Diyanet İslam Ansiklopedisi

DİYANET ANSİKLOPEDİSİ MUHAMMED MADDESİ Hz Muhammed

B) İbadet Hayatı ve Hukuktaki Yeri.

Hz. Peygamber’in, içinde yetiştiği toplumun dinî telakkilerinin merkezinde yer alan çok tanrı inancından ve putlara tapma gibi ritüellerden baştan beri uzak durdu­ğu, peygamberlik öncesinde Kabe’yi ta­zim gibi İslâm’daki ibadet anlayışına pa­ralel dinî davranışlarda bulunduğu bilin­mektedir. Onun vahiy almadan önceki dö­nemde geçmiş peygamberlerden birinin dinine göre amel etmekle yükümlü olup olmadığı meselesi İslâm âlimlerince geniş biçimde tartışılmıştır. Hz. Muhammed’in tâbi değil metbû sayıldığı gerekçesiyle buna olumsuz bakanlara karşılık bazı de­lillerden hareketle ve Âdem. Nûh, İbrahim, Mûsâ, îsâ isimlerini tasrih ederek belirli bir peygamberin dinine uyduğunu ileri sürenler yahut izlediği yolun bütün peygamberlerin dinine uygun olduğunu söyleyenler de vardır. Birçok usulcü ise aklen mümkün görünse de böyle bir mü­kellefiyetin fiilen varlığı konusunda delil bulunmadığı için bir hüküm belirtmenin doğru olmayacağı kanaatindedir. Resû-lullah’ın hayatını inceleme ve değerlen­dirme açısından önem taşıması bir yana, muayyen bir naklî bilgiye değil değişik naslardaki ifadelerin yorumuna dayanan bu görüş ve tartışmaların bizzat Resûl-i Ekrem’in yükümlülüğü açısından pratik sonucunun bulunmadığı genellikle kabul edilir. Bu konunun fıkıh usulündeki asıl önemi ise Kitap ve Sünnet’te anılan, fakat yürürlükte bırakıldığı veya kaldırıldığı bil­dirilmeyen önceki İlâhî dinlere ait hüküm­lerin müslümanlar bakımından da kaynak değeri taşıyıp taşımamasıyla ilgilidir.[517]

Kur’ân-i Kerîm’de kendisine itaatin Al­lah’a itaat etmek gibi olduğu ve Kur’an’ı insanlara açıklamakla görevlendirildiği bildirilen Hz. Muhammed’in [518] teşri” içerikli söz. fiil ve onaylarının kitaptan sonra ikinci ana kay­nak sayılması, ibadetlerin yanı sıra hukukî İlişkiler alanına ait meselelerin hükümle­rini delillerden çıkarma işini üstlenen fı­kıh ilminin bütün İslâm âlimlerince kabul gören temel ilkelerinden biri olduğundan, Resûl-i Ekrem’in hayatının peygamber­lik sonrası dönemi İslâmiyet’teki ibadet ve hukuk ahkâmı bakımından özel bir önem taşır. Usûl-i fıkıhta bu anlamıyla sünnet delili çok geniş biçimde incelen­miştir. Hadislerin rivayetiyle ilgili mese­leler yanında değişik sünnet türlerinden ve özellikle Hz. Peygamberin fiillerinden farklı mânalar çıkarılabilmesi olgusu ve sünnetin kitap delili karşısındaki konu­mu etrafında gelişen metodolojik tartış­malar bu konuda zengin bir literatürün oluşmasına zemin hazırlamıştır. Bu ara­da Resûlullah’ın teşri’ içerikli tasarrufla­rının peygamber sıfatıyla yahut hâkim veya devlet başkanı gibi bir sıfatla işlen­miş olması da bunlara bağlanacak sonuç­lar açısından önemlidir. Doğrudan pey­gamberlikle ilgisi bulunmayan ordu dü­zeni, meyve ağaçlarına aşı yapılması gibi konularda Resûl-i Ekrem’in kendi bilgi ve tecrübesine göre kararlar verdiği hususu genel kabul görmekle birlikte onun şer’î hüküm kapsamına giren meselelerde ic-tihad yoluyla -vahiy almadan- açıklama yapmasının mümkün olup olmadığı hususu tartışılmıştır. Şer’î hüküm ve re’y kavramlarının tanım ve kapsamıyla ilgili görüş farklılıklarının etkisi altında cere­yan eden bu tartışmalarda iki temel yak­laşımdan biri Hz. Peygamber’in ictihad yoluyla bir şey söylemediği, diğeri de bu­nun mümkün olduğu yönündedir. Hatta ikinci grupta yer alan Hanefî usulcüleri-ne göre Resûl-i Ekrem gerektiğinde icti­had etmekle görevlidir ve bu konuda üm­metine örnek teşkil etmiştir. Bununla birlikte onun içtihadı vahyin kontrolünde olmasıyla başkalannınkinden ayrılır; di­ğer bir ifadeyle onun ictihadla ulaştığı so­nuçlar vahiyle düzeltilmemişse isabetin­de tereddüt kalmaz ve vahiyle sabit hü­kümler gibi hüccet kabul edilir.[519]

Hz. Muhammed’in sîreti. ibadet kavra­mının “Allah’ın hoşnutluğunu kazanma çabası içinde olma ve bu maksatla yapı­lan iradî davranışlar” şeklindeki geniş an­lamı esas alınarak incelendiğinde onun bütün yaşantısının bu amaca yönelik ol­duğu görülür. İbadetin “yaratana saygı, sevgi ve itaatin simgesi olan belirli dav­ranış biçimleri” mânası esas alındığında ise onun başta namaz, oruç, zekât ve hac olmak üzere bu kapsama giren ibadet­lerle ilgili söz. uygulama ve davranışları­nın özünü ve amacını Allah’a tam bir tes­limiyetle, içtenlikle, sırf O’nun rızasını gözeterek, vahiyle bildirilenlere sadık kala­rak kulluk yapma ve ruhu arındırma ça­bası içinde olma şeklinde ifade etmek mümkündür. İbadetin şekli konusunda Resûlullah’ın kendisinin örnek alınmasını istemesi [520] dar anlamıyla ibadetin vah­yin sınırları içinde kalması gerektiği husu­sunda bir uyandır. Resûl-i Ekrem cema­atle namazı teşvik etmiş ve ashabına biz­zat imamlık yaparak bu konudaki örnek­lik misyonunu hayatı boyunca sürdür­müştür. Birçok hadisinde genel olarak temizliğin ve manevî arınmanın önemini vurguladığı gibi bazı ibadet şekillerinde beden, elbise ve ibadet mahallinin mad­dî temizliğinin, ayrıca bir çeşit ibadet temizliğinin (hükmî temizlik) şart olduğu­nu bildirmiştir.[521] Hz: Peygamber’in günlük yaşayışını inceleyen eserlerde ibadetlere ilişkin uygulamala­rına da geniş yer verilmiş olup bunların müslümanlar açısından ne anlam ifade ettiğini belirlerken onun İbadet hayatını bir yandan peygamberlik görevinin, öte yandan şükreden bir kul olabilmenin [522] icapları arasında den­geleyerek düzenlediği göz ardı edilme­melidir. Nitekim Hz. Muhammed’in bu alandaki bazı uygulamalarının ümmeti için bir ölçü sayılmadığı veya aynı hükmü taşımadığı naslarda ifade edilmiştir. Me­selâ visal orucu ümmeti için caiz değildir ve ona farz olan teheccüd namazı üm­meti bakımından nafile ibadetlerdendir. Diğer taraftan Resûlullah’ın ibadetlere ve günlük yaşantıya ilişkin uygulamaların­dan bunların dinî bildirim içermekle bir­likte vücûb düzeyinde bağlayıcı olmadığı sonucuna ulaşılanlar teklifi hüküm ter­minolojisinde mendup kavramıyla, Hz. Peygamber’in verdiği önem derecesine göre de sünnet-i müekkede, sünnet-i gayri müekkede, mendup. müstehap gibi kavramlarla ifade edilir. Fakat hacdaki bir kısım uygulamalarında görüldüğü gibi bir ibadetle ilişkili olan bazı fiilleri bir kısım âlimlerce ibadet amaçlı sayılırken bazıla­rı tarafından başka gerekçelerle açıklan­mıştır. Bu arada Resûl-i Ekrem’in teşrîî otoritesi ibadetler kapsamında mütalaa edilen helâl-haram meseleleri açısından değerlendirilirken kendisinin dünya ni­metlerinden haz alan ve buna bağlı ter­cihlerde bulunan bir beşer olduğu da [523] göz ardı edilmemelidir. Bu se­beple usul âlimlerince, onun sırf beşer olarak İşlediği fiillerin yükümlülük ifade eden şer’î hükümlere dayanak kılınama­yacağına, ancak mubahlık hakkında özel delil sayılabileceğine, bütün terklerinden de haramlık sonucunun çıkarılamayaca­ğına dikkat çekilir. Hz. Peygamber’in, sof­radaki yemeğin kızarmış bir keler olduğu­nun açıklanması üzerine yemekten vaz­geçtiğini farkeden ve onun haram mı ol­duğunu soran sahâbîye, “Hayır, bizim yö­rede bulunmaz, hoşuma gitmediği için yemiyorum” cevabını vermesi [524] bu hususu des­teklemektedir. Resûlullah’ın bu alandaki bildirimlerinden ve ümmetine örnek ol­mak üzere yaptığı uygulamalardan çıkan önemli bir sonuç da şudur: İbadet hü­kümlerinde insana gücünün üstünde bir görev yüklenmemesi, kolaylık ve kolay­laştırma temel ilke olmakla birlikte kişi­nin de belirtilen çerçevede kalan yüküm­lülüklerin aşkın bir kaynaktan geldiği, yüksek hakikat ve hikmetler içerdiği inan­cını koruyarak tam bir teslimiyet içinde bulunması ve bunların meşakkatini bir külfet değil yüce varlığa kul olma hazzını tattıran görevlerin tabii uzantısı şeklinde telakki etmesi gerekir. Nitekim Hz. Peygamber, bazı dinî yükümlülükleri ağır bu­lan ve İslâmiyet’e şartlı olarak girmek is­teyen kişilere ve gruplara tâviz vermemiş, sadece onların içinde bulunduğu şartlara göre geçici kolaylıklar sağlamıştı.[525]

Diğer taraftan müslümanların Resûl-i Ekrem’e karşı vecîbeleri kapsamında bazı özel hükümler vardır ki bunların bir kıs­mı onun hayatından sonrası için de yü­rürlüktedir. Meselâ Peygamber’e itaat ve sevgi ilkesi sahâbîleriyle sınırlı olmayıp bütün müminler için geçerli ve önemlidir. Salavat getirerek onun İçin dua edilme­si ve ona olan sevgi ve bağlılığın değişik vesilelerle tazelenmesi emir ve tavsiye edildiği gibi [526] fıkhî hükmü hak­kında mezhepler arasında farklılıklar olsa da- namazların her oturuşunda diğer sâ-lih kullarla birlikte Peygamber’in özel ola­rak selâmlanmasın! içeren Tahiyyat dua­sının okunması [527] ve bazı na­mazların ilk oturuşuyla bütün son oturuş­larda Resûlullah’ın yanı sıra İslâmiyet’in tebliğinde seçkin bir yere sahip olan aile­sine salât okuyarak [528] minnetle anılması na­mazın tâli unsuru sayılmıştır. Bu kapsam­daki hükümlerin bir kısmı ise sadece be­lirli bir süre uygulanmış veya onun yakın çevresindeki müminleri muhatap almış­tır; ancak bunlardan çıkan sonuçlar da bütün müslümanlar için önem taşır. Me­selâ Hz. Peygamber’le özel görüşme yap­mak isteyenlerden hali vakti yerinde olan­ların fakirlere bağışta bulunması emrinin [529] asıl hedefi gerçek­leşince tasadduk hükmünün bir kural ha­linde işletilmesine gerek kalmamıştır. Fa­kat müslümanların böyle bir tecrübe ya­şamaları, geride bir yandan Resûl-i Ek­rem’in nezaketine ve insanları incitme­mek için gösterdiği hassasiyete dikkat çeken, öte yandan imkânı olanların ihti­yaç sahiplerini sürekli gözetme vecîbesi­ne vurgu yapan öze! bir mesaj bırakmış­tır. Resûlullah’ı ziyaret ederken, onun hu-zurundayken ve ona hitap ederken âdâb-ı muaşerete uyma hususunda daha özenli davranılmasını emreden, onu üzecek ha­reketleri yasaklayan ve onu incitmeyi Al­lah’ı incitme gibi niteleyen âyetler de [530] şeklen onun ha­yatıyla sınırlı hükümler içermekle birlikte, bunların bütün müminler için peygam­berlik makamına ve Resûl-i Ekrem’in hâ­tırasına gösterilmesi gereken saygı hususunda dikkatli olunması mesajı taşıdığı açıktır.

İslâm tebliğinin temel ilkelerinden olan tedrîcîlik uyarınca hukukî ilişkiler alanın­daki bozuk yapının ıslahı için önce inanç ve ahlâk temellerinin hazırlanmasına ağır­lık verilmiş, bu alanda toplu bir düzenle­me yapma cihetine gidilmemiştir. Hz. Peygamber’in Medine’ye yerleşirken ora­daki yetkililerin katılımıyla oluşturduğu esas teşkilât içerikli metin, bir yandan dı­şa karşı tek bîr yönetici tarafından tem­sil edilecek siyasî birliği tescil ederken öte yandan müslümanların kendi içinde ba­ğımsız bir sosyal yapı teşkil ettiklerini, do­layısıyla Mekke dönemindekinden farklı olarak hukukî yaptırımları olan kurallar döneminin başladığını gösteriyordu. Gü­nümüze ulaşan bu yazılı belgeden Hz. Muhammed’in, yeni kurulan siyasî birli­ğin başkanı ve içeride farklı gruplar ara­sında çıkabilecek ihtilâfların nihaî yargı mercii olduğu anlaşılmaktadır ve uygula­ma da bu yönde gerçekleşmiştir. Müslü­manlar bakımından yapılacakyeni huku­kî düzenlemelerin vahye dayanması esas olduğundan teşri” erkinin merkezinde Re­sûlullah’ın yer alması tabii idi. Kaldı ki. Hz. Peygamber’in ve onun sağlığında saha­benin ictihad ettiğini kabul edenlere gö­re de, Resûl-i Ekrem’in bu içerikteki İcti-hadî görüşleri doğrudan ilâhî vahiyle ve Peygamber’in muttali olduğu sahabeye ait ictihadlar onun tarafından düzeltil-memişse neticede vahiy kapsamında sa­yılmaktadır. Yargı ve yürütme erklerinin işletilmesi ise Resûlullah’ın bizzat yetki kullanması veya başkalarını yetkilendir­mesi yoluyla gerçekleşmekteydi.

Hz. Peygamber’in hukukî ilişkiler ala­nında tebliğ ettiği ilke ve hükümlerle or­taya koyduğu Örnek uygulamaların ortak hedefi daha çok belli kişi ve grupların menfaatlerini korumaya yarayan, bilgi­sizlikten beslenen, taklide dayalı bozuk yapının değişmesi yönünde bir zihniyet inkılâbı gerçekleştirmek; ilâhî iradeye ay­kırılık taşımamak şartıyla adalet ve mas­lahatın dengelenmesine dayalı bir meş­ruiyet anlayışı tesis etmek; İnsanın insan olmaktan kaynaklanan değerlerini koru­mak: yönetenlerle yönetilenler arasında­ki ilişkilerde hukuku hâkim kılıp keyfîliği önlemek; barışı, zulüm ve zorbalığa karşı tavır koymayı esas alan bir milletlerarası ilişkiler düzeni kurmak şeklinde özetle­nebilir. Eskiye ait her şeyin sökülüp atıl­ması amaçlanmadığından Resûlullah’ın getirdikleriyle İslâm öncesi döneme ait olanlar arasındaki ilişki hep ilga yönünde olmamış, İslâm teşriinin ilkeleriyle çatışmayan, toplumda köklü yer tutmuş ku­ral ve kurumların önemli bir kısmına do­kunulmamış veya değişiklikler yapılarak korunmuştur. Bazı kavâid müelliflerinin İbadetler ve hukukî ilişkiler alanındaki bü­tün sonuçlan kuşatıcı nitelikte kabul et­tiği beş temel prensip, kitabın yanı sıra Hz. Peygamber’in birçok söz ve uygula­masından destek alır. Bunlardan Me-celle’öe, “Bir işten maksat ne ise hüküm ona göredir [531] “Zarar izâle olunur [532] şeklinde ifade edilenler özellikle Resûlullah’ın cevâmiu’l-kelimden (veciz sözler) sayılan, “Ameller ancak niyetlere göredir”  “Za­rar vermek de zarara zararla mukabele etmek de yoktur [533] mealindeki hadislerine dayandırılır. Hakkında özel düzenleme bulunmayan durumlarda örf ve âdetin hakem rolü üstleneceğini belirten, “Âdet muhakkem-dir” kaidesi de [534] yukarı­da temas edilen sosyal gerçekliklerin dik­kate alınması yönündeki teşri” siyaseti­nin özlü bir ifadesidir. Hz. Peygamber’in tebliğ ettiği hükümle­rin ve gerçekleştirmeyi hedeflediği zih­niyet inkılâbının doğru anlaşılabilmesi açısından onun olumsuz bulduğu davra­nışlar hakkındaki sözlerini bizzat kendi­sinin onları yapmama şeklindeki uygula­malarıyla pekiştirmesinin ayrı bir önemi vardır. Meselâ kölelik bir hamlede ve ke­sin biçimde kaldırılmamakla birlikte Kitap ve Sünnet’te bu kurumun tedricen kalk­masını sağlayacak düzenlemelere yer ve­rilmiş, Resûl-i Ekrem de kölelere iyi mua­mele edilmesini, hatta onlara ailenin bir ferdi gibi davranılmasını ısrarla istemiştir.[535] Bizzat kendisinin peygamberlik ön­cesinde hediye edilen köleyi azat etmesi ve daha sonra bu tavrına sahip çıkması, Medine döneminde köle edinme imkân­ları varken bu yola tevessül etmediği gibi hukukî yollarla mülkiyetine geçen köle ve cariyelerini de uzun süre bu statüde tut­mayıp tamamını hayatta iken azat etmesi [536] onun insanın özgür­lüğüne verdiği değer hakkında önemli mesajlar içerir. Yine, evlilikte karşılıklı hak ve ödevlere riayetin önemini belirtmekle birlikte sosyal gerçeklik olarak kadının mağduriyetini dikkate alan Resûl-i Ekrem erkekler hakkında en iyi olmanın ölçütü­nü eşine iyi davranma şeklinde belirlemiş, kendisi de birçok evlilik yapmış olmasına rağmen hiçbir eşine nezaket sınırlarını aşan bir muamelede bulunmamış [537] aile kurumunun kadına değer verilmesi esasına dayalı ol­ması gerektiği hususunda kesin bir tavır ortaya koymuştur. Aynı şekilde öç alma­nın tutku haline geldiği bir toplumda ye­tişmesine, kendisini intikam almaya yö­neltecek şartların bulunmasına rağmen hayatı boyunca kişisel bir öç alma yoluna girmemiş, intikam konusundaki olumsuz bakışını.[538]

İbadetlerde olduğu gibi hukuk alanın­da da Hz. Peygamber’e özgü birtakım hükümler bulunduğu ve naslarda onun konumuna özel atıflar yapıldığı görülür. Kendisine bir imtiyaz tanınmasının söz konusu olmadığı bu hüküm ve atıflarla onun peygamber veya devlet başkanı sı­fatına, dolayısıyla görevinin yüklediği ağır sorumluluğa yahut bu konumunun mü­minler tarafından iyi algılanması gereği­ne dikkat çekmenin amaçlandığı anlaşıl­maktadır. Nitekim torununun zekât hur­malarından bir tane almasına bile müsa­ade etmeyip zekât gelirlerinin kendisine ve ailesine helâi olmadığını belirtirken [539] aynı zamanda yö­netimi kendisine verilen kamu mallarının şahsî serveti olmadığını da anlatmış olu­yordu. Yine zekât dışındaki devlet gelirle­rinden pay alma konusunda yetkisini kul­lanırken asgari geçim şartlarını esas al­mış ganimeti, diğer peygam­berler gibi o da ailesine zikre değer mad­dî bir miras bırakmamıştır. Buna karşılık kamu malına göz dikenlerin yüklendiği ağır vebale dikkat çektiği, aldatma yoluy­la kazanç sağlayanları şiddetle kınadığı [540] bilhassa malî konular­da keyfîliği önleyıp şeffaf yönetim ilkesi­ni titizlikle uyguladığı halde bunu idrak edemeyen ve Resûlullah’ı üzecek tavırlar ortaya koyan kişiler uyarılmış, onun konu­muna ve görevinin bir parçası olan takdir yetkisine saygı gösterilmesi istenmiştir.[541] Dört­ten fazla hanımla evlenmesine izin veril­mesi ve daha sonra eşlerini boşayıp yeni evlilikler yapmasının yasaklanması da [542] Hz. Pey­gamber’e has olup evlilik hayatının büyük bölümünü tek eşli geçirdiği dikkate alın­dığında bunların bazı hikmetlere dayalı istisnaî hükümler olduğu anlaşılır.

Resûlullah’ın asıl görevi ilâhî mesajı tebliğ etme ve açıklama olmakla beraber konumu ve içinde bulunduğu şartlar onun topluma liderlik yapması, dolayısıy­la sadece kendisinin değil ailesinin de ilgi odağı olması sonucunu beraberinde ge­tirmişti. Bu konumun aslî görevin lâyıkıy­la yerine getirilebilmesi açısından taşıdığı önemi ve ilgililerin bu husustaki ağır so­rumluluğunu hatırlatmak üzere Kur’ân-ı Kerîm’de, Peygamber ailesi hakkında top­lumsal refahtan pay alma arzusunu sınır­lamaktan aile üyeleri dışında kalanlarla görüşme usulüne varıncaya kadar bir dizi özel hüküm ve uyarıya yer verilmiştir. Re-sûlullah’ın eşlerinden, ya peygamber ha­nımı olarak kalma yahut dünya nimetle­rinden yararlanan sıradan bir fert olma arasında seçim yapmalarının istenmesi onları bilinçli bir statü tercihine yöneltir­ken bunun şeref yönü ve külfetiyle birlik­te çok özel bir statü olduğu ifade edilmiş­tir.[543] Resûl-i Ek­rem’in müminlere kendilerinden daha ya­kın ve eşlerinin de onların anneleri oldu­ğunu, vefatından sonra Peygamber eş­leriyle evlenmenin ebedî olarak yasaklan­dığını, buna karşılık Hz. Muhammed’in eski evlâtlığı Zeyd’in veya -öz çocukları dışında- hiçbir erkeğin babası olmadığını bildiren âyetler [544] beraber değerlendirildiğinde Resû-lullah ile müslümanlar arasında hukukî sonuçları bulunan bir akrabalık bağının tesis edilmesinin değil onunla müminler arasındaki manevî yakınlık bağının vur­gulanması yanında eşlerine özel bir saygı gösterilmesi gerektiğini zihinlere yerleş­tirmenin hedeflendiği ve bu amaçla da somut bir yasaklık hükmünün konduğu anlaşılmaktadır.

Bibliyografya :

el-Muuatta’, “Akzıye”, 1; Müsned, I, 200, 201; V, 73, 395, 424; Dârimî, “Şalât”, 42; Bu-hârî,”Bed’ü’l-vahy”, 1, “îmân”, 22, “Hayız”, 1, 7,”Zebâ:ih ve’ş-şayd”, 33, “TeFsîr”, 48/2, “Ezin”, 148,150,”Enbiyâ'”, 10, Da’avât”, 32, “Menâkıb”, 23, “Edeb”, 80; Müslim, “Taharet”. 1, 2, “İmân”, 43; İbn Mâce. “Ahkâm”, 17,”Ce-tıâMz”, 64, “Nikâh”, 51, “Cihâd”, 34; Ebû Dâ­vûd.”Şalât”, 73, 178-179,”Büyü1″, 5;Tirmİzî, ‘Taharet”, 3, “Edeb”, 41, “Vitir”, 21, “Da’avât”, lOO/’Radâ”, 11; Nesâî. “Menâsik”, 220, “İs-ti’âze”, 13, 65; ibn Sa’d. et-Jabakâtü’i-kübrâ, Beyrut, ts. (Dâru Sâdır), VIII, 52-150, 164-205; Cessâs, e!-Fuşûl fi’l-uşûl (nşr. Uceyl Câsim en-Neşemî), Kuveyt 1405/1985, III, 35-244; IV, 289-291; İbnü’t-Tallâ1, AkZıyetü Resûüllâh (nşr. M. Nizâr Temîm – Heysem Nizâr Ternîm), Beyrut 1418/1997, tür.yer.; Gazzâlî, e!-Müstaş-fâ, Bulak 1324, I, 129-173; il, 212-227; Ebû Şâme el-Makdisî, el-Muhakkak min ‘tlmi’l-uşûl Lnşr Ahmed el-Küveytîl. Amman 1409/1989, tür.yer,; Karâfî. el-Furuk, Kahire 1347 -> Bey­rut, ts. [Âlemül-kütüb). I, 205-209; Abdülazîz el-Buhârî. Keşfü’l-esrâr, İstanbul 1308, II,359-

404; İH, 2-104, 199-217; İbn Kayyım el-Cevziy-ye, Zâdü’i-me’âd, I-V, tür.yer.; Şâtıbî, ei-Muvâ-fakât, 1, 118; 111, 308-345; IV, 3-86; Şah Veliyyul-lah ed-Dihİevî, Hüccctuitâhi’i-bâliğa (nşr. Sey-yid Sabık), Kahire, ts. (Dârü’l-kütübi’l-hadîsel, I, 262-416; II, tür.yer.; Mecelle, md. 2, 20,36; R. Blachere. Le probleme de MahomeL, Paris 1952, tür.yer.; W. Montgomery Watt. Muhammad at Madina, Karachi 1981, s. 221-302; Muhammed el-Arûsî Abdülkâdir. Ef-Mü’r-Resûl ve delâietü-ha ‘aie’i-aljkâm, Cidde 1404/1984, tür.yer.; Nâ-diye Şerif el-Ömerî, İctihâdü’r-Resût, Beyrut 1405/1985,tür.yer.; M. Süleyman el-Eşkar. Efâ-lü’r’Resûl ue delaletiihâ ‘ate’l-ahkâmi’ş-şerty-ye, Beyrut 1408/1988, [-11, tür.yer.; E. Rabbath. Mahomet: Prophete arabe et fondateur d’etat, Beyrouth 1989, s. 243-337; Hamîdullah, İslâm Peygamberi iTuğl, 1-11, tür.yer.; Abdurrahman b. Abdullah ed-Dervîş, eş-Şerâ’İcıt’s-sâbık.a ue medâ hücciyyetihâ /Tş-şenta£n-/s/âmıyye, (baskı yeri yok] 1410, s. 239-251; İbrahim Kâfi Dönmez, “Hz. Peygamberin Tebliğine Hakim Olan Başlıca Hukuk Prensipleri”, Ebedî Risalet, İzmir 1993, 1. 161-181; Celâl Yeniçeri, Peygam­ber, Deulet Başkam, Aile Reisi Hz. Muhammed ue Yaşadığı Hayat, İstanbul 1420/2000, tür.yer.; M. Abdülhay el-Kettânî. Hz. Peygamber’in Yö­netimi: et-Terâtîbu’i-idâriyye tire. Ahmet Özeli. İstanbul 2003, 1-11, tür.yer.

Önceki sayfa 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14Sonraki sayfa