Ay: Ocak 2014

  • B) Müteahhiruna Ait Eserler: Hadis Usulü Online Oku


    b) Müteahhiruna Ait Eserler:

     

    Konuların senedli bilgilerle işlenmesi
    geleneğinin terkedildiği dönem eserlerinin müelliflerine Müteahhirun
    denilmektedir. Hadis Usulünde mütekaddimun-müteahhirun sınırını Hatib Bağdadi
    teşkil etmektedir. Hatib dahil, önceki usulcüler mütekaddimun, ondan sonrakiler
    müteahhirun’dur.


    1)

    el-İlmâ’ fi Zabtı’r-Rivâyeti ve Takyîdi’l-Esmâ’: Müellifi el-Kadı İyaz (Ebu’l-Fadl)
    İbnu Mûsa el-Yahsubî’dir (v.544/1149). Bu eserin diğer bir adı da el-İlma’ ilâ
    Ma’rifeti Usûli’r-Rivaye ve Takyidi’s-Sema’dır. Bu kitap, Mağrib’te yazılmış ilk
    hadis usulüdür. Seyyid Ahmed Sakr’ın tahkiki ile Kahire’de (1389/1970)
    basılmıştır.


    2)

    Mâlâ Yeseu’l-Muhaddise Cehluh: Müellifi Ebu Hafs Ömer İbnu Abdil-Mecîd el-Meyâncî’dir.
    (v.580/1184) adlı eseri te’lif etmiştir.


    3)

    Ulumu’l-hadis-Mukaddimetu İbni’s-Salah: Müellifi İbnu Salâh’tır (v.643/1245).
    Usul-i hadîsle ilgili müstakil te’lîfât yavaş yavaş tekâmül ederek onu kemâlde
    zirveye çıkaracak olan İbnu Salâh’a ulaşır. Adı Ebu Amr Osman İbnu Abdirrahmân
    eş-Şehruzûrî olan İbnu Salâh, Şam’daki Eşrefiyye Dâru’l-Hadîsi’ne hadîs
    müderrisi olarak tâyin edildiği zaman orada takrîr ettiği usûl-i hadîsle ilgili
    ders notlarını Ulûmu’l-Hadîs ismi altında cem’etmiştir. Mukaddimeti İbni Salâh
    adıyla da meşhûr olan bu eser, daha önce te’lif edilen emsâli kitaplarda dağınık
    halde bulunan bütün mesâili bir araya getirir. Kitapta, hadîs ilminin 65 nevine
    yer verir. Bunların tertibinde insicâm yok ise de şümûlce zenginliği sebebiyle
    şöhret kazanarak bütün İslâm âlemine intişâr etmiştir. Kendinden sonra gelen
    âlimler esere büyük alâka gösterdiler, ihtisârı el-şerhleri yapıldı. Nazma
    çevrildi. Medreselerde ders kitabı olarak tâkip edildi. Böylece bu sâhanın temel
    kitabı oldu.

    İbnu’s-Salah’ın bu eseri, Ebu Amr Takiyyuddin
    Osman b. Abdirrahman eş-Şehrizuri (v.643/1245) tarafından Eşrefiyye Daru’l-hadis’indeki
    hocalık yıllarında ders notları olarak hazırlanmış, daha sonra bir araya
    getirilmiştir. Bu sebeple konuların sıralanışında aksaklıklar görülür. Yazıldığı
    günden beri büyük bir itibara mazhar olmuş bulunan Ulumu’l-hadis, Prof. Dr.
    Nureddin Itr tarafından tahkikli olarak Haleb’te 1386/1966 yılında
    yayınlanmıştır.

    İbnu’s-Salah’tan sonraki usul müellifleri
    çalışmalarını tamamen Ulumu’l-hadis’e dayandırmışlardır. Kimi onu ihtisar etmiş,
    kimi nazma çekmiş, kimileri de bir çeşit tekmile anlamında nüket isimli eserler
    yazmışlardır. Böyle olmakla beraber, usul edebiyatı arasında itibar görmüş
    olmaları ayrıca kendilerinden bahsetmeyi gerekli kılmaktadır.

    Bunun üzerine şerh, ihtisar veya nazm-nesirden
    çalışma yapanlardan Zeynu’l-Irâkî (806/1403), Bedreddîn ez-Zerkeşî (v.794/1391),
    İbn Hacer el-Askalâni (v.852/1448), Celaleddîn es-Suyûtî (v.911/1505), Bedreddin
    Muhammed İbnu İbrahim İbni Cemâ’a (v.733/1332), Ebu’l-Fida İbnu Kesîr
    (v.774/1372), Kasım İbn Katlûbiğa (v.879/1474), Sehâvî (v.902/1496) İbnu Dakîk
    el-Îd (v.702/1302), Bulkînî (v.805/1402), Nevevî (v.676/1277) zikredilebilir.

    İhtisarlardan bazılarının isimleri şunlardır:

    a)
    Mehâsinu’l-Istılah ve Tadmînu Kitâbı İbni’s-Salâh: Müellifi el-Hâfız Bulkînî’dir
    (v.805/1402).


    b)

    İhtısâru Ulumi’l-Hadis: Müellifi Ebu’l-Fida İmaduddin İsmail İbn Kesir’dir
    (v.774/1372). Ulumu’l-hadis’in tertibi bozulmadan yapılmış bir ihtisardır. İbn
    Kesir, dağınık konuları bir araya getirmiş, el-Beyhaki’nin (v.458/1066) el-Medhal’inden
    istifade etmek suretiyle bazı eksik gördüğü kısımları tamamlamıştır. Bu ihtisar
    da gerek müstakil olarak gerekse el-Baisu’l-hasis adlı Ahmed Muhammed Şakir’e
    ait şerhiyle birlikte müteaddid defalar basılmıştır.


    c)

    el-İrşâd fi İlmi’l-İsnâd- et-Takrîb ve’t-Teysîr li Ma’rifeti Süneni’l-Beşîr
    en-Nezîr: Müellifi Yahya b. Şerefu’d-Din en-Nevevî’dir (v.676/1277). En-Nevevi’nin
    gerek ihtisarda gösterdiği başarı, gerekse kendisinin hadis ilmindeki
    tartışılmaz otoritesi et-Takrib’i başlı başına bir usul kaynağı haline
    getirmiştir. Eser müstakillen basıldığı gibi Kirmani’nin Buhari Şerhi başında da
    basılmış bulunmaktadır. Nevevî’nin bu eseri üzerine el-Irâkî, Sehâvî gibi bazı
    hadîsçiler şerh yapmışlardır. En meşhuru Suyûtî’nin yaptığı Tedrîbu’r-Râvî Şerhu
    Takrîbin-Nevevî’dir.


    d)

    Nuhbetu’l-Fiker Fi Mustalahı Ehli’l-Eser: Müellifi el-Hâfız İbnu Hacer el-Askalâni’dir
    (v.852/1448). Ulumu’l-hadis’i esas alan bir özet çalışmasıdır. Ancak İbn Hacer,
    konuları kendisine göre yeniden bir tertib ve tanzime tabi tutmuştur. Bu sebeple
    de Ulumu’l-hadis’in ihtisarı olduğu hemen hemen belli olmayacak bir nitelik
    kazanmıştır. İbnu Hacer Nuhbe’yi tekrar Nüzhetu’n-Nazar adıyla şerhetmiştir. Bu
    eser Prof. Dr. Talat Koçyiğit tarafından türkçeye tercüme edilmiş ve 1971’de
    Ankara’da basılmıştır. Nuhbetu’n-Nazar’ın üzerine de şerhler, hâşiyeler yapan,
    onu nazma çeviren âlimler olmuştur. Aliyyu’l-Kâri (v.1014/ 1605), Abdurraûf el-Münâvî
    (v.1031/1621) şerh yapanlar; Kemâlu’d-Din eş-Şemenî (v.821/1413) de nazm edenler
    arasında zikredilebilir. eş-Şemenî’nin oğlu Ahmed, babasının nazmını el-Âli’r-Rütbe
    fi Şerhi Nazmi’n-Nuhbe adıyla şerhetmiştir.

    Nuhbe yazıldıktan sonra hadis usulü derslerinde
    takib edilen kitap olmuş, usul konuları İbn Hacer’in tertib ve tanzimine göre
    okunur ve okutulur hale gelmiştir. Üzerine şerhler ve haşiyeler yazılmıştır.
    Ahmed Naim Bey de Tecrid Mukaddimesine Nuhbe’yi esas almıştır.


    e)

    Nazmu’d-Dürer fi İlmi’l-Eser: Müellifi Zeynu’d-Din el-Irâkî’’dir. İbnu Salah’ın
    Mukaddimesi’ni elfiye tarzında nazma çevirenlerdendir. Irâkî sonra bu eserini
    Fethu’l-Muğîs bi Şerhi Elfiyeti’l-Hadîs adıyla şerhetmiştir. Yine Irakî’nin,
    Mukaddime’nin muğlak yerlerini açıklayan et-Takyîd ve’l-Îzâh Li-Mâ Utlika ve
    Uğlika min Kitabı İbni’s-Salâh adlı kısa bir şerhi vardır.


    4)

    Tedribu’r-ravi fi şerhi Takribi’n-Nevevi: Müellifi Celaleddin es-Suyuti’dir
    (v.911/1505). Suyuti’nin Takribu’n-Nevevi üzerine yazdığı bu şerh, müstakil bir
    hadis usulü eseriymiş gibi itibar görmüştür. Bir anlamda kendisinden önceki
    bütün usul eserlerine yazılmış toplu bir şerh demek olan Tedribu’r-ravi,
    Abdulvehhab Abdullatif’in tahkiki ile ilk kez Kahire’de 1379/1959’da
    basılmıştır. Değişik neşirleri bulunmaktadır.


    5)

    Kavâîdu’t-Tahdis min Fununi mustalahı’l-hadis: Müellifi Şeyh Cemaleddin
    el-Kasimî’dir. (v.1332/1914) Kasimi tarafından önceki eserlerden yapılan
    seçmelerle meydana getirilmiş olan eser, bu mahiyetine rağmen seçmede gösterilen
    başarı dolayısıyla müstakil bir usul eseri gibi itibar görmüştür. Özellikle
    kitabın son üçte birini teşkil eden fıkhu’l-hadis bahsi kitabın değerini bir kat
    daha arttırmış bulunmaktadır. Kavaidu’t-tahdis Muhammed Behcet el-Baytar’ın
    tahkiki ile Dımaşk’ta 1353/1925’de basılmıştır.


    6)

    Tevcîhu’n-Nazar ilâ Usuli’l-Eser: Müellifi Tâhir el-Cezâirî’dir (v.1338/1919
    veya 1920). el-Hâkim Ebu Abdillah en-Neysâburî’nin (v.405/1014). Marifetu
    Ulûmu’l-Hadîs adlı kitabını hülâsa etmiştir. Eser matbudur. Müsteşrik Goldzihez
    (v. 1921) tarafından Almancaya da tercüme edilmiştir.

    [1]

    Günümüzdeki usul eserleri arasında Nureddin
    Itr’ın Menhecu’n-nakd fi ulumi’l-hadis adlı kitabı zikredilmeye değer bir
    muhtevaya sahip bulunmaktadır.

    Müteahhiruna ait olarak kısa kısa tanıtmaya
    çalıştığımız usul kaynaklarının ortak özellikleri olarak şu hususlara işaret
    edilebilir:


    a)

    Konuları modern tarzda yani senedlerinden arındırılmış şekilde incelerler.
    Sadece hadis olarak verdikleri misallerde sened görülür.


    b)

    Konuların münakaşasını yaparlar.


    c)

    Gelişmeleri de ihtiva ederler. Bu sebeple de en son yazılmış olanı en cami
    olanıdır.

    [2]

     



     




    [1]

    İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme
    ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 1/480;

    Sabahattin Yıldırım, Şamil İslam Ansiklopedisi: 6/258; İsmail Lütfü Çakan,
    Hadis Usulü, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 17-19.



    [2]

    İsmail Lütfü Çakan, Hadis Usulü, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
    Vakfı Yayınları: 19-20.

  • A) Mütekaddimuna Ait Eserler: Hadis Usulü Online Oku


    a) Mütekaddimuna Ait Eserler:

     


    1)

    el-Muhaddisu’l-Fâsıl Beyne’r-Râvi ve’l-Vâ’î: Müellifi el-Kâdı Ebu Muhammed el-Hasen
    İbnu Abdirrahmân İbni Hallâd er-Râmahurmuzî’dir (v.360/970 veya 971). Müellif
    burada bir çok mesâili zikretmiş ise de tamamına yer vermemiştir. Ancak her şeye
    rağmen bu dalda kendisinden önce yazılanların hepsinden mükemmeldir. Usul
    kitaplarının bugün bilinebilen ve bize kadar ulaşan ilk müstakil kitabı olan el-Muhaddisu’l-Fâsıl,
    M. Accac el-Hatib tarafından tahkik edilerek Beyrut’ta 1391/1971’de
    yayınlanmıştır. 


    2)

    Marifetu Ulûmu’l-Hadîs: Müellifi el-Hâkim Ebu Abdillah en-Neysâburî’dir
    (v.405/1014). Müellif burada hadîsle ilgili 50-52 ilim zikreder. Matbudur. Bu
    kitapta hem bir kısım mesaili eksik bırakmış, hem de tertibce kusurlu kalmıştır.
    Bunu Tâhir el-Cezâirî (v.1338/1919) Tevcîhu’n-Nazar ilâ Usuli’l-Eser adıyla
    hülâsa edecektir. Ebu Nu’aym Ahmed İbnu Abdillah el-İsfehânî (V.430/1038) de
    el-Hâkim’in eserine bir Müstahrîc yapmıştır. Ama pek çok eksikliklerini
    giderememiştir.


    3)

    el-Kifâye fi Kavânîni’r-Rivâye ve el-Câmi Li-Âdâbi’ş-Şeyh ve’s-Sâmi: Müellifi
    el-Hatîbu’l-Bağdâdî Ebu Bekr Ahmed İbnu Ati’dir (v.463/1070 veya 1071). Müellif
    bu dalda daha ileri bir adım olmak üzere bu eserleri te’lif etti. Bağdâdî’nin
    hadîse müteallik bir çok telifi içerisinde Takyîdu’l-İlm adlı eseri de burada
    zikre değer. Usul bahislerinin gelişmesinde, kendisinden sonra gelenlerin daha
    mükemmel eserler vermesinde Bağdâdî’nin hizmeti büyük olmuştur. Kendinden önce
    yazılan kitaplardan hacimli olan bu kitap da matbudur.

    [1]

    Mütekaddimuna ait bu üç usul eserinin ayrı ayrı
    bir çok özellikleri bulunmakta ise de biz burada onların müşterek özelliklerini
    birkaç maddede özetleyeceğiz:


    a)

    Konular “bab” veya “nev’i”lere ayrılarak değerlendirilmiştir.


    b)

    Konular senedli bilgilerle işlenmiştir.


    c)

    Usul konularının tamamını kapsamamaktadırlar.

    [2]



     




    [1]

    İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme
    ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 1/479;

    Sabahattin Yıldırım, Şamil İslam Ansiklopedisi: 6/257; İsmail Lütfü Çakan,
    Hadis Usulü, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 16.



    [2]

    İsmail Lütfü Çakan, Hadis Usulü, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
    Vakfı Yayınları: 17.

  • C) Türkiye’de Hadis Usulü Çalışmaları: Hadis Usulü Online Oku


    4- Usûl-i Hadîs’in Doğuşu, Gelişmesi Ve Belli
    Başlı Eserleri

     

    Kur’an-ı Kerim’i dünya ve ahiret mutluluğunu
    kazanma yollarını gösteren hidayet rehberi olarak gönderen Allah, onu açıklama 
    görev ve yetkisini de elçisi Hz. Muhammed’e vermiştir.

    Kitap ve sünnet arasındaki bu
    açıklanan-açıklayan alakasının farkında olan sahabe-i kiram, ta başlangıçtan
    beri Hz. Peygamberin hadislerine ve yaşayışına fevkalade itina göstermiş, onları
    ezberlemiş, yaşamış, onları aslına uygun olarak öğrenmek, uygulamak ve
    başkalarına ulaştırmak için gerçekten büyük gayret göstermişlerdir. Hadis
    kitaplarımız, bu üstün ve hasbi gayretlerin bilimsel delilleriyle doludur.

    Sünneti öğrenmek maksadıyla günlerini, geçim
    temini ve ilim tahsili arasında taksim eden ilk müslümanlar, daha sonraları,
    yeni ülkeler fethedildikçe, tabii olarak, bu kez yeni müslümanların kitap ve
    sünneti öğrenme istek ve gayretleriyle karşılaştılar. Gerek halifelerce
    görevlendirilen vali ve amiller, gerekse fetih ordularında mücahid olarak
    bulunan sahabiler, asli görevlerinin ta’lim ve tebliğ olduğu bilinciyle hareket
    ettiler. Fatih sahabilerin bir çoğu, ayrı ayrı yönlerde yerleşerek oralarda
    kitap ve sünnet bilgisini yaymaya çalıştı.

    Sahabilerin bu ilmi gayretleri hiç şüphesiz,
    kendilerini gören tabiileri de aynı şekilde davranmaya sevketti. Kendi
    bölgelerindeki sahabilerden aldıkları bilgilerle yetinmeyerek sünnetin beşiği (daru’s-sünne)
    İslam’ın ilk başkenti Medine’ye gidip bilgilerini arttırmak isteyen tabiiler
    görüldü. Dolayısıyla çok canlı ve hareketli bir ilim hayatı yaşanmaya başlandı.
    Böylece daha sonraları hadis alimlerinin hemen hepsi tarafından uygulanacak ve
    müstehap diye hükme bağlanacak rihle denen ilim yolculukları başlatılmış oldu.[1]
       

    Öte yandan sosyal, siyasi ve iktisadi
    çalkantılar, tebliğ görevi ve Hz. Peygambere ait olmayan bir şeyi O’na isnad
    etmeme dikkat ve titizliğini ve neticede bazı kaide ve ilmi gayretlerin
    başlatılmasını da doğurdu.

    Her ilmi faaliyetin belli esaslara göre
    yapılacağı ne kadar tabii ise, aynı şeylerin tekrarı da belli kaidelerin
    bulunmasını, yoksa konulmasını ve onlara uyulmasını gerektirir. Bir başka ifade
    ile, her şeyin bir yolu yöntemi olur. Bu sebeple yukarıda değindiğimiz ilmi
    faaliyetler de bazı kaidelerin belirlenmesini gerektirmiştir. İşte bu söz konusu
    kurallar, daha sonraları müstakil kitaplara konu teşkil edecek olan hadis usulü
    prensipleridir.

    Gerek sünnet malzemesinin doğru olarak nakli,
    gerekse bu metinlerin sağlam bir şekilde korunup, eğitim-öğretiminin ve
    değerlendirmesinin yapılması ve bu değerlendirmeye yardımcı olacak her türlü
    tetkik ve faaliyetin başlatılması, itiraf edelim ki, ashab-ı kiram’a ait bir
    nasip ve şeref olmuştur. Ashab-ı kiram, hadis metinlerinin nakline öncülük
    ettikleri yani rivayetü’l-hadis ilmini kurdukları gibi rivayet olayının
    vazgeçilmez kaidelerini koymuş, dirayetü’l-hadis ilminin ilk temellerini de
    atmışlardır.

    Müslümanlardan önce hiçbir millet, nakil ve
    rivayette ravilerin güvenilirlik durumlarını tesbit için herhangi bir araştırma
    yapmayı ve bunu belli kaidelere bağlamayı düşünmemiştir. Olaylar ve rivayetler
    sadece nakledilmiştir. Nadiren bir-iki isimlik sened zikredilmiş, çoğu kere ona
    da gerek duyulmamıştır. Bu sebeple hadis metinlerini nakledenlerin şahsi
    durumlarının inceden inceye, ifadenin tam anlamıyla kılı kırk yararcasına
    araştırılması ve mutlaka sened zikrini esas alan Hadis Usulü İlmi, müslümanlara
    has bir meziyyet olmuştur.

    “Sened ve metnin durumlarını anlamaya imkan
    veren bir takım kaideler ilmi” demek olan Hadis Usulü, daha ilk günlerde
    müslümanların bulup geliştirdiği ilmi bir disiplindir. Konusu ise, red ve kabul
    açısından sened ve metindir.[2]
       

    Usül-i hadîs, bir kısım târihî gelişme
    safhalarından geçerek kemâlini bulmuş bir ilimdir. Kaideler, prensipler ve
    târifler her ne kadar hadîsten alınarak sistemleştirilmiş, tanzîm edilmiş ise
    de, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın hadîslerinde böyle bir ilmin adı
    katiyyen geçmez. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) hadîslerin
    öğrenilmesine, aslına uygun olarak rivâyetine teşvîk etmiştir. Kendisi hakkında
    yalana yer verilmemesini o kadar ısrarla söylemiştir ki, bu emri, mütevâtir
    hadîslerin başında yer alır, yâni en çok tarîki olan hadîs budur, ikiyüzden
    fazla sahâbe (radıyallahu anhüm ecmaîn) bunu rivâyet etmiştir. Hattâ, Aliyyu’l-Kârî’nin
    Esrâru’l-Merfû’a’da kaydettiği bir rivayete göre, kendisi hakkında kizb’e
    tevessül eden bir kimseyi Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) en ağır cezaya
    çarptırmış, öldürtmüştür.

    Ashâb zamanında, usûl-i hadîs’e giren bir kısım
    meseleler su yüzüne çıkmıştır. Daha Hz. Ebu Bekir (radıyallahu anh) devrinden
    itibâren bunların birer birer tavazzuh etmeğe başladığını görürüz: Hz. Ebu Bekr
    yeni bir hadîs işitince şâhid istemeye başlar. Hz. Ömer bir adım daha atarak,
    çok hadîs rivâyetini yasaklar, bazılarını bu yüzden sigaya çeker ve hattâ hapse
    atar. Hadîsçilerin en ziyade üzerinde duracakları tesebbüt ve itkan
    prensiplerinin böylece daha ilk zamanlarda müesseseleştiğini, istikrâra
    kavuştuğunu görürüz. Usûl-i hadîsin, başta ricalle ilgili bahisleri olmak üzere
    birçok mevzuları menşeini bu tesebbüt, yani Hadîs’in, Resûlullah (aleyhissalâtu
    vesselâm)’a nisbetinde sıhhat endîşesi teşkil edecektir.

    Hadîslerin mânen veya lafzan rivâyeti, rivâyette
    duyulan şekkin beyanı gibi usûle giren bir kısım meselelerin Hz. Aişe, İbnu
    Abbâs, Abdullah İbnu Ömer (radıyallahu anhüm) gibi birçok ashab tarafından
    münakaşa edildiğine daha önce temas etmiş idik.

    Yine hatırlatmada fayda var, bir hadîs
    işitilince kimden işittiğini sormak, hadîs rivâyet eden kimsenin diyânet ve
    adâletine bakmak, Sözgelimi ehl-i sünnetten değilse rivâyetini terketmek gibi
    meseleler de Ashab’ın sağlığında, fitne hareketlerinin kızışmasıyla
    başlatılmıştır. Nitekim İbnu Sîrîn’in şu açıklaması bu hususu aydınlatır:
    “Müslümanlar bidâyette senet sormazlardı. Ancak ne zaman ki fitne ortaya çıktı,
    ondan sonra dikkat ettiler, ehl-i sünnetten olanlardan alıp, ehl-i bid’a
    olanlardan rivayet almadılar.”

    İbnu Sîrîn’in, fitne ile neyi kastettiği
    rivayette belli değilse de, bunun el-Fitnetu’l-Kübra da denen, Hz. Osman’ın
    şehâdeti hâdisesi olduğu bellidir. Arkadan gelecek bir çok dâhilî fitnelerin
    temelinde bu şehâdet hâdisesi yatar.

    Bu hususu kaydetmekten maksadımız, Usûl-i
    hadîs’in en mühim bahislerinden olan hadîs râvilerinin ahvâlini araştırma
    ilminin (ilmu’r-ricâl) ne kadar erken zamanlarda ele alınıp geliştirildiğine,
    fiilen tatbikata konduğuna dikkat çekmektir. Tâ ki “Usûl ilmi, yedinci asırda
    kemâle ermiştir” sözü yanlış ve eksik anlaşılmasın.


    Mühim Not:

    Usûl-i hadîs’le ilgili ıstılahların teşekkül ve tekevvününde mekân itibariyle
    birbirinden uzak birçok âlimin katkısı olmuştur. Ve uzun bir devir sonunda
    ıstılahlar nihâî şeklini almıştır. Bu durum aynı manayı ifade eden farklı
    ıstılahların konmasına sebep olduğu gibi, lügat yönünden müterâdif olan
    kelimelerle farklı mefhumların ifade edilmesine sebep olmuştur. Bilhassa bu son
    durum ıstılahın takip ettiği değişme ve gelişmeleri bilmeyenleri hatalara sevk
    edebilmektedir. Bu sebeple yeri geldikçe kelimenin “Mütekaddimîne göre…”, “Müteahhirîne
    göre…” bazan da “falancaya göre manası şudur…” diye dikkat çekeceğiz.

    [3]

     



     




    [1]

    Rihle konusunda bilgi için bk. Hatib, er-Rihle fi talebi’l-hadis, thk.
    Nureddin Itr, Beyrut 1975. (İsmail Lütfü Çakan)



    [2]

    İsmail Lütfü Çakan, Hadis Usulü, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
    Vakfı Yayınları: 14-16.



    [3]

    İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 1/477-478.

  • 5- “Usûl”le İlgili Te’lifler Hadis Usulü Online Oku


    5- “Usûl”le İlgili Te’lifler

     

    Usûl’le ilgili prensipler sahâbe devrinde
    görülmeye başlamıştır. Tabiîn devrinde ise daha da gelişmiş, İmam-ı Azam
    örneğinde olduğu üzere istikrarını bulan prensiplerden hareketle fıkıh tedvîn
    edilecek hâle gelmiştir. Usûl-i Fıkıh kitapları -meselâ Usûl-i Serahsî- tedkîk
    edilecek olsa İmam Azam (V. 150/767) zamanına kadar takarrur etmiş ve onun
    müstenedâtı olan -hadîse müteallik- birçok prensip ve kaideyi görmek mümkündür.
    İmam Şâfiî (V.204/819) zamanında daha da gelişmekten öte, sistematize edilip
    yazıya geçirildiğini görürüz. Nitekim Şâfiî Hazretleri (radıyallahu anh)’nin
    er-Risâle adlı te’lifi ilk usûl-i fıkıh olduğu kadar ilk usûl-i hadîsdir de.

    Ancak muhaddisler, usûl-i hadîsle ilgili
    bahislerin üçüncü asır boyunca da artmaya devam edip, ıstılahların dördüncü
    asırda olgunlaştığını ve ilk müstakil te’lifin bundan sonra ortaya çıktığını
    kabûl ederler.[1]

    Hadis metinlerinin hadis kitaplarında bir araya
    getirilmesi, temelde “sahih” hadisleri tesbit amacından kaynaklanmaktaydı. Bu
    tesbit çalışmaları da belli kaidelere göre yapılıyordu. Bazıları kabul edilirken
    bir kısmı da güvenilir bulunmuyor ve reddediliyordu. Ne var ki bu tesbit, red ve
    kabullere esas teşkil eden kaideler (usûl) belli kitaplarda toplanmış değildi.
    Kaidelerin biliniyor ve uygulanıyor olması yeterli görülmekteydi. Hadis
    metinlerinin bu uygulanan canlı kaidelere göre tesbitinden sonra, geleceğin
    araştırıcılarına hadis edebiyatının hangi kaidelere göre oluşturulduğunu anlatma
    görevi de yerine getirilirdi. Nitekim bu da geciktirilmemiş, Kütüb-i Sitte
    dönemini takip eden yıllarda usül edebiyatı da müstakil mahsullerini vermiştir.

    Ancak yine bu arada hatırlanması uygun olan bir
    durum söz konusudur. O da -müstakilen olmasa bile- bazı hadis usûlü kaideleri
    daha önceki kaidelere ait eserlerde yer almıştır. Meselâ İmam Şafiî’nin
    er-Risale’si, Ahmed b. Hanbel’in, kendisine sorulan suallere verdiği cevaplar,
    Müslim’in Sahih’ine yazdığı mukaddime, Ebu Davud’un Mekkelilere yazdığı mektup,
    Tirmizî’nin Cami’i ve sonundaki Kitabu’l-İlel’i bu konuda ilk anda sayılabilecek
    eserlerdir. Yine Buharî’nin üç Tarih’i cerh ve ta’dil bilgilerinin
    değerlendirilmeleri de hadis usûlü kaidelerinin alt kaynaklarıdır.

    [2]

    Mustalahu’l-hadis de denilen Hadis usûlü ilmine
    dair bir çok kitap yazılmıştır. Bu kitaplardan en önemlileri şunlardır[3]:



     




    [1]

    İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 1/479



    [2]

    İsmail Lütfü Çakan, Hadis Edebiyatı, İstanbul 1985, 162; Sabahattin
    Yıldırım, Şamil İslam Ansiklopedisi: 6/257.



    [3]

    Talat Koçyiğit, Mücteba Uğur, İ. Hakkı Ünal, İmam-Hatib Liseleri İçin Hadis
    Usulü, 12. sınıf: 82.

  • 3- Usûl Kaidelerinin Menşei: Hadis Usulü Online Oku


    3- Usûl Kaidelerinin Menşei:

     

    Daha işin başında iken bilmemiz gereken mühim
    bir husus daha var: O da usûl kaidelerinin menşei yani kaynağıdır. Bunu bilmenin
    ehemmiyetini anlamak için şöyle bir soru soralım: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
    vesselâm)’in söz ve davranışlarını değerlendirmede mi’yar ve “ölçü birimi”
    rolünü oynayan, bilgiler (târifler, kaideler) nereden elde edilmiştir? Bunu ilk
    âlimler ortaya koyarken şahsî düşüncelerinden mi çıkarmışlardır?.. Öyle ise biz
    de kendimize göre yeni baştan kaideler koyarak hadîsleri daha değişik
    anlayışlara tâbi kılamaz mıyız?.. vs.

    Bazı suiniyet sahipleri, müslüman ve fakat dini
    hakkında câhil bırakılmış yeni nesilleri iğfal etmek için bu soruları sorup
    arkadan da mugalata, yalan ve yanlışla dolu cevaplar veriyorlar. Bu sebeple usûl
    kâidelerinin menşei hakkında bir ön bilgi gereklidir.

    Hemen söyleyelim ki, Usûl-i Hadîs’in kaynağı
    Kur’ân-ı Kerîm ve sünnettir, tıpkı usûl-i fıkıh, usûl-i tefsîr ve usûlu’d-din
    gibi diğer dinî ilimlerin usûl’ünde olduğu üzere. Âlimler bütün prensiplerini
    imkan nisbetinde Kur’ân ve Sünnet’in bir sarâhat veya işâretine, bir karînesine
    dayandırmaya çalışmışlardır. Aksi takdirde, müşterek kaidelerden ziyâde, âlim
    başına bir usûl ortaya çıkardı. Nitekim bazı teferruatta, ister istemez
    âlimlerin şahsî yorumları girmiş ve oralarda ayrılıklar, farklılıklar ortaya
    çıkmıştır. Bu farklılıklar mezhepler arasındaki ihtilaflı durumlarda müessir
    olmuşlardır.

    Hülâsa, hiçbir tereddüde mahal bırakmadan, kesin
    bir dine söylüyoruz ki; usûl kaideleri, menşeini yüzde seksen-yüzde doksan
    nisbetinde âyet ve hadislerde bulur ve değiştirilmesi mümkün değildir. Konuları
    işlerken, zaman zaman birçok kaidenin nassî menşeini de göstereceğiz.[1]



     




    [1]

    İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 1/476-477.

  • 2- Usûl Bilgisinin Gereği: Hadis Usulü Online Oku


    2- Usûl Bilgisinin Gereği:

     

    Asıl mevzuya girmeden şunu belirtmek isteriz:
    Usûl bilgisi hadîslerden istifâde için şarttır. Usûl bilmeyince hadîslerden
    ahkâm çıkarmak imkânsız hâle gelir. Usûl, bu açıdan bir nevi istifâde metodudur.
    Onun için “usûl”e metodoloji de denmiştir. Bilindiği üzere hadîs dinimizin
    ikinci kaynağıdır. İster Kur’ân-ı Kerîm’in daha iyi anlaşılmasında, isterse
    Kur’ân’da bulunmayan meselelerin, dinimizin ruhuna uygun şekilde açıklanıp
    değerlendirilmesinde olsun Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın sünnetine
    şiddetle ihtiyacımız var. Rivâyet kitaplarına müracaat ettiğimiz zaman bir kısım
    problemlerle karşılaşıyor, istifâdede zorluk çekiyoruz. İşte Usûl bilgisi bu
    müşkilatları çözmeye ve rivayetlerden kolayca istifâde etmeye yarar.[1]



     




    [1]

    İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 1/476.

  • USUL-İ HADÎS Hadis Usulü Online Oku

    USUL-İ HADÎS

     

    USUL-İ
    HADÎSİN MAHİYETİ

     


    1- Usûl-i Hadîsin Muhtevâsı:

     

    Hadis Usulü adıyla inceleyeceğimiz konu, aslında
    Hadis Usulü Bilimi (İlmi Usuli’l-Hadis) dir. Hadis İlminin Dirayetü’l-hadis diye
    bilinen koludur. Hadis ilminin diğer kolunun adı da Rivayetü’l-hadis ilmidir.

    Dilimizde kullanımı ile Hadis Usulü, asli
    ifadesiyle Usulu’l-hadis teriminin temel kelimesi hadis’tir. Hadis’in sözlük
    anlamı yeni’dir. Eski demek olan kadim’in zıddıdır.

    Hadis kelimesi Kur’an-ı Kerim’de söz ve haber
    anlamlarında kullanılmıştır.[1]
    Mesela “Haydi onun gibi bir söz getirsinler” (Tur: 52/34) ayetinde söz,
    “Musa’nın haberi sana ulaştı mı?” (Taha: 20/9; ez-Zariyat: 51/24; en-Naziat:
    79/15.) ayetinde de haber anlamındadır.

    Hadisin terim anlamı ise, söz, fiil, takrir
    (onay), ahlaki ve fiziki vasıf olarak Hz. Peygambere izafe edilen her şeyin
    yazılı metinleri demektir. Çok özel ve dar anlamda peygamber sözüne de hadis
    denir. Hadisin çoğulu ehadis’dir.

    Usul, asl’ın çoğuludur. Asıllar, kökler,
    kaynaklar manasına gelmektedir. Terim olarak yol, yöntem, nizam, kaide, düzen ve
    metod ahlamlarında kullanılmaktadır. Bu manada bir ilmin asıl mevzuundan önce
    öğrenilmesi gerekli esaslar, prensipler ve başlangıç bilgileri ve tekniklerini
    ifade etmektedir.

    Hadis Usulcüleri denilince, hadi ilminin 
    dirayete dayanan prensipler bölümü (usuliyyat) ile meşgul olan alimler (usuliyyun)
    anlaşılır.

    Hadis usulü ilmi de hadis ilminin dayandığı
    prensipler, hadis teknolojisi demektir. Bu bilim dalına başlangıçta Mustalahu’l-hadis
    de denilmiştir. Usul konularını anlatmak için Ulumu’l-hadis ifadesinin
    kullanıldığı da olmuştur.[2]

    Hadis Usulü, kabul ve red yönünden hadisin sened
    ve metnini inceleyen ilim dalıdır.

    Hadis ilmi temelde rivayetu’l-hadis ve
    dirayetu’l-hadis diye iki ana bilim dalına ayrılmaktadır. Rivayetü’l-hadis ilmi,
    Rasûl-i Ekrem (s.a.s.)’in söz, fiil, takrir ve hallerini; bunların zabt edilip
    usulüne uygun olarak sonraki nesillere nakledilmelerini (rivayetlerini) konu
    edinen hadis ilim dalıdır.

    Mustalahu’l-hadis ve usûlü’l-hadis diye de
    isimlendirilen dirayetü’l-hadis ilmi, “Sened ve metnin durumlarını anlamaya
    imkan veren kaideler ilmi” olarak tarif edilmektedir. Bu tariften açıkça
    anlaşılacağı gibi dirayetü’l-hadis ilmi, genel ve teorik kaideler vaz ederek
    râvî, rivayet ve merviyy konularının tetkik ve tenkidine zemin hazırlamaktadır.
    Bu ilim edebiyatı da prensipler edebiyatı demektir.[3]

    Zaten usûl, aslın çoğulu olarak, asıllar,
    kökler, kaynaklar anlamındadır. Terim olarak da yol, yöntem, kaide, düzen ve
    metod anlamlarına gelen usül, bir ilmin asıl mevzuundan önce öğrenilmesi gereken
    esaslar, prensipler, başlangıç bilgileri ve teknikleri demektir. Böyle olunca,
    hadis usûlü, hadis ilminin dayandığı prensipler, hadis metodolojisi anlamına
    gelmektedir. Hadis usulcüleri denilince de hadis ilminin dirayete dayanan
    prensipler bölümü (usuliyyat) ile meşgul olan âlimler (usûliyyun) akla gelir.

    Dirayetü’l-hadis ilmi ve dolayısıyla hadis usûlü
    edebiyatı da temellerini, rivayetü’l-hadis ilmi ve edebiyatı gibi ashab-ı
    kiramın hadis nakli ve rivayetinde gösterdikleri titizlik, araştırma (tesebbüt-taharri)
    ve denetim faaliyetlerinde bulmaktadır. Ashabın üst seviyede bir dikkat ve
    titizliğe sahip olmaları yanında, birbirlerinden duydukları hadisleri daha iyi
    bilenden tahkik etmekten de geri kalmadıkları bilinmektedir. Hz. Aişe’nin yirmi
    kadar sahabînin rivayetlerini tashih ettiğine dair hadisleri Bedreddin ez-Zerkeşî
    “el-Icabe” adlı eserde toplamış bulunmaktadır. Öte yandan Hatib Bağdadî de hadis
    öğrenmek ve bildikleri hadisleri kontrol etmek için uzun yolculuklara çıkan
    sahabîleri “er-Rihle fı talebi’l-hadis” adlı eserinde tanıtmaktadır.

    Ashab ile başlayan bu araştırma ve tetkik
    gayretleri, dirayetü’l-hadise ait kaidelerin şekillenmesine zemin hazırlamıştır.
    Tebliğ görevi ve Hz. Peygamber’e yalan isnad etmeme dikkati, hadis ilmine dair
    tüm faaliyetlerin temelinde yatan gerçek olmanın yanında, hadis usûlünün, en
    erken bir dönemden itibaren uygulama alanına intikalini de gerçekleştirmiş olan
    asıl sebeptir. Ancak hadis usûlüne dair edebiyatı müstakil hüviyetleri ile
    rivayetü’l-hadis edebiyatından daha sonraki bir dönemde bulabilmekteyiz.

    [4]

    Önceki bahislerde Hadîs ilminin doğuşu,
    gelişmesi, bu sahada verilen belli başlı eserler üzerine yeterli açıklamalar
    yaptık. Buralarda üzerinde durulmuş mes’eleler çoğunluk itibâriyle hadîslerin
    rivâyetiyle ilgilidir. Tanıtılan kitaplar bile rivâyetle ilgili te’lîflerdir.
    Hadîs İlminin bu şûbesine rivâyetü’l-hadîs ilmi denir.

    Halbuki hadîsçilerin meşguliyet sâhasına giren
    başka mes’eleler de vardır: Rivâyetin şartları, çeşitleri, herbir çeşide
    terettüp eden hüküm, râvilerin ahvâli, şartları, merviyyâtın envâı, merviyyattan
    istifâde şartları vs. gibi. Bu çeşit mes’elelerle meşguliyeti kendisine konu
    edinen branşa dîrâyetu’l-hadîs denir.[5]
    Usûl-i hadîs deyince öncelikle hatıra gelen muhteva ve müfredat da budur. Şunu
    hemen kaydedelim ki, Usûl-i Hadîs ilmine ulûmu’l-hadîs de denmiştir ki, hadîs
    ilimleri mânâsına gelir. Böylece hadîsle ilgili ilimlerin birçok şubelere
    ayrıldığı ifâde edilir. Usûl-i Hadîs daha ziyâde ıstılahlar üzerinde durduğu
    için ona mustalahu’l-hadîs de denmiştir. Bu ilme ilmu dirâyeti’l-hadîs veya
    ilmu’l-hadîs dirâyeten tesmiyesi de vâriddir ki, bu durumda, râvileri tedkik
    keyfiyeti düşünülmüş olmaktadır.

    Mukaddimemizin bu kısmında daha ziyâde bir kısım
    nazârî bilgiler, umûmî prensipler üzerinde durup, usûle giren ıstılahların
    tarifelerini, açıklamalarını yapacağız: Hadîs nedir? Çeşitleri nelerdir, hangi
    şartlar ve vasıflarda hadîs, sahîh veya hasen olur? Hadîs ne yollarla alınır ve
    verilir? Senet nedir? Çeşitleri nelerdir? Senette yer alan râvilerde ne gibi
    vasıflar aranır, hangi evsafı taşıyan râvi makbuldur, hangi evsafı taşımayanlar
    gayr-ı makbuldur? vs.

    Bir cümle ile hadîsin kabûl veya red durumları,
    râvi ile mervî’nin çeşitli durumlarını inceleyeceğiz.[6]

    İslam alimleri
    her ilmin olduğu gibi hadis ilminin de esaslarını ve metodlarını tesbit
    etmişlerdir. Bu ilmin konusu Hz. Peygambar’in hadisleri olunca metodolojisi de
    diyebileceğimiz usulü, bunları bilmeye, sahihini zayıfından ve mevzu olanlardan
    ayırdetmeye yarayacak esaslar, kaideler ile hadisleri nakleden ravilerin
    hallerini açığa çıkarmaya yarayacak kurallardan ibarettir. Buna göre Hadis
    Usulü, hadisler ve ravilerinin hallerini bilmeye yarayacak kaide ve esaslardan
    ibaret bir ilimdir. Tarifi açıklamak gerekirse bir hadis isnad ve metinden
    ibarettir. İsnad metni rivayet edenlerin isimlerinin sıralanması, metni ise
    bildiğimiz gibi isnadla rivayet edilen Hz. Peygamber’in bir sözü, bir fiili,
    davranışı, takriri veya onunla ilgili bir özelliği bizlere aktaran ifadelerdir.
    Hadise güven ancak ravilerin güvenilir kimseler olduklarının açığa çıkmasından
    sonradır. Şayet raviler adalet ve zabt bakımından güvenilir kimseler değilseler
    hadis ilk planda sahih kabul edilemez. Böylece hadisin sahih kabul edilebilmesi
    ilk olarak ravilerinin sika olmalarıyla mümkün olmakta daha sonra başka
    özellikler aranmaktadır. Öyleyse Hadis Usulü hadis ilmi hadislerin kabul veya
    rededilebilmesi için bir taraftan onlarda bulunması gerekli esasları tesbit
    etmekte öte yandan ravilerinin adalet adalet ve zabt yönünden güvenilir olup
    olmadıklarını araştırma esasları tesbit etmektedir. O halde tarifimizi biraz
    daha genişleterek tekrar edecek olursak Hadis Usulü hadis ilmi kabul ve red
    itibariyle hadisler ve ravilerinin hallerini bilmeye yarayacak esaslar ve
    kaidelerden ibaret bir ilimdir.
    [7]

      



     




    [1]

    Bu kullanımlar için bk. En-Nisa: 4/78, 87, 140; el-En’am: 6/68; el-A’raf:
    7/185; Yusuf: 12/101; er-Ra’d: 13/10; Taha: 20/9; el-Casiye: 45/6;
    ez-Zariyat: 51/24; et-Tur: 52/34; en-Necm: 53/59-60; et-Tahrim: 66/3;
    el-Mürselat: 77/50; en-Naziat: 79/15; el-Ğaşiye: 88/1. (İsmail Lütfü Çakan,
    Hadis Usulü, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 13.)



    [2]

    İsmail Lütfü Çakan, Hadis Usulü, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
    Vakfı Yayınları: 13, 14.



    [3]

    İsmail Lütfü Çakan, Hadis Edebiyatı, İstanbul 1985, 162; Sabahattin
    Yıldırım, Şamil İslam Ansiklopedisi: 6/257.



    [4]

    İsmail Lütfü Çakan, Hadis Edebiyatı, İstanbul 1985, 162; Sabahattin
    Yıldırım, Şamil İslam Ansiklopedisi: 6/257.



    [5]

    İbnu’l-Ekfâni’nin tarifine göre rivâyetu’l-hadis ilmi “Hz. Peygamber
    (aleyhissalâtu vesselâm)’in söz ve fiillerine, bunların rivâyetine, zabtına
    ve elfâzının tahririne, şümûlü olan bir ilimdir. Dirâyetu’l-hadîs ilmi ise,
    rivâyetin hakikatını, şartlarını, nevîlerini, ahkâmını, râvilerin hal ve
    şartlarını, merviyyâtın sınıflarını ve bunlara müteallik hususları öğreten
    bir ilimdir”. Rivâyetin hakîkatı, sünnetin ve benzerlerinin nakli; tahdis,
    ihbâr vs. suretinde rivâyet edene nisbetidir. Şartları, râvinin merviyyatı,
    sema, kitabet, vs. tahammül yollarından hangisiyle tahammül ettiğidir.
    Nevilerî: İttisal, intıkâ vs.’yi ifade eder. Ahkâmı ise kabul ve redd
    durumunu ifade eder. Ravilerin halinden adalet ve cerh durumları tahammül ve
    edâdaki şartları maksûddur. Merviyyatın sınıfları, müsned, mu’cem, cezâ v.s.
    te’lif çeşitlerini ifâde eder. (İbrahim Canan)



    [6]

    İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 1/475-476.



    [7]

    Talat Koçyiğit, Mücteba Uğur, İ. Hakkı Ünal, İmam-Hatib Liseleri İçin Hadis
    Usulü, 12. sınıf: 81.

  • Öğrenciye Has Bazı Âdâb Hadis Usulü Online Oku


    Öğrenciye Has Bazı Âdâb

     


    1-

    İlmi iyice kavramak için olanca gayreti harcamak. Çünkü ilim bedenî rahat ile
    elde edilemez. Dolayısıyla ilme ulaştıran bütün yolları izlemek gerekir.
    Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur:


    “Her kim bir ilim elde etmek amacıyla bir yola
    düşerse Allah o sebeple ona cennete giden bir yolu kolaylaştırır.”[1]


    2-

    Din ve dünya işlerinde gerek duyacağı ilimler konusunda daha önemlilerden
    başlamak. Çünkü böyle bir davranış hikmetin bir gereğidir.


    “Kime hikmet verilirse muhakkak ona pek çok
    hayır verilmiş demektir. Özlü akıl sahiplerinden başkası da iyice düşünemez.”
    (el-Bakara, 2/269)


    3-

    Faydalı bir bilgiyi kimden olursa olsun öğrenmekte büyüklenmeyecek şekilde ilim
    talebinde alçak gönüllü olmak. Çünkü ilim için alçak gönüllülük bir yüceliktir.
    İlim tahsil etmek için alçalmak aziz olmaktır. Genel olarak senden daha az
    bilgili nice kimse vardır ki, senin herhangi bir şey bilmediğin bir mesele
    hakkında güzel bir bilgisi vardır.


    4-

    Öğretmene layık olduğu saygıyı göstermek: Çünkü samimi bir öğretmen bir baba
    seviyesindedir. O ilimle, iman ile ruhu ve kalbi besler. Dolayısıyla öğrencinin
    ona saygı göstermesi, ona layık olduğu şekilde ihtiram göstermesi gerekir. Bu
    hususta aşırı da gitmesin, kusur da etmesin. Ona ilham almak isteyen, doğru yolu
    bulmak isteyen bir eda ile sormalıdır. Ona meydan okuyan yahut büyüklük taslayan
    bir üslûpla sormamalıdır. Öğretmeninden görebileceği sertlik, kabalık ve
    şiddetli çıkışlara katlanabilmelidir. Çünkü daha başka sebeblerden etkilenmiş
    olabilir. Bu nedenle rahat ve sükûnetli halinde katlanabileceği bazı şeylere (o
    halinde) katlanamayabilir.


    5-

    Öğrendiklerini müzakere etmeye, iyice kaydetmeye, kalbinde ya da kitabında iyice
    tesbit etmeye gayret etmelidir. Çünkü insan unutmakla karşı karşıyadır. Eğer
    buna gayret göstermezse öğrendiklerini unutur, kaybeder. Nitekim bir şair şöyle
    demiştir:

    “İlim bir avdır, yazmak o avın bağıdır

    Sen avlarını sağlam iplere bağla

    Bir ceylan avladığın halde onu

    Ortalıkta serbest bırakman ahmaklıktır.”

    Kitaplarını kaybolmaya ve çeşitli afetlere maruz
    kalmaya karşı korumaya dikkat etmelidir. Çünkü kitaplar onun hayatındaki
    serveti, gerek duyacağı zaman başvuracağı kaynaklarıdır.

    16 Rebiu’l-Ahir 1396

    Nimetleri sayesinde bütün salih amellerin
    tamamlanabildiği Allah’a hamd-u senâlar. Peygamberimiz Muhammed’e, onun aile
    halkına, ashabına ve çağlar boyunca güzel bir şekilde onların izinden
    gideceklere salât ve selâm olsun. Âmin. 

     



     




    [1]

    Muslim

  • Muallim (Öğretmen)e Has Bir Kısım Âdâb Hadis Usulü Online Oku


    Muallim (Öğretmen)e Has Bir Kısım Âdâb

     


    1-

    Bütün yollarla ilmi yaymaya gayret göstermek ve ilim taleb edene güler yüzle,
    memnuniyetle, yüce Allah’ın ona ilim ve nur nimetlerini ihsan etmesi, ilmini
    kendisinden miras olarak alacakları temin etmesi dolayısıyla memnuniyet duymak,
    insanların açıklanmasına gerek duydukları bir durumda ilmi gizlemekten yahutta
    doğruyu aranan birisinin kendisine soru sorması halinde ilmi gizlemekten çokça
    sakınmak. Çünkü Peygamberimiz şöyle buyurmuştur:


    “Her kime bildiği bir husus
    sorulur da sonra onu gizlerse kıyamet gününde ona ateşten bir gem takılır.”[1]


    2-

    İlim öğrenenlerin eziyetlerine, ona karşı kötü muamelelerine karşı sabırlı
    olmak. Böylelikle sabredenlerin ecrine kavuşur. Onları da sabra ve insanlarla
    birlikte olmakla beraber eziyetlerine katlanmaya onları alıştırmalıdır. Bunu da
    onları yönlendirerek, irşad ederek, hikmetli bir şekilde yaptıkları kötülüklere
    de onların dikkatlerini çekerek yapmalıdır ki, öğrencilerinin kalbindeki heybeti
    de kaybolmasın. O takdirde onlara ilim öğretmek için harcadığı çabalar boşa
    gider.


    3-

    Öğrencilerin önünde olması gerektiği şekliyle dini ve ahlâkî bağlılığını ortaya
    koymalıdır. Çünkü öğretmen, öğrencinin en büyük örneğidir. O öğretmenin din ve
    ahlâkının yansıdığı aynadır.


    4-

    İlmi öğrencilerine ulaştırmak için en kısa yolu izlemelidir. Buna engel teşkil
    eden hususları da ortadan kaldırmalıdır. O bakımdan ifadelerinin açık olmasına,
    maksadı iyice anlatmasına dikkat etmeli, kalblerine sevgi tohumlarını ekmelidir.
    Böylelikle onlara önderlik yapabilir, sözünü dinletebilir, onları
    yönlendirmesini kabul ettirebilir.



     




    [1]

    Ahmed, Ebû Dâvûd ve Tirmizî

  • Ortak Âdâbın Bir Kısmı Hadis Usulü Online Oku


    Ortak Âdâbın Bir Kısmı

     


    1-

    Öğrenmesiyle ve öğretmesiyle yüce Allah’ın şeriatını korumak, onu yaymak,
    üzerinden ve ümmetten cehaleti kaldırmak niyetiyle, Allah’a karşı ihlaslı bir
    niyet sahibi olmak. Şer’î bir ilmi öğrenirken bir dünyalık elde etmeyi niyet
    eden bir kimse kendisini ilâhî cezaya maruz bırakır. Çünkü Peygamber
    Sallallahu aleyhi vesellem
    den rivayet edilen hadiste şöyle dediği
    zikredilmektedir:


    “Her kim kendisi vasıtasıyla Allah’ın rızasının
    arandığı bir ilmi ancak bir dünyalık elde etmek için öğrenirse kıyamet gününde
    cennet kokusunu alamayacaktır.”[1]

    Yine Peygamberimizin şöyle buyurduğu rivayet
    edilmiştir:


    “Her kim ilim adamlarıyla boy ölçüşmek yahut
    yolla beyinsizlerle tartışmak yahut insanların kendisine yönelmelerini sağlamak
    amacıyla ilim öğrenirse Allah onu cehenneme atar.”[2]


    2-

    Bildiği ile amel etmek. Çünkü bildikleriyle amel edenlere Allah bilmediklerini
    de öğretir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:


    “Hidayetini bulanların ise hidayetlerini
    arttırmış ve kendilerine takvâlarını vermiştir.”

    (Muhammed, 47/17) 

    Bildikleriyle amel etmeyi
    terkeden bir kimsenin ise bildiklerini Allah’ın ondan geri alması uzun sürmez.
    Çünkü yüce Allah şöyle buyurmaktadır:


    “Onlar sözlerini bozdukları için biz de onları
    lanetledik, kalplerini katılaştırdık. Kelimeleri yerlerinden oynatarak tahrif
    ederler. Onlar kendilerine verilenlerin bir kısmını da unuttular.”

    (el-Maide, 5/13)


    3-

    Vakar, güzel tavırlar, yumuşaklık, karşılıksız iyilik yapmak, eziyetlere
    katlanmak ve buna benzer şer’an ya da kötülükten uzak örf gereğince övülmeye
    değer üstün ahlâkî meziyetlere sahip olmak.


    4-

    Konuşmasıyla, tutumlarıyla çirkin sözlerden, sövmekten, eziyet etmekten,
    kabalık, hafiflik, yerilmiş tutumlar ve buna benzer şer’i ya da sağlıklı örf
    bakımından yerilmiş, düşük ahlâkî davranış ve tutumlardan uzak durmak.

     



     




    [1]

    Ahmed, Ebû Dâvûd ve İbn Mâce rivayet etmişlerdir.



    [2]

    Tirmizî