43. Bedîr
Savaşı
Peygamber (s.a,v.)
orduyu düzene soktu ve elinde bir okla her askerin önünde durup hem onlara
moral verdi, hem de sanan düzene soktu. Çok geride kalan Ensar’dan birine,
elindeki okla göğsüne hafifçe vurarak: «Sıraya gir, Sevad» dedi. Sevad: «Ey
Allah’ın Basulü, canımı yaktın. Allah seni hak ve adaletle gönderdi, o halde
karşılığını ver» dedi. Peygamber (s.a.v.) kendi göğsünü açarak elindeki oku
uzattı ve «Al!» dedi, Sevad ise eğildi ve tam Peygamber (s.a.v.)’i vurduğu
yerden öptü. «Niye böyle yaptın?» diye sordu Peygamber (s.a,v.)’e. Sevad şu
cevabı verdi: «Ey Allah’ın Rasulü, gördüğün gibi düşmanla karşı karşıyayız;
seninle geçirebileceğim son dakikalar olabilecek şu anda, sana dokunmak,
İstedim». Peygamber (s.a.v.) onun için dua etti.
Kureyş ilerlemeye
başlamıştı. Fakat dalga dalga yayılmış olan kum tepecikleri arasında
olduklarından daha az görünüyorlardı. Buna rağmen Peygamber (s.a.v.) onların
gerçek sayısını ve iki ordu arasındaki dengesizliği biliyordu. Ebu Bekir’le
birlikte gölgeliğine döndü ve Allah’a, va-dettigi yardımı göndermesi için dua
etti.
Hafifçe uyukladı ve
uyandığında: «Neşelen ey Ebu Bekir: Allah’ın yardımı geldi. İşte Cebrail,
elinde bir atla geliyor, savaş için hazırlanmış» dedi.[1]
Arap tarihinde birçok
savaş, iki ordu karşı karşıya geldikten sonra tam çatışmaya başlanacağı anda
son bulmuştu. Fakat Peygamber (s.a.v.) bu kez savaşın olacağından emindi, işte
bu karşılarında]» ordu ona vadedüen iki gruptan biri idi. Akrabalar da savaşın
kaçınılmaz olduğunu anlamış gibi, iki ordunun da ölülerini yemek için kayalıklara
tünemişlerdi. Kureyşin hareketlerinden saldırıya hazırlandıkları
anlaşılıyordu. Çok yaklaşmışlar ve müslüman-ların yaptığı sarnıcın yakınına
konaklamışlardı. İlk hareketlerinin sarnıcı ele geçirmek olacağı
anlaşılıyordu.
Mahdum kabilesinden
Esved diğerlerinin Önüne geçti ve su içmek üzere ilerledi. Onun karşısına Hamza
(r.) çıktı; ilk kılıç darbesiyle bacağını dizinin ortasından yaraladı, ikinci
darbeyle de öldürdü. Onun arkasından, hâlâ Ebu Ce-hili’n olaylarına maruz kalan
Utbe, safların önüne fırladı ve teke tek karşılaşmayı teklif etti. Ailenin
şerefini yükseltmek için kardeşi Şeybe ve oğlu Velid onun iki tarafında yer
aldılar. Bu meydan okumayı ilk kabul eden, En-sar’dan Peygamber (s.a.v.)’e ilk
biat eden altı kişiden biri olan Hazreç’li Neccar kabilesinden Avf (r.) oldu.
Avf ile birlikte kardeşi Muavviz de ileri çıktı. Medine’de Kesva, Hicretin
son konağını onların mahallesinde yapmıştı. Meydan okumaya karşı çıkan üçüncü
kişi ise, îbn Ubey’i Peygamber (s.a.v.)’e nazik davranması için uyaran
Abdullah îbn Revana Cr.) idi.
«Kimsiniz?» diye sordu
Kureyşliler. Adamlar cevap verince Utbe: «Siz soylusunuz ve bizim
dengimizsiniz. Fakat bizim sizinle işimiz yok. Bizim meydan, oku/uşumuz sadece
kendi kabilemizden olanlara» dedi. Daha sonra Ku-reyş’in habercisi şöyle
bağırdı: «Ey Muhammed, bizim karşımıza kendi kabilemizden uygun adamlar
çıkar». Peygamber (s.a.v.) böyle bir şeye niyetlenmemişti, fakat Ensarm
aceleciliği bu duruma sebep olmuştu. Bu nedenle Peygamber (s.a.v.) en fazla
kendi ailesinin bu savaşa sebep olduğunu düşünerek ailesinden üç kişiyi
çağırdı. Meydan okuyanlardan ikisi orta yaşlı, biri gençti. Peygamber (s.a.v )
«Kalk ey Ubeyde! Kalk ey Ali! Kalk ey Hamza!» dedi. Ubey-de ordudaki en yaşlı
ve en deneyimli adamdı; o da Abdu’l-Muttalib’in torunu oluyordu. Ubeyde, Utbe
İle, Hamza Şeybe ile, Ali de Velid ile karşılaştı. Çarpışmalar uzun sürmedi:
kısa bir sûre sonra Şeybe ve Velid yerde ölmüş bir halde yatıyorlardı. Hamza
ve Ali (r.) ise yaralanmamışlardı bile. Fakat Ubeyde tam Utbe’yi yere
düşürmüşken bacağına bir kılıç darbesi yedi. Bu üçlü bir mücadeleydi; üçe karşı
üç. Bu nedenle Hamza ve Ali kılıçlarını Utbe’ye çevirdiler ve Hamza’nın kılıç
darbesiyle Utbe öldü. Daha sonra yaralı kuzenlerni geriye taşıdılar. Ubeyde
fr.) çok kan kaybetmişti, kopan bacağının yarasından hâlâ kan fışkırıyordu.
Fakat onun sadece bir tek düşüncesi vardı: «Ben bir şehit değil miyim, ey
Allah’ın Rasulü?» dedi. Peygamber (s.a.v.) ona yaklaştı ve: «Elbette şehitsin»
cevabını verdi.
îki düşman arasındaki
durgunluk Kureyş’in attığı bu okla bozuldu. Ok Ömer’in azatlılarından birine
isabet etti, adam ağır yaralı bir şekilde yere yuvarlandı. İkinci ok da,
sarnıcın başında su içmekte olan Hazreç’li genç Hârise’-nin boynuna saplandı.
Peygamber s.a.v.) adamlarına moral vererek şöyle dedi r «Muhammed Cs.a.v.) ‘in
nefsini kudret elinde tutana yemin olsun ki, bugün mükâfat umarak çarpışan ve
öldürülen, geriye üunmeyip hep ilerleyen kim varsa, Allah onları Cennete
koyarak mükâfatlandıracak».[2]. Onun
söylediklerini duyanlar, uzakta olup da duyamayan-lara ulaştırdılar. Hazreç
kabilesinin Selime kolundan olan Umeyr (r.î elindeki bir avuç dolusu hurmayı
yiyordu. «Allah! Allah!» diye bağırdı, «Benimle cennet arasında şu adamların
beni öldürmesinden başka bir şey kalmadı mı’». Hemen elindeki hurmaları fırlattı
ve emre hazır bir şekilde elini kılıcının üstüne koydu.
Avf (r.), Peygamber
Cs.a.v.)’in yanında ayakta duruyordu ve kendisi ilk kabul eden olduğu halde
düelloda kendisinin kabul edilmemesi onu hayal kırıklığına uğratmıştı: «Ey
Allah’ın Rasülü, Allah’ın kuluyla alay ettirmesinin sebebi neydi?» Peygamber
hemen şu cevabı verdi: «Sen zırhsız bir şekilde düşmanların ortasına
dalacaksın». Bunun üzerine Avf, hemen giydiği zırhı üzerinden çıkardı. O
sırada Peygamber (s.a.v.) yerden bir avuç çakıltaşı aldı, Kureyş’e
doğru «O yüzler harap olsun!» diyerek fırlattı. Bunun onlara felaket
getireceğinin farkındaydı. Daha sonra saldırı emri verdi. Onlara söylediği savaş
çağrısı. Ya Mansur Emit!»[3]
sözleri ağızdan ağıza dolaşıyordu. Zırhsız olan Avf ve Umeyr ilk çarpışanlar
arasındaydılar ve öldürülene kadar mücadele ettiler. Müslümanlardan ölenlerin
sayısı, onların ölümü, Ubeyde ve Itureyş okla-rıyla ölen iki kişi ile beraber
toplam beşi buluyordu. Müslümanlardan o gün dokuz kişi daha ölecekti. Bu dokuz
kişinin arasında Peygamber (s.a.v.)’in çok genç olduğu için geri göndermek
istediği Sa’d’ın kardeşi Umeyr (r.) de vardı.
«Onları siz
öldürmediniz, ama onları Allah öldürdü». (Enfal: 17).
Bu sözler, hemen
savaştan sonra indirilen âyetin bir bölümüydü. Fırlatılan çakıl taşlan ilahi
yardımın tek örneği değildi. Kureyş’in karşı koyma gücünün en çetin olduğu
bir anda mü’minlerden birinin kılıcı kırıldı. Cahş ailesinin akrabalarından,
Ukkaşe adındaki bu adamın ilk düşüncesi gidip Peygamber (s.a.v.)’den başka bir
silah istemek oldu. Peygamber (s.a.v.) ağaçtan bir sopayı ona uzatarak
«Ukkaşe, bununla dövüş» dedi. Ukkaşe sopayı aldı, düşmana karşı salladığında
sopa uzun, keskin bir kılıç haline geldi Ukkaşe, Bedir’de ve diğer savaşlarda
bu kılıçla savaştı. Kılıca ilahî yardım anlamına gelen «el-Avn* adını verdiler.
Mü’mİnler,
savaşırlarken yalnız değildiler. Çünkü Allah. Peygamber (s.a.v.) ‘e yardım
vadetmişti: «Şüphesiz ben size birbiri ardınca bin melek ile yardım ediciyim»
(Enfal: e).
Allah, meleklere de şu
mesajı vermişti:
«Rabirin meleklere
vahyetmişti ki: «Şüphesiz ben sizinleyim, iman edenlere sağlamlık (güç ve
metanet) katın, küfre sapanların kalblerme amansız bir korku salacağım, öyleyse
(ey müslümaritar), vurun boyunlarının üstüne, vurun onların bütün parmaklarına».
(Enfaî: 12).
Meleklerin inananlara
yardımcı, kafirlere ise korku verici olarak varolduğunu oradaki herkes
hissediyordu. Fakat çok azı onları görüp, algılayabildi. Komşu Arap kabilelerinden
iki adam, savaştan sonraki ganimetlerden çalmayı ümit ederek bir tepede
savaşın bitmesini bekliyorlardı. Üstlerinden bir bulut geçti, at
kişnemeleriyle dolu bir bulut Adamlardan biri o anda düşüp Öldü. Yanındaki,adam
daha sonra şöyle dedi: «Korkudan kalbi çatlamıştı».
Sonunda Kureyşliler
kaçmaya başladılar. Ebu Cehil kaçmaya çalışırken Avf in kardeşi Muaz onu yere
düşürdü. Ebu Cehil’in oğlu İkrime de Muaz’a hücum etti ve onu omuzundan
yaraladı. Muaz sağlam koluyla savaşa devam etti, diğer kolu yanında sadece
derisiyle bedenine bağlı bir şekilde sallanıyordu. Çok acımaya başlayınca Muaz
eğildi, kesik elini ayağının altına koyarak kendini yukan doğru çekti, yaralı
kolu koptu. Muaz düşmanını takibe devam etti. Ebu Cehil hâlâ yaşıyordu. Fakat
Avf’m diğer kardeşi Muavviz onu yerde yatarken farketti ve kılıcıyla öldürdü.
Daha sonra o da Avf ^ibi ilerledi ve öldürülene dek savaştı.
Kureyş’lilerin çoğu
kaçmıştı. Elli kadar Kureyş’li ya savaş sırasında ya da kaçarken yakalanıp
öldürülmüş veya ağır yaralanmışta. Peygamber (s.a.v.) arkadaşlarına şöyle
seslendi: «HaşimoğuUarmın ve diğerlerinin bizimle dövüşmek istemeden zorla
buraya getirildiklerini biliyorum» Ve eğer yakalanmışlarda, öldürülmemeleri
gereken bir kaç isim saydı. Fakat ordunun çoğu zaten, esirlerini öldürmek
yerine fidye almayı tercih etmişti.
Müslümanlardan sayıca
fazla olduğu için Kureyşİüe-rin geri dönüp tekrar savaşma ihtimalleri vardı. Bu
yüzden Peygamber (s.a,v.)’i Ebu Bekir (r.)’le birlikte gölgeliğine çekilmeğe
razı ettiler, Ensardan bazıları da gözcülüğe başladılar. Sa’d tbn Muaz
gölgeliğin önünde kılıcı havada bekliyordu. Arkadaşlarının esirlerle birlikte
kendisine doğru ‘ geldiklerini görünce, yüzünde bunu tasdik etmez bir ifa- ı de
belirdi. Bu ifadeyi farkeden Peygamber (s.a.v.) : «Ey Sa’d, onlann yaptıklarına
galiba nefretle bakıyorsun» dedi. Sa’d bunun doğru olduğunu söyledi ve şunları
ekledi: «Bu, Allah’ın putperestlere gösterdiği ilk yenilgi, bu adamları diri
görmektense öldürülmelerini tercih ederdim». Ömer (r.) de Sa’d (r.) ile aynı
fikirdeydi. Fakat Ebu Bekir, esirlerin er geç müslüman olabilme ihtimalleri
olduğu için, serbest bırakılması taraftarıydı. Peygamber (s.a.v.) de onun
görüşüne katılıyordu. Günün geç saatlerinde Ömer, gölgeliğe girdiğinde
Peygamber (s.a.v.) ve Ebu Bekir’i yeni gelen vahyin etkisiyle titrer bir
durumda buldu. Gelen vahiy şöyleydi:
«Hiçbir peygambere,
yeryüzünde (küfredenlere karşı) kesin bîr zafer kazantncaya kadar esir alması
yakışmaz. Siz dünyanın geçici yaratım istiyorsunuz. Oysa Allah (size) ahireti
istemektedir. Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir». (Enfal: 67}
Daha sonra gelen
vahiy, esirlerin Öldürülmemesi fikrinin Allah tarafından desteklendiğini
belirtiyordu. Peygamber (s.a.v.)’e esirlerle ilgili bir mesaj da vardı:
«Ey Peygamber,
ellerinizdeki esirlere de ki: «Eğer Allah, sızın kalblerimzde bir hayır bilirse
(görürse) size sizden alınandan daha hayırlısını verir ve sizi bağışlar. Allak
bağışlayandır, esirgeyendir», (hnfal: 70).
Bununla birlikte
yaşamasına izin verilemeyecek bir adam vardı: Ebu Cehil. Genelde herkes onun
öldürüldüğü kanaatindeydi, Peygamber (s.a.v.) cesedinin arpnması için emirler
verdi. Abdullah tbn Mes’ud (r.), İslâm’a diğer Mek-ke’lilerin hepsinden daha
fazla nefret gösteren bu adamın cesedini bulmak için bir kez daha savaş alanına
gitti, Ebu Cehil, önünde ayakta duran düşmanını farkedebilecek kadar yaşadı.
Abdullah, Kâ’be’nin önünde ille defa sesli olarak Kur’an okuyan adamdı. Ebu
Cehil, onu koruyan kimsesi olmadığı, annesi köle Zühre’nin bir müttefiki olan
bir köle olduğu için Kâ’be’nin önünde kılıçla yüzünden yaralamıştı. Abdullah
ayağını Ebu Cehil’in boynuna koydu Ebu Cphil: «Küçük çoban, yeteri kadar
yükseldin demek» dedi. Daha sonra, savaşı hangi tarafın kazandığını sordu. Abdullah
: «Allah ve Rasulü kazandı» dedi. Sonra başını kesip Peygamber (s.a.v.)’e götürdü.
Ebu Cehil, savaş
bittikten sonra öldürülen tek Kureyş-li lider değildi. Abdurrahman îbn Avf,
ganimet olarak aldığı zırhı taşırken, bineğini kaybettiği için kaçamayan şişman
Umeyye’ye rastladı. Yanında elinden tuttuğu oğlu Ali de vardı. Umeyye bir
zamanlar arkedaşı olan bu adama : *Beni esir olarak al, çünkü ben birden fazla
zırha değerim» dedi. Abdurrahman bu teklifi kabul etti ve elindeki zırhı
bırakarak onu ve oğlunu elinden tutup götürmeye başladı. Fakat o, esirlerini
kampa doğru götürürken Bilâl Cr.) eski sahibi ve ona işkence eden adamı
farketti. «Umeyye! Küfrün başı! O yaşadıkça ben nasıl yaşarım?» diye bağırdı.
Abdurrahman onların kendi esirleri olduğunu hatırlattı. Fakat Bilâl yine
bağırmaya devam etti: «O yaşadıkça ben nasıl yaşarım!» Sinirlenen Abdurrahman:
«Beni duymuyor musun ey kara kadının oğlu?» diye, bağırdı. Bunun üzerine
Bilâl, müezzin olmasını sağlayan gür sesinin tüm gücüyle bağırdı: «Ey Allah’ın
yardımcıları, küfrün başı Umeyye! O yaşadıkça ben nasıl yaşarım?». Her taraftan
adamlar koşuştu ve Abdurrahman’la iki esirinin çevresini kuşattılar. Daha
sonra bir kılıç çekildi ve Ali yere düştü, fakat ölmedi. Abdurrahman
Umeyye’nin elini bıraktı ve «Kendin kaçabilirsen kaç, çünkü ben senin İçin
hiçbir şey yapamam» dedi. Etrafını saran adamlar hemen iki esiri de
öldürdüler. Abdurrahman sonraki yıllarda şöyle derdi: «Allah Bilâl’e merhamet
etsin! Zırhlarımı kaybettim, Bilâl de beni iki esirimden etti.»[4]
Peygamber (s.a.v.),
savaşta Öldürülen, tüm müşriklerin cesetlerinin bir kuyuya toplanmasını
emretti. Utbe’nin cesedi taşınıp kuyuya atılırken oğlu Ebu Huzeyfe (r.)’nin yüzü
sarardı ve üzüntüyle doldu. Peygamber (s.a.v.î bunu hissetti ve ona teselli
dolu bir bakışla baktı. Ebu Huzeyfe şöyle dedi: «Ey Allah’ın Rasulü, babamla
ilgili emrine ve oraya atılmasına karsı çakmıyorum. Fakat onu akıllı, hikmet
sahibi ve düşünceli bir adam bilirdim. Bu niteilkle-rin onu İslam’a getirmesini
ümit ediyordum. Fakat onun küfürde inatlaştığını ve o halde öldüğünü görünce
üzüldüm». Sonrö Peygamber (s.a.v.) Ebu Huzeyfe (r.) için hayır dualar etti.
Kamptaki barış ve
sessizlik sinirli bir takım seslerle bozuldu. Geride Peygamber (s.a.v.)’i
korumak için kalanlar da ganimetten pay istiyorlardı. Düşmanı kovalayıp esir
alanlar ve ganimetleri kendi ellerinde toplayanlar ise bunları vermek
istemiyorlardı. Peygamber fs.a.v.)’in bu karışıklığı düzeltip eşit bir dağıtım
yapmasına fırsat kalmadan bu konuda bir vahy geldi:
«Sana savaş
ganimetlerini sorarlar. De ki: Ganimetler Allah’ta ve Rasulündür». (Enfaî: 1).
Bunun üzerine
Peygamber (s.a.v,) ganimetlerin ve esirlerin artık özel mülkiyette olmadığını
söyledi ve hepsinin yanına getirilmesini istedi. Hiç karşı çıkılmaksızm düzen
hemen sağlandı.
En Önemli esirlerden
biri, Şevde’nin kuzeni ve ilk kocasının kardeşi olan, Amir kabilesinin şefi
Süheyl idi. Peygamber fs.a.v.)’e daha yakın bağlarla bağlı olan esirler
arasında amcası Abbas, damadı, yani kızı Zeyneb’in kocası Ebu’l-As, ve
kuzenleri Nevfel ile Akil de vardı. Peygamber (s.a.v.) esirlere iyi davranılmasıyla
ilgili genel bir emir vermişti. Fakat esirlerin bağlanması da gerekliydi, bu
yüzden esirlerin bağlanmasına izin verdi. Fakat Peygamber (s.a.v.) o gece,
amcasının böyle bir konumda olduğunu düşünerek uy uyamadı. Ve bağlarının
gevşetilmesi için emir verdi. Diğer esirler, akrabalarından daha az ilgi
gördüler. Mus’ab (r.), Ensardan biri tarafından esir alınan kardeşi Ebu Aziz’e
rastladı. Mus’ab esir alana: «Onu sıkı tut, çünkü annesi çok zengindir, sana
yüklü bir miktar fidye verebilir» dedi. Ebu Aziz: «Ey kardeşim, beni
başkalarına mı emanet ediyorsun?» deyince Mus’ab: «Şimdi senin yerine benim
kardeşim O.» cevabını verdi. Bununla birlikte Ebu Aziz daha sonraki yıllarda,
kendisini 4.000 dirhem fidye karşılığında serbest bırakıp Medine’ye götüren Ensardan
gördüğü iyi muameleyi anlatırdı.
Hâlâ sayıca çok fazla
olan sekiz yüz kişilik Mekke ordusunun, geri dönüp saldırmayacak kadar
uzaklaştığı ke-sinleşince, Peygamber (s.a.v.3, Abdullah îbn Revana (r.)’yı
zafer haberini vermek üzere Yukarı Medine’ye, Zeyd’i de Aşağı Medine’ye
gönderdi. Kendisi ise orduyla birlikte Be-dir’de kaldı. O gece, kafirlerin
cesedlerinin atıldığı kuyunun başında durdu ve -. «Ey kuyudakiler, ey
Peygamber’in akrabaları, ona çok kötü bir akrabalık gösterdiniz. Beni başkaları
kabul ederken, siz bana yalancı dediniz. Başkaları zafer kazanmamda bana
yardım ederken siz bana karşı savaş açtınız. Siz, Rabbtnizin size verdiği
sözün hak olduğunu gördünüz mü? Ben, «Rabbimin bana verdiği sözün
gerçekleştiğini-ve hak olduğunu gördüm,» dedi. As-habdan bazıları onun ölülerle
konuştuğunu duydular ve endişe ettiler. Peygamber (s.a.v.) onlara: «Siz benim
sözlerimi onlardan daha iyi duyamazsınız. Onların simden tek farkı bana cevap
vermemeleri,» dedi[5]
Ertesi sabah erkenden
ordu ve esirlerle birlikte yola çıkıldı. Esirlerin en değerlileri, yani
aileleri 4000 dirhem fidye ödeyebilecek olanlardan âtisi Abdu’d-Dar’dan Nadr
ile Abdu’ş-Şems’ten Ukbe[6] idi.
Fakat bu iki adam îslam’ın en azılı düşmanlarıydı ve eğer serbest
bırakılırlarsa hemen eski kötü faaliyetlerine başlayacaklardı. Çünkü bu
ahmakları, Bedir’de sayıca az olan müslümanlann zafer
kazanması bile
düşünceye sevketmezdi. Peygamber Cs.a.v )’-in gözü sürekli onların üstündeydi;
fakat iki adamın da kalbinde bir değişiklik görünmüyordu. Yolculuk sırasında,
onların yaşamasının Allah’ın isteğine aykırı olduğu düşüncesi Peygamber’de
belirdi. Konakladıkları bir yerde, Nadr’-m öldürülmesini emretti. Onun başını
Hz. Ali kesti. Bir diğer konak yerinde de Ukbe, Evs’li bir adamın elinden aynı
akıbete uğradı. Peygamber (s a.v.) Medine’ye yayan üç gün uzaktaki bir konak
yerinde geri kalan esir ve ganimetleri paylaştırdı. Savaşta rol alan her adama
eşit bir pay verdi.
O zamana kadar Zeyd ve
Abdullah îbn Revana (r.) Medine’ye varmıştı ve yahudilerlo münafıklar hariç
herkes bayram sevinci yaşıyordu. Fakat Zeyd getirdiği iyi haberlerin yamsıra,
kötü haberler de alnrtşti: Rukiyye olmuştu, Osman ve Üsame onu gömmüşler ve
henüz yeni donuyorlardı. Zeyd, Afra’ya iki oğlunun da -Avf ve Muavviz- öldürüldüğü
haberini verince, şehrin o bölgesindeki üzüntü daha da fazlalaştı. Şevde, iki
evdeki matemi de teselli et mek için kendi eviyle ‘Afra’nın evi arasında mekik
dokuyordu. Afra için üzüntünün yanında sevinç de vardı çünkü oğulları
kahramanca çarpışmışlar ve şereflice ölmüşlerdi. Zeyd, Rubayyi’ye de sarnıçta
su içerken boynundan okla vurulan oğlu Harise, tbn Surâka’nm da ölüm haberini
vermek zorundaydı. Birkaç gün sonra Peygamber (s a.v } Medine’ye gelir-gelmez,
Rubayyi hemen ona gitti ve oğlunu sordu. Çünkü oğlu savaş başlamadan, îslam
için bir ok bile atmaya fırsat bulamadan öldürülmüştü. «Ey Allah’ın Rasulü,»
dedi Rubayyi, «Bana Harıse’nin Cennet’te olduğunu söylemeyecek misin? Eğer
cennette olduğunu söylersen bu kaybı sabırla karşılayayım, eğer cennette değilse
ağlayarak ona yas tutayım». Peygamber (s.a.v.) bu tür sorulara her zaman genel
cevaplar verir O çoğu kez «Ameller niyetlere göredir»[7]
deyip, amacım yerine getirmese bile bir mü’minin, Allah için niyet ederse
mükâfatını alacağını belirtmiştir. Fakat bu kez kadına özel bir cevap verdi:
«Ey Harise’nin annesi, cennette birçok bahçeler vardır. Senin oğlun ise
onların en yükseğinde, Firdevs1-tedir.»[8].
[1] B. LXIV, 10. I. I. 444
[3] Bu terim Arapça’da anlamlıdır, fakat Türkçe’ye
çevrildiğinde anlamını yitiriyor. Yaklaşık olarak: «Ey Allah’ın zafer verdikleri,
öldürün!» anlamına gelir.
[4] 11.1. 448-9.
[5] I. I. 454
[7] B. i. ı. 220