1 Ocak 2003’ten  bugüne kadar geçen sürede Türkiye’de toplam 7 bin 727 yeni cami ve mescit ibadete açıldı. Cami ve mescitlerin tamamı hayır işleri kapsamında şahıslar, dernekler ve vakıflar tarafından yaptırıldı. Cami yapım ve onarımı ile ilgilil kurum ve kuruluşlardan talep olması halinde Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan bütçe imkanları nispetinde cüzi miktarda bir ödenek gönderildi. Tarihi eserniteliği taşıyan eski cami ve türbelerin bakım ve onarımları ile bunlarla ilgili tüm iş ve işlemler Vakıflar Günel Müdürlüğü’nce yürütüldü.

     

    8 bin din görevlisi atandı
    –  Din görevlisi ihtiyacını karşılamak amacıyla 2012’de kadrolu statüde, 1786 imam-hatip, 146 müezzin-kayyım ile sözleşmeli statüde 6 bin 265 imam-hatip, 644 müezzin-kayyım olmak üzere toplam 8 bin 841 din görevlisi ataması yapıldı. Diyanet İşleri Başkanlığı’nca ataması yapılan personelin Ramazan ayından önce görevlerine başlatılması için il ve ilçe müftülüklerine talimat verildi.  u 1 Mart 2003’ten bugüne kadar geçen sürede yıllar itibariyle onarım tamir, bakım ve restorasyonu yapılan Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne ait cami ve türbe sayısı yaklaşık 2 bin 500. Vakıf Kültür Varlıklarının proje ve onarımları için 1 Ocak 2003 tarihinden bugüne kadar toplam 722 milyon 712 bin TL harcama yapıldı.

  • Cibril Hadisi ve Şecere-i Tayyibe

    Sorular ve cevapları İslâm’ın aslında üç boyutunun resmidir: İmân nedir? sorusu ve cevabı inanç konularını anlatır ve İslâm binasının esaslarını/ temellerini oluşturur.
    İslâm nedir? soru ve cevabı ise, bu esaslar üzerine inşa edilen Müslümanlık binasını anlatır. Bu binanın en vazgeçilmez unsurları olan ibadetler başta olmak üzere bir müslümanın yapmış olduğu fiiller bu kısımda ele alınır.
    İhsan nedir? sorusu ve cevabı ise, insanın ahlakîliğini işler; Allah’ı görüyormuş gibi davranmanın davranışlarımızın karakteristik özelliği olması gereği anlatılır. Çünkü biz O’nu göremiyorsak bile O bizi görüyordur.
    İbrahim 14/24-27 ayetlerinde[2] ise Kelime-i Tayyibe, Şecere-i Tayyibe meseli (metafor) üzerinden anlatılır: Buna göre kelime-i tayyibe ve onun remiz etmiş olduğu İslâm aynen şecere-i tayyibe yani görkemli, güzel, hoş bir ağaç gibidir: Sabit, sapasağlam kökleri ve göğe ağmış bir gövdesi vardır ve her an yemiş verir.
    Kökler inançlara tekabül eder. Ağaç nasıl kökleri ile toprağa tutunur ve oradan beslenirse, Müslüman da inançlarıyla Allah’a bağlanır; güç ve kudretini O’ndan alır. Kökler gibi inançlar da derunumuzdadır ve görünmezler.
    Ağacın gövde kısmına müslümanın bütün yapıp ettikleri yani eylemleri tekabül eder. Gövde nasıl köklere bağlı ise, eylemler de aynı şekilde inançlara bağlıdır. Eylemler inançlardan doğar ve neşvünema bulur.
    Ağacın semeresi ise insanın erdemlerine tekabül eder. Semere ağacın hem amacıdır hem de bir sonucudur. Eğer bir tohum toprağa düşmüşse, mutlaka çimlenir ve oradan dışarı çıkar ve sonunda da meyveye durur. İnsanın fiilleri de inançtan kaynaklanır ve nihaî olarak erdemi amaçlar. Erdem, dinin nihâî amacıdır. Hz. Peygamber kendi risaletinin amacını “ahlâkî güzellikleri tamamlamak” olarak açıklamıştır.
    Şimdi Cibrîl hadisi ile bu âyetleri birlikte ele aldığımız zaman arlarında tam bir ayniyet olduğu ve bunların tam anlamıyla örtüştükleri görülür.
    Ağacın meyve verebilmesi her an canlılığını sürdürmesine bağlıdır. Canlılık ise ağacın her zerresinde söz konusudur. Tuttuğunuz en ücra bir dalda veya yaprakta dahi bu hayatiyet vardır. Köklerden ta yapraklara kadar intikal eden özsuyu, ona bu hayatiyeti verir. Hayatiyeti yitirdiği andan itibaren ağaç ağaç olmaktan çıkar ve odun olur. Odun ise yanmak içindir.
    İnsanın eylemlerinin Allah nazarında hayatiyeti,  onların imandan kaynaklanıyor ve besleniyor olmasıyla olur. İman düzlemine oturmayan ve oradan doğup neşvünema bulmayan hiçbir fiil hayatiyet taşımaz. Öyle olunca da bir değeri olmaz. O eylemlerin sahibi de değerli olmaz. Odunun yeri ateştir.
    İmanımız hep olsun, eylem olsun dışa vursun, ahlâkî semerelere dursun. Amin!
     
    GARİBCE
     
    [1] صحيح البخاري ـ حسب ترقيم فتح الباري – (6 / 144)
     عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ ، رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ ، أَنَّ رَسُولَ اللَّه صلى الله عليه وسلم كَانَ يَوْمًا بَارِزًا لِلنَّاسِ إِذْ أَتَاهُ رَجُلٌ يَمْشِي فَقَالَ يَا رَسُولَ اللهِ مَا الإِيمَانُ قَالَ الإِيمَانُ أَنْ تُؤْمِنَ بِاللَّهِ وَمَلاَئِكَتِهِ وَرُسُلِهِ وَلِقَائِهِ وَتُؤْمِنَ بِالْبَعْثِ الآخِرِ قَالَ يَا رَسُولَ اللهِ مَا الإِسْلاَمُ قَالَ الإِسْلاَمُ أَنْ تَعْبُدَ اللَّهَ ، وَلاَ تُشْرِكَ بِهِ شَيْئًا وَتُقِيمَ الصَّلاَةَ وَتُؤْتِيَ الزَّكَاةَ الْمَفْرُوضَةَ وَتَصُومَ رَمَضَانَ قَالَ يَا رَسُولَ اللهِ مَا الإِحْسَانُ قَالَ الإِحْسَانُ أَنْ تَعْبُدَ اللَّهَ كَأَنَّكَ تَرَاهُ فَإِنْ لَمْ تَكُنْ تَرَاهُ فَإِنَّهُ يَرَاكَ
    [2] أَلَمْ تَرَ كَيْفَ ضَرَبَ اللَّهُ مَثَلًا كَلِمَةً طَيِّبَةً كَشَجَرَةٍ طَيِّبَةٍ أَصْلُهَا ثَابِتٌ وَفَرْعُهَا فِي السَّمَاءِ (24)  تُؤْتِي أُكُلَهَا كُلَّ حِينٍ بِإِذْنِ رَبِّهَا وَيَضْرِبُ اللَّهُ الْأَمْثَالَ لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ (25) وَمَثَلُ كَلِمَةٍ خَبِيثَةٍ كَشَجَرَةٍ خَبِيثَةٍ اجْتُثَّتْ مِنْ فَوْقِ الْأَرْضِ مَا لَهَا مِنْ قَرَارٍ (26) يُثَبِّتُ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا بِالْقَوْلِ الثَّابِتِ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَفِي الْآخِرَةِ وَيُضِلُّ اللَّهُ الظَّالِمِينَ وَيَفْعَلُ اللَّهُ مَا يَشَاءُ [إبراهيم : 25 – 27]
  • İşci Ve Memurların Zekatı Nasıl Olur?

    -Peki neden vermemiz gerekiyor?
    -Malımızdan?
    -Hangi malımızdan?
    -Geçimimize medar olan malımızdan?
    -Yani?
    Yanisi şu ki: Eğer geçiminizi mesela Toroslarda koyun keçi arkasında koşuşturarak sağlıyorsanız sahip olduğunuz davarın sayısı kırka da ulaşmışsa bir tanesini veriveriyorsunuz.  Sayı 121’e ulaşınca o zaman iki tane veriyorsunuz.
    -Bunların parasını versek olur mu?
    -Olur, hem de daha iyi olur.
    -Yok bedevisiniz ve vahalarda develerinizin ardında koşuşturarak geçiminizi öyle sağlıyorsanız o zamanda beş deveden bir koyun olmak üzere zekâtınızı verirsiniz.
    -Bu da anlaşıldı.
    -Peki tarımla uğraşıyorsanız, o zaman da çıkan ürünün onda birini (öşür) veriyorsunuz. Eğer su ve gübreye para veriyorsanız ve masraflı bir üretim yapıyorsanız yirmide bir veriyorsunuz.
    -Ticaretle uğraşıyorsanız, kırkta bir oranında zekât veriyorsunuz.
    Bunlar açık ve ilmihal kitapları zaten bunları hep böyle yazıyor.
    -Peki işçi ve memurların durumu ne olacak?
    -Ha işte bu yeni bir durum. Zira Hz. Peygamber zamanında geçimini maaşla temin eden sosyal sınıflar yok idi.  Şimdi ise toplumun kahir ekseriyeti ücretli ve maaşlı olarak geçiniyor.
    -Bunlar zekât vermeli mi?
    -Evet, vermeli.  Çünkü zekât yoksulların mallarımızdaki bir hakkı.
    -Ne zaman ve nasıl vermeli?
    -Türkiye refah ortalamasının üzerinde olanlar zengin sayılırlar. Zenginler de zekâtlarını verirler.
    -Pratik olarak şöyle bir yol önerilir: Türkiye’de dört kişilik bir aile için açlık sınırı Temmuz 2012 itibariyle (Memur-Sen’in tespitine göre) 1040 TL’dir.
    Asgari ücret net 805.50 TL’dir.
    Bunlar Türkiye ortalamasına göre aç olduklarından zekât vermekle yükümlü olmazlar, aksine bunlar zekât alacaklısıdırlar.
    Yoksulluk sınırı ise 2782 TL’dir. Yani aylık geliri bu rakamın altında olan dört kişilik bir aile ise, aç değil ama hâlâ yoksuldurlar. Bu itibarla bunlar da zekât ile yükümlü değildirler.
    Bu meblağın üzerinde bir ücret ya da maaşı olanlar ise zekâtlarını verirler.
    -Neden verirler?
    -Maaşlarından.
    -Ne zaman?
    -Maaşı aldıkları zaman. Nasıl ki tarım ürünlerinde ürün elde edilince hemen zekâtını vermek gerekiyorsa, üzerinden bir yıl geçmesine hacet yoksa, ücret ve maaşlarda da durum aynıdır. Hayvanlarda ve ticarette bir yıl geçmesi şartının aranması, bu malların ancak bu süre içerisinde üreyebileceği içindir. Tarım ürünlerinde ise üretim zaten yapılmış yani yeterli süre zaten geçmiştir. Gün hasat günüdür ve zekâtı anında verilmelidir. Aynı şekilde ücret ve maaşların ve bir de kira gelirleri gibi gelirlerin zekâtı alındıkları anda verilmelidir. Fakirlerin bu haklarına ulaşabilmesi için ekstradan bir yıl bekletilmeleri kimsenin hakkı olamaz.
    Zekâtın ne kadar verileceği konusuna gelince aslında bunun ucu açıktır: Zenginlerin imkânları ile yoksulların ihtiyaçlarının kesiştiği yer bunun oranını belirler. İlke budur. Bu oran “Sana neyi harcayacaklarını soruyorlar: De ki: Fazlasını!”[1] ayetinde de ifade edildiği gibi ihtiyaç fazlası şeklinde belirlenebilir. Bu tür makro düzenlemelerin yapılması imkânının olmadığı, verginin ve zekâtın ayrı ayrı ve farklı otoritelerce belirlenip, toplanıyor ve harcanıyor olması bize bu imkânı vermiyor. O yüzden şu anda yapılacak en uygun çözüm, gelenekte yer etmiş olan parada uygulanan kırkta birlik oranın ücret ve maaşlarda da uygulanmasıdır. Yani sizin mesela dört bin lira aylık geliriniz varsa, bunun yüz lirasını hemen aldığınız anda ve her ay da tekrarlanacak şekilde  zekât olarak ayırmanız gerekir.
    Tabii ayrıca elinizde birikmiş paranız varsa, onların da üzerinden bir yıl geçtiğinde yine kırkta bir oranında zekâtını ödemelisiniz.
    Garibce böyle düşünüyor ve uyguluyor.
    Size de öyle yapmanızı tavsiye ediyor. “Maaşı alın, harcayın.” “-Eee!” “-Eğer artarsa ve üzerinden de bir sene geçerse zekâtı o zaman verirsiniz” şeklindeki bir anlayışı doğru bulmuyor. 2782 lira ve üzeri bir maaş bizi Türkiye ortalamasına göre yoksulluk sınırının üzerine çıkarıyor ve bizi nisbî olarak varsıl yapıyor. Bu gibilerin, sadece asgarî ücretle hayata tutunmaya çalışan, bir çoğu onu da bulamayan komşularına doğru zekât köprüsünü atmaları ve onlara ellerini uzatmaları gerekiyor.
    Aksi takdirde “Buyurun fukaranın cenaze namazına!” demek gerekiyor.
    Niyetlerimiz halis, zekâtlarımız makbul olsun!
     
     
    GARİBCE
  • Hocalar Un Çuvalına Benzer, Çırptıkça Tozar…

    Davulun sesi neden çok çıkar!
     
    1982 yılıydı. Haseki’de okuyorduk. Sadece Ramazan ayında tatil oluyordu ve onda da irşat hizmetleri için görevlendirmeler yapılıyordu. Ben bir sene önce Almanya’ya gönderilmiştim. O sene ilk ona girenleri göndermişlerdi. Ertesi sene ise durumunu iyileştirenleri göndermişlerdi. Bu şart da bize uygun düşmüştü ve biz otobüsle Hollanda’ya irşat hizmetleri için gitmiştik. Yolculuk ayrı bir maceraydı…
    Tabii görevli akla gelen her türlü dinî hizmeti yapıyordu, ayrıca çocukları da okutuyordu.
    Bir gün yatsı görevi tamamlanmış ve sohbet ediyorduk. Başka bir şehirden gelen misafir biri bizim programa katılmış, belli ki bizim sohbetten olumlu yönde de etkilenmiş, mahcup bir ses tonu ile kendilerine hoca olarak Halil Gönenç diye birinin gönderildiğini söyledi. Ben hocanın ismini duyunca, büyük bir heyecanla “O benim hocam olur, Haseki’de beraberiz ve birlikte geldik” diyerek kendime bir pay çıkarmaya çalıştım.
    Fakat adam hocanın adının anılmasıyla bu denli heyecanlanmamı aklında pek bir yere koyamadı. Şimdi hoca olarak beni beğenmişti. Fakat Halil hoca belli ki kendisinde çok iyi bir etki uyandırmamıştı. Şimdi ise bu adam o benim hocam olur diye onu göklere çıkarıyordu. Bu durum ona garip geliyordu ve anlamaya çalışıyordu.
    Ben ise onun Hoca’ya karşı olumsuz tavrını izale edebilmek için onun Türkiye’nin sayılı âlimlerinden biri olduğunu söylüyordum. Belli ki kafasına yatmıyordu. Ama bana inanmak da istiyordu. Sonra “Timurtaş Hoca ile nasıl!” diye sordu.
    O sıralarda Timurtaş hocanın kasetleri çok meşhurdu ve her yerde dinlenirdi. Bir yıl önce Almanya’da Timurtaş kaseti dinlemekten artık bana gına gelmişti. Dindarlar, dindarlıklarını ta İstanbul’dan gelen hocalarına Timurtaş kaseti dinleterek ancak tatmin edebiliyorlardı. Hazır ellerine canlı bir hoca düşmüş, un çuvalı gibi iki vurup da güzel güzel tozutsaydılar ya … Yok illâ ki Timurtaş kaseti dinlenecek. Mademki bu gelen de hoca, öyle ise en başta o dinlemeliydi… Dindarlığını örnek olarak herkese önce  o göstermeliydi…
    Neyse, adama şöyle dedik böyle dedik, Halil Hoca’nın gerçek bir ilim adamı olduğunu, öbürünün ise bir hatip olduğunu belirtmeye çalıştık. Adam sonra sesini kesti ama, içindeki ses de sustu mu bilmiyorum.
    İncinin kıymetini erbabı bilir. Halil Hocalar kadirleri bilinsin diye bize muhtaçlar, biz de tozlarını attırmak için hocalarımıza muhtacız.
    Ellerinden öpüyor, bütün hocalarıma ölmüşlerine rahmet diliyor, hayatta olanlara sağlık sıhhat ve afiyet içerisinde uzun ömürler niyaz ediyorum.
    Dua ile!
     
     
    GARİBCE
  • İtikaf Ruh Detoksu Sağlıyor

     

    Tuğba Özgür Durmaz – Ramazanın son on gününün camide ibadetle geçirilmesi anlamına gelen ve sünnet olan itikafın, “çağın kirlettiği ruhları temizlediği” belirtildi.

    Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Görevlisi Dr. Halide Aslan, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Allah’a tam teslimiyetle her türlü nefsani ve şehevi arzulardan uzak durulmasını ifade eden itikafın, kişinin manen olgunlaşması için önemli bir vesile olduğunu vurguladı.

    İtikafta dini duygu ve düşüncenin yoğun şekilde yaşandığına işaret eden Aslan, maddi ilgilerden uzaklaşarak yüce yaratıcıyla daha derin iletişim kurulmasına imkan veren itikafın, insana derin bir manevi ufuk sunduğunu adeta “ruh detoksu” sağladığını söyledi. Aslan, “Bu bakımdan itikaf, sadece İslam ümmetine has bir ibadet olmayıp vahiy geleneğine sahip hemen bütün dinlerde çeşitli şekillerde gerçekleştirilen köklü bir gelenektir” dedi.

    -“Gençler de itikafa duyarlı hale gelmeli”-

    İtikafa ramazan ayının son on gününde girilmesinin, Kadir Gecesi’ni de ihya etme fırsatı vereceğini belirten Aslan, Hz. Muhammed’in de her ramazan itikafa çekildiğini dile getirdi.

    İtikafın camide yapılan bir ibadet olduğuna dikkati çeken Aslan, şunları kaydetti:

    “İtikafa giren kimsenin gücü yettiği kadar namaz kılması, Kur’an-ı Kerim okuması, tövbe etmesi, dua ve niyazda bulunması, kelime-i tevhid ve tekbir getirmesi, Allah’ın varlığı, birliği, kudreti hakkında düşünceye dalması, gereksiz şeyler konuşmaması, başta Hz. Peygamber’in hayatına dair kitaplar olmak üzere dini-ilmi eserler okuyarak vaktini değerlendirmesi tavsiye edilmektedir.”

    Yüzyıllardır yapılan itikaf ibadetini sürdürmenin önemine değinen Aslan, “Ruhların da zaman zaman arınmaya ihtiyacı olduğu unutulmamalı ve bu güzel ibadet hayata geçirilmeye devam etmeli. Sadece yaşlıların değil gençlerin de buna duyarlı olması sağlanmalı. İtikafın, temiz toplum için gerekli temiz bireyler yetiştirilmesine katkısı değerlendirilmeli” diye konuştu.

    -İtikaf camileri-

    Diyanet İşleri Başkanlığı’nın belirlediği itikafa girilebilecek cami ve mescitlerden bazıları şöyle:

    Ankara: Hasan Tanık Camisi, Kocatepe Camisi, Hacı Bayram Camisi, Etlik Hicret Camisi,Kütükçüoğlu Pazar Camisi

    İstanbul: Zuhurat Baba Camisi, Prof. Dr. Mahmut Esat Coşan Camisi, Haseki Sultan Camisi, Alvarlızade Camisi

    İzmir: Abdurrahman Gazi Camisi, Halilefendi Camisi, Hacı İbrahim Camisi

    Adana: Sabancı Merkez Camisi, Anadolu Camisi, Somuncu Baba Camisi

    Antalya: Nezahat Tokuş Camisi, H. Sırrı Kırımlıoğlu Camisi

    Diyarbakır: Behram Paşa Camisi, Selahaddin Eyyubi Camisi, Ulu Cami

    Trabzon : Mevlana Camisi, Zeynelabidin Camisi, Şadibey Camisi

  • Hem hafızlık yaptılar hem de kariyer…

     

    Ahmet Mahmut ve Mustafa Sait doktor, Abdullah Tekin ise yüksek inşaat mühendisi şu an. KBB doktoru olan Ahmet Mahmut, Çapa’da hafızlık için bir yıl okulunu dondurduğunda hocaları şaşırır.

    Celal Bayar Üniversitesi Mühendislik Fakültesi kurucularından Muhammet Tekin ve ailesinin hikâyesi, dünya ve ahiret hayatı adına çalışmanın en güzel örneklerinden biri. Prof. Dr. Muhammet Tekin’in üç oğlundan biri yüksek inşaat mühendisi, diğer ikisi ise doktor. Üçünün ortak noktası ise hafız olmaları. Mühendis ve doktor hafızların örnek yaşamı, hafızların sadece ilahiyat fakültelerinde değil, diğer alanlarda da başarılı olabileceğinin göstergesi.

    İstanbul Medipol Üniversitesi Hastanesi’nde kulak burun boğaz doktoru olan Ahmet Mahmut Tekin, öğrenciyken hafız olmak için İstanbul Çapa Tıp Fakültesi’ne bir yıl ara verir. Hocalarının “Hafızlık için neden okulunu donduruyorsun? Zihninin açılması için bunu yapıyorsan, git Latince öğren” itirazlarına rağmen Tekin, hafızlığı tercih eder. Bir yıl içinde hafız olan Ahmet Mahmut Tekin, eğitimine kaldığı yerden devam eder ve doktor olur.

    Ahmet Mahmut Tekin’in kendisi gibi hafız olan ağabeyi Abdullah Tekin’in hafızlık süreci ise daha kolay olur. 12 yaşında hacca giden Abdullah Tekin, hacda hafız olmaya karar verir. Dönemin Karaman Müftüsü Abdullah Sıvacı hacda kendisine hafızlığın faziletlerinden bahseder. Hafız olmasında bunun etkisi olduğunu vurgulayan Abdullah Tekin, “Hafız olunca ilahiyata gitmek istedim. Ancak rahmetli Sıvacı hocam bana İmam-ı Azam gibi büyük imamların geçimini sağlamak için din hizmetleri dışında başka işler yaptığını söyledi. Bu söz doğrultusunda farklı bir alanda tahsil görmek istedim. Yüksek inşaat mühendisi oldum.” ifadelerini kullanıyor.

    Abdullah Tekin, hafızlığını muhafaza etmek için de Ramazan aylarında 10 yıldır hatimle namaz kıldırıyor. Manisa’da müftülüğün uygun gördüğü bir camide hatimle teravih kıldıran Tekin, “Ramazan ayı boyunca serbest çalıştığım için işlerime ara verip Kur’an’la meşgul oluyorum. Bir aylık Kur’an’la meşguliyetin bereketini bütün yıl boyunca görüyorum.” diyor.

    Ortanca oğul Doktor Mustafa Sait Tekin de ilkokuldan sonra bir yıl içinde hafızlık mertebesine ulaşır. Kardeşler, hafız olmalarının temelinde hocalarının desteği, babalarının duası, annelerinin fedakârlığı ve Peygamber aşkı olduğunu söylüyor. Doktor Ahmet Mahmut Tekin, bir yıl boyunca evde annesinin desteğiyle hafız olmayı başardığını ifade ediyor. Annesinin sosyal bir yaşantısının olduğunu belirten Tekin, “Annemin her hafta sonu konferansları olur. Böyle bir kadın benim için bir yıl kendini eve hapsetti, sadece benimle ilgilendi.” diyor.

    O, hafız bir banka müdürü

    Hafız olmasına rağmen başka mesleklerde yükselenlere bir örnek de bir katılım bankasının şube müdürü olan Nurullah Mücahitoğlu. Mücahitoğlu, küçük yaşta hafız olduktan sonra eğitimine devam eder, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi’ni bitirir. Mücahitoğlu, kendi çocuklarının da hafız olarak yetişmesini istiyor. “Şimdi hafızlık kursları çok modern. Çocukların tüm sosyal ihtiyaçları düşünülmüş. Hafızlık eğitimi alan çocuk, gün içinde yüzmeye gidiyor, sporunu yapıyor. Hem de yaşayan bir Kur’an olma yolunda ilerliyor.” diyen Nurullah Mücahitoğlu, hafızlık eğitiminin eski önemine kavuşması gerektiğini vurguluyor. 

    Zaman

  • Önceki sayfa Sonraki sayfa