Arapça Gramer Kitabı Online Fihrist

İSM-İ MEVSÛL ( اَلْإسْمُ الْمَوْصُولُ ) SILA CÜMLESİ’nin Özellikleri

İSM-İ MEVSÛL ( اَلْإسْمُ الْمَوْصُولُ ) Konusunda Derlenen Bilgiler:

Osmanlıca Lügat: İsm-i mevsûl ( إسم موصوله ) “O şey ki,… ” veya “O kimse ki … ” mânalarının yerine kullanılan ( مَا  مَنْ   اَلَّذِى ) gibi kelimelerdir. İki kelimeyi veya mânayı birbirine birleştiren, mânası kendinden sonra gelen bir cümle ile tamamlanan bir kelimedir.

 

Dilbilgisi Kitaplarından derlenen ( اَلْإسْمُ الْمَوْصُولُ ) İsm-i Mevsûl’ün tanımı ve özellikleri:

 

İsm-i mevsûl  ( الْمَوْصُولُ ), İsm-i mevsûl ve Harf-i mevsûl olmak üzere iki çeşittir. İsm-i meful kalıbında gelen mevsûl’ün lügat anlamları: Erişen, kavuşan, vâsıl olan, birleşmiş, kendine başka şey vâsıl olmuş olan, bitişmiş, vasledilmiş (hakka / doğruya ulaştırılmış), … dir.

 

Lügat tarifinden de görülebileceği gibi mevsûl kelimesinde “Hâl olarak değilde, dâimi olarak isimlenen ve makam sahibi olan” anlamları saklıdır. Bu nedenle sıla cümlesi Ayet-i Kerimeyi dinleyene, sıfatlanmanın veya vasıflanmanın sebeblerini birdirir, haber verir, uyarır, müjdeler, ikaz eder, tehdit eder…..vb. 

 

Örnek  25/63 ( … وَعِبَادُ الرَّحْمَنِ الَّذِينَ ) “Rahmân’ın kulları o kimseler ki ….” Ayet-i Kerimedeki “Rahmân’ın kulları” mânevi izâfeti ( لِ ) mânası olduğu için,  “Rahmân’nın dediklerini, sadece Rahmân için yaparak KUL kelimesiyle isimlenmiş ve makam sahibi olan kimseler ki …” anlamı saklıdır.

 

İsm-i mevsûl  marife isimdir ve onun vasıtası ile bir haber verilir. İki basit cümleden, mürekkeb bir cümle kurar. İsm-i mevsûl’ün mânası, kendisinden sonra gelen cümle ile açıklanır ve bu yan cümleye Sıla veya Sıla Cümlesi denir. 

 

Örnek  2/121 ( … الَّذِينَ ءَاتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَتْلُونَهُ حَقَّ تِلَاوَتِهِ ) “Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler, onu gereği gibi tilâvet ederek okurlar. …” Ayeti kerimesindeki ismi mevsul, Kur’an-ı Kerimi TİLÂVET’le OKUYANLARIN makamıdır Okuduğuna tâbi olmayanlar / olamayanlar ise, Ayeti Kerimenin muhatabı değildir. Çünkü “Tilavet” masdarı “okuduğuna tâbi olmak” demektir. Okuduğuna tâbi olmayan ise, onu (doğru olduğunu bildiği şeyi) örtmüş, gizlemiş demektir. 

 

 

 

SILA CÜMLESİnin Özellikleri :

 

(1) Sıla, cümle-i haberiyedir veya haber cümlesi mânasında olan lafızlardır. Yani isim cümlesi veya fiil cümlesi veya şibh-i cümle veya ismi fâil veya ismi mef’ul olarak gelen bir yan cümledir ve i’râbı yoktur. Kur’an-ı Kerimdeki sıla cümleleri dinleyenlere, kendisine ait sıfatı veya vasfı yaşadığı bir hadise ile sadece kendisine gizlice açıkladığı için i’râbı yoktur. İstek (Talep-inşâ) anlamı ifade eden fiillerden sıla cümlesi olmaz.

 

(2) Sıla cümlesinde; ism-i mevsûlü hazfetmek câiz değildir, ancak anlaşılacak durumda ise hazfedilebilir (Bakınız: 14.2’deki sebeb olabilir).

 

(3) Sıla cümlesi tercüme edilirken ism-i mevsûle: -en, -an, -dığı, -cek, -cak, -eceği, -cağı, -ki, bulunan, olan, … eklerini alarak bağlanır.

 

(4) Sıla cümlesi olan fiil, mazi de olsa veya muzari de olsa bu ekler fiilin sonuna bitişir. Ancak fiil mazi ise; -en / -miş olan ekleriyle de ifâde edilebilir. Fiil muzari ise; -er olan, -yor olan, -cek olan, -mekte olan ekleriyle de ifâde edilebilir.

 

(5) Sıla cümlesi, ism-i mevsûlün önüne geçemez.

 

(6) İsm-i mevsûl ile Sıla arasına nidâ, yemîn, i’tirâziyye cümlesi (Duâ cümlesi de bir i’tirâziyye cümlesidir) girebilir.

 

(7) Elif-nun, sıla’nın başına geldiğinde ( إِنَّ ) okunur.

 

(8) Sıla cümlesi  İhbâri Cümledir.  Tercüme edilirken aşağıdaki kâideler uygulanır (AÇIKLAMA: Arabça’da cümleler, kesin mâna ifâde etme ve etmeme bakımından ikiye ayrılır. İhbâri Cümle mânası gerçekleşmiş veya gerçekleşmesi mümkün olan; fiil cümlesi, isim cümlesi ve şibh-i cümlesidir. İnşâî Cümle mânası gerçekleşmemiş veya gerçekleşmesi şüpheli olan; emir cümlesi, nehy cümlesi, temennî cümlesi ve taaccüb cümlesidir.) ;

 

(9) Sıla cümlesi bir fiil cümlesi ise, ism-i mevsûl -en kimse, -in kimse,  anlamı ile sıla cümlesine bağlanır.

Örnek: 1/7 ( صِرَاطَ الَّذِينَ أَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ غَيْرِ الْمَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ وَلَا الضَّالِّينَ ) “Kendilerine nimet verdiğin kimselerin yoluna (eriştir) -gazaba uğrayan ve sapıtanların değil.” Burada “inandım, şâhidim, şâhid oldum, şüphesiz olarak bildim” gibi anlamları saklar.

 

Ayet-i Kerimesindeki  ( …  أَنْعَمْتَ … “nimet verdiğin” ) sıla cümlesi bir fiil cümlesidir ve ( … الَّذِينَ  … “kimselerin”) ism-i mevsûl 

 

(10) Sıla cümlesi bir isim cümlesi ise, ism-i mevsûl  -na, -nı, -an, anlamı ile bağlanır. Örnek 2/61 ( … بِالَّذِي هُوَ خَيْرٌ … ) “… daha iyi olan ile”

 

(11) Sıla cümlesi bir şibh-i cümle (zarf) ise, ism-i mevsûl -ki, bulunan şey, olan şey anlamı ile sıla cümlesine bağlanır. 

 

Örnek: 16/90 Ayet-i Kerime’sindeki sıla cümlesi ( … مَا عِنْدَكُمْ يَنْفَدُ  ) şibh-i cümledir ve ism-i mevsûl ( … مَا … ) “Sizin yanınızdaki şeyler tükenir …” anlamı ile sıla cümlesine bağlanır.  ( … عِنْدَ … ) Zaman zarfıdır ve ( … كُمْ … )  Âid zamiri dir.

 

(12) Sıla cümlesi bir şibh-i cümle (harfi cerli isim) ise, ism-i mevsûl -ki, bulunan şey, -olan şey anlamı ile sıla cümlesine bağlanır

 

Örnek: 3/154’de  ( وَلِيَبْتَلِيَ اللَّهُ مَا فِي صُدُورِكُمْ وَلِيُمَحِّصَ مَا فِي قُلُوبِكُمْ وَاللَّهُ عَلِيمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ … ) “… Ellah sizi ibtilâ etti – sadırlarınızda olan şeylerden dolayı ve kalblerinizdeki niyetlerinizi temizlemek için yaptı – Ellah sadırlarda olanı çok iyi bilendir.”

 

Ayet-i Kerime’sindeki sıla cümlesi ( … مَا فِي صُدُورِكُمْ … ) şibh-i cümledir ve ism-i mevsûl ( … مَا … )  “.. sadırlarınızda olan şeyler ..” anlamı ile sıla cümlesine bağlanır. ( …  فِي صُدُورِ … ) harficerli ismi “sadırda oluşan” anlamındadır. ( … كُمْ … )  Âid zamiri dir. Buradaki sıla cümlesi, Ellah Teala’nın ibtilâ etme sebebini açıklar.

 

(13) Sıla cümlesi bazen şart cümlesi de olur, İsm-i mevsûller mübtedâ veya ( إِنَّ  ve benzerleri gibi) nevâsıhtan birinin ismi olunca, umûmiyetle şart ifâde eder. Örnek Ayet-i Kerime : …. ( ? )

 

Örnek: ( إِنَّ مَنْ يَجْتَهِدُ يَنْجَحُ ) ” Muhakkak çalışan başarır” cümlesindeki ( مَنْ ) ism-i mevsûldür ve ( إِنَّ ) nin ismidir. ( يَجْتَهِدُ ) lafzı da sılasıdır. ( يَنْجَحُ ) ise, haberdir. Bu cümlenin başında ( إِنَّ ) olmasaydı, ( مَنْ ) iki fiil-i muzariyi cezmeden şart ismi olacaktı ve iki muzari fiili cezm edecekti.

 

(14) Sıla cümlesinde; Âid zamir denilen, ism-i mevsûl’e âid olan, sıla cümlesini ism-i mevsûle (bâriz, müstetir veya hazfedilmiş (mahzûf) olarak) bağlayan ve ism-i mevsûlle aynı sıgada olan bir zamir bulunur. Âid zamirine ( الرَّاجِعُ ) de denir.

 

(14.1) Âid zamiri umûmiyetle gâib muttasıl veya munfasıl zamirden olur. Bazan munfasıl muhâtab zamirinden de olabilir. 

 

(14.2) Nekre bir kelimeden sonra ism-i mevsul kullanılmaz fakat Âid zamiri ile birlikte varmış gibi tercüme edilir.

 

Örnek: ( قَدْ جَاءَ رَسُولٌ ( مِنْكُمْ ) دَعَانَا إِلَى الْإِسْلاَمِ ) “(sizin içinizden) Bizi islâma çağıran bir peygamber geldi”

 

(14.3) Cümlenin başına geldiklerinde soru işâreti olan ( مَا  مَنْ ), Ayet-i Kerimedeki yerine göre çoğul mânasını taşıyan ism-i mevsûl olur.

 

Örnek: 16/90 ( مَا عِنْدَكُمْ يَنْفَدُ وَمَا عِنْدَ اللَّهِ بَاقٍ وَلَنَجْزِيَنَّ الَّذِينَ صَبَرُوا أَجْرَهُمْ بِأَحْسَنِ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ ) “Sizin yanınızdaki şeyler tükenir – Ellah katında olanlar bâkidir – Sabredenleri mutlaka mükafaatlandıracağız – onları daha güzel bir ecirle – yaptıkları şeye karşılık olarak.”

 

(14.4) Bâriz (Açık)  Âid zamir e örnek-1: ( يُحِبُّ الْإِنْسَانُ الَّذِى هُوَ مُحْسِنٌ ) “İyilik eden insan sevilir.” Bir yan cümle olan ( هُوَ مُحْسِنٌ ) sıla cümlesindeki ( هُوَ )  Âid zamir dir.

 

(14.5) Müstetir (Gizli)  Âid zamir : İsm-i mevsûlden sonra gelen fiilin muttasıl zamiri, aynı zamanda Âid zamir dir:

Örnek 2/25 ( هَذَا الَّذِي رُزِقْنَا مِنْ قَبْلُ  ) “… Bu daha önce rızıklandığımız şeydir derler …”  Ayeti Kerimesindeki ismi mevsulden sonra gelen (  رُزِقْنَا   ) fiilinin muttasıl zamiri, aynı zamanda âid zamiridir.

 

(14.6) Hazfedilmiş (Mahzûf)  Âid zamiri aşağıdaki dört durumda hazfedilir: 

 

Birinci durum: Âid zamiri müteaddi fiilin mefulü ise hazfedilir. Örnek: 96/5 ( عَلَّمَ الْإِنْسَانَ مَا لَمْ يَعْلَمْ ) “İnsana bilmediği şeyleri öğretti” Ayet-i Kerimesinde ( لَمْ يَعْلَمْ … ) olan sıla cümlesinin kâideye göre ( لَمْ يَعْلَمْهُ ) olması gerekirdi. Ancak sıla cümlesinin fiili müteaddî olduğundan, Âid zamiri hazfedilmiştir. Bu sıla cümlesindeki ( هُ ) âid zamiri mahzûftur. denir.

 

İkinci durum: Âid zamiri uzun bir sıla cümlesinin mübtedası ise hazfedilir. 

 

Üçüncü durum: Âid zamiri müştâk (ism-i fâil, ism-i meful, sıfat-ı müşebbehe .. gibi) ismin muzafun ileyhi olursa hazfedilir. 

 

Dördüncü durum: Âid zamiri harficerli olursa, harficer ile beraber hazfedilir. 

 

(14.7) Âid zamiri açık değilse okuyan onu, ism-i mevsûl türüne göre takdir eder ve Âid zamir; sayı, müzekkerlik ve mühenneslik yönünden ism-i mevsûl’e uygun olur.

 

(14.8) Âid zamiri bazen terk edilebilir. (NOT: 33/69’daki ( … كَالَّذِينَ ءَاذَوْا مُوسَى  … ) sıla cümlesi, bu kâideye uygun bir örnek olabilir mi?)

 

Örnek : 33/69  ( يَاأَيُّهَا الَّذِينَ ءَامَنُوا لَا تَكُونُوا كَالَّذِينَ ءَاذَوْا مُوسَى فَبَرَّأَهُ اللَّهُ مِمَّا قَالُوا وَكَانَ عِنْدَ اللَّهِ وَجِيهًا ) “Ey iman edenler! – Siz de Mûsâ’ya ezâ edenler gibi olmayın – sonra Ellah onu söylenenlerden temizledi – O, Ellah katında mevki sahibi idi.”

 

(14.9) İsm-i mevsûl, kendisinden sonra gelen harficerli bir fiilin mefulü ise, Âid zamirinin de harficerli gelmesi zorunludur.

 

(14.10) اَلَّذِى vasıtası ile haber vermek : Fiil cümlesinin başına getirilen  اَلَّذِى  mef’ülün bih’i, haber yapar (NASB’ı, mahallen REF eder) ve fiilin sonunda da اَلَّذِى  e dönen muttasıl âid zamiri bulunur. 

 

Örnek : 25/63 وَعِبَادُ الرَّحْمَنِ الَّذِينَ يَمْشُونَ عَلَى الْأَرْضِ هَوْنًا “Rahmân’ın kulları yeryüzünde tevazu ile (hevnen) yürürler.” Ayeti kerimesindeki ism-i mevsûl, fiil cümlesinin başına gelerek mef’ulü (mahallen REF ederek), HABER yapar. يَمْشُونَ   fiilinin müstetir zamiri de aynı zamanda Âid zamiri olur. Dolayısıyla, fiil cümlesinin fâili de MÜBTEDÂ olur. Fâilin yürüyüşü, kesbîdir. Mübtedânın yürüyüşü ise, vehbîdir. Aralarındaki yürüyüş farkını ve ( هَوْنًا  ) kelimesinin anlamını sadece  Gavs (k.s) hazretlerinin yürüyüşünü gören bilir. Ayrıca Rahmân’ın kulları, dünya ile ilgili işlerini ( هَوْنًا  ) “Tevazû ile ifâ ederler” anlamı da saklıdır. Çünkü, Gavs (k.s) hazretlerinin bizlere karşı davranışlarını hayranlıkla görmekteyiz

 

 

Her ism-i mevsulden sonra, kendinden önceki kelimeyi açıklayan ve mânasını tamamlayan bir ilgi cümlesi mutlaka bulunur. İsm-i mevsûlün cümlede bir çok görevi vardır, ancak tek başına bir anlamı yoktur ve kendinden sonraki cümleye ek anlam verir. Bu ek anlamlar da kendilerine dönen  Âid zamirlerin cümledeki yerine göre değişir. (Aşağıdaki örneklere uygun Ayet-i Kerimeler bulunup yazılacak ve açıklanacak)

 

İsm-i mevsûle dönen  Âid zamiri meful mevkiinde ise, ism-i mevsûl kendisinden sonraki fiilin sonuna -ğı, -ği, -ğu, -ğü eklerinden birini verir.  Âid zamirinin çoğul olması durumunda bu ekler -leri şekline dönüşür.

 

Örnek : ( قَرَأْتُ الْكِتَابَ الَّذِي اشْتَرَيْتُهُ مِنَ السُّوقِ ) “Çarşıdan satın aldığım kitabı okudum.” Cümlesindeki ( هُ )  Âid zamiri meful mevkiinde olan ism-i mevsûl döner. İsm-i mevsûl ise, meful olan ( الْكِتَابَ )’ın sıfatı olduğu için meful mevkiindedir.

 

Örnek : 1/7 ( صِرَاطَ الَّذِينَ أَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ غَيْرِ الْمَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ وَلَا الضَّالِّينَ ) “Kendilerine nimet verdiğin kimselerin yoluna (eriştir) – gazaba uğrayan ve sapıtanların yoluna değil.” Ayet-i Kerimesindeki ( تَ ) muttasıl fâil zamiri, aynı zamanda  Âid zamiri dir ve meful mevkiinde olan ism-i mevsûl döner. İsm-i mevsûl ise, NASB olan ( صِرَاطَ)’ın sıfatı olduğu için meful mevkiindedir. (NOT : Buradaki ( تَ ) ; hem muttasıl fâil zamiri olarak, hem de  Âid zamiri olarak Ayet-i Kerimeye saklı anlamlar yükler. Çünkü ( صِرَاطَ ) bir bedeldir.)

 

İsm-i mevsûle dönen  Âid zamiri fâil veya nâib-ü fâil mevkiinde ise, o zaman cümlenin sonuna -en, -an eki verilir. Örnek : ( ? )

 

İsm-i mevsûlden sonraki şibh-i cümlenin sıla cümleciği olarak gelmesi halinde, şibh-i cümlenin sonuna -ki eki verilir. Ancak bu türdeki bir sıla cümlesi, isim cümlesi olduğu için haberi takdîren ( مَوْجُودٌ حَاصِلٌ كَائِنٌ ) dir ve gizlidir. Bu nedenle de şibh-i cümlenin sonuna  olan, bulunan eki verilir. Örnek Ayet-i Kerime : ( ? )

 

Örnek : ( ?  مَنِ الَّذِى فِ الْبَيْتِ ) “Evdeki kim ?” Cümlesindeki  Âid zamiri, takdir edilen  ( مَوْجُودٌ ) gizli haberde ( هُوَ هِيَ ) şeklinde gizlidir ve fâil mevkiindedir. Bu nedenle de “Evde bulunan kim ?” diye bir mâna verilebilir.

 

İsm-i mevsûlün bir görevi de, sıla cümlesini temel cümleye bağlamaktır. Şöylede söylenebilir: Temel cümle, mârife olan ism-i mevsûl veya harf-i mevsûl ile birlikte içinde fiil de bulunabilen bir yan cümlecik daha almış ve basit cümleden mürekkeb cümle haline gelmiştir. Bu nedenle de temel cümlenin FÂİL’i, elbirliği ile BİR fâil gibi görev yapar.

 

İsm-i mevsûl, cümlenin unsurlarından biri olabilir. Yani cümlede; fâil, meful, mübteda, haber, sıfat, nevasihtan (inne, kâne ve kardeşlerinden) birinin ismi ve haberi gibi görev yapar. O zaman cümle içindeki yerine göre mahallen merfû, mahallen mansûb, veya mahallen mecrûr olur. 

 

İsm-i mevsûl’ün fâil olma durumuna örnek : Aşağıdaki 39/9’da ( يَسْتَوِي ) muzari fiilinin fâili, ( الَّذِينَ ) dir.

 

( أَمْ مَنْ هُوَ قَانِتٌ ءَانَاءَ اللَّيْلِ سَاجِدًا وَقَائِمًا يَحْذَرُ الْآخِرَةَ وَيَرْجُو رَحْمَةَ رَبِّهِ قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الَّذِينَ يَعْلَمُونَ وَالَّذِينَ لَا يَعْلَمُونَ إِنَّمَا يَتَذَكَّرُ أُولُو الْأَلْبَابِ )

“Amma gece vakitleri kalkıp secdeye kapanan, kıyamda duran, dâima itaatte olan, ahiretten sakınan – ve Rabbinin rahmetini uman, o kimse gibi olur mu? – De ki: Hiç bir olur mu? – bilenlerle – bilmeyenler – bunu ancak akıl sahipleri düşünür.”

 

İsm-i mevsûl’ün meful olma durumuna  örnek : ( اِسْأَلْ مَنْ يَعْرِفُ ) “Bilen kimseye (kimselere) sor” Buradaki ( اِسْأَلْ ) emir fiilinin mefulü ( مَنْ ) dir

 

( ? ) örnek Ayet-i Kerimeyi bul.

 

İsm-i mevsûl’ün mübtedâ olma durumuna örnek : ( اَلَّذِي يَقْرَأُ يَتَعَلَّمُ ) “Okuyan kimse öğrenir” Buradaki ( الَّذِينَ ) mübtedadır ve ( يَتَعَلَّمُ ) haberdir (Bilindiği gibi isim cümlesi, bir isimle başlar ve ism-i mevsûl de bir isimdir. Bu nedenle ( الَّذِينَ ) mübtedadır).

 

( ? ) örnek Ayet-i Kerimeyi bul.

 

İsm-i mevsûl’ün haber olma durumuna örnek :  2/25’deki ( هَذَا ) mübtedâdır ve ( الَّذِي ) de haberdir.

 

( هَذَا الَّذِي رُزِقْنَا مِنْ قَبْلُ  ) “… Bu daha önce rızıklandığımız şeydir derler …” 

 

İsm-i mevsûl’ün sıfat olma durumuna örnek : 83/1-3, hangi fiillerin “mutaffif” sıfatı ile sıfatlanmış bir kişilerce işleneceğini açıklıyor. “Kişilerin fiillerine bakarak, sıfatlarını tesbit edin ve bu ölçüye göre de kendinizde bu sıfatın olup olmadığını tesbit edin” emrini saklı olarak veriyor.

 

83/1 : ( وَيْلٌ لِلْمُطَفِّفِينَ ) “mutaffifîn(olanların) vay haline” ve 83/2 : ( الَّذِينَ إِذَا اكْتَالُوا عَلَى النَّاسِ يَسْتَوْفُونَ ) “onlar ki nâs’a ölçtüklerinde tam alırlar”

ve 83/3 : ( وَإِذَا كَالُوهُمْ أَوْ وَزَنُوهُمْ يُخْسِرُونَ ) “onlara ölçtüklerinde veya tarttıkları zaman eksiltirler.”

( وَيْلٌ ) mübtedâdır. ( لِلْمُطَفِّفِينَ ) haberdir ve ( الَّذِينَ ) haberin sıfatıdır. Sıla cümlesiyle de, bu sıfatin (ism-i fâilin) zuhur şekli açıklanıyor.

 

İsm-i mevsûl’ün nevâsih’in ismi olma durumuna örnek :  ( إِنَّ مَنْ يَقْرَأُ يَتَعَلَّمُ ) “Muhakkak ki okuyan kimse öğrenir.” Cümlenin harekesinden anlaşıldığı gibi ( مَنْ ) şart edatı olmayıp, bir ism-i mevsûldür. Buradaki ( مَنْ ) ism-i mevsûlü, ( إِنَّ )’nin ismidir ve mahallen mansubdur. ( يَقْرَأُ يَتَعَلَّمُ ) ise, ( إِنَّ )’nin haberi olup bir fiil cümlesidir.

 

( ? ) örnek Ayet-i Kerimeyi bul.

 

İsm-i mevsûller; (A) Husûsi ism-i mevsûller, (B) Umûmi ism-i mevsûller ve (C) Diğer ism-i mevsûller olmak üzere üç grubta toplanır. İsm-i mevsûlün mânası mübhemse çoğu defa ( مِنْ ) harficerli bir isimle (hâl ile) açıklanır.

 

(A) Husûsi (Hâss) İsm-i mevsûllerin sığaları aşağıdaki tabloda verildi. Bunlar hem akıl (ilim sahibi olan), hem de gayr-i akıl (ilim sahibi olmayan) için kullanılır: 

 

  اَلْجَمْعُ اَلتَّثْنِيَةُ اَلمُفْرَدُ    
 
اَللَّذِينَ

اَللَّذَانِ    اَللَّذَيْنِ
 
اَلَّذِى
اَلْمُذَكَّرُ  
  ki onlar ki o ki o    
 
اَللَّوَاتِى اَللاَّتِى اَللاَّئِى

اَللَّتَانِ    اَللَّتَيْنِ

اَلَّتِى
اَلْمُؤَنَّثُ  

 

Husûsi (Hâss) İsm-i mevsûller hakkında; (1) Müfred ile cemî’si mebnî’dir (2) Tesniyesi, mu’rab’dır. (3) Tesniyenin REF hâlinin alâmeti elif ve NASB ve CER hâlinin alâmeti ye dir (Tesniye ismin i’râb alâmetleri gibidir). (4) İki müfred ve cemî müzekker sığalarda, harf-i tarif’den sonra bir adet LÂM vardır. Diğer sığalarda ise, iki adet LÂM vardır. (5) Gayr-i akıl (hayvan ve eşya, ilim sahibi olmayan)’nın cemî’si için ( اَلَّتِى ) kullanılır. (6) Müennes cemîdeki sıgalar, hem merfu hem de mansub-mecrur durumunda kullanılabilir. (7) Cümlede iki çeşit görevleri vardır. Bunlar:

 

a) Hâss ism-i mevsûlü, marife isimden sonra geldiği takdirde, o marife ismin sıfatı olur. Örnek: ( ? )

 

b) Hâss ism-i mevsûlü, fiilden sonra geldiği takdirde, o fiilin fâili (isim) olup, mahallen merfû’dur. Örnek: ( ? )

 

(B) Umûmi (Müşterek) İsm-i mevsûller  ( مَنْ  ki o kimse) ve ( مَا  ki o şey) ve (  أَىّ ٌ  ki o kimse, ki o şey, herhangi, hangi) dir. Özellikleri: (1) Müzekker, müennes, müfred, tesniye ve cemî sıgaları yoktur. (2) Hangi şahıs için kullanıldığı  Âid zamirinden anlaşılır. (3) Cümlede bir çeşit görevi vardır ve sıfat olmazlar.

 

( مَنْ  ki o kimse) mebnî’dir ve hem müzekker, hem de müennes olan akıllı varlıklar (insanlar, ilim sahibi olanlar … ) için kullanılır. Ancak şu üç durumda, gayr-ı âkil (hayvan ve eşya, ilim sahibi olmayan) için de kullanılır. 

 

Durum-1: ( مَنْ  ki o kimse) akıllının yerini tutan bir gayr-ı âkil için kullanıldığında:

 

Örnek : 46/5’de ( وَمَنْ أَضَلُّ مِمَّنْ يَدْعُو مِنْ دُونِ اللَّهِ مَنْ لَا يَسْتَجِيبُ لَهُ إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ وَهُمْ عَنْ دُعَائِهِمْ غَافِلُونَ )

 

“O kimseden daha şaşkın kim olabilir? – Ellah’tan başkasına tapandan – kendisine kıyamet gününe kadar cevap vermeyecek olana – onlarsa bunların duâlarından habersizdir.” Ayet-i kerimesindeki ( مَنْ  ki o kimse) ism-i mevsûlü ( اَلْأَصْنَامُ  putlar) yerinde kullanılmıştır. Putlarda akılsız varlıklardır.

 

Durum-2: ( مَنْ  ki o kimse), akıllı ve gayr-ı âkilin karışık olarak bulunduğu durumlarda;

 

Örnek : 24/41’de ( أَلَمْ تَرَ أَنَّ اللَّهَ يُسَبِّحُ لَهُ مَنْ فِي السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضِ وَالطَّيْرُ صَافَّاتٍ كُلٌّ قَدْ عَلِمَ صَلَاتَهُ وَتَسْبِيحَهُ وَاللَّهُ عَلِيمٌ بِمَا يَفْعَلُونَ )

 

“Görmedin mi? – Gerçekten gökte ve yerde olanlar ve sürüler halinde süzülen kuşlar hep Ellah’ı tesbih eder – Hepsi de gerçekten duâyı ve tesbihi bilmiştir – Ellah bütün yaptıklarınızı bilicidir.” Ayet-i Kerimesinde Ellah Teala’yı tesbih edenler içinde, hem akıllılar ve hem de gayr-ı âkil karışık olarak bulunduğu için, ( مَنْ  ki o kimse) ism-i mevsûlü kullanılmış.

 

Durum-3: Akıllı ve gayr-i âkil karışık olarak kullanıldıktan sonra, akıllı ile gayr-i âkil ayrılsalar da, gayr-i âkil için ( مَنْ  ki o kimse) kullanılır. Örnek :  24/45’de

 

( وَاللَّهُ خَلَقَ كُلَّ دَابَّةٍ مِنْ مَاءٍ فَمِنْهُمْ مَنْ يَمْشِي عَلَى بَطْنِهِ وَمِنْهُمْ مَنْ يَمْشِي عَلَى رِجْلَيْنِ وَمِنْهُمْ مَنْ يَمْشِي عَلَى أَرْبَعٍ يَخْلُقُ اللَّهُ مَا يَشَاءُ إِنَّ اللَّهَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ )

 

“ve Ellah her canlıyı sudan yarattı – onların kimisi karnı üzerinde yürüyor – ve kimisi iki ayağı üzerinde yürüyor – ve kimisi dört üzerinde yürüyor – Ellah dilediğini yaratır – şüphesiz Ellah her şeye kadirdir.” Ayeti kerimesindeki ( مَنْ  ki o kimse) ism-i mevsûlü, ( دَابَّةٍ  yaşayan) dan ayrılan gayr-i âkil için kullanılmış.

 

( مَا  ki o şey) mebnî’dir ve gayr-i âkil (hayvan veya eşya) için kullanılır. Örnek: 96/5 ( عَلَّمَ الْإِنْسَانَ مَا لَمْ يَعْلَمْ ) “İnsana bilmediği şeyleri öğretti”

 

Akıllı ile gayr-ı âkil karışık olduğunda ( مَنْ  ki o kimse) yerine ( مَا  ki o şey) kullanılır. Örnek : 59/24 

 

( هُوَ اللَّهُ الْخَالِقُ الْبَارِئُ الْمُصَوِّرُ لَهُ الْأَسْمَاءُ الْحُسْنَى يُسَبِّحُ لَهُ مَا فِي السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضِ وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ )

 

“O Ellah ki – her şeyi yaratandır – yoktan var edendir – her şeye suret verendir – en güzel isimler O’nundur – göklerde ve yerde ne varsa hep O’nu tesbih eder – ve O güçlü ve hikmet sahibidir.”

 

Müşterek ism-i mevsûlü, fiilden sonra geldiği takdirde, o fiilin mefulü (isim) olup, mahallen mansûb’dur. Örnek: ( ? ) bak 96/5 ????

 

(  أَىّ ٌ  ki o kimse, ki o şey, hangi, herhangi) mu’râb’dır, diğer ikisi yerine kullanılır ve müennesi ( أَيَّةٌ ) dir.  Ancak, bunun yerine ( مَنْ ) veya ( مَا ) konabiliyorsa, ism-i mevsuldur. Aksi halde, sonraki isme muzaf olur. Örnek: ( ? )

 

(  أَىّ ٌ  ki o kimse, ki o şey) muayyen bir isim veya zamire muzaf olarak kullanılır. İsimlere muzaf olduğunda, anlamını muzaf olduğu isimden alır. Muzafın ileyhi cümlede yoksa hazfedilmiş kabul edilir. Muzafun ileyhi, cemî isim veya zamir olur. Sılası, muzafun ileyhten sonra gelen kısımdır. Muzafın ileyhi ile beraber mübtedası da hazfedilebilir. Zamire muzaf olup, sıla’sının zamiri olan mübtedası da hazfedilirse, zamme üzere mebnî olur. Zamire muzaf olup, sılasının mübtedası hazfedilmişse, haberi de zarf veya harficerle mecrur olursa, mu’rab olur. Mu’rab olan (  أَىّ ٌ  ki o kimse, ki o şey) ile mebnî olan ( مَنْ  ki o kimse) ve ( مَا  ki o şey) birleştirilerek iki ism-i mevsûl daha yapılır. Bunlar ( أَيُّمَا  her ne ki, her şey ki) ve ( أَيُّمَنْ  her kim ki, her insan ki) dir.

 

(C) Diğer İsm-i mevsûller Harf-i tarif olan ( اَلْ ), İşâret ismi olmayan ( ذَا ) ve Sahiblik anlamı olmayan ( ذوُ ) dur.

 

Harf-i Tarif ( اَلْ ) şâyet : (1) Sıfat olan müştâk isimlerin (ism-i fâil, ism-i meful, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdîl, …. in ) önünde bulunduğu zaman, harf-i tarif olmaktan çıkar ve ( اَلْ ) ism-i mevsûl olur. Müştak isim de şibh-i fiil olur. 

 

(2) İsm-i mevsûl olarak görev yapan ( اَلْ ) dan sonra gelen isim, şemsî harf ile başlıyorsa, şeddesiz okunur. Örnek : 3/78

 

( وَإِنَّ مِنْهُمْ لَفَرِيقًا يَلْوُونَ أَلْسِنَتَهُمْ بِالْكِتَابِ )  “Ehli kitaptan bir fırka vardır ki, kitapta olanı dilleri ile eğer bükerler.” Ayeti kerimesindeki ( أَلْسِنَتَهُمْ ) kelimesinin ilk harfi şemsî bir kelime olmasına rağmen, şeddesiz yazılıdır ve öğle de kıraat edilir. Bu nedenle de cümleye “bildiğiniz o kimse konuşurken, ….. dikkat edin, … aldanmayın” gibi anlamlar yükler

 

(3) İsm-i mevsûl olarak görev yapan  ( اَلْ ) ile gelen kelimenin anlamında “Okuyuşun mânasına mevsûf olanı (Mânevi vucüdlanma ile bilinir hâle geleni veya Mânevi bir cübbe gibi giyileni) seyredip, ibret alın veya örnek alın.” bilgisi saklıdır.

 

Şöyle de söylenebilir : birinci marife mef’ul olan ( أَلْسِنَتَهُمْ ), ikinci harfi cerli mef’ul olan ( بِالْكِتَابِ ) önce geldiği için, ikinci mef’ul sebebiyle mânevi vucudlanma peydah olur. (NOT : “şâyet harfi cerli meful önce gelirse, sonra gelen marife mef’ulde fâile ait gizli bir özelliği dinleyene açıklıyorum, dikkat edin.” bilgisi saklıdır.

 

İşâret ismi olmayan ( ذَا ) :  Soru ismi ( مَنْ  kim ?) ve ( مَا  ne ?)’den sonra ( ذَا ) geldiği zaman, ism-i mevsûl olur, işâret ismi olmaz.

 

Örnekler: ( ? مَاذَا فَعَلْتُ  Yaptığın nedir ? (Ne yaptın ?) ve ( ? مَنْ ذَا ذَهَبَ  Giden kimdir ? (Kim gitti ?) gibi.

 

Bu cümlelerdeki ( ذَا ) lar, ism-i mevsûldür ve mübtedâdır. ( فَعَلْتُ )  ve ( ذَهَبَ )  ise, sıla cümlesidir. ( مَا  ne ?) ve ( مَنْ  kim ?) de mukaddem haberdir.

 

Sahiblik anlamı olmayan ( ذوُ ) yu, ism-i mevsûl olarak sadece Tay kabilesi kullanmıştır. REF, NASB ve CER hâllerine örnekler:

 

Mahallen merfu olarak: ( ذَهَبَ ذوُ جَاءَ  Gelen gitti). Mahallen mansub olarak: ( رَأَيْتُ ذوُ ذَهَبَ  Giden kimseyi gördüm). Mahallen mecrur olarak: ( سَلَّمْتُ عَلَى ذوُ جَاءَ  Gelen kimseye selam verdim)

 

HARF-İ MEVSÛLler: Bunlar harftir. (  أَنْ   أَنَّ   لَوْ  مَا مِمَّا   كَىْ   أ –  هَمْزَةُ التَّسْوِيَةِ   ) Harf-i mevsûllerden sonra gelen cümleye de Sıla Cümlesi denir. İsm-i mevsûlün sıla cümlesinde âid zamiri bulunmasına rağmen, Harf-i mevsûlün sıla cümlesinde âid zamiri bulunmaz. Bu nedenle de Harf-i mevsulün sakladığı bilgiler tesbit edilmelidir. Bir diğer önemli husus da, Harf-i mevsuller aynı zamanda masdar edatı olarak da görev yaparlar. Yani sıla cümlesinin mânasını masdarlaştırır ve ilave saklı anlamlar kazandırırlar ama İsm-i mevsûllerde bu özellik yoktur.

 

 

 

İbn’i Hâcib (r.a)’nin Tarifi ve “Kâfiye” şerhlerin’den derlenenler:

 

( اَلْمَوْصُلُ مَا لاَيَتِمّ ُ جُزْأً إِلاَّ بِصِلَةٍ وَ عَائِدٍ وَ صِلَتُهُ جُمْلَةٌ خَبَرِيَّةٌ وَ الْعَائِدُ ضَمِيرٌ لَهُ وَ صِلَةٌ الْأَلِفَ وَ اللَّامِ اسْمِ فَاعِلٍ أَوْ مَفْعُولٍ )

 

Mevsûl, cümle-i haberiyye veya haber cümlesi mânasında olan sıla ve sıladan mevsûle dönen âid zamiri ile tam bir cüz olan isimdir ve İsm-i Mevsûl (sıla + âid zamiri + mevsûl), ism-i fâil veya ism-i meful ile ilgili bir haberi açık olarak veren mebnî ve mârife isimdir.

 

Sılası, fiil cümlesi ve cümlenin bir unsuru olarak gelen ism-i fâil veya ism-i meful ( اَلْ ) almış ise, buradaki ( اَلْ )’a harf-i mevsûl denir, ( الَّذِي ) veya ( اَلَّتِى ) mânasındadır ve âid zamiri yoktur. 

 

Örnek : 84/25 ( إِلَّا الَّذِينَ ءَامَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَهُمْ أَجْرٌ غَيْرُ مَمْنُونٍ ) “Yalnız iman edip salih amel işleyenler müstesnâ – onlar için tükenmeyen ecir vardır.”

 

Ayet-i Kerime’deki (… وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ …) sıla bir fiil cümlesidir ve (… الصَّالِحَاتِ …) ism-i fâili de ( اَلْ ) almış. Buradaki  bir harf-i mevsûldür ve harf-i tarif değildir. Şöyle de söylenebilir: “Onlar zamirinin tam bir cüzü olan ve (… الصَّالِحَاتِ …)’le ilgili saklı bilgileri yüklenmiş olan; gördüğümüz, bildiğimiz, tanıdığımız ve salih ameller işlediklerine şahidlik edebileceğimiz kimseleri kasdederiz. Bir kişi “Acaba, onlardan mıyım?” ın cevabını ilgili Ayet-i Kerime ve Hadis-i Şeriflerden öğrenebilir ve/veya Rehberinin terbiyesiyle öğrenebilir (Bakınız: Emsile sayfası, ism-i fâil dosyaları).

 

İsim olan ( مَا ) lafzının cümledeki görev çeşitleri; (1) Mevsûledir. (2) İstifâmiyedir. (3) Şartiyyedir. (4) Tam isimdir. (5) Sıfattır. Mevsûl olduğu zaman ise; (a) Bir müfred ile sıfatlanır veya (b) Bir cümle ile sıfatlanır.

 

İsim olan ( مَنْ ) lafzının cümledeki görev çeşitleri ( مَا ) lafzı gibidir. Ancak, “tam isim olma” ve “sıfat olama” durumlarında ( مَا ) gibi değildir.

 

 

İsm-i Mevsûlerdeki Saklı Bilgiler:

 

1) Sıla cümlesinin ; sıfat cümlesi ve hâl cümlesinden farkı mütekellimin, muhatabına verdiği mesajlarda saklıdır. Bu mesajlar, şöyle bir örnekle anlatılabilir : 

 

Sıfat cümlesi: ( رَأَيْتُ الرَّجُلَ يَحْضُرُ ) “Gelen (bir) adam gördüm.” Cümlesinde fetha’lı ( الرَّجُلَ ) mefuldür, göreceli olarak (oradaki başka adamlarla kıyaslayarak) sıfatlanandır ve marifedir. Bu cümleyi kuran kişi, bir durumu yorum yapmadan anlatmaktadır.

 

Hâl cümlesi: ( رَأَيْتُ رَّجُلاً يَحْضُرُ ) “Gelen adamı gördüm.” Cümlesinde üstün tenvin’li ( رَّجُلاً ) hâl sahibidir ve nekre isimdir. Bu cümleyi kuran kişi, gelen adamın, gönderilen (kişi) olduğunu bildiğini ama gelenin, o anda bunu bilmediğini anlatmaktadır.

 

Sıla cümlesi: ( رَأَيْتُ الرَّجُلَ الَّذِي يَحْضُرُ ) “Gelen adamı gördüm.” Cümlesinde mahallen mansub ( الرَّجُلَ الَّذِي يَحْضُرُ ) sıfat tamlamasıdır ve mevsuf mârifedir. Bu cümleyi kuran kişi, hem kendisinin hem de gelenin, gönderilen biri olduğunu o anda bildiklerini anlatmaktadır.

 

Örnek 25/63 … وَعِبَادُ الرَّحْمَنِ الَّذِينَ يَمْشُونَ  “Rahmân’ın kulları … yürürler.” bir sıfat tamlamasıdır ve mevsuf mârifedir. Ayet-i Kerimeyi tilâvet eden bir sofi, Gavs (k.s) hazretlerinin görevlendirilen biri olduğuna tilâveti ile şâhitlik yapar.

 

2) Bu marife ismin fiillerine / izafî sıfatlarına işaret eder ve “Dikkat edin! Bu marife ismin kendine has, öyle bir mânevi fiilleri / sıfatları var ki, bunlara BEN şahitlik ederim. Bunun aksi de, asla olmaz. Sizde şahit olun” ikazı, ism-i mevsul’de saklıdır (Bakınız: İ’rab Sayfası, Sıfat),

 

3) Nekre isim hükmünde olan ( اَلْكِتَابَ الَّذِي ) bir sıfat tamlamasıdır. Geniş zaman içindir. O’nda sıfatlarını bulursun. ( اَلْكِتَابَ ) mevsuf ve ( الَّذِي ) ise, mevsufun sıfatıdır. KAİDE gereği, mevsufun sıfatı ile sıfatlanmış kişiler bu kitabı anlar bilgisi saklıdır.

 

(KAİDE: Sen ancak, sende olan sıfatı görünce tanırsın, sende olmayan sıfatı görsen de, okusan da, duysan da tanıyamazsın). İsim tamlamasında ise, muzaf’dan muzafun ileyhi tanırsın ve geçmiş zaman içindir. Meselâ: ( كِتَابُ الْأُسْتَاذِ ) “kitabtan (görmediğimiz) yazarını tanırız.

 

4) ( لَهُ ) Fiiller için hitaptır. ( اَلَّذِي ) Sıfatlar için hitaptır. ( لِلهِ ) hakikat için hitaptır. (Bakınız: Sebe Suresi, 1.)

 

5) İsm-i mevsul’den sonra gelen cümleye sıla cümlesi denir ve Ellah Teala’nın şahitlik yaptığı fiili / sıfatı açıklar. Bu nedenle de sıla cümlesinin, cümle olarak i’râbı yoktur. Fakat, cümle elemanlarının i’râb’ları vardır.

 

6) Sıla cümlesi, işin tamamlanıp hedefine ulaştığını bildirir. Mesela: Bakara Suresi 3 ve 4’de “müttakî olanların fiillerini kabul ederim ve sıfatlarından Razı olurum.”

 

7) Sıla cümlesi, sebebleri bildirir. Temel cümle ise, sonucu bildirir. Bu nedenle, açıkladıkları okuyana ayna gibidir.

 

8) Sıla cümlesindeki hükümler, her nefis için bir ölçüdür ve bu hükümlerden okuyan sorumludur.

 

9) ( اَلَّذِي ) ism-i mevsulü, amellerin ve emirlerin (işlerin) öğretildiği şekilde yapılmasını gerektirir. Eksiltilerek veya ilave edilerek yapılması; itiraz, inat, kulak arkasına atma, ben’de bilirim, .. gibi mânevi hastalık göstergesidir.

 

10) ( اِنَّ اَلَّذِي ) ifadesi ile başayan cümlede, “Tahkik edin! Şunlar da olacak. Görün ve ibret alın” ikazı saklıdır. Meselâ: Bakara Suresi,6 da “Müttakî olduktan sonra bile, bazıları küfre düşecekler ve hâllerini de ( هُدًى )’e yalan söyleyerek açığa çıkaracaklar. İbret alın ve uyanık olun” anlamı vardır.

 

11) ( مَا ) ism-i mevsulü ise, amellerin ve emirlerin bulunduğu mânevi makamın gerektirdiği şekilde yapmasını gerektirir. “Ebrar’ın hasenâtı (hayırları), mukarrebun’un seyyiatıdır (edeben günahlarıdır)” ifadesi gibi.

 

12) ( مَا ) ism-i mevsulü’nden sonra gelen masdar, düşündürür, tezekkür ve tefekkür ettirir. Meselâ: “Olmasa kibr ile riyâ, sensin ol beytü’l kibriyâ” sözündeki gibi.

 

13) ( مَا ) ism-i mevsulü Bİ harficeri ile birlikte gelirse, “Rehberin kim, amellerinle isbat et, sözlerinle delillendir” anlamı saklıdır ve mutlaka en az bir imtihan yaşarsın. Şâyet, Bİ harficeri ile birlikte gelmiyorsa, “Rehberini de sormam, amellerine de bakmam, imtihana da çekmem” anlamı saklıdır. Örnek 2/2-3-4

İlgili Makaleler