B) Arap Edebiyatı.
Asr-ı saadetten itibaren günümüze kadar Hz. Peygamber hakkında kaside, mersiye, mevlid, hilye, şemail vb. türlerde pek çok yazı kaleme alınmıştır. Bunlarda, “Hıristiyanların Meryem oğlu îsâ’yı aşırı derecede övdüğü gibi beni de övmeye kalkışmayın” mealindeki hadise [632] genelde riayet edilmiş, aşırılıklar ulemâ tarafından eleştirilmiştir. Şiirlerin giriş bölümünde mecazi aşk ve kadın tasviri edebe uygun bulunmamış, bunun yerine hayalî sevgilinin özlem ve hicranı dile getirilmiş ve Resûluüah’ın anılarını barındıran yerlere duyulan hasret ifade edilmiştir. Çok sayıda şair Bûnet Sü’âd ve Muhammed b. Saîd el-Bûsîrî’ye ait Ka-şîdetü’l-bürde ve eî-Kaşîdetü’1-hem-zj’yye’si gibi kasidelere taştîr ve tahmîs yoluyla bir nevi ilaveli nazireler ortaya koymuştur. Hz. Peygamber için söylenen şiirlerin ilki muhtemelen amcası Ebû Tâ-lib’in “Lâmiyye”sidir. Ebû Tâlib yeğenini darda kalanların sığındığı, güvenilen, masum, halim, reşîd, âdil nitelikleriyle övmüştür.[633] Onun peygamberliğini müjdeleyen kâhin şiirleriyle cinlerden ve hatiften geldiği kabul edilen şiirler de zamanımıza ulaşmıştır. Resûl-i Ekrem’in amcası Hamza müslü-man olduğunda söylediği dizelerde onu seçkin ve saygın vasıflarıyla övmüş, kendisini savunacağını vaad etmiştir.[634] Hz. Peygamber ve gazveleriyle ilgili şiirleri bulunan veya kendisine nisbet edilen Ebû Bekir’in hicret sırasında sığındıkları Sevr mağarasını ve Sürâka olayını anlattığı “Râiyye”, Hz. Ömer’in İslâmiyet’i benimsemesinden sonra söylediği “Râiyye”, Ebû Süfyân’ın İslâm’a girişi esnasında Resûi-i Ekrem’i övdüğü “Dâliyye” zikredilecek diğer şiirlerden bazılarıdır.[635] Câhiliye dönemi kâhinlerinden sa-hâbîSevâd b. Kârib el-Ezdî, “Bâiyye”sin-de Hz. Peygamber’i verdiği gaybî haberlerin doğruluğuna güvenilen kimse, nebilerin en yücesi ve Allah’a götüren vesile diye övmüştür.[636] Resûlullah’ın amcası Abbas’a nisbet edilen “Kâfiyye”de gayb haberlerinden ve peygamberin mahlûkatın ilki olduğundan söz edümektedir.[637] Bu fikir sonraki asırlarda geniş ölçüde işlenmiş, özellikle Muhyiddin İbnü’l-Arabî ve Bûsîrî ile doruk noktasına ulaşmıştır. Küleyb b. Esed el-Hadramî, methiyesinde eskilerin ve önceki peygamberlerin Hz. Muhammed’d en haber verdiğini söylemiş, o da şairin başını okşamıştır.[638]
Kâ’b b. Mâlik, Mekke’nin fethinden önce İslâm’a ve Hz. Peygamber’e yöneltilen hicivlere cevap vermiş ve Resûlullah’ın takdirini kazanmıştır.[639] Ayrıca “Fâiyye”sinde Resûl-i Ekrem’i ahlâkî erdemleriyle övmüş olup “Hemziyye” ve “Mîmiyye”si Bedir, “Ayniy-ye”si Uhud Gazvesi’yle ilgilidir.[640] Abdullah b. Revâha da müşrik şairlere karşı İslâm’ı ve Hz. Peygamber’i müdafaa etmiştir. Onun “Râiyye”si abartı, haşiv ve tekrarlardan uzak olan övgü türünün ve hüsn-i tehal-lus sanatının güzel örneklerindendir.[641] Bu anlayış diğer İslâm şairlerinin de temel niteliği sayılır.
Hassan b. Sabit, İslâm’ı ve Hz. Peygamber’i savunmak için çok sayıda şiir kaleme almıştır. Onun, Kâ’b b. Züheyr’İn hicviyelerinden sonra bu türde şiirler söylemeye başladığı sanılmaktadır. Hassan coşkulu bir üslûpla Peygamber’in fizikî ve ruhî portresini anlatmıştır. Temîm heyeti şairi Zibrikân b. Bedr’in “Ayniyye”sine mukabele olan “Ayniyye” bu konuda en güzel kasidelerden biridir.[642] Mekke’nin fethinden önce Resûl-i Ekrem’i hicvetmiş olan Ebû Süfyân’a cevap olarak yazdığı “Hemziyye” ile [643] Peygamber ve ashabının övgüsüne dair üç “Dâliyye”si de [644] önemli şürlerindendir. Abbas b. Mirdâs. Hz. Peygamber için nazmetti-ği kasidelerinde medihle fahri bir arada kullanmıştır. Mukaddimesiz-nesîbsİz övgüye başlayan şiirlerinden “Kâfiyye”, “Râiyye” ve “Mîmiyye”siyle bir kıtası zamanımıza ulaşmıştır.[645] 9 (630) yılında Resûl-i Ekrem’in huzuruna birçok elçi heyeti gelmiştir; bunlar Resûlullah’ı yüce sıfatlarla övmüştür. Ünlü muallaka şairi Meymûn b. Kays el-A’şâ’ya ait olan veya ona nisbet edilen yirmi dört beyitlik “Dâliyye” de Hz. Peygamber ve daveti hakkında kaleme alınmış ilk seçkin şiirlerdendir.
Resûl-i Ekrem’e hayattayken takdim edilmiş en mükemmel övgü şiiri Kâ’b b. Züheyr’in kasidesidir. Kâ’b, kardeşi Bü-ceyr’in müslüman olması üzerine onu ve Hz. Peygamber’i hicveden bir şiir yazmış [646] bu sebeple Resulullah onun cezalandırılmasını istemiştir. Ancak daha sonra Peygamber’den özür dileyerek müslüman olmuş ve kasidesini okumuştur. Kasideyi çok beğenen Resulullah, Yemen’-den gelen hırkasını (bürde) çıkarıp Kâ’b’ın omuzlarına koyarak onu ödüllendirmiş, bundan dolayı şiir Kaşîdetü’l-bürde adıyla meşhur olmuştur.
Hz. Peygamber’e dair methiyelerin ilk mensur örneği Ümmü Ma’bed’e ait metindir.[647] Hicret sırasında Resûl-i Ekrem’i çadırında misafir eden bu kadın Peygamber’/ o esnada çadırda bulunmayan kocasına anlatmış [648] ve o anda hatiften onu öven bir şiir işitilmiş. Hassan b. Sabit bu şiire nazire yazmıştır.[649] Hz. Ali’nin bazı hutbelerinde Resûlullah’la ilgili sözleri de ilk mensur övgü örneklerindendir. Bir hutbesinde onun peygamberliğinin kadîm olduğunu, nesilden nesile geçerek kendisine intikal ettiğini söylemiş [650] bu fikir nûr-ı Muhamme-dî nazariyesi olarak bazı mutasavvıfların şiirlerinde geniş ölçüde işlenmiştir.
Emevîler devrinde bazı şairler Resûl-i Ekrem’le nesep ilgisi olmadığı halde ona mensup olmakla iftihar etmiştir. Hz. Ömer’in neslinden gelen Osman b. Utbe ile Osman b. Vâkıd bunlardandır.[651] Bu dönemde Hâşimî(Alevî) şairlerinin Resulullah ve Ehl-i beyt’i İle iftihar etmesi ileri boyutlara ulaşmıştır. Yine bu devirde fetihler sebebiyle uzak bölgelere dağılmış bulunan şairler tarafından Hicaz. Medine. Peygamber ve Rav-za-i Mutahhara özlemi dile getirilmiş, sonraki devirlerde bunlara duyulan özlem bir şiir teması haline gelmiştir.
Hz. Ali’ye nisbet edilen bazı hutbelerde Resûl-i Ekrem’in methinden Âl-i beyt’in methine intikal edilmesi sebebiyle [652] Şiî şairlerinde Peygamber’in Övülmesi yanında Ehl-i beyt’in övülmesi de gelenek halini almıştır. Ali’nin hakkı olarak görülen hilâfetin ona verilmemesi, kendisiyle oğlu Hüseyin’in şehid edilmesi Ehl-i beyt’e dair methiye ve mersiyelerin gelişmesini hızlandırmış, neticede Resûlullah’ın methi ailenin atası olması dolayısıyla sözü edilen bir konu haline gelmiştir. Böylece Ehl-i beyt taraftan şairler akımı ortaya çıkmış ve günümüze kadar devam etmiştir. Bilinen en eski Ehl-i beyt övgüsü görüşen şairHz. Peygamber’! ve Ehl-i beyt’i Öven kasidesini yazmıştır.[653] Kümeyt el-Esedî, “Hâşimiyyât” adını verdiği kasideleriyle Ehl-i beyt sevgisini derinleştirmiştir. Hâşimiyyât içinde iki “Bâ-iyye” ve bir “Lâmiyye” ile “Mîmiyye” en Önemli kasidelerdir.[654] Resûl-i Ekrem’e övgü vesilesiyle Ehl-i beyt’i de öven, kendilerine yapılan zulümleri dile getiren şairler oldukça fazladır. Bunların arasında Ebü’l-Atâhiye, Di”bilel-Huzâî [655] Şerif er-Radî ve Mih-yâr ed-Deylemî’yi zikretmek mümkündür. Fatımî ve Eyyûbî devirlerinde halifeler ve Ehl-i beyt için yazılan övgülerde genellikle Hz. Peygamber bilvesile söz konusu edilmiş, kutsal yerlere Özlem şiirleri gelişmiştir. Melikü’n-nühât Ebû Nizâr Hasan b. Sâfî’nin birkaç kasidesi. Bahâeddin İb-nü’s-Sââtî’ninBtmef Sü’âd’a naziresi, İb-nü’d-Dehhân’ın Resûlullah’ın kabrini ziyaret özlemini dile getirdiği kasidesi, Ebü’l-Haccâc el-Belevî’nin Hz. Peygamber’i bütün sevgilerin ve varlıkların hulâsası olarak vasfettiği “Sîniyye”si [656] Zemahşerî ve Ebû Verdî’nin Bânet Süâd nazireleri [657] bu döneme ait eserlerdendir. Ayrıca Zemahşerî’nin elli üç be-yitlik bir “Râiyye”si vardır.[658]
Endülüs ve Mağrib şairlerinin eserlerinde Şia ve Ehl-i beyt izlerine pek rastlanmaz, ancak tasavvuf! izler görülür. Başta Medine ve Ravza-i Mutahhara olmak üzere kutsal makamlara duyulan hasret, Hz. Peygamber’in sıfat ve menkıbelerinin anlatılması ortak konuların başında yer alır. İbn Habîb es-Sülemî [659] ve Muhammed b. Abdullah İbn Lübb’ün [660] şiirleri, İbnü’l-Arîf’in “el-Kasîdetü’l-Hâiyye”si [661] bunlardan bazılarıdır. Mağribli Mâliki fakihi ve şair Ebû Muhammed Abdullah b. Ebû Ze-keriyyâ eş-Şukrâtısî et-Tevzerî, el-İcîâm bi-mıfcizâti’n-nebiyyi aleyhi’s-selöm adını verdiği eserini Hz. Peygamber’in kabrinin karşısında yazdığı bir “Lâmiyye” ile bitirmiştir. Şukrâtısî bu manzumesiyle sonraki asırlarda sîreti nazım halinde anlatanlara öncülük etmiştir.
Her kasidesi yirmi beyitten oluşan, beyitleri alfabe sırasına göre ayrı harflerle başlayan yirmi dokuz kaside ve kafiyeleri farklı olan “işrîniyyât” türü Peygamber övgülerine de uygulanmıştır. Ebû Zeyd Abdurrahman b. Yahleften b. Ahmed el-Fâzâzî bu türün öncülerindendir.[662] Berberi asıllı Mâlekalı şair İbnü’l-Murahhal. el-Mucaşşerâtü’l-lüzû-miyye’sinde lüzûm-ı mâ lâ yelzem sanatını icra etmiştir. Muhammed Şerrâf el-Endelüsî’nin Bânet Sü^âd nazîresi. Lisâ-nüddin İbnü’l-Hatîb’in altı kasidesi ile bir kıtası, Ahmed b. Muhammed el-Makka-rî’nin na’l-i şerifi konu alan manzumesi, iki kaside ve tahmisi, Ebû Hayyân el-En-delüsî’nin Bânet Sü’âd nazîresi, Endülüs ve Mağrib’de Resûl-i Ekrem’in methine dair yazılmış başlıca eserlerdendir.
VII. (XIII.) yüzyılda Peygamber kasideleri, Ebû Zekeriyyâ Cemâleddin Yahya b. Yûsuf es-Sarsari ve Muhammed b. Saîd el-Bûsîrî’nin eserleriyle doruk noktasına ulaşırken bu hususta tasavvufî akım da açık biçimde ortaya konulmuştur. Şiirlerinde nûr-ı Muhammedi’nin bütün mah-lûkattan önce yaratıldığı, onun nurunun peygamberden peygambere intikal ederek kendisine ulaştığı düşüncesi geniş olarak yer almıştır. Bağdat’ın Moğollar tarafından işgali sırasında katledilen Yahya b. Yûsuf es-Sarsarî Arap edebiyatında peygamber methi konusunda tanınmış üç büyük şairin ilkidir.[663] İbn Ke-sîr onun şiirlerinin tamamının peygamberlerin methine dair olduğunu, Resûl-i Ekrem için nazmettiği kasidelerin yirmi cilde ulaştığını kaydeder.[664] Sarsarî. Yûsuf b. İsmail en-Nebhânî’nin antolojisinde 3068 bey-tiyle en fazla kasidesi olan şair konumundadır.
Muhammed b. Saîd el-Bûsîrî’nin Peygamber methine dair en tanınmış eseri Kaşîdetü’l-bürde’dır. Onun, eserini hayatının sonlarına doğru felç geçirdiği sırada yazdığı ve kasidenin bereketiyle şifa bulduğu kaydedilir. Bu sebeple kaside, Kâ’b b. Züheyr’in Kaşîdetü’l-bürde’sın-den ayrılması için Osmanlı kültüründe Kaşîdetü’l-bür’e şifa kasidesi adıyla da tanınır. Bunun kadar meşhur olmamakla birlikte Bûsîri’nin en büyük eseri el~Ka-şîdetü ‘1-hemziyye’sidir. 455 beyitlik kaside bir siyer mahiyetindedir. Bunların dışında Kâ’b b. Züheyr’in kasidesine nazîre olarak yazdığı “Zuhrü’1-meâd fî vezni Bânet Süâd” ile üç “Bâ-iyye”si “Hâiyye”siyle iki “Dâliyye”si ve “el-Lâmiyye ffl-medâihi’n-nebeviyye, el-Lâmiyyetü’1-ûlâ,[665] “el-Kasîdetü’l-Mudariy-ye fi’s-salâti alâ hayri’l-beriyye [666] ve “el-Kasîdetü’1-hâiyye madıyla evrâd olarak okunmak için nazmedilmiş kasideleri mevcuttur.
Abdürrahîm b. Ahmed el-Buraî el-Ye-menî’nin el-Kaşîdetü’l-mîmiyye’s\ ile Bûsîrî’nin Kaşîdeîü’l-bürde’si arasında benzerlikler vardır. Yalın bir üslûpla yazılan kasidede nûr-ı Muhammedi fikri işlenmiştir. Zamanımıza ulaşabilen şiirlerinin çoğu Peygamber methine dair olan Bu-raî’nin bir mevlidi de bulunmaktadır. Şair bazı dizelerinde Resûl-i Ekrem’i beşer üstü sıfatlarla övmesi yüzünden eleştirilmiştir. Nebhânî antolojisinde onun 1029 beyte ulaşan çok sayıda kasidesine yer vermiştir. Bu devirde sûfî şair Emînüddin Ali b. Osman el-Erbîlî de el-Kaşîdetü’l-/dhire’siyle sûfî akımın Önemli temsilcilerindendir.
Peygamber övgüsü konusunda VII. (XIII.) yüzyılın önemli temsilcilerinden biri de Ebû Abdullah Mecdüddin Muhammed b. Ebû Bekir el-Vitrî el-Bağdâdî olup 661 (1263) yılında tamamladığı el-Ka-şâ’idü’l-vitriyyât’ ile (vitriyye) yeni bir edebî türün öncülerinden sayılmıştır. Onun her kasidesi tekli sayı (vitr) olarak yirmi bir beyitten oluşmuş ve yirmi dokuz kasideden teşekkül etmiştir. Eser Beyrut(1910), Kahire(1324, 1344), Fas (1310, 1321) ve Bombay’da basılmış, üzerine birçok tahmis ve şerh yazılmıştır.[667] İbn Ebü’l-Hadîd dees-Seb’u’l-‘alevİyyât’i ile [668] bu sahanın Önemli temsilcilerindendir. 611’de (1214) Medâin’de nazmedilen ve yedi uzun kasideden oluşan bu eserde Hz. Peygamber ve Ehl-i beyt’i ile Abbasî Halifesi Nasır- Lidînillâh övülmüş, ayrıca Hz. Ali’ye insan üstü nitelikler atfedilmiş-tir. Eser üzerine birçok şerh yazılmıştır.[669]
VIII. (XIV.) yüzyılın en büyük temsilcilerinden Şehâbeddin Mahmûd el-Halebî, Ehne’I-menâ’ih fî esne’l-medâ^ih [670] ve Menâzilü’l-ahbâb ve me-nâzihü’î-elbâb{nşr. AbdürrahîmMuham-med Abdürrahîm, Kahire 1989) adıyla iki divan hazırlamış olup Nebhânî’nin antolojisinde en fazla kasidesi bulunanlar arasında Sarsarî’den sonra gelir. İbn Seyyi-dünnâs’ın Bânet Sücod nazîresiyle “Tâiy-ye” ve el-Kaşîdetü’l-‘ayniyye’sı vardır.[671] AyrıcaMinehu’1-mi-daft’ında sahabenin Hz. Pey-gamber’e dair şiirlerini derlemiştir. Büş-ra’1-lebîb bi~zikra’i-habîb adını verdiği eseri [672] Resûlullah için yazılan kasidelerle şerhlerine dairdir. Peygamber’-le ilgili birçok kaside yazmış olan İbn Nü-bâte el-Mısrî’nin altı kasidesi önemlidir.[673] Yoğun edebî sanatlara yer verilen kasidelerin nesîblerinde nübüvvet kavramıyla bağdaşmayan bazı ifadeler görülür. Burhâ-neddin el-KIrâtî de ei-Kaşîdetü’İ-hem-zi’yye’si [674] Bânet Sü’âd’a nazîre olan “Lâmiyye”si [675] ve Kct-şîde fîmedhi’n-rıebis\y\e [676] bu alanda önemli bir şairdir.
VIII. (XIV.) yüzyılda Peygamber methiyeleri konusunda tekellüflü eserlerin verildiği bir devreye girilmiştir. Bûsîrî’nin Kaşîdetü’l-bürde’slnden ilham alınmakla birlikte onun tekellüflü sakim bir taklidi olarak ortaya konan ve “bedîiyye” adı verilen bu medih türü çeşitli şartlarla kayıtlıdır. Kaşîdetü ‘1-bürde ise her beyitte en az bir bedîî sanat İcrası şartını taşımadığı için bedîiyye türünden sayılmaz. Bu şartların tamamını, el-Kâfiyeiü’i-bedfiyye adını verdiği ve 151 bedîî sanat icra ettiği 14S beyitlik bedîiyyesiyle Safiyyüddin el-Hillî gerçekleştirdiğinden türün gerçek anlamda öncüsü kabul edilmiştir. XIV. (XX.) yüzyılın başlarına kadar 100’ün üzerinde bedîiyye yazılmış, daha sonra şiir sanatında meydana gelen anlayış değişikliği sebebiyle terkedilmiştir İbn Hicce’nin kendi bedîiyyesine şerh olarak hazırladığı Hizânetü’l-edeb”\ türle ilgili zengin örnekler içeren bir edebiyat hazinesidir. Bedîiyye müelliflerinden Şa’bân el-Âsârî, en büyüğü400 beyit olan ve 240 edebî sanat içeren üç manzume kaleme almıştır. İslâm edebiyatından etkilenen hıristiyan nâzımlar da XII. (XVIII.) yüzyıldan itibaren Hz. îsâ İçin bedîiyyeler yazmışlardır.
IX. (XV.) yüzyılda Resûl-İ Ekrem’le ilgili şiir yazanların başında Şemseddin Mu-hammed b. Hasan en-Nevâcî, Abdülke-rîm b. Dırgâm et-Tarâifîve İbn Hacer el-Askalânî gelir. Nebhânî, antolojisinde İbn Hacer’in yedi kasidesine yer vermiştir. İb-nü’l-Cezerî, Zâtü’ş-şifâ fî sîreti’n-nebiy-yi’J-Muştafâ adlı eserinde halifeleriyle birlikte Hz. Peygamber’in sîretini nazma çekmiştir. X. (XVI.) yüzyılda “Hemziyye”si [677] ve Fethu’I-mübîn fî medhi şefFi’î-müz-nibîn’ı ile [678] Abdülazîz b. Ali el-Mekkî ez-Zem-zemî; “Dâliyye, Tâiyye, Ayniyye, Kâfiyye, Lâmiyye [679] ve “Mî-miyye” kasideleriyle Alâeddin b. Melik el-Hamevî; “Bâiyye, Dâliyye, Râiyye, Fâiyye, Lâmiyye, Mîmiyye” gibi kasideleriyle Ebü’l-Mekârim [680] el-Bekrî peygamber methine dair eser verenlerin başlicalarıdır [681] XI. (XVII.) yüzyılda, Râ’iku’î’âdâb fî medhi seyyidi’l-cArab adlı müstakil divanı [682] “Mîmiyye”si ve “Nûniyye”sİ ile [683] Şehâbeddin İbn Ma’tûk el-Mûsevî; “Tâiyye, Hâiyye, Hâiyye, Râiyye”, iki “Zâiyye” ve “Nûniyye” kasideleriyle Muhammed es-Sâlihî el-Hilâlî ed-Dımaş-kî; tanınmış “Dâliyye”siyle Abdullah el-Hicâzî el-Halebî; “Maksûre”si ve “Kâfiy-ye”siyle Şehâbeddin el-Hafâcîve Kaşîde fî medhi’n-nebî [684] “Hâiyye” ve “Ayniyye” kasideleriyle İbnü”n-Nehhâs el-Mede-nî sayılabilir.[685]
XII (XVIII) ve XIII. (XIX,) yüzyıllarda eser verenler arasında Bânet Sücâd nazîresi, Buraî’nin kasidesine ve İbnü’l-Arif in şiirine tahmîsleri, İbnü’I-Fânz’ın kasidesine taştîri, bazı müveşşahları ve birçok şiiriyle Abdülganî en-Nablusî ve özellikle Yûsufb. İsmail en-Nebhânî anılmalıdır. Nebhânî’nin bu alanda telif ve derleme olarak meydana getirdiği başlıca eserleri şunlardır: en-Nazmü’i-bedf fîmevli-di’ş-şef? [686] et-Taybetü’l-ğarra1 fî medhi seyyidi’l-enbiyâ’ [687] Scfâdetü’l-mecâd fîmuvâze-neti Bânet Sü’âd Kaşîde-tü’1-kavli’l-hak fî medhi seyyidi’1-haik [688] Kaşâ’idü’s-sâbikati’1-ci-yâd fî medhi seyyidi’1-Hbâd eî-Mecmûtatii’n-nebhûniyye fi’l-medâ^ihi’n-nebeviyye 1-el-‘Uküdü’l-lü’Iü’iyye fi’l-medâ3ihi’l-Muhammediyye [689] Dîvânü’1-Medâ’ihi’n-nebeviyye.[690] Nebhânî, eî-Mecmû’atü’n-Neb-hârıiyye fi’İ-medâ’ihi’n-nebeviyye adlı dört ciltlik eserinde başlangıçtan XIV. (XX.) yüzyıla kadar kaleme alınan peygamber övgülerinden yaptığı seçmeleri toplamıştır. Bu antolojide otuz dokuz sahâ-bîye ait 461 beyitle 213 şaire ait 25.066 beyit bulunmaktadır. İbn Seyyidünnâs, Minahu’l-midah adlı antolojisinde on ikisi kadın olmak üzere 198 sahâbînin övgü ve mersiyesine yer vermiştir.
Mevlid türü manzumelerin de Peygamber methiyeleri arasında önemli bir yeri vardır. Bu manzumeler Resûlullah’ın güzel ahlâk, sıfat ve erdemleriyle övülmesi açısından bir medih çeşidi olduğu gibi onun hayatını, vefatını, mucizelerini an-latmalan sebebiyle birer muhtasar siyer mahiyetindedir. Vefat edenin arkasından ağlamayı yasaklayan hadislerin tesiriyle olmalıdır ki Resûl-i Ekrem İçin nazmedil-miş mersiyeler genellikle kısa ve beklenenin aksine azdır. Ancak onun vefatından sonra kaleme alınan methiyelerin birçoğunda mersiye özellikleri de bulunur. Bilhassa Hz. Peygamber’le birlikte Ehl-i beyt’in de övüldüğü Kümeyt el-Esedî, Di*-bil el-Huzâî. Şerif er-Radî, Mihyâr ed-Dey-lemî gibi şairlerin Şîa’yı hatırlatan övgülerinde bu husus açık biçimde görülür. Resûl-i Ekrem’e dair en çok mersiye yazan şair Hassan b. Sâbit’tir. Onun dört “Dâliy-ye”siyle bir “Râiyye”si ve “râ” kafiyeli iki beyti bu konuya dairdir.[691] Hassan b. Sabit, Hz. Peygamber’in vefatından duyduğu derin üzüntüyü etkili bir üslûpla dile getirdiği gibi onun anılarını barındıran yerleri de zikretmiş, ahlâkî erdemlerini ve fizikî özelliklerini tasvir etmiştir. Hz. Ömer hüznünü dile getirdiği sekiz beyitlik “Ayniyye”yi yazmıştır. Hz. Fâtıma da derin acısını toplam dokuz beyitlik üç kıtasında dile getirmiştir.[692] Lebîd b. Rebîa “Lâmiyye”sinde Hz. Pey-gamber’i yüce sıfat ve erdemlerle överken hüznünü de ifade etmiştir.[693] Bunlardan başka Resûiullah’ın halaları Safiyye, Ervâ ve Âtike ile amcasının kızı Hind bint Haris b. Abdülmuttalib ve Hind bint Üsâse, Âtike bint Zeyd, azatlısı Ümmü Eymen’e ait bazı beyit ve kıtalar verilmekte, Hz. Ebû Bekir. Osman, Ali, Kâ’b b. Mâlik, Abdullah b. Üneys, Ebû Züeyb el-Hüzelî, Mücfiye b. Nu’mân el-Atekî’ye de bazı kıta ve beyitler nisbet edilmektedir.[694]
Modern ve çağdaş Arap edebiyatı dönemlerinde Hz. Peygamber’le ilgili lirik, sembolik, serbest ve mensur şiir, senfoni şiiri, marş, tiyatro ve temsil şiiri, destan vb. türlerde birçok eser kaleme alınmıştır. Muhafazakâr akıma mensup şairler Resûiullah’ın fizikî ve manevî nitelikleriyle ahlâkî erdemleri üzerinde durmuş, ayrıca şarkiyatçıların kendisine ve İslâm’a yönelik iftiralarına cevap vermiştir. Bu akıma mensup şairlerin başlıcaları Mah-mud Sami Paşa el-Bârûdî, Ahmed Şevki, Yûsuf en-Nebhânî, Ahmed Muharrem, Abdüllatîf es-Sayrafî, Muhammed Abdülmuttalib, Ma’rûf er-Rusâfî, Azız Abaza, Kâmil Emîn, Abdullah Tayyib, SâvîŞa’-lân’dır.
Yenilikçi şairler ise eserlerinde daha çok Resûl-i Ekrem’i vesile edinerek çağdaş sorunları dile getirmişlerdir. Bunlar Mahmûd Hasan İsmail, Âmir Buhayrî, Mahmûd Guneyyim, Muhammed Abdül-ganî Hasan ve Apollo grubu şairleri, Ab-durrahman Şükrî ve Abbas Mahmûd el-Akkâd’m öncülük ettiği Divan grubu [695] şairleri, sembolistler, serbest şiir, mensur şiir ve tef ile şiiri mensuplarıdır. Cezayir’in Fransızlar, Mısır’ın İngilizler tarafından işgal edilmesi, Osmanlı Devleti’nin dağılması ve hilâfetin kaldırılması, 1967 hezi-metiyle yahudilerin Filistin topraklarına girmesi, Arap ve İslâm ülkelerinde emperyalizmin tahribatı neticesinde Arap ve İslâm dünyasının parçalanmış, ezilmiş hali yenilikçi şairleri eski şanlı tarihî devirleri tekrar yaşatmaya vesile olacak bir kurtarıcı model ve millî kahraman tasvirine yöneltmiştir. Özellikle Arap milliyetçisi şairlerle hıristiyan Arap şairleri. Hz. Muham-med’i temel vasfı olan nübüvvetinden önce millî kurtarıcı, millî kahraman ve sosyal reformcu yönleriyle ele almışlardır. Gerçekleştirdiği sosyal adalet ve reform sebebiyle Ahmed Şevki [696] Yemenli Abdülazîz el-Mukâlih [697] ve Zeyneb Azb [698] gibi şairler Resûl-i Ekrem’i “sosyalistlerin önderi ve babası” olarak nitelemişlerdir.
Modern dönemde Resûiullah’ın methi konusunda tasavvuf! şiirler bir dereceye kadar zayıflamış, nûr-ı Muhammedîve kutub nazariyeleri daha mâkul ve tutarlı ifadelere kavuşmuştur. Yine de tasavvufî akımın geleneksel görüşleri Abdullah Tay-yib’in “Su’dâ” kasidesinde [699] Mısırlı şair Mahmûd Hasan İsmail’in “Maa’nnûri’l-a’zam” adlı serbest şiirinde [700] ve yine Mısırlı şair Ahmed el-Muhaymir’in 1947’de ödül alan “Muhammed Mu’cize-tü’1-vücûd” kasidesinde ele alınmıştır. Ancak tasavvufî akımın en büyük temsilcisi olan Bûsîrî’nin Kaşîdetü’l-bürde’sın’ın tesiri bu devrede de devam etmiş, ona modern bir anlayışla nazîre ve taştır yazanlar olmuştur. Mahmûd Sami Paşa el-Bârûdî’nin Keşfü^ğumme fi mectfn sey-yidi’l-ümme’sl Ahmed Şevki’nin Neh~ cü’1-Bürde’sl Ahmed el-Hamlâvî’nin Minhâcü’l-Bürde’sl Zeyneb Azb’in Bür-detü’r-Resûl’ü ve Abdülazîz Muhammed Bey’in Taştîrü’l-Bürde’sı bunlardan bazılarıdır.
Şîa şairlerinin de modern çağda daha mâkul bir çizgi izledikleri söylenebilir. Bu özellik Batı kültürünün etkisinde kalan Lübnan Şîası’nda daha belirgindir. İbrahim el-Berrî’nin Li’n-nebiyyi ve âlihî adlı divanı ile “Hükûmetü’n-nebî” adlı kasidesinde bu değişimi görmek mümkündür. Kendini Ehl-i beyt şairi olarak tanıtan Mahmûd Cebr’in “el-ükâü’l-ewer kasidesinde [701] olduğu gibi kadîm Şîa görüşünü sürdürenler de vardır.
Modern dönemde birçok şair Resûl-i Ekrem’i sevilen, yüksek ahlâkî erdemlere sahip bir peygamber ve en üstün sıfatları kendinde toplayan kâmil İnsan olarak tasvir etmiştir. Emîr Şekîb Arslan, Ma’rûf er-Rusâfî, Cezayir’in işgali sebebiyle Emîr Abdülkâdir el-Cezâirî, Mısır’ın işgali sebebiyle Hİfnî Nâsıf. Ahmed Şevki, Hafız İbrahim, Ahmed Muharrem, Ahmed el-Kâ-şif, Abdülmuhsin el-Kâzımî, Resûlullah’ı millî kahraman ve millî kurtarıcı gibi niteliklerle anmakta bir sakınca görmemişlerdir. Özellikle Mahmûd Dervîş, Ali Hâ-şim Reşîd gibi Filistinli şairlerin çoğu Hz. Peygamber’in yalnız bu yönünü ele almıştır.
Arap kökenli hıristiyan edip ve şairler Hz. Peygamber İçin, birbiriyle boğuşan ve çağın gerisinde kalan Araplar’ı barıştırıp birleştiren, yüksek bir millet ve devlet haline getiren sosyal reformcu portresi çizmiş, bu konuda Batılı edip ve şairlerle aynı görüşü paylaşmıştır. Mısırlı Nazmı Lûkâ’nın “Vâ Muhammedâh”, “Muhammed: er-Risâle ve’r-resûl”. “Ene ve’i-İs-lâm”; Lebîb er-Riyâşî’nin “Nefsiyyetü’r-Resûli’l-Arabî”; Halîl İskender el-Kıbrîsî’-nin “Da’vetü nasâra’1-Arab Ii’1-İslâm”; Halîl Cum’a et-Tuvâl’in “Tahte râyeti’l- İslâm”; Nasrî Selheb’in “Fî Hutâ Muhammed”; Arap Sosyalist Ba’s Partisi genel sekreteri Mîşîl (Mîşâl) Aflak’ın “en-Nebiyyü’1-Arabî” ve eş-Şâirü’1-karavî Reşîd Selîm el-Hûrî’-nin “el-Mevlidü’n-nebevî” kasideleri buna örnek olarak zikredilebilir.[702] Bazıları da Hz. Pey-gamber’e karşı övgülerini Kur’an’a ve Arap diline olan hayranlıkları şeklinde dile getirmiştir. Cûrc Selestî’nin “Necve’r-re-sûli’l-a’zam Cûrc Say-dah’ın “el-Mevlidü’n-nebevî [703] RiyâzMa’lûf un “Yânebiyye’l-Arab Ahmed eş-Şârifİn “Hubbü Muhammed” [704] Muhammed Abdül-muttaiib’in “Zıllü’l-Bürde” adlı kasideleri bunlardan bazılarıdır. Âişe İsmet Teymûr, Bârûdî, Mustafa Sâdık er-Râfiî, Sâbire Mahmûd el-İzzî ve Ömer Bahâeddin el-Emîrî gibi şairler ise Resûl-i Ekrem’e şikâyet ve isteklerini arzetmiş, ondan şefaat dilemişlerdir.
Resûlullah’ın hayatı bu dönemde, ya Mısırlı Azîz Abaza’nın İşrâ/câtü’s-sjreti’z-2eiciyye’sinde yaptığı gibi tasvir ve beyan yoluyla ya da İslâm âleminin sorunları ile bağıntılı olarak dile getirilmiştir. Bunların bir kısmı belli olayları konu edinirken bir kısmı Yûsuf en-Nebhânî’nin eİ-‘l/Jtüdü’Mü’Jü’iyye’sinde görüldüğü gibi sîreti özetlemiştir. Bu tür teliflerin bazılarında anlatım Hz. Peygamber’in dilinden sunulmuştur. Zekî Mübârek’in “Tevdîu Mekke” kasidesi [705] M. Abdülganî Ha-san’ın “İle’t-Tâif” adlı tiyatro eseri Abduh Bedevi’nin “en-Nebî ve’l-vatan” kasidesi [706] ve Salâh Abdüssabûr’un “Hurûc” kasidesi [707] bunların örneklerindendir. Mekke ve Medine ile diğer mekânlara duyulan özlem de şiirlerde geniş ölçüde yer almıştır. Sudanlı İbrahim Dâvûd Abdülkâdir Fetânî’nin “Taybetü’t-Hz. Peygamberin sîreti ve gazveleriy-le ilgili olarak özellikle Homeros’un İlya-da (İliadea) ve Odessea adlı destanlarından ilham alınıp bazı destanlar da ortaya konulmuştur. Bu faaliyet, Süleyman el-Bustânî’nin İlyada’yı 1887’de Arapça’ya tercüme etmesiyle başlamıştır. “Melha-me” ve “mutavvele” adı verilen bu manzumelerin ilki, Ahmed ŞevkTnin 1894 Eylülünde Cenevre’de düzenlenen Milletlerarası Müsteşrikler Kongresi’nde okuduğu “Kibârü’l-havâdiş fivâdi’n-Nîl” adlı mu-tavvelesidir. Onun Düvelü’l-cArab ve Hızamâ’ü’l-îslâm adlı manzum piyesinde Resûlullah’ın ve İslâm’ın tarihi desta-nımsı bir üslûpla anlatılmıştır. Ahmed Muharremin el-İlyâdetü’l-İslâmİyye I Dîvânümecdi’l-İslâm’ı, Âmir el-Buhay-rî’nin Emîrü’l-enbiya’ı, Kâmil Emîn’in el-Melhametü’l-Muhammediyye’s\, Mahmûd Halîl Hatîb’in Büşra’l-‘âşıkln bi-bulûği seyyidi’l-mürselînı de bu tür eserlerdendir. Bu dönemde tiyatro ve temsil olarak manzumeler de yazılmıştır. Muhammed Mahmûd Zeytûn’un Mîîâ-dü’n-nebTsi 1948’de Mısır Maarif Bakanlığı tiyatro eseri altın madalya ödülünü kazanmıştır. Mahmûd Hasan İsmail’in “Sürâka b. Mâlik”i de bu nevidendir. Ayrıca Abduh Bedevi Muhammed kaşîd sinfoni adıyla bir eser yazmıştır.
Resûl-i Ekrem’le ilgili eski şairlerin teliflerini toplayan ve İnceleyen birçok eser kaleme alınmıştır. Yukarıda sözü edilen ve bibliyografyada geçenlerin dışında kalan çalışmaların bir kısmı şunlardır: Yûsuf en-Nebhânî, Efdalü’ş-şalavât “ala seyyidi’s-sâdât Selâhad-din es-Sibâî. Gurretü’1-medâ’ihi’n-ne-beviyye (Kahire 1991); Muhammed Salim Mahmûd, el-Medâ%u’n-nebeviyye [708] Muhammed b. Sa’d b. Hüseyin, el-Medâ’ihü’n-nebeviyye beyne’I-ma’tedilîn ve’l-ğulât [709] Salâh îd, el-Medâ%u’n-ne-beviyye min fetreti’t-tekvîn ilâ merha-leti’n-nuzc; Enver es-Senûsî, el-Medtfi-hu’n-nebeviyye fi’I-Endelüs.[710]
1883-1980 yıllan arasında Resûl-i Ekrem hakkında çeşitli münasebetlerle yazılan kitap, makale ve şiirlerin sayısı800’ün üzerindedir. Bu sahada en çok telifi kaydedilenlerin başında Sâvî Şa’lân, Âmir el-Buhayrî, Abdülganî Selâme, Abdullah Şemseddin, Muhammed Hârûn el-Hulv, Resûl-i Ekrem’le ilgili modern dönem şiirlerini bir araya getirip inceleyen başlıca eserler şunlardır: Hilmî Muhammed el-Kâûd, Muhammed fi’ş-şFri’1-hadîs Sa’deddinel-Cîzâvî.Aşdâü’d-dîn fî’ş-şicri’l-Mışriyyi’I-hadîş [711] el-Âmilü’d-dînîü’ş-şFri’1’Mişriyyi’I-hadîş [712] Fârûk Hurşîd. Muhammed fi’1-edebi’l-hadîs (mıfâşır) [713] Ahmed Kemâl Zekî, Muhammed fi’I-edebi’l-hadîs; Ali Uşri Zâyid, İstid-^â^ü’ş-şahşiyyeti’t-türâşiyye fi’ş-şFri’l-mucâ [714] Mahir Hasan Feh-mî, er-Resûl fi’l-edebi’l-‘Arabiyyi’l-ha-dîş.[715]
Bibliyografya :
Müsned, 1, 23, 24, 47; Buhârî, “Enbiyâ3”, 48; Meymûrı b. Kays el-A’şâ, Dîvân [nşr. Fevzî Atavî], Beyrut 1968, s. 105; Abdullah b. Revâha, Dîvân (nşr. Velîd el-Kassâb), Beyrut 1982, s. 138, 144; Kâ”b b. Züheyr. Dîuân (nşr. Hannâ Nasr el-Hıttî), Beyrut 1414/1994, s. 25; Abbas b. Mir-dâs. Dîuân (nşr, Yahya el-Cübûrî), Bağdad 1388/ 1968, s. 56-57; Ali b. Ebû Tâlib, Nehcü’l-belâ-3a (der. Şerîf er-Radî), Beyrut 1932, I, 31-32, 201-202, 221, 232; Kâ’b b. Mâlik. Dîuân(nşr. SâmîMekkîel-Ânî), Bağdad 1386/1966, s- 173, 198, 281; Hassan b. Sabit, Dîuân, Beyrut, ts. (Dâru Sâdır), s. 54-59, 63, 64, 376; Humeyd b. Sevr, Dîuân (nşr. Abdülazîzel-Meymenî). Kahire 1384/1965, s. 77-78; Şi’ru’n-Nâbİğa el-Ca’dî (nşr. Abdülazîz Rebâh), Dımaşk 1964, s. 101, 210; Şi’ru İbnİ’z-Ziba’râ (nşr. Yahya el-Cübûrî), Beyrut 1981, s. 36; Ferezdak. Dîuân (nşr. Kerem el-Bustânî), Beyrut 1400/1980, II, 178-179; Kümeyt el-Esedî. el-Haşimiyyât, Kahire, ts. (Matbaatü’l-mevsûât), s. 1-35, ayrıca bk. tür.yer.; İbn Sa’d, et-fabakât,Beyrut, ts.(Dâru Sâdır), 11/ 2, s. 94-98; Di’bii, Dîuân (nşr. Abdüssâhib İmrân ed-Düceylî), Beyrut 1972, s. 131-140; Ebü’l-Fe-rec el-İsfahânî. el-Eğânî, IX, 125-126; XIV, 305; XVII, 41 -43. 86-88; XVIII, 38-39; XXI, 376-377; Merzübânî. el-Müveşşafy (nşr. Abdüssettâr Fer-râc], Dımaşk, ts. (Mektebetü’n-Nûrî), s. 90, 93; Hâkim. el-Müstedrek, Beyrut 1986, IV, 3; Şerif er-Radî, Dîuân (nşr, M. Muhyiddin Abdülhamîd), Kahire 1368/1949, s. 215-216; Ebü’I-Haccâc el-Belevî. Kitâbü Elifba’, Kahire 1287, II, 457; Bûsîrî, Dîuân (nşr. M. Seyyid KÎIânî), Kahire 1393/1973, s. 49-117,220-234, 238-249, 272-276; Sadreddin el-Basrî, et-Hamâsetû’t-Başriy-ye(nşr. Abdülmüeyyed Hân}, Haydarâbâd 1964, s. 119; İbn Seyyidünnâs, Minehu’l-midab(nşr. İffet Visal Hamza}, Dımaşk 1407/1987, s. 72-75, 145-148,183,271-273,280-281,305,358; Zehebî, A’lâmü’n-nübelâ’, II, 134; Safedî, et-Ğayşü’l-müseccem, Beyrut 1395/1975, 1, 33, 275; Ebü’l-Fidâ İbn Kesîr, el-Bidâye ue’n-nihâ-ye(nşr. Abdullah b. Abdulmuhsin et-Türkî), Cîze 1419/1998, XVII, 377-378; Abdürrahîm el-Bu-raî. Dîvân (nşr. Hafız Hasan es-Suûdî), Kahire 1369/1950, s. 43-44,51 -52, 67-70, 193; Abdülazîz er-Rifâî, Kâcb b. Mâlik, Riyad 1402/1982, s. 54-55; İbn Hicce, Dîuân, Dımaşk 1929, s. 211 -216; İbn Hacer, el-İşâbe, 1, 255; III, 148, 306, 430; V, 312; VI, 31; Makkarî. Nefhu’t-tîb,], 46; İV, 331, 468;VI, 227; İbn Matûk el-Mısrî. Dîuân, Beyrut 1885, s. 6-16; AbdüJkâdİr el-Cezâirî. Df-uân|nşr. Memdûh Hakkı), Beyrut 1964, s. 13-14, 24, 131; Âişe İsmet Teymur. Dîuân: Hilye-Lü’Hırâz, Kahire 1303, s. 269-270; Ebû Zeyd el-Fâzâzî, Dîvânü’l-uesâ’ili’l-mütekabbele, Beyrut 1319, s. 2, 8 vd.; Yûsuf b. İsmail en-Nebhânî, ei-Mecmû’atü’n-Nebhâniyye fi’l-medâ’ihi’n-nebeuiyye, Beyrut 1320,1-IV, tür.yer.; Mahmûd Sami el-Bârûdî, Keş-fü’l-ğumme fî medhi sey-yidi’i-ümme (nşr. Muhammed Sâdık), Kahire 1978, s. 45; Ahmed el-Kâşif. Dîvân, Kahire 1332/1914, I, 1-2; Hifnî Nâsıf. Dîuân, Kahire Î957, s. 42-43, 56; Hâftz İbrahim, Dîvân, Kahire 1980, II, 38-42. 58-62, 144vd.;EmîrŞekîb ArsIan,Dfuân(nşr. M.Reşîd Rızâ), Kahire 1354/ 1935, s. 146;Brockelmann. G4LSupp/., 1,443-444, 497; II, 77; Zekî Mübarek, Dîuânü elh.âni’1-hulûd, Kahire 1366/1947, s. 169-178; a.mlf., el-Medâ’ilju’n-nebevİyye fi’l-edebi’l-cArabiyye, Sayda-Beyrut, ts. (el-Mektebetü’l-asrfyye), tür.yer.; Abdulmuhsin el-Kâzımî. Dîuân, Kahire 1367/1948, 1, 37, 269; R-eşîd Selim el-Hûrî, ûf-uânü’l-Karauî, San Paoio 1953, s. 225-226, 258; Âmir M. Buhayrî, Emîrü’l-enbiyâ’, Kahire 1373/ 1954, tür.yer.; Mahmûd Cebr, Dîvâni! şâ’İri Âli’l-beyt, Kahire 1959, s. 25 vd.; Abduh Bede-vî. Bakatü’n-nür, Kahire 1960, s. 14-15, 25-28; C. Saydah, Hikâyetü’l-muğteribîn, Beyrut 1960, s. 332-335;a.mlf., Dîuân, Beyrut 1973, s. 105-109, 332-335; Ahmed eş-Şârif. Dîuân, Beyrut 1963, s. 275-276; Mahmûd Hasan İsmail. eş-Şicr tı’l-ma’reke, Kahire 1967, s. 52; a.mlf., îiehrü’l-tıakîka, Kahire 1972, s. 190-195; a.mlf.. “Yâ Muhammed”, er-Risâ!s,X]X, Kahire 1951, s. 10; Abdullah Tayyib, Bânet Râme, Hartum 1970, s. 293-296; Mahmûd Derviş, et-A’mâtü’l-kâmîte, Beyrut 1971, s. 256 vd.; Azîz Abaza, İşrâkâtü’s-sîreü’z-zekiyye. Kahire 1971, s. 65-75; Salâh Abdüssabûr, Dîuân, Beyrut 1972, 1, 235-237; Ma’rûf er-Rusâfî. Dîuan, Beyrut-Bağdad 1972, s. 490-491; Rİyâz Ma’lûf, Ğamâ’imü’l-harlf, Beyrut 1974, s. 109-111; Şevk” Dayf, e/-cÂşrü7-Câhilî, Kahire 1976, s. 341-342; Mîşâl el-Mağ-ribî, Emuac ue şuhûr, San Paolo 1977, s. 264, 333-340; Abdülazîz ei-Mukâlih, Dîuân, Beyrut 1977, s. 141-144; Hikmet Salih. Nahve âfâkı şi’rlslamî, Beyrut 1399/1979, s. 21-38; Kâmil Emîn, eS-Melhametü’l-Muhammediyye, Kahire 1399/1979, tür.yer.; Abdurrahman el-Berküki, Şerfru Dîvâni Hassan b. Şâbit, Beyrut 1983, s. 57-66, 134-139, 145-150, 220; Zeyneb Azb. Bürdetü’r-Resûl, Kahire 1984, s. 58-59; Muhammed b. Sa’d b. Hüseyin, el-Medâ’îhu’n-ne-beuiyye, Riyad 1406/1986, tür.yer.; Muhammed b. Sa’d eş-Şüvey’ir, ‘Abdullah b. Reuâha: Hayatilhû ue dirâse fi şi’rih, Riyad 1406/ 1986, s. 153-163; Hilmî Muhammed el-Kâûd, Muhammed şaltallâhu ‘aleyhi ue sellem fi’ş-şi’rrt-hadîş, Mansûre 1408/1987, tür.yer.; Ahmed Şevki, Dîuân (eş-Şeukıyyât), Beyrut 1415/ 1995, 1, 34-35; III, 41 vd.; IV, 55; Mahmûd Salim Muhammed, el-Medâ’ihu’n-nebeuiyye hattâ nİhâyeti’l-câşrİ’l-MemlCıkî, Beyrut 1417/ 1996, tür.yer.; Muhammed Abdülmuttalib, Dîvan, Kahire, ts. (Matbaatü’l-i’timâd), s. 257-259, 261-263, 309-314; M. Abdülmün’im Ha-fâcî, Ktşşatü’l-edebi’l-mehcerî, Kahire, ts. (Dâ-rü’t-tıbâati’l-Muhammediyyei, s. 264-267; M. Abdülganî Hasan. “el-Hicre”, er-Rİsâle, XII i 1944), s. 78;a.mlf..”İle’t-Tâ=if”, a.e., XVIII (1950), s. 9 vd.; C. Selesti, •’Necve’r-Resûli’l-A(zam”,a.e.,X[X(l951),s. 18; M. A. Muid Han, “Life of the Prophet at Macca as Reflected İn Contemporary Poetry”, /C, XLII1 (1968), s. 75-91; Ahmed Kûtî, “Merâşi’ş-şubara3 li-ResÛIil-lâh”, MMLADm., LXIlI/2 (1988), s. 235-236.