C) Fars Edebiyatı.
İslâm sonrası Derî Farsçasfnm ortaya çıkması ve olgunlaşması İran halkının İslâm’a girmesiyle paralellik arzeder. İranlılar, baştan itibaren dinî düşüncelerini Arapça’nın yanında millî dilleri olan Farsça ile ifade etmeye çalışmışlar, bu alanda kaleme aldıkları hemen her eserde Hz. Muhammed’in hayatına atıfta bulunmuşlardır. Böylece onun hayat hikâyesi, yaşadığı olaylar birçok telmihin ve mazmunun kaynağını oluşturmuştur. Farsça yazan müellif ve şairler, Arapça siyer ve tarih kitaplarını Farsça’ya tercüme etmenin yanında Resûl-i Ekrem’in hayatını müstakil olarak veya halife ve imamların hayat hikayeleriyle birlikte kaleme almışlardır. Muhammed b. Cerîr et-Taberî’nin Tânhu’1-ümem ve’l-mülûk’ü, İbnü’l-Esîr’ineJ-Kâmi/’i gibi genel tarih kitaplarından başka İbn Hi-şâm’ın es-Sîretü’n-nebeviyye’sı, Vâkı-dî’nin ei-Meğâzi’si, İbn Sa’d’ın et~Taba-kütü’l-kübrâ’s\, Tirmizî’nin Şemâ’İlü’n-nebfsı, Kâdî İyâz’ın eş-Şi/d’ı, Tabersî’nin Mekârimü’l-ahlâk’ı, İbn Seyyidünnâs’ın yûnü’i-eşer’i tamamen veya kısmen Farsça’ya çevrilmiştir. Hatta aslı Sanskrit-çe olan Kelîîe ve Dimne ile Pehlevîce olan Vîs ü Râmîn gibi eserler Farsça’ya aktarıldığında hamdeleden sonra Hz. Pey-gamber’i öven cümleler ilâve edilmiştir. Doğrudan Resûl-i Ekrem’den söz eden veya geniş ölçüde onu anlatan mensur ve manzum birçok eser kaleme alınmıştir.[716]
Farsça şiirlerde Hz. Muhammed’in övgüyle anılması bir gelenektir. Ancak ilk dönem şairlerinin eserlerinde na’t pek görülmez. Bu husus, şairlerin hediye beklentisiyle daha çok zamanın hükümdarlarını ve idarecilerini methetmelerinden kaynaklanmış olmalıdır. Evhadüddîn-i En-verî, Ferruhî-i Sistânî, Unsûrî, Menûçihrî ve Ascedî gibi şairlerin divanlarında na’t vb. şiirler yer almazken Senâî, Ferîdüddin Attâr, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, Sa’dî-İ Şîrâzî, Molla Câmî gibi mutasavvıf şairlerle Moğollar döneminde ve sonraki asırlarda yaşayan şairler Resûl-i Ekrem’in vasıflarını ve mucizelerini anlatan şiirler yazmışlardır. Şairler Kur’an’a, siyer ve tarih kitaplarına dayanarak Hz. Peygam-ber’in güzel ahlâkını anlatmışlar, ona karşı olan sevgilerini coşkulu kasidelerle ifade etmişlerdir. Ayrıca Farsça manzum eserlerin çoğunda Resûlullah’ın na’tlan yer alır. Na’tlarda çok defa “der nat-ı Peygamber”, “der na’t-ı seyyidü’l-mürselîn”, “der na’t-ı Hazret-i Seyyid-i kâinat”, “der na’t-ı Hazret-i Peygamber-i ekrem”, “ender na’t-ı Peygamber-i mâ Muhammed-i Mustafâ”, “Der sıfât-ı mi’râceş”, “Der na’t-ı Resûl-i Ekrem”, “Der menkıbet-i Hazret-i Risâletpenâh”, “Ender sıfât-ı Peygamber”, “Sıfât-ı ba’s ve irsâl-i vey”, “Fî fazîletihî alâ Cebrâîl ve sâiri’l-enbiy┑. “Der medh-i Hazret-i Resûl-i Ekrem”, “Fî na’t-ı Resûlillâh” gibi başlıklar bulunur.
Destan edebiyatının en önemli şairlerinden Firdevsî, Şd/ınâme’sine tevhidle başladıktan sonra iki cihanda kötülükten arınıp Allah katında iyi bir adla anılmanın Peygamber’in sözlerine giden yolu bulmakla mümkün olabileceğini dile getiren na’tını yazar. Esedî-i Tûsî, Gerşâsbnâme adlı eserinin başında dünyanın Hz. Muhammed’in yüzüsuyu hürmetine yaratıldığını, isminin Allah’ın ismiyle beraber anıldığını belirtir ve onun bazı mucizelerini aktarır. Nâsır-ı Hüsrev’in divanında da Resûlullah’ı öven şiirleri yer alır.
Tasavvuf şiirinin önemli temsilcilerinden Senâfnin divanında, liadîkatü’l-ha-kîka’smda ve diğer mesnevilerinde Resûl-i Ekrem çeşitli vasıflarıyla övülür. Ce-mâleddîn-i İsfahânî’nin Hz. Peygamber’i methettiği terkibibendi Fars edebiyatının şaheserlerdendir. En önemli kaside şairlerinden sayılan Hâkânî-i Şirvânîde gerek divanında gerekse hac dönüşü mesnevi tarzında kaleme aldığı Tuhfe-tü’l-cIrâkeyn adlı eserinde Resûl-i Ekrem’i methetmiştir. Divanının başında dünyadan şikâyet edip Resûlullah’ı övdüğü na’tta onun övgüsünden bahsetmeyen hikâyenin hikâye değil kâhinlerin efsaneleri olabileceğini belirtir. Ferîdüddin Attâr’ın divanında, İlâhînâme’s’mde, Mantıku ‘f-tay/ında ve Muşîbetnâme’-sinde Hz. Muhammed’i öven şiirler yer alır. Nizâmî-i Gencevî’nin hfamse’sini oluşturan mesnevilerin her birinde en az bir na’t bulunur. Kemâleddîn-i İsfahanı de babası Cemâleddîn-i İsfahânî gibi önde gelen kaside şairlerinden olup Resûlullah’ı övdüğü terkibibendi Fars edebiyatındaki en güzel na’tlara örnek olarak gösterilir. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin Mesnevisinin birçok yerinde Peygamber sevgisinden söz edilir. Daha çok Gülistan ve Bostan gibi eserleriyle tanınan Sa’dî-i Şîrâzî’nin âşıkane gazellerinde, hikmetli kasidelerinde ve fîosfân’ında Resûl-i Ekrem’i öven manzumeleri vardır. Abdurrahman-ı Câmî’nin gerek divanında gerekse Heft Evreng mesnevisinde na’tlar, ayrıca mucizelerini ve peygamberlik alâmetlerini anlatan birçok şiiri yer alır. Bunlardan başka Hz. Muhammed’i metheden şairler arasında Emîr Hüsrev-i Dihlevî, Şeyh Fahreddîn-i Irâki, Evhadüddîn-i Merâgi, Hâcû-yi Kirmânî, İbn Ye-mîn-i Tuğrâî, Selmân-ı Sâvecî, İbn Hüsâm, Hilâlî-i Çağatâyî, Ehlî-i Şîrâzî, Vahşî-i Bâf-ki, Sâib-i Tebrîzî, Âşık-ı İsfahânî, Visâl-i Şîrâzî, Dâverî-i Şîrâzî, Sürûş-i İsfahânî, Yağmâ-i Cendekî, Meliküşşuarâ Sabûrî, son dönem şairlerinden Edîbü’l-Memâlik Ferâhânî. Muhammed İkbal, Meliküşşuarâ Bahar, Emîrî Fîrûzkûhî, Kâsım-ı Resâ, Abbâs-ı Şehrî, Muhammed Rızâ Hazâilî, Abdülhüseyn-i Ferzîn, Bânû NûrîGîlânî sayılabilir.
Fars edebiyatında Hz. Peygamber’in mucizeleri ve başından geçen olaylar birçok telmihin ve mazmunun kaynağını oluşturmuştur. Hadislerin birçoğu Farsça’ya çevrilmiş veya şerhedilmiş ya da bazı şiirlerde anlamı pekiştirici unsur olarak kullanılmıştır. Ayrıca Kur’an’da Resûl-i Ekrem’den bahseden âyetlere ve onunla ilgili kutsi hadislere sıkça atıfta bulunulmuştur: Peygamber’in nur saçmasına ve feyiz bahşetmesine işaret eden ve ona mahsus olan çerağ. ümmî olması, Sevr mağarasında Ebû Bekir ile gizlenmesi, örümceğin mağaranın kapısını örmesi ve güvercinin oraya yumurta bırakması bu hikâyeden gar, yâr-ı gar, târ-ı ankebût, ke-bûter gibi telmihler Fars şiirinde çokça kullanılmıştır, keçi yavrusu ve timsah / kertenkelenin peygamberliğine şehâdet etmesi [717] müs-lümanların önce yenilip ardından zafer elde ettikleri Huneyn Gazvesi, ayın yarılması [718] taşın konuşması ve kumun / çakıl taşının teşbih etmesi [719] mi’rac, Hannâ-ne sütununun ağlaması [720] cin gecesi Ferîdüddin Attâr, beyit 3021, Hz. Ali’nin namazını kılması için güneşi geri döndürmesi [721] yahudile-rin taşla Peygamber’in dişini kırmaları [722] siyah saçlarını taraması ve iki tarafa ayırması [723] sırtında bulunan nübüvvet mührü [724] gibi.
Bibliyografya :
Enverî, Dîuân (nşr. M.Taki Müderris-i Razavî). Tahran 1364, s. 474; Hâkânî-i Şirvânî, Dîvân (nşr. Ziyâeddîn-i Seccâdî), Tahran, ts., s. 9, 239, 247, 311; Ferîdüddin Attâr, Manüku’t-tayr (nşr. M. Rızâ Şefîî Kedkenî], Tahran 1383, beyit 302, 304, 306, 332, 370, 1509; Mevlânâ, Mesnevi (nşr. R. A. Nichoİson), |baskı yeri ve tarihi yok[ 1, beyit 2113-2119, 2154-2160; III, beyit 1017; Sa’dî-i Şîrâzî, Külliyyât-ı Sa’dî (nşr. M. Ali Fürûgi], Tahran 1367, s. 702; Seyyid Ziyâeddîn-i Dehşîrî, Nact-i rjazret-i Resûl-i Ekrem der Şicr4 Fars’ı, |baskı yeri yok|, 1348; Münzevî, Fihrist, VI, tür.yer.; Storey. Persİan Literatüre, 1/1, s. 172-207; Zebîhullâh-ı Safa. Hamâse-serâyî der Iran, Tahran 1363, tür.yer.; Mansûr Rest-gâr-ı Fesâî, Envâ’-ı Şi’r-i Fârsî, Şlraz 1373, s. 428-476; Sîrûs-i Şemîsâ, Ferheng-i Telmîfıât, Tahran 1378, s. 106-107, 232, 344, 364, 433, 465, 507, 514, 516-517, 520-536, 547; Ahmed Atımedî-yi Bîrcendî, Medâyih-i Muhammedi der Şi’r-i Fârsî, Meşhed 1379; Berzger Vehhâbî, “Muhammed”, Dânişnâme-i Edeb-İ Fars’ı der Âsyâ-yı Merkezî (nşr. Hasan Enûşe], Tahran 1375/1995, s. 776-780; M. Ca’fer-l Mahcûb, Sebk-i Horâsânî der Şİcr-İ Fârsî, Tahran, ts., s. 425-430, 602-603, 617, 651-653; Mehveş Sa-fâyî, “Sîre ve Sîrenivîsî”, DM7; IX, 480-483.
D) Türk Edebiyatı.
Hz. Peygamber’-le ilgili çeşitli bilgiler, Türkler’in müslü-man olmasından itibaren ortaya koydukları edebiyat eserlerinde büyük bir zenginlikle yer almıştır. Bunda Kur’an’ın, hadislerin ve peygamber kıssalarının başından beri Türk edebiyatının muhtevasını belirleyen kaynakları arasında bulunmasının yanında Türkler’in Müslümanlığı samimiyetle benimsemelerinin de payı vardır. Ayrıca millî unsurlarla örtüşen İslâm kültürünün Türk kültürü ve yaşayışı üzerindeki kuvvetli etkisiyle bu iki kültürün zamanla birbirinden ayırt edilemeyecek şekilde kaynaşması da rol oynamıştır. Bu kaynaşmanın kökleri Satuk Buğra Han destanına [725] kadar inmektedir. Destan, Hz. Peygam-ber’in mi’racda Satuk Buğra Han’ın ruhuyla karşılaşıp dünyaya dönmesinin ardından, üç asır sonra gelecek ve Müslümanlığı Orta Asya’da yayacak olan bu yiğide dua edişinin tasviriyle başlar ve sa-hâbîlerin bu zatı görmek istemeleri üzerine Satuk Buğra Han’ın kırk atlısıyla huzurda görünmesinin an atılmasıyla gelişir. Böylece Resûlullah’ın mi’racı sözlü edebiyatın en eski ürünlerinden birine girmiş olmaktadır. Bu ve benzeri efsaneler daha sonra “seçkin ümmet: Türkler” kavramının teşekkülünü etkilemiştir.
Türk edebiyatının kitap halindeki en eski eserlerinden olan Kutadgu Büig’öe bir na’t-ı peygamberi yer almış, Atebe-tü’}-hakâyık’ta ise kırk hadis türünü te-mellendirecek surette hadis tercümeleri edebiyata girmiştir. Bu ilk dönemdeki diğer bir eser, Ahmed Yesevî’nin Hz. Peygamber’e dair unsurların zenginliğiyle dikkat çeken Dîvân-ı Hikmetedir. Ahmed Yesevî. hikmetleriyle geniş halk kitlelerini etkileyerek Türk toplumunda peygamber sevgisinin temellerini atmıştır. Yesevî’nin Anadolu’daki takipçisi Yûnus Emre, Resûl-i Ekrem’le ilgili değerleri, oluşum halinde bulunan Anadolu Türk şiirine aktarmakla kalmamış, daha da geliştirip zenginleştirerek Türk tasavvuf edebiyatına ciddi biçimde tesir etmiştir. Onun, “Canım kurban olsun senin yoluna / Adı güzel kendi güzel Muhammed” matla’lı şiiri, Türk dilinin en lirik İfadeleriyle peygamber sevgisini ortaya koyan manzumelerinden biridir. Yine Anadolu Türk edebiyatının ilk temsilcilerinden Şeyyad Hamza’nın, “Senin aşkın kamu derde devadır yâ Resûlellah / Senin katında hacetler revadır yâ Resûlellah” beytiyle başlayan na’tı mevlid törenlerinde de okunan diğer bir örnektir.
Osmanlı coğrafyasında Türk- İslâm edebiyatı adı altında Hz. Peygamber ağırlıklı bir edebiyat ortaya konulmuştur. Kur-‘an’da Resûl-i Ekrem’e dair âyetlerin iktibas ve telmih yoluyla intikal ettiği edebî eserlerde Resûlullah’m isim ve sıfatları, fizikî, ruhî ve ahlâkî vasıflan, aile hayatı, mucizeleri vb. konularda verilen bilgiler Türk edebiyatının bu hususta ne kadar zengin olduğunu göstermektedir. Na’t-larda yer alan Resûl-i Ekrem’le ilgili âyetlerin sayısı bir tesbite göre yetmiş beş ise de [726] diğer edebî metinler göz önüne alındığında bu sayının birkaç misli artacağı muhakkaktır. Hadisler de edebî metinlere girerek değişik mazmun ve remizlerde kullanılmıştır. Bunların na’tlarda en çok kullanılanlarının yirmi beş civarında olduğu belirtilmektedir; ancak [727] Öbür türlere ait metinlerde yer alan hadislerin sayısı çok daha fazladır. Hz. Peygamber etrafında gelişmiş edebiyat türleri yanında kısas-ı enbiyâlarda kendisi hakkında yazılmış geniş bölümler bulunmaktadır. Resûl-i Ekrem’le ilgili kaside ve gazeller de zengin bir alan teşkil eder. Ayrıca Hz. Peygamber’in ayak bastığı yerler hakkında Ahmed Fakih’in Kitâbü Evsâfı mesâ-cidi’ş-şerîfe’sinden itibaren geniş bir literatür oluşmuştur.
Resûlullah’a dair edebî eserlerle çeşitli şiirler kaleme alınmıştır. Bunların arasında tevhid, münâcât, ramazâniyye, bayra-miyye (ıydiyye), mersiye, maktel, muhar-remiyye, menâkıbnâme. velâyetnâme, menâsik-i hac, deve, güvercin, geyik hikâyeleri, pendnâme, nasihatnâme, fütüv-vetnâme, tâcnâme, devriyye ve nutuklar sayılabilir. Ahmed Bîcan’ın Envârü’l-âşı-kîn’in ikinci kısmında olduğu gibi dinî-tasavvufî eserlerin bazı bölümlerinde Hz. Peygamber’e dair konulara yer verilmiştir. Ayrıca din dışı kitaplarda aşk, âşık-mâşuk ilişkisi gibi hususlar işlenirken sevgilinin güzelliğine ait vasıfların pek çoğu ideal Ölçüleri itibariyle Resûlullah’ın şahsında toplandığından onunla beraber ele alınarak teşbih, tevriye, tenasüp gibi edebî sanatlar içinde değişik mazmunlarla anlatılmıştır. Eski Türk edebiyatında Hz. Peygamberle ilgili çeşitli olaylar, mekânlar, Ehl-i beyt’i ve ashabı birer remiz ve mazmun halinde beyitlere girmiştir. Resûl-i Ekrem’in özel İsimleri yanında gül, bülbül, âyîne, servi, nihai, şems, kamer, mâh, çerağ, nur, kimya, muallim, imam, fahr-i kâinat, ekmel-i âdem, şefî-i ümmet, suitân-ı kevneyn gibi kelime ve terkipler de remiz veya mazmun şeklinde kullanılmıştır. Çeşitli şairlerin divanları üzerinde yapılmış incelemelerde yer alan zengin malzeme bu konuda bir fikir vermektedir.[728]
Gül Hz. Peygamber’i ifade etmekte en çok rağbet edilen çiçek olmuştur. Resûl-i Ekrem’in yüzü, yüzünün ve teninin rengi, kokusu, peygamberler arasındaki yeri ve değerinin gonca, gül-i ra’nâ, gül-cemâl, gül-gûn, gül-i hoş-bûy. gül-i güi-zâr-ı nü-büvvet gibi tabirlerle ifade edilmiştir. Fu-zûlî’nin “Gül” redifli kasidesi bu anlayışın en güzel örneğidir. Dinî-tasavvufî eserlerde ele alınan aşk, aşk-ı Muhammedî, akl-ı evvel, nûr-ı evvel, nûr-ı Muhammedî, hakîkat-i Muhammediyye, sırr-ı Muhammedî, cevher-i Muhammedî, taayyün-i evvel, velâyet-i mutlaka, levh-i mahfuz, rûh-ı a’zam vb. kavramlar pek çok örnekte yer almıştır.[729]
Türk edebiyatında Hz. Peygamber’le doğrudan ilgili belli başlı türler şunlardır:
1. Na’t. Özellikle kaside tarzında yazılan ve divanlarda tevhid ve münâcâttan sonra gelen şiirler olup hemen her şair çok defa birden fazla na’t kaleme almıştır. Sinan Paşa’nın Tazarru”nâme’sindeki gibi bazı mensur örneklerin dışında dinî ve ta-savvufî olmak üzere iki grupta toplanabilecek bu manzumeler Türk edebiyatında bir kişi hakkında yazılmış en zengin türü teşkil eder. [730]
2. Siyer. Re-sûl-i Ekrem’in hayatını kronolojik olarak anlatan manzum veya mensur eserlerdir. Türkçe’deki en eski örnekleri daha çok tercümeye dayanan bu teliflerin ilki, Darîr’in 790’da (1388) Ebü’l-Hasan el-Bekrî el-Kasasî’nin kitabından hareketle yazdığı Sîretü’n-nebıdir. Türkçe siyer ve mev-lid literatürü üzerinde derin izler bırakan bu eserden sonra birçok telif-tercüme kitap kaleme alınmıştır. Nİyâzî, Lâmiî Çelebi, Bakî, Karaçelebizâde Abdülaziz, Ab-dülbâki Arif Efendi, Veysî, Nâbî, Nev’îzâ-de Atâî, Altıparmak Mehmed Efendi ve Eyüp Sabri Paşa bu hususta en tanınmış kişilerdir. Peygamber sevgisini ön planda tutmaları, manzum olmaları ve değişik meclislerde okunmaları dolayısıyla mev-lidlere yakın özellikler gösteren manzum siyerler “siyer mevlid” adıyla tanınmıştır; Hafı’nin Zâdü’i-meâd’ı ile Yazıcıoğlu Mehmed’in Muhammediyy e’s’m’ı bu gruba dahil etmek mümkündür.
3. Mevlid. Süleyman Çelebi’nin812’de( 1409) kaleme aldığı Vesîletü’n-necâVtan itibaren yazılan mevlidler Türk edebiyatının Hz. Peygamber’le ilgili en zengin türlerinden birini oluşturur. Resûl-i Ekrem’in doğumu, mi’racı ve bazı ahlâkî özelliklerinin anlatıldığı bu manzumelerin bir kısmı bestelenmiş olup dinî toplantılarda okunmaktadır. [731]
4. Mu’cizâ-tü’n-nebî. Hz. Muhammed’in doğumundan itibaren müşahede edilen olağan üstü hallerle mucizelerinin anlatıldığı manzum veya mensur eserlerdir. Edirneli Ab-durrahman Ubeydî’nin £vsâf ve Mu’ci-zatı NebTsl bu türün en tanınmış örneğidir.[732] Bostanzâde ve Taşlı-calı Yahya’nın Güî-i Sad-berk adlı eserlerinde 100 mucize ele alınmaktadır. Bunların manzumları lirik, mucizeleri kelâm noktasından ele alan mensurları ise didaktik ağırlıktadır.
5. Esmâü’n-nebî. Hz. Peygamber’in Kur’an’da, diğer mukaddes kitaplarda ve hadislerde geçen isimlerinin yanında ashabının onun için kullandığı, dinî ve edebî eserlerde onu vasfetmek için zikredilmiş isim ve sıfatlarından derlenmiş, doksan dokuzdan 2000’e kadar varan isimlerini açıklayan manzumelerle konuyu hadis veya kelâm açısından inceleyen mensur eserlerdir. Abdullah Salâhî Uşşâki’nin, “Gül-i Sad-berg-i Evrâd Berâ-yı Tuhfe-i Ubbâd” adıyla bir bölümünü es-mâ-i nebîye ayırdığı eseri türün tanınmış örneğidir.[733] Hasib Efendi’nin Delâiü’hayrat’tan faydalanarak yazdığı Dür-retü’1-esmâ [734] 1000 beyit kadardır. Ayrıca muammaların bir kısmı da Hz. Peygamber’in isimleri üzerine düzenlenmiştir. Abdül-mü’min Efendi’nin Muammeyât iî es-mâi’n-nebîaleyhi’s-selâm adlı eseri [735] buna örnek gösterilebilir. Hafız İbrahim buna Şerhu esmâi’n-nebî adıyla bir şerh yazmıştır. [736]
6. Evsâfü’n-nebî. Resûl-i Ekrem’in çeşitli özelliklerini anlatan bu kitaplara, Afîfüd-din Saîd b. Muhammed b. Mes’ûd el-Kâ-zerûnî’nin eî-Müntekâ iî evşâfi’n-ne-biyyil-Muştafâ’sı gibi [737] Arapça eserler kaynaklık etmiştir. Ebû Ahmed Ubeydul-lah b. Abdullah b. Tâhir el-Huzâî’ye nisbet edilen Risale iî evsâfi’n-nebî ve mu’ci-zâtihî adlı manzum eserde görüldüğü gibi [738] bunların bazıları mu’cizât-ı nebîlerle birlikte ele alınmıştır.
7. Şemail. Hz. Peygamber’in maddî ve manevî özelliklerini anlatan Arapça rivayetlerin toplandığı Tir-mizî’nin eş-Şemâ ilü’n-nebeviyye ve’l-haşû 5işü ‘J-M uşta/a viyye’sinin tercümesiyle şerhine dayanan ve daha çok mensur olarak kaleme alınan bu türün Türk edebiyatında bilinen en eski örneği Hoca Sâdeddin Efendi’ye nisbet edilen Risâle-tü’ş-şemdiiiyye’dir. Tirmizî’nin eseri, Hasan Hüsâmeddin Nakşibendî tarafından Hazret-i Muhammed’in Şemâiî-i Şerî-îesi adıyla Türkçe’ye çevrilmiştir. [739]
8. Hilye. Başlangıçta şemaillerin içinde bir bölüm iken sonraları Resûl-i Ekrem’in sadece fizikî özelliklerini aktaran rivayetlerin daha çok manzum olarak yapılmış tercümesidir. Bu eserler, ilk defa XVI. yüzyılda Hâkânî Mehmed Bey tarafından ortaya konulduktan sonra müstakil bir tür olarak gelişmiştir.
9. Mi’râcîyye. Mi’racın çoğunlukla kaside ve mesnevi şeklindeki metinlerde ele alındığı bu zengin tür, XV. yüzyıldan itibaren mi’rac kandillerinde okunmak üzere yazılıp bestelenmiş örneklerle daha da zenginleşmiştir.[740] 10. Regâibiyye. Re-gaib kandili dolayısıyla kaleme alınan kaside ve mesnevilerdir. Receb ayının ilk cuma gecesinin Hz. Muhammed’in ana rahmine düştüğü gece olduğuna inanıldığı için bu şiirler Hz. Peygamber, annesi
Amine ve babası Abdullah’la ilgiliyse de daha çok Resûlul!ah”ın faziletleri, yetim ve öksüz oluşu gibi konular ele alınmıştır. Türk edebiyatında az rastlanan bu türün ilk örneği Salâhî Efendi’nin kaleme aldığı, La’lîzâde tarafından bestelenmiş, Matlau’1-fecr adıyla da anılan 213 beyitlik Risâîe-i Regâibiyye’sıdir.[741]
11. Gazavatnâme. Ünlü kumandanlarla efsanevî kahramanların savaşlarını anlatan eserlerin genel adı olmakla birlikte Hz. Peygamber’in gazvelerinin anlatıldığı manzum veya mensur eserler de bu ismi taşımaktadır. Türk edebiyatında bilinen ilk örnek Dursun Fakih’e nisbet edilen 640 beyitlik Ga-zavaînâme adlı mesnevidir.[742] Ahmed Refik’in (Altınay) Gazavât-ı Ce-lîle-i Peygambens\ de [743] tanınmış bir örnektir. Bunların bir kısmı, Dursun Fakih’in telif ettiği Gazavatnâ-me’nin diğerlerinden biraz farklı bir nüshasında Dolduğu gibi Gazavât-ı Kıssa-i Mukaffa’ şeklinde gazanın adıyla anılır.
12. Hicretnâme. Hz Peygamber’in hicretine dair mesnevilerle diğer şiirlerden oluşur. Bu alanda bilinen en eski mesnevi Nahîfî’nin 788 beyitlik hic-retnâmesidir. Konu siyer, mevlid ve mi’râ-ciyye gibi eserlerin içinde de ele alınmıştır. Tasavvufi kitaplarda Resûlullah ile Hz. Ebû Bekir’in yol arkadaşlığı ele alınıp maddî hicrete manevî hicret eklenerek yeni bir tasavvufi kavram ortaya konulmuştur. Bu konuda Nesîmî, Bursalı İsmail Hakkı, Erzurumlu İbrahim Hakkı, Leskofçalı Ga-lib gibi şairlerin eserlerinde pek çok örnek vardır. [744]
13. Şefaatnâme. Resûl-i Ekrem’in şefaatini talep etmek için yazılan manzumelerdir. XIV. yüzyıl şairlerinden Ömeroğlu’na ait 125 beyitlik Şefoatnâme [745] bilinen tek müstakil örnektir. Ayrıca Hz. Peygam-ber’e dair manzum eserlerin çeşitli yerlerinde konuya temas edildiği görülür. Bazıları ilâhi ve tevşîh olarak bestelenen bu manzumelere Zekâî Dede’nin suzinak makamındaki, “Yâ Resûlellah şefaat eyle Allah aşkına” ve. “Yâ Habîbellah meded eyle mürüvvet kânısın” mısralarıyla başlayan ilâhileri örnek gösterilebilir.
14. Fazi-letnâme. Resûl-i Ekrem’in faziletlerini ve diğer peygamberlerden üstün oluşunu anlatan eserlerdir. Hadis literatüründe “hasâis” bahsinin “fezâilü’n-nebî” koluna giren Türkçe eserler de bu adı taşımaktadır. Bu türe Kemalpaşazâde i!e Âbirî’nin Efdaîiyyetü nebiyyinâ ala sâiri’1-enbiyâ başlıklı risaleleri [746] örnek verilebilir
15. Kırk Hadis. Bu türün İlk örnekleri Arapça’dan tercüme yoluyla mensur olarak Fars edebiyatında ortaya çıkmış, daha sonra bunlar nazma çekilmiştir. İlk Türkçe örnek olan Nehcü’1-fe-râdîsten itibaren bu tarzda eser verilmesi rağbet bulunca Ali Şîr Nevâfden Fuzûlî, Nâbî ve Âlî Efendi’ye kadar birçok Türk şairi tarafından değişik konularda kırkar hadis derlenerek Türkçe’ye çevrilmiştir. Çoğunlukla kıta şeklinde düzenlenen bu çeviriler zamanla bir mecmua çeşidi haline gelmiştir Bazı müellifler 100 veya 101 hadis derlemeleri de yapmıştır. Bu konuda “gül-i sad-berk” denilen eserler yanında Latîfînin Sübha-tü’l-uşşâk’\ gibi farklı adlar taşıyan örnekler de yazılmıştır.[747] Ayrıca 1000yahut 1001 hadis çalışmaları da vardır. Bu türdeki eserlerin manzum olanına Vecîhî Paşazade Kemal’in Bin Hadis’ı [748] mensur olanına ise Mehmed Arif Bey’in Bin Bir Hadis’l [749] örnek gösterilebilir.
Bibliyografya :
Dîuân-ı lugâü’t-Türk Tercümesi,\, 3-4; Yusuf Has Hâcib. Kutadgu Bilig !: Metin (nşr. Reşİd Rahmeti Arat], Ankara 1979, s. 20-22; Edib Ahmed Yüknekî, Atebetü’i-hakâyık (nşr. Reşid Rahmeti Arat], İstanbul 1951, s. 42-43; Yazıcıoğ-lu Mehmed, Muhammediye (nşr. Âmil Çeiebioğ-luj, İstanbul 1996, II, 4-6; Ali Nİhad Tarlan. Şey-hîDiuantnı Tetkik, İstanbul 1964, tür.yer.; Mehmed Çavuşoğİu, NecâÜ Bey Dîuânı’nm Tahlili, İstanbul 1971, s. 37-38; Nihad Sami Banarlı, Resim/; Türk Edebiyatı Târihi, İstanbul 1971, I, 236, 251-252; Harun Tolasa. Ahmed Paşa’nın Şiir Dünyası, Ankara 1973, s. 30-32; Âmil Çele-bioğlu. “Türk Edebiyatında Manzum Dînî Eserler”, Şükrü Elçin Armağanı, Ankara 1983, s. 158-161; a.mlf.. Türk Edebiyatında Mesneui, İstanbul 1999, s. 43-44, 80, 379; a.mlf., “Süleyman Nahîfî’nin Hicretü’n-Nebî Adlı Mesnevisi”, MÜTAD, sy. 2 (1987), s. 53-87; M. Nejat Sefercioğlu, îlev’İ Dîvânı’nın Tahlili, Ankara 1990, s. 28-29; Ömer Demirbağ. Diuân Şiirinde Hz. Muhammed (yüksek lisans tezi, 1991), Yüzüncü Yıl üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi; a.mif., “Hz. Peygamber’in Divan Şürİndeki Yeri”, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, III/3, Van 1992, s. 69-77; Bekir Oğuzbaşaran, Tanzimattan Günümüze Türk Şiirinde Hz. Muhammed (yüksek lisans tezi, 1992], Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi; Necla Pekolcay, Meulid, Ankara 1993, s. 25-43; Emine Yenİterzi, Dîuan Şiirinde Ha’% Ankara 1993, s. 15-54, 140-203, ayrıca bk. tür.yer.; Mustafa Uzun, Mehmed Fev-zi Efendi ve Dini Mesnevileri, İstanbul 1996, s. 34-36,109-120; Vedat Ali Tok, Türk Şiirinde Hz. Muhammed (S.A.V.), Kayseri 1997; Ali Yardım, “Şemail Nev’İnîn Doğuşu ve Tlrmizİ’nin Kitâ-bü’ş-ŞemâHT. DÖİFD, I (1983). s. 349; Mehmet Akkuş, Abdullah Salâhaddin-i üşşakt (Sa-lâhijnin Hayatı ve Eserleri, İstanbul 1998, s. 149-154,167-170; a.mlf.. “Edebiyatımızda Re-gâibiyye ve Salâhî’nin Matla’u’l-Fecr’i”, AÜİFD, XXXII (1992], s. 129-153; Selçuk Erciydin. “Ha-kîkat-ı Muhammedİyye ve İlgili Beyitler”, Diyanet Dergisi, XXV/4, Ankara 1989, s. 131-143; “Muhammed”, TDEA,V\, 416-419; Hasan Aksoy. “Dursun Fakih”, DİA, X, 7-8; İ. Çetin Derdiyok. “Gül-i Sad-berk”, a.e., XIV, 226; Mehmet Demirci, “Hakîkat-i Muhammedİyye”, a.e., XV, 179-
E) Urdu Edebiyatı.
Hint alt kıtasında Gazneliler devrindeki fetih hareketlerinin ardından oluşmaya başlayan Urdu dili daha teşekkül aşamasında İslâmî unsurları yoğun biçimde bünyesine almıştır. Özellikle mutasavvıfların İslâmiyet’i yaymak amacıyla halkın üzerinde etkisi bulunan şiiri tebliğ faaliyetlerinde kullanmaları Urdu edebiyatının ilk örneklerinden başlayarak dinî konuların yanında söz, davranış ve şahsiyetiyle Hz. Muhammed’i bu edebiyatın ayrılmaz bir parçası haline getirmiştir. Resûl-i Ekrem’in üstün vasıflarının övüldüğü na’tın Urdu edebiyatında da ağırlıklı bir yeri vardır. Allah’ın Kur-‘an’da adını yücelttiği, müminler için şefaat yetkisine sahip, dünya ve âhirette rehberliğine ihtiyaç duyulan bu büyük insana olan inanç, ürünlerini yeni vermeye başlayan Urdu edebiyatında na’tın diğer konulardan önce şiirde yer almasına zemin hazırlamıştır.
Bazı araştırmacılar tarafından Urduca’nın ilk örneklerinden kabul edilen Gî-sûdırâz’ın (ö. 825/1422) kaleme aldığı şiir parçalan, Urdu şiirinde Hz. Peygamber’e sevgi ve bağlılığın bu dilin erken dönemlerinde başladığını göstermesi bakımından önemlidir. Yine Urduca’nın erken devir eserlerinden Fahreddin Nizâmî’nin Kadem Rao Padam Rao adlı mesnevisinde hamdeleden sonra Hz. Muhammed’in övgüsüne yer verilmiştir.[750] IX (XV) ve X. (XVI.) yüzyıllarda Burhâneddin Kutb-iÂlem, Şeyh Sadreddin, Şah Mîrâncî Şemsülmeâlî, Şeyh Bahâeddin Bacın, Kebîr, Şah Burhâneddin Canım, Hûb Muhammed Çiştî gibi mutasavvıf şairlerin de Resûl-i Ekrem’e muhabbetlerini dile getirdikleri na’tları bulunmaktadır.
Kutubşâhî Devleti’nin kurucusu Zillul-lah mahlaslı Sultan Kulı Kutubşah ile haleflerinden olup Urdu edebiyatının ilk divan sahibi şairi kabul edilen Muhammed Kulı Kutubşah Resûlullah’ın methine yer vermişlerdir. Muhammed Kutubşah gazellerinin makta’ beyitlerinin çoğunu na’t şeklinde kaleme almıştır. Ayrıca külliyatında bu muhtevada gazeller, manzumeler, rubâîler yanında müstakil bir na’tıyye mesnevisi de yer almaktadır. Abdullah Kutubşah’ın gazellerinde de övgü beyitleri bulunmaktadır. Bu dönemde Nûrnâ-me, Mevlûdnâme, Mfrâcnâme, Vefât-nâme gibi mesnevilerle manzum sîret yazıcılığı da gelişmiş ve Molla Vechî, Gav-vâsî, Tabîî, Emîn Gucerâtî, San’atî gibi şairler na’t yazmışlardır. Molla Vechî’nin 1018’de kaleme aldığı Meşnevî-i Kutb-i Müşteri’nin dil ve muhteva bakımından Nizâmî’nin mesnevisini geride bıraktığı söylenir.[751] Âdilşâ-hîler’den Muhammed Âdilşah zamanında şair Mevlânâ Nusretî 130 beyitlik bir Micracnâme kaleme almıştır. Bu dönemde yeni yeni ortaya çıkan mürettep divanlarda yer alan Hz. Peygamber’e övgüler dışında onun hayatından kesitlerin aktarıldığı müstakil eserler de meydana getirilmiştir. XII. (XVIII.) yüzyılda yaşamış, Urduca’nın büyük şairlerinden Velî Dekke-nînin gazel, kaside, rubâî, müseddes ve müstezat tarzındaki na’tları, ayrıca çağdaşı mutasavvıf şair Kâdî Mahmûd Bahrî ve Firakı” Bîcâpûri’nin de na’t ve menkıbeye dair şiirleri vardır.
Evrengzîb’in vefatının ardından Bâbür-lü saltanatının çöküş dönemine girmesiyle başlayan karışıklıklar edebiyatta bir karamsarlık havasının hâkim olmasına yol açmış, bu durum şiirlere Allah’a ve Hz. Muhammed’e münâcâta yöneliş şeklinde yansımıştır. Devrin mutasavvıf şairlerinden Cânî ile Şeyh Fâzıl Batâlevî’nin na’t-ları bu açıdan dikkate değerdir. Sevdâ-yı Dihlevî’nin na’t kasideleri dil ve sanat açısından türünün seçkin örnekleri kabul edilir. Hâce Mîr Derd ve Mîr Muhammed Taki de şiirlerinde Hz. Peygamber’in methine yer vermiştir. Ancak mutasavvıf şairlerin saray çevresine ve zenginlerin meclislerine girmesiyle şiirdeki dinî motifler azalmaya başlamış, aşk ve romantik konular şiire hâkim olmuştur. Leknev’de Şiî mezhebinin yaygınlığı, ayrıca eğlence ve sefahat düşkünlüğü şairleri dinî konularla Hz. Muhammed’i methetmekten alıkoymuştur. Bu arada şairler na’tlara yer vermişlerse de ardından Hz. Ali’yi öne çıkaran beyitler yazmışlar veya Şîa imamları İçin methiyeler kaleme almışlardır. Bunun yanında Nevâziş Ali Şeyda ile Muhammed Bakır Agâh manzum siyer yazıcılığının Önemli temsilcileri olmuştur. Böylece XIII. (XIX.) yüzyılın ortalarına kadar Resûl-i Ekrem’in na’tına önem veren fazla şair çıkmamıştır. Bu dönemden itibaren Mîr Muhammed Taki bir müseddes. İsmail Şehîd Silk-i Nûr, Keramet Ali Şe-hîdî Kaşîde-i Garrâ, Mü’min Kaşîde-i Zemzeme-sencî-yi Tab1, Meşnevî-yi nâ-Tamâm, Mesnevi be Mazmûn-ı Ci-hâd ve Tazmin ber NaH-i Kuddûsî gibi dikkate değer şiirler yazmışlardır. Gâlib Mirza Esedullah’ın da na’t türü gazelleri vardır. Lutf Ali Han Lutf gibi bazı şairler ise hayatlarını tamamen na’t yazmaya vakfetmiş, 1840’ta Şehîdî Birelvî, Medine’de Ravza-i Mutahhara’nın önünde onun şiirini okurken ölmüştür.
İngiliz sömürgeciliğine karşı 1857’de gerçekleştirilen ayaklanma sonrasında Urdu şiirinde na’t yeni bir boyut kazanmıştır. Hint müslümanları arasında fikrî değişim hızlanmış, yeni bir ihsas tarzı ve toplumsal bilinç na’ta ayrı bir ses getirmiştir. Bu dönem şairleri arasında Hâlî, Zafer Ali Han ve Muhammed İkbal gibi isimler önde yer almaktadır. Bunlar Re-sûlullah’a bağlılığı teşvik etmek, peygamber aşkını canlandırarak olumlu bir güce dönüştürmek, onun üstün özellikleri ve öğretilerinden hareketle hayatın yüce değerlerine dikkat çekmek, İslâmî esasları yayarak bâtıla karşı mücadele etmek. Hz. Peygamber’in söz ve hareketleri ışığında nefis muhasebesini özendirmek, kâinatın ve yaratıcısının tanınmasında Resûl-i Ekrem’in rehberliğine olan İhtiyacı dile getirmek yönünde çaba göstermişlerdir.
1857 ayaklanmasında İngilizler tarafından idam edilen ve bütün şiirlerini na’t ve menkıbeye hasreden Muhammed Kifayet Ali Kâfî’nin manzumeleriyle Gulâm İmam Şehîd İlâhâbâdî’nin Mevlûd-i Şe-rîf-i Bahâriyye’sı peygamber aşkını en iyi yansıtan eserlerdendir. Hafız Lutf Birelvî de na’tı gazel türüyle sınırlandırmış ve gazel içerisinde na’ta yeni bir tarz katarak bu türü en üst noktaya ulaştırmıştır. Müftî Gulâm Server Lâhûrî ile Mehâ-mid-i Muhammedi Tauşîfât-ı Muslafauî adlı bir na’t divanı bulunan Gulâm Mustafa Işki na’thanlar arasında çok rağbet görmüştür. Böylece na’t Emîr Mînâyî ve Muhsin Kâkûrevî dönemine kadar gelişim sürecini tamamlamıştır. Emîr Mînâyî. Hz. Peygamber’e olan sevgisini Mefrâ-mid-i Hûtemü’n-nebiyyîn, Meşnevî-yi Nûr u Tecellî-i Ebr-i Kerem, Şubh-i Ezel, Şâm-i Ebed, Leyletü’I-kadr ve Şâh-i Enbiyâ3 gibi eserlerinde ortaya koymuştur. Hâlî, İslâm’ın yayılışını ve ardından gerilemesiyle müslümanların içine düştüğü sıkıntıları anlattığı Müsed-des-i Medd ü Cezr-i İslâm Müseddes-i Hâlî adlı eserinde nebîler arasında “rah-mef’İn kendisine lakap olarak verildiği Hz. Muhammed’in rehberliğiyle Hint müs-lümanlanna yol göstermeye çalışmıştır.
Sîretü’n-nebîadlı hacimli bir eseri bulunan Şiblî Nu’mânî, Hz. Peygamber’in hayatının bazı kesitlerini sade bir üslûpla nazmetmiş, Asr-ı saadet günlerinden manzaraları şiirine aktarmıştır. Mevlânâ Zafer Ali Han na’tlarında müslümanların çektiği sıkıntıları kendi şiir gücüyle birleştirip Resûl-i Ekrem’in hayatının amelî yönlerine ağırlık vererek onu sevenlerin gönüllerinde cesaret ve fedakârlık duygularını uyandırmaya çalışmıştır. Muhammed İkbal’in Hz. Muhammed’e bakış açısı diğer şairlerden biraz daha farklıdır. İkbal, Resûlullah’a duyduğu sevgi yanında yaşadığı dönemde İslâm dünyasının içine düştüğü siyasî ve fikrî buhranlarla çaresizliği onun manevî huzurunda ifade etmiş, bu sıkıntıları dile getirirken sebeplerini ve çözüm yollarını sorgulayarak Resûl-i Ekrem’in rehberliğini istemiş, ba-zan da fikirlerini müminlerin sevinçlerine ortak olduğunu düşündüğü Resûlullah’a aktarmıştır. Şâd Azîmâbâdî, Mîlâd-nâme ve Zuhûr-i Rahmet adlı eserlerinde Hz. Peygamber’in doğumunu, peygamberliğinin şanını, İslâmî Öğretileri ve peygamberin ahlâkını anlatır. Resûlul-lah’ın hayatına ve şahsiyetine ayrı bir yer veren Ahmed Rızâ Han Birelvî na’t sahasında ayrı bir ekol oluşturmuş, akıcı bir üslûpla inancının gücünü şiirlerine yansıtmış ve sonrakilere örnek olmuştur. Hasan Rızâ Han Birelvî, Bîdem Vârisî, Mirza Muhammed Azîz, Dilû Râm Kevserî, Ma-haraca Kişan Parşâd. Nefis Halîlî. Mevlânâ Muhammed Ali Cevher, İkbal Süheyl gibi birçok isim şiirlerinde Hz. Peygamber sevgisine yer vermiştir.
Pakistan’ın kurulmasıyla birlikte yeni devletin dinle olan bağlarını güçlendirmek amacıyla dinî değerlere verilen ağırlık, bu değerleri çöküşe uğrattığı düşünülen pozitivizme ve ilhâda karşı mücadele için Hz. Muhammed’e yönelme ve hayatından kesitlerle insanlara yol gösterme. zor hayat şartlarında onun temsil ettiği yüce değerlere sığınma, sahip olduğu üstün vasıfları överek bu vesile ile şefaatine nail olma isteği na’t yazımına hız kazandırmış, na’tların muhtevası ve sanatsal güzelliği daha da zenginleşmiştir. Hafız Câlenderî, Abdülazîz Hâlid, Ca’fer Tâhir, Esed Mültânî, Bibzâd Leknevî, Gulâm Resul Ezher, Hafız Tâib, İhsan Dâniş, Mahşer Resul Nagarî, ÂsîZiyâyî, Kerem Hay-darî gibi şairler çeşitli nazım türlerinde na’t kaleme almışlardır. Urdu edebiyatında modern şiirin Öncüleri de serbest şiir türünde na’tlar yazmıştır. Raca Reşîd Mahmûd, Pakistan’da 1948-1992 yılları arasında 400 kadar na’tnâmenin kaleme alındığını bildirmiş ve bunların bir listesini sunmuştur.[752]
Urdu edebiyatında na’t ve manzum sîretler yanında mensur sîretler de yazılmıştır. Urduca nesrin gelişmeye başlamasıyla birlikte ortaya çıkan bu süreçte eserler tarihî ve dinî bilgileri de kapsamaktadır. Hz. Muhammed’e duyulan sevginin yansıdığı diğer bir tür de hac seyahatnameleridir. Bu tür kitaplarda özellikle Haremeyn’le ilgili gözlemler aktarılırken Re-sûl-i Ekrem’in hayatına dair bilgiler de verilmektedir. Şevket Ali Şah’ın Pohonçey Terey Huzur, Hacı Bahadır Şah’ın Refîk-i Hac, Münşî Bereket Ali’nin Rehnümâ-i Hac, Şeyh Nûreddin’in Riyâzü’1-Hare-meyn, Muhammed Abdülvehhâb’ın Se-fernâme-i Sa’âdet, Abdülganî Ensârî’nin Mekkî Medenî kâ Sefer, Raca Muhammed Şerifin Âyîne-i Hicaz, Mümtaz Müftî’nİn Lebbeyk ve Nigâr Seccâd Za-hîr’in Deşt-i İmkân adlı eserleri bunlara örnek gösterilebilir.
Bibliyografya :
Keşşâf-ı Tenkidiiştıiâhât(baz. Ebü’I-i’câz Ha-fîzSıddîki), İslâmâbâd 1985, s. 200-201; Mahmûd Birelvî. Muhtasar Tânh-i Edeb-i Clrdû, Lahor 1985, s. 265-271; Enver Sedîd, Urdu Edeb ki Muhtasar Târih, İslâmâbâd 1991, s. 268, 282, 286, 310-311,342,398-399,419-421, 544, 607-608; Hakîm M. Saîd, “Nact-i Resul ki Ehemmiyyet”, Seyyare Dâcist (Resul Number], Lahor 1992, II, 465-468; Şemîm Ah-med, “Nacc-gû=î aör Us kâ Fen”, a.e., II, 469-475; Efser Siddîki Amrohavî, “Urdû’ey Kadîm aor Nact-gû1”, a.e., II, 477-486; Refîuddin Hâ-şimî, ‘Allâme İkbâl aör M’tr-i Hicaz, Lahor 1994, s. 11-47; Şevket Ali Şah. Pohonçey Tere Huzur Sefernâme-i Hicaz, Lahor 2002, tür.yer.; Eltâf Hüseyin Hâlî, Mûseddes-i Hâli: Medd ü Cezr-i islâm (haz. Gulâm Hüseyin Zülfikar). Lahor 2003, s. 21-22; Nigâr Seccâd Zahîr, Deşt-i İmkân-Se-fernâme-i /Yecd ü Hicaz, Karaçi 2003, tür.yer.; Raca Reşîd Mahmûd. “Pakistan meyn Fenn-i NactTârîbuİttİkâ3″,Fifcrü/Yazar (Sîret Number), XXX/l-2. İslâmâbâd 1992, s. 117-135; İdare. Sîret”, UDMİ, XI, 505-509; Abdülcebbâr Han. “Hazret-I Muhammed (Kütüb-i Sîret-i Urdu)”, a.e., XIX, 305-306; Hafîz Tâib. “Na=t (Urdu)”, a.e., XXII, 403-409.
F) Türk Hat Sanatı.
Hz. Peygamber, insan yaratılışında mevcut güzellik duygusunu İslâm terbiyesiyle şekillendirerek yazının sanat seviyesine yükselmesinde etkili olmuştur. Bu sebeple bütün hat üstatları yazıya aktardıkları dinî heyecanla-
rını Hz. Muhammed’in adı, şahsiyeti ve hadisleri etrafında göstermiş, birbirinden güzel kitap, levha ve kitabeler meydana getirmişlerdir.
İslâm medeniyetinin estetik değerlerinden biri Resûl-i Ekrem’in, “Allah güzeldir, güzeli sever” ifadesidir.[753] Böylece Hz. Peygamber, müslümanlann her türlü çirkinlikten arınmış bir ruh ve fikir güzelliğine sahip olmalarını, iç temizliğinin hayatın bütün safhalarına estetik davranışlar ve sanat hareketleri şeklinde yansımasını hedeflemiştir. Sanat faaliyetlerini ve insan ruhunda tabii bir eğilim olan sanat gücünü dinî hayatın daha içten, feyizli yaşanması bakımından teşvik etmiş, insanların uzun bir tecrübe sonucu ulaştığı bilgi ve sanat birikimine vahyin ışığında istikamet vermiştir. Sanatla imanı birleştirerek ona ilâhî bir vasıf kazandıran Resûl-i Ekrem sanat adı altında toplumun düzenini bozucu, tevhidi ve ahlâkî değerleri yıkıcı hareketlere karşı çıkmıştır.
Hz. Peygamber’in sosyal gelişme ve yükselme için gerekliliğini önemle vurguladığı konulardan biri yazı olmuştur. Yirmi iki harften ibaret Câhiliye devri Arap yazısı yirmi sekiz sesten oluşan dilin kusursuz yazılması için yetersizdi.[754] Kısa sesli harfler, benzer harfleri birbirinden ayıran noktalama işaretlerinin bulunmayışı okuma ve yazmada güçlüklere ve hatalara sebep oluyordu. Öyle anlaşılıyor ki Câhiliye devrinde ve hicretten sonra bir asırlık dönem içinde yazı hafızaya yardımcı durumdaydı.[755] Şekil, harf ve imlâ eksikliklerine rağmen Resûl-i Ekrem yöre halkının bildiği bu yazıyı vahyin yazılması ve öğretilmesi için kullanmış, bir taraftan da harflerin belli kurallara uyularak okunaklı ve güzel yazılması, estetiği, noktalama ve harekeleme gibi konularda birtakım tavsiyelerde bulunmuştur. Nitekim, “Allah beni bir öğretmen olarak görevlendirmiştir [756] “Çocuğun anne ve babası üzerindeki üç hakkı güzel yazmayı, yüzme ve ok atmayı öğretmesi ve ona helâl rızık yedirmesidir [757] buyurması konuya verdiği önemi göstermektedir.
Bütün işlerinde ince bir zevke ve estetik anlayışa sahip olan Hz. Peygamber kâtibine, “Hokkaya lika koy, kalemi eğri kes, besmelenin bâ’sını dik yaz, sîn harfinin dişlerini, mîm’in gözünü açık, ism-i celâli güzel yazmaya gayret et, “rahmân’da kalemin mürekkebini yenile, nûn’un çanağını uzat, ‘rahîm’i de güzel yaz” diyerek [758] besmelenin göze hoş gelecek biçimde yazılmasını tavsiye ederken estetik değerleri ortaya koymuş, böylece yazının sanat seviyesine yükselmesini hedef olarak göstermiştir. “Bilgiyi yazıyla bağlayın [759] “Güzel yazı gerçeğe açıklık kazandırır [760] sözleriyle de bilginin kaybolmaması için güzel yazıyla kaydedilmesini istemiş, bunun insanın akıl ve his dünyasını zenginleştirip mutluluk vereceğini belirtmiştir. Onun bu sözleri yanında okuduğu ahenkli Kur’an âyetleri, mûsikiye ve şiire karşı hassas olan devrin insanlarının ruhundaki sanat duygusunu uyandırmıştır. Mescid-İ Ne-bevî’nin Suffe denilen bölümünde ashabına bizzat ders vermiş, ayrıca burada Kur’an’ı ve okuma yazmayı öğreten kişiler görevlendirilmiştir. Suffe’deki öğrenci sayısının 400’e yükselmesi üzerine Medine’nin diğer mahallelerindeki dokuz mes-cidde de yeni okullar açılarak okuma ve yazma yaygınlaştırılmıştır.
Daha sonra İslâm coğrafyasında görülen gelişmelere paralel olarak hat ve İslâm’a ait sanatlar Kur’an ve hadisler etrafında biçimlenmiş, asırlar içinde farklı üslûplar ve çok zengin formlar kazanmıştır. Bu mücerret çizgiler müzikal bir ifade gücüne ulaşmış, dinî bir tesir icra etmesinin yanında XIX. yüzyılda Paul Klee ve Vasily Kandinsky gibi Batılı modern ressamları da etkilemiştir.
İslâm’ın ilme ve kitaba verdiği Önem sonucunda hat sanatının ilk güzel örnekleri kitap sanatları sahasında görülmüştür. Başta Kur’ân-ı Kerîm, Kütüb-i S itte, hadis mecmuaları olmak üzere ilmî ve edebî eserler hat sanatının üstatları tarafından en güzel şekilde yazılmış, tezhip ve cilt sanatlarının farklı üsluplarıyla şaheserler ortaya konulmuştur. Nitekim dünya müze ve kütüphanelerinde usta hattatların yazdığı hadislerin fevkalâde güzel örnekleri zengin bir hazine oluşturur. Bunlar arasında eğitim, öğretim ve tes-bit maksadıyla sadece okunaklı olmasına dikkat edilmiş hadis kitapları olduğu gibi peygamber sözüne lâyık, güzel hatlara bürünmüş sanat değeri taşıyan pek çok kitap, mecmua ve murakka’ da mevcuttur. Sultan Reşad’ın, Topkapı Sarayı Müzesi Hırka-i Saadet Dairesi’nde okunmak üzere Muzıka-i Sultanî hat hocası Hasan Rızâ Efendi’ye yazdırarak vakfettiği sekiz ciltlik Şahîh-i Buhârî hat, tezhip ve cildiyle bir şaheserdir. Bütün ciltlerin yazımı nesih hatla 1913’te tamamlanmış, tezhip edilerek ciltlenmiştir.[761] Saray meşk hocası Abdullah Vefâî tarafından güzel bir nesihle yazılmış, Osman b. îsâ es-Sıddîkî’nin Ğöyetü’t-tavzîh li’1-Câmi’i’ş-şahîh adlı eseri serlevhası tezhipli, altın cetvelli, klasik tarzda ciltlenmiş bir eserdir.[762] Reîsülhattâtîn Muh-sinzâde Abdullah Efendİ’nin 11. Abdülhamid’in emriyle nesih hatla yazdığı Şifâ-i Şerif de hat sanatının güzel örnekleri arasında yer alır.
Osmanlı hat sanatının kurucusu sayılan Şeyh Hamdullah’ın 901 ‘de (1495) nesihle yazdığı, tezhipli ve ciltli, Ferrâ el-Begavî’nin Meşâbîftu’s-sünne’si seçme hadisleri İçeren güzel bir eserdir [763] Yine onun yazdığı, Buhârî ve Müslim’den seçme hadisleri ihtiva eden Radıyyüddin es-Sâgânî’nin Me-şârİku’I-envâri’n~nebeviyye’s\ hat sanatı tarihi bakımından Önemli bir örnektir.[764]
Hz. Peygamber’in kırk hadisini ezberleyenlerin kıyamet gününde ödüllendirileceğini belirten sözleri [765] erken devirlerden itibaren kırk hadis mecmualarının tertip edilmesine vesile olmuştur. Bu kırk hadislerin müze ve kütüphanelerde mevcut manzum ve mensur tercümeleri meşhur hat ustalarının elinden çıkmış sanat değeri taşıyan örneklerdir. Bunlar arasında. Eski Saray meşk hocası Hasan Üsküdârî tarafından 1112’de (1700) nesihle yazılmış, tezhipli, ciltli, Ali b. Ahmed el-Ensârî el-Karâfî’ye ait Kitâbü Nefehâti’l-‘abîn’s-sâri adlı eseriyle [766] Ahmed b. Abdülazîz er-Remâdî’nin el-Me-vâhibü’l-‘azîziyye adlı, 1280’de (1863) nesih hatla yazılmış, serlevhası tezhipli, zilbahar ciltli hadis mecmuası [767] dikkat çekmektedir.
Resû!-i Ekrem’in müminlere en güzel örnek olan [768] yaşama tarzını, davranışlarını konu alan şemail kitapları da hattatlar tarafından büyük bir emekle yazılmış, İslâm kitap sanatlarının güzel örnekleri arasında yer almıştır. Kanûnî Sultan Süleyman için istinsah edilen serlevhası tezhipli, klasik ciltli Muslihud-dîn-i Lârî’ye ait Şerh-i Şemd’ii-İ Tirmizî çok değerli eserlerdendir.[769] Türk hat sanatında şemailin en yaygın ve feyizli bölümü hilye-i şe-rifelerdir. Hafız Osman’dan beri hattatlar arasında hilye yazmak bir gelenek halini almış, büyük hat ustaları sanat hünerlerini Kur’ân-ı Kerîm kitabetinden sonra hilye yazmakta göstermiştir. Hilye-i Hâkâ-nf den seçme beyitler Yesârî Mehmed Esad, Yesârîzâde Mustafa İzzet, Mehmed Nazif Bey, Ömer Vasfi ve Aziz efendiler tarafından ta’lik kalemiyle yazılmıştır. Buhârî’nin naklettiği, Hz. Muhammed’in mucizevî on özelliğinin kaydedildiği “Aşe-re-i mu’cizât-ı nebî”nin Mehmed Şevki Efendi gibi hattatların kaleminden murakka’ ve levha olarak hazırlanmış güzel örnekleri vardır.
Osmanlı hattatları arasında Hafız Osman’ın 400’den fazla sülüs-nesih hilye yazdığı bilinmektedir.[770] Talebesi Yedikuleli Seyyid Abdullah [771] Eğrikapılı Mehmed Râsim.[772] Abdülkadir Şükrü [773] İsmail Zühdü (Yeni) [774] çeşitli hatlarla ve farklı düzenlemelerle yazdığı hilyeleriyle meşhur Mustafa Rakım [775] Mahmud Celâleddin Efendi (Raif Yelkenci koleksiyonu], büyük boy hilye yazımını başlatarak 200’e yakın hilye yazan Kazasker Mustafa İzzet [776] Abdullah Zühdü [777] Mehmed Şefik [778] her gün sabah namazından sonra bir hilye yazmakla hat sanatına en saf güzelliğini kazandırmış olan Mehmed Şevki Efendi [779] hilye metninde sülüs ve nesih hattının yanında gu-bârî hattını da kullanan Mehmed Fehmi Efendi [780] Filibeli Arif Efendi [781] 2 metreyi aşan büyük boy hilyeleriyle tanınan Hacı Hasan Rızâ [782] Yahya Hilmi Efendi [783] Mustafa Rakım tertibinde çeşitli hatlarla yedi büyük boy hilye yazan RifâîAziz Efendi [784] Kâmil Akdik [785] Macit Ayral Hamit Ay-taç [786] muhakkak, sülüs ve nesih hatla hilye yazan Türk hattatların dan dır. Yesârî Mehmed Esad [787] ve oğlu Ye-sârîzâde Mustafa Jzzet’Ie [788] Hulusi Efendi de [hilyeleriyle tanınan hat üstatlanndandır.
Müslümanların en çok okuduğu metinler belirli sûre ve âyetleri, Allah’ın isimlerini, salavatve duaları içeren evrâd, delâilü’l-hayrât ve dua risaleleridir. Kur’an’ın Hz. Peygamber’e salâtü selâm getirmekle ilgili tavsiyelerinden [789] hareketle dinî hayatı daha feyizli yaşamak, Hz. Muhammed’in şefaatini talep etmek maksadıyla okunan bu dua kitapları hat üstatları tarafından büyük bir özenle yazılmış, tezhip ve cilt sanatlarının güzellikleriyle birleşerek İslâm sanatlarını zenginleştirmiştir. Kütüphane ve müzelerde sanat değeri taşıyan pek çok evrâd. evrâd-ı üsbûiyye ve Delöilü’l-hayrât risaleleri bulunmaktadır. Bunlar arasında Hafız Osman,[790] Kazasker Mustafa İzzet [791] İsmail Zühdü (Yeni) [792] efendilerin yazdığı De-ltfilü ‘1-hayrât’lar çok tanınmıştır. Hasan Rızâ Efendi’nin (Hacı) 1302’de (1885) yazdığı nesih Deî&ilü’I-hayrât 1368’de (1949] Şam’da basılmıştır.
XV. yüzyıldan beri hat üstatlarının çeşitli hatlarla yazdığı kıtaların bir araya getirilmesiyle oluşan murakka’larda genellikle hadîs-i şerifler konu alınmıştır. Dünya müze ve kütüphanelerinde korunan ve İslâm medeniyetinin ulaştığı sanat seviyesini gösteren binlerce murakka” Re-sûl-i Ekrem’in erdemli ve huzurlu bir hayatın prensiplerini öğreten sözlerini içine almaktadır. Bunlar yazı, tezhip ve cilt sanatlarının uyandırdığı zevk ve hayranlık duygulan içinde peygamber sevgisinin gönüllerde daha canlı ve devamlı kalmasını sağlamıştır.
Kütüphane ve müzelerin en ilgi çekici yazı albümleri arasında kıta formunun ölçü ve kurallarını ortaya koyan, Şeyh Hamdullah’ın sülüs ve nesih hatlarla Hz. Muhammed’in hadislerini yazdığı albümler [793] muhakkak, reyhânî, tevki ve rikâ’ murakka’-lar [794] Osmanlı hattatlarına örnek olmuştur. Derviş Ali’nin Türk ve İslâm Eserleri Müzesi’nde [795] Hafız Osman’ın İstanbul Üniversitesi Kütüphanesinde [796] Kazasker Mustafa İzzet Efendi’nin Yale Üniversitesi ile [797] Michigan AnnArbour Üniversite-si’nde [798] hadisleri konu alan murakka’ları bu konuda örnek eserlerdir.
Bûsîrî’nin Hz. Peygamber’i övmek için yazdığı meşhur Kaşîdeîü’l-bürde’sı de hat üstatları tarafından yazılmıştır [799] Bu kasidenin aslı kadar Türkçe manzum tercüme ve şerhleri yanında seçme beyitleri de mürekke-bât meşk m urakka’l arıyla celî hatla levhalarda yer almıştır. Kâ’b b. Züheyr’in aynı adla veya Bânet Sü’âd diye bilinen Resûl-i Ekrem’e sunduğu kasidesi de hattatların yazdığı metinlerdendir. Bunun Hafız Osman hattıyla güzel bir örneği Londra’da Halilİ koleksiyonundadır. Mehmed Şevki Efendi hattıyla bir diğer örneği de Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi’n-de bulunmaktadır.[800] Hz. Muhammed’in adları ve sözleri kûfî ve celî hatlarla mimari eserlerin iç ve dış mekânlarında kitabe, levha ve kuşak yazılan olarak kullanılmış ve mimarinin estetiğini tamamlayan birer unsur olmuştur.
Orta Asya’da başlayan, İran ve Anadolu coğrafyasında geniş bir alana yayılan Türk ve İslâm mimarisinin iç ve dış mekân mozaik çini süslemelerinde, ahşap ve taş işlerinde Allah, Muhammed ve dört halifenin isimleri satrançlı, örgülü ve tez-yinî kûfî hatlarla yazılarak çok zengin kompozisyonlar oluşturulmuştur. Bunlar arasında XII. yüzyıla ait Buhara Namazgah Mescidi taçkapı üstü kitabesinde, Erzurum Çifte Minareli Medrese’nin minare kaidelerindeki sekiz kollu yıldız motifinde, Eski Malatya Ulucamii mihrap önü kubbe takında beşli yıldız şeklinde, Türkistan Ahmed Yesevî Türbesi dış mekân süslemelerinde, Semerkant Şah Zinde Kadızâ-de Rûmî Türbesi kubbe kasnağı dış yüzeyinde, Semerkant Şîr Dar Medresesi eyvan süslemelerinde firuze renkli çini mozaik ve kûfî hatlarla şekillendirilmiş olan Allah, Muhammed ve dört halife isimleri ilgi çeken Örneklerdir.
Osmanlı mimarisinde cami yazıları olarak Allah, Muhammed ve çehâryâr-ı gü-zîn levhaları genellikle iç mekânlarda kalem işi, çini üzerine ve taşa hakkedilmiş, celî sülüs, celî ta’lik, seyrek olarak da celî muhakkak hattıyla yazılmış, bilhassa celî hatların gelişmesiyle camiler daha da zenginleşmiştir. Çok defa âyet ve hadisler mekânın özelliğine göre seçilmiştir. Hz. Muhammed’in adı ayrı olarak veya Allah adıyla yan yana yahut iç İçe kompoze edilmiştir. Cami İçinde kare plandan kubbeye geçiş üçgenlerinde yer alan, beş köşeli yıldız şeklinde açılmış bir gül gibi resmedilen Muhammed ismi Osmanlı hat üstatlarının asırlar içinde bütün sanat yeteneklerini ve zevklerini ortaya koyarak biçimlendirdikleri bir sanat şaheseridir. Muhammed kelimesinin hat sanatında estetik ölçülerine Mustafa Rakım üslûbunda ulaşılmış, Kazasker Mustafa İzzet, Mehmed Şefik, Sami Efendi, İsmail Hakkı Altunbezer, Mustafa Halim Özyazıcı gibi üstatların elinde en güzel örneklerini vermiştir. Yazıldığı mekânla göz arasındaki mesafe dikkate alınarak cami yazılarının kalem kalınlıkları ayarlanmıştır. Ayasofya Camii’nin iç mekânında kubbeye geçişte 7,5 m. çapında ve 35 cm. kalem kalınlığında Kazasker Mustafa İzzet Efendi hattıyla yazılmış Allah, Muhammed, çehâr yâr-ı güzîn levhaları hat sanatında yazılmış en iri yazılardır.
Mustafa Râkim’dan sonra celî sülüs, Yesârîzâde’den sonra celî ta’lik yazının belli estetik kurallar kazanarak gelişmesiyle beraber cami, türbe, mescid gibi mimari eserler dışında ev ve iş yerlerine asılmak maksadıyla celî hatla yazılmış hadisler, Hz. Peygamber’e övgü ifade eden âyetler hat sanatında çok geniş bir yer tutar. Başta kelime-i tevhid, kelime-i şehâ-det olmak üzere “Ve mâ erselnâke illâ rah-meten li’l-âlemîn” [801] “Mâ kâne Muhammedün ebâ ehadin min ricâ-liküm velâkin resûlellâhi ve hâteme’n-ne-biyyîn [802] “Yâ eyyühe’n-ne-biyyü innâ erselnâke sahiden ve mübeş-şiran ve nezîran [803]“Ve ke-fâ billahi şehîden Muhammedün resûlul-lâh” [804] “Ve mübeşşiran bi-resûlin ye’tî min ba’di’smuhû Ahmed [805] “Ve İnneke lealâ hulukın azîm [806] âyetleri üstatların en çok rağbet ettiği celî sülüs ve celî ta’lik hatla yazılmış örneklerdendir. Cami, türbe, kütüphane, müze ve Özel koleksiyonlarda kompozisyon ve hat sanatı bakımından değerli levhalarda en çok görülen hadisler ise şunlardır: “İnnellâhe ce-mîlün yühibbü’I-cemâl”; “Kuli’l-hayre ve illâ fe’sküt”; “el-Kanâatü kenzün lâ yüf-nâ”; Re’sü’I-hikmeti mehâfetullâh”; “er-Rızku alellâh”; “Men sabere zafire”; “el-Cennetü tahte akdâmi’l-ümmehât”; “Rüt-betü’1-ilmi a’le’r-ruteb”; “el-Kâsibü habî-bullah”: “Seyyidü’İ-kavmi hâdimühüm”; “Hayrü’n-nâs men yenfeu’n-nâs”; “Küllü-küm rain ve küllüküm mes’ûlün an raiy-yetihî”; “Niyyetü’l-mü’mİni hayrün min amelihî”; “Utlubü’f-ilme mine’l-mehdi ile’l-lahdi”; “el-Hayâü mine’l-îmân”; “Men tevâzaa rafeahullâh”; “İnne’l-İslâme nâzi-fün fetenezzafû fe-innehû lâ yedhulü’l-cennete illâ nazîfün”; “en-Nezâfetü mine’l-îmân”; “Yessirû ve lâ tüassirû beşşirû velâ tüneffirû”; “Kefâ bi’1-mevti vâîzan yâ Ömer”; “İnne’l-cennete tahte zılâli’s-sü-yûf”; “Levlâke levlâk lemâ halaktü’!-eflâk”; “İnneme’l-a’mâlü bi’n-niyyât”; “el-Bahîlü lâ yedhulü’l-cennete”; “es-Salâtü irnâdü’d-dîn”; “Şefâatî li-ehli’1-kebâire min ümmetî”; “Meni’stevâ yevmâhu fe-hüve mağbûnün”; “Eddebenî rabbî fe-ah-sene te’dîbî”.
İslâm büyükleri ve şairlerinin Hz. Muhammed, Ehl-i beyt ve ashabına duydukları sevgi, şefaat dileme ve övgü gibi duygularla dile getirdikleri kelâm-ı kibar, na’t ve ahlâkî manzumeleri de celî hatlarla yazılmıştır. Abdullah Zühdü’nün, Mescid-i Nebevî’nin kubbe kasnağı ve kıble duvarlarına yazdığı Hz. Muhammed’le ilgili celî sülüs âyet ve kasideler, celî sülüs zeren-dûd, “Aman lafzı senin ism-i şerifinle müsavidir / Onuncun âşıkın zarı amandır yâ Resûlellah” levhası; Mahmud Celâleddin Efendi tarafından celî sülüs hatla Mevlâ-nâ’nın. “Yâ rabbî ibâdât-ı resûlü’s-seka-leyn” diye başlayan münâcâti; Sami Efendi hattıyla celî sülüs, “Lî hamsetün utfî bi-hâ harre’l-vebâ el-hâtıma el-Mustafâ ve’l-Murtazâ ve’bnâhümâ ve’l-Fâtima” zeren-dûd levhası; Yesârîzâde Mustafa İzzet’in, “Keşefe’t-dücâ bi-cemâlihî” mısraı İle başlayan ta’lik kıtası; Sami Efendi’nin celî ta’lik “Dahîlekyâ Resûlellah” levhası; Hulusi Yazgan’ın celî ta’lik “Sultân-ı rusül şeh-i arafnâk hâdî-i sübül delîl-i sellâk / Der hakk-i tü Hak Teâlâ levlâke lemâ ha-lektü’i-eflâk” levhası; Abdülfettah Efen-di’nin celî sülüs hazırladığı “Âh yâ Muham-med” levhası; Çırçırlı Ali Efendi’nin celî sülüs, “Yapıştım dâmen-i pâk-i rızâya herçi bâd âbâd / Sarıldım hâk-i pây-i Mustafâ’ya herçi bâd âbâd” levhası; yine Çırçırlı Ali Efendi’nin celî sülüs, “Fahr-ı âlem enbiyânın zât-ı müstesnâsıdır” levhası; Mustafa Rakım Efendi’nin celî sülüs, “Basma-sa mübarek kademin rûy-i zemîne / Pâk etmezdi kimseyi hâk ile teyemmüm” levhası; Kazasker Mustafa İzzet Efendi’nin celî sülüs, “01 resûl-i müctebâ hem rah-meten li’1-âlemîn”; Ali Haydar Efendi’nin celîta’lik, “Müeyyeddir seninle dîn ü devlet yâ Resûlellah” levhası; Hamit Aytaç’ın celî sülüs ve celî ta’Iikle yazdığı, Nâbî’nin, “Sakın terk-i edebden kûy-i mahbûb-ı hu-dâdır bû” mısraı ile başlayan şiiri; Yahya Kemal’in, “Ezân-ı Muhammedî” şiiri ve “Na’l-i şerif levhaları hat sanatımızda Hz. Peygamber’le ilgili belli başlı levhalardır.
Bibliyografya :
Dârimî. “Mukaddime”, 43; Müslim. “îmân”, 147; İbn Mâce, “Mukaddime”, 229; Kâdî İyâz, eş-Şifâ*. !, 506; Süleyman Çelebi, Vesîletü’n-necat: Mevlid {haz. hhmed Ateş), Ankara 1954, s. 150-152; Fuzûlî, Kırk Hadis Tercümesi (nşr. Kemal Edip Kürkçiioğlu), İstanbul 1951, s. 1-8; Münâvî. Feyzü’l-kadîr, ili, 393; Aclûnî. Keşfü’l-hafâ’, II, 246; Müstakİmzâde, Tuh-fe, s. 7-15; Elmalılı, HakDini.V, 3923; Kemal Çığ, Hattat Hafız Osman Efendi, İstanbul 1948, s. il; Nihad M. Çetin, Eski Arap Şiiri, İstanbul 1973, s. 25; Metin Şahinoğlu, Anadolu Selçuklu Mimarisinde Yazının Dekoratif Eleman Olarak Kullanılışı, İstanbul 1977, s. 40, 41; ASurvey ofPerslanArt (ed. A. U. Po-pe-P.Ackerman),Tehranl977,IV, 1742, 1747; Nihad Sami Banarlı, Şiir ve Edebiyat Sohbetleri, İstanbul 1982, II, 53-60; M. Uğur Derman, “Mimar Sinan’ın Eserlerinde Hat Sanatı”, VI. Vakıf Haftası, İstanbul 1989, s. 290; a.mlf., “Hil-ye (Hat)”, DİA,XVIII, 47-51; Hamîdullah./s/âm Peygamberi (Tuğ), 11, 759-777; J. M. Rogers. Empİre ofthe Sultaııs: Ottoman Art from the CollectİonofhasserD. Khalili, London 1996, s. 97-99, 234-235; Ali Yardım, Peygamberimiz’İn Şemaili, İstanbul 1997, s. 29, 45-62; M. Abdül-hay el-Kettânî, Hz. Peygamber’in Yönetimi: et-Terâttbu’l-idâriyye (trc, Ahmet Özel), İstanbul 2003, 1, 276-288; II, 310-318; Süleyman Berk, Hattat Mustafa Rakım Efendi, İstanbul 2003, s. 54; Maçka Mezat Bahar Müzayedesi: 13 Nisan 2003, İstanbul 2003, tür.yer; Maçka Mezat: W Kasım 2003, İstanbul 2003, tür.yer.; Süleyman Uludağ, “Delâilü’l-hayrât”, DİA, IX, 113, 114; M. Yaşar Kandemir. “Hadis”, a.e., XV, 52, 54; Kenan Demirayak, “Kasîdetü’l-bürde”, a.e., XXIV, 566-568; Mahmut Kaya, “Kasîdetü’l-bürde”, a.e., XXIV, 568-569.