Sünnetin Hüküm Kaynağı Olduğunu Gösteren
Deliller:
Sünnetin, Kur’ân-ı Kerim’den sonra, ikinci asli
delil olduğunda görüş birliği vardır. Bu yüzden Hz. Peygamber’e nispeti sabit ve
sahih olan sünnetin gereğine göre amel etmenin vücubu üzerinde bütün bilginler
ittifak etmiştir.
Onlar bu konuda Rasûlüllah (s.a.s)’a itaatı
emreden, onu sevmenin Cenab-ı Hakkı sevmek olduğunu bildiren, ona karşı
gelenlere şiddetli tehditler bildiren âyetlere dayanırlar. Bu âyetlerden bir
kaçı şunlardır:
“Âllah’a itaat edin, Rasûle itaat edin ve
kötülüklerden sakının” (el-Mâide:
5/92).
“Kim Rasûle itaat ederse, Allah’a itaat etmiş
olur” (en-Nisâ’: 4/80).
“Peygamber size ne verdiyse onu alın ve size
neyi yasakladıysa ondan da sakının. Allah’tan korkun. Çünkü Allah’ın azabı
çetindir” (el-Haşr: 59/7).
“De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki
Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah çok bağışlayıcı ve
esirgeyicidir.” (Âlu İmrân: 3/31).
Anlaşmazlıklarda Hz. Peygamber’in hakem yapılıp,
vereceği karara uyulması gerektiği şöyle belirlenir:
“Hayır, Rabbine yemin olsun ki, onlar aralarında
çıkan anlaşmazlıklarda seni hakem yapıp, sonra da senin verdiğin hükme karşı
içlerinde bir burukluk duymadan tam anlamıyla teslim olmadıkça iman etmiş
olmazlar.” (en-Nisâ: 4/65).
Allah’ın hükmü gibi, Hz. Peygamber’in sünnetinin
de bağlayıcı olduğu ve bunlara dayanan bir hükme karşı gelmenin sapıklık
sayıldığı şöyle tespit edilir:
“Allah ve Rasûlü bir işte hüküm verdiği zaman,
artık mü’min bir erkek ve kadının, o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı
yoktur. Kim Allah’a ve Rasûlüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur”
(el-Ahzâb: 33/36).
Rasûlüllah (s.a.s)’in emrine aykırı davranmanın
sonuçlarına bir âyette şöyle yer verilir:
“Bu yüzden onun (Allah Rasûlünün) emrine aykırı
davrananlar, başlarına bir belâ gelmesinden veya kendilerine çok acı bir ozap
isabet etmesinden sakınsınlar”
(en-Nûr: 24/63).
Hz. Peygamber’in hayatında ve vefatından sonra
ashab-ı kiram onun sünnetine uymak gerektiğinde birleşmişlerdir. Sahabe, Allah
elçisinin emir ve yasaklarına uyuyor, helal dediğini helal, haram dediğini haram
olarak kabul ediyordu. Nitekim Muaz b. Cebel (r.a) Yemen’e vali olarak giderken,
orada; Allah’ın kitabı ile hüküm vereceğini, bunda bulamazsa Rasûlünün sünnetine
başvuracağını belirtmiştir. Bunu işiten Hz. Peygamber’in rızasını açıkladığı
nakledilir.[1]
Diğer sahabiler de, herhangi bir mesele hakkında Kur’ân’da bir hüküm
bulamadıkları zaman Hz. Peygamber’in sünnetine başvuruyordu. Hz. Ebû Bekir, bir
olay hakkında bildiği bir hadis yoksa, bunu sahabe topluluğuna arz eder, o
konuda bir hadis bilenin olup olmadığını öğrenmeye çalışırdı. Hz. Ömer’in,
tabiîlerin ve bunları izleyen Tebe-i tâbiîn’in metodu da böyledir.
Kur’ân-ı Kerîm’de, Peygamber (s.a.s)’in
Allah’tan vahiy alarak konuştuğu belirtilir.
“O, kendiliğinden konuşmamaktadır. O’nun
konuşması ancak indirilen bir vahiy iledir”
(en-Necm: 53/3, 4).
“Sana Allah’ın bol nimet ve rahmeti olmasaydı,
onlardan bir takımı seni saptırmaya çalışırdı. Halbuki onlar, kendilerinden
başkasını saptıramazlar, sana da bir zarar veremezler. Allah sana Kitap ve
Hikmeti indirmiş ve bilmediğini öğretmiştir. Allah’ın sana olan nimeti
büyüktür.” (en-Nisâ’: 4/113).
Diğer yandan Kur’ân âyetleri, Hz. Peygamber’e
iman edilmesini açıkça bildirir. Şu âyette Allah’a ve Rasûlüne imanın yan yana
zikredildiği görülür:
“Âllah’a ve okuyup yazması olmayan (ümmî)
Peygamber’e iman edin; o Peygamber de Allah’a ve O’nun sözlerine iman etmiştir
ve ona uyun ki hidayete eresiniz.”
(el-A’râf: 7/158).
Başka bir âyette de şöyle buyurulur:
“Âllah ve peygamberine iman eden mü’minler
peygamberlerle birlikte bir işe karar vermek için toplandıklarında, ondan izin
almaksızın gitmezler.” (en-Nûr:
24/62).[2]