Hz. Muhammedin Hayatı

Hayber’den Sonra Hz. Muhammedin Hayatı

 

71.   HAYBER’DEN SONRA

 

Hayber’in fethinden
sonra biri Ali (r.), diğeri Ebu Be­kir (r.) yönetimindeki nisbeten küçük iki
ordu, Yemen’e giden yolu kapatan iki düşman Havazin kabilesi üzerine yürüdü.
Hayber’den sonra düzenlenmiş küçük çapta top­lam altı seferden ikisi bı alardı.
Diğer ikisi doğuda ve ku­zeydeki Gatafan kabileljri, geri kalan iki sefer de
şimdi Peygamber’e ait olan Fedek Oyası’na yakın bir yerde yer­leşik olan Beni
Mürre üzerine yapıldı. Fedek yahudileri Medine’den, bedevilere karşı yardım ve
koruma istemiş­lerdi. Bu çapulcuların sayısı Medine’de tam tahmin edile­mediği
için otuz kişilik bir grup gönderildi. Fakat düşman umulandan fazla idi ve otuz
kişinin hemen hemen hepsi öldürüldü. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.)
gecikmeksi­zin ikiyüz kişilik bir ordu gönderdi. Düşman çok adam kaybederek
kaçmalr zorunda kaldı. Develerin ve koyunla­rın yanısıra birkaç da esir ele
geçirildi. Onyedi yaşında olan Üsame (r.) de bu sefere katılmıştı. Hendek’te de
or­duyla birlikteydi, fakat bu onun tam anlamıyla ilk seferi oluyordu. Çarpışma
sıracında Mürre’li bir adam onun çok genç oluşuyla alay etti. Ona haddini
bildirmeye kararlı olan Üsame, daha önceden hep birlikte savaş yerinde kal­ma
emri verilmiş olmasına rağmen, adamı çölün içlerine kadar izledi. Sonunda onu
yakalayıp yaraladı. Bunun üze­rine Mürre’li Lailahe iiallah (Allah’tan başka
ilah yoktur) diye bağırdı. Fakat adam şehadet getirmesine rağmen Üsa­me onu
öldürdü.

Seferin lideri Galib
İbn Abdullah[1] idi, çarpışma bittik­ten
sonra liderin ilk sorusu «üsame nerede?» oldu, O ve bütün ordu Resulullah
(s.a.v.) ‘m Zeyd’in oğlunu ne kadar çok sevdiğini biliyordu. Bu nedenle zafere
rağmen ordu çok üzüntülüydü. Üsame (r.) hava karardıktan bir saat sonra geldi.
Galib ona sert bir şekilde çıkıştı. «Benimle alay eden bir adamı kovalıyordum»
dedi genç, «tam onu yaka­layıp yaraladığımda da La ilahe illallah dedi.» Galib:
«Sen de bunun üzerine kılıcını kınına koydun değil mi?» dedi. -Hayır, dedi
Üsame CrJ, ancak ona ölüm şerbetini içirdikten sonra koydum». Bunun üzerine
bütün kamptakiler onu kötüleyen laflar söylediler. Üsame (r.) utanç içinde başı­nı
elleri arasına aldı. Eve dönerken hiçbir’ şey yiyecek gü­cü de kendinde
bulamadı. Mü’min bir adamın kâfiri tam öldüreceği sırada Müslüman olduğunu
açıklaması ile ilgi­li meydana gelen birkaç olay nedeniyle nazil olan âyetleri
yaşlılar iyi biliyorlardı. Bu olaylardan birinde silahlan ve zırhı ganimet
olarak almak isteyen mü’min, «Sen bir mü’­min değilsin’» deyip karşısındakini
öldürmüştü. Üsame (r.)’ nin durumunda dürtü ganimet değil şeref idi, fakat pren­sip
aynıydı. Bu konuda inen   vahy şöyle
diyordu:

«Ey iman edenler,
Allah yolunda adım attığınız (savaşa çıktı-ğmtz) zaman, iyice açtkhk kazandırın
ve size (İslâm geleneğine göre) selâm verene, dünya hayatının geçiciliğine
istekli çıkarak: ‘Sen mü’min değilsin’ demeyin. Asıl çok ganimetler, Allah
katındadır. Bundan önce siz de böyle İdiniz; Allah size lütufta bulun­du,
öyleyse iyice açıkltk kazandırın. Şüphesiz Allah, yapmakta ol­duklarınızdan
haberi olandır» (Nisa: 94),

Medine’ye vanr-varmaz
Üsame (r.) doğruca Peygam­ber (s.a.v.)’e gitti. Onu sevinçle kucakladıktan
sonra Pey­gamber fs.a.vj: Sana seferi anlat» dedi. Bunun üzerine Üsame yola
çıkışlarından başlayıp, û adamı öldürdüğü za­mana kadar tüm olanları anlattı.
Tam o olayı anlattığı sirada Peygamber (s.a.v.): «Ey Üsöme, O Lailahe illallah
de­diği halde öldürdün mü?» diye sordu.’ Üsame: «Ey Allah’ın Rasulü, o sadece
öldürülmekten kurtulmak için böyle söy­ledi» diye cevap verdi. «Sen de» dedi
Peygamber (s.a.v.), «Onun yalan mı, doğru mu söylediğini anlamak için kalbi­ni
açtan!- Üsame: «Lailaheillallah diyen bir kimseyi daha öldürmeyeceğim» dedi.
Daha sonraları: «O gün İslam’a gir­miş olmayı isterdim» derdi[2].
Çünkü Resulullah (s.a.v.) dine girildiği anda tüm eski günahların
affolunacağını söyle­mişti.

Hayber’den döndükten
sonra Peygamber (s.a.v.) do­kuz ay boyunca Medine’de kaldı. Güneye ve kuzeye
yapı­lan küçük seferlere rağmen bu aylar barış ve zenginlik do­lu aylardı.
Fakat Hicaz’ın bostanından elde edilen, bu zenginlik birçok sorunları da
beraberinde getirmişti.

Ömer, (r.) bir gün
Peygamber (s.a.v.)’in evine geldi ve yaklaştığında Peygamberin (s.a.v.)
huzurunda bağınl-mayacak kadar yüksek sesle bağıran kadın sesleri duydu. Bunun
yanısıra kadınlar bir de Kureyş’liydi, yani Muha­cirlerdendi. Bu da Ömer’in
onların Mekke’li kadınlara na­zaran daha serbest ve kendine güvenen Medine’li
kadın­lardan kötü şeyler öğrendikleri konusundaki görüşünü doğruluyordu.
Hepsinin de bildiği gibi Peygamber (s.a.v.) bir ricayı geri çevirmekten nefret
ederdi. Bu nedenle Pey­gamber (s.a.v.)’den savaşta kendisine beşte bir olarak
dü­şen çeşitli giysileri kendilerine vermesini istiyorlardı. Oda­nın bir
köşesini Örten bir perde vardı. Ömer (r.)’İn içeri girme izni isteyen sesi
duyulur duyulmaz ses tamamen ke­sildi ve kadınlar o kadar hızla perdenin
arkasına saklandı­lar ki Ömer içeri girdiğinde Peygamber (s.a.v.) gülüyordu.
Ömer (r.): «Ey Allah’ın Rasulü, Allah tüm hayatını gülme ile doldursun» dedi.
Peygamber (s.a.v.h «Biraz Önce be­nimle birlikte olan kadınlar, senin sesini
duyunca nasıl da şaşılacak derecede hızla perdenin arkasına gizlendiler» de­di.
«Bu benim değil, senin hakkın,    benden
değil senden korkup saygı duymalılar»’ dedi Ömer. Daha sonra kadın­lara hitap
ederek: «Ey kendilerine düşman olanlar, benden korkuyorsunuz da, Allah’ın
Rasulünden korkmuyor musu­nuz?» dedi. «Evet Öyle» dediler, «Çünkü sen Resulullah
fs. a.vJ’tan daha sert ve kabasın.» Peygamber ts.a.v.): «Bu doğru ey Hattab’zn
oğlu» dedi ve sonra şunları ekledi: «Nefsimi kudret elinde tutana yemin olsun
ki, eğer Şeytan senin belirli bir yoldan gittiğini farketse, mutlaka o yol­dan
başka bir yol seçer.»[3].

Yeni kazanılan servet
ve durumun çok rahatlaması Ümmü Eymen (r.)’i bile bir istekte bulunmaya teşvik
etti. Uzun süreden beri kendinin olduğunu söyleyebileceği bir deveye ihtiyaç
duyuyordu. Bu nedenle Peygamber (s.a.vJ ‘e gidip bir binek istedi. Peygamber
(s.a.v.} ona ciddi ciddi baktı ve «Seni bir devenin yavrusuna bindireceğim»
dedi. Onun yavru deveyi kastettiğini sanarak: «Ey Allah’ın Rasulü, bu bana
uygun değil. Ben bunu istemem» dedi. Pey­gamber (s.a.v.) yine: «Seni bir
devenin yavrusundan başka birşeye bindiremem» [4]dedi.
Bu konuşma Ümmü Eymen (r.)’ İn Peygamber (sa..v.)’in yüzündeki gülümsemeden
onun her devenin mutlaka başka bir devenin yavrusu olduğunu demek istediğini ve
şaka yaptığını anlayana dek sürdü.

Başka bir gün Ömer
(rj, Peygamber (s.a.v.)’i elini yanağına koymuş bir şekilde üzüntülü dururken
gördü. «Ey Ömer,» dedi Peygamber (s.a.v.) «Benden sahip olma­dığım şeyleri
istiyorlar». Hayber’e giderken bu seferin za­ferle sonuçlanacağını ve Medine’ye
zenginlikler getirece­ğini vadederek: «Bu sizin için iyi olmayacak» demişti. Bu
söylediği diğerleri kadar kendi ev halkı için de geçerliydi. O zamana kadar
Peygamber (s.a.v.) ve ailesi’ son derece sade bir hayat sürüyordu. Aişe, (r.)
Hayber’den önce hiç­bir zaman doyuncaya kadar hurma yediğini hatırlamadı­ğını
söylerdi. Bakmakla yükümlü oldukları fakir Muhacir­lerin sayısındaki sürekli
artış, Peygamber  (s.a.v.)   hanımIarın sadece ihtiyaçları olan şeyleri
istemelerine, bazan onu bile istememelerine neden oluyordu. Verilebilecek olan
şeyler dağıtılıyor, verilemeyecek olanlar da satılıp para­sıyla birtakım
ihtiyaçlar karşılanıyordu. Fakat Peygamber (s.a.v.) şimdi hanımlarına hediyeler
verebiliyordu. Bu da birçok problem doğuruyor ve onların daha fazla istemesi­ne
neden oluyordu. Çünkü eşitlik, birine verilen şeyin di­ğerine verilmesini
gerektiriyordu.

Aynı zamanda diğer
yönlerden de onun hoşgörüsünü kötüye kulanıyorlardı. Birgün Ömer Cr.) bir sebep
yüzün­den karısını azarladı, o da karşı cevap verdi. Ömer (r.) onu uyardığında
ise karısı Peygamber (s.a.v.)’in hanımlari bile kocalarına karşı cevap
verdiklerine göre kendisinin neden vermeyeceğini sordu. Kızlarını kastederek
de: «On­lardan biri var ki o, sabahtan akşama kadar utanmak-sızm tüm
kafasındakileri söylüyor» diye ekledi. Buna çok üzülen Ömer Cr.) doğruca
Hafsa’ya gitti. Hafsa annesinin doğru olduğunu belirtti. Ömer, (r.) kızının
kendine olan güvenini sarsmak için: «Sende ne Aişe’nin zerafeti, ne de
Zeyneb’in güzelliği var» dedi. Bunun da bir etki uyandır­madığını görünce: «Siz
Peygamber Cs.a.v.)’i kızdırdığınız­da, Allah’ın sizi kendi gazabından helak
etmeyeceğinden bu kadar emin misiniz?»[5]
sözlerini ekledi. Daha sonra ku­zeni Ümmü Seleme’ye gitti ve: «Tüm
düşüncelerinizi Al­lah’ın Rasulüne söylediğiniz ve ona saygısızca cevap ver­diğiniz
doğru mu?» diye sordu. Ümmü Seleme Cr.) «Allah aşkına sen Allah’ın Easulü İle
hanımları arasına nasıl gi­rersin? Evet, Tanrı’ya andolsun, biz ona
düşüncelerimizi söylüyoruz. Eğer bizim bu söylediklerimizi çekiyorsa bu kendi
bileceği bir şeydir. Eğer bize böyle yapmayı yasaklar­sa biz ona, sana itaatimizden
daha fazla itaat ederiz»[6] de­di.
Ömer (r.) çok ileri gittiğini ve Ümmü Seleme (r.)’nin sitem etmekte haklı
olduğunu anladı. Fakat Peygamber’in (s.a.v,) evinde birşeylerin iyi
gitmediğinde şüphe yoktu.

Son günlerdeki bu
zenginlik beklenmedik bir olayla daha da arttı. Peygamber Cs.a.v.) ‘in
Mukavkıs’a gönderdiği İslâm’a çağrı mektubuna Mukavkıs kaçamak bir cevap
yazmıştı. Fakat cevapla birlikte Mısır kralı yüz ölçek al­tın, yirmi tane iyi
kumaştan elbise, katır, dişi at ve iki kop-tik hristiyan cariye ile birlikte
bir de yaşlı harem ağasın­dan oluşan zengin bir hediye göndermişti. Adlan
Mariye ve Şirin olan kızlar kardeştiler ve ikisi de güzeldi. Fakat Mariye.daha
da güzeldi, Peygamber Cs.a.v.) onun güzelli­ğine hayran oldu. Şirin’i Hassan
îbn Sabit (r.)’e verip Ma-riye’yi, Mescide bitişik odası yapılmadan önce Safiye
(r.)’-nin oturduğu eve yerleştirdi. Gece ve gündüz onu ziyaret ediyordu. Fakat
Peygamber (s.a.v.)’in eşleri o kadar kıs­kançlık gösterdiler ki cariye çok
mutsuz oldu. Bu nedenle Peygamber (s.a.v.) onu Yukarı Medine’de bir eve yerleş­tirdi.
Aişe (r.) ve diğer eşler ilk başta memnun olmuşlardı, fakat bir süre sonra
hiçbir şeyin değişmediğini farkettiler. Çünkü Peygamber (s.a.v.) Mariye CJ’ye
yaptığı ziyaretle­ri azaltmamıştı. Hatta yolun uzaklığı nedeniyle diğer eşle­rinden
daha uzun süreler ayrı kalıyordu.

Onların hepsi
Peygamber’in (s.a.v.) hakkı olan şeyleri —İbrahim’den ve daha öncesinden beri
kabul edilen hak­la, yaptığını biliyorlardı. Safiye fr.) hariç hepsi İbra­him
ile cariyesi Hacer’in birleşmesinden meydana gelen soya mensup değiller miydi?
Musa’ya indirilen Namus da bu hakkı destekliyordu. Kur’an ise açıkça bir
efendinin, kö­lesini, eğer isterse, cariye olarak alabileceğini açıkça bildi­riyordu.
Fakat Peygamber’in Cs.a.v.) eşleri onun çok du­yarlı olduğunu da biliyorlardı,
şimdi ise onun tüm ev ya­şantısı eşlerinin gizlenmemiş reaksiyonlarıyla sürekli
bölü­nüyordu, özellikle Hafsa (r.) o denli ileri gitti ki Peygam­ber fs.a.v.)
sonunda bir daha Mariye’yi görmeyeceğine yemin etti. Bu kez Aişe de Hafsa’nın
suç ortağı idi.

Yeni nazil olan
sûrenin adı, Peygamber (s.a.v.)’in Ma­riye’yi kendisine haram kıldığını belir*
için Tanrım Suresi (Tahrim) idi:

«Ey Peygamber,
eşlerinin hoşnutluğunu isteyerek Allah’ın sci’ na helâl kıldıklarını niçin
haram kılıyorsun?»

Bu şekilde başlayan
sure Peygamber’in yeminini çöz­dükten sonra isimlerini anmayarak Aişe ve
Hafsa’dan bah­sediyordu:

«Eğer sizler
(Peygamberin iki eşi) Allah’a tevbe ederseniz (ne güzel), çünkü kalbleriniz
eğrilik gösterdi. Yok eğer ona karşı birbi­rinize destekçi olmağa
kalkışırsanız, artık Allah, onun mevlastdır, Cibril de ve mü’mirilerin salih
olan(lar) da. Bunların arkasından melekler de onun destekçisidirler.»

Diğer bir âyet tüm
eşlerine hitap ediyordu:

«Belki onun Rabbi,
eğer o sizi boşayacak olursa ona sizin yerinize sizlerden daha hayırlı
Müslüman, mümin, gönülden, itaat eden, tevbe eden, ibadet eden, oruç tutan (ya
da Allah adına hicret edip seyahat eden) dut ve bakire eşler, verir.»

Sûre tarihteki iki
iyi, iki de kötü kadını anlatarak son bulur:

Allah, küfretmekte
olanlara, Nuh’un eşini ve Lut’un eşini ör­nek olarak verdi, ikisi de,
kullarımızdan salih olan İki kulumuzun nikâhları altındaydı; ancak onlara
ihanet ettiler. Bundan dolayı da, onlara (kocaları) kendilerine Allah’tan gelen
hiçbir şeyle yarar sağ­lamadılar, ikisine de: «Ateşe diğer girenlerle birlikte
girin» dene­di.»

«Allah, iman etmekte
olanlara da Firavunun karısını örnek olarak verdi. Hani demişti ki: «Rabbim,
bana kendi katında, cen­nette bir ev yap, beni Firavun’dan ve onun
yaptıklarından kurtar ve beni o zalimler topluluğundan da kurtar.» Imran’ın
kızt Mer­yem’i de. Ki o kendi ırzım korumuştu. Böylece biz de ona kendi
ruhumuzdan üfledik. O da Rabbİnin kelimelerini ve kitaplarım tas­dik etti. O
(Rabbine) gönülden bağlı olanlardandı».

Peygamber (s.a.v.) bu
sûreyi eşlerine okuduktan son­ra, üzerinde düşünmeleri için onlan yalnız
bıraktı ve onların odalarından başka sahip olduğu tek oda olan üstü kapalı bir
sundurmaya çekildi. Tüm Medine’ye onun eşle­rini boşadığı haberleri yayıldı. Bu
haber o gece Ömer (a.) ‘-in kulağına da gitti. Şafakta her zaman olduğu gibi
mes-cid’e gitti. Fakat namazdan sonra Ömer, tam Peygamber (s.a.v.)’e
sesleneceği şurada o köşesine çekildi. Ömer Haf-sa’ya gitti ve onu gözyaşları
içinde buldu. Ona: «Niçin ağ­lıyorsun?» dedi ve cevap vermesine fırsat
bırakmadan «Sa­na bunun böyle olacağını söylememiş iniydim? Allah’ın Rasulü
sizi boşadı mı?» diye sordu. «Bilmiyorum» dedi Haf-sa (r.), «Fakat o orada
sundurmada duruyor.» Sundurma­nın girişi mescidin içindeydi. Ömer (r.) o tarafa
doğru yö­neldi. Minberin etrafında bir grup adam toplanmış oturu­yordu.
Bazıları ağlıyordu. Ömer bir süre onlarla birlikte oturdu. Fakat duyguları
artık dayanamayacak hale gelince, kapısında Pepgamber (s.a.v.)’in siyah
kölesinin bulunduğu sundurmaya giti. Çocuğa: «Ömer için içeri girme izni iste»
dedi. Çocuk içeri girdi ve bir dakika sonra çıkıp: «Ona se­ni söyledik, fakat O
hiç bir şey söylemedi» dedi. Ömer (r.) oturduğu yere geri döndü. Sonra tekrar
gitti ve içeri girme izni istedi, fakat çocuk yine aynı cevabı verdi. Üçüncü
kez de aynı şey oldu; fakat Ömer tam gitmek için geri dönmüştü ki çocuk,
Peygamber’in ona izin verdiğini söyledi. Ömer, içeri girdi ve onu bir hasırın
üstünde yatar buldu. Arkası­na uzandığı hasırın izleri çıkmıştı. Hurma lifi ile
doldurul­muş deri bir yastığa dayanıyordu. Önüne bakıyordu. Ömer (r.) içeri
girdiğinde ona bakmadı. «Ey Allah’ın Rasulü,» de di Ömer «eşlerini boşadm mı?»
Peygamber (s.a.v.) gözle­rini kaldırdı ve Ömer’in gözlerine bakarak. -Hayır,
boşa-madım» dedi. Ömer (r.) tüm yakın evlerden duyulabilecek şekilde Allahü
Ekber dîye bağırdı. Ümmü Seleme daha sonraları şöyle anlatıyor: «Sürekli
ağlıyordum. Birisi bana gelip: «Allah’ın Rasulü sizi boşadı mı?» diye
sorduğunda, ‘vallahi bilmiyorum’ diyordum. Bu durum Ömer, Peygam­ber (s.a.v.)’e
gidinceye kadar devam etti. Hepimiz odaları­mızda İken onun tekbirini duyduk ve
Allah’ın Rasulü (s. a.v.)’nün Amir (r.)’in sorusuna -Hayır» cevabım verdiğini
anladık» Gerçekte herkesin kafasında aynı soru vardı, fakat Ömer, kızı
Resulullahla evli olduğu için bu durumla daha yakından ilgilenmişti.

« Orada ayakta durdum
vp Resulullah’ın ne durumda olduğunu anlamaya çalıştım» dedi Ömer, «Daha sonra:
Biz Kureyş’liler, eskiden eşlerimiz üzerinde hakimdik, fa­kat Medine’ye
geldiğimizde hanımların kocalarına ha­kim olduğu bir toplulukla karşılaştık
dedim.» Ömer bu söz­lerinden sonra Resulullah (s.a.v.)’m önceden Hafsa (r.)’-ya
uyarı amacıyla söylediği şeyleri anlattı. Peygamber (s, a.v.) yine gülümsedi.
Bundan cesaret alan Ömer yere otur­du. Odanın çıplaklığına bir kez daha şaşırdı
yerde bir ha­sır, üç tane de deri yastık vardı; başka hiçbir şey yoktu. Bu
nedenle Peygamber (s.a.v.î’e biraz daha lüks yaşamı­nı önererek Yunan’hları ve
tran’hları Örnek gösterdi. Fa­kat Resulullah (s.a.v.) onun sözünü keserek: «Ey
Hattab’ın oğlu, şüphe mi duyuyorsun? İyi şeyler onlara bu dünya için
verilmiştir» dedi.

Henüz yeni bir aya
girmişlerdi. Peygamber (s.a,v.) bu ay geçene kadar hanımlarından hiç birini
görmek isteme diğini ilân etti. O ay geçince ilk önce Aişe (r.)’nin odasına
gitti. Onu görünce çok şaşıran ve sevinen. Aişe: (r.) «Tam yirmidokuz gece»
dedi. Peygamber (s.a.v.): «Nereden bili­yorsun?» diye sordu O da: «Günleri
sayıyordum nasıl saydım bir bilsen!» dedi. Peygamber (s.a.v.): «Fakat bu ay
yirmidokuz* çekiyordu» dedi. Aişe (r.), ay takvimine göre bir ayın bazen otuz
yerine sadece yirmidokuz çektiğini unutmuştu. Peygamber (s.a.v.) daha sonra ona
kendisine gelen yeni vahiyden ve ona önereceği iki seçenekten bah­setti. Ona bu
meselede danışmak için babasını çağırmak isteyip istemediğini sordu. «Hayır»
dedi Aişe tr.) «Sana karşı bana kimse yardım edemez. Ey Allah’ın Rasulü, ne
olduğunu çabuk söyle.» Peygamber (s,a,v.) «Allah senin Önüne iki seçenek koydu»
dedi ve şu âyeti okudu:

«Ey Peygamber,
eşlerine söyle: ‘Eğer siz dünya hayatını ve onun süstü çekiciliğini
istiyorsanız, gelin sizi yararlandırayım (size boşanma bedelini vereyim) ve
güzel bir salma tarztyla sizi salıve­reyim. Eğer siz Allah’ı ve Rasütü’nü ve
akiret yurdunu istiyorsa­nız .arttk hiç şüphe yok Allah, içinizden güzellikte
bulunanlar için büyük bir ecir (mükâfat) hazırlamıştır.» (Ahzab: 28-29.

Aişe (r.): «Şüphesiz
ben Allah’ı, Rasulü’nü ve ahiret yurdunu istiyorum» dedi. Peygamber (s.a.v.)’in
bütün eş­leri de aynı şeyleri söylediler ve onu seçtiler.

 

 



[1] Kinans kabilesinin Beni Leys kolundan.

[2] W.  725

[3] B.   LXII,
6. 

[4]  I. S   VIII. 163.

 

[5] î. S. VIII, 
131.

[6] I. S. VIII, 137.

 

İlgili Makaleler