Yıl: 2012

  • Hemzenin Yazılışı Arapça Dersleri

     

    Diğer harflerden farklı olarak hemzenin başta, ortada ve sonda yazılışında bazı kurallar vardır. Elif’in harekeli şekline hemze denir. Bazen hemzeyi eliften ayırt etmek için elifin üzerine veya altına أَ إِِ أُ   şeklinde ء    işareti konur.

    Hemze’nin başta yazılışı:  Hemzenin harekesi fetha ya da zamme ise elifin üstüne, kesre ise elifin altına yazılır:

    اُذُنٌ  – اِمْرَأَةٌ  – اِماَمٌ    – أَخَذَ –  أُخِذَ – أَكَلَ

    Hemzenin ortada yazılışı: Harekelerin en kuvvetlisi kesre, sonra zamme, sonra fetha, en zayıfı cezimdir.

    Kesreyi harflerden “yâ”  ى  , zammeyi “vâv” و , fethayı “elif” ا temsil eder. Hemze kelimenin ortasında olduğu zaman onun harekesi ile kendinden önceki harfin harekesi kuvvet yönünden karşılaştırılır. Hangisi daha kuvvetli ise hemze o harekeyi temsil eden harf üzerine yazılır:  Örnekler:

    يَأْكُلُ (yer)

    Burada hemzeden önceki harfin (yâ’nın) harekesi fetha, hemzeninki ise cezimdir. Fetha daha kuvvetli sayıldığından hemze, fethayı temsil eden elif harfi üzerine konmuştur. Yani;hemzeden önce üstün olduğu için hemze elif üzerine yazılmıştır.

    يُؤْمِنُ   (inanır)

    Burada yâ’nın harekesi olan zamme, hemzenin harekesi olan cezimden daha kuvvetli olduğu için, hemze zammeyi temsil eden “vâv” harfinin üzerine yazılır. Yani kısacası;hemzeden önce ötre olduğu için hemze vâv’ın üstüne yazılmıştır.

    يَقْرَأُ (okur)

    Burada hemze, kendinden önce gelen harfin harekesi olan fethayı temsil eden “elif”  harfinin üzerine yazılmıştır. Yani kendinden önce üstün olduğu için hemze fetha üzerine yazılmıştır.

    يُنْشِئُ  (inşa eder)

    Bu örnekte de hemze, kendinden önceki şın harfinin harekesi olan kesreyi temsil eden “yâ”  harfinin üzerine yazılmıştır. Yani; kendinden önce esre olduğu için hemze ye üzerine yazılmıştır.

    Hemzenin sonda yazılışı: Aynen ortada yazılış kaidelerinde söylendiği gibi kendisinden önceki harfin harekesini temsil eden harfin üzerine yazılır:

    يَلْجَأُ     (sığınır) نَبَاٌ (haber)  ناَشِئٌ (yetişen) شاَطِئٌ  (kıyı)اِمْرُؤٌ  (kişi)

    Ancak kelime sonundaki hemzeden önce uzun sesli veya sakin  (cezimli) bir harf varsa, hemze, ayrı olarak yani yalnız başına yazılır[6]:

    جَزاَءٌ   (karşılık) جُزْءٌ  (parça)  صَحْراَءُ (çöl) شَيْءٌ  (şey ) عِبْءٌ  (yük)

  • Emsile Çekimi Emsilei Muhtelife 24 Siga

    EMSİLE – EMSİLE ÇEKİMİ EMSİLE-İ MÜHTELİFE 24 SİGA

    EMSİLE-İ MUHTELİFE çekimleriyle ilgili başlıklara tıklayarak derslere ulaşabilirsiniz.

    EMSİLE – EMSİLE ÇEKİMİ EMSİLE-İ MÜHTELİFE 24 SİGA

    Arapça gramerinin temelini oluşturan 24 sigaya emsile denir.  Arada başka konular işlemekle beraber bu 24 sigayı geçmiş derslerimizde öğrenmiş bulunuyoruz.

    Aşağıdaki çekimde okumak istedğiniz çekimin üzerine tıklayarak o derse geçiş yapabilirsiniz.

    KELİME SÎĞASI –  MANASI
    نَصَرَ Fi’l-i mâzî Yardım etti
    يَنْصُرُ Fi’l-i muzârî   Yardım eder/ediyor/ edecek
    نَصْراً Masdar-ı gayr-i mimî Yardım etmek

    ناَصِرٌ

    İsm-i fâil Yardım eden
    مَنْصُورٌ İsm-i mef’ûl Yardım edilen
    لَمْ يَنْصُرْ Fi’l-i muzârî cahd-i mutlak Yardım etmedi
    لَمَّا يَنْصُرْ Fi’l-i muzârî cahd-i müstağrak Henüz yardım etmedi
    ماَ يَنْصُرُ Fi’l-i muzârî nefy-i hâl Yardım etmiyor
    لاَ يَنْصُرُ Fi’l-i muzârî nefy-i istikbâl Yardım etmeyecek
    لَنْ يَنْصُرَ Fi’l-i muzârî te’kîd-i nefy-i istikbâl Asla yardım etmeyecek
    لِيَنْصُرْ Emr-i gâib Yardım etsin
    لاَ يَنْصُرْ Nehy-i gâib Yardım etmesin
    اُنْصُرْ Emr-i hâzır Yardım et
    لاَ تَنْصُرْ Nehy-i hâzır Yardım etme
    مَنْصَرٌ İsm-i zaman İsm-i mekânMasdar-ı mimî Yardım etme zamanıYardım etme mekânıYardım etmek
    مِنْصَرٌ İsm-i âlet Yardım etme aleti
    نَصْرَةً Masdar binâ-i merra Bir kere yardım etmek
    نِصْرَةً Masdar binâ-i nevi Bir nevi yardım etmek
    نُصَيْرٌ İsm-i tasğîr Küçük bir yardım
    نَصْرِيٌّ İsm-i mensûb Yardım etmeye mensup
    نَصَّارٌ Mübâlağa-i ism-i fâil Çok yardım eden
    أَنْصَرُ İsm-i tafdîl En çok yardım eden
    مَا أَنْصَرَهُ Fi’l-i taaccüb-i evvel Acaip yardım etti
    و أَنْصِرْ بِهِ Fi’l-i taaccüb-i sânî Ne acaip yardım etti

    Emsile çekimi tablo halind Pdf İndir

    Emsile çekimi Detaylı Anlatım Pdf İndir

     

     

  • İsmi Mevsul ve Sıla Cümlesi

     

    İSM-İ MEVSUL

     

    Kendisinden sonra gelen ve sıla cümlesi denen cümleyi açıklayan isimlere ism-i mevsul denir. Temel ism-i mevsuller şunlardır:

    ماَ

    ki o şey

    مَنْ

    ki o kimse

    الَّذِي

    ki o

    Türkçe’ye ..ki, dığı, ..diği, ..en, ..an manasıyla tercüme edilir.

    اَلْبَيْتُ الَّذِي رَأَيْتُهُ…

    gördüğüm ev

    اَلْحَجَرُ الَّذِي كَسَرْتُهُ…

    kırdığım taş

    اَلْحَجَرُ الَّذِي كَسَرْتُهُ كَبِيرٌ.

    Kırdığım taş büyüktür.

    İsm-i mevsuldan sonraki cümleye de “Sıla cümlesi” denir.

    İsm-i mevsuller ikiye ayrılır:

    1- Hususî İsm-i Mevsul

    2- Müşterek İsm-i Mevsul

    1- Hususî İsm-i Mevsul (اَلْاِسْمُ المَوْصُولُ الْخاَصُّ)

    Müzekker ve müennesleriyle birlikte müfred, tesniye ve cemileri bulunan ism-i mevsullerdir. Tesniyeleri hariç mebnîdirler[1].

       

    Cem

    Tesniye

    Müfred

     
      Müzekker

    اَلَّذِينَ

    اَللَّذاَنِ – اَللَّذَيْنِ

    اَلَّذِي

     
       

    O kimseler

    O iki kimse

    O kimse

     
      Müennes

    اَللَّوَاتِي- اَللاَّتِي[2]

    اَللَّتَانِ – اَللَّتَيْنِ

    اَلَّتِي

     

    جَاءَ الرَّجُلُ الَّذِي ضَرَبَنيِ.

    Beni döven adam geldi.

    رَأَيْتُ الَّذِينَ زَارُوا أَخِي.

    Karde‏şimi ziyaret eden (kimse)leri gördüm.

    جَاءَتِ الْمَرْأَةُ الَّتي عَلَّمَتْنِي.

    Bana öğreten kadın geldi.

    اَلرَّبِيعُ هُوَ الْفَصْلُ الَّذي يُحِبُّهُ النَّاسُ.

    Bahar insanların sevdiği mevsimdir.
                   

    Arapça’da her ism-i mevsulden sonra görüldüğü gibi kendinden önceki kelimeyi açıklayan ve manasını tamamlayan bir ilgi cümlesi mutlaka bulunur.

    اَعْبُدُ اللهَ الَّذِي خَلَقَنِي.

    Beni yaratan Allah’a ibadet ederim.

           خَلَقَنِي cümlesi أَلَّذِي den önce gelen الله  kelimesini açıklamaktadır.

     

    İsm-i mevsullerden her biri tekil çoğul, müzekker ya da müennes oluşlarına göre kullanılır:

    جاَءَ الَّذِي رَأَيْتُهُ.

    (Kendisini) gördüğüm kimse geldi (müf.) .

    جاَءَ الَّذِينَ رَأَيْتُهُمْ.

    (Kendilerini) gördüğüm kimseler geldi (cem.) .

    جاَءَ اللَّذاَنِ رَأَيْتُهُماَ.

    (Kendilerini) gördüğüm iki kişi geldi (tesniye.) .

    رَأَيْتُ اللَّذَيْنِ ذَهباَ.

    Giden iki kişiyi gördüm (tesniye) .

    Böylece artık cümle, temel cümleye bağlanan içinde fiil de bulunabilen bir yan cümlecik daha almış, basit cümleden mürekkep cümle haline gelmiştir.

    *Has ism-i mevsuller hem akıllılar hem de eşya ve hayvanlar için kullanılır.

    2) Müşterek İsm-i Mevsul (اَلْاِسْمُ المَوْصُولُ الْمُشْتَرَكُ)

    Müzekker ve müennesleriyle birlikte müfred, tesniye ve cemileri bulunmayan ism-i mevsullerdir.

    ماَ

    ki o şey

    مَنْ

    ki o kimse

    اَيٌّ

    ki o kimse, ki o şey, herhangi, hangi

    (مَنْ) hem müzekker hem müennes ortak olmak üzere akıllı varlıklar (insanlar) için, (ماَ) ise genellikle insanlardan başkası için, hayvan ve eşya için kullanılır.

    نَزَلَ مَنْ رَكِبَ الْحاَفِلَةَ.

    Otobüse binen (binen kimse) indi.

    نَزَلَ مَنْ رَكِبوُا الْحاَفِلَةَ.

    Otobüse binenler (binen kimseler) indi.

    عَرَفْتُ مَا عِنْدَكَ.

    Yanında olanı tanıdım (Yanındakini tanıdım) .

    (مَنْ) (ماَ) (اَيُّ) ortak ism-i mevsulleri durumuna göre bütün kişileri belirtmek için has ism-i mevsullerin yerine kullanılır. Müfred ve müzekkerleri de aynı olduğu için hem müfred hem de cemi manasına geçer. Hangi şahıs için kullanıldığı ism-i mevsulden sonra gelen sıla cümlesindeki zamirden anlaşılır.

    جاَءَ مَنْ رَأَيْتُهُ

    Gördüğüm kimse geldi (müz.) .

    جاَءَ مَنْ رَأَيْتُهاَ

    Gördüğüm kimse geldi (müe.) .

    جاَءَ مَنْ رَأَيْتُهُمْ

    Gördüklerim geldi.

    رَأَيْتُ مَنْ جَاءَ إلى بَيْتِكُمْ.

    Evinize gelen kimseyi (adamı) gördüm.

    (Evinize geleni gördüm de denilebilir.)

    سَوْفَ يُوَفِّقُ مَنْ يَجْتَهِدُ.

    Çalışan kimse muvaffak olacaktır.

    أَكْتُبُ مَا أَطْلُبُ مِنَ الْكُتُبِ.

    Kitaplardan istediğimi (istediğim şeyi) yazarım.

    أَيٌّ (herhangi, hangi) kelimesinin yerine (مَنْ) ve (ماَ) konabiliyorsa ism-i mevsul olur ancak mu’rabtır (duruma göre son harekesi değişir). Diğerleri kadar kullanılmaz.

    إِقْرَأْ أَياًّ ناَفِعاً.

    Faydalı olanı oku.

    يُعْجِبُنِي[3] اَيٌّ أَدَّى واَجِبَهُ.

    Görevini yapan kimse hoşuma gider.

    . (نَعْلَمُ مَنْ هُوَ شُجاَعٌ) نَعْلَمُ أَيُّهُمْ هُوَ شُجاَعٌ

    Hangisinin cesur olduğunu biliyoruz.

    Mesela son cümlede (أَيٌّ) yerine (مَنْ) konabildiği için ism-i mevsuldür ve fâili sorduğu için zamme ile merfûdur. Esasen (أَيُّهُمْ)’den sonrası (نَعْلَمُ) fiilinin mahallen mansub mef’ûlü’dür.

    (أَيٌّ) aynı zamanda isimlere muzâf olur, anlamını muzâf olduğu isimden alır.

    يَحْفَظُ التِّلْمِيذُ أَيَّ سُورَةٍ يَخْتاَرُ[4] مِنَ الْقُرْآنِ.

    Öğrenci Kur’ân’dan seçtiği herhangi bir sûreyi ezberler.

    نُصَلِّي فِي أَيِّ مَسْجِدٍ فِي الْمَدِينَةِ.

    Şehirde herhangi bir camide namaz kılarız.

    (أَيٌّ) kelimesinin müennesi (أَيَّةُ) dur.

    إِحْفَظْ أَيَّةَ النِّساَءِ قاَلَتْ هَذاَ.

    Bunu kadınların hangisinin dediğini sakla (söyleme)

    تَنْجَحُ أَيَّةُ الطاَّلِباَتِ هِيَ مُجْتَهِدَةٌ.

    Çalışkan olan kız öğrenci başarır.

    *(اَلَّذِينَ  )(اَللَّوَاتِي) akıllıların çoğulu için kullanılır.

    (اَلَّتِي) ve (ماَ) akılsız çoğullar içinde kullanılır:

    قَرَأْتُ الْمَقاَلاَتِ الَّتِي كَتَبْتَهاَ.

    Yazdığın makaleleri okudum.

    قَرَأْتُ ماَ كَتَبْتَ مِنْ مَقاَلاَتٍ.

    Makalelerinden yazdıklarını okudum.

    *İsm-i mevsul marife isimden sonra geldiğinde sıfat olur:

    جاَءَ الرَّجُلُ الَّذِي رَأَيْتُهُ.

    Gördüğüm adam geldi.

    قَرَأْتُ الْكِتاَبَ الَّذِي قَرَأْتَهُ.

    Okuduğun kitabı okudum.

    Son cümlede (اَلَّذِي) (الْكِتاَبَ) kelimesinin sıfatıdır.

     

    İsm-i Mevsulun Cümlenin Unsurlarından Biri olması:

    İsmi mevsul; fâil, mef’ûl  ya da mübtedâ, haber ve nevasihtan (inne, kane ve kardeşleri) birinin ismi ve haberi gibi herhangi bir unsuru olabilir. O zaman cümle içindeki yerine göre mahallen merfû, mahallen mansûb ya da mahallen mecrûr olur.

    İsm-i mevsul fâil durumunda:

    سَجَدَ الَّذِي سَمِعَ الْأَمْرَ.

    Emri işiten kimse secde etti.

    هَلْ يَسْتَوِي الَّذِينَ يَعْلَمُونَ وَ الَّذِينَ لاَ يَعْلَمُونَ ؟

    Bilen kimselerle bilmeyenler bir olur mu? (Zümer, 9)

     

    قاَلَ الَّذِينَ كَفَرُوا.

    Küfredenler (küfreden kimseler) dedi:

    Meselâ son cümlede (الَّذِينَ),( قاَلَ) fiilinin fâilidir. Mahallen merfûdur.

    İsm-i mevsul mef’ûl durumunda:

    اِسْأَلْ مَنْ يَعْرِفُ.

    Bilen kimseye (ya da bilen kimselere) sor.

    Bu cümlede (مَنْ),( اِسْأَلْ) fiilinin mef’ûlüdür. Mahallen mansûbtur.

    İsm-i mevsul mübtedâ durumunda:

    اَلَّذِي يَقْرَأُ يَتَعَلَّمُ.

    Okuyan kimse öğrenir[5].

    Haber     Mübtedâ

     

    İsm-i mevsul haber durumunda:

    ..هَذَا   الَّذِي رُزِقْنَا مِن قَبْلُ..

                                   Haber        Mübt.

    ..Bu (meyveler), bundan önce (dünyada) rızıklandığımız şeydir (dediler)..(Bakara, 25)

    هَذَا هُوَ النَّبِيُّ الَّذِي وَجَدُوا (وَجَدُوهُ) فِي كِتاَبِهِمْ.

                                                                     Haber           Mübt

    Bu (kendisini) kitaplarında buldukları peygamberdir.

    İsm-i mevsul nevâsih’in ismi durumunda:

    إِنَّ الَّذِينَ سَمِعُوا قَوْلَ النَّبِيِّ هُمُ الصاَّلِحُونَ.

                                              İnne’nin Haberi                                 İnne’nin İsmi

    Peygamber’in sözünü dinleyen kişiler salih kişilerdir.

    إِنَّ مَنْ يَقْرَأُ يَتَعَلَّمُ.

    Muhakkak ki okuyan kimse öğrenir[6].

                                   İnne’nin Haberi  İnne’nin İsmi

     

     Sıla Cümlesinin Özellikleri:

    Sıla cümlesi âid (bağlaç) denilen açık veya gizli bir zamirle mevsul isme bağlıdır. Bu zamir açık değilse kişi onu mevsul ismin türüne göre takdir eder. Aid zamiri sayı, müzekkerlik-müenneslik yönünden mevsul isme uygun olur.

    İsm-i mevsuldan sonraki sıla cümlesi;  isim cümlesi, fiil cümlesi, şibh-i cümle (cümle benzeri) olarak zarflı ya da harf-i cerli cümle parçalarıyla ana cümleye bağlanır.

    İsim Cümlesi olarak:

    حَضَرَتِ السَّيِّدَةُ الَّتِي هِيَ جَمِيلَةٌ.

    Güzel olan bayan geldi.

    Fiil Cümlesi olarak:

    أُحِبُّ الَّذِي يُعَلِّمُنِي.

    Bana öğreten kimseyi severim.

    رَأَيْتُ الرَّجُلَ الَّذِي جاَءَ.

    Gelen adamı gördüm.

    Not: İsim ya da fiil cümlesi temel cümleye bağlanırken ..en,  ..an, ..dığı ekleriyle tercüme edilir.

    Şibh-i Cümle (Zarflı cümle parçası) olarak:

    أَخَذْتُ الْقَلَمَ الَّذِي أَماَمَكَ.

    Önündeki kalemi aldım.

    Şibh-i Cümle (Harf-i cerli cümle parçası) olarak:

    رَأَيْتُ الطُّيُورَ الَّتِي فِي الْحَدِيقَةِ.

    Bahçedeki kuşları gördüm.

    Not: Şibh-i cümle (zarf ya da harf-i cerli isim) olduğunda …ki, ..bulunan, ..olan eklerini alarak cümleye bağlanır.

    *Aid zamiri bazen terkedilebilir. Fakat ismi mevsul kendisinden sonra gelen ve harf-i ceri olan bir fiilin mef’ûlü ise zamirin harf-i cere eklenmesi zorunludur:

    دَخَلَ عَلَى

    birine gitti, yanına gitti

    إِنَّ النِّساَءَ اللاَّتِي دَخَلْناَ عَلَيْهِنَّ. …

    Kendilerine gittiğimiz kadınlar

    جاَءَ بِ

    getirdi

    ماَ هَذِهِ الْأَشْياَءُ الَّتِي جاَؤُا بِهاَ ؟

    Onların getirdikleri bu şeyler nedir?

    *Belirsiz nekre bir kelimeden sonra mevsul kullanılmaz fakat varmış gibi tercüme edilir:

    قَدْ جاَءَ رَسُولٌ (مِنْكُمْ) دَعاَناَ إِلَى الْإِسْلاَمِ.

    (Sizin içinizden) bizi İslâm’a çağıran bir peygamber geldi.

      

     

    مَنْ  ve  مَا lar başa geldiği zaman soru işareti olduğu gibi, cümledeki yerine göre çoğul manası taşıyan ism-i mevsul olabilirler:

    مَا عِنْدَكَ يَمُوتُ[7] وَمَا عِنْدَ اللهِ بَاقٍ[8].

    Senin yanındakiler ölür fakat Allah’ın yanındakiler (yanındaki şeyler) bâkidir.

    مَا عِندَكُمْ يَنفَدُ وَمَا عِندَ اللّهِ بَاقٍ..

    Sizin yanınızdaki (dünya malı) tükenir, Allah katındakiler ise bâkidir… (Nahl, 96)

    …لَهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ…

    ..Göklerde ve yerde bulunanlar (bulunan şeyler) O’nundur.. (Bakara, 116).

    Sonraki Sayfada Genel Cümle Örnekleri

  • Kane Ve Kardeşleri – Kane Ve Benzerleri

     KÂNE VE KARDEŞLERİ (Kâne ve Benzerleri)

     

     

     

     

     

     

     

     

     

    İrab (hareke) bakımından “إِنَّ ve Kardeşleri”nin tam tersine isimlerini ref haberlerini nasbederler. Kâne ve kardeşleri sekiz adet fiil-i mâzîden oluşur. Bu sekiz fiili mâzîden her birinin muzâri ile emri de aynı işi yapar. Yani, isim cümlesi olan mübtedâ ve haberin önüne gelip  mübtedâyı merfû haberi de mansûb okutur. Bunlara nâkıs (eksik) fiiller de denir. Nâkıs fiil denmesinin sebebi; merfû ismiyle birlikte tek bir mânâ ifâde etmeyip ikinci ismi istemeleridir. حَضَرَ الْوَلَدُ (Çocuk geldi) deyince cümle anlamı yeterli olur fakat كاَنَ الْجَوُّ  (Hava idi) deyince yetmez, mana eksik kalır. Yanına ikinci bir isim ilâve edilerek كاَنَ الْجَوُّ باَرِداً (Hava soğuk idi) deyince mana tamamlanır.

    Nâkıs veya Kâne benzeri  olan fiiller ve işlevleri şunlardır:

    باَتَ ظَلَّ أَضْحَى أَمْسَى أَصْبَحَ لَيْسَ صاَرَ كاَنَ

    Şimdi bunları sırasıyla görelim:                                                 

     

    كاَنَ: ..idi, oldu

    Bir önceki konuda mâzî ve mûzari çekimini verdiğimiz كاَنَ fiilinin asıl manası ..idi olup nâkıs fiildir. Tam fiil olarak kullanıldığında ismi haberi şeklinde söylenmez. Çünkü o zaman mübtedâ haberin önünde değil bir fiil cümlesinin içinde (birleşik fiil olmak üzere) yardımcı fiil vazifesini görür.

    كاَنَ وُجِدَ

    bulunmuştu

    كاَنَ يَقْرَأُ

    okuyordu

    كاَنَ كَتَبَ

    yazdı idi, yazmıştı

    (قَدْ)lı mâzî fiil olursa mişli geçmiş zamanın hikayesi olur:

    كُنْتُ قَدْ عَلِمْتُ.

    bilmiştim

    كاَنَ (diğer benzerleri gibi) isim cümlesinin önüne geldiği zaman ise mübtedâyı olduğu gibi bırakır, haberini(n son harfinin harekesini) mansûb (fethalı) yapar. En çok kullanılan nâkıs fiildir.

    Cümle örnekleri:

    كاَنَ الْبَرْدُ شَدِيداً.

    Soğuk şiddetliydi.

    اَلْبَرْدُ شَدِيدٌ.

    Soğuk şiddetlidir.

    كاَنَتِ الرِّحْلَةُ مُمْتِعَةً.

    Yolculuk faydalıydı.

    اَلرِّحْلَةُ مُمْتِعَةٌ.

    Yolculuk faydalıdır.

    كاَنَ الْأُسْتاَذُ غاَئِباً.

    Hoca yoktu.

    الْأُسْتاَذُ غاَئِبٌ.

    Hoca yoktur.

    كاَنَ الدَّرْسُ سَهْلاً.

    Ders kolaydı.

    اَلدَّرْسُ سَهْلٌ.

    Ders kolaydır.

    كاَنَ الْبَيْتُ نَظِيفاً.

    Ev temiz idi (temiz oldu) .

    اَلْبَيْتُ نَظِيفٌ.

    Ev temizdir.

    كاَنَ الزِّحاَمُ شَدِيداً.

    Kalabalık şiddetli idi.(çok kalabalık oldu)

    اَلزِّحاَمُ شَدِيدٌ.

    Kalabalık şiddetlidir.
               

     

    * İsim cümlesinin başına sadece كاَنَ  nin gâib müfred mâzî hali gelmez. Çekimli olduğunda كاَنَ nin ismi fiille birlikte olur. Ardından haberi gelir. (كاَنَ) ve kardeşlerinin ismi bazen müstetir [(هُوَ هِيَ) gibi fiilin içinde saklı zamir] olarak veya (كاَنَ) nin çekimi içinde (كُنْتَgibi fiil+fâil) olarak da gelebilir.

    كاَنَ ياَسِرُ تِلْمِيذاً فِي الْمَدْرَسَةِ الْمُتَوَسِّطَةِ.

    Yâsir ortaokulda öğrenciydi.  

    كاَنَ تِلْمِيذاً فِي الْمَدْرَسَةِ الْمُتَوَسِّطَةِ.

    Ortaokulda öğrenciydi.  

    كاَنَتْ مُباَراَةً جَمِيلَةً.

    Güzel bir maçtı.  

    كُنْتَ مَرِيضاً.

    Hastaydın.  

    كُنْتُ فِي الْمُسْتَشْفَى.

    Hastanedeydim.  

    كُنْتَ مَشْغوُلاً.

    (Sen) meşguldün.
    Örneğin bu cümlede (تَ) zamiri (كاَنَ) nin ismi olup mahallen merfûdur. (مَشْغوُلاً) de (كاَنَ)nin haberi olup mansûbtur. Diğer örnekler:

    هَلْ كُنْتَ سَعِيداً هُناَكَ ؟

    Orada mutlu muydun?

    سَتَكُونُ[2] رِحْلَةً مُمْتِعَةً.

    Faydalı bir gezi olacak.

    سَيَكُونُ كِتاَباً جَيِّداً.

    İyi bir kitap olacak.

    سَأَكُونُ مَشْغُولاً فِي ذَلِكَ الْوَقْتِ.

    O vakitde meşgul olacağım.
             

    Kane ve Kardeşleri

     

     

     

     

     

     

     

     كاَنَ  nin ismi de haberi de  tamlama şeklinde gelebilir. Bu özellikler  كاَنَnin diğer benzerleri için de geçerlidir:

    كاَنَ طَواَفُ الْمُسْلِمِينَ بِالْكَعْبَةِ سَهْلاً أَمْسِ

    Müslümanların Kabe’yi tavafı dün kolaydı.

    كاَنَ عُمَرُ بْنُ[3] الْخَطاَّبِ خَلِيفَةً عاَدِلاً.

    Ömer İbnu’l-Hattab (Hattab’ın oğlu Ömer) âdil bir halife idi.

    لَمْ يَكُنِ الراَّعِي غاَئِباً هَذِهِ الْمَرَّةَ بَلْ كاَنَ مَوْجُوداً.

    Çoban bu sefer yok değildi bilakis mevcuttu (vardı) .

    لَمْ يَكُنِ الراَّعِي مَرِيضاً هَذِهِ الْمَرَّةَ بَلْ كاَنَ صَحِيحاً.

    Çoban bu sefer hasta değildi bilakis iyiydi.

    كاَنَ أَخِي مَحْبُوباً مِنْ جَمِيعِ زُمَلاَئِهِ.

    Kardeşim tüm arkadaşları tarafından seviliyordu.

     

    كاَنَ الرَّجُلُ سَعِيداً بِأَوْلاَدِهِ الناَّجِحِينَ.

    Adam başarılı çocuklarıyla mutluydu.

    أَ أَنْتَ مُواَفِقٌ عَلَى الْعَمَلِ هُناَ.

    Burada çalışmaya muvafık mısın? (uygun görüyor musun) ?

    أَ كُنْتَ مُواَفِقاً عَلَى الْعَمَلِ هُناَ.

    Burada çalışmaya muvafık mıydın? (uygun görüyor muydun) ?
         

     

    *Harf-i cer ya da zarfla başlayan (“var” manası ifade eden) cümle parçası mübtedâ değil öne geçmiş haberdir (haber mukaddem). Var olan şey de muahhar mübtedâ olur. Böylece dolayısıyla (كاَنَ)’nin haberi de öne geçmiş haber, (كاَنَ) nin ismi de sonradan gelen isim olmuş olur:

    فِي الْغُرْفَةِ رِجاَلٌ.

    Odada adamlar var.  

    كاَنَ فِي الْغُرْفَةِ رِجاَلٌ.

    Odada adamlar vardı.  

    بَيْنَهُمْ طاَلِبٌ نَشِيطٌ.

    Aralarında çalışkan bir öğrenci var.  

    أَ كاَنَ بَيْنَهُمْ طاَلِبٌ نَشِيطٌ.

    Aralarında çalışkan bir öğrenci var mıydı?  

    لاَ ، لَمْ يَكُنْ بَيْنَهُمْ طاَلِبٌ نَشِيطٌ.

    Hayır, aralarında çalışkan bir öğrenci yoktu.  

    أَماَمَهُنَّ حَدِيقَةٌ جَمِيلَةٌ.

    (Bayanların) Önlerinde güzel bir bahçe var.  

    أَ كاَنَتْ أَماَمَهُنَّ حَدِيقَةٌ جَمِيلَةٌ ؟

    Önlerinde güzel bir bahçe var mıydı?  

    لاَ ، لَمْ تَكُنْ أَماَمَهُنَّ حَدِيقَةٌ جَمِيلَةٌ.

    Hayır, önlerinde güzel bir bahçe yoktu.  

    فِي ذَلِكَ الْمَكاَنِ صَدِيقاَنِ.

    O mekanda iki arkadaş var.  

    كاَنَ مَعَكَ فِي ذَلِكَ الْمَكاَنِ صَدِيقاَنِ.

    Seninle birlikte o mekanda (orda) iki arkadaş vardı.

    كاَنَ مَعَكُمْ  فِي ذَلِكَ الْمَكاَنِ مُدَرِّسُونَ.

    Sizinle birlikte orda öğretmenler vardı.  

    *İsmi fâil “Kâne” fiilinin haberi olunca geçmiş zamanın sürekli halini oluşturur.

    هُوَ كاَنَ ساَجِداً لِلَّهِ.

    O Allah’a secde ederdi.

    *كاَنَ fiili Allah ile kullanıldığında anlamı zamanla sınırlı değildir. Sadece geçmişi anlatmaz, durumu bildirir ve haberin sonsuz devamlılığını gösterir. كاَنَ يَكُونُebedidir, ezelidir manalarına da gelir.

    كاَنَ اللَّهُ عَلِيماً حَكِيماً.

    Allah bilir ve hakîmdir.

    وَ كاَنَ اللَّهُ غَفُوراً رَحِيماً.

    Allah bağışlayıcı ve merhametlidir.

    *Olumsuz  كاَنَnin haberi muzâri olduğunda başında esreli bir (لِ) bulunabilir. Buna inkar lâmı (lâmul cuhûd) denir ve yanında gizli bir (أَنْ) olduğu düşünülür:

    ماَ كاَنَ الصَّدِيقُ لِيَخُونَ[4] صَدِيقَهُ.

    Arkadaş arkadaşına asla ihanet edecek değildir.

     

     

    صاَرَ : oldu, dönüştü.

    صاَرَ : oldu, dönüştü. Bir halden diğer hale geçmeyi anlatır.(صاَرَ يَصِيرُ)

    اَلثَّوْبُ قَصِيرٌ.

    Elbise kısadır.

    صاَرَ الثَّوْبُ قَصِيراً.

    Elbise kısa oldu.

    اَلطاَّلِباَنِ مُجْتَهِداَنِ.

    İki öğrenci çalışkandır.

    صاَرَ الطاَّلِباَنِ مُجْتَهِدَيْنِ.

    İki öğrenci çalışkanlaştı.

    اَلتِّلْمِيذَتاَنِ مَحْبُوبَتاَنِ.

    İki öğrenci sevilendir (sevilmektedir) .

    صاَرَتِ التِّلْمِيذَتاَنِ مَحْبُوبَتَيْنِ.

    İki öğrenci sevilen oldu.

    أَصْبَحَ: sabah (vakti) oldu, sabahladı 

    أَصْبَحَ: sabah (vakti) oldu, sabahladı  ( أَصْبَحَ يُصْبِحُ )

    اَلْجَوُّ مُمْطِرٌ.

    Hava yağmurludur.  
     

    أَصْبَحَ الْجَوُّ مُمْطِراً.

    Hava yağmurlu oldu (Hava yağmurlu olarak sabahladı) .
     

    اَلْحَدِيقَةُ جَمِيلَةٌ.

    Bahçe güzeldir.  
     

    أَصْبَحَتِ الْحَدِيقَةُ جَمِيلَةً.

    Bahçe güzel oldu.  
     

    هُماَ مُهَنْدِساَنِ.

    O ikisi mühendistir.  
     

    أَصْبَحاَ مُهَنْدِسَيْنِ.

    O ikisi mühendis oldular.  
     

    هُمْ مَشْغُولُونَ.

    Onlar meşguldürler.  
     

    أَصْبَحُوا مَشْغُولِينَ.

    Meşgul oldular.  
     

    هُنَّ مُمَرِّضاَتٌ.

    Onlar hemşiredir.  
     

    أَصْبَحْنَ مُمَرِّضاَتٍ.

    Onlar hemşire oldular.  
           

    أَضْحَى : kuşluk (vakti) oldu, kuşlukladı  

    أَضْحَى : kuşluk (vakti) oldu, kuşlukladı  (أَضْحَى يُضْحِي)

    اَلْغَماَمُ كَثِيفٌ.

    Bulut yoğundur.  

    أَضْحَى الْغَماَمُ كَثِيفاً.

    Bulut yoğun oldu (Bulut yoğun olarak kuşlukladı) .  

    اَلشاَّرِعُ مُزْدَحِمٌ.

    Cadde kalabalıktır.  

    أَضْحَى الشاَّرِعُ مُزْدَحِماً.

    Cadde kalabalık oldu (Cadde kuşluk vakti kalabalıklaştı) .
           

    ظَلَّ : gündüz (vakti) oldu, devam etti  

    ظَلَّ : gündüz (vakti) oldu, devam etti   (ظَلَّ يَظَلُّ)

    اَلْغُباَرُ ثاَئِرٌ.

    Toz kalkmaktadır.

    ظَلَّ الْغُباَرُ ثاَئِراً.

    Toz kalkar oldu (Gündüz toz kalkar halde devam etti) .

    الْأُمُّ صاَبِرَةٌ.

    Anne sabırlıdır.

    ظَلَّتِ الْأُمُّ صاَبِرَةً.

    Anne sabırlı olmaya devam etti.

    ظَلَّ الْمُعَلِّمُ فِي خِدْمَةِ التَّعْلِيمِ.

    Öğretmen talim (eğitim) hizmetinde devam etti.

    ظَلَّتِ الْبَناَتُ يَلْعَبْنَ فِي الْفِناَءِ.

    Kızlar avluda oynamaya devam etti.

    أَمْسَى : akşam (vakti) oldu, akşamladı  

    أَمْسَى : akşam (vakti) oldu, akşamladı  (أَمْسَى يُمْسِي)

    اَلْعاَمِلُ مُتْعَبٌ.

    İşçi yorgundur.  

    أَمْسَى الْعاَمِلُ مُتْعَباً.

    İşçi yorgun oldu (İşçi yorgun olarak akşamladı) .

    اَلْمُدَرِّساَتُ سَعِيداَتٌ.

    Öğretmenler mutludur.

    أَمْسَتِ الْمُدَرِّساَتُ سَعِيداَتٍ.

    Öğretmenler mutlu olarak akşamladı[5].

    باَتَ : geceleyin oldu, geceledi

    باَتَ : geceleyin oldu, geceledi  (باَتَ يَبِيتُ)

    اَلْمَرِيضُ مُتَأَلِّمٌ.

    Hasta acı çekmektedir.

    باَتَ الْمَرِيضُ مُتَأَلِّماً.

    Hasta acı çeker oldu (Hasta acı çekerek geceledi) .

      (أَصْبَحَ أَضْحَى ظَلَّ أَمْسَى باَتَ  ) kelimelerinin hepsi yardımcı fiil olarak صاَرَ manasında kullanılabilir. Bunlara صاَرَ benzerleri de denir. صاَرَ (oldu) bir halden bir hale dönüşmeyi ifade ederken zaman mefhumu yoktur. Hepsi de “oldu” şeklinde tercüme edilebilir. Ancak ifade ettikleri zamanın anlamı zihnen muhafaza edilir.

    *Yukarıda ikinci olarak verilen anlamlar tam fiil olarak kullanıldığında tercüme edilir. Mâzî muzâri emir olmak üzere bütün siygaları kullanılır.

     

     

    أَصْبَحَ الرَّجُلُ فِي الْمُسْتَشْفَى.

    Adam hastanede sabahladı.

    لِماَذاَ يُحِبُّ كَثِيرٌ مِنَ التَّلاَمِيذِ أَنْ يُصْبِحُوا ضُباَّطاً فِي الْجَيْشِ ؟

     

    Niçin öğrencilerden çoğu (öğrencilerin çoğu) orduda subay olmayı sever (ister)?

     
           

    Mesela ilk cümlede أصْبَحَ yı tam fiil olarak kabul edersek, o zaman bu fiillerden sonraki isme  أصْبَحَ ‘nın ismi ve haberi demeyiz. Fiil cümlesinin elemanları olarak أَصْبَحَ fiil اَلرَّجُلُ fâil, فِي الْمُسْتَشْفَى da mef’ûlün bih gayr-i sarih olur.

    Nakıs fiillerden en çok kullanılanı كاَنَ – لَيْسَ  – صاَرَ dır.

    Not: Tahfif (kolaylık) kabilinden  كاَنَnin muzâri meczûmundan (يَكُنْ) ve nehyinden bazen nun harfleri düşürülebilir. Bu kullanılış daha ziyade Kur’ân-ı Kerim ve eski metinlerde görülür.

    إِنْ تَكُ حَسَنَةً يُضاَعِفْهاَ.

    İyilik olursa kat kat arttırır.

    لَمْ أَكُ خاَئِناً.

    Hâin olmadım.

    *Olumsuz كاَنَnin haberi başına zâid (بِ) harfi getirilince mana kuvvetlenmiş olur:

    لَمْ يَكُنْ فِيهِ بِغَرِيبٍ.

    Orada asla yabancı değildir.

    *(لَيْسَ) fiili hariç diğerlerinin mâzî muzâri ve emri mevcuttur. لَيْسَ nin yalnızca mâzî çekimi vardır.

    لَيْسَ: değil, olmadı 

    لَيْسَ: değil, olmadı  Muzârisi olmayan bir fiil olarak mâzî durumunda çekime girer.

    لَيْسُوا

    لَيْساَ

    لَيْسَ

    Gâib

    لَسْنَ

    لَيْسَتَا

    لَيْسَتْ

    Gâibe

    لَسْتُمْ

    لَسْتُمَا

    لَسْتَ

    Muhatap

     

     

    لَسْتِ…

    Muhâtaba
             

     

     

    لَيْسَ الْخاَدِمُ قَوِياًّ.

    Hizmetçi güçlü değildir.

    اَلْخاَدِمُ قَوِيٌّ

    Hizmetçi güçlüdür.
     

    لَيْسَ الْعاَمِلُ نَشِيطاً.

    İşçi çalışkan değildir.

    اَلْعاَمِلُ نَشِيطٌ.

    İşçi çalışkandır.

    هَلِ الشاَّرِعُ مُزْدَحِمٌ ؟

    Cadde kalabalık mıdır?  

    لاَ ، هُوَ لَيْسَ مُزْدَحِماً.

    Hayır, o kalabalık değildir.  

    هَلِ الْحُجْرَةُ واَسِعَةٌ.

    Oda geniş midir?  

    لاَ ، هِيَ لَيْسَتْ واَسِعَةً.

    Hayır, o geniş değildir.  

    إِنَّكِ لَسْتِ ناَدِمَةً.

    Gerçekten pişman değilsin.  

     

       

    إِنَّنِي لَسْتُ فَقِيراً.

    Gerçekten ben fakir değilim.  
                 

    لَيْسَ fiili ile yapılan cümlelerde haber kısmı iki şekilde gelir:

    1- Mansûb durumda;

    لَسْتَ مُؤْمِناً.

    Sen mü’min değilsin.

    إِنَّهُمْ لَيْسُوا مُؤْمِنِينَ.

    Onlar mü’min değiller.

    2- Manayı te’kîd için (بِ) harfi cerine bağlı mecrûr olarak;

    لَيْسَ هَذاَ شَيْئاً.

    Bu bir şey değildir.

    لَيْسَ هَذاَ بِشَيْءٍ.

    Bu hiçbir şey değildir.

    أَ لَيْسَ اللَّهُ بِرَبِّكُمْ.

    Allah sizin Rabbiniz değil mi?

    *Nâdiren olumsuzluk edatı olarak kullanılır:

    لَيْسَ يَسْقُطُ الْمَطَرُ.

    Yağmur yağmıyor.

    Leyse’ye benzeyen edatlar denen (إِنْ) (ماَ) (لاَ) (لاَتَ) mübtedâ ve haber cümlesinin başına getirilerek kullanılmakta لَيْسَ gibidir. Hepsi de “yok, değil” manasınadır.

    إِنْ : لَيْسَ  gibi görev yapar, ismini ref, haberini nasbeder. İsmi belirli veya belirsiz olarak gelebilir.

    إِنْ رَجُلٌ قاَئِماً.

    Adam ayakta değildir.

    إِنْ زَيْدٌ قاَئِماً.

    Zeyd ayakta değildir.

    ماَ : (ماَ) hem belirli hem belirsiz isme gelir:

    ماَ أَحَدٌ خَيْراً مِنْكَ.

    Senden hayırlı kimse yoktur.

    ماَ هَذاَ مُهْمِلاً.

    Bu ihmal edilmiş değildir.

    ماَ هَذاَ بَشَراً.

    Bu beşer değildir.

    لاَ : (لاَ) yalnız belirsiz ismin başına getirilir.  لَيْسَ gibi kullanıldığı azdır.

    لاَ أَحَدٌ خَيْراً مِنْهُ.

    Ondan hayırlı bir kimse yoktur.

    لاَ رَجُلٌ هاَرِباً.

    Kaçan adam yoktur.

    ماَ ve لاَ nın haberlerine (بِ) harf-i ceri getirilebilir. Bu cer te’kit ifade eder.

    ماَ هَذاَ بِشَيْءٍ.

    Bu hiçbirşey değildir.

    ماَ عَلِيٌّ بِهاَدِئٍ.

    Ali asla huzurlu değildir.

    Bu cümleler إِنَّ cümlesine gelen te’kîd lâmı gibidir:

    إِنَّ عَلِياًّ لَهاَدِئٌ.

    Gerçekten Ali huzurludur.

    لاَتَ : لاَ en-nâfiye

    لاَتَ : لاَ en-nâfiye ve لَيْسَ manasındadır. İsmini ref haberini nasbeder. Başında bulunduğu isim cümlesinin kısımları zaman isimlerinden biri olur. Ancak kullanıldığı ifadede mübtedâ ile haberi birarada zikredilmez. İkisinden birisi, genellikle mübtedâ (لاَتَ ‘nin ismi) mahzûf olur (düşürülür), haberi kullanılır.

    اَلْوَقْتُ وَقْتُ نَداَمَةٍ.

    Vakit pişmanlık vaktidir.

    لاَتَ وَقْتَ نَداَمَةٍ (لاَ الْوَقْتُ وَقْتَ نَداَمَةٍ) .

    Pişmanlık vakti değildir.

    اَلساَّعَةُ ساَعَةَُ نَداَمَةٍ.

    Saat pişmanlık saatidir.

    لاَتَ ساَعَةَ نَداَمَةٍ  (لاَ الساَّعَةُ ساَعَةَ نَداَمَةٍ) .

    Pişmanlık saati değildir.

    ..لاَتَ حِينَ مَنَاصٍ.

    ..(Artık) kurtulma zamanı değildir (Sâd, 3).

    Ef’âlü’l-İstimrâr

    Ef’âlü’l-İstimrâr denilen (devamlılık ifâde eden) fiiller de irab bakımından كاَنَ ve kardeşleri gibidir. İsim cümlesinin başına geldiği takdirde mübtedâ ile haber üzerinde aynı etkiyi yaparlar. Bir çok gramer kitabında كاَنَ ve Kardeşleriyle birlikte zikredilmektedirler. Bu fiiller isminin haberiyle nitelenmesindeki sürekliliği anlatır ve şunlardır:

    ماَ داَمَ ماَ انْفَكَّ ماَ فَتِئَ ماَ بَرِحَ ماَ زاَلَ

    Hepsi de “halâ, devam ediyor” manasındadır. Mâzî ya da muzâri olarak gelebilirler. Başlarındaki ماَ olumsuzluk harfi olmasına rağmen fiile olumsuzluk değil devamlılık manası kazandırır. Aksi takdirde devamlılık vermez. Şimdi bunları örnekleriyle görelim:

    ماَ زاَلَ

    ماَ زاَلَ الْمَرِيضُ حَياًّ.

    Hasta hâlâ hayattadır.

    لاَ يَزاَلُ الْأَطْفاَلُ ناَئِمِينَ.

    Çocuklar hâlâ uyuyorlar.

    ماَ بَرِحَ

    ماَ بَرِحَ الْوَلَدُ مَرِيضاً.

    Çocuk hâlâ hastadır.

    لاَ يَبْرَحُ الْمَرِيضُ ناَئِماً.

    Hasta hâlâ uyuyor.

     

     

    ماَ فَتِئَ

    ماَ فَتِئَ التاَّجِرُ صاَدِقاً.

    Tacir hâlâ doğrudur.

    لاَ يَفْتَأُ الْجاَهِلُ مُصِراًّ عَلَى عِناَدِهِ.

    Câhil inadında hâlâ ısrarlıdır.

    ماَ انْفَكَّ

    ماَ انْفَكَّتِ السَّماَءُ مُمْطِرةً.

    Hava hâlâ yağmurludur.

    لاَ يَنْفَكُّ النَّسِيمُ عَلِيلاً.

    Meltem (ılık rüzgar) hâlâ tatlıdır[6].

    Bu dört fiil örneklerde görüldüğü gibi yalnız mâzî ve muzâri siygalarında gelir.

    ماَداَمَ  …dığı müddetçe: Kendinden önce gelen cümlenin müddetini kendinden sonraki cümleye bağlar. لَيْسَ  gibi yalnız mâzî siygasında bulunur. (داَمَ يَدُومُ) daكاَنَ gibi çekim yapılır:

    داَمَ      داَماَ     داَمُوا

    داَمَتْ   داَمَتاَ     دُمْنَ

    دُمْتَ   دُمْتُماَ    …

    لاَ تَقْرَأْ ماَداَمَ النُّورُ ضَئِيلاً.

    Işık zayıf olduğu müddetçe okuma.

    أَعْبُدُ اللَّهَ ماَ دُمْتُ حَياًّ.

    Diri olduğum müddetçe Allah’a ibadet ederim.

    كُلْ ماَ دُمْتَ جاَئِعاً.

    Aç olduğun müddetçe ye.

    Önemli Not: a)كاَنَ  ve kardeşlerinden bu yana söylenen nâkıs fiillerin isimleri müfred, tesniye ve cemi de gelse fiiller hep müfred gelir. Aksi takdirde normal fiil vazifesi görürler.

    كاَنَ الرَّجُلاَنِ يَتَكَلَّماَنِ.

    İki adam konuşuyorlardı.

    لاَ يَزاَلُ الْأَطْفاَلُ ناَئِمِينَ.

    Çocuklar hâlâ uyumaktadırlar.

    لاَ يَزاَلُونَ مُخْتَلِفُونَ.

    Daima ihtilaflıdırlar.

    b) Nâkıs fiillerin isimleri müzekkerse fiiller de müzekker, isimler müennes ise fiiller de müennes gelir:

    لَيْسَتِ الداَّرُ واَسِعَةً.

    Ev geniş değildir (semâi müennes).  

    لَنْ يَتْرُكَ الصَّلاَةَ ماَ داَمَ الْمُؤْمِنُ حَياًّ.

    Mü’min yaşadığı müddetçe namazı hiç terketmeyecek.

     

    c) Nâkıs fiillerin haberleri isim cümlesinin haberi gibi müfred, cümle ve şibh-i cümle (zarf ve câr-mecrûr) olarak gelir.

    Müfred:

    ماَ زاَلَ الْمُهَذَّبُ مَحْبُوباً.

    Terbiyeli daima sevilir.

    İsim Cümlesi:

    (=كاَنَتْ بِنْتُ عُمَرَ ناَئِمَةً فِي الصَّباَحِ).

    كاَنَ عُمَرُ بِنْتُهُ ناَئِمَةٌ فِي الصَّباَحِ
    Burada altı çizili isim cümlesi Kâne’nin haberi olarak mahallen mansûbtur.

    Sabahleyin Ömer’in kızı uyuyordu.

    Fiil Cümlesi:

    كاَنَ الطاَّلِبُ يَتَكَلَّمُ مَعَ أُسْتاَذِهِ.

    Öğrenci hocasıyla konuşuyordu.

    Şibh-i Cümle (Zarf):

    كاَنَتِ الطاَّلِباَتُ أَماَمَ الْمَدْرَسَةِ.

    Kız öğrenciler okulun önünde idi.

    Şibh-i Cümle (Câr-mecrûr):

    كاَنَ فِي الْمَلْعَبِ مُتَفَرِّجُونَ.

    Stadda seyirciler vardı.

    Genel Cümle Örnekleri

    1- كاَنَ الْإِماَمُ الْبُخاَرِيُّ مِنْ كِباَرِ الْمُحَدِّثِينَ – كاَنَ الْفاَراَبِيُّ عاَلِماً كَبِيراً مِنْ عُلَماَءِ الْمُسْلِمِينَ.

    2- لَمْ يَكُنِ الراَّعِي باَكِياً[7] هَذِهِ الْمَرَّةَ بَلْ كاَنَ ضاَحِكاً – اَلْحَياَةُ سَعِيدَةٌ – صاَرَتِ الْحَياَةُ سَعِيدَةً.

    3- اَلْمَعْرِضُ مُسْتَمِرٌّ – ماَزاَلَ الْمَعْرِضُ مُسْتَمِراًّ – اَلشَّرِكَةُ مَشْهُورَةٌ – صاَرَتِ الشَّرِكَةُ مَشْهُورَةً.

    4- الْواَجِبُ ضَرُورِيٌّ – ماَزاَلَ الْواَجِبُ ضَرُورِياًّ – اَلْأُمُّ مُدَرِّسَةٌ – صاَرَتِ الْأُمُّ مُدَرِّسَةً .

    5- ظَلَّ خاَلِدٌ فِي خِدْمَةِ الدِّينِ – ظَلَّتِ الْأُمُّ صاَبِرَةً عَلَى غِياَبِ ابْنِهاَ حَتَّى عاَدَ مِنْ سَفَرِهِ.

    6- غَسَلَتِ الْبِنْتُ الْمَلاَبِسَ حَتَّى أَصْبَحَتْ نَظِيفَةً – هَلْ دَرَسْتِ قَبْلَ الْمَرْحَلَةِ الْاِبْتِداَئِيَّةِ .

    7- نَجَحَ اَحْمَدُ فِي الْاِمْتِحاَنِ وَ أَصْبَحَ تِلْمِيذاً فِي الْمَدْرَسَةِ الثاَّنَوِيَّةِ – اَلتِّلْمِيذَةُ نَشِيطَةٌ – أَصْبَحَتِ التِّلْمِيذَةُ نَشِيطَةً.

    8- اَلْمُدَرِّسَتاَنِ غاَئِبَتاَنِ – لَيْسَتِ  الْمُدَرِّسَتاَنِ غاَئِبَتَيْنِ – اَلْمُهَنْدِسُونَ مَوْجُودُونَ – ماَزاَلَ الْمُهَنْدِسُونَ مَوْجُودِينَ – اَلْبَناَتُ مُؤَدَّباَتٌ – ماَزاَلَ الْبَناَتُ مُؤَدَّباَتٍ .

     

    9- اَلتَّلاَمِيذُ جاَلِسُونَ – لَيْسَ اَلتَّلاَمِيذُ جاَلِسِينَ – لاَ تَخْرُجْ ماَداَمَ الْمَطَرُ ناَزِلاً.

    10- هُماَ جاَهِزاَنِ لِلسَّفَرِ – أَصْبَحاَ جاَهِزَيْنِ لِلسَّفَرِ – صاَرَ الرَّجُلُ سَعِيداً بِأَوْلاَدِهِ الناَّجِحِينَ.

    11- لاَ تَلْعَبْ ماَ داَمَ الْاِمْتِحاَنُ قَرِيباً – كاَنَتِ الْغُرْفَةُ مُزْدَحِمَةً وَ أَصْبَحَتْ خاَلِيَةً.

    12- أَخُوهُ أُسْتاَذٌ مَشْهُورٌ – أَصْبَحَ أَخُوهُ أُسْتاَذاً مَشْهُوراً – صاَرَتِ الْحَدِيقَةُ أَزْهاَرُهاَ جَمِيلَةٌ.

    13- ماَزاَلَ الصَّحَفِيُّونَ فِي الصَّالَةِ – أَصْبَحَتِ السُّوقُ مُزْدَحِمَةً بِالناَّسِ .

    14- لَيْسَ أَخُوكَ بَيْنَ الرُّكاَّبِ –كاَنَتْ حَياَتُهُ قَصِيرَةً – لَيْسَ لَناَ بِهِ عِلْمٌ – لَيْسَ فِي مَدْرَسَتِناَ مَعْمَلُ اللُّغَةِ .

    15- لَيْسَتِ الْمَرْأَةُ لُعْبَةً فِي يَدِ الرَّجُلِ – هَؤُلاَءِ الطُّلاَّبُ مُجْتَهِدُونَ – لَيْسَ هَؤُلاَءِ الطُّلاَّبُ مُجْتَهِدِينَ.

    16- هَلِ الدَّرْسُ مُهِمٌّ؟ لاَ، هُوَ لَيْسَ مُهِماًّ – هَلِ السَّياَّرَةُ جَدِيدَةٌ ؟ لاَ هِيَ لَيْسَتْ جَدِيدَةً.

    17- اَلساَّعَةُ ساَعَةُ تَوْبَةٍ – لاَتَ ساَعَةَ تَوْبَةٍ – اَلشاَّرِعُ مُزْدَحِمٌ – لاَ شاَرِعٌ مُزْدَحِماً .

    18- اَلْأَنْهاَرُ فاَئِضَةٌ[8] – إِنَّ الْأَنْهاَرَ فاَئِضَةٌ . لاَتَ وَقْتَ عِتاَبٍ – ماَ عِنْدِي كِتاَبُكَ .

    19- لاَتَ وَقْتَ مُزاَحٍ – لاَ عُزْرٌ لَكَ مَقْبُولاً – لَيْسَ الْفَقْرُ عَيْباً – لَيْسَ الْفَقْرُ بِعَيْبٍ.

    20- ماَ تَعَبُ الْعاَمِلِينَ ضاَئِعاً – ماَ تَعَبُ الْعاَمِلِينَ بِضاَئِعٍ – ماَ الْبَناَتُ بِجاَهِلاَتٍ.

    21- ماَ كُلُّ غَنِيٍّ بِسَعِيدٍ- لَيْسَتِ الْجاَهِلاَتُ بِمُحْتَرَمَةٍ – هَذاَ لَيْسَ بِمَكاَنِكَ.

    22- إِنَّ رُوحَ كُلِّ إِنْساَنٍ فِي أَمْرِ اللَّهِ تَعاَلَى – أَ لاَ تَزاَلُ صاَبِراً ؟

    23- ماَ فَتِئَ أَخُوناَ غاَئِباً – لاَ أَكْتُبُ دَرْسِي ماَ داَمَ أَبِي ناَئِماً.

    24- كُنْتَ عَظيِماً – أَكَلْتُ طَعاَماً كَثِيراً لِأَنَّنِي كُنْتُ أَشْعُرُ بِالْجُوعِ. 

    Tercüme:

    1- İmam Buhârî muhaddislerin büyüklerindendi. Fârâbî Müslüman âlimlerden büyük bir âlimdi.

    2- Çoban bu sefer ağlamıyor bilakis gülüyordu. Hayat mutludur. Hayat mutlu hale geldi.

    3- Sergi devamlıdır. Sergi hâlâ devam etmektedir. Şirket meşhurdur. Şirket meşhur oldu.

    4- Ödev zarûrîdir. Ödev halâ zarûrîdir. Anne öğretmendir. Anne öğretmen haline geldi.

    5- Hâlit din hizmetinde devam etti. Anne yolculuğundan dönünceye kadar oğlunun yokluğuna sabretmeye devam etti.

    6- Temiz oluncaya kadar kız elbiseleri yıkadı. İlkokul safhasından önce okudun mu? 

    7- Ahmet imtihanda başardı ve lisede bir öğrenci oldu. Öğrenci çalışkandır. Öğrenci çalışkan oldu.

    8- İki öğretmen yoktur. İki öğretmen yok değildir. Mühendisler mevcuttur. Mühendisler hâlâ mevcuttur. Kızlar edeblidir. Kızlar hâlâ edeblidir.

    9- Öğrenciler oturuyor. Öğrenciler oturmuyor. Yağmur yağdığı müddetçe (dışarı) çıkma.

    10- O ikisi yolculuk için hazırdır. Yolculuk için hazır oldular. Adam başarılı çocuklarıyla mutlu oldu.

    11- İmtihan yakın olduğu müddetçe oynama. Oda kalabalıktı ve boşaldı (boş oldu).

    12- Onun kardeşi meşhur bir hocadır. Kardeşi meşhur bir hoca oldu. Bahçenin ağaçları güzel oldu.

    13- Gazeteciler hâlâ salondadır. Çarşı insanlarla kalabalıklaştı.

    14- Kardeşin yolcular arasında değil. Hayatı kısaydı. Onun hakkında bilgimiz yoktur. Okulumuzda dil labrotuvarı yok.

    15- Kadın erkeğin elinde oyuncak değildir. Bu öğrenciler çalışkandır. Bu öğrenciler çalışkan değildir.

    16- Ders mühim midir? Hayır, o mühim değildir. Araba yeni midir? Hayır, o yeni değildir.

    17- Saat tevbe saatidir. Tevbe saati değildir. Cadde kalabalıktır. Cadde kalabalık değildir.

    18- Nehirler taşmaktadır. Gerçekten nehirler taşmaktadır. Kınama vakti değildir. Kitabın bende değil.

    19- Şaka vakti değil. Makbul bir özrün yok. Fakirlik ayıb değildir. Fakirlik hiç ayıp değildir.

    20- İşçilerin emeği zayi değildir. İşçilerin emeği hiç zâyi değildir (boşa gitmez). Kızlar cahil değildir. .

    21- Her zengin mutlu değildir. Cahiller saygıdeğer değildir. Bu senin mekanın değildir.

    22- Her insanın ruhu Allahu Teâlâ’nın emrindedir. Hâlâ sabrediyor musun?

    23- Kardeşimiz hâlâ yoktur. Babam uyuduğu müddetçe dersimi yazmayacağım.

    24- Büyüktün. Çok yemek yedim. Çünkü açlık hissediyordum.

     

    ¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯

    KÂNE VE KARDEŞLERİ İLE İLGİLİ AYETLER

    1- … كَانَا يَأْكُلاَنِ الطَّعَامَ انْظُرْ كَيْفَ نُبَيِّنُ لَهُمُ الآيَاتِ …

    (5/MÂİDE, 75). (Meryem ve oğlu İsâ (a.s.) oğlu Mesîh) Her ikisi de yemek yerlerdi. Bak, onlara delilleri nasıl açıklıyoruz …

    açıklamak, izah ve izhar etmek (müteaddîdir).

    بَيَّنَ يُبَيِّنُ تَبْيِيناً

    2- … ثُمَّ انْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُكَذِّبِينَ .

    (6/EN’ÂM, 11) Sonra (Peygamberleri) yalanlayanların akıbetinin nasıl olduğuna bakın!

    yalanlayan, yalancı 

      

    الْمُكَذِّبُ

    3- وَقَالُوا لَوْ كُنَّا نَسْمَعُ أَوْ نَعْقِلُ مَا كُنَّا فِي أَصْحَابِ السَّعِيرِ .

    (67/MÜLK, 10). Ve: “Şayet kulak vermiş veya aklımızı kullanmış olsaydık, (şimdi) şu alevli cehennemin ashabı içinde olmazdık!” derler.

    yakılan ve alevlendirilen manasında olup cehennemin adıdır.

    السَّعِيرُ

    4- أَ رَأَيْتَ إِنْ كَانَ عَلَى الْهُدَى .

    (96/ALAK, 11). Gördün mü, ya o (Peygamber) doğru yol üzerinde idiyse,

    5- وَفُتِحَتِ السَّمَاءُ فَكَانَتْ أَبْوَابًا .

    (78/NEBE, 19). Gökyüzü açılır ve orada (pek çok) kapılar oluşur;

    6- إِنَّ جَهَنَّمَ كَانَتْ مِرْصَادًا .

    (78/NEBE, 21). Şüphesiz, cehennem pusuda (beklemekte) olur.

    rasat mevzii, rasathane, pusu, gözetleme yeri

    اَلْمِرْصَادُ- اَلْمَرْصَدُ

    7- .. إِنَّ  السَّمْعَ        وَ الْبَصَرَ   وَ  الْفُؤَادَ    كُلُّ      أُولئِكَ       كَانَ        عَنْهُ مَسْؤُولاً.

         Haberu Kane  Câr-mecrûr   F. Mâzî

    Haber

    İsmu işaretMuz. ileyh MübMuz. Matuf  H.Atıf Matuf  H.Atıf (إِنَّ)nin ismi Harfu Te’kîd

                                                                                     (إِنَّ) nin haberi (mahallen merfû)

       

    (17/İSRÂ, 36). (Hakkında bilgin bulunmayan şeyin ardına düşme.) Çünkü kulak, göz ve gönül, bunların hepsi ondan sorumludur.

    اَلسَّمْعُ

    işitme, işitme duygusu, kulak

    َالْفُؤَادُ

    kalp, gönül

    َالْبَصَرُ

    görme, görme hassesi, göz

    كُلُّ أُولئِكَ

    bunların hepsi (ayette; كُلُّ ) muzâf,  (أُولئِكَ) ise muzâfun ileyh olup mahallen mecrûrdur. (كُلُّ ) ve sonrası da (إِنَّ)nin haberidir.

    مَسْؤُولٌ

    mesul, sorumlu (ismi mef’ûl : aynı zamanda Kâne’nin haberidir. Kâne’nin ismi ise (هُوَ) olarak takdir edilen müstetir zamirdir.)

    8- ثُمَّ كَانَ عَلَقَةً فَخَلَقَ فَسَوَّى .

    (75/KIYAME, 38). Sonra (insan nutfesi) alaka (aşılanmış yumurta) olmuş, derken Allah (onu insan biçiminde) yaratıp şekillendirmişti.

    tesviye etmek, düzeltmek/düzene koymak, kemale erdirmek

    سَوَّى يُسَوِّي تَسْوِيَةً

    9- … كَانَ وَعْدُهُ مَفْعُولاً .

    (73/MÜZZEMMİL, 18). … O’nun (Allah’ın) vâdi yapılagelmiştir (mutlaka yerine gelir).

    10-… فَكَيْفَ كَانَ نَكِيرِ .

    (67/MÜLK, 18). …(benim karşılık olarak verdiğim) azabım nasıl olmuştu!

    aslı (نَكِيرِي) (edepsizliği ve çirkefliği ortadan kaldırıp bunları yapanları) cezalandırma

    نَكِيرٌ

    11- فَإِذَا انْشَقَّتِ السَّمَاءُ فَكَانَتْ وَرْدَةً كَالدِّهَانِ .

    (55/RAHMÂN, 37). Gök yarılıp da kızarmış yağ renginde gül gibi olduğu zaman,

    gül

    وَرْدَةٌ

    yarılmak

    اِنْشَقَّ يَنْشَقُّ اِنْشِقاَقاً

    yağ, yağdanlık, kırmızı deri (üç mana ile de tefsir edilebilir)

    اَلدِّهَانُ

    12- … وَكَانَ اللَّهُ غَفُورًا رَحِيمًا .

    (33/AHZÂB, 5). …. Allah bağışlayandır, çok merhamet edendir.

    13- … خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضَ فِي سِتَّةِ أَيَّامٍ وَكَانَ عَرْشُهُ عَلَى الْمَاء …

    (11/HÛD, 7). (O ki) … Arş’ı su üzerinde iken, gökleri ve yeri altı günde (altı devrede)  yarattı…

    14- … فَأَصْبَحَ مِنَ النَّادِمِينَ .

    (5/MÂİDE, 31). …ve (katil kardeş) pişmanlardan oldu (pişman oldu)

    15- فَأَخَذَتْهُمُ الرَّجْفَةُ فَأَصْبَحُوا فِي دَارِهِمْ جَاثِمِينَ .

    (7/A’RÂF, 78). Bunun üzerine onları o (gürültülü) sarsıntı yakaladı da yurtlarında diz üstü dona kalır oldular.

    sarsılış, sarsıntı

    اَلرَّجْفَةُ

    ism-i fâil olup yere bitişik olan, yere yapışıp kalan (Ayette: Evlerinde hareketsiz cansız ve sessiz ölüler halinde kalakaldılar.)

    اَلْجَاثِمُِ

    16-…أَنَّ اللَّهَ أَنزَلَ مِنَ السَّمَاءِ مَاءاً فَتُصْبِحُ الْأَرْضُ مُخْضَرَّةً إِنَّ اللَّهَ لَطِيفٌ خَبِيرٌ .

    (22/HAC, 63). … Allah, gökten yağmur indirdi. Bu sayede yeryüzü yeşeriyor (yeşil oluyor). Gerçekten Allah çok lütufkârdır, (her şeyden) haberdardır.

    yeşermiş, yeşillenmiş, yeşilleşmiş

    مُخْضَرَّةٌ

    17- وَأَصْبَحَ فُؤَادُ أُمِّ مُوسَى فَارِغًا …

    (28/KASAS, 10). Mûsâ’nın annesinin yüreği boş olarak sabahladı (yüreğinde yalnızca çocuğunun tasası kaldı)…

    boş, bomboş

    فَارِغًا

    18- فَأَصْبَحَتْ كَالصَّرِيمِ .

    (68/KALEM, 20).(Bahçe) kapkara kesildi.

    kesilmiş, sökülmüş/(münbit olmayan) kara toprak/karanlık gece(Ayette: Her üç mana ile de izah edilmiştir)

    اَلصَّرِيمُ

    19- إِنْ نَشَأْ نُنَزِّلْ عَلَيْهِمْ مِنَ السَّمَاءِ آيَةً فَظَلَّتْ أَعْنَاقُهُمْ لَهَا خَاضِعِينَ .

    (26/ŞUARÂ, 4). Biz dilesek, onların üzerine gökten bir mucize indiririz de, ona boyunları eğilip kalır.

     

    boyunlar

    اَلْعُنُقُ ج اَلْأَعْنَاقُ

     

    tevazuda bulunmak, alçak gönüllü olmak, boyun eğmek

    خَضَعَ يَخْضَعُ خُضُوعاً

    boyunları eğik (ism-i fâil) (Ayette: Ona boyun eğmiş, inkiyad etmiş, itaat etmiş olurlar)

    خَاضِعٌ

     
             

    20- قَالُوا نَعْبُدُ أَصْنَامًا فَنَظَلُّ لَهَا عَاكِفِينَ .

    (26/ŞUARÂ, 71). “Putlara tapıyoruz ve onlara tapmaya (tapanlar olmaya) devam edeceğiz” diye cevap verdiler.

    عَكَفَ يَعْكُفُ عُكُوفاً

    devamlı ibadet etmek, ibadetten ayrılmamak

    21- … إِذْ وُقِفُوا عَلَى رَبِّهِمْ قَالَ أَلَيْسَ هَذَا بِالْحَقِّ قَالُوا بَلَى وَرَبِّنَا …

    (6/EN’ÂM, 30). Rablerinin huzuruna getirildikleri zaman (Rablerinin önünde ayakta durduruldukları zaman)… (Allah onlara) Bu (yeniden dirilme olayı), hak değil miymiş? der. Onlar da “Rabbimize andolsun ki evet!” derler…

    إِذْ = إِذاَ

    ..dığı, diği zaman/hani bir zamanlar (zaman zarfının arkasından gelen kelime fiilde olsa mahallen mecrûr muzâfun ileyhtir.)

    22- وَكَذَّبَ بِهِ قَوْمُكَ وَهُوَ الْحَقُّ قُلْ لَسْتُ عَلَيْكُمْ بِوَكِيلٍ .

    (6/EN’ÂM, 66). Kur’ân hak olduğu halde kavmin onu yalanladı. De ki: “Ben size vekil (kefil) değilim”.

    23- … فَإِنْ يَكْفُرْ بِهَا هَؤُلاَءِ فَقَدْ وَكَّلْنَا بِهَا قَوْمًا لَيْسُوا بِهَا بِكَافِرِينَ .

    (6/EN’ÂM, 89).  … Eğer onlar (kâfirler) bunları inkâr ederse şüphesiz yerlerine bunları inkâr etmeyecek bir toplum getiririz.

    vekil kıldı, yerine başkasını getirdi

    وَكَّلَ يُوَكِّلُ تَوْكِيلاً

    24- وَإِذْ أَخَذَ رَبُّكَ مِنْ بَنِي آدَمَ مِنْ ظُهُورِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ وَأَشْهَدَهُمْ عَلَى أَنْفُسِهِمْ أَلَسْتُ بِرَبِّكُمْ قَالُوا بَلَى شَهِدْنَا …

    (7/A’RÂF, 172). … Rabbin Adem oğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şahit tuttu ve “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” (dedi )  (Onlar da), Evet (buna) şâhit olduk, dediler.

    sırt, yüz, üzeri, arka (ayette sulbler kastedilmektedir)

    اَلظَّهْرُ ج ظُهُورٌ

    zürriyet, nesil

    ذُرِّيَّةٌ

    [ (عَلَى) harf-i ceri ile birlikte] şahit tutmak, şahit kılmak

    أَشْهَدَ يُشْهِدُ إِشْهاَداً

         

    25- … أَلَيْسَ مِنْكُمْ رَجُلٌ رَشِيدٌ .

    (11/HÛD, 78). (Lût, kavmine:) …İçinizde reşit (aklı başında) bir adam yok mu!”  (dedi).

    reşit, doğru görüşlü, doğruyu bulan, olgun, doğru 

    رَشِيدٌ

    26- … إِنَّ مَوْعِدَهُمُ الصُّبْحُ أَلَيْسَ الصُّبْحُ بِقَرِيبٍ .

    (11/HÛD, 81). (Melekler Lût’a): … Onlara vâdolunan (helâk) zamanı, sabah vaktidir. Sabah yakın değil mi? (dediler).

    va’d/va’din yerine getirildiği zaman veya yer (ayette: sözün yerine getirileceği vakit)

    اَلْمَوْعِدُ

    27- لَيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ أَنْ تَدْخُلُوا بُيُوتًا غَيْرَ مَسْكُونَةٍ فِيهَا مَتَاعٌ لَكُمْ …

    (24/NÛR, 29). İçinde kendinize ait eşyanın bulunduğu oturulmayan evlere girmenizde herhangi bir sakınca yoktur…

    faydalanılan eşya

    مَتَاعٌ

    ism-i mef’ûl: mesken kılınan, oturulan

    مَسْكُونَةٌ

    günah

    اَلْجُنَاحُ

    28- لَيْسَ عَلَى الْأَعْمَى حَرَجٌ وَلاَ عَلَى الْأَعْرَجِ حَرَجٌ وَلاَ عَلَى الْمَرِيضِ حَرَجٌ …

    (24/NÛR, 61). Âmâya güçlük yoktur; topala güçlük yoktur; hastaya da güçlük yoktur. (Bunlara yapamayacakları görev yüklenmez; yapamadıklarından dolayı günahkâr olmazlar.) …

    29-  يَا نِسَاءَ النَّبِيِّ لَسْتُنَّ كَأَحَدٍ مِنَ النِّسَاءِ 

    (33/AHZÂB, 32). Ey Peygamber hanımları! Siz, kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz….

    30- أَ لَيْسَ اللَّهُ بِكَافٍ عَبْدَهُ …

    (39/ZÜMER, 36). Allah kuluna kâfi değil midir? …

    [(ism-i fâil) her türlü şerden, kötülükten koruma hususunda] kafi olan.

    كَافٍ= اَلْكاَفِي (كَفَى يَكْفِي كِفاَيَةً)

    Sonu illetli olan bu tür fiillerin ism-i fâili burada olduğu gibi marife olarak (اَلْكاَفِي), nekre olarak da (كَافٍ) şeklinde gelir.

    31- فَاطِرُ السَّموَاتِ وَالْأَرْضِ جَعَلَ لَكُمْ مِنْ أَنْفُسِكُمْ أَزْوَاجًا وَمِنَ الْأَنْعَامِ أَزْوَاجًا يَذْرَؤُكُمْ فِيهِ لَيْسَ كَمِثْلِهِ شَيْءٌ وَهُوَ السَّمِيعُ البَصِيرُ .

    (42/ŞÛRÂ, 11). (O), gökleri ve yeri (yoktan) yaratandır. Size kendinizden eşler, hayvanlardan da (kendilerine) eşler yaratmıştır. Bu suretle çoğalmanızı sağlamıştır. O’nun benzeri hiçbir şey yoktur. O işitendir, görendir.

    (ism-i fâil) yaratan, icat eden

    اَلْفَاطِرُ (فَطَرَ يَفْطُرُ فَطْراً)

    büyük baş hayvan  (deve, sığır, davar)

    اَلنَّعَمُ ج الْأَنْعَامُ

    yoktan var edip etrafa dağıtarak çoğaltmak

    ذَرَأَ يَذْرَؤُ ذَرْءاً

    32- وَنَادَى فِرْعَوْنُ فِي قَوْمِهِ قَالَ يَا قَوْمِ أَلَيْسَ لِي مُلْكُ مِصْرَ وَهَذِهِ الْأَنْهَارُ تَجْرِي مِنْ تَحْتِي أَ فَلاَ تُبْصِرُونَ .

    (43/ZUHRUF, 51). Firavun kavmine (kavminin içinde olarak ) seslendi ve (şöyle) dedi: “Ey kavmim! Mısır mülkü ve altımdan akıp giden şu ırmaklar benim değil mi? Hâla görmüyor musunuz?”

    nehir, ırmak

    اَلنَّهْرُ ج اَلْأَنْهَارُ

    seslenmek, çağırmak, bağırmak

    نَادَى يُناَدِي مُناَداَةً

    görmek

    أَبْصَرَ يُبْصِرُ إِبْصاَراً

    33- فَلَيْسَ لَهُ الْيَوْمَ هَاهُنَا حَمِيمٌ .

    (69/HAKKA, 35). Bu sebeple, bugün burada onun (candan) bir dostu yoktur.

    müşfik, şefkatli, yakın dost

    حَمِيمٌ

    34- أَ لَيْسَ ذَلِكَ بِقَادِرٍ عَلَى أَنْ يُحْيِيَ الْمَوْتَى .

    (75/KIYÂME, 40). (Bunları yapan Allah), ölüleri (tekrar) diriltmeye kâdir değil midir?

    ölü

    اَلْمَيْتُ ج الْمَوْتَى

    hayat vermek, diriltmek

    أَحْيَى يُحْيِي إِحْياَءاً

    35- لَسْتَ عَلَيْهِم بِمُصَيْطِرٍ .

    (88/GÂŞİYE, 22). Onların üzerinde bir zorba değilsin.

    ism-i fâil olup zorba, hükmü altına alan, kontrolde tutan, sultasında bulunduran anlamındadır. (مُصَيْطِرٍ ın aslı مُسَيْطِرٍ olup dilde kolaylık açısından س harfi صharfiyle iptal edilmiştir.)

    مُصَيْطِرٌ

    36- فَمَا زَالَتْ تِلْكَ دَعْوَاهُمْ حَتَّى جَعَلْنَاهُمْ حَصِيدًا خَامِدِينَ .

    (21/ENBİYÂ, 15). Biz kendilerini, kuruyup biçilmiş ekine, sönmüş ateşe çevirinceye kadar bu davaları sürüp gider.

    kuruyup biçilmiş ekin

    حَصِيدٌ

    iddia, dava veya duaları

    دَعْوَاهُمْ

    ölen yahut bayılan

    اَلْخَامِدُ

    37- وَلَقَدْ جَاءَكُمْ يُوسُفُ مِن قَبْلُ بِالْبَيِّنَاتِ فَمَا زِلْتُمْ فِي شَكٍّ مِمَّا جَاءَكُمْ بِهِ …

    (40/MÜ’MİN, 34). Andolsun ki, (Mûsâ’dan) önce Yusuf da size açık deliller getirmişti ve onun size getirdiği şeylerden   şüphe edip durmuştunuz….

    38- قَالُوا يَا مُوسَى إِنَّا لَنْ نَدْخُلَهَا أَبَدًا ماَ دَامُوا فِيهَا فَاذْهَبْ أَنتَ وَرَبُّكَ 

    (5/MÂİDE, 24). “Ey Mûsâ! Onlar orada bulundukları müddetçe biz oraya asla girmeyiz; şu halde, sen ve Rabbin gidin (savaşın; biz burada oturacağız”) dediler.

    39-  وَكُنْتُ عَلَيْهِمْ شَهِيدًا ماَ دُمْتُ فِيهِمْ فَلَمَّا تَوَفَّيْتَنِي كُنْتَ أَنْتَ الرَّقِيبَ عَلَيْهِمْ وَأَنتَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ شَهِيدٌ .

    (5/MÂİDE, 117)… [Îsâ (a.s.) şöyle dedi:] İçlerinde bulunduğum müddetçe onlar üzerine şâhit (kontrolcü) idim. Beni vefat ettirince artık onlar üzerine gözetleyici yalnız sen oldun. Sen her şeye hakkıyla şâhit olansın.

    ruhunu kabzetmek, öldürmek, vefat ettirmek (Ayette: Vefat ettirmesi, göğe çıkarılması yahut yeryüzündeki hayatına son verilmesidir.)

    تَوَفَّى يَتَوَفَّى

    (mâzî fiilin önünde:) …dığı zaman, …dığında

    لَمَّا

    şâhit (kontrolcü)

    شَهِيدٌ

    gözetleyen, gözetleyici

    اَلرَّقِيبُ

           

    40- وَجَعَلَنِي مُبَارَكًا أَيْنَمَا كُنْتُ وَأَوْصَانِي بِالصَّلاَةِ وَالزَّكَاةِ ماَ دُمْتُ حَياًّ .

    (19/MERYEM, 31). “Her nerede olursam olayım, O beni mübarek kıldı; yaşadığım sürece bana namazı ve zekâtı emretti.”

    hayırlı ve mübarek kılınmış

    مُبَارَكٌ

    diri, yaşayan

    حَيٌّ

    her nerede

    أَيْنَمَا

     

    tavsiye etmek (tavsiye Allah tarafından yapıldığı takdirde bu, emir ve farz kılma demektir.)

    َأَوْصَى يُوصِي

                   

    41- …وَكَانُوا لَنَا عَابِدِينَ .

    (21/ENBİYA, 73). … Onlar, daima bize ibadet eden kimselerdi.

    42- … وَمَا هُمْ بِخَارِجِينَ مِنَ النَّارِ .

    (2/BAKARA,167). …ve onlar (artık) ateşten çıkacak değillerdir.

    43- … وَمَا اللّهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ .

    (2/BAKARA, 74)….Allah yapmakta olduklarınızdan gafil değildir.

    44- وَمَا هُوَ بِقَوْلِ شَاعِرٍ قَلِيلاً مَا تُؤْمِنُونَ .

    (69/HAKKA, 41). Ve o, bir şair sözü değildir. Ne de az iman ediyorsunuz!

    45- مَا أَنْتَ بِنِعْمَةِ رَبِّكَ بِمَجْنُونٍ .

    (68/KALEM, 2) Sen -Rabbinin nimeti sayesinde- mecnun değilsin.

    46- … وَمَا أَنَا بِظَلاَّمٍ لِلْعَبِيدِ .

    (50/KAF, 29). (Allah şöyle diyor: Benim huzurumda söz değiştirilmez) ve ben kullara asla zulmedici değilim.

    47- يَا عِبَادِ لاَ خَوْفٌ عَلَيْكُمُ الْيَوْمَ وَلاَ أَنْتُمْ تَحْزَنُونَ .

    (43/ZUHRUF, 68). Ey kullarım! Bugün (cennette) size korku yoktur. Sizler üzülmeyeceksiniz.

    Ey kullarım! (Sondaki esre, düşen mütekellim yâ’sının kısaltılmış işaretidir)

    يَا عِبَادِ

    48- … وَمَا اللَّهُ يُرِيدُ ظُلْمًا لِلْعِبَادِ .

    (40/MÜ’MİN, 31)….Allah, kullarına bir zulüm dileyecek değildir.

    49- … وَمَا أَنْتَ عَلَيْهِمْ بِوَكِيلٍ .

    (39/ZÜMER, 41). (Resûlüm)! …Sen onların üzerinde vekil değilsin.

  • İnne Ve Kardeşleri Arapça İnne ve Benzerleri

     İNNE VE KARDEŞLERİ

    inne-ve-kardesleri

    (إِنَّ) ve görev bakımından ona benzeyen edatlar isim cümlesi dediğimiz mübtedâ ile haberin önüne gelir, mübtedâ ile haberin adını değiştirirler. Artık mübtedânın adı; (إِنَّ)’nin ismi, haberin adı da (إِنَّ)’nin haberi olarak değişir. Bu edatlar isim cümlesinin başına gelip mübtedâ ve haberin adını ve irabını (harekesini) değiştirdikleri için değiştirenler manasında “en-Nevâsıh” (اَلنَّواسِح) diye adlandırılırlar.

    Fiile benzeyen harfler de denilen bu harfler ve işlevleri şunlardır:

    لاَ

    لَعَلَّ

    لَيْتَ

    لَكِنَّ

    كَأَنَّ

    أَنَّ

    إِنَّ

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

    (إِنَّ) ve ona benzeyenler dediğimiz bu edatlar isimlerini mansûb (fetha), haberlerini merfû (zamme) yaparlar.

    اَلْبَحْرُ هاَدِئٌ.

    Deniz sakindir.

    إِنَّ الْبَحْرَ هاَدِئٌ.

    Gerçekten deniz sâkindir.

    اَللَّهُ غَفُورٌ.

    Allah çok bağışlayandır.

    إِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ.

    Şüphesiz ki Allah çok bağışlayandır.

    Son cümlede إِنَّ edatu nasb, اللَّهَ (إِنَّ)’nin ismi غَفُورٌ ise (إِنَّ)’nin haberidir.

    Sırasıyla bu edatları ve işlevlerini görelim:

    إِنَّ: Muhakkak, doğrusu, gerçekten, hakikaten, şüphe yok ki, şüphesiz manalarına gelen tahkik (pekiştirme ) edatıdır. Cümle örnekleri:

    اَلْمُؤْمِنُونَ إِخْوَةٌ.

    Mü’minler kardeştir.

    إِنَّ الْمُؤْمِنِينَ إِخْوَةٌ.

    Şüphe yok ki mü’minler kardeştir.

    رِحْلَةُ الْحَجِّ سَهْلَةٌ.

    Hac yolculuğu kolaydır

    إِنَّ رِحْلَةَ الْحَجِّ سَهْلَةٌ.

    Gerçekten hac yolculuğu kolaydır.

    إِنَّ اللَّهَ واَحِدٌ.

    Şüphe yok ki Allah birdir.

    إِنَّ مُحَمَّداً رَسُولٌ.

    Şüphe yok ki Muhammed (s.a.) peygamberdir.

    إِنَّ رَحْمَةَ اللَّهِ واَسِعَةٌ.

    Şüphe yok ki Allah’ın rahmeti (merhameti) geniştir (boldur).

    إِنَّ edatı başta bulunduğunda hemzesi esre olur.

    (إِنَّ) nin hemzesinin esre olduğu yerler şunlardır:

    a) (إِنَّ) den önce emir fiili veya ياَ gibi nidâ (ünlem) edatı bulunduğunda إِنَّ gene başta sayılır:

    قاَلَ الرَّسُولُ فيِ غاَرِ حِراَءَ “لاَ تَحْزَنْ إِنَّ اللَّهَ مَعَناَ”.

    Peygamber Hira mağarasında (arkadaşı Ebûbekir’e) “Mahzun olma! Muhakkak ki; Allah bizimle beraberdir” dedi.

    اِصْبِرْ إِنَّ اللَّهَ مَعَناَ.

    Sabret. Muhakkak ki Allah bizimle beraberdir.

    ياَ بُنَيَّ إِنَّ الصَّلاَةَ نُورٌ.

    Ey oğulcuğum, namaz gerçekten nurdur (ışıktır) .

    b)قَوْلُ kelimesinden türeyen (قاَلَ –قَوْلاً-يَقُولُ demek, söylemek) kelimelerinden sonra;

    قاَلَ إِنَّ اللَّهَ واَحِدٌ.

    Muhakkak ki Allah birdir dedi.

    c)Yemin’den sonra;

    وَاللَّهِ[1] إِنَّكَ لَمُجْتَهِدٌ.

    Vallahi, sen gerçekten çalışkansın.

    Not: Başında إِنَّ bulunan isim cümlesinin haberine yeminsiz de (yine gerçekten, hakikaten anlamını veren) te’kîd lâmı gelebilir:

    ..إِنَّكَ لَمِنَ الْمُرْسَلِينَ.

    ..Şüphe yok ki sen peygamberlerden (biri)sin (Bakara, 252) .

    *İnne ve benzerlerinin haberleri müfred, cümle ya da şibh-i cümle (zarf ya da câr-mecrûrlu cümlecik) olabilir:

    Müfred:

    إِنَّ الْبَيْتَ قَدِيمٌ.

    Gerçekten ev eskidir.

    إِنَّهُ وَلَدٌ جَمِيلٌ.

    Muhakkak ki o güzel bir çocuktur.

    إِنَّ هَذاَ أَخُو عَلِيٍّ.

    Muhakkak ki bu Ali’nin kardeşidir.

    Not: Sıfat ve isim tamlamaları müfred kabul edilir.

    İsim Cümlesi:

    إِنَّ خاَلِداً أَبُوهُ غَنِيٌّ.

    Gerçekten Hâlit’in babası zengindir.

    Fiil Cümlesi:

    إِنَّ الْمُسْلِمِينَ يُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ.

    Gerçekten müslümanlar Allah’a inanırlar.

    إِنَّ جِبْرِيلَ قَدْ نَزَلَ بِأَمْرِ اللَّهِ إِلَى الْأَرْضِ.

    Muhakkak ki Cibril (a.s.) Allah’ın emri ile yeryüzüne inmiştir.

    Şibh-i Cümle (Zarf):

    إِنَّ الْغَيْبَ عِنْدَ اللَّهِ.

    Muhakkak ki gayb Allah’ın katındadır (yanındadır).

     

     

    إِنَّ خَلْفَ الْبَيْتِ سَياَّرَةً.

    Gerçekten evin arkasında araba var[2].

    إِنَّ قَلْبَ الْمُؤْمِنِ بَيْنَ إِصْبَعَيْنِ مِنْ أَصاَبِعِ الرَّحْمنِ.

    Mü’minin kalbi Rahmân’ın parmaklarından iki parmak arasındadır (Müteşâbih nas) .

    Şibh-i Cümle (Câr-Mecrûr):

    إِنَّ الْفَوْزَ الْكَبِيرَ فِي الْآخِرَةِ.

    Muhakkak ki büyük kurtuluş ahirettedir.

    إِنَّ اللَّهَ مَعَ الصاَّبِرِينَ.

    Muhakkak ki Allah sabredenlerle beraberdir (Bakara, 153) .

    إِنَّ اللَّهَ فِي قُلُوبِ عِباَدِهِ الْمُخْلِصِينَ.

    Allah ihlaslı kullarının kalbindedir.
         

    *(إِنَّ) ile başlayan isim cümlelerinin kısımlarında da mübtedâ ile haberde olduğu gibi takdim ve tehir bulunabilir:

    إِنَّ إِلَيْناَ إِياَبَهُمْ ثُمَّ إِنَّ عَلَيْناَ حِساَبَهُمْ.

    Şüphesiz onların dönüşleri (ancak) bizedir sonra onların hesabları da bize aittir (Gâşiye, 25, 26) .

    إِنَّ مَعَ الْعُسْرِ يُسْراً.

    Muhakkak ki zorlukla beraber kolaylık vardır (İnşirah, 5).

    (إِنَّ)’nin ismi  (إِنَّ)’nin haberi

     

    *Cümlenin kısımları yer değiştirince habere gelecek meftuh te’kîd lâmı ismin başına gelir:

    إِنَّ فِي هَذاَ لَبَلاَغاً.

    Muhakkak ki bunda bir tebliğ var (Enbiya, 106) .

    Arada fasıl zamiri bulunduğunda lâm onun başına gelir:

    إِنَّ هَذاَ لَهُوَ الْقَصَصُ الْحَقُّ.

    Gerçekten bu elbette ki doğru haberlerdir (Âl-i İmran, 62) .

    أَنَّ: de anlam bakımından إِنَّ gibi tahkik (pekiştirme) harfidir. ..ki, ..dığını, …eceğini, …olduğu gibi manalarına gelir. Masdar manasını da ifâde eder. إِنَّ başta, أَنَّcümlenin ortasında gelir. (أَنَّ) cümle başında kullanılmaz. Fiil cümlelerinde mef’ûl durumundaki yan cümleciklerin başında bağlaç olarak kullanılır:

    تَناَمُ التِّلْمِيذَةُ مُبَكِّرَةً.

    Kız öğrenci erken uyur.

    أَ لاَ تَعْلَمُ أَنَّ  التِّلْمِيذَةَ تَناَمُ مُبَكِّرَةً.

    Öğrencinin erken uyuduğunu bilmiyor musun?

    عَلِمْتُ أَنَّ الْإِمْتِحاَنَ قَرِيبٌ.

    İmtihanın yakın olduğunu öğrendim.

     

     

    عَلِمْتُ أَنَّ الْحَجَّ مُطَهِّرٌ لِلنَّفْسِ.

    Haccın kişi için temizleyici olduğunu bildim (anladım) .

    أَشْهَدُ أَنَّ مُحَمَّداً رَسُولُ اللَّهِ.

    Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şahitlik ederim[3].

    هَلْ فَهِمْتُمْ أَنَّ هَذاَ الْكِتاَبَ هُدىً لِلناَّسِ؟

    Bu kitabın insanlar için bir hidayet (yol gösterici) olduğunu anladınız mı?

    *أَنَّ isim ve haberiyle birlikte isim cümlesi olarak mefulun bih, fâil, naib-i fâil olabilir. Kendisinden önce bu durumları belirleyen bir fiil gelir:

    Mef’ûlün bih:

    عَلِمْتُ أَنَّ الْبَحْرَ هاَدِئٌ.

    Denizin hakikaten sâkin olduğunu bildim.

    عَلِمْتُ أَنَّ فِي حَقِيبَتِهِ كِتاَبَيْنِ.

    Çantasında iki kitap olduğunu bildim.

    أَدْرَكْتُ أَنَّ رَحْمَةَ اللَّهِ واَسِعَةٌ.

    Allah’ın rahmetinin geniş olduğunu idrak ettim.

    عَلِمْتَ أَنَّ عَلِياَّ مَرِيضٌ.

    Ali’nin hasta olduğunu bildin (öğrendin).

    Mef’ûlün bih: Mahallen mansûb

     

    Fâil:

    يَسُرُّنِي أَنَّكُمْ ناَجِحُونَ فِي الْإِمْتِحاَنِ.

    İmtihanda başarılı olmanız beni sevindirir.

    Fâil: mahallen merfû

     

    Nâib-i Fâil:

    سُمِعَ أَنَّ خاَلِداً فاَزَ فِي السِّباَقِ.

    Halit’in yarışta kazandığı duyuldu.

    Nâib-i Fâil: Mahallen merfû

     

    * (أَنَّ) nin başına (لِ) getirilmesiyle yapılan (لِأَنَّ) edatı “çünkü, …dığı için” irab bakımından (إِنَّ) ve kardeşleri gibidir:

    اِبْتَسَمَ مُحَمَّدٌ لِأَنَّ السَّيَّارَةَ حَضَرَتْ.

    Muhammed gülümsedi çünkü araba geldi.

    (Araba geldiği için Muhammed gülümsedi)

    أَعَدَّتْ زَيْنَبُ الْغَداَءَ لِأَنَّ واَلِدَتَهاَ مَشْغوُلَةٌ.

    Öğle yemeğini Zeyneb hazırladı çünkü annesi meşgul (dür).

    (Annesi meşgul olduğu için öğle yemeğini Zeynep hazırladı)

     

     

     

    ذَهَبَتْ فاَطِمَةُ إِلَى الْمَكْتَبَةِ لِأَنَّ الْمُدَرِّسَةَ غاَئِبَةٌ.

    Fâtıma kütüphaneye gitti çünkü öğretmen yok(tur).

    (Öğretmen olmadığı için Fâtıma kütüphaneye gitti)

    كَأَنَّ

    كَأَنَّ : gibi, sanki, güya, ..yor gibi, mış gibi, ..casına. …ecek gibi, ..a benzer manalarına gelir. Mübtedâ’nın habere benzediğini anlatır.

    اَلْكَعْبَةُ قَلْبُ الْعاَلَمِ الْإسْلاَمِيِّ.

    Kâbe İslâm âleminin kalbidir.

    كَأَنَّ الْكَعْبَةَ قَلْبُ الْعاَلَمِ الْإسْلاَمِيِّ.

    Sanki Kâbe İslâm âleminin kalbidir.

    (veya; Kâbe İslâm âleminin kalbi gibidir).

    مَلاَبِسُ الْإِحْراَمِ أَزْهاَرٌ بَيْضاَءُ.

    İhram elbiseleri beyaz çiçeklerdir.

    كَأَنَّ مَلاَبِسَ الْإِحْراَمِ أَزْهاَرٌ بَيْضاَءُ

    Sanki ihram elbiseleri beyaz çiçeklerdir.

    (veya; İhram elbiseleri beyaz çiçekler gibidir)

    كَأَنَّ الْكِتاَبَ أُسْتاَذٌ.

    Kitap hoca gibidir.

    كَأَنَّ الْكِتاَبَ صَدِيقٌ مُخْلِصٌ.

    Kitap samimi bir dost gibidir.

    كَأَنَّ الْقَمَرَ مِصْباَحٌ.

    Ay sanki lâmba gibidir.

     

    لَكِنَّ:

    لَكِنَّ:..ama, fakat, lâkin, ancak, ne var ki, şu kadar var ki, manalarına gelir.

    İstidrâke delâlet eder. İstidrâk; söylenen sözden muhâtabın zihninde doğacak yanlış anlamayı önlemektir. Daha ziyade cümle ortasında olur. Fiillerin önünde (لَكِنْ) şeklinde sonu cezimli gelir.

    اَلْبَيْتُ جَدِيدٌ لَكِنَّ الْحَىَّ مُزْعِجٌ[4].

    Ev yenidir fakat mahalle rahatsız edicidir.
     

    اَلْبَيْتُ جَدِيدٌ لَكِنَّ الْأَثاَثَ[5] قَدِيمٌ.

    Ev yenidir, fakat mobilyalar eskidir.  
     

    اَلْحَدِيقَةُ واَسِعَةٌ لَكِنَّ أَشْجاَرَهاَ قَلِيلَةٌ.

    Bahçe geniştir, fakat ağaçları azdır.  
     

    وَقَفْتُ فِي الصَّفِّ طَوِيلاً وَلَكِنْ لَمْ يَحْضُرِ الْمُدَرِّسُ.

    Sınıfta uzun (süre) durdum fakat öğretmen gelmedi.

     
           

    لَيْتَ 

    لَيْتَ : keşke, ne olaydı, ne olurdu manalarına gelir. Temennî bildirir.

    اَلْجَوُّ مُعْتَدِلٌ الْيَوْمَ.

    Bu gün hava mu’tedildir (ılımandır) .

    لَيْتَ الْجَوَّ مُعْتَدِلٌ الْيَوْمَ.

    Keşke bugün hava mu’tedil (ılıman) olsa.

    لَيْتَ الْخَبَرَ صَحِيحٌ.

    Keşke haber doğru olsaydı.

    لَيْتَ الْفاَكِهَةَ ناَضِجَةٌ[6].

    Keşke meyve olgun olsaydı.

    أَتَمَنَّى أَنْ تَحْضُرَ السَّياَّرَةُ الْيَوْمَ.

    Arabanın bugün gelmesini temenni ediyorum.

    لَيْتَ السَّياَّرَةَ تَحْضُرُ الْيَوْمَ.

    Keşke araba bugün gelse.

    *لَيْتَ ’nin başına ünlem edatı olan ياَ eklenirse üzüntü, pişmanlık manası meydana gelir. Olmuş bitmiş şeyler ve mümkün olmayacak arzular için “keşke şöyle olsaydı” “keşke şöyle yapmasaydım” vb. ifadeleri belirtmede kullanılır.

    ياَ لَيْتَ أَباَهُ لَمْ يَضْرِبْهُ.

    Keşke babası onu dövmeseydi.

    لَيْتَهُ   keşke o…

    لَيْتَناَ   keşke biz …

    لَيْتَنِي   keşke ben…

     

     

    لَعَلَّ

    لَعَلَّ: belki, ola ki, ihtimal ki, umulur ki, ..bilir manalarına gelir. Tereccî (umma) bildirir.

    اَلْمُساَفِرَتاَنِ تَعُوداَنِ إِلىَ أَهْلِهِماَ.

    İki yolcu ailelerine dönüyor.

    لَعَلَّ الْمُساَفِرَتَيْنِ تَعُوداَنِ إِلىَ أَهْلِهِماَ.

    Belki iki yolcu ailelerine döner.

    لَعَلَّ الْكِتاَبَ رَخَيِصٌ.

    Umulur ki kitap ucuzdur.

    لَعَلَّ الْمَرِيضَ ناَئِمٌ.

    Belki hasta uyuyordur.

    لَعَلَّ الْمُساَفِرِينَ قاَدِمُونَ الْآنَ.

    Belki yolcular şimdi gelmektedir.

    اِذْهَبْ إِلىَ الْمُسْتَشْفىَ فَلَعَلَّ الطَّبِيبَ يَفْحَصُ لَكَ هُناَكَ جِسْمَكَ.

    Hastaneye git, belki doktor senin bedenini orada muayene eder.

    اِذْهَبْ إِلىَ الْمَعْمَلِ فَلَعَلَّ الْمُعَلِّمَ يَشْرَحُ لَكَ هُناَكَ دَرْسَكَ.

    Labrotuvara git, umulur ki, öğretmen sana orada dersini açıklar.

    لَيْتَ ve لَعَلَّ  nin manaları birbirine yakındır. لَيْتَ vukuu güç olan şeyde لَعَلَّ ise daha çok vukuu kolay ve mümkün olan şeyde kullanılır.

    (إِنَّ) ve kardeşlerinin diğer özellikleri:

    *(إِنَّ – أَنَّ – كَأَنَّ – لَكِنَّ) mütekellim yâ’sı ile birleştiklerinde nûnu’l-vikâye alabilirler de almayabilirler de;

    (إِنَّنِي – إِنِّي ) (أَنَّنِي- أَنِّي) (كَأَنَّنِي- كَأَنِّي) (لَكِنَّنِي – لَكِنِّي)

    لَيْتَ  ve  لَعَلَّise nûnu’l-vikâye alırlar: لَيْتَنِي  ve  لَعَلَّنِي

    *Muttasıl zamirler inne ve kardeşlerinden biriyle birleşince onların ismi olarak (mahallen) mansûb olurlar:

     

    لَعَلَّناَ

    لَيْتَنِي

    لَكِنَّكَ

    كَأَنَّكَ

    أَنَّهاَ

    إِنَّهُ

    إِنَّ الشَّجَرَةَ بَعِيدَةٌ.

    Ağaç uzaktır.  

    إِنَّهاَ بَعِيدَةٌ.

    Gerçekten o uzaktır.  

    إِنَّهُمْ لَعَنُوهُ.

    Gerçekten onlar onu lanetlediler.  

    كَأَنَّهُ نَسِيَ.

    Sanki o unuttu.  

    اَلْقَمِيصُ رَخِيصٌ لَكِنَّهُ جَمِيلٌ.

    Gömlek ucuzdur fakat güzeldir.  
    …إِنِّي ذاَهِبٌ إِلَى رَبِّي… …Gerçekten ben Rabbime gidiyorum… (Saffat, 99)  

    إِنَّهُ مِنْ سُلَيْماَنَ وَ إِنَّهُ بِاسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ.

     

    (Belkıs’a gönderilen) o (mektup) Süleyman’dandır ve o Rahmân Rahîm Allah’ın adıyla (başlamakta)dır. (Neml, 30) .

     

    ماَ سَمِعَ الْكاَفِرُونَ قَوْلَ الرَّسُولِ وَقاَلُوا لَهُ إِنَّكَ فَقِيرٌ وَ نَحْنُ أَغْنِياَءُ.

     

    Kâfirler Peygamber’in sözünü duymadılar (duymazlıktan geldiler) ve ona “Sen fakirsin biz zenginiz dediler.

     

    قاَلَ إِنِّي عَبْدُ اللَّهِ وَ إِنَّهُ جَعَلَنِي نَبِياًّ.

     

    “Muhakkak ki ben Allah’ın kuluyum ve O beni bir peygamber yaptı” dedi.

     
                     

    إِنَّ ve Kardeşlerinin etkisiz olması:

    إِنَّ ve benzerlerinin sonuna ماَ harfi geldiğinde ismini nasb haberini ref etmez. Tekrar mübtedâ ve haber gibi okunur. إِنَّ nin sonuna ماَ gelince إِنَّماَ ya da ortada gelince (أَنَّماَ) (ancak, yalnız) olur ve artık kasr (sınırlandırma) edatı olur.

    إِنَّماَ الْمُؤْمِنُونَ إِخْوَةٌ.

    Müminler ancak kardeştir (Hucurat, 10).

    إِنَّماَ الْأَعْماَلُ بِالنِياَّتِ.

    Ameller ancak niyetlerledir (niyetlere göredir)(Hadis) .

    *Bu edatlar isim cümlesine gelirken, sonlarına (ماَ) gelince fiil cümlesinin başına da gelirler:

    إِنَّماَ أَشْكُو..[7]

    Ben ancak …şikayet ederim (Yusuf, 86) .

    كَأَنَّماَ يَقُولُ..

    Sanki (şöyle) der gibiydi…

    (إِنَّ) ve (أَنَّ) tahfif de edilebilirler. Tahfif olması demek aynı manayı taşıdığı halde sonlarının şedde yerine sükun (cezimli) olması demektir. Dolayısıyla bu halde fiillerin önüne gelirler ve o cümle artık fiil cümlesi değil, isim cümlesi olur.

    *Muhaffef (tahfif edilmiş) (إِنْ) in haberinde fethalı bir lâm bulunur, buna ayırıcı lâm (اَللَّامُ الْفاَرِقَة) denir.

    وَ إِنْ نَظُنُّكَ لَمِنَ الْكاَذِبِينَ.

    Biz seni gerçekten yalancılardan zannediyoruz (Şuarâ, 186).

    وَ إِنْ وَجَدْناَ أَكْثَرَهُمْ لَفاَسِقِينَ.

    Muhakkak ki onların çoğunu fâsık bulduk (A’râf, 102).

    Muhaffef (أَنْ) in haberi (لَيْسَ) (değil) ve (عَسَى) (belki umulur ki) gibi tam çekimi olmayan fiillerden olmadığı zaman şu harflerden biriyle başlamalıdır:

    (سَ  – سَوْفَ – قَدْ – لاَ – لَمْ – لَنْ )

    Böylelikle onun (أَنَّ) den tahfif edilmiş (أَنْ) olduğu anlaşılır:

    ..وَ نَعْلَمَ أَنْ قَدْ صَدَقْتَناَ.

    Ve senin bize hakikaten doğruyu söylediğini bilelim[8] (Mâide, 113).

    أَ يَحْسَبُ الْإِنْساَنُ أَنْ لَنْ نَجْمَعَ عِظاَمَهُ.

    İnsan zanneder mi ki gerçekten onun kemiklerini asla toplamayacağız (biraraya getirmeyeceğiz) ? (Kıyame, 3)

    لاَ (en-Nâfiye Li’l Cinsi): (hiç bir, hiç). لاَ olumsuzluk edatını takip eden belirsiz haldeki mansûb isim bu ismin ait olduğu grubun toptan yokluğunu gösterir. Bu durumda ona “Lâ en-Nâfiye li’l-cinsi” denir. İrab bakımından إِنَّ nin gördüğü işi görür, yani ismi nasbeder, haberi ref eder, merfû bırakır.

    لاَ nın nâfiye olması için; a) لاَ nın hem ismi hem haberi nekre olmalıdır. b)İsmi لاَ ya bitişik olmalıdır. c) لاَ dan önce harf-i cer gelmemelidir.

    لاَ كاَذِبَ مَحْبُوبٌ.

    Sevilen yalancı yoktur. (Hiçbir yalancı sevilmez)

     

     

     

    *  لاَnın ismi tek kelime olursa nasb üzere mebnî olur. En yaygın kullanım şekli budur.

    لاَ ناَئِمَ بَيْنَكُمْ.

    Aranızda uyuyan hiçbir kimse yoktur.

    لاَ رَجُلَ فِي الْمَدِينَةِ.

    Şehirde hiç adam yok.

    لاَ ماَنِعَ لَناَ.

    Hiçbir engelimiz yok.

    لاَ أَخَ لِي.

    Hiç kardeşim yok.

    لاَ نَجاَحَ بِدُونِ جُهْدٍ وَ تَعَبٍ.

    Gayret ve yorgunluk olmaksızın başarı yoktur.

     لاَnın ismi muzâf veya şibh-i muzâf (muzâfa benzeyen) olursa yine mansûb olur.

    لاَ فاَعِلَ خَيْرٍ ناَدِمٌ.

    İyilik işleyen hiçbir kimse pişman olmaz.

    *Cinsini nefyeden lâ’nın haberi mahzuf olabilir:

    لاَ حَوْلَ وَ لاَ قُوَّةَ إِلاَّ بِاللَّهِ.

    Allah’tan başka hiçbir güç ve kuvvet yoktur.

    *Grub olumsuzu olarak kullanılan لاَ sık sık (إِلاَّ) ile birlikte kullanılır:

    لاَ إِلَهَ إلاَّ اللَّهُ.

    Allah’tan başka ilah yoktur.

    *Bir önceki sayfada belirtildiği gibi,  لاَ harfinin başında cer harfinin bulunması, isim ve haberinin nekre olmaması, ismi ile kendisi arasına başka bir kelimenin girmesi durumunda nasbetmeyip sadece olumsuzluk ifade eder:

    … مِنْ قَبْلِ أَنْ يَأْتِيَ يَوْمٌ لاَ بَيْعٌ فِيهِ وَ لاَ خُلَّةٌ وَلاَ شَفاَعَةٌ.

    …kendisinde ne alışveriş ne dostluk ne de şefaat bulunmayan bir gün gelmeden önce…(Bakara, 254)

    يُجاَهِدُ الْمُسْلِمُ بِلاَ خَوْفٍ.

    Müslüman korkusuzca savaşır.

    inne-ve-kardesleri-inne-ve-benzerleri

    Genel Cümle Örnekleri:

    1- اَلْقِراَءَةُ مُفِيدَةٌ – إِنَّ الْقِراَءَةَ مُفِيدَةٌ – لاَ شَكَّ أَنَّ الْقِراَءَةَ مُفِيدَةٌ .

    2- اَلدَّرْسُ سَهْلٌ – إِنَّ الدَّرْسَ سَهْلٌ – لاَ شَكَّ أَنَّ الدَّرْسَ سَهْلٌ.

    3- اَلطَّرِيقُ طَوِيلَةٌ – إِنَّ الطَّرِيقَ طَوِيلَةٌ – لاَ شَكَّ أَنَّ الطَّرِيقَ طَوِيلَةٌ.

    4- حَضَرَ الْمُدَرِّسُونَ فِي الصَّباَحِ الْباَكِرِ –أَلاَ تَعْلَمُ أَنَّ الْمُدَرِّسِينَ يَحْضُرُونَ فِي الصَّباَحِ الْباَكِرِ؟

    5- يَذْهَبُ الْوَلَداَنِ إِلَى الْحَدِيقَةِ فِي الْعَصْرِ – أَ لاَ تَعْلَمُ أَنَّ الْوَلَدَيْنِ يَذْهَباَنِ إِلَى الْحَدِيقَةِ فِي الْعَصْرِ؟

    6- تَأْكُلُ الْبِنْتاَنِ الْفَطُورَ وَحْدَهُماَ – أَ لاَ تَعْلَمُ أَنَّ الْبِنْتَيْنِ تَأْكُلاَنِ الْفَطُورَ وَحْدَهُماَ ؟

    7- إِنَّ اللَّهَ خَلَقَ كُلَّ شَيْءٍ فِي الْأَرْضِ وَ قاَلَ إِنِّي جَعَلْتُ لَكُمُ الْأَرْضَ مَسْجِداً .

    8- إِنَّ الرَّسُولَ دَخَلَ الْمَدِينَةَ – إِنَّهُ دَخَلَ الْمَدِينَةَ – إِنَّ اللَّهَ خَلَقَ الْأَرْضَ – إِنَّهُ خَلَقَ الْأَرْضَ – إِنَّ أَحْمَدَ  فِي الْمَسْجِدِ – إِنَّهُ فِي الْمَسْجِدِ .

    9- إِنَّ اللَّهَ رَبُّ السَّماَواَتِ وَالْأَرْضِ وَ فِي ذَلِكَ آيَةٌ لِلْمُؤْمِنِينَ – إِنَّ الشَّيْطاَنَ عَدُوٌّ لِآدَمَ وَ زَوْجَتِهِ – إِنَّ هَذاَ أَمْرُ رَسُولِ اللَّهِ

    10– إِنَّ الْفُقَراَءَ الصاَّلِحِينَ قَدْ ذَهَبُوا إِلَى بَيْتِ الرَّسُولِ . هَذِهِ السَّياَّرَةُ رَخِيصَةٌ لَكِنْ جَمِيلَةٌ.

    11- إِنَّ كُلَّ دَفْتَرٍ يَحْتاَجُ إِلَى فَحْصٍ طَوِيلٍ – إِنَّ كُلَّ عاَمِلٍ يَحْتاَجُ إِلَى إِجاَزَةٍ طَوِيلَةٍ – إِنَّ كُلَّ عاَمِلٍ يَحْتاَجُ إِلَى تَجْرِبَةٍ طَوِيلَةٍ – إِنَّ كُلَّ مَسْرَحِيَّةٍ تَحْتاَجُ إِلَى تَجْرِبَةٍ طَوِيلَةٍ – إِنَّ كُلَّ مَسْأَلَةٍ تَحْتاَجُ إِلَى حَلٍّ طَوِيلٍ – إِنَّ كُلَّ دَرْسٍ يَحْتاَجُ إِلَى دِراَسَةٍ طَوِيلَةٍ – إِنَّ كُلَّ واَجِبٍ يَحْتاَجُ إِلَى حِفْظٍ طَوِيلٍ .

    12- نُرِيدُ أَنْ نَلْعَبَ الْكُرَةَ وَلَكِنَّ الْمَطَرَ الْكَثِيرَ لاَ يُساَعِدُناَ – نُرِيدُ أَنْ نَسْبَحَ فِي النَّهْرِ وَلَكِنَّ الطَّقْسَ الْباَرِدَ لاَ يُساَعِدُناَ .

    13- إِنَّ الْبَحْرَ هاَدِئٌ – لَبِسْتُ مَلاَبِسِي الْخَفِيفَةَ لِأَنَّ الْحَرَّ شَدِيدٌ – لَيْتَ الْأُسْتاَذَ يَتَأَخَّرُ – أَتَمَنَّى أَنْ يَتَأَخَّرَ الْأُسْتاَذُ – لَيْتَ السَّياَّرَةَ تَحْضُرُ الْيَوْمَ.

    14- فِي الطَّرِيقِ رَجُلٌ – إِنَّ فِي الطَّرِيقِ رَجُلاً – إِنَّ فِي الْمَدْرَسَةِ مُدِيرَيْنِ.

    اَلْمُدَرِّساَنِ مَوْجُوداَنِ – لَعَلَّ الْمُدَرِّسَيْنِ  مَوْجُوداَنِ .

    15- اَلتِّلْمِيذَتاَنِ مَرِيضَتاَنِ – كَأَنَّ التِّلْمِيذَتَيْنِ مَرِيضَتاَنِ – اَلْباَبُ كَبِيرٌ – لَيْتَ الْباَبَ كَبِيرٌ – رَكِبَ خاَلِدٌ الطاَّئِرَةَ لِأَنَّ الْحاَفِلَةَ مُتَأَخِّرَةٌ – رَجَعْتُ إِلَى الْبَيْتِ مُبَكِّراً لِأَنَّ أَخيِ قاَدِمٌ الْيَوْمَ .

    16- اَلْبِنْتُ مُؤَدَّبَةٌ- عَلِمْتُ أَنَّ الْبِنْتَ مُؤَدَّبَةٌ – اَلْمُساَفِرُونَ قاَدِمُونَ – كَأَنَّ الْمُساَفِرِينَ قاَدِمُونَ – اَلْعاَمِلاَتُ مَوْجُوداَتٌ وَ لَكِنَّ الْعُماَّلَ غاَئِبُونَ .

    17- لاَ فَرْقَ بَيْنَ رَجُلٍ وَ امْرَأَةٍ -لاَ فَرْقَ بَيْنَ قَرِيبٍ وَ بَعِيدٍ  -لاَ فَرْقَ بَيْنَ جَديِدٍ وَ قَدِيمٍ .

     

    Tercüme:

    1- Okuma faydalıdır. Muhakkak ki okumak faydalıdır. Okumanın faydalı olduğunda şüphe yoktur.

    2- Ders kolaydır. Muhakkak ki ders kolaydır. Dersin kolay olduğunda şüphe yoktur.

    3- Yol uzundur. Gerçekten yol uzundur. Yolun uzun olduğunda şüphe yoktur.

    4- Öğretmenler sabah erkenden geldiler. Öğretmenlerin sabah erken geldiklerini bilmiyor musun?

    5- İki çocuk ikindide bahçeye gidiyor. İki çocuğun ikindide bahçeye gittiklerini bilmiyor musun?

    6- İki kız kahvaltıyı tek başlarına yapıyorlar. İki kızın kavaltıyı tek başlarına yaptıklarını bilmiyor musun?

    7- Muhakkak ki, yeryüzündeki herşeyi Allah yarattı ve “Yeryüzünü size mescid kıldım” dedi.

    8- Gerçekten Peygamber şehre girdi. Muhakkak ki o şehre girdi. Muhakkak ki Allah yeryüzünü yarattı. Muhakkak ki O yeryüzünü yarattı. Gerçekten Ahmet mesciddedir. Muhakkak ki o mesciddedir.

    9- Muhakkak ki Allah göklerin ve yerin Rabbidir ve bunda mü’minler için bir ayet vardır. Muhakkak ki şeytan Adem ve eşine düşmandır. Muhakkak ki bu Allah Rasûlü’nün emridir.

    10- Muhakkak ki sâlih olan fakirler peygamber’in evine gittiler. Bu araba ucuzdur fakat güzeldir.

    11- Muhakkak ki her defterin uzun bir kontrole ihtiyacı var. Muhakkak ki her işçinin uzun bir tatile ihtiyacı var. Muhakkak ki her işçinin uzun (müddet) bir tecrübeye ihtiyacı var. Muhakkak ki her tiyatronun uzun uzun bir tecrübeye ihtiyacı var. Gerçekten her meselenin (sorunun) uzun bir çözüme ihtiyacı var. Gerçekten her dersin uzun bir eğitime ihtiyacı var. Her ödevin uzun bir ezbere ihtiyacı var.

    12- Top oynamak istiyoruz fakat çok yağmur bize müsaade etmiyor. Nehirde yüzmek istiyoruz fakat soğuk hava bize müsaade (yardım) etmiyor.

    13- Deniz sakindir. Hafif (ince) elbiselerimi giydim, çünkü sıcak şiddetlidir. Keşke hoca geç kalsa. Keşke araba bugün gelse.

    14- Yolda bir adam var. Gerçekten yolda bir adam var. Hakikaten okulda iki müdür var. İki öğretmen mevcuttur (vardır). Umulur ki (belki de) iki öğretmen mevcuttur.

    15- İki öğrenci hastadır. İki öğrenci hasta gibidir. Kapı büyüktür. Keşke kapı büyük olsa. Hâlit uçağa bindi, çünkü otobüs gecikmiştir (gecikti, geç kaldı). Eve erken döndüm. Çünkü kardeşim bugün geliyor.

    16- Kız edeblidir. Kızın edebli olduğunu bildim. Yolcular gelmektedir. Sanki yolcular gelmektedirler. Kadın işçiler mevcuttur. Fakat erkek işçiler yoktur.

    17- Kadın ve erkek arasında fark yoktur. Yakın ve uzak arasında fark yoktur. Yeni ve eski arasında fark yoktur. 

    ¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯

    İNNE VE KARDEŞLERİ İLE İLGİLİ AYETLER

    1- إِنَّ الْأَبْرَارَ لَفِي نَعِيمٍ .

    (82/İNFİTÂR, 13). İyiler muhakkak nimet (cennet) içerisindedirler.

    اَلْبَرُّج اَلْأَبْرَارُ

    çok itaatkar olanlar, iyiler

    نَعِيمٌ

    çok nimet, rahat yaşayış, bolluk, refah

    2- وَإِنَّ الْفُجَّارَ لَفِي جَحِيمٍ .        

    (82/İNFİTÂR, 14). Kötüler de cehennemdedirler.

    اَلْفاَجِرُ ج  اَلْفُجَّارُ

    günah işleyen, günahlara dalan, haktan dönen, küfür ve inkar eden

     

     

     

     

    3- إِذْ قَالَتِ الْمَلآئِكَةُ يَا مَرْيَمُ إِنَّ اللّهَ يُبَشِّرُكِ بِكَلِمَةٍ مِنْهُ اسْمُهُ الْمَسِيحُ عِيسَى ابْنُ مَرْيَمَ وَجِيهًا فِي الدُّنْيَا وَالآخِرَةِ وَمِنَ الْمُقَرَّبِينَ .

    (3/ÂL-İ İMRÂN, 45). (Melekler) demişlerdi ki: Ey Meryem! Allah sana kendisinden bir Kelime’yi müjdeliyor. Adı Meryem oğlu Îsâ’dır. Mesîh’tir; dünyada da, ahirette de itibarlı ve (Allah’ın kendisine) yakın kıldıklarındandır.

    بَشَّرَ يُبَشِّرُ تَبْشِيراً

    müjdeledi

    اَلْوَجِيهُ

    şerefli, itibarlı, yüzde

    كَلِمَةٌ

    kelâm, söz/ilâhî hüküm/ Allah Teâlâ’nın (كُنْ)(ol) emriyle veya buna benzer bir kelime ile vasıtasız (doğrudan doğruya sebepleri araya koymaksızın) yarattığı mahluk. Bu lafız, bu mana ile Îsâ (a.s.)a ıtlak edilmiştir.  
             

    4- لَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ فِي كَبَدٍ .

    (90/BELED, 4). Andolsun ki, biz, insanı (yüzyüze geleceği nice) zorluklar içinde yarattık.

    كَبَدٌ

    acı, meşakkat, yanma
    (Ayette: İnsanın beşikten mezara kadar yorgunluklar, sıkıntılar içerisinde yoğrulup, bütün meşakkatlere ömür boyu göğüs gerecek bir fıtratta yaratıldığından bahsedilmektedir.)

    5- … وَمَا كَفَرَ سُلَيْمَانُ وَلَكِنَّ الشَّياَطِينَ كَفَرُوا يُعَلِّمُونَ النَّاسَ السِّحْرَ …وَمَا يُعَلِّمَانِ مِنْ أَحَدٍ حَتَّى يَقُولاَ إِنَّمَا نَحْنُ فِتْنَةٌ فَلاَ تَكْفُرْ 

    (2/BAKARA, 102). …Süleyman (büyü yapıp) kâfir olmadı. Lâkin şeytanlar kâfir oldular. Çünkü insanlara sihri (ve Babil’de Hârut ile Mârut isimli iki meleğe indirileni) öğretiyorlardı… (Halbuki o iki melek herkese): Biz ancak imtihanız (imtihan için gönderildik), (sakın yanlış inanıp da) kâfir olma(yasınız) demeden hiç kimseye (sihir ilmini) öğretmezlerdi…

    6- إِنَّ بَطْشَ رَبِّكَ لَشَدِيدٌ .

    (85/BURÛC, 12). Şüphesiz Rabbinin yakalaması çok şiddetlidir.

    اَلْبَطْشَةُ

    kıskıvrak yakalamak, sıkıca tutmak

    7- فَلَمْ تَقْتُلُوهُمْ وَلَكِنَّ اللّهَ قَتَلَهُمْ وَمَا رَمَيْتَ إِذْ رَمَيْتَ وَلَكِنَّ اللّهَ رَمَى …

    (8/ENFÂL, 17). (Savaşta) onları siz öldürmediniz, fakat Allah öldürdü onları; (ok) attığın zaman da sen atmadın, fakat Allah attı (onu)….

    رَمَى يَرْمِي رَمْياً

    atmak

    8- … إِنَّ الصَّلاةَ تَنْهَى عَنِ الْفَحْشَاءِ وَالْمُنكَرِ …

    (29/ANKEBÛT, 45). …Muhakkak ki, namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar. …

    نَهَى يَنْهَى نَهْياً

    yasaklamak (Namazın kötülükleri yasaklaması ise kötülüklerden el çektirmesidir).

    اَلْمُنكَرُ

    kötülük

    اَلْفَحْشَاءُ

    (çok çirkin ve yüz kızartıcı) günah, edepsizlik

     

     

     

     

     

    9- وَإِنَّكَ لَعَلَى خُلُقٍ عَظِيمٍ .

    (68/KALEM, 4). Ve sen elbette yüce bir ahlâk üzeresin.

    10- إِنَّا خَلَقْنَا الْإِنْسَانَ مِن نُطْفَةٍ أَمْشَاجٍ …

    (76/İNSÂN, 2). Gerçek şu ki, biz insanı katışık bir nutfeden (erkek ve kadının dölünden) yarattık….

    اَلْمَشَجُ ج أَمْشَاجٌ

    katışık, karışık

    مِنْ نُطْفَةٍ أَمْشَاجٍ

    erlik suyu ile dişilik suyunun birbirine katıştığı meni

    11- كَلاَّ إِنَّ الْإِنْسَانَ لَيَطْغَى .

    (96/ALAK, 6). Hayır, gerçek şu ki, insan azar.

    كَلاَّ

    hayır manasında olup kendisiyle menetme veya sakındırma yahut, çirkin gösterme murad edilir. Bazen de bununla kendisinden sonra geleni ispat  ve onun hakikat olduğunu tenbih ve ihtar edilir.

    طَغَى يَطْغَى

    taşmak, haddi aşmak, azmak, azgınlık etmek

    12- أَنْ رَآهُ اسْتَغْنَى .

    (96/ALAK, 7). Kendini kendine yeterli gördü diye (yeterli gördüğü için)

    اِسْتَغْنَى يَسْتَغْنِي اِسْتِغْناَءً

    istiğna etmek, yeterli görmek, muhtaç olmamak, istiğna göstermek

    13- إِنَّ إِلَى رَبِّكَ الرُّجْعَى . 

    (96/ALAK, 8). Kuşkusuz Rabbinedir dönüş.

    اَلرُّجْعَى

    dönüş

    14- إِنَّ الْإِنْسَانَ لِرَبِّهِ لَكَنُودٌ .

    (100/ÂDİYÂT, 6). Şüphesiz insan, Rabbine karşı çok nankördür.

    كَنُودٌ

    çok nankör, nankörlüğü huy edinen (mübalağalı ism-i fâil)

    15- وَإِنَّهُ عَلَى ذَلِكَ لَشَهِيدٌ .

    (100/ÂDİYÂT, 7). Şüphesiz buna kendisi (de) şahittir.

    16- إِنَّ الْإِنْسَانَ لَفِي خُسْرٍ .

    (103/ASR, 2). İnsan gerçekten ziyan içindedir.

    خُسْرٌ

    zarar etmek, ziyana uğramak

    17- وَيَحْلِفُونَ بِاللَّهِ إِنَّهُمْ لَمِنْكُمْ وَمَا هُمْ مِنْكُمْ وَلَكِنَّهُمْ قَوْمٌ يَفْرَقُونَ .

    (9/TEVBE, 56). (0 münafıklar) mutlaka sizden olduklarına dair Allah’a yemin ederler. Halbuki onlar sizden değillerdir, fakat onlar (kılıçlarınızdan) korkan bir toplumdur.

    حَلَفَ يَحْلِفُ حَلْفاً بِ

    yemin etmek

    فَرِقَ يَفْرَقُ فَرَقاً

    korkmak, ürpermek

     

     

     

     

    18- وَمَا يُدْرِيكَ لَعَلَّهُ يَزَّكَّى .

    (80/ ABESE, 3) Ne biliyorsun, belki o temizlenecek,

    أَدْرَى  يُدْرِي

    bildirmek

    تَزَكَّى يَتَزَّكَّىnin aslı  زَكَّى  يَزَّكَّى

    temizlenmek, arınmak

    19- … وَتِلْكَ الْأَمْثَالُ نَضْرِبُهَا لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ .

    (59/ HAŞR, 21). ..Bu misalleri insanlara düşünsünler diye veriyoruz.

    تَفَكَّرَ يَتَفَكَّرُ  تَفَكُّراً

    tefekkür etmek, düşünmek

    20- وَلَقَدْ ضَرَبْنَا لِلنَّاسِ فِي هَذَا الْقُرْآنِ مِنْ كُلِّ مَثَلٍ لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ .

    (39/ZÜMER, 27). Andolsun ki biz, öğüt alsınlar diye, bu Kur’ân’da insanlara her türlü misali verdik.

    ضَرَبَ مثَلاً

    misal vermek

    تَذَكَّرَ  يَتَذَكَّرُ

    tezekkür etmek, hatıra getirmek

    21- … لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ .

    (36/YÂSÎN, 45). .. umulur ki size merhamet olunur (denildiğinde aldırmazlar).

    22- … لَعَلَّهُمْ يُنْصَرُونَ .

    (36/YÂSÎN, 74). Belki onlara yardım edilir (yardım göreceklerini umarak) ….

    23- … لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ .

    (5/MÂİDE, 6). …Umulur ki şükredersiniz.

    24- لاَ خَيْرَ فِي كَثِيرٍ مِنْ نَجْوَاهُمْ …

    (4/NİSÂ, 114). Onların fısıldaşmalarının birçoğunda hayır yoktur…

    25- أَلاَ إِنَّ أَوْلِيَاءَ اللَّهِ لاَ خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلاَ هُمْ يَحْزَنُونَ .

    (10/YÛNUS, 62). Bilesiniz ki, Allah’ın dostlarına korku yoktur; onlar üzülmeyecekler de.

    أَلاَ

    dikkat edin, bilesiniz ki (Tenbih edatı)

    خَوْفٌ

    korku

    26- لَهُمُ الْبُشْرَى فِي الْحَياةِ الدُّنْيَا وَفِي الآخِرَةِ لاَ تَبْدِيلَ لِكَلِمَاتِ اللّهِ ذَلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ .

    (10/YÛNUS, 64). Dünya hayatında da ahirette de onlara müjde vardır. Allah’ın sözlerinde asla değişme yoktur. İşte bu, büyük kurtuluşun kendisidir.

    27- ذَلِكَ الْكِتَابُ لاَ رَيْبَ فِيهِ هُدًى لِلْمُتَّقِينَ .

    (2/BAKARA, 2).  O kitap (Kur’ân); onda asla şüphe yoktur. O, müttakîler (sakınanlar ve arınmak isteyenler) için bir yol göstericidir.

    هُدًى

    yol gösterici

    28- قَالُوا سُبْحَانَكَ لاَ عِلْمَ لَنَا إِلاَّ مَا عَلَّمْتَنَا إِنَّكَ أَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ .

     

    (2/BAKARA, 32). (Melekler: Yâ Rab!) Seni noksan sıfatlardan tenzih ederiz, senin bize öğrettiğin şeyler hariç bizim bilgimiz yoktur. Şüphesiz alîm ve hakîm olan ancak sensin, dediler.

    سُبْحَانَ  اللَّهِ

    Allah’ı noksan sıfatlardan tenzih etmek. Münezzehiyet (kusursuzluk) Allah’a mahsustur demek.

    إِلاَّ

    …hariç, …den başka

    مَا عَلَّمْتَنَا

    öğrettiğin şeyler. (Cümlenin ortasında gelen (مَا) şey anlamındadır.)

    29- رَبُّ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ لاَ إِلَهَ إِلاَّ هُوَ …

    (73/MÜZZEMMİL, 9). (O,) doğunun da batının da Rabbidir. O’ndan başka ilâh yoktur.

    اَلْمَشْرِقُ

    güneşin doğduğu yer, doğu

    اَلْمَغْرِبُ

    güneşin battığı yer, batı

    30- وَإِذْ زَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ أَعْمَالَهُمْ وَقَالَ لاَ غَالِبَ لَكُمُ الْيَوْمَ مِنَ النَّاسِ وَإِنِّي جَارٌ لَكُمْ 

    (8/ENFÂL, 48). Hani şeytan onlara yaptıklarını güzel gösterdi de: Bugün insanlardan size galip gelecek kimse yoktur, şüphesiz ben de sizin yardımcınızım, dedi…

    زَيَّنَ يُزَيِّنُ تَزْيِيناً

    güzelleştirmek, süslemek, tezyin etmek

    اَلْجَارُ

    komşu, yardımcı, müttefik, (ayette: müttefik, yardımcı)

    31- … وَلاَ مُبَدِّلَ لِكَلِمَاتِ اللّهِ وَلَقدْ جَاءَكَ مِنْ نَبَإِ الْمُرْسَلِينَ .

    (6/EN’ÂM, 34). .. Allah’ın kelimelerini (kanunlarını) değiştirebilecek hiçbir kimse yoktur. Muhakkak ki peygamberlerin haberlerinden bazısı sana da geldi.

    اَلْمُبَدِّلُ

    tağyir edici, değiştiren

    اَلنَّبَأُ ج اَلْأَنْباَءُ

    haber, vakıa, hadise

    32- يَقُولُ يَا لَيْتَنِي قَدَّمْتُ لِحَيَاتِي .

    (89/FECR, 24). (İşte o zaman insan:) “Keşke bu hayatım için bir şeyler yapıp gönderseydim!” der.

    قَدَّمَ يُقَدِّمُ تَقْدِيماً

    takdim etti, sundu, önceden gönderdi

    33- كَأَنَّهُنَّ الْيَاقُوتُ وَالْمَرْجَانُ .

    (55/RAHMÂN, 58)  Sanki onlar yakut ve mercandırlar.

    اَلْياَقُوتَةُ ج اَلْيَاقُوتُ

    yakut

    اَلْمَرْجَانَةُ ج اَلْمَرْجَانُ

    mercan, küçük ya da büyük inciler
    (Ayette: Hurilerin yakut ve mercan misali çok parlak yüzlü, sevimli, zarif tenli oldukları bildirilmektedir.)

    34- … إِنَّهُ الْحَقُّ مِنْ رَبِّكَ وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يُؤْمِنُونَ .

    (11/HÛD, 17). Muhakkak ki bu, senin Rabbin tarafından bildirilmiş gerçektir; fakat insanların çoğu inanmazlar.

     

    35- إِنَّ اللَّهَ لاَ يَظْلِمُ النَّاسَ شَيْئًا وَلَكِنَّ النَّاسَ أَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ .

    (10/YUNUS, 44). Şüphesiz ki Allah insanlara hiçbir şekilde zulmetmez, fakat insanlar kendilerine zulmederler.

    36- أَ لاَ إِنَّ لِلّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ أَلاَ إِنَّ وَعْدَ اللّهِ حَقٌّ وَلَكِنَّ أَكْثَرَهُمْ لاَ يَعْلَمُونَ.

    (10/YUNUS, 55). Bilesiniz ki, göklerde ve yerde olan her şey Allah’ındır. Yine bilesiniz ki, Allah’ın vâdi haktır, fakat onların çoğu bilmez.

    37- … إِنَّ اللّهَ لَذُو فَضْلٍ عَلَى النَّاسِ وَلَكِنَّ أَكْثَرَهُمْ لاَ يَشْكُرُونَ .

    (10/YUNUS, 60). .. Şüphesiz Allah insanlara karşı lütuf sahibidir. Fakat onların çoğu şükretmezler.

    38- … فَإِنَّهُمْ لاَ يُكَذِّبُونَكَ وَلَكِنَّ الظَّالِمِينَ بِآيَاتِ اللّهِ يَجْحَدُونَ .

    (6/EN’ÂM, 33). …Aslında onlar seni yalanlamıyorlar, fakat o zalimler açıkça Allah’ın âyetlerini inkâr ediyorlar.

    جَحَدَ يَجْحَدُ جُحُوداً

    bilerek inkar etmek

    39- … ذَلِكَ بِأَنَّهُمْ كَانُوا يَكْفُرُونَ بِآيَاتِ اللَّهِ وَيَقْتُلُونَ النَّبِيِّينَ بِغَيْرِ الْحَقِّ …

    (2/BAKARA, 61). .. Bu (musibet)ler (onların başına), Allah’ın âyetlerini inkâra devam etmeleri, haksız olarak peygamberleri öldürmeleri sebebiyle geldi. ..

    بِغَيْرِ

    ..siz, ..sız, ..den başka

    بِغَيْرِ الْحَقِّ

    haksız olarak

    بِأَنَّ

    ..sebebiyle

    40- قُلْ إِنَّمَا الْعِلْمُ عِندَ اللَّهِ وَإِنَّمَا أَنَا نَذِيرٌ مُبِينٌ .  

    (67/MÜLK, 26)  De ki: O bilgi, ancak Allah’ın yanındadır. Ben ise sadece apaçık bir uyarıcıyım.

    41- … وَإِنَّهُ فِي الآخِرَةِ لَمِنَ الصَّالِحِينَ .

    (2/BAKARA, 130). (İbrahim (a.s.)) şüphesiz o ahirette de iyilerdendir.

    42- إِنَّكَ لَمِنَ الْمُرْسَلِينَ .

    (36/YÂSÎN, 3). Sen şüphesiz peygamberlerdensin.

    43- قَالُوا رَبُّنَا يَعْلَمُ إِنَّا إِلَيْكُمْ لَمُرْسَلُونَ .

    (36/YÂSÎN, 16). (Elçiler) dediler ki: Rabbimiz biliyor; biz gerçekten size gönderilmiş (elçi)leriz.

    مُرْسَلٌ

    gönderilmiş (elçi)

    44- إِنِّي إِذًا لَفِي ضَلاَلٍ مُبِينٍ .

    (36/YÂSÎN, 24). “İşte o zaman ben apaçık bir sapıklığın içine gömülmüş olurum.”

    إِذًا

    o zaman

    ضَلاَلٌ

    sapıklık

     

     

     

     

     

     

    45- … وَاللَّهُ يَشْهَدُ إِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ .

    (59/HAŞR, 11)… Allah, onların yalancı olduklarına şahitlik eder.

    46- لَقَدْ حَقَّ الْقَوْلُ عَلَى أَكْثَرِهِمْ فَهُمْ لاَ يُؤْمِنُونَ .

    (36/YÂSÎN, 7). Andolsun ki onların çoğunun üzerine (azab) sözü hak oldu. Çünkü onlar iman etmiyorlar.

    لَقَدْ

    andolsun ki

    حَقَّ

    hak oldu

    İsim cümlelerin başına gelirler (Enne ve lakinne hariç).

    İnne’nin ismi ‘mensub‘, haberi ‘merfu‘ dur. (Müptedanın harekesi “Ötre”yi “Üstün”e çevirirler.)

     

    إنَّ (İnne) Muhakkak, şüphesiz (Genellikle cümle başında kullanılır.)

    المُؤْمِنُ مُجَاھِدٌ : Mümin mücahittir.

    إنَّ المُؤْمِنَ مُجَاھِدٌ : Muhakkak ki mümin mücahittir.

    Eğer müptedanın sıfatı varsa o da mensup olur;

    إِنَّ اللُغَةَ العَرَبِيَّةَ سَھْلَةٌ : Muhakkak Arapça Dili kolaydır.

    Normalde fiilden sonra ‘Enne’ kullanılırken, ‘Qale’ fiilinden sonra ‘İnne’ kullanılır;

    سَمِعْتُ أَنَّھا أَحْسَنُ طَبِيبٍ في المُسْتَشْفى : İşittim ki muhakkak o hastanedeki en iyi doktordur.

    يَقُولُونَ إِنَّھا أَحْسَنُ طَبِيبٍ في المُسْتَشْفى : Diyorlar ki muhakkak o hastanedeki en iyi doktordur.

    Aynı şekilde emir fiillerinden sonra da ‘İnne’ kullanılır;

    قَالَ الرَسُولُ فِي غَارِ حِرَاءَ لا تَحْزَنْ إِنَّ اللهَ مَعَنَا : Hz.Muhammed Hira mağarasında (arkadaşı Ebubekir’e) “Mahzun olma! Muhakkak ki; Allah bizimle beraberdir” dedi.

    Bitişik Zamirler ile Kullanımı;

    إنَّ + ھُو = إنَّهُ

    إنَّ + ھِيَ = إنَّھا

    إنَّ + أنا = إنَّني / إنِّي

    إنَّ + نَحْنُ = إنَّنا / إنَّا

    إِنَّهُ تَاجِرٌ : O muhakkak tüccardır.

    إِنَّكَ طَالِبٌ زَكِيٌّ : Sen şüphesiz zeki bir talebesin.

    (إنَّني / إنِّي deki ن kullanımı لَيتَ için zorunludur, لَعَلَّ de kullanılmaz, diğerlerinde isteğe bağlıdır.)

    أنَّ (Enne) Muhakkak, şüphesiz (Genellikle cümle ortasında kullanılır, kendisinden önce bir fiil olması gerekir.)

    تَعْلَمُ أنَّ المُعَلِّمَ عالِمٌ : Öğretmenin alim olduğunu şüphesiz(muhakkak) bilirsin.

    …diği, …dığı anlamında da kullanılır.

    أَ لَا تَعْلَمُ أَنَّ التِلْمِيذُ يَنَامُ مَبَكِّراً : Öğrencinin erken uyuduğunu bilmiyormusun?

    عَلِمْتُ أَنَّ الإِمْتِحَانَ قَرِيبٌ : İmtihanın yakın olduğunu öğrendim.

    لِ  +  أَنَّ  =  لِأَنَّ  (Lienne) Çünkü (Çünkü muhakkak) anlamındadır. Zamirler ile ‘İnne’ gibi bitişir.

    لِأَنَّ  +  ھو  =  لِأَنَّهٌ

    لِأَنَّ  +  أَنْتَ  =  لِأَنَّكَ

    رَجَعَ حامدٌ من المدرسةِ لِأَنَّهُ مَرِيضٌ : Hamit okuldan döndü. Çünkü o hastadır.

    كَأنَّ (Keenne) Sanki

    مَنْ ھذا الفَتًى؟ -كَأَنَّهُ أَخُوكَ : Bu genç kim? -Sanki o senin kardeşin.

    لَكِنَّ (Lakinne) Lakin, ancak, fakat

    الطُلَابُ كَثِيرٌ لَكِنَّ الفَصْلَ صَغِيرٌ : Öğrenciler çoktur lakin sınıf küçüktür.

    ھذا الدَرْسُ طَوِيلٌ لَكِنَّهُ سَھْلٌ : Bu ders uzundur ancak kolaydır.

    جَاءَ بِلَالٌ، لَكِنَّ حَامِداً لَمْ يَجِىْٔ: Bilal geldi lakin Hamit gelmedi.

    لَكِنْ (Lakin) Lakinne ile aynı anlama gelir ancak daha hafif ifadelerde kullanılır. Müpteda’yı nasb etmez, fiil cümlelerinde de kullanılabilir.

    جَاءَ المُدَرِّسُ، لَكِنْ الطُلَابُ ما جَاءُوا : Öğretmen geldi fakat öğrenciler gelmedi.

    غَابَ علِيٌّ، ولَكِنْ حَضَرَ أحمَدُ : Ali gelmedi, lakin Ahmet geldi.

    لَيْتَ (Leyte) Keşke. İmkansız yada uzak ihtimal dilekleri ifade eder.

    لَيتَ النُجُومَ قَرِيبَةٌ : Keşke yıldızlar yakın olsaydı. (İmkansız istek)

    لَيْتَنِي غَنِيٌّ : Keşke zengin olsaydım. (Uzak bir ihtimal)

    يَا لَيْتَ أَبَاهُ لَمْ يَضْرِبْهُ : Keşke babası onu dövmeseydi. (Başına ünlem edatı olan يَا eklenirse; üzüntü, pişmanlık manası meydana gelir.)

    لَعَلَّ (Lealle) Umulur ki, korkarım ki, belki

    لَعَلَّ الإِمْتِحَانَ سَهْلٌ : Umarım imtihan kolaydır.

    لَعَلَّ الإِمْتِحَانَ صَعَبٌ : Korkarım imtihan zor olacak.

    لَعَلَّ المَرِيضَ نَاىِٔمٌ : Belki hasta uyuyordur.

    لا (Lâ) Hiç bir, hiç. Olumsuzluk edatını tekip eden belirsiz haldeki mensup isim bu ismin ait olduğu grubun toptan yokluğunu gösterir. Buna “Lâ en-Nâfiye li’l-Cinsi” denir. İnne gibi ismini nasb, haberini ref eder. Şartları; – Hem ismi, hem haberi nekre (belirsiz) olmalı, – İsmi hemen kendisinden sonra gelmeli, – Kendisinden önce harfi cer bulunmamalıdır.

    لَا إِلٰهَ إِلَّا الله : Allah’tan başka ilah yoktur.

    لَا كَاذِبَ مَحْبُوبٌ : Sevilen yalancı yoktur.

    لَا مَانِعَ لَنَا : Hiçbir engelimiz yoktur.

    لَا أَخَ لِي : Hiç kardeşim yok.

    لَا فَاعِلَ خَيْرٍ نَادِمٌ : İyilik işleyen hiçbir kimse pişman olmaz.

    لَا حَوْلَ ولَا قُوَّةَ إِلَّا بِاللهِ : Allah’tan başka hiçbir güç ve kuvvet yoktur.

     

    Lâm-ı İbtida

    ‘ل’ harfi mubtedanın başına gelerek cümleye vurgu katar. Buna lâm-ı ibtida denir. Eğer cümlede inne de varsa inne den uzaklaştırılarak inne’nin haberinin başına yazılır ve habere vurgu katar. Bundan dolayı da bu lam-a, lam-ı muzahlaka denilir. Çünkü inne’nin başa gelmesiyle iki tekidin peşpeşe gelmesindense aralıklı gelmesi evladır.

    رَبُّكَ عَفُورٌ رَخِيمٌ : Rabbin bağışlayıcı ve merhamet sahibidir.

    لَرَبُّكَ عَفُورٌ رَخِيمٌ : Elbette Rabbin bağışlayıcı ve merhamet sahibidir.

    إنَّ رَبَّكَ لَعَفُورٌ رَخِيمٌ : Muhakkak ki Rabbin çok bağışlayan ve merhamet sahibidir.

  • Sıra Sayıları Arapça Dersleri

    SIRA SAYILARI

    Birşeyin sırasını gösterir. Birincisi hariç diğerlerinin müzekkerleri “ة”siz, müennesleri  ة’li olarak kullanılır.

    Müzekkerlerde Müenneslerde  

    اَلْأَوَّلُ

    اَلْأُولىَ

    Birinci

    اَلثَّانِي

    اَلثَّانِيَةُ

    İkinci

    اَلثَّالِثُ

    اَلثَّالِثَةُ

    Üçüncü

    اَلرَّابِعُ

    اَلرَّابِعَةُ

    Dördüncü

    اَلْخَامِسُ

    اَلْخاَمِسَةُ

    Beşinci

    اَلسَّادِسُ

    اَلسَّادِسَةُ

    Altıncı

    الَسَّابِعُ

    اَلسَّابِعَةُ

    Yedinci

    اَلثَّامِنُ

    اَلثَّامِنَةُ

    Sekizinci

    اَلتَّاسِعُ

    اَلتَّاسِعَةُ

    Dokuzuncu

    اَلْعاَشِرُ

    اَلْعاشِرَةُ

    Onuncu

     

     

     

    اَلْحاَدِيَ عَشَرَ

    الْحادِيَةَ عَشَرَةَ

    Onbirinci

    اَلْثانِي عَشَرَ

    اَلثَّانِيَةَ عَشَرَةَ

    Onikinci

    اَلثَّالِثَ عَشَرَ

    اَلثَّالِثَةَ عَشَرَةَ

    Onüçüncü

    اَلرَّابِعَ عَشَرَ

    اَلرَّابِعَةَ عَشَرَةَ

    Ondördüncü

     

    اَلْبِنْتُ الثاَّلِثَةُ

    3. kız

    اَلْاِبْنُ الثاَّنِي

    2. oğul

    11. rakamdan itibaren birleşiktir. عَشَرَ  ve عَشَرَةَ  sayısının son harekesi üstün harekeli olup ismin çeşitli hallerine göre değişmezler.

    رَأَيْتُ ذَلِكَ الرَّجُلَ فِي الثَّانِي عَشَرَ مِنْ شَهْرِ رَمَضَانَ.

    O adamı Ramazan ayının onikisinde gördüm.

    *11-19 arası sıra sayıları da fetha üzere mebnîdirler. Yani sıfat durumunda olmalarına rağmen hareke yönünden mevsûf (sıfatlanan) ile uyum göstermezler, ancak müzekkerlik ve müenneslik bakımından tam bir uyum sağlarlar. Müzekkerleri tâ’sız, müennesleri tâ’lıdır.

    اَلشَّجَرَةُ الثاَّنِيَةَ عَشَرَةَ

    12. ağaç

    اَلْحاَدِيَ عَشَرَ

    11. (müz)

    فِي الْكِتاَبِ الْحاَدِيَ عَشَرَ

    onbirinci kitapta

    مِنَ السُّورَةِ الثاَّمِنَةَ عَشَرَةَ

    onsekizinci sureden

    20 ve sonrasında sıra sayılarından örnekler:

    اَلْعِشْرُونَ

    yirminci

    اَلْمِائَةُ

    yüzüncü[20]

    اَلْأَلْفُ

    bininci

     

     

    اَلْحاَدِي وَالْعِشْرُونَ

    21.  (yirmi birinci)

     

    اَلْخاَمِسُ وَ الْمائَةُ

    105. (yüzbeşinci)
     

     

     

     

     

     

     

     

     

    SAATLER

    Arapça’da saat sormak için şu iki soru sorulur:

    a)

    كَمِ السَّاعَةُ ؟

    Saat kaç?

    b)

    فِي أَيِّ ساَعَةٍ ؟

    Saat kaçta ? (hangi saatte?)

    a) Birinci soruya verilen cevap;

    الْواَحِدَةُ

    اَلساَّعَةُ

    (Saat)

    Bir

    الثاَّنِيَةُ

    اَلساَّعَةُ

    İki

    الثاَّلِثَةُ

    اَلساَّعَةُ

    Üç

    الراَّبِعَةُ

    اَلساَّعَةُ

    Dört

    الخاَمِسَةُ

    اَلساَّعَةُ

    Beş

    الساَّدِسَةُ

    اَلساَّعَةُ

    Altı

    الساَّبِعَةُ

    اَلساَّعَةُ

    Yedi

    الثاَّمِنَةُ

    الساَّعَةُ

    Sekiz

    التاَّسِعَةُ

    اَلساَّعَةُ

    Dokuz

    العاَشِرَةُ

    اَلساَّعَةُ

    On

    الحاَدِيَةَ عَشَرَةَ

    اَلساَّعَةُ

    Onbir

    الثاَّنِيَةَ عَشَرَةَ

    اَلساَّعَةُ

    Oniki

     

    b) فِي أَيِّ ساَعَةٍ ؟ (فِي أَيَّةِ ساَعَةٍ ؟) Saat kaçta ? (hangi saatte?) sorusuna cevap:

    الْواَحِدَةِ

    فِي الساَّعَةِ

    (Saat)

    Bir’de

     

    الثاَّنِيَةِ

    فِي الساَّعَةِ

    İki’de

     

    الثاَّلِثَةِ

    فِي الساَّعَةِ

    Üç’de

     

    الراَّبِعَةِ

    فِي الساَّعَةِ

    Dört’de

     

    الخاَمِسَةِ

    فِي الساَّعَةِ

    Beş’de

     

    الساَّدِسَةِ

    فِي الساَّعَةِ

    Altı’da

     

    الساَّبِعَةِ

    فِي الساَّعَةِ

    Yedi’de

     

    الثاَّمِنَةِ

    فِي الساَّعَةِ

    Sekiz’de

     

    التاَّسِعَةِ

    فِي الساَّعَةِ

    Dokuz’da

    العاَشِرَةِ

    فِي الساَّعَةِ

    On’da

     

     

     

     

     

     

    الحاَدِيَةَ عَشَرَةَ

    فِي الساَّعَةِ

    Onbir’de

     

    الثاَّنِيَةَ عَشَرَةَ

    فِي الساَّعَةِ

    Oniki’de

     

    *Saat 11 ve 12 yukarıda olduğu gibi burada da mebnî olarak üstün gelir.

    السَّاعَة  kelimesini söylemek şart değildir. Arzu edilirse söylenebilir.

    *Öğleden sonraki saatler için 13.00, 14.00, 19.00, 22.00 vs. gibi ifadeler Arapça’da  kullanılmaz. Saatlerden sonra صَباَحاً (sabah), ظُهْراً (öğle),  قَبْلَ الظُّهْرِ(öğleden önce), بَعْدَ الظُّهْرِ (öğleden sonra), عَصْراً (ikindi), مَساَءً (akşam), لَيْلاً (gece) gibi vakit belirten ifadeler kullanılır.

    خَرَجَ خاَلِدٌ مِنَ الْبَيْتِ فِي الثاَّمِنَةِ صَباَحاً.

    Hâlit evden sabah sekizde çıktı.

    *Arapça’da 09.15, 12.30 vs. şeklindeki saatler için “geçe”lerde وَ, “kala” larda إِلاَّ edatı kullanılır. Çeyreklerde (الرُّبْعُ), yirmi geçelerde (الثُّلُثُ), buçuklarda (النِّصْفُ) şeklinde söylenir:

    اَلتاَّسِعَةُ وَ الرُّبْعُ.

    Dokuzu çeyrek geçiyor.

    اَلثاَّنِيَةَ عَشرَةَ وَ النِّصْفُ.

    Oniki otuz.

    اَلْخاَمِسَةُ وَالثُّلُثُ.

    Beş’i yirmi geçiyor.

    اَلْعاَشِرَةُ وَ خَمْسُ دَقاَئِقَ.

    On’u beş geçiyor.

    اَلْحاَدِيَةَ عَشرَةَ وَ دَقِيقَةٌ واَحِدَةٌ.

    Onbir’i bir dakika geçiyor.

    اَلساَّدِسَةُ إِلاَّ الرُّبْعُ (رُبْعاً) .

    Altı’ya çeyrek var[21].

    اَلثاَّلِثَةُ إِلاَّ الثُّلُثُ (ثُلُثاً).

    Üç’e yirmi dakika var.

    اَلْواَحِدَةُ إِلاَّ دَقِيقَتَيْنِ.

    Bir’e iki dakika var.

    اَلثاَّنِيَةُ إِلاَّ ثَلاَثَ دَقاَئِقَ.

    İki’ye üç dakika var.

    Cümle Örnekleri:

    1- اَلْفَصْلُ فيِ الدَّوْرِ الْأَوَّلِ – قَرَأْتُ الْقِصَّةَالثاَّلِثَةَ – عَرَفْناَ السُّؤاَلَ الْأَوَّلَ.

     

    2- اَلسُّؤاَلُ الثاَّنيِ صَعْبٌ – اَلسُّؤاَلُ الْأَوَّلُ سَهْلٌ – اَلسُّؤاَلُ الراَّبِعُ صَعْبٌ – اَلسُّؤاَلُ الْخاَمِسُ سَهْلٌ.

    3- مُحَمَّدٌ فيِ الْفَصْلِ الْخاَمِسِ – لَعِبَ التَّلاَميِذُ الْكُرَةَ مَعَ الصَّفِّ الثاَّنيِ.

    4- وَصَلَتِ السَّياَّرَةُ فيِ الساَّعَةِ الثاَّنِيَةَ عَشَرَةَ – أُشاَهِدُ التِّلِفِزْيوُنَ فيِ العاَشِرَةِ.

    5- اَلساَّعَةُ الثاَّنِيَةُ – اَلساَّعَةُ الراَّبِعَةُ – مَتَى يَحْضُرُ واَلِدُكَ ؟ يَحْضُرُ واَلِديِ فيِ الثاَّنِيَةِ.

    6- يَرْجِعُ التَّلاَمِيِذُِ فيِ الْخاَمِسَةِ – يَحْضُرُ عاَدِلٌ لِزِياَرَةِ عُمَرَ فيِ الساَّدِسَةِ مَساَءً.

    7- هَلْ قَرَأْتَ الْكِتاَبَ الْأَوَّلَ ؟ نَعَمْ قَرَأْتُ الْكِتاَبَ الْأَوَّلَ وَ الْكِتاَبَ الثاَّنيِ أَيْضاً. ماَ رَأْيُكَ فِيهِماَ؟

    8- أَعْطىَ[22] الْاِبْنُ الْكِتاَبَ الْأَوَّلَ لِأحْمَدَ وَ أَعْطىَ الْكِتاَبَ الثاَّنيِ لِفاَطِمَةَ.

    9- ماَ عُنْواَنُكَ ؟ 18 شاَرِعُ الْمَطاَرِ . اَلدَّوْرُ الراَّبِعُ . شَقَّةُ رَقَمِ 15.

    10- مَتَى تَحْضُرُ ؟ في الْخاَمِسَةِ مَساَءً – أَيْنَ تَسْكُنُ ؟  أسْكُنُ فيِ شاَرِعِ الْمَطاَرِ.

    11- أُسْرَةُ عَبْدِ الْعَزيِزِ تَسْكُنُ فيِ شَقَّةٍ باِلدَّوْرِ الراَّبِعِ فيِ شاَرِعِ الْمَطاَرِ .

    12- مِنْ فَضْلِكَ[23] أَيْنَ الْمَعْمَلُ ؟ الْمَعْمَلُ فيِ الدَّوْرِ الثاَّلِثِ. شُكْراً . عَفْواً .

    13- أذْهَبُ إِلَى السوُّقِ بالسَّياَّرَةِ فيِ أَرْبَعِ ساَعاَتٍ  – يُوجَدُ[24] الْيَوْمَ مُباَراَةٌ بَيْنَ تَلاَميِذِ الصَّفِّ الْأَوَّلِ وَ تَلاَميِذِ الصَّفِّ الثاَّنيِ .

    14- سَأَذْهَبُ فيِ الْواَحِدَةِ ظُهْراً – وَصَلَتِ الْحاَفِلَةُ إِلَى السوُّقِ بَعْدَ نِصْفِ ساَعَةٍ.

    15- هُوَ فيِ الْغُرْفَةِ رَقَم عَشْرَة فِيِ الدَّوْرِ الثاَّنيِ.

    Tercüme:    

    1- Sınıf birinci kattadır. Üçüncü hikâyeyi okudum. Birinci soruyu bildik.

    2- İkinci soru zordur. Birinci soru kolaydır. 4. soru zordur. 5. soru kolaydır.

    3- Muhammed 5. sınıftadır. Öğrenciler 2. sınıfla top oynadı.

    4- Araba saat 12’de geldi. Televizyonu 10’da seyrediyorum.

    5- Saat 2.00 – Saat 4.00 – Baban ne zaman geliyor? Babam 2’de geliyor.

    6- Öğrenciler 5’te dönüyor. Adil akşam 6’da Ömer’i ziyaret için geliyor.

    7- Birinci kitabı okudun mu? Birinci kitabı ve ikinci kitabı da okudum. İkisi hakkındaki görüşün nedir?

    8- Oğlan birinci kitabı Ahmed’e, ikinci kitabı Fâtıma’ya verdi.

    9- Adresin nedir? 18 Hava alanı caddesi. Kat 4. Dâire rakam 15.

    10- Ne zaman geliyorsun? Akşam 5’te. Nerede oturuyorsun? Hava alanı caddesinde oturuyorum.

    11- Abdülaziz’in ailesi Hava alanı caddesinde 4. katta bir dairede oturuyor.

    12- Lütfen (afedersin), labrotuvar nerede? Labrotuvar 3. katta. Teşekkür ederim. Birşey değil.

    13- Çarşıya arabayla dört saatte gidiyorum. Bugün birinci sınıfın öğrencileri ile ikinci sınıfın öğrencileri arasında maç var.

    14-  Öğlen 1.00’de gideceğim. Otobüs çarşıya yarım saat sonra geldi.

    15- O ikinci katta 10 nolu odadadır.

  • Sayılar Arapça Rakamlar ve Okunuşları

    Arapça Sayılar Arapça Rakamlar ve Okunuşları

    Arapça rakamlar, sayılar ve okunuşları, özellikle başlangıç düzeyinde Arapça öğrenmek isteyen kişilerin bilmesi gereken temel konular arasında yer alır. Arapça sayılar ve okunuşları, 1 ile 10 arasındaki sayıları öğrendikten sonra diğer sayıları da kolayca öğrenmeye dayanır. Çünkü 1-10 arasındaki Arapça rakamlar ve sayıların okunuşu ile diğer bütün sayılar birbirine benzer.

    Arapça dünyada en fazla konuşan diller arasında kendisine yer bulmaktadır. Bu nedenden dolayı da illaki lazım olur düşüncesi doğrultusunda en azından 1’den 100’e kadar Arapça sayıları bilmek kişilere son derece yararlı olacaktır. Sizin için Arapça sayılar okunuşları ve yazılışları konu anlatımı (1’den 100’e kadar) tüm merak edilen detayları ile birlikte derledik.

     

     Günlük yaşamda dil öğrenmek kişiye pek çok değer katar. Bu bakımdan farklı bil dil öğrenmek ya da en azından farklı dillerde sayıları öğrenmek önemli bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu doğrultuda Arapça sayıları öğrenmek de kişilerin yaşamına önemli avantajlar katabilecek unsurların başında değerlendirilebilir. 

     Arapça Sayılar Okunuşları ve Yazılışları Konu Anlatımı (1’den 100’e Kadar) 

     Sayı Arapça Yazılışı Okunuşu 

     Arapça Dersleri 20 -100 1000 ve Sonrası Sayıları Görmek İçin Tıklayınız

    Arapçada Sıra Sayıları Müzekker Müennes

     SAYILAR

    Müennesde Sayılar

    Müzekkerde Sayılar

     

    وَاحِدَةٌ – إحْدَى

    وَاحِدٌ – أَحَدٌ

    ۱ 1

    اِثْنَتَانِ – اثْنَتَيْنِ

    اِثْنَانِ – إثْنَيْنِ

    ۲ 2

    ثَلاَثٌ

    ثَلاثَةٌ

    ۳ 3

    أرْبَعٌ

    أَربَعَةٌ

    ٤ 4

    خَمْسٌ

    خَمْسَةٌ

    ٥ 5

    سِتُّ

    سِتَّةٌ

    ٦ 6

    سَبْعٌ

    سَبْعَةٌ

    ۷ 7

    ثَمَانٍ

    ثَمَانِيَةٌ

    ۸ 8

    تِسْعٌ

    تِسْعَةٌ

    ۹ 9

    عَشْرٌ

    عَشَرَةٌ

    ۱۰ 10
     

    صِفْرٌ

    ۰ 0

     

     

     

       

    Bir Sayısı:

    وَاحِدٌ ve  وَاحِدَةٌ kelimeleri sıfat tamlaması gibi daima sayılacak olan varlığın isminden sonra gelir.

    رَجُلٌ وَاحِدٌ

    bir adam

    بِنْتٌ وَاحِدَةٌ

    bir kız

    أَحَدٌ    (Bir) çoğul halinde bulunan ismin bir tekini ayırarak gösterir. O zaman çoğul haldeki bir isimle tamlama yapar yahut (مِنْ den\dan) edatı ile gelir.

    أَحَدُ الرِّجَالِ

    adamların biri, bir adam

    أَحَدٌ مِنَ الِّرجَالِ

    adamlardan biri, bir adam

    إحْدَى النِّسَاءِ

    kadınların biri, bir kadın

    إحْدَى مِنَ النِّسَاءِ

    kadınlardan biri, bir kadın

    إحْدَاهُنَّ

    onlar (kadınlar)dan birisi

    Not: Başına اَلْ  takısı gelen  اَلْوَاحِدُ  ve اَلْأَحَدُ   Allah’ın adı olup “Tekrar etmeyen eşi dengi, benzeri olmayan Bir” manasına gelir.

     

     

    İki Sayısı:

    اِثْنَانِ   ve اِثْنَتَانِ  kelimelerine gerek olmaksızın o iki şeyin isimlerinin tesniye halindeki kaidelerine uygun halini söyleriz. Ancak اِثْنَانِ  ve اِثْنَتَانِ  vurgulama olarak kullanılır ve aynı bir sayısında olduğu gibi sıfat şeklinde sayılacak şeyin arkasından gelir.

    يَومٌ

    gün

    يَوْمَانِ

    iki gün (merfû durumu)

     

     

    يَوْمَيْنِ

    iki gün (mansûb ve mecrûr durumu)

    اَلسَّاعَةُ

    saat

    اَلسَّاعَتَانِ

    iki saat (merfû durumu)

     

     

    اَلسَّاعَتَيْنِ

    iki saat (mansûb ve mecrûr durumu)

    اَلْوَلَدُ

    çocuk

    وَلَداَنِ اثْناَنِ

    iki çocuk (merfû durumu)

     

     

    وَلَدَيْنِ اثْنَيْنِ

    iki çocuk (mansûb ve mecrûr durumu)

    اَلْبِنْتُ

    kız

    بِنْتاَنِ اثْنَتاَنِ

    iki kız (merfû durumu)

     

     

    بِنْتَيْنِ اثْنَتَيْنِ

    iki kız (mansûb ve mecrûr durumu)

     

     

    3-10 ARASI SAYILAR

    3-10 arası sayılar cinsiyet bakımından tam tersine müzekkerleri müennes gibi kullanılır. Yani müzekker isimlere ait sayılar müennes tâ-i merbutası alır. Eğer isim müennes ise sayılar tâ-i merbutasız olur. 3-10 arası sayılan şey, sayı ile isim tamlaması şeklinde gelir. Ancak sayılan şey (muzâfun ileyh) hep çoğul ve esre tenvinlidir.

    رَجُلٌ

    adam

    رِجَالُ

    adamlar

    ثَلاَثَةُ رِجَالٍ

    üç adam

    اِمْرَأَةٌ

    kadın

    نِسَاءٌ

    kadınlar

    ثَلاَثُ نِسَاءٍ

    üç kadın

    ثَلاَثُ بَنَاتٍ

    üç kız

    سَبْعُ لَيَالٍ

    yedi gece

    أرْبَعَةُ أيَّامٍ

    dört gün

      Görüldüğü gibi sayılan isim çoğul, nekre ve esre tenvinlidir.

    3 ile 10 arası sayılarda sayılan şey koyun gibi veya kavm gibi cemi bir isim olursa   مِنْ   takısı ile kullanılır.

    ثَلاَثٌ مِنَ الْغَنَمِ

    üç koyun

    أرْبَعٌ مِنَ الْقَوْمِ

    kavimden dört kişi

    3 ile 9 arasındaki belli olmayan miktar بِضْعٌ (birkaç) kelimesiyle ifade edilir.  بِضْعٌ kelimesi sayılanın aksi cinsinde olur:

    بِضْعَةُ  رِجَاَلٍ

    birkaç adam

    بِضْعُ  سِنيِنَ

    birkaç sene

    بِضْعَةُ  أَيَّامٍ

    birkaç gün

    بِضْعُ  لَياَلٍ

    birkaç gece

    3 ile 10 arasındaki kesirli sayılar فُعُلٌ  vezninde yapılır:

    ثُلُثٌ

    خُمُسٌ 

    سُبُعٌ

    تُسُعٌ  

    üçte bir 1/3

    1/5

    1/7

    1/9

    رُبُعٌ

    سُدُسٌ

    ثُمُنٌ

    عُشُرٌ  

     

    ١/٤

    ١/٦

    ١/٨

    ١/.١

     

    dörtte bir 1/4

    1/6

    1/8

    onda bir 1/10

     

     

     

     

     

     

     

     

    Üleştirme sayıları “üçer üçer”den “onar onar”a kadar فُعاَلُ  veya (مَفْعَلُ) kalıblarında yapılır. Bu kalıplarda gelen üleştirme sayıları gayr-i münsariftir (esre vetenvin almaz):

    مَوْحَدُ

    birer birer

    أُحاَدُ

    مَثْنَى

    ikişer ikişer

    ثُناَءُ

    مَثْلَثُ

    üçer üçer

    ثُلاَثُ

    مَسْبَعُ

    yedişer yedişer

    سُباَعُ

    مَعْشَرُ

    onar onar

    عُشاَرُ

    فَدَخَلُوا مَثْنَى وَ ثُلاَثَ وَ رُباَعَ

    İkişer, üçer ve dörder girdiler.

     

    Üleştirme Sayıları 

    Asıl sayıların tekrarlanmasıyla da üleştirme sayıları elde edilir                            

    Müennes 

     

    Müzekker

    واَحِدَةً واَحِدَةً

    birer birer

    واَحِداً واَحِداً

    اِثْنَتَيْنِ  اثْنَتَيْنِ

    ikişer ikişer

    إِثْنَيْنِ اثْنَيْنِ

    ثَلاَثَةً ثَلاَثَةً

    üçer üçer

    ثَلاَثاً ثَلاَثاً

    عَشْرَةً عَشْرَةً

    onar onar

    عَشْراً عَشْراً

    عِشْريِنَ  عِشْريِنَ

    yirmişer yirmişer

    عِشْريِنَ  عِشْريِنَ

    Önemli not: a) Sayı normalde kullandığımızın dışında belirli bir kelimeden sonra gelirse sıfat olur:

    اَلْأَسْماَءُ الْخَمْسَةُ

    خَمْسَةُ أَسْماَءٍ

    (beş isim)

    اَلْمُدُنُ الْأَرْبَعُ

    أَرْبَعُ مُدُنٍ

    (dört şehir)

    يَخْلُقُكُمْ فِي بُطُونِ أُمَّهَاتِكُمْ خَلْقًا مِن بَعْدِ خَلْقٍ فِي ظُلُمَاتٍ ثَلاثٍ

    Sizi annelerinizin karınlarında, üç karanlık içinde yaratıyor (Zümer 6).

    وَبَنَيْنَا فَوْقَكُمْ سَبْعًا شِدَادًا   Üstünüzde yedi sağlam (göğü) bina ettik (Nebe 12).

     

    b)  كَمْ soru edatı olarak “kaç …”  anlamındadır. Adedini öğrenmek istediğimiz isim bu edattan sonra müfred, mansûb ve nekre olarak gelir.

    *(كَمْ) in başına ( بِكَمْ kaça) gibi harf-i cer gelirse; öğrenilmek istenen miktar mansûb da okunabilir, mecrûr da okunabilir[1]. Bu kurallarla ilgili olarak aşağıdaki örnekleri inceleyiniz.

     

    Cümle Örnekleri:

    Bir ve İki Sayısı Örnekleri:

    1-كَمْ مُدِيراً فِي الْمَدْرَسَةِ ؟ فِي الْمَدْرَسَةِ مُدِيرٌ واَحِدٌ .

    2- كَمْ حَقِيبَةً اشْتَرَيْتَ ؟ إِشْتَرَيْتُ حَقِيبَةً واَحِدَةً .

    3- لِلْمُسْلِمِينَ تاَرِيخٌ واَحِدٌ – يَرْتَبِطُ[2] الْمُسْلِمُونَ بِعَقِيدَةٍ واَحِدَةٍ.

    4- تَناَوَلَ الْأَوْلاَدُ وَجْبَةً واَحِدَةً – كاَنَ[3] عاَدِلٌ يَدْرُسُ فِي أَحَدِ الْبِلاَدِ الأَجْنَبِيَّةِ[4].

    5- أَيْنَ الصَّدِيقاَنِ؟ هُماَ فِي الصَّفِّ. ماَذاَ يَفْعَلاَنِ ؟ أَحَدُهُماَ يَكْتُبُ وَ الْآخَرُ يَقْرَأُ.

    6- أَقاَمَ[5] أَبُو بَكْرٍ فِي مَكَّةَ يَوْماً واَحِداً – أَناَ أَكْتُبُ فيِ الشَّهْرِ رِساَلَةً واَحِدَةً وَ أَسْتَلِمُ[6] فيِ الشَّهْرِ رِساَلَتَيْنِ.

    7- كَمْ بِنْتاً فِي الْمَكْتَبَةِ ؟ فِي الْمَكْتَبَةِ بِنْتاَنِ اثْنَتاَنِ.

    8- قَرَأْتُ كِتاَبَيْنِ اثْنَيْنِ عَنِ الْإسْلاَمِ – يَتَحَدَّثُ[7] الناَّسُ فِي بَلَدِي لُغَتَيْنِ اثْنَتَيْنِ .

    Tercüme:

    1- Okulda kaç müdür var ? Okulda bir müdür var.

    2- Kaç çanta satın aldın? Bir çanta satın aldım.

    3- Müslümanların bir tarihi vardır. Müslümanlar tek bir akide ile (birbirine) bağlantılıdır.

    4- Çocuklar tek bir öğün yedi. Adil yabancı ülkelerin birinde okuyor idi.

    5- İki arkadaş nerede? O ikisi sınıftadır. Ne yapıyorlar? Birisi yazıyor diğeri okuyor.

    6- Ebûbekir Mekke’de bir gün ikamet etti. Ben ayda bir mektup yazıyorum ve ayda iki mektup (teslim) alıyorum.

    7- Kütüphanede kaç kız var? Kütüphanede iki kız var.

    8- İslâm hakkında iki kitap okudum. Benim ülkemde insanlar iki dil konuşuyor.

     

    Üç- On Arası Sayı Örnekleri:

    1- كَسَرَ خاَلِدٌ فِي تِلْكَ الْمَعْرَكَةِ نَحْوَ[8] سَبْعَةِ سُيُوفٍ – وُلِدَ خاَلِدٌ قَبْلَ الْإِسْلاَمِ بِنَحْوِ ثَماَنِي سَنَواَتٍ.

    2- فيِ حُجْرَةِ الْجُلوُسِ ثَلاَثَةُ كَراَسِيٍّ وَ طاَوِلَةٌ واَحِدَةٌ – قاَلَ الْمُدَرِّسُ : ” اَللُّغَةُ الْعَرَبِيَّةُ أَرْبَعُ حِصَصٍ[9] فيِ الْأُسْبوُعِ.

    3- ساَفَرَ مُحَمَّدٌ إِلَى السُّعوُدِيَّةِ قَبْلَ ثَلاثِ سَنَواَتٍ – بِكَمِ الْقَلَمُ ؟ الْقَلَمُ بِعَشْرَةِ قُروُشٍ – الْكُرَةُ بِتِسْعَةِ قُروُشٍ

    4- كَمْ صوُرَةً أَحْضَرْتِ؟ أَحْضَرْتُ ثَلاَثَ صُوَرٍ – كَمْ طاَلِباً وَجَدْتَ ؟ وَجَدْتُ سَبْعَةَ طُلاَّبٍ – كَمْ تِلْميِذاً عَرَفْتِ ؟ عَرَفْتُ خَمْسَةَ تَلاَميِذٍ  –  قَرَأْناَ خَمْسَ قِصَصٍ.

    5- كَمْ وَجْبَةً تَأْكُليِنَ فيِ الْيَوْمِ ؟ آكُلُ فيِ الْيَوْمِ ثَلاَثَ وَجَباَتٍ –  تَاْكُلُ فاَطِمَةُ فيِ الْيَوْمِ ثَلاَثَ وَجَباَتٍ.

    6- كَمْ يَوْماً تَدْرُسُ فيِ الْأُسْبوُعِ ؟ أَدْرُسُ فيِ الأُسْبوُعِ سِتَّةَ أَياَّمٍ – كَمْ حِصَّةً تَدْرُسُ فيِ الْيَوْمِ ؟ أَدْرُسُ فيِ الْيَوْمِ خَمْسَ حِصَصٍ – أَكْتُبُ فيِ الْيَوْمِ خَمْسَ ساَعاَتٍ.

    7- أَقْرَأُ فيِ الْيَوْمِ أَرْبَعَ ساَعاَتٍ  – أَقْرَأُ فيِ الْيَوْمِ أَرْبَعَ مَجَلاَّتٍ – أَقْرَأُ فيِ الْيَوْمِ ثَلاَثَ صُحُفٍ . أَكْتُبُ فيِ الْأُسْبوُعِ سِتَّةَ دُروُسٍ.

    8- أُقاَبِلُ فيِ الْأُسْبوُعِ سِتَّةَ مُدَرِّسيِنَ -كَمْ قَلَماً تَشْتَريِ فيِ الْأُسْبوُعِ ؟– أَشْتَريِ فيِ الْأُسْبوُعِ سِتَّةَ أَقْلاَمٍ –كَمْ كِتاَباً تَقْرَأُ فيِ الْأُسْبوُعِ؟ – أَقْرَأُ فيِ الْأُسْبوُعِ ثَلاَثَةَ كُتُبٍ.

    9- أُوَدِّعُ[10] فيِ الْأُسْبوُعِ سِتَّةَ مُساَفِريِنَ – كَمْ سُؤاَلاً تَسْأَلُ فيِ الْأُسْبوُعِ ؟ أَسْأَلُ فيِ الْأُسْبوُعِ ثَلاَثَةَ أَسْئِلَةٍ – كَمْ صَلاَةً تُصَليِّ[11] فيِ الْيَوْمِ ؟ أُصَليِّ فيِ الْيَوْمِ خَمْسَ صَلَواَتٍ.

    10-كَمْ رِساَلَةً يَكْتُبُ إِبْراَهيِمُ فيِ الْأُسْبوُعِ ؟ يَكْتُبُ إِبْراَهيِمُ فيِ الْأُسْبوُعِ أَحْياَناً خَمْسَ رَساَئِلَ وَ أَحْياَناً سِتَّ رَساَئِلَ – كَمْ رِساَلَةً يَسْتَلِمُ  إِبْراَهيِمُ فيِ الْأُسْبوُعِ ؟ يَسْتَلِمُ  إِبْراَهيِمُ فيِ الْأُسْبوُعِ سَبْعَ رَساَئِلَ وَ أَحْياَناً أَقَلَّ[12] وَ أَحْياَناً أَكْثَرَ.

    11- تَتَكَوَّنُ[13] عاَئِلَةُ عَبْدِ اللَّهِ مِنْ تِسْعَةِ أَشْخاَصٍ[14]- اِنْتَظَرَ الْحاَفِلَةَ خَمْسَ دَقاَئِقَ تَقْريِباً – يَقْضيِ[15] بَعْضُ الْمُسْلِمِينَ عِدَّةَ ساَعاَتٍ فِي تِلاَوَةِ الْقُرْآنِ .

    12- يَقْضِي بَعْضُ الساَّئِقِينَ[16] تِسْعَ ساَعاَتٍ فِي قِياَدَةِ السَّياَّرَةِ  – يَقْضِي بَعْضُ الطُّلاَبِ سَبْعَ سَنَواَتٍ فِي دِراَسَةِ الطِّبِّ.

    Tercüme:

    1- Hâlit o savaşta yaklaşık yedi kılıç kırdı. Hâlit İslâm’dan yaklaşık sekiz sene önce doğdu.

    2- Oturma odasında 3 sandalye ve bir masa var. Öğretmen (şöyle) dedi: “Arapça dil (dersi) haftada dört saattir.”

    3- Muhammed üç sene önce Suud(i (Arabistan)’a gitti. Kalem kaça ? Kalem on kuruştur. Top dokuz kuruştur.

    4- Kaç resim getirdin? Üç resim getirdim. Kaç öğrenci buldun? Yedi öğrenci buldum. Kaç öğrenci tanıdın? Beş öğrenci tanıdım. Beş hikâye okuduk.

    5- Günde kaç öğün yersin? Günde üç öğün yerim. Fâtıma günde üç öğün yer.

    6- Haftada kaç gün eğitim görüyorsun? Haftada altı gün eğitim görüyorum. Günde kaç saat ders yapıyorsun? Günde beş saat ders yapıyorum. Günde beş saat yazıyorum.

    7- Günde dört saat okuyorum. Günde dört dergi okuyorum. Günde üç gazete okuyorum. Haftada altı ders yazıyorum.

    8- Haftada altı öğretmenle karşılaşıyorum. Haftada kaç kalem satın alıyorsun? Haftada altı kalem satın alıyorum. Haftada kaç kitap okuyorsun? Haftada üç kitap okuyorum.

    9- Haftada altı yolcu uğurluyorum. Haftada kaç soru soruyorsun? Haftada üç soru soruyorum. Günde kaç (vakit) namaz kılıyorsun? Günde 5 (vakit) namaz kılıyorum.

    10-İbrahim haftada kaç mektup yazıyor? İbrâhim haftada bazen beş mektup bazen altı mektup yazıyor. İbrahim haftada kaç mektup (teslim) alıyor? İbrâhimhaftada yedi mektup bazen daha az bazen daha çok (mektup) (teslim) alıyor.

    11- Abdullah’ın ailesi dokuz şahıstan oluşuyor. Otobüsü yaklaşık beş dakika bekledi. Bazı müslümanlar Kur’ân tilâvetinde birkaç saat geçiriyor.

    12- Bazı şöförler araba sürümünde dokuz saat geçiriyor. Bazı öğrenciler tıp tahsilinde yedi sene geçiriyor.

     

    11-20 ARASI SAYILAR

    Müennesde

    Müzekkerde

     

     

    إحْدَى عَشَرَةَ

    أحَدَ عَشَرَ

    ١١

    11

    اِثْنَتَا عَشَرَةَ

    اِثْناَ عَشَرَ

    ١٢

    12

    ثَلاَثَ عَشَرَةَ

    ثَلاَثَةَ عَشَرَ

    ١٣

    13

    أرْبَعَ عَشَرَةَ

    أرْبَعَةَ عَشَرَ

    ١٤

    14

    خَمْسَ عَشَرَةَ

    خَمْسَةَ عَشَرَ

    ١٥

    15

    سِتَّ عَشَرَةَ

    سِتَّةَ عَشَرَ

    ١٦

    16

    سَبْعَ عَشَرَةَ

    سَبْعَةَ عَشَرَ

    ١٧

    17

    ثَمَانِيَ عَشَرَةَ

    ثَمَانِيةَ عَشَرَ

    ١٨

    18

    تِسْعَ عَشَرَةَ

    تِسْعَةَ عَشَرَ

    ١٩

    19

    عِشْرُونَ

    عِشْرُونَ

    ٢٠

    20

    Dikkat:  a) 11 sayısında (أَحَدٌ) kelimesinin müennesi (إِحْدَى) dır.

    إِحْدَى عَشرَةَ

    أَحَدَ عَشَرَ

               b) 12’nin müzekkerinde her iki sayıda tâ’sız, müennesinde her iki sayı da tâ’lıdır:

    اِثْنَتاَ عَشَرَةَ اِثْناَ عَشَرَ

    11-20 arası ma’dûd (sayılan şeyler) nekre ve fetha tenvinli olarak gelir. Sayılan şey müzekkerse sayıda müzekker, müennes ise sayıda müennes olur.

    11-19 arası rakamlar 12 nin nasb ve cer hali dışında fetha üzere mebnidir:

    أَحَدَ عَشَرَ بَيْتاً

    11 ev

    إِحْدَى عَشَرَةَ مَدِينَةً

    11 şehir

    إِنَّ أَحَدَ عَشَرَ بَيْتاً

    gerçekten 11 ev

    (nasb edatıyla)

    إِنَّ إِحْدَى عَشَرَةَ مَدِينَةً

    gerçekten 11 şehir

    (nasb edatıyla)

    مِنْ أَحَدَ عَشَرَ بَيْتاً

    11 evden

    (câr-mecrûr)

    مِنْ إِحْدَى عَشَرَةَ مَدِينَةً

    11 şehirden

    (câr-mecrûr)

    اِثْناَ عَشَرَ بَيْتاً

    12 ev

    اِثْنَتاَ عَشَرَةَ مَدِينَةً

    12 şehir

    إِنَّ اثْنَيْ عَشَرَ بَيْتاً

    gerçekten 12 ev

    (nasb edatıyla)

    إِنَّ اثْنَتَيْ عَشَرَةَ مَدِينَةً

    gerçekten 12 şehir

    (nasb edatıyla)

    مِنْ اثْنَيْ عَشَرَ بَيْتاً

    12 evden

    (câr mecrûr)

    مِنْ اثْنَتَيْ عَشَرَةَ مَدِينَةً

    12 şehirden

    (câr mecrûr)

     

     

     

     

    ثَلاَثَةَ عَشَرَ بَيْتاً

    13 ev

    ثَلاَثَ عَشَرَةَ مَدِينَةً

    13 şehir

    إِنَّ ثَلاَثَةَ عَشَرَ بَيْتاً

    gerçekten 13 ev

    (nasb edatıyla)

    إِنَّ ثَلاَثَ عَشَرَةَ مَدِينَةً

    gerçekten 13 şehir

    (nasb edatıyla)

    مِنْ ثَلاَثَةَ عَشَرَ بَيْتاً

    13 evden

    (câr-mecrûr)

    مِنْ ثَلاَثَ عَشَرَةَ مَدِينَةً

    13 şehirden

    (câr-mecrûr)

     

     

     

     

     

     

     

    إشْتَرَيْتُ أَحَدَ عَشَرَ قَلَماً

    Onbir kalem satın aldım.

    جَاءَتْ إحْدَى عَشَرَةَ تِلْمِيْذَةً

    Onbir kız öğrenci geldi.

    إشْتَرَى عَمِّي أَرْبَعَةَ عَشَرَ كِتاَباً لِلْمَدْرَسَةِ

    Amcam okul için ondört kitap aldı.

    Not: (عَشَرَ) kelimesi tek olduğu zaman (ش) harf-i cezimli okunur:

    عَشْرُ بَناَتٍ

    On kız

    عَشْرَةُ أَوْلاَدٍ

    On çocuk

    Fakat 11-19 arası sayılarda (ش) harf-i fethalı okunur:

    أَرْبَعَةَ عَشَرَ يَوْماً

    Ondört gün

    خَمْسَ عَشَرَةَ لَيْلَةً

    Onbeş gece

    Cümle Örnekleri

    1- كَمْ ناَفِذَةً لِلْمَنْزِلِ ؟ لِلْمَنْزِلِ سِتَّ عَشَرَةَ ناَفِذَةً.

    2- كَمْ سَنَةً عُمْرُكَ ؟ عُمْريِ خَمسَ عَشَرَةَ سَنَةً.

    3- الْكِتاَبُ بِخَمْسَةَ عَشَرَ قِرْشاً – تَتَكَوَّنُ الْعِماَرَةُ مِنْ أَحَدَ عَشَرَ دَوْراً.

    4- يَتَكَوَّنُ[17] الْفَريِقُ مِنْ أَحَدَ عَشَرَ لاَعِباً – يَتَكَوَّنُ الْكِتاَبُ مِنْ احْدَى عَشَرَةَ قِصَّةً.

    5- تَتَكَوَّنُ مَكْتَبَتيِ مِنْ أَحَدَ عَشَرَ كِتاَباً – فِي الْمَكْتَبَةِ أَحَدَ عَشَرَ كِتاَباً فِي الطِّبِّ.

    6- دَرَسَ ابْنُ سِيناَ أَكْثَرَ مِنْ اثْنَيْ عَشَرَ عِلْماً – زاَرَ ابْنُ سِيناَ أَكْثَرَ مِن اثْنَتَيْ عَشَرَةَ مَدِينَةً.

    7- يَتَكَوَّنُ كِتاَبُ الشِّفاَءِ مِنْ ثَماَنِيَةَ عَشَرَ مُجَلَّداً – فِي الْمُسْتَشْفَى خَمْسَةَ عَشَرَ طَبِيباً.

    8- حَفِظْتُ إِحْدَى عَشَرَةَ سُورَةً مِنَ الْقُرْآنِ – وَصَلَ اثْناَ عَشَرَ تِلْمِيذاً.

    9- كتَبْتُ اثْنَتَيْ عَشَرَةَ رِساَلَةً – فَحَصَ الطَّبِيبُ سَبْعَةَ عَشَرَ مَرِيضاً.

     10- فِي الْحُكُومَةِ أَحَدَ عَشَرَ وَزِيراً – كَمْ شَهْراً فِي السَّنَةِ ؟ فِي السَّنَةِ اثْناَ عَشَرَ شَهْراً.

    11- لِي اثْناَ عَشَرَ صَدِيقاً – قَضَيْتُ فِي الْخاَرِجِ سَبْعَةَ عَشَرَ يَوْماً

    12- وَصَلَتْ ثَلاَثَ عَشَرَةَ مُدَرِّسَةً جَدِيدَةً .

    Tercüme:

    1- Evin kaç penceresi var? Evin 16 penceresi var.

    2- Kaç yaşındasın?  15 yaşındayım. (Ömrün kaç sene? Ömrüm 15 senedir.)

    3- Kitap 15 kuruştur. Apartman 11 kattan oluşur.

    4- Takım 11 oyuncudan oluşuyor.Kitap 11 kıssadan oluşuyor.

    5- Kütüphanem 11 kitaptan oluşuyor. Kütüphanede tıp sahasında 11 kitap var.

    6- İbn Sînâ 12 den daha çok ilim (sahası) tahsil etti. İbn Sinâ 12’den daha fazla şehir ziyaret etti.

    7- (İbn Sînâ’nın) Şifâ (adlı) kitabı 18 ciltten oluşur. Hastanede 15 doktor vardır.

    8- Kur’ân’dan 11 sure ezberledim. 12 öğrenci geldi (ulaştı).

    9- 12 mektup yazdım. Doktor 17 hasta muayene etti.

    10- Devlette 11 bakan vardır. Senede kaç ay vardır? Senede 12 ay vardır.

    11- Benim 12 arkadaşım var. Dışarda 17 gün geçirdim.

    12- 13 yeni öğretmen geldi.

    ¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯

    ÖZET

    Arapçada sayılar “adet” olarak, sayılan şeyler ise “madud” olarak anılır. Arapçada sayılar ve kullanıldıkları isimler belli kurallara göre gelirler. Örneğin “1 öğrenci” demekle, “11 öğrenci” “21 öğrenci” demek birbirinden farklıdır. Sayıları kolayca öğrenebilmek için şu dört grupta inceleyeceğiz:

    1- Müfred sayılar (1-10 arası olan sayılar)

    2- Mürekkeb sayılar (11-19 arası olan sayılar)

    3- Ukud sayılar (10’un katları olan sayılar)

    4- Matuf sayılar (20’den sonra gelen ara sayılar)

    1- MÜFRED SAYILAR: 

    1’den itibaren 10’a kadar olan sayılar, -burada 10 dâhildir- tek başına bir kelime oldukları için müfred sayılar ismini alırlar. Müfred sayıların irabı şu şekildedir: “İki” sayısı müsenna bir isim gibi irab edilir. Diğerleri ise müfred bir isim gibi irab edilir. Sonları cümledeki yerine göre değişir.

    Şimdi sayıları teker teker görelim:

    1 ve 2 sayısında önce madud sonra adet gelir. Adet, madudun sıfatı olur. İsimlerin müfredleri “bir tane” olduklarını, müsennaları da “iki tane” olduklarını gösterdiği için 1 ve 2 sayısı kullanılmasa da olur. Sadece anlamı kuvvetlendirmek için gelirler. Buna göreوَاحِدٌ  bir demektir. Müennes olarak  وَاحِدَةٌ  şeklinde söyleriz.  إِثْنَانِ İki demektir. Müennes olarak إِثْنَتَانِ  şeklinde söyleriz.

    Müfred sayılara ait kaideleri şöylece maddeleyebiliriz:

    1- Müfred sayıların irabı şu şekildedir: “İki” sayısı müsenna bir isim gibi irab edilir. Diğerleri ise müfred bir isim gibi irab edilir. Sonları cümledeki yerine göre değişir.

    2- 1 ve 2 sayısında önce madud, sonra adet gelir. Adet, madudun sıfatı olur.

    3- İsimlerin müfredleri “bir tane” olduklarını, müsennaları da “iki tane” olduklarını gösterdiği için “bir” ve “iki” sayısı kullanılmasa da olur. Sadece anlamı kuvvetlendirmek için gelirler.

    4- وَاحِدٌ  kelimesinin müennesi وَاحِدَةٌ  ;  إِثْنَانِ kelimesinin müennesi de إِثْنَتَانِ  şeklindedir.

    Şimdi 3 ve 10 arası sayıların özelliklerini öğrenelim:

    3 ve 10 arası sayılarda şu kaideler geçerlidir:

    1- Önce adet, sonra madud gelir.

    2- Adet, madudun cinsiyet bakımından zıddı olur.

    3- Madud “cemi ve cer” durumunda gelir.

    4- Adet ile madud izafet oluştururlar.

    2- MÜREKKEB SAYILAR:

    Mürekkep sayılar, 11’den itibaren 19’un sonuna kadar olan sayılardır. Mürekkep sayılara ait kuralları şöylece maddeleyebiliriz:

    1- Bu sayılarda önce birler basamağı, sonra onlar basamağı gelir.

    2- “On iki” nin “ikisi” hariç, diğer sayılar fetha üzere mebnidirler. Yani cümledeki yerlerine göre sonları hiç değişmez. Sadece “on iki” sayısının birler basamağı olan “iki” sayısı, müsenna bir isim gibi irab edilir.

    3- Bu sayıların madudları, müfred-mensub ve nekre olarak gelir.

    4- 11 ve 12 sayıları hariç, mürekkep sayıların birler basamağı madudun cinsiyet bakımından zıddı; 10 sayısı ise madudun cinsiyet bakımından aynısı olur. 11 ve 12’nin her iki basamağı da madud ile aynı cinsten gelir.

    3- UKUD SAYILAR:

    Ukud sayılar, 10 sayısının katları olan sayılardır. Bu sayılar için geçerli olan kaideleri şöylece maddelememiz mümkündür:

    1- 3-9 arası sayıların sonuna “vav” ve fethalı nun (ونَ)  getirilerek ukud sayılar yapılır.

    2- Cemi müzekker salim kalıbında geldikleri için ref durumunda “vav”, nasb ve cer durumunda “ye” alırlar.

    3- Müzekker ve müennes isimler için aynı sayı kullanılır.

    4- Ukud sayıların madudları, 11-20 arası sayılar gibi, müfred-mensub ve nekre olarak gelir.

    4- MA’TUF SAYILAR:

    Birler basamağı, onlar basamağına “vav” atıf harfi ile bağlanarak yapıldıkları için 20’den sonraki ara sayılara matuf sayılar denir. Matuf sayıların irabı da şu şekildedir:  Birler basamağı müfred sayıların irabını ve kurallarını; onlar basamağı da ukud sayıların irabını ve kurallarını taşır. Madudları ise müfred-mensub ve nekre gelir. Bu kural 11’den 99’un sonuna kadar geçerlidir.

    100 ve katları için ise şu kuralları sayabiliriz:

    1- Yüzün katlarını ifade ederken yüz sayısı, 3-10 arası müzekker sayılarla izafet oluşturur. Yüz sayısı katlarıyla izafet oluşturduğu gibi madudlarıyla da izafet oluşturur.

    2- Madudu, müfred-mecrur olarak gelir.

    3- Müzekker ve müennes isimler için aynı sayı kullanılır.

    1000 ve katları için şu kurallar geçerlidir:

    1- 1000 ve katları, hem madudlarıyla hem de katlarıyla izafet oluştururlar.

    2- Müzekker ve müennes isimler için aynı rakamlar kullanılır.

    Şu kurala da dikkat edelim: Yüzden sonraki sayıların hepsi en büyük basamaktan en küçük basamağa doğru okunur. En sona kalan sayının kuralına göre de madud şekillenir.

     

  • Arapça Sıfat Tamlaması Sıfat Mevsuf

     

    SIFAT TAMLAMASI

    Birşeyin nasıl olduğunu gösteren kelime sıfattır. Küçük, büyük, güzel gibi.

    Arapça’da bir ismi ya da varlığı sıfatlamak için önce o sıfatlanacak isim ya da varlık yazılır. Sonra yanına sıfat konur. Sıfatlanan yani vasfedilen, anlatılan kelimeye mevsûf denir. Zamirlerden ve özel isimlerden başka bütün isimler sıfat olabilir. Örnekler:

    قَلَمٌ كَبِيرٌ

    büyük kalem

    اَلْوَلَدُ الْكَبِيرُ

    büyük çocuk

    Bu terkibe sıfat tamlaması denir.

    * Mevsûf önce sıfat sonra gelir. Sıfat asla mevsûfun önüne geçemez.

    جَمِيلٌ

    رَجُلٌ

    güzel adam

    جَمِيلةٌ

    بِنْتٌ

    güzel kız.

    sıfat

    (na’t)

    mevsûf

    (men’ût)

     

             sıfat

             (na’t)

    mevsûf

    (men’ût)

     

    müzekker

    müzekker

     

    müennes

    müennes

     

                     

    F        Arapça’da sıfat ve mevsûfa na’t ve men’ût da denir.

    مُؤْمِنًا.

    رَجُلاً

    شَاهَدْتُ

    Mü’min bir adam gördüm.

    sıfat

    mevsûf (meful)

    fiil + fâil

     

    * Sıfatlar her hususta daima mevsûfuna tâbidir. Yani şu dört hususta sıfat mevsûfuna uyar:

    1- Marifelik- Nekrelık

    Mevsûf harfi tarifliyse sıfat da harf-i tarifli, mevsûf harf-i tarifsizse sıfat da harf-i tarifsiz yani nekre gelir:

    أَحْضَرْتُ الْكُرَةَ الْجَديِدَةَ.

    Yeni topu getirdim.

    يَلْعَبُ التِّلْميِذُ الْجَديِدُ كُرَةَ الْقَدَمِ.

    Yeni öğrenci futbol oynuyor.

    هَذِهِ نَظاَّرَةٌ جَميِلَةٌ.

    Bu güzel bir gözlüktür.

    أَنْتَ رَسَمْتَ صوُرَةً جَميِلَةً.

    Sen iyi resim çizdin.

    أَناَ قَرَأْتُ قِصَّةً عَرَبِيَّةً.

    Ben Arapça bir hikaye okudum.

    2- Müzekkerlik- Müenneslik

    Mevsûf müennes ise sıfat da müennes, mevsûf müzekker ise sıfat da müzekkerdir.

    هَذاَ مَسْجِدٌ جَميِلٌ.

    Bu güzel bir mesciddir.

    عاَئِشَةُ طاَلِبَةٌ فيِ الْمَدْرَسَةِ الْمُتَوَسِّطَةِ.

    Aişe orta okulda öğrencidir.

    مُحَمَّدٌ طاَلِبٌ فيِ الْمَدْرَسَةِ الثاَّنَوِيَّةِ.

    Muhammed lisede öğrencidir.

    أَخيِ الْكَبيِرُ مُدَرِّسٌ فيِ الْمَدْرَسَةِ الْإِبْتِداَئِيَّةِ.

    Abim (büyük kardeşim) ilk okulda öğretmendir.

    تَسْكُنُ عاَئِلَةُ أَحْمَدَ فيِ بيْتٍ كَبيِرٍ ، وَهِيَ عاَئِلَةٌ نَشيِطَةٌ.

    Ahmed’in ailesi büyük bir evde oturuyor ve o çalışkan bir ailedir.

      

    3- İ’rab (Hareke)

    Mevsûf’un harekesi ne ise sıfatın da harekesi odur.

    ذَهَبَتْ تِلْميِذَةٌ صَغيِرَةٌ إِلَى مَكْتَبَةٍ كَبيِرَةٍ.

    Küçük bir öğrenci büyük bir kütüphaneye gitti.

    هُوَ يَمْلِكُ مَكْتَبَةً كَبيِرَةً فيِ الْبَيْتِ.

    O evde büyük bir kütüphaneye sahiptir.

    تَسْكُنُ جَدَّةُ خاَلِدٍ فيِ بيْتٍ جَديِدٍ.

    Hâlit’in ninesi yeni bir evde oturuyor.

    يَسْكُنُ جَدُّ خاَلِدٍ فيِ بيْتٍ صَغيِرٍ.

    Hâlit’in dedesi küçük bir evde oturuyor.

    شَرِبَ مُحَمَّدٌ عَصيِراً باَرِداً.

    Muhammed soğuk bir meyve suyu içti.

    4- Sayı

    Mevsûf müfred ise sıfat da müfred, mevsûf tesniye ise sıfat da tesniye, mevsûf cemi ise sıfat da cemi (çoğul) olur.

    اِمْرَأَةٌ  مُؤْمِنَةٌ.

    mümin kadın

    رَجُلٌ   مُؤْمِنٌ.

    mümin adam

     

    اِمْرَأَتاَنِ مُؤْمِنَتاَنِ.

    iki mü’min kadın.

    رَجُلاَنِ  مُؤْمِنَانِ.

    iki mü’min adam.

     

    نِساَءٌ مُؤْمِناَتٌ.

    mü’min kadınlar

    رِجَالٌ  مُؤْمِنوُنَ.

    mü’min adamlar

    عَبْدٌ مُخْلِصٌ ج عِباَدٌ مُخْلِصُونَ.

    ihlaslı kul (cemisi:) İhlaslı kullar

     

    أَناَ تِلْميِذٌ جَديِدٌ . اِسْميِ خاَلِدٌ.

    Ben yeni öğrenciyim. Adım Hâlit’tir.

     

    تَنْظُرُ مِنْهُ عَيْناَنِ بَراَّقَتاَنِ.

    Ondan iki parlak göz bakıyor.

     

    حَضَرَ التَّلاَمِيذُ الناَّجِحُونَ.

    Başarılı öğrenciler geldi.

     

    أَخَذْتُ مِنَ الْمَكْتَبَةِ كِتاَبَيْنِ جَدِيدَيْنِ.

    Kütüphaneden iki yeni kitap aldım.

     

    اَلْمُؤْمِنُونَ كَنَفْسٍ واَحِدَةٍ.

    Mü’minler tek bir nefis gibidir.

     

    نَجَحَتِ التِّلْمِيذاَتُ الْمُجْتَهِداَتُ فِي الْاِمْتِحاَنِ.

     

    Çalışkan öğrenciler imtihanda başarılı oldu.

     

                   

    *Zamir almış isim marife olduğundan sıfatlanırken, sıfat da marife olur:

    بَيْتُكَ الْكَبِيرُ فِي الْمَدِينَةِ.

    Büyük evin şehirdedir.

    بَيْتُكُمُ الْكَبِيرُ فِي الْحَيِّ.

    Büyük eviniz mahallededir.

     

    Not: İnsanlara ait kırık bir çoğul (cemi teksir) genel olarak eğer mevcut ise kırık bir sıfat alır, aksi halde kurallı bir sıfat alır:

    شُيُوخٌ كِباَرٌ   (büyük yaşlılar)                    شُيُوخٌ مُخْلِصُونَ  (ihlaslı yaşlılar)

    *Müennes şahıslara ait çoğullar kurallı dişil çoğullar alır:

    بَناَتٌ كَبِيراَتٌ  (büyük kızlar)                       نِساَءٌ مُخْلِصاَتٌ (ihlaslı kadınlar)

    *Kur’ân Arapça’sında bütün kurallı dişil çoğullar (cemi müennes sâlim) ve hatta cansız eşyalar tam uyuşma düzeninde sıfat alabilmektedir:

    آياَتٌ بَيِّناَتٌ   (açık işaretler)         جَناَّتٌ مَعْرُوشاَتٌ  (asma bahçeler)

    Fakat günümüz Arapça’sında Kur’ân Arapça’sından farklı olarak, insanların dışındaki (eşyalara ait) çoğullar, daha ziyade eksik uyuşma gösterir. İnsanlar dışındaki şeylere ait olan çoğullar eksik uyuşmalı sıfat alır, yani sıfat müfred münnestir[1]:

    مُدُنٌ كَبِيرَةٌ   (büyük şehirler)              بُيُوتٌ صَغِيرَةٌ  (küçük evler)

    Cümle örnekleri:

     

    هَذَا أَمْرُ رَسُولِ اللَّهِ.

    Bu Allah Resûlü’nün emridir.

     

     

    مُحَمَّدٌ يَشْتَرِي قَلَماً جَديِداً كُلَّ شَهْرٍ.

    Muhammed her ay yeni bir kalem satın alır.

     

     

    خاَلِدٌ يَشْتَريِ ساَعَةً جَديِدَةً كُلَّ سَنَةٍ.

    Hâlit her sene yeni bir saat satın alır.

     

     

    واَلِدِي يَشْتَريِ كِتاَباً جَميِلاً كُلَّ أُسْبوُعٍ.

    Babam her hafta güzel bir kitap satın alır.

     

     

    ماَذاَ تَدْرُسُ ؟ أَدْرُسُ اللُّغَةَ الْعَرَبِيَّةَ.

    Ne okuyorsun? Arap dili okuyorum.

     

     

    هَلْ تَفْهَمُ اللُّغَةَ الْعَرَبِيَّةَ ؟

    Arap dilini anlıyor musun?

     

     

    هُوَ يَدْرُسُ فيِ الْمَدْرَسَةِ الثاَّنَوِيَّةِ.

    O lisede okuyor.

     

     

    يَسْكُنُ جَدُّ خاَلِدٍ فيِ بيْتٍ جَميِلٍ.

    Hâlit’in dedesi güzel bir evde oturuyor.

     

     

    زَيْنَبُ وَ عاَئِشَةُ طاَلِبَتاَنِ نَشِيطَتاَنِ.

    Zeynep ve Aişe iki çalışkan talebedirler.

     

     

    كَلَّمْتُ طاَلِباً مُجْتَهِداً شَجِيعاً.

    Çalışkan ve cesur bir öğrenci(yle) konuştum[2].

     

     

    سَأُقَدِّمُ لَهُمْ صوُرَةً قَيِّمَةً.

    Onlara değerli bir resim takdim edeceğim.

     

     

    هَلْ ذَهَبْتَ إِلَى شاَطِئِ الْبَحْرِ؟

    Deniz kıyısına gittin mi? (isim taml.)

     

     

    لِماَذاَ يَذْهَبُ الناَّسُ إِلَى شاَطِئِ الْبَحْرِ؟

    İnsanlar niçin deniz kıyısına gider?

     

     

     

     

     

    اَلْبَيْتُ الْحَراَمُ قِبْلَةُ الْمُسْلِمِينَ.

    Beytü’l-Haram (Kâbe) müslümanların kıblesidir.

     

    قَضَيْناَ هُناَكَ ساَعَةً جَميِلَةً.

    Orada güzel bir saat geçirdik.

     

     

    الرَّجُلُ يَحْمِلُ حَقِيبَةً كَبِيرَةً فَوْقَ رَأْسِهِ.

    Adam başının üzerinde büyük bir çanta taşıyor.

     

     

    سَلَّمْتُ عَلَى سَيِّداَتٍ فاَضِلاَتٍ.

    Değerli bayanlara selâm verdim.

     

     

    سَأُقَدِّمُ لَهُ نَظاَّرَةً قَيِّمَةً.

    Ona değerli bir gözlük takdim edeceğim.

     

     

    هَذِهِ الْكاَتِبَةُ مَشْهُورَةٌ بِكِتاَبَتِهاَ الْعِلْمِيَّةِ.

    Bu yazar (müe.) ilmî yazısıyla meşhurdur.

     

     

    لَبِسَ عُمَرُ مَلاَبِسَهُ الْجَديِدَةَ بِسُرْعَةٍ.

    Ömer yeni elbiselerini çabucak giydi[3].

     

     

    كَتَبْتُ الْواَجِبَ الْمَطْلوُبَ.

    İstenen ödevi yazdım.

     

     

    هِي تَدْرُسُ فيِ الْمَدْرَسَةِ الْمُتَوَسِّطَةِ.

    O ortaokulda okuyor.

     

     

    زَيْنَبُ تَدْرُسُ فيِ الْمَدْرَسَةِ الْإِبْتِداَئِيَّةِ.

    Zeynep ilkokulda okuyor.

     

     

    شاَهَدَ الطاَّلِبُ حَديِقَةً جَميِلَةً.

    Öğrenci güzel bir bahçe gördü.

     

     

    شاَهَدَ الطُّلاَّبُ مُباَراَةً جَمِيلَةً.

    Öğrenciler güzel bir maç seyretti.

     

     

    جَلَسَ التَّلاَمِيذُ عَلَى الْأَرْضِ تَحْتَ شَجَرَةٍ كَبِيرَةٍ.

    Öğrenciler yerde büyük bir ağacın altına oturdular.

     

     

    شاَهَدْتُ مِنْ ناَفِذَةِ السَّياَّرَةِ رَجُلاً عَجُوزاً.

    Arabanın penceresinden yaşlı bir adam gördüm.

     

     

    وَصَلَ الْمُدَرِّساَنِ الْجَدِيداَنِ بِالْحاَفِلَةِ الْجَدِيدَةِ.

    İki yeni öğretmen yeni otobüsle geldiler.

     

     

    هَذِهِ رُسوُماَتٌ جَميِلَةٌ. أَنْتِ رَساَّمَةٌ جَيِّدَةٌ ياَ مَرْيَمُ.

    Bunlar güzel resimlerdir. Sen iyi bir ressamsın Ey Meryem!

     

     

    قَرَأَ الْأُسْتاَذُ الصَّحيِفَةَ وَ قاَلَ : هَذِهِ صَحيِفَةٌ جَميِلَةٌ.

    Hoca gazeteyi okudu ve “Bu güzel bir gazetedir” dedi.

     

     

    أَيْنَ تَسْكُنُ ؟ أَسْكُنُ فيِ شاَرِعِ الْمَطاَرِ.

    Nerede oturuyorsun? Hava alanı caddesinde oturuyorum.

     

     

    ماَذاَ يَعْمَلُ عُمَرُ ؟ هُوَ يَقْرَأُ فيِ كِتاَبِ اللُّغَةِ الْعَرَبِيَّةِ.

    Ömer ne yapıyor? Arapça dili kitabı(ndan) okuyor.

     

                   

      

    DOLAYLI SIFAT: Şimdiye kadar gördüğümüz ve sıfatladığı isme her bakımdan uyan böyle sıfata hakiki sıfat denir (en-Na’tü’l-Hakîkî). Bir de dolaylı sıfat (en-Na’tü’s-Sebebî) vardır ki harekesi kendinden önceki isme uyar ancak kendisi hakiki sıfatın tersine o ismi değil kendisinden sonra gelen ismi vasıflar. Sebebî sıfat daima müfred olur ve mevsûfuna marifelik-nekrelik ve irab (hareke) bakımından uyar. Kendisinden sonraki kelimeye de müzekkerlik ve müenneslik bakımından uyar:

    ساَفَرَ الْوَلَدُ الذَّكِيُّ صَدِيقُهُ.

    Arkadaşı zeki çocuk yola çıktı.

    اِشْتَرَيْتُ صُورَةً جَمِيلَةً إطاَرُهاَ[4].

    Çerçevesi güzel bir resim satın aldım.

    Bu iki cümledeالذَّكِيُّ   ve جَمِيلَةً  kelimeleri dolaylı sıfattır. Çünkü kendinden önceki ismi değil kendinden sonraki ismi sıfatlamaktadırlar. Benzer örnekler:

    هَذاَ رَجُلٌ عاَلِمٌ عَمُّهُ (=هَذاَ رَجُلٌ عَمُّهُ عاَلِمٌ) .

    Bu amcası alim adamdır.

    جاَءَ الرَّجُلُ العاَلِمُ عَمُّهُ.

    Amcası alim adam geldi.

    رَأَيْتُ الرَّجُلَ الْعاَلِمَ عَمُّهُ.

    Amcası alim adamı gördüm.

    رَأَيْتُ الطاَّلِبَةَ الْعاَلِمَ عَمُّهاَ.

    Amcası alim talebe (müe.) gördüm.

    رَأَيْتُ الطاَّلِبَتَيْنِ الْعاَلِمَ عَمُّهُماَ.

    Amcaları alim iki talebe gördüm.

    رَأَيْتُ رَجُلاً كَرِيمَةً خاَلَتُهُ.

    Teyzesi cömert bir adam gördüm.

    هاَتاَنِ صُورَتاَنِ جَمِيلٌ لَوْنُهُماَ.

    Bu ikisi rengi güzel iki resimdir.

    هَؤُلاَءِ بَناَتٌ عاَقِلَةٌ أُمُّهاَتُهُنَّ.

    Bunlar anneleri akıllı kızlardır.

    تَكَلَّمْتُ مَعَ رِجاَلٍ كَثِيرٍ عِلْمُهُمْ.

    İlimleri çok (olan) adamlarla konuştum.

         

    Sebebî sıfattan sonraki isim zamirli veya zamirsiz gelebilir. Sebebi sıfattan sonraki isim izafetle mecrûr (isim tamlaması) olduğu takdirde (zamir yerine isim geldiği takdirde) sebebî sıfat tıpkı hakiki sıfat gibi kendisinden önceki mevsûfa her bakımdan uyar:

    رَأَيْتُ رَجُلاً مُهَذَّبَ الْوَلَدِ.

    Oğlu terbiyeli bir adam gördüm

    Burada  مُهَذَّبَ   kelimesi sebebî sıfat olup رَجُلاً  kelimesini değil, kendinden sonraki الْوَلَدِ kelimesini vasıflamaktadır. Diğer örnekler:

    رَأَيْتُ رَجُلاً حَسَنَ[5] الْخُلُقِ.

    Ahlakı iyi adamı gördüm.

    رَأَيْتُ رَجُلَيْنِ حَسَنَيِ الْخُلُقِ.

    Ahlakları iyi iki adamı gördüm.

     

     

    رَأَيْتُ رِجاَلاً حِساَنَ الْخُلُقِ.

    Ahlakları iyi adamları gördüm.

    رَأَيْتُ امْرَأَةً حَسَنَةَ الْخُلُقِ.

    Ahlakı iyi kadını gördüm.

    رَأَيْتُ نِساَءً حَسَناَتِ الْخُلُقِ.

    Ahlakları iyi kadınlar gördüm.

    Bu misallerde görüldüğü gibi sebebî sıfattan sonraki isim izafetle mecrûr ve sebebî sıfat olan حَسَنَ  kelimesi mevsûfa hakiki sıfat gibi her bakımdan uymuştur.

    Aşağıdaki örnekler konunun önemine binaen fazla verilmiştir. Dikkatle incelendiği ve örnekler yazılarak çalışıldığı takdirde zihne yerleşecektir. Çalıştıktan sonra Arapça’sına bakılarak Türkçe’si, Türkçe’sine bakılarak Arapça’sı yazılmaya çalışılması tavsiye edilir. Akılda kalmasının tek yolu tekrardır:

    Genel Cümle Örnekleri:

    1- حَضَرَتِ التِّلْميِذَةُ النَّشيِطَةُ – وَصَلَ الْمُدَرِّسُ الْجَديِدُ – شاَهَدْتُ الْفَتاَةَ النَّشيِطَةَ – ذَهَبْتُ إِلَى الْحَديِقَةِ الْجَميِلَةِ – أَكَلْتُ طَعاَماً لَذيِذاً – سَكَنَ أَخيِ فيِ بَيْتٍ واَسِعٍ.

    2- بَيْتُهُمُ الْكَبِيرُ فِي الْمَدِينَةِ – بَيْتُكُمُ الْكَبِيرُ فِي الْحَيِّ – هُوَ رَجُلٌ مُخْلِصٌ – هُماَ رَجُلاَنِ مُخْلِصاَنِ – هُماَ امْرَأَتاَنِ مُخْلِصَتاَنِ –  هُمْ مُؤْمِنُونَ مُخْلِصُونَ.

    3- فيِ كَمْ ساَعَةٍ تَذْهَبُ إِلَى الْمَدْرَسَةِ ؟ أَذْهَبُ إِلَى الْمَدْرَسَةِ فيِ ساَعَةٍ واَحِدَةٍ – شاَهَدَ عَبْدُ اللَّهِ حَرِيقاً كَبِيراً – اِشْتَرىَ ليِ أَخيِ قَميِصاً جَميِلاً.

    4- ذَهَبَتْ تِلْميِذَةٌ صَغيِرَةٌ إِلَى مَكْتَبَةٍ كَبيِرَةٍ وَ أَخَذَتْ كِتاَباً جَميِلاً وَ قَرَأَتْ قَلِيلاً ثُمَّ رَكِبَتْ فيِ سَياَّرَةٍ سَريِعَةٍ وَ رَجَعَتْ إِلَى الْبَيْتِ. هِيَ تَسْكُنُ فيِ بَيْتٍ جَميِلٍ فيِ حَيِّ الْمَطاَرِ ، فيِ شاَرِعِ الْقُدْ سِ.

    5- خاَلِدٌ يَفْهَمُ الْقُرْآنَ الْكَريِمَ وَ أَحاَديِثَ الرَّسوُلِ جَيِّداً وَ يَقْرَأُ الْكُتُبَ الْعَرَبِيَّةَ وَ هُوَ يَكْتُبُ الرَّساَئِلَ إِلَى أَصْدِقاَئِهِ بِاللُّغَةِ الْعَرَبِيَّةِ أَيْضاً . اَللُّغَةُ الْعَرَبِيَّةُ الْآنَ لُغَةٌ مُهِمَّةٌ في الْعاَلَمِ ، وَهِيَ لُغَةُ الْقُرآنِ الْكَريِمِ والْإِسْلاَمِ .

    6- أَ لاَ يُكَلِّفُ[6] بَعْضُ الْمُدَرِّسِينَ التَّلاَمِيذَ الصِّغاَرَ بِواَجِباَتٍ كَثِيرَةٍ ؟ بَلَى ،  يُكَلِّفُ بَعْضُ الْمُدَرِّسِينَ التَّلاَمِيذَ الصِّغاَرَ بِواَجِباَتٍ كَثِيرَةٍ .

    7- ذَلِكَ كِتاَبٌ كَبِيرٌ لِعَبْدَيْنِ مِنْ عِباَدِ اللَّهِ – نَهَضَ الْعاَلَمُ الْإِسْلاَمِيُّ فِي الْعَصْرِ الْحَدِيثِ إِلَى السِّلْمِ لاَ إِلَى الْحَرْبِ.

    8- عُثْماَنُ طاَلِبٌ مُجْتَهِدٌ فِي دُرُوسِهِ – هَذاَ كَلاَمٌ قَيِّمٌ- تَرَكَ الْإِماَمُ الشاَّفِعِيُّ مَذْهَباً ضَخْماً- قَرَأْتُ قِصَّةً تاَرِيخِيَّةً عَنْ خاَلِدِ بْنِ الْوَلِيدِ. تَناَوَلْتُ أَمْسِ فاَكِهَةً لَذِيذَةً .

    9- سَأَذْهَبُ غَداً إِلَى الْمُتْحَفِ الْوَطَنِيِّ – أَخِي الصَّغِيرُ تِلْمِيذٌ فِي الْمَدْرَسَةِ الْاِبْتِداَئِيَّةِ – هَذاَ كاَتِبٌ مَشْهُورٌ- حَفِظَتِ الطاَّلِباَتُ السُّورَةَ الْمَطْلُوبَةَ .

    10- اَلْمُسْلِمُ الْقَوِيُّ يُساَعِدُ الْمُسْلِمَ الضَّعِيفَ – هَذِهِ الْمَسْرَحِيَّةُ لِكاَتِبَةٍ مَشْهُورَةٍ – اَلْحَدِيقَةُ الْجَدِيدَةُ وَسَطَ الْمَدِينَةِ – لِمَنْ هَذِهِ السَّياَّرَةُ الْجَدِيدَةُ ؟

    11- هَذاَ طاَلِبٌ ذَكِيٌّ- هَذِهِ سَياَّرَةٌ قَدِيمَةٌ – يَسْكُنُ أَخِي فِي بَيْتٍ واَسِعٍ – أَكَلْتُ طَعاَماً لَذِيذاً- ذَهَبْتُ إِلَى الْحَدِيقَةِ الْجَمِيلَةِ –  هَذِهِ الدَّراَّجَةُ الصَّغِيرَةُ لِأُخْتِي.

    12- هَذِهِ دَراَّجَةٌ جَميِلَةٌ ، هَلْ هِيَ دَراَّجَتُكَ ؟ لاَ ، هَذِهِ دَراَّجَةُ واَلِديِ ، هُوَ الْيَوْمَ فيِ عُطْلَةٍ . أَيْنَ يَعْمَلُ واَلِدُكَ ؟ واَلِديِ عاَمِلٌ فيِ مَصْنَعِ الدَّراَّجاَتِ . واَلِديِ عاَمِلٌ فيِ مَصْنَعِ السَّياَّراَتِ.

    13- كَتَبَ لَهُ صَديِقُهُ : ” اَلْكُوَيْتُ بَلَدٌ صَغيِرٌ وَجَميِلٌ  وَ الدِّراَسَةُ فيِ الْجاَمِعَةِ جَيِّدَةٌ . تَسْكُنُ عاَئِلَتِي هُناَ فيِ بَيْتٍ كَبيِرٍ.

    14- اَلْمَدْرَسَتاَنِ الثاَّنَوِيَّتاَنِ كَبِيرَتاَنِ – اَلْحُجاَّجُ واَقِفُونَ فَوْقَ جَبَلِ عَرَفاَتٍ- عَبْدُ اللَّهِ لاَ يأْخُذُ مَبْلَغاً كاَفِياً لِمَصْرُوفِ الْجَيْبِ.

    15- أَخِي اشْتَرَى دَراَّجَةً جَدِيدَةً لِوَلَدِهِ الصَّغِيرِ- هُمْ يَدْرُسوُنَ اللُّغَةَ الْعَرَبِيَّةَ- قَفَزَ اللَّاعِبُ فَوْقَ الْجَبَلِ- ساَفَرَ أَحْمَدُ بَعْدَ أَداَءِ الْعُمْرَةِ إِلىَ الطاَّئِفِ – يُساَفِرُ أَبُو بَكْرٍ إِلَى غاَناَ بَعْدَ غَدٍ.

    16- كَيْفَ وَجَدْتَ هَذاَ الْكِتاَبَ الْمَشْهُورَ- ماَ الْمِقْداَرُ الْمُناَسِبُ لِمَصْرُوفِ الْجَيْبِ لِلْأَوْلاَدِ وَ الْبَناَتِ ؟ ماَ رَأْيُكَ ؟ مُحَمَّدٌ مُدَرِّسٌ جَديِدٌ وَ يَحْضُرُ إِلَى الْمَدْرَسَةِ مُبَكِّراً .

    17- هَلْ يَلْبَسُ الرِّجاَلُ الْمُسْلِمُونَ الْمَلاَبِسَ الْحَرِيرِيَّةَ ؟ لاَ، لاَ يَلْبَسُ الرِّجاَلُ الْمُسْلِمُونَ الْمَلاَبِسَ الْحَرِيرِيَّةَ- هَذاَ الْمِيناَءُ الْكَبِيرُ مُزْدَحِمٌ بِالسُّفُنِ داَئِماً.

    18- ماَذاَ تَدْرُسُ فيِ الْمَدْرَسَةِ ؟ أَدْرُسُ فيِ الْمَدْرَسَةِ الدِّينَ الْإِسْلاَمِيَّ وَ الْعُلوُمَ وَ الرِّياَضِياَّتِ وَ التاَّريِخَ وَ الْجُغْراَفْياَ- خاَلِدٌ طاَلِبٌ فيِ الْمَدْرَسَةِ الثاَّنَوِيَّةِ.

    19- صَديِقيِ الْعَزيِزِ . اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللَّهِ . رِساَلَتُكَ الْأَخيِرَةُ تَأَخَّرَتْ كَثيِراً – وَصَلَتْ أُخْتُكَ الصَّغيِرَةُ مُتَأَخِّرَةً – ساَفَرَ أَمْسِ عَدَدٌ قَليِلٌ مِنَ التَّلاَميِذِ إِلَى الْعاَصِمَةِ.

     

    Tercüme:

    1- Çalışkan öğrenci geldi. Yeni öğretmen geldi. Çalışkan genç kızı gördüm. Güzel bahçeye gittim. Lezzetli bir yemek yedim. Kardeşim geniş bir evde iskan etti (oturdu).

    2- Onların büyük evi şehirdedir. Sizin büyük eviniz mahallededir. O ihlaslı bir adamdır. O ikisi ihlaslı adamlardır. O ikisi ihlaslı kadınlardır. Onlar ihlaslı mü’minlerdir.

    3- Kaç saatte okula gidiyorsun? Bir saatte okula gidiyorum. Abdullah büyük bir yangın gördü. Kardeşim bana güzel bir gömlek satın aldı.

    4- Küçük bir kız öğrenci büyük bir kütüphaneye gitti ve güzel bir kitap aldı, biraz okudu sonra hızlı bir arabaya bindi ve eve döndü. O Kudüs caddesinde, hava alanı mahallesinde güzel bir evde oturuyor.

    5- Hâlit Kur’ân-ı Kerim’i ve Peygamber’in hadislerini iyi anlıyor, Arapça kitaplar okuyor ve o arkadaşlarına Arap diliyle mektuplar da yazıyor. Arap dili şimdi dünyada mühim bir dildir ve o Kur’ân-ı Kerîm’in ve İslâm’ın dilidir.

    6- Bazı öğretmenler küçük öğrencileri çok ödevle sorumlu tutmuyor mu? Evet, bazı öğretmenler küçük öğrencileri çok ödevle sorumlu tutuyor.

    7- O Allah’ın kullarından iki kula ait büyük bir kitaptır. İslâm Dünyası modern (yeni) asırda harbe değil barışa kalkındı.

    8- Osman derslerinde çalışkan bir öğrencidir. Bu değerli bir sözdür. İmam Şafiî büyük bir mezhep bıraktı. Hâlit b. Velîd hakkında tarîhî bir hikaye okudum. Dün lezzetli bir elma yedim.

    9- Yarın milli müzeye gideceğim. Kardeşim (küçük erkek kardeşim) ilk okulda öğrencidir. Bu meşhur bir yazardır. Kız öğrenciler istenen sureyi ezberlediler.

    10- Kuvvetli müslüman zayıf müslümana yardım eder. Bu tiyatro meşhur bir bayan yazarındır. Yeni bahçe şehrin ortasındadır. Bu yeni araba kimindir?

    11- Bu zeki bir öğrencidir. Bu eski bir arabadır. Kardeşim geniş bir evde oturuyor. Lezzetli bir yemek yedim. Güzel bahçeye gittim. Bu küçük bisiklet kızkardeşimindir.

    12- Bu güzel bir bisiklettir. Bu senin bisikletin midir? Hayır, bu babamın bisikletidir. O bugün tatildedir. Baban nerede çalışıyor? Babam bisiklet fabrikasında işçidir. Benim babam araba fabrikasında işçidir.

    13- Arkadaşı ona (şöyle) yazdı: Küveyt küçük ve güzel bir memlekettir ve üniversitedeki eğitim iyidir. Ailem burada büyük bir evde oturuyor.

    14- İki lise büyüktür. Hacılar Arafat dağının tepesinde vakfededirler. Abdullah cep harçlığı için kafi bir miktar almıyor.

    15- Kardeşim küçük çocuğu için yeni bir bisiklet satın aldı. Onlar Arap dili tahsil ediyorlar. Oyuncu dağın tepesine atladı. Ahmet umrenin edasından sonra Taif’e yolculuk yaptı. Ebûbekir yarından sonra Gana’ya gidiyor (yolculuk yapıyor).

    16- Bu meşhur kitabı nasıl buldun? Erkek çocuklar ve kızların cep harçlığı için münasip miktar nedir? Senin görüşün nedir? Muhammet yeni öğretmendir ve erkenden okula geliyor.

    17- Müslüman erkekler ipek elbiseleri giyer mi? Hayır, müslüman erkekler ipek elbiseleri giymezler. Bu büyük liman daima gemilerle doludur.

     18- Okulda ne okuyorsun (tahsil ediyorsun)? Okulda İslâm dini, (diğer) ilimler, matematik, tarih ve coğrafya okuyorum. Hâlit lisede öğrencidir.

    19- Değerli arkadaşım! Allah’ın rahmeti ve selâmı üzerinize (olsun). Son mektubun çok gecikti. Kızkardeşin geç geldi. Öğrencilerden az bir sayı (az sayıda öğrenci) dün başkente yolculuk yaptı.

     

    ZİNCİRLEME TAMLAMALAR

    Tamlamalar iki kelimeden oluştuğu gibi ikiden fazla kelimeden de oluşabilir. Ayrıca cümlenin bir kısmı sıfat tamlaması olup muzâfa bağlanabilir. Bu cümlelerde muzâfın da marife olduğu hatırlanmalıdır. Zincirleme isim ve sıfat tamlamaları için aşağıdaki örnekleri dikkatle inceleyiniz:

    بَيْتُ الرَّئِيسِ الْكَبِيرُ.

    başkanın büyük evi

    بَيْتُ الرَّئِيسِ الْكَبِيرِ.

    büyük başkanın evi

    بَيْتُ رَئِيسٍ كَبِيرٍ.

    büyük bir başkanın evi

    مَدِينَةُ الرَّئِيسِ الْكَبِيرَةُ.

    başkanın büyük şehri

    فِي بَيْتِ الرَّئِيسِ الْكَبِيرِ.

    büyük başkanın evinde (veya başkanın büyük evinde)

    Cümlenin anlamı ve siyak sibaktaki (konunun gidişatındaki) genel mana sıfatın hangi ismi nitelediğini belirler. Böyle durumlarda en uygunu sıfat ile sıfatlananı (mevsûfu) bir arada yazıp diğer kelimeyi (لِ ) li harf-i ceri ile ayırmaktır:

    فيِ الْبَيْتِ الْكَبِيرِ لِلرَّئِيسِ.

    başkanın büyük evinde

    فِي الْبَيْتِ لِلرَّئِيسِ الْكَبِيرِ.

    büyük başkanın evinde

    Genel Cümle Örnekleri:

    أَعْياَدُ كُلِّ أُمَّةٍ مُرْتَبِطَةٌ بِدِينِهاَ.

    Her ümmetin bayramları diniyle bağlantılıdır (ilgilidir) .

    حَفِظَ الطاَّلِبُ كِتاَبَ اللَّهِ الْكَرِيمِ.

    Öğrenci Yüce Allah’ın kitabını ezberledi.

    أَيْنَ دَرَسْتَ مَرْحَلَةَ الْاِبْتِداَئِيَّةِ ؟

    İlk (okul) merhalesini nerede okudun?

    هَلْ دَرَسْتَ قَبْلَ الْمَرْحَلَةِ الْاِبْتِداَئِيَّةِ ؟

    İlk (okul) safhasından öncesini okudun mu?

    اِسْمُ التِّلْميِذِ الْجَديِدِ أَحْمَدُ.

    Yeni öğrencinin ismi Ahmet’tir.

    أَيْنَ قَضَى واَلِدُكَ عُطْلَةَ نِهاَيَةِ الْأُسْبُوعِ ؟

    Baban hafta sonunun tatilini nerede geçirdi?

    هَذاَ مُدَرِّسُ اللُّغَةِ الْعَرَبِيَّةِ الْجَديِدُ.

    Bu Arapça (dili)nin yeni öğretmenidir (müz.) .

    هَذِهِ  مُدَرِّسَةُ اللُّغَةِ الْعَرَبِيَّةِ الْجَديِدَةُ.

    Bu Arapça dili (dersi)nin yeni  öğretmenidir (müe.) .

     

    يَسْتَلِمُ الْمُوَظَّفُ راَتِبَهُ فِي أَوَّلِ كُلِّ شَهْرٍ.

    Memur maaşını her ayın başında alır.

    دَخَلَ رَسُولُ اللَّهِ مَسْجِدَ الْمَدِينَةِ الْكَبِيرَ.

    Allah’ın Rasûlü şehrin büyük mescidine girdi.

    لَقَدْ مَنَحَناَ اللَّهُ الْفُرْصَةَ لِدِراَسَةِ لُغَةِ الْقُرْآنِ.

    Allah bize Kur’ân dilinin eğitimi için fırsat bağışlamıştır.

    ساَعَدْتُ أُمِّي فيِ إِعْداَدِ وَلِيمَةٍ كَبِيرَةٍ.

    Büyük (davet) yemeğinin hazırlanmasında anneme yardım ettim.

    ساَعَدْتُ مُدَرِّسِي فيِ تَنْظيِمِ مَعْرِضٍ عَظِيمٍ.

    Büyük serginin tanziminde öğretmenime yardım ettim.

    لاَ يُواَفِقُ عَبْدُ اللَّهِ وَ سَمِيرَةُ عَلَى كَلاَمِ الْأَبِ وَ الْأُمِّ.

    Abdullah ve Semira anne ve baba(sı)nın sözüne muvafakat etmiyor.

    مَصْرُوفُ الْجَيْبِ الْكَثِيرِ قَدْ يُفْسِدُ بَعْضَ الْأَوْلاَدِ.

    Çok cep harçlığı bazı çocukları bozabilir[7].

    هَذِهِ مُديِرَةُ الْمَدْرَسَةِ الْجَديِدَةُ ، اِسْمُهاَ فاَطِمَةُ.

    Bu okulun yeni müdürüdür. İsmi Fatıma’dır.

    هَذِهِ مُديِرَةُ الْمَدْرَسَةِ الْجَديِدَة ِ، اِسْمُهاَ عاَئِشَةُ.

    Bu yeni okulun müdürüdür. İsmi Aişe’dir.

     

    نَظاَفَةُ مَصاَدِرِ[8] الْمِياَهِ مِنْ أَهَمِّ أَنْواَعِ النَّظاَفَةِ.

    Su kaynaklarının temizliği en önemli temizlik çeşitlerindendir.

     

    وَجَدَ مُوسَى عَبْداً مِنْ عِباَدِ اللَّهِ الصاَّلِحِينَ.

    Mûsâ Allah’ın sâlih kullarından bir kulu buldu.

  • Arapça İsim Tamlaması Muzaf – Muzafun İleyh

    Arapça İsim Tamlaması Muzaf – Muzafun İleyh İSİM TAMLAMASI

    (Muzâf-Muzâfun İleyh)

    arapça isim tamlaması

    Birbirinin manasını tamamlamak üzere iki ismi yanyana getirmekle yapılan terkiptir. Arapça’da bu isimlerden baştakine muzâf, ikincisine muzâfun ileyh, meydana gelen terkibe de izâfet terkibi denir. İzâfet terkibi Türkçe’ye çevrilirken genellikle önce muzâfun ileyh sonra muzâf tercüme edilir. Muzâfun ileyh bağlanırken ..ın, in, ..un, ün takısı alır.

    Muzâf cümledeki yerine göre hareke alır, yani fâil olduğunda merfû ya da mef’ûl olduğunda mansûb, harfi cerden sonra geldiğinde mecrûr olur. Muzâfun ileyh’in ise sonu hep mecrûrdur (esredir). Akılda tutulması ve unutulmaması gereken önemli noktalar şunlardır:

    1. Muzâf başta el takısı  (اَلْ) almadığı gibi sonunda tenvin de almaz. Fakat muzâfun ileyh başına (اَلْ)   takısı sonuna da esre alır.

    2. Arapça’da Türkçe’nin tersine muzâf başa muzâfun ileyh sona gelir.

     

    الْوَلَدِ

    قَلَمُ çocuğun kalemi

    الْبَيْتِ

    بَابُ evin kapısı

    Muzâfun ileyh

    Muzâf  

    Muzâfun ileyh

    Muzâf  
     

    الإِنْسَانِ

    عَقْلُ

    insan aklı
     

    Muzâfun ileyh

    Muzâf  
                         

    (Görüldüğü gibi muzâfın başında (اَلْ) takısı sonunda da tenvin yoktur)

    الْجَارِ.

    بَيْتَ

    شَاهَدْتُ

    Komşunun evini gördüm.

     

    Muzâfun ileyh

    Muzâf (meful)

    Fiil +Fâil

       

    مُحَمَّدٍ.

    قَلَمَ

    وَجَدْتُ

    Muhammed’in kalemini buldum.  

    Muzâfun ileyh

    Muzâf (meful)

    Fiil + fâil

     
                     

    (Son cümlede Muhammed özel isim olduğu için başına el takısı almamıştır.)

    3. Muzâfun ileyh daima mecrûrdur ve zamirle birleşmediği takdirde başına (اَلْ) takısı alır:

     

    خَالِكَ.

    ابْنُ

    حَضَرَ Dayının oğlu geldi.

    Muzâfun ileyh

    Muzâf

    Fiil  (malum)
     

    واَلِدِكَ.

    قَلَمُ

    وُجِدَ Babanın kalemi bulundu.
     

    Muzâfun İleyh

    Muzâf

    (naibu’l fâil)

    Fiil  (meçhûl)  
                 

    FBabanın kalemi cümlesinde muzâfun ileyh olan واَلِدِكَ)) kelimesi zamirle bitişik olduğu için harf-i tarif almamıştır.  Bu durumda gene marife sayılır çünkü zamirlidir[1].

     

    4. Muzâfun ileyh sadece zamirden de meydana gelir. Şimdiye kadar gördüğümüz muttasıl zamir birleşmiş isimler esasen muzâf-muzâfun ileyh şeklinde isim tamlamasıdır:

    أَخَذْتُ كِتاَبَكَ.    Kitabını aldım.

    5. Zarflar da bir isim olarak yanına geldiği kelimeye muzâf olur. Zarflardan sonra gelen isimlerin mecrûr olması muzâfun ileyh oluşundandır:

    شاَهَدْتُكَ أَماَمَ الْبَيْتِ.   Seni evin önünde gördüm.

    6. Muzâfun ileyh genellikle marife olur yani başına harf-i tarif alır. Fakat nekre de olabilir:

    بَيْتُ رَجُلٍ

    bir adamın evi

    بَيْتُ الرَّجُلِ

    adamın evi

    اِسْمُ نَبِيٍّ

    bir peygamberin ismi

    اِسْمُ النَّبِيِّ

    Peygamberin ismi
     

    وُجِدَ كِتاَبُ وَلَدٍ.

    Bir çocuğun kitabı bulundu.  
     

    وُجِدَ كِتاَبُ الْوَلَدِ.

    Çocuğun kitabı bulundu.  
     

    وُجِدَ كِتاَبُ وَلَدَيْنِ.

    İki çocuğun kitabı bulundu (nekre) .  
     

    وُجِدَ كِتاَبُ الْوَلَدَيْنِ.

    İki çocuğun kitabı bulundu (marife).  
                   

    Burada muzâfun ileyh tesniye olan (اَلْوَلَدَيْنِ) kelimesidir. Mecrûr hali olan (يْنِ) ile gelmiştir.

    7. Tesniye veya cemi müzekker sâlim olan muzâf ise sonundaki nun harfi düşer:

    كِتاَباَنِ – كِتاَبَيْنِ

    iki kitap

    كِتاَباَ (كِتاَبَيْ) مُحَمَّدٍ

    Muhammed’in iki kitabı

    عاَمِلُونَ – عاَمِلِينَ

    işçiler

    عاَمِلُو (عاَمِلِي) الْمَصْنَعِ

    fabrikanın işçileri

    Muzâfın Tesniye ve Cemilerinin Merfû Halleri:

    ذَهَبَ مُعَلِّماَ الْمَدْرَسَةِ.

    Okulun iki öğretmeni gitti.

    ذَهَبَتْ مُعَلِّمَتاَ الْمَدْرَسَةِ.

    Okulun iki öğretmeni gitti (müe.) .

    ذَهَبَ مُعَلِّمُو الْمَدْرَسَةِ.

    Okulun öğretmenleri gitti.

    ذَهَبَتْ مُعَلِّماَتُ الْمَدْرَسَةِ.

    Okulun öğretmenleri gitti (müe.) .

    Muzâfın Tesniye ve Cemilerinin Mansûb ve Mecrûr  Halleri:

    رَأَيْتُ كِتاَبَيْنِ.

    İki kitap gördüm.  

    رَأَيْتُ كِتاَبَيْ خاَلِدٍ.

    Hâlit’in iki kitabını gördüm.  

    رَأَيْتُ حَدِيقَتَيْنِ.

    İki bahçe gördüm.  

    رَأَيْتُ حَدِيقَتَيْ خاَلِدٍ.

    Hâlit’in iki bahçesini gördüm.  

    ماَذاَ فَعَلَ خاَلِدٌ بَعْدَ مَوْتِ واَلِدَيْهِ [2]؟

    Hâlit ana babasının ölümünden sonra ne yaptı?

    F Marife isme muzâf olan mansûb ve mecrûr tesniye isim vasıl hemzesine geçerken son harfi olan yâ’nın altına geçiş harekesi olarak esre getirilir:

    قَرَأْتُ كِتاَبَيِ الْمُعَلِّمِ.

    Öğretmenin iki kitabını okudum.

    صَلَّيْتُ فِي مَسْجِدَيِ الْمَدِينَةِ.

    Şehrin iki mescidinde namaz kıldım.

    نَظَرْتُ إِلَى مُعَلِّمَيِ الْمَدْرَسَةِ.

    Okulun iki öğretmenine baktım.

    8. İzafet ikiden fazla isimden de oluşabilir. Zincirleme isim tamlaması dediğimiz bu terkipte harf-i tarifi veya tenvini en sondaki isim alır. Aradakiler bir sonrakine muzâf olarak esre alsa da harf-i tarif almaz:

    باَبُ حَدِيقَةِ الْبَيْتِ

    evin bahçesinin kapısı

    باَبُ حَدِيقَةِ بَيْتٍ

    (herhangi bir) evin bahçesinin kapısı

    9. Mübtedâ, haber ya da fâil veya mef’ûl tek bir kelimeden oluştuğu gibi isim tamlamasından da oluşabilir:

    قَلْبُ الْمُؤْمِنِ بَيْتُ اللَّهِ.

    Mü’minin kalbi Allah’ın evidir.

    Burada (قَلْبُ الْمُؤْمِنِ) muzâf ve muzâfun ileyhten oluşan isim tamlaması olarak mübtedâ, (بَيْتُ اللَّهِ) terkibi de yine isim tamlaması olarak haberdir.

    10. Tamlamalı isimlerde harfi cerler tamlamanın önüne gelir:

    هَلْ قَرَأْتِ جَرِيدَةَ الصَّباَحِ فِي مَكْتَبَةِ الْمَدْرَسَةِ؟

    Sabah gazetesini okulun kütüphanesinde mi okudun?

    Genel Cümle Örnekleri:

    اَلْمُتْحَفُ مُمْتِعٌ.

    Müze faydalıdır.

    مُتْحَفُ الْفَنِّ مُمْتِعٌ.

    Sanat müzesi faydalıdır.

    اَلْمُعَسْكَرُ فَوْقَ الْجِباَلِ.

    Kamp dağların üzerindedir.

    مُعَسْكَرُ الْكَشاَّفَةِ فَوْقَ الْجِباَلِ.

    İzci kampı dağların üzerindedir.

     

     

    اَلْمَسْرَحُ واَسِعٌ.

    Tiyatro geniştir.

    مَسْرَحُ الْمَدْرَسَةِ واَسِعٌ.

    Okulun tiyatrosu geniştir.

    نَزَلَ الْمَلاَئِكَةُ مِنَ السَّمَواَتِ بِأَمْرِ الرَّبِّ.

    Melekler Rabb’in emri ile gökten indiler.

    دَخَلَ النَّبِيُّ عَلَى فُقَراَءِ الْمُؤْمِنِينَ.

    Peygamber mü’minlerin fakirlerine (yanlarına) girdi.

    أَنْتُمْ أَيْنَ سَمِعْتُمْ آياَتِ اللَّهِ؟

    Sizler Allah’ın ayetlerini nerede duydunuz?

    ماَ وَظِيفَةُ الْمَرْأَةِ فِي الْحَياَةِ؟

    Kadının hayattaki vazifesi nedir?

    هَذَا الْأَبُ رَحِيمٌ فِي تَرْبِيَةِ الْأَبْناَءِ.

    Bu baba çocukların terbiyesinde merhametlidir.

    اَلْكُتُبُ غِذاَءُ الْعُقُولِ.

    Kitaplar akılların gıdasıdır.

    يَجْمَعُ اللَّهُ الناَسَ جَمِيعاً فِي يَوْمِ الْقِياَمَةِ.

    Allah bütün insanları kıyamet gününde toplar.

    اَلْإِسْلاَمُ دِينُ الْمُساَواَةِ.

    İslâm eşitlik dinidir.

    يَسْأَلُهُ طُلاَّبُ الْمَدْرَسَةِ فِي كُلِّ عَمَلٍ.

    Okulun öğrencileri her işte ona sorarlar.

    هَذاَ الرَّجُلُ كَرِيمٌ فِي بَذْلِ الْماَلِ.

    Bu adam mal sarfetmede cömerttir.

    مَواَنِئُ الزَّيْتِ مُزْدَحِمَةٌ.

    Petrol limanları kalabalıktır.

    وَجَدْتُ ساَعَةً فِي فِناَءِ الْمَدْرَسَةِ.

    Okulun avlusunda bir saat buldum.

    أَدَّى أَحْمَدُ صَلاَةَ الْجُمْعَةِ فِي مَسْجِدِ الْمَدِينَةِ.

    Ahmet Cuma namazını şehrin mescidinde eda etti.

    فيِ أَياَّمِ الْعُطْلَةِ أَذْهَبُ مَعَ عاَئِلَتيِ إِلَى الْعاَصِمَةِ.

    Tatil günlerinde ailemle başkente giderim.

     

    إنْ يَرْجِعْ أَبِي مِنْ بَيْتِ عَمِّي يَحْضُرْ مَعَ أَخِي.

     
     

    Babam amcamın evinden dönerse kardeşimle beraber gelir.

     

    ماَ اسْمُ هَذاَ الْبَلَدِ ؟

    Bu memleketin ismi nedir?

    اِسْمُ هَذاَ الْبَلَدِ مَكَّةُ الْمُكَرَّمَةُ.

    Bu memleketin ismi Mekke-i Mükerreme’dir.

    ماَ اسْمُ هَذاَ الْمَسْجِدِ ؟

    Bu mescidin ismi nedir?

    اِسْمُ هَذاَ الْمَسْجِدِ مَسْجِدُ الْحَراَمِ.

    Bu mescidin ismi Mescid-i Haram’dır

    ماَذاَ يَلْبَسُ الْحُجاَّجُ ؟

    Hacılar ne giyer?

    يَلْبَسُ الْحُجاَّجُ مَلاَبِسَ الْإِحْراَمِ.

    Hacılar ihram elbiseleri giyer.

    اَللِّساَنُ أَداَةُ التَّسْبِيحِ.

    Lisan (dil) tesbih aracıdır.

    يَأْكُلُ الضَّيْفُ طَعاَمَ الْعَشاَءِ.

    Misafir akşam yemeği yiyor.
               

    *Aşağıdaki tipte tamlama örnekleri Arapça’da oldukça sık görülmektedir[3]. Mübtedâ ve haberden oluşan aşağıdaki cümlelerin her iki tarafı aynı manaya gelse de kalıpları farklıdır:

    1- ساَعَتِي نَوْعُهاَ جَيِّدٌ- ساَعَتِي جَيِّدَةُ النَّوْعِ[4].  (= نَوْعُ ساَعَتِي جَيِّدٌ ) .

    2- فُسْتاَنُهاَ لَوْنُهُ جَمِيلٌ- فُسْتاَنُهاَ جَمِيلُ اللَّوْنِ. (= لَوْنُ فُسْتاَنِهاَ جَمِيلٌ ) .

    3- عَصِيرُكِ طَعْمُهُ لَذِيذٌ- عَصِيرُكِ لَذِيذُ الطَّعْمِ . (= طَعْمُ عَصِيرِكِ لَذِيذٌ) .

    4- واَلِدِي إِيماَنُهُ قَوِيٌّ- واَلِدِي قَوِيُّ الْإِيماَنِ. (= إِيماَنُ واَلِدِي قَوِيٌّ) .

    5- حَدِيقَتُهُ أَشْجاَرُهاَ كَثِيرَةٌ- حَدِيقَتُهُ كَثِيرَةُ الْأَشْجاَرِ. (=أَشْجاَرُ حَدِيقَتِهِ كَثِيرَةٌ ) .

    6- مَكْتَبَتُناَ كُتُبُهاَ قَلِيلَةٌ- مَكْتَبَتُناَ قَلِيلَةُ الْكُتُبِ. (=كُتُبُ مَكْتَبَتِناَ قَلِيلَةٌ) .

    7- أُخْتِي أَخْلاَقُهاَ طَيِّبَةٌ- أُخْتِي طَيِّبَةُ الْأَخْلاَقِ. (= أَخْلاَقُ أُخْتِي طَيِّبَةٌ) .

    8- أَخِي              مَلاَبِسُهُ               نَظِيفَةٌ– أَخِي نَظِيفُ الْمَلاَبِسِ.  (= مَلاَبِسُ أَخِي نَظِيفَةٌ) .

      Haber

    Mübtedâ

    (muz. ve muz. ileyh)

    Mübtedâ
               Haber (isim cümlesi)  

    Tercüme:

    1- Saatimin cinsi iyidir. (ya da “Saatim cinsi iyi olandır”.)

    2- Elbisesinin rengi güzeldir. (ya da “Elbisesi rengi güzel olandır”.)

    3- Meyve suyunun tadı lezzetlidir. ( ya da “Meyve suyun tadı lezzetli olandır”.)

    4- Babamın imanı güçlüdür. (ya da “Babam imanı güçlü olandır”.)

    5- Bahçesinin ağaçları çoktur. (ya da “Bahçesi ağaçları çok olandır”.)

    6- Kütüphanemizin kitapları azdır. (ya da “Kütüphanemiz kitapları az olandır”.)

    7- Kızkardeşimin ahlakı iyidir. (ya da “Kızkardeşim ahlakı iyi olandır”.)

    8- Oğlan kardeşimin elbiseleri temizdir. (ya da “Oğlan kardeşim elbiseleri temiz olandır”.)

    Not: Yukarıdaki cümleler şu ana kadar kullanılan alışılmış tarzın dışında olduğu için tercümelere bakarak Arapça’larını söylemek, üzerinde biraz çalıştıktan sonra mümkün olacaktır. Esasen günlük konuşmalarda cümleleri ya da kelimeleri bildiğimiz tarzda konuşmakla da aynı maksadı elde edebiliriz. Fakat Arapça metinleri tercüme etmek için bu tarzın da olduğunu bilmemiz zorunludur.

    Muzâf Olarak Kullanılan Bazı Edatların Durumu:

    a) Genellikle muzâf olan ve müfred olarak kullanılmayan bazı edatlar vardır:

    عِنْدَ   (= لَدَى  =لَدُنْ )   katında, yanında

    اَلْغَيْبُ عِنْدَ اللَّهِ.

    Gayb Allah’ın katındadır (yanındadır) .

    بَعْضَ bazı, birkaç

    بَعْضُ الْأَوْلاَدِ يَسْبَحوُنَ فيِ الْمَسْبَحِ وَ بَعْضُهُمْ يَلْعَبوُنَ الْكُرَةَ.

    Bazı çocuklar (çocukların bazısı) havuzda yüzüyor bazısı top oynuyor.

    دُونَ…den başka, ..siz, ..sız

    (genellikle başında genel anlamını bozmayan مِنْ ile gelir).

    لاَ تَعْبُدُوا مِنْ دُونِ اللَّهِ.

    Allah’tan başkasına ibadet etmeyin (tapmayın) .

    وَجَدْتُهاَ وَ قَوْمَهاَ يَسْجُدُونَ لِلشَّمْسِ مِنْ دُونِ اللَّهِ…

    Onu ve kavmini Allah’tan başkasına güneşe secde ediyor (halde) buldum (Neml, 24) .

    وَحْدَ tek başına

    هَلْ تَسْكُنُ وَحْدَكَ فِي الْغُرْفَةِ ؟

    Odada tek başına mı oturuyorsun?

    نَعَمْ، أَسْكُنُ وَحْدِي.

    Evet, tek başıma oturuyorum.

    b) Bazı kelimeler muzâf oldukları takdirde cümle içindeki yerine göre sonlarının harekesi değişir. Tek başlarına geldikleri takdirde ise zamme üzere mebni olurlar:

    أَوَّلُ   baş, ilk

    قَرَأْتُ الْقِصَّةَ مِنْ أَوَّلِهاَ.

    Hikayeyi başından okudum.

    حَسْبُ yeter, (yalnız kullanıldığındaفَحَسْبُ  sadece)

    حَسْبُكَ دِيناَرٌ.

    Sana bir dinar yeter.

    حَسْبُناَ اللَّهُ.

    Bize Allah yeter.

    أَخَذْتُ مِنْهُ دِيناَراً فَحَسْبُ.

    Ondan sadece bir dinar aldım.

    قَبْلُ önce           بَعْدُ sonra[5]

    حَضَرْتُ مِنْ قَبْلِكُمْ.

    Sizden önce geldim.

    لِلَّهِ الْأَمْرُ مِنْ قَبْلُ وَ مِنْ بَعْدُ.

    Önce de sonra da emir Allah’ındır.

    Görüldüğü gibi harf-i cerden sonra geldikleri halde de ötredirler. Çünkü (قَبْلَ) ve (بَعْدَ)’nin muzâfun ileyhi hazfedilince zamme üzere mebnî olur.

    Not: Daha önce zikredilen diğer soru kelimeleri mebnî olup cümle içinde hiç bir şekilde harekelerini değiştirmedikleri halde (أَيُّ hangisi, hangi) soru kelimesinin son harfi cümledeki durumuna göre hareke değiştirir. Ayrıca kendinden sonra gelen kelime de esre olur:

    أَيُّ وَلَدٍ رَكِبَ الْقِطاَرَ ؟

    Hangi çocuk trene bindi?

    أَيَّ قِطاَرٍ رَكِبْتَ ؟

    Hangi trene bindin?
    (Mef’ûlü sorduğu için üstündür.)

    فيِ أيِّ قِطاَرٍ جَلَسْتِ ؟

    Hangi trende oturdun?(Harf-i cerden sonra geldiği için esredir.)

    Genel Cümle Örnekleri:

    Lütfen Bir Sonraki Sayfaya Geçiniz

  • Muzari Fiil Çekimi Tablosu Örnekleriyle

     Muzari Fiil Fiili Muzari Çekimi

    FİİL-İ MUZÂRİ

    Arapça’da iki temel farklı fiil çekimi vardır. Başına bir harf  getirilmek veya son harekede değişiklik yapmak suretiyle diğer zamanlar hep bu ikisinden türetilir. Mâzî fiil çekiminden sonra öğrenmemiz ve ezberlememiz gereken ikinci fiil çekimi muzâri fiil çekimidir. Şimdiki ve geniş zamandaki bir olayı bildiren fiillere Fiil-i muzâri denir. Fiilin sonuna …er, ….ar, …yor manası verir. Türkçe’mizdekinden farklı olarak aynı fiil Arapça’da hem şimdiki zamanı hem de geniş zamanı karşılar. Muzâri fiil أَتَيْنَ  ibaresindeki harflerden biriyle başlar.  Örnek:

    تَخْرُجُ

    (Sen) çıkıyorsun, çıkarsın

    أَخْرُجُ

    (Ben) çıkıyorum, çıkarım

    نَخْرُجُ

    (Biz) çıkıyoruz, çıkarız

    يَخْرُجُ

    (O) çıkıyor, çıkar

    يَكْتُبُ

    yazar, yazıyor

    يَعْلَمُ

    biliyor, bilir

          Fiil-i muzâride dikkat edilmesi gereken husus şudur: Yukarıda örnek olarak gösterilen ve أَتَيْنَ harflerinden biriyle başlayan sülâsi (üç harfli) fiillerin ortak noktası; muzaraat harflerinin üstünle başlaması ve hepsinin son harfinin harekesinin merfû olmasıdır. Ortadaki harfin harekesi ise değişkendir. Üstün, ötre veya esre olarak gelebilir ve bunun belli bir kaidesi yoktur. Ancak ezberlenmek ve sözlükten bakılmak suretiyle orta harfi bilinir. Sülasi mücerret dediğimiz üçlü fiillerde mâzî ile muzâri fiil aşağıdaki altı şekilden biriyle meydana gelir:

    1.  Birinci bab       -َ  -ُ  نَصَرَ يَنْصُرُ   yardım etti

    خَرَجَ  يَخْرُجُ

    çıktı

    أخَذَ  يَأْخُذُ

    aldı

    قَتَلَ  يَقْتُلُ

    öldürdü

    2.  İkinci bab      -َ  -ِ     ضَرَبَ  يَضْرِبُ  vurdu, dövdü

    رَجَعَ  يَرْجِعُ

    döndü

    ظَلَمَ  يَظْلِمُ

    zulmetti

    جَلَسَ يَجْلِسُ

    oturdu

    3.  Üçüncü bab   -َ  -َ         فَتَحَ   يَفْتَحُ  açtı

    سَأَلَ  يَسْأَلُ

    sordu

    صَنَعَ  يَصْنَعُ

    yaptı, işledi

    ذَهَبَ يَذْهَبُ

    gitti

    4.  Dördüncü bab     -ِ  -َ     عَلِمَ   يَعْلَمُ  bildi

    وَجِلَ  يَجَلُ

    korktu

    شَهِدَ  يَشْهَدُ

    şahit oldu

    5.  Beşinci bab   -ُ  -ُ   حَسُنَ  يَحْسُنُ  güzel oldu

    كَبُرَ  يَكْبُرُ

    büyüdü

    قَبُحَ  يَقْبُحُ

    çirkin oldu

     

    6.  Altıncı bab    -ِ  -ِ     حَسِبَ  يَحْسِبُ  saydı, zannetti

    وَرِثَ  يَرِثُ

    varis oldu

    *Ezberlenmesi tavsiye edilen ve Kur’ân’da en çok kullanılan fiillerin mâzî ve muzârileri şunlardır:

    Muzâri orta harfi ötre olanlar:

    خَرَجَ – يَخْرُجُ

    çıktı – çıkıyor

    كَتَبَ – يَكْتُبُ

    yazdı – yazıyor  

    ذَكَرَ – يَذْكُرُ

    zikretti-zikrediyor

    دَخَلَ – يَدْخُلُ

    girdi – giriyor  

    عَبَدَ – يَعْبُدُ

    ibadet etti-ibadet ediyor

    نَصَرَ- يَنْصُرُ

    yardım etti-yardım ediyor

    أَمَرَ – يَأْمُرُ

    emretti- emrediyor

    نَظَرَ – يَنْظُرُ

    baktı – bakıyor  

    سَجَدَ – يَسْجُدُ

    secde etti-secde ediyor

    أَخَذَ – يَأْخُذُ

    aldı – alıyor  

    طَلَبَ – يَطْلُبُ

    istedi – istiyor

    خَلَقَ – يَخْلُقُ

    yarattı – yaratıyor  

    شَكَرَ – يَشْكُرُ

    teşekkür etti, şükretti – teşekkür ediyor, şükrediyor

     
                 

    Muzâri orta harfi üstün olanlar:

    سَأَلَ – يَسْأَلُ

    sordu, istedi-sorar, ister

    فَتَحَ – يَفْتَحُ

    açtı – açar

    شَرِبَ – يَشْرَبُ

    içti – içer

    قَرَأَ- يَقْرَأُ

    okudu – okur

    لَعَنَ – يَلْعَنُ

    lanet etti – lanet eder

    فَعَلَ – يَفْعَلُ

    yaptı – yapar

    بَعَثَ – يَبْعَثُ

    gönderdi – gönderir

    ذَهَبَ – يَذْهَبُ

    gitti – gider

    عَمِلَ – يَعْمَلُ

    çalıştı, yaptı- çalışır, yapar

    عَلِمَ – يَعْلَمُ

    bildi – bilir

    جَعَلَ – يَجْعَلُ

    kıldı,yaptı – kılar,yapar

    سَمِعَ – يَسْمَعُ

    işitti – işitir

    مَنَعَ – يَمْنَعُ

    menetti,yasakladı-meneder, yasaklar

    فَهِمَ – يَفْهَمُ

    anladı – anlar
                     

    Muzâri orta harfi esre olanlar:

    عَقَلَ- يَعْقِلُ

    akletti – akleder

    ضَرَبَ – يَضْرِبُ

    vurdu- vurur

    غَلَبَ – يَغْلِبُ

    galib geldi – galib gelir

    جَلَسَ- يَجْلِسُ

    oturdu-oturur

    عَرَفَ – يَعْرِفُ

    bildi, tanıdı – bilir, tanır

    نَزَلَ – يَنْزِلُ

    indi – iner

    عَرَضَ – يَعْرِضُ

    arzetti, gösterdi – arzeder, gösterir  
               

      

    Fiil-i Muzâri’nin Çekim Tablosu

     

    Cemi

    Müsennâ

    Müfred

     
    Müzekker

    يَكْتُبُونَ

    يَكْتُبَانِ

    يَكْتُبُ

    Gâib
     

    (Onlar) yazıyorlar

    (O ikisi) yazıyor

    (O) yazıyor

     
    Müennes

    يَكْتُبْنَ

    تَكْتُبَانِ

    تَكْتُبُ

    Gâibe
               

     

    Müzekker

    تَكْتُبُونَ

    تَكْتُبَانِ

    تَكْتُبُ

    Muhâtab
     

    (Sizler) yazıyorsunuz

    (İkiniz) yazıyorsunuz

    (Sen) yazıyorsun

     
    Müennes

    تَكْتُبْنَ

    تَكْتُباَنِ

    تَكْتُبِينَ

    Muhâtaba
                     

     

    Müz + Müe

    نَكْتُبُ

    نَكْتُبُ

    أَكْتُبُ

    Mütekellim

     

    (Bizler) yazıyoruz

    (İkimiz)yazıyoruz

    (Ben) yazıyorum

     

                     

    Not: Mâzîdeki ilk harfi hemze olan أَكَلَ  (yedi) –أَمَرَ  (emretti)- أَخَذَ  (aldı) gibi fiillerin hemzeleri, muzâri mütekellim vahde (ben) siygalarında, iki hemze yanyana geldiği için (أَاْكُلُ) şeklinde değil, birleştirilerek آكُلُ (yerim), آمُرُ (emrederim, emrediyorum), آخُذُ (alırım, alıyorum) şeklinde uzatılan tek hemze halinde söylenir.

    Fiili Muzari iki kısımdır:

    1)      Muzari Malum

    2)      Muzari Meçhul

    Muzari malum üç şekil üzere bulunur:

    1)      يَفْعُلُ kalıbında gelir. يَكْتُبُ gibi.

    2)      يَفْعِلُ kalıbında gelir. يَغْسِلُ gibi.

    3)      يَفْعَلُ kalıbında gelir. يَعْلَمُ gibi.

    Üç kalıbın birbirinden farkı yalnız üçüncü harfin harekesinden doğuyor. Yoksa birinci harf hepsinde üstün, ikinci harf hepsinde sakin, dördüncü harf hepsinde ötredir.

    Dikkat:

    Bir fiili muzari harekeli ise harekesine bakarak falan şekildedir, deriz. Fakat harekesi yoksa hangi şekilde okunacağını sözlüğe bakarız.

    MÜZARİ MALUM

    يَفْعُلُ kalıbında bulunan يَكْتُبُ muzari filin çekimi şöyledir:

    جَمْعٌ Çoğul

    تَثْنِيَةٌ İkil

    مُفْرَدٌ Tekil

    يَكْتُبُونَ

    يَكْتُبَانِ

    يَكْتُبُ

    مُذَكَّرٌ Eril

    غَائِبٌ

    يَكْتُبْنَ

    تَكْتُبَانِ

    تَكْتُبُ

    مُؤَنَّثٌ Dişil

    تَكْتُبُونَ

    تَكْتُبَانِ

    تَكْتُبُ

    مُذَكَّرٌ Eril

    مُخَاطَبٌ

    تَكْتُبْنَ

    تَكْتُبَانِ

    تَكْتُبِينَ

    مُؤَنَّثٌ Dişil

    نَكْتُبُ

    اَكْتُبُ

    مُتَكَلِّمٌ

    يَفْعِلُ kalıbında bulunan يَغْسِلُ muzari filin çekimi şöyledir:

    جَمْعٌ Çoğul

    تَثْنِيَةٌ İkil

    مُفْرَدٌ Tekil

    يَغْسِلُونَ

    يَغْسِلاَنِ

    يَغْسِلُ

    مُذَكَّرٌ Eril

    غَائِبٌ

    يَغْسِلْنَ

    تَغْسِلاَنِ

    تَغْسِلُ

    مُؤَنَّثٌ Dişil

    تَغْسِلُونَ

    تَغْسِلاَنِ

    تَغْسِلُ

    مُذَكَّرٌ Eril

    مُخَاطَبٌ

    تَغْسِلْنَ

    تَغْسِلاَنِ

    تَغْسِلِينَ

    مُؤَنَّثٌ Dişil

    نَغْسِلُ

    اَغْسِلُ

    مُتَكَلِّمٌ

    يَفْعَلُ kalıbında bulunan يَعْلَمُ muzari filin çekimi şöyledir:

    جَمْعٌ Çoğul

    تَثْنِيَةٌ İkil

    مُفْرَدٌ Tekil

    يَعْلَمُونَ

    يَعْلَمَانِ

    يَعْلَمُ

    مُذَكَّرٌ Eril

    غَائِبٌ

    يَعْلَمْنَ

    تَعْلَمَانِ

    تَعْلَمُ

    مُؤَنَّثٌ Dişil

    تَعْلَمُونَ

    تَعْلَمَانِ

    تَعْلَمُ

    مُذَكَّرٌ Eril

    مُخَاطَبٌ

    تَعْلَمْنَ

    تَعْلَمَانِ

    تَعْلَمِِينَ

    مُؤَنَّثٌ Dişil

    نَعْلَمُ

    اَعْلَمُ

    مُتَكَلِّمٌ

    MÜZARİ MEÇHUL

    Müzari meçhul yalnız bir şekilde bulunur ki, o da يَفْعَلُ kalıbındadır.

    Şu halde;

    يَكْتُبُ muzari fiilin meçhulü يُكْتَبُ ,

    يَغْسِلُ muzari fiilin meçhulü يُغْسَلُ ,

    يَعْلَمُ muzari fiilin meçhulü يُعْلَمُ ,  kalıbından gelir.

    يُفْعَلُ kalıbında bulunan يُكْتَبُ muzari fiili meçhulün çekimi şöyledir:

    جَمْعٌ Çoğul

    تَثْنِيَةٌ İkil

    مُفْرَدٌ Tekil

    يُكْتَبُونَ

    يُكْتَبَانِ

    يُكْتَبُ

    مُذَكَّرٌ Eril

    غَائِبٌ

    يُكْتَبْنَ

    تُكْتَبَانِ

    تُكْتَبُ

    مُؤَنَّثٌ Dişil

    تُكْتَبُونَ

    تُكْتَبَانِ

    تُكْتَبُ

    مُذَكَّرٌ Eril

    مُخَاطَبٌ

    تُكْتَبْنَ

    تُكْتَبَانِ

    تُكْتَبِينَ

    مُؤَنَّثٌ Dişil

    نُكْتَبُ

    اُكْتَبُ

    مُتَكَلِّمٌ

    يُفْعَلُ kalıbında bulunan يُغْسَلُ muzari fiili meçhulün çekimi şöyledir:

    جَمْعٌ Çoğul

    تَثْنِيَةٌ İkil

    مُفْرَدٌ Tekil

    يُغْسَلُونَ

    يُغْسَلاَنِ

    يُغْسَلُ

    مُذَكَّرٌ Eril

    غَائِبٌ

    يُغْسَلْنَ

    تُغْسَلاَنِ

    تُغْسَلُ

    مُؤَنَّثٌ Dişil

    تُغْسَلُونَ

    تُغْسَلاَنِ

    تُغْسَلُ

    مُذَكَّرٌ Eril

    مُخَاطَبٌ

    تُغْسَلْنَ

    تُغْسَلاَنِ

    تُغْسَلِينَ

    مُؤَنَّثٌ Dişil

    نُغْسَلُ

    اُغْسَلُ

    مُتَكَلِّمٌ

    يُفْعَلُ kalıbında bulunan يُعْلَمُ muzari fiili meçhulün çekimi şöyledir:

    جَمْعٌ Çoğul

    تَثْنِيَةٌ İkil

    مُفْرَدٌ Tekil

    يُعْلَمُونَ

    يُعْلَمَانِ

    يُعْلَمُ

    مُذَكَّرٌ Eril

    غَائِبٌ

    يُعْلَمْنَ

    تُعْلَمَانِ

    تُعْلَمُ

    مُؤَنَّثٌ Dişil

    تُعْلَمُونَ

    تُعْلَمَانِ

    تُعْلَمُ

    مُذَكَّرٌ Eril

    مُخَاطَبٌ

    تُعْلَمْنَ

    تُعْلَمَانِ

    تُعْلَمِينَ

    مُؤَنَّثٌ Dişil

    نُعْلَمُ

    اُعْلَمُ

    مُتَكَلِّمٌ

    Dikkat:

    1-      Fiili muzariler –gerek malum ve gerekse meçhul olsunlar- Türkçeye “şimdiki zaman” veya “geniş zaman” ile tercüme edilirler. Eğer bir işe başlamışız da henüz bitmemiş ve devam ediyorsa “şimdiki zaman” ile, eğer görünürde başlanmış bir iş yoksa “geniş zaman” ile tercüme edilir. Örnek: يَكْتُبُ kelimesi “yazıyor” yahut “yazar”; يُكْتَبُ kelimesi de “yazılıyor” yahut “yazılır” şeklinde tercüme edilirler.

    2-      Fiili muzarinin başına “istikbal: gelecek edatı” denilen سَ , yahut سَوْفَ geçerse, Türkçeye “gelecek zaman” ile tercüme edilir. Örnek: سَيَكْتُبُ (yazacak), سَيُكْتَبُ (yazılacak);سَوْفَ يَكْتُبُ (yazacak), سَوْفَ يُكْتَبُ (yazılacak), gibi. Bu سَ ve سَوْفَ çekimde hiçbir değişiklik yapmadan fiili muzarinin her çekiminin başına geçebilir.

    3-      Fiili muzarinin başına لاَمُ مَفْتُوعَة (lamı meftuha – üstün lam) gelirse, Türkçeye “şimdiki zaman” ile tercüme edilir. Örnek: لَيَكْتُبُ (yazıyor), لَيُكْتَبُ (yazılıyor),gibi. Bu لَ harfi çekimde hiçbir değişiklik getirmeden fiili muzarinin her çekiminin başına geçebilir.

    NEFY-İ HAL (MUZARİİ MENFİ)

    Fiili muzarinin başına مَا geçerse (Nefyi hal) olup Türkçeye “şimdiki zamanın olumsuzu” ile tercüme edilir. Örnek: مَا يَكْتُبُ (yazmıyor), مَا يُكْتَبُ (yazılmıyor), gibi.

    Bu مَا çekimde hiçbir değişiklik yapmadan fiili muzarinin her sigasının başına geçebilir.

    NEFYİ İSTİKBAL NEFYİ MUZARİ

    Fiili muzarinin başına لاَ geçerse Sibeveyh’e göre (Nefyi İstikbal) olup Türkçeye “geniş zamanın olumsuzu” iler tercüme edilir.

    لاَ يَكْتُبُ (yazmaz), لاَ يِكْتَبُ (yazılmaz) gibi. Fakat İbni Malik’e göre (Nefyi Muzari) olup Türkçeye “geniş zamanın olumsuzu” veya “şimdiki zamanın olumsuzu” ile tercüme edilebilir.

    لاَ يُكْتَبُ (yazmaz veya yazmıyor); لاَ يُكْتَبُ (yazılmaz veya yazılmıyor) gibi. Bu لاَ çekimde hiçbir değişiklik yapmadan fiili muzarinin her çekiminin başına geçebilir.

    Cümle Örnekleri:

    ماَذاَ تاْكُلُ فيِ الْفَطوُرِ ؟

    Kahvaltıda ne yersin?

    آكُلُ الْبَيْضَ.

    Yumurta yerim.

    وَ ماَذاَ تَشْرَبُ ؟  أَشْرَبُ اللَّبَنَ.

    (Peki) Ne içersin ? Süt içerim.

    ماَذاَ تَأْكُلُ فيِ الْعَشاَءِ ؟

    Akşam yemeğinde ne yersin?

    آكُلُ الْفاَكِهَةَ.

    Meyve yerim.

    ماَذاَ تَشْرَبُ ؟ أَشْرَبُ الْقَهْوَةَ.

    Ne içersin? Kahve içerim.

    أَخيِ يَشْرَبُ الْقَهْوَةَ داَئِماً.

    (Erkek) Kardeşim daima kahve içer.

    ماَذاَ تَرْسُمُ مَرْيَمُ ؟ تَرْسُمُ شَجَرَةً.

    Meryem ne resm(i) yapıyor? Bir ağaç resmi yapıyor.

    أَنْتِ تَرْسُميِنَ جَيِّداً.

    Sen iyi resim yapıyorsun.

    ماَذاَ تاْكُليِنَ فيِ الْغَداَءِ ؟

    Öğle yemeğinde ne yersin?

    آكُلُ الدَّجاَجَ أَوِ السَّمَكَ.

    Tavuk veya balık yerim.

    وَماَذاَ تَشْرَبيِنَ ؟ أَشْرَبُ الشاَّىَ أَوِ() الْعَصيِرَ.

    (Peki) ne içersin? Çay veya meyve suyu içerim.

    اَلْمُديِرُ يَنْزِلُ مِنَ السَّياَّرَةِ.

    Müdür arabadan iniyor.

    هَلْ تَعْرِفُ هَذاَ الْوَلَدَ ؟ نَعَمْ ، أَعْرِفُهُ.

    Bu çocuğu tanıyor musun? Evet, onu tanıyorum.

    هَلْ تَعْرِفُ الْمُدَرِّسِينَ فِي الْمَدْرَسَةِ ؟

    Okuldaki öğretmenleri tanıyor musun?

    نَعَمْ ، أَعْرِفُهُمْ.

    Evet, onları tanıyorum.

    هَلْ تَعْرِفُ هَذهِ الْبِنْتَ ؟

    Bu kızı tanıyor musun?

    نَعَمْ ، أَعْرِفُهاَ . هِيَ فاَطِمَةُ.

    Evet, onu tanıyorum. O Fatıma’dır.

    لِمَنْ تَكْتُبُ الرَّساَئِلَ ؟

    Mektupları kimin için (kime) yazıyorsun ?

    أَكْتُبُ الرَّساَئِلَ لِعاَئِلَتيِ وَلِأَصْدِقاَئيِ.

    Mektupları ailem ve arkadaşlarım için yazıyorum.

    أَناَ اَكْتُبُ لِعاَئِلَتيِ فَقَطْ.

    Ben sadece ailem için yazıyorum.

    هَلْ تَعْرِفُ هَذِهِ الْمُدَرِّسَةَ ؟

    Bu öğretmeni tanıyor musun?

    نَعَمْ ، أَعْرِفُهاَ. هِيَ عاَئِشَةُ.

    Evet, onu tanıyorum. O Aişe’dir.

    مَتَى تَرْجِعُ مِنَ الرِّحْلَةِ ؟

    Geziden ne zaman dönüyorsun?

    سَعيِدٌ يَعْمَلُ الشاَّيَ فيِ الْمَطْبَخِ.

    Said mutfakta çay yapıyor.

    بِماَذاَ يَلْعَبُ التَّلاَميِذُ ؟ هُمْ يَلْعَبُونَ بِالْكُرَةِ.

    Öğrenciler ne ile oynuyor? Onlar top ile oynuyor.

    هِشاَمٌ يَذْهَبُ مَعَ واَلِدِهِ إِلَى السُّوقِ مَساَءً.

    Hişam babasıyla akşamleyin çarşıya gidiyor.

    هَلْ تَذْهَبُ أُخْتُكَ إِلَى مَدْرَسَتِهاَ مُبَكِّرَةً.

    Kızkardeşin okuluna erken mi gider?

    ماَذاَ يَفْعَلُونَ فيِ الْمَسْجِدِ ؟

    Mescidde ne yapıyorlar?

    هُمْ يَدْرُسوُنَ الْعَرَبِيَّةَ.

    Onlar Arapça tahsil ediyorlar.

    هُنَّ يَحْفَظْنَ الْقُرْآنَ.

    Onlar Kur’ân’ı ezberliyorlar.

    هُمْ يَشْرَبوُنَ الشاَّىَ.

    Onlar çay içiyorlar.

    هُنَّ يَرْكَبْنَ الْحاَفِلَةَ.

    Onlar otobüse biniyorlar.

    يَذْهَبُ عَبْدُ اللَّهِ إِلَى الْمَصْنَعِ غَداً.

    Abdullah yarın fabrikaya gidiyor.

    أَيْنَ يَجْلِسُ الْوَلَدُ وَ واَلِدُهُ ؟

    Çocuk ve babası nerede oturuyor?

    يَجْلِساَنِ فِي الْغُرْفَةِ.

    Odada oturuyorlar.

    لِماَذاَ  يَجْلِساَنِ فِي الْغُرْفَةِ ؟

    Niçin odada oturuyorlar?

    أَكْتُبُ الدَّرْسَ قَبْلَ النَّوْمِ

    Dersi uykudan önce yazıyorum.

    ماَذاَ يَفْعَلُ الطَّبِيبُ ؟

    Doktor ne yapıyor?

    هَلْ تَسْكُنُ وَحْدَكَ فِي الْغُرْفَةِ ؟

    Odada tek başına mı oturuyorsun?

    تَنْصَحُ الْمُعَلِّمَةُ التِّلْمِيذاَتِ.

    Öğretmen kız öğrencilere nasihat ediyor.

    تَشْكُرُ الْمُدِيرَةُ الطاَّلِبَتَيْنِ.

    Müdür iki öğrenciye teşekkür ediyor.

    إِنَّهُنَّ يَعْرِفْنَ الْخَبَرَ.

    Gerçekten onlar haberi biliyorlar.

    يَفْحَصُ الطَّبِيبُ الْوَلَدَ وَ يَسْأَلُهُ عَنْ مَرَضِهِ.

    Doktor çocuğu muayene ediyor ve hastalığı hakkında soruyor.