Hz. Muhammedin Hayatı

Hüzün Yılı Hz. Muhammedin Hayatı

 

31.   HÜZÜN
YILI

 

M.S. 610 yılında,
boykotun kaldırılmasından kısa bir süre sonra Peygamber (s.a.v.) büyük bir
kayıpla, kansı Hadice’nin ölümüyle üzüntüye boğuldu. Hadice yaklaşık
altmıs-beş, kendisi ise elli yaşlanndaydı. Yirmi-beş yıl ahenkli ve mutlu bir
evlilik yaşamışlardı. Hadice, Peygam­ber (s.a.v.)’in sadece karısı değil, aynı
zamanda onun en yakın arkadaşı, danışmanı ve Ali ve Zeyd dahil tüm aile­sinin
annesiydi. Dört kızı annelerinin ölümüne çok üzül­müşlerdi. Fakat Peygamber
Cs.a.v.) onları, Cebrail’in bir keresinde gelip, Hadice (r.)’ye Rabbinden selam
getirdi­ğini ve Cennet’te olan bir döşek hazırlandığını bildirdiğini söyleyerek
teselli etti.

Hadice (r.)’nin
ölümünü, aslında daha küçük, fakat dışarıda büyük etkiler uyandıran bir kayıp
daha izledi. Ebu Taîib hastaydı ve ölümünün yakın olduğu durumun­dan belliydi,
ölüm yatağında bir grup Kureyşli lider -Ut-be, Şeybe, Abdu’ş-Şems’ten Ebu
Süfyan, Cumah’tan Ümeyye, Mahzum’dan Ebu Cehil ve diğerleri- Onu ziyaret et­tiler
ve ona şöyle dediler: «Ebu Talib, seninle gurur duy­duğumuzu biliyorsun; şimdi
ise başına bu hastalık geldi ve biz senin için korkuyoruz. Yeğeninle bizim
aramızda ge­çenleri biliyorsun. Onu yanına çağır, bizden ona bir he­diye ver ve
o bizi, biz de onu (rahat bırakalım. Bizi dini­mizle barış halinde bıraksın»
dediler. Bunun üzerine Ebu Talib Peygamber (s.a.v.)’e -halkının soylulpn
seninle anmak istiyorlar» dedi. Peygamber ts.a.v.) : «Peki öyle olsun, bana bir
tek söz verin, tüm Arap ve Iran’lıları yönetimi­niz altına alabileceğiniz bir
söz» dedi. Ebu Cehil: «Baba­nın üzerine yemin ederim ki, bu karşılıklar için
bir değil, on söz veririz» dedi. Peygamber (s.a.v.) : «Allah’tan başka tanrı
yoktur» demelisiniz ve O’ndan başka taptığınız her şeyden vazgeçmelisiniz-
dedi. Ellerini çırptılar ve : «Ey Mu-hammed (s.a.v.), tanrıları bir tek tanrı
mı yapacaksın? Se­nin teklifin gerçekten çok acaip» dediler. Kendi kendile­rine
: «Bu adam istediğimiz hiçbirşeyi bize vermeyecek, o halde kendi yolumuza
gidelim ve Allah onunla bizim ara­mızda hükmünü verinceye dek babalarımızın,
dinine uy­maya devam edelim» dediler.

Onlar gittikten sonra
Ebu Talib, Peygamber (s.a.v.)’e «Ey kardeşimin oğlu, gördüğüm kadarıyla sen
onlardan kö­tü bir şey istemedin» dedi. Bu kelimeler Peygamber (s.a.v.)’in
kalbini, amcasının mûslüman olması isteğiyle doldurdu. «Amca» dedi, «O
kelimeleri söyle ki, Mahşer gü­nünde senin için şefaat edebileyim». Ebu Talib
«Ey kar­deşimin oğlu, eğer Kureyşjilerin bu kelimeleri ölün* kor­kusuyla
söylediğimi zannedeceklerini bilmeşeydim, onları söylerdim. Söylediklerimle
seni de memnun ederdim» de­di, ölüm Ebu Talib’e yaklaştığında, Abbas
dudaklarının kıpırdadığını gördü ve kulağını dudaklarına yaklaştırdı. Kardeşim,
senin ona söylediğin kelimeleri söyledi» dedi. Fakat Peygamber (s.a.v.) : «Ben
duymadım» dedi.

Korunması olmayanların
Mekke’deki durumları gittik­çe kötüleşiyordu. Peygamber Is.a.vJ’e tabi olmadan
önce Ebu Bekir (r.) çok nüfuzlu bir adamdı, fakat Ömer (r.) ve Hamza (r.) gibi
tehlikeli ve hiddetli değildi. Bu yüzden, onun ruhsal gücünü görenlerden
başkasında korku uyan-diırmıyordu. İslâm, onunla Kureyşliler araşma girdiğinde
İse, Mekke’liler arasındaki tüm nüfuzu kayboldu. Fakat bu­na paralel olarak
mü’minler arasındaki nüfuzu arttı. Ebu Bekir, bir çok kişinin mûslüman olmasına
neden olduğu için müşriklerin özel düşmanlığını üzerine çekiyordu. Ha-dıce’nln
üvey kardeşi Nevfel’in oğlu Esved (r.)’in müslüman olmasına da Ebu Bekir neden
olmuştu. Bu yüzden Nevfel, Ebu Bekir ve Talha üzerine bir saldırı düzenledi ve
onlan yaralı bir şekilde yolun ortasına bıraktı. Teym kabilesinden hiç kimse
Esed’lilerin bu saldırısına karşı çık­madı. Bu da müslüman olan iki ileri gelen
adamlarım ken­di kabilelerinden reddettiklerini gösteriyordu.

Bundan daha kötü
olaylara da rastlanılıyordu. Ebu Be­kir’in Bilal’ın eski sahibi ve aralarında
yaşadığı Cumah’m lideri olan Ümeyye ile arası gittikçe kötüleşiyordu. Bu yüz­den
göç etmekten başka seçeneği olmadığım farketti, Pey­gamber (s.a.v.)’den
Habeşisatn’a gitmek için izin istedi ve yola koyuldu. Fakat Kızıl Deniz’e
ulaşmadan önce, Kureyş-lilerin müttefiki olan ve Mekke’den biraz uzakta yaşayan
bir grup kabilenin başkanı olan îbn ed-Duğunne ile kar­şılaştı : Bu bedevi
lider, şimdi gezgin bir münzeviyi andı-ran Ebu Bekir’i zengin ve nüfuzlu olduğu
dönemlerden be­ri tanıyordu. Bu değişikliğin sebebini soran bedeviye Ebu Bekir:
«Halkım bana kötü davrandı ve beni dışarıya sür­dü, şimdi benim tek yapacağım
şey Allah’a ibadet ederek yeryüzünde dolaşmaktır» dedi. «Bunu neden yaptılar?»
de­di îbn ed-Duğunne.. «Sen kabilenin ileri gelen tüccar­larından biriydin,
herkese yardım eder, hakkı korur ve doğruluktan ayrılmazdın. Geri dön, çünkü
sen benim ko­rumam altındasın». Onu Mekke’ye geri götürdü ve toplu­luk önünde;
«Ey Mekke’liler, ben Ebu Kuhafe’nin oğlunu korumam altına alıyorum, ona
iyilikten başka bir şey ya­pılmasına izin vermeyin» dedi. Kureyş’liler onun
koruma sim kabul ettiler ve Ebu Bekir’in emniyette olacağına söz verdiler.
Fakat Beni Cumah’lılar Îbn’ud-Duğunne’ye: «Ona Rabbine duvarlar arasında ibadet
etmesini duyulmadan ve görülmeden namaz kılıp Kur’an okumasını söyle. Çünkü
onun görünüşü çok etkileyici, kadınlarımızı ve oğullarımızı saptırmasından
korkuyoruz», dediler. İbn ed-Duğunne bun­ları Ebu Bekir’e iletti ve Ebu Bekir
belli bir süre evinde namaz kılıp, Kur’an okudu. Bu süre içinde Beni
Cumah’-lılarla ilişkisi düzeldi. Ebu Talıb’den sonra Haşimîlerin ba­sma Ebu
Leheb geçti. Fakat bu Leheb’in yeğenini koruması sadece sözde kalıyordu ve
Peygamber (s.a.v.)’e hiçi zaman olmadığı gibi kötü aavranılıyordu. Birgün evin
önünden, geçen bir adam kapısını açtı ve yemek kabın içinde kokmuş sakatat
(hayvanın yenmeyen bölümleri) ı ti. Bir keresinde de, evinin bahçesinde namaz
kılarken ad mın biri üstüne kan ve pislik dolu bir işkembe attı. Pe gamber
(s.a.v.) onu atmadan önce bir sopanın ucuna ta ti ve kapının önünden: «Ey
Abdu’l-Menaf oğulları, bu biçim bir korumadır?» diye bağırdı. İşkembeyi atanın,
B kiye’nin kocası Osman’ın üvey babası olan Şemsli Ukl olduğunu görmüştü. Eve
döndüğünde kızlarından biri oı hem yıkayarak temizliyor, hem de ağlıyordu.
«Ağlama k üçük kızım» dedi, «Allah babam koruyacak».

Bu olaydan sonra Peygamber
Cs.a.v) Taif’te yasayı  akillilerden
yardım istemeye karar verdi. Bu karar om Mekke’deki durumunun ne kadar kötü
olduğunu göste inektedir. Allah’ın evi ile eşdeğer gördükleri Lat putum
koruyucuları olan Taiflilerden ne beklenebilirdi? Taif de Mekke’de olduğu gibi
istisna kişiler bulunabilirdi, 1 yüzden, Peygamber Cs.a.v.) yeşil itlaklar,
meyve bahçeli ve ekin tarlalarının etrafını çevirdiği Taife giderken üm siz
değildi. Oraya vardığında Sakîf in lideri olan Amr îl Umeyye’nin evine gitti.
Amr îbn Umeyye, Velid’in kem sinin Taifteki eşdeğeri olduğunu söylediği adam ve
*şehrin iki büyük adamı»nuı ikincisiydi. Fakat, Peygamfc (s.a.v.) onlara İslam
ı tebliğ edip, düşmanlarına karşı [1] runma
istediğinde içlerinden biri hemen: «Eğer Allah e ni gönderdiyse, Kâ’be’de asih
olanların hepsini aşağıya i diririm» dedi. Bir diğeri: «Allah senden başka
gönderec adam bulamadı mı?» Üçüncüsü: «Seninle konuşamam! Çünkü eğer sen
söylediğin gibi Allah’ın Rasulü isen, benim hitap edemeyeceğim kadar yücesin;
ve eğer yalancı isen i

ninle İronuşmam uygun
olmaz» dedi. Bunun üzerine Pey­gamber (s.a.v.) belki de Taif’li başkalarını denemek
üze­re onlardan ayrıldı. O ayrılır ayrılmaz Sakîf’liler çocukla­rını ve
kölelerini onun üzerine saldılar ve onunla alay edip bağırdılar. O denli büyük
bir kalabalık toplandı ki Pey­gamber (s.a.v.) özel bir bahçeye sığınmak zorunda
kaldı. O, içeri girdikten sonra kalabalık dağılmaya başladı, de­vesini bir
hurma ağacına bağlayarak bir asmanın gölge­sine sığındı.

Kendini güvenlik ve
banş içinde hissedince şöyle dua etti: «Allah’ım insanlar karşısındaki
zayıflığımı, güçsüzlü­ğümü ve çaresizliğimi sana söylüyorum. Ey Merhametlile­rin
en merhametlisi, sen zayıfların Rabbisin. Ve sen benim Rabbimsin. Beni kimin
ellerine emanet ediyorsun? Bana kötü davranan yabancı birinin ellerine mi?
Yoksa bana karşı silahlandırdığın bir düşmana mı? Buna aldırmam, yeter ki senin
gazabın olmasın. Fakat senin yardımın be­nim için daha geniş ve daha rahattır!
Tüm karanlıkları aydınlatan ve bu dünyayı da ahireti de düzene sokan Nu­runa
sığınıyorum. Yeter ki senin kızgınlık ve gazabın üze­rime olmasın. Dilediğine
yardım etmek senin elindedir. Senden başka güçlü ve kuvvetli yoktur.»[2].

Peygamber’in sığındığı
yer göründüğü gibi boş değil­di. Her Kureyşli zengin olup, Mekke’nin sıcak
günlerinde serinlemek için Taif’ten yeşil bir bahçe satın almak ıster-di.
Peygamber {s.a.v.)’in sığındığı bahçe Sakii’lilerın de­ğil, Şemsli lider Utbe
ile Şeybe’nin malıydı. İkisi de olan­ları görmüş ve Sakif lilerin bir
Kureyşli’ye böyle davran­masına öfkelenmişlerdi. Çünkü Muhammed (s.a.v.) de ken­dileri
gibi Abdu’I-Menaf oğullanndandı. Aralarındaki me­sele henüz kapanmamıştı, onu
son olarak Ebu Talib’in ölümünde görmüşlerdi ve şimdi ne kadar korumasız oldu­ğunu
görüyorlardı. Biraz cömertlik yapıp Hristiyan köle Addâs’ı çağırdılar ve ona:
«Şuradan birkaç salkım üzüm al, tabağa koyup, şu adama ver» diye emrettiler.    Addâs

emredilenleri yaptı.
Peygamber (s.a.v.) üzümden alırken: «Allah’ın adıyla» dedi. Addâs merakla onun
yüzüne baktı ve: «Bu sözler, bu ülke halkının söylediği sözlerden değil» dedi.
Peygamber (s.a.v.) «Nerelisin?» ve «Hangi dinden­sin?» diye sordu. Addas: «Ben
Hristiyanım ve Ninova’lı-yım» dedi. Peygamber (s.a.v.) «Yani doğruluk timsali
Mat-ta’nm oğlu Yunus’un şehrinden» dedi. «Sen Matta’nın og-îu Yunus’u nereden
biliyorsun?» diye sordu Addas. Pey­gamber (s.a.v.): «O benim kardeşimdir, O peygamberdi,
ben de peygamberim» cevabını verdi. Bunun üzerine Ad­dâs onun başını ellerini
ve ayaklarını Öptü.

Bunu görünce iki
kardeş aynı anda birbirlerine bağır­dılar: «Bu köle de fazla oldu! Hemen ona
kapudıU Addâs, Peygamber’den ts.a.v.) aynhp yanlarına gelince: «Yazık­lar olsun
sana Addâs! Net an o adamın başını, ellerini ve ayaklarını öptün?» dediler.
Onlara şu cevabı verdi: «Ey sahibim, dünyada bu adamdan daha değerli bir şey
yok. Bana sadece bir Peygamber (s.a.v.)’in bileceği şeyler söy­ledi.» «Yazıklar
olsun sana Addâs! dediler onun seni ze­hirlemesine izin verme.»

Peygamber (s.a.v.)
Sakîf’lilerden birşey elde edemeye­ceğini anlayınca Taif’ten ayrıldı ve
Mekke’ye doğru yola koyuldu. O gece geç saatte Nahle vadisine ulaştı. Nahle
Mekke ile Taif’in tam ortasındaydı. Tam peygamberliğinin reddedildiğine
inandığı bir anda, çok uzaklardan, Ninova’-dan gelen bir adam onun
Peygamber’liğini kabul etmişti. Nahle’de namaz kılarken, okunan Kur’an’ı duyan
bir grup cin -Nasibin’den gelen yedi cin- yanında Kur’an’ı dinleme­ye
koyuldular. Peygamber (s.a.v.) sadece insanlara gönde­rilmediğini biliyordu.
Kısa bir süre Önce gelen vahiy bunu te’yid ediyordu: «Biz seni alemler içm
yalnızca bir rah­met olarak gönderdik» (Enbiya: 107). Daha önce indirilen
surelerden (Rahman) birinde de hem insanları, hem de cinleri, cennet ve
cehennemle korkutmak için gönderildi­ği bildiriliyordu. Yeni gelen bir âyette
de:

«De ki: «Bana
gerçekten su vahyolundu: «Cinlerden bir grup dinleyip de şöyle demişler: Doğrusu
biz, (büyük) hayranlık uyan­dıran bir Kur’an dinledik. O (Kur’an), gerçeğe ve
doğruya yönel-tip-iletİyor. Bu yüzden de biz ona iman ettik. Bundan böyle
Rab-bİmize hiç kimseyi ortak koşmayacağız» (Çin: 1-2).

Başka bir surede
(Ahkaf: 30-1), de cinlerin nasıl ken­di toplumlarına gidip, Allah’ın Peygamber
(s.&.v.)ine ita­ate çağırdıkları anlatılır.

Peygamber (s.a.v.) iki
gün kadar önce kendisini evin­den ayrılmaya zorlayan şartlara geri dönmek
istemiyordu. Eğer bir koruyucusu olsa görevini daha iyi yerine getirebi­lirdi.
Beni Haşim onu korumuyordu, bu yüzden o da an­nesinin kabilesine sığınmaya
karar verdi. Orada durum biraz anormaldi, çünkü Zühre kabilesinin en etkili ve
ileri gelen adamı aynı kabileden olmayan ve Taif’ten gelen Ahnas îbn Şerik idi.
Uzun süreden beri Zühre’nin mütte­fiki olduğu için, Zühre’liler onu başkanları
olarak kabul ediyorlardı. Peygamber fs.a.v.) ondan yardım istemeye ka­rar
vermişti. Yolu üzerinde, kendinden daha hızlı giden bir atlıya rastladı ve
ondan Ahnas’a şöyle bir mesaj gön­derdi: «Mubammed (s.a.v.) dedi ki: Allah’ın
mesajım insan­lara aktarabilmem için beni koruman altına alır mısın?» Atlı o
denli hızlıydı ki Peygamber ts.a.v.) oraya ulaşma­dan olumsuz cevabı geri
dönerek iletti. Ahnas, sadece bir müttefik olduğunu ve kabilenin, üstüne bir
koruma yük­lemeye hakkı olmadığını bildiriyordu. Mekke’den çok uzak­ta olmayan
Peygamber Cs.a.v.) aynı ricayı Süheyl’e gön­derdi. Onun cevabı da aynı şekilde
ümit kırıcıydı, fakat öne sürdüğü sebebin İslâm’a karşı çıkışıyla ilgisi yoktu,
kabileler arası bir meseleye yol açmak istemiyordu. Mek­ke vadisi içinde onun
kabilesi diğerlerinden uzak bir ko­numdaydı, çünkü Luayy’ın[3] oğlu
Amir’in soyundan geli­yordu. Halbuki diğer bütün kabileler Ka’b’m soyundan
geliyordu. Peygamber (s.a.v.) şehre girmekten vazgeçti ve

ilk vahyin geldiği
Hira mağarasına gitti. Oradan kendisi ne daha yakın olan ve boykotu kaldıran
beş kişiden bir olan Nevfel’in şefi Mut’im’e haber gönderdi. Mutim bunu kabul
etti ve «Bırakın şehre girsin» diye haber gönderdi Ertesi sabah oğulları ve
yeğenleriyle silahlanmış bir şekil­de, Muhammed (s.a.v.)’i Kâ’be’ye götürdü.
Ebu Cehil on­lara, Peygamber (s,a.v.)’in takipçileri mi olduklarını sor­du.
Onlar sadece: «Onu korumamız altına alıyoruz» dedi­ler ve Mahzumlu da: «Sizin
koruduğunuzu biz de koruruz» demekten başka söyleyecek söz bulamadı.

 

 



[1] O, Peygamber’in kuzeni ve Osman’ın annesi olan Erva’r
ikinci kocasıydı. Peygamber’in halası ve Tulayb’ın Rnn. Erva öldükten sonra
kızına, yani Osman’ın annesine de 3 va deniyordu.

 

[2] I.I.28O. J44

[3] Bak. Soy ağacı. 146

 

İlgili Makaleler