Ay: Ocak 2014

  • 5. Hadislerin Vürûd Sebepleri İlmi (İlmu Esbabi Vurudi’l-Hadis: Hadis Usulü Online Oku


    5. Hadislerin Vürûd Sebepleri İlmi (İlmu Esbabi
    Vurudi’l-Hadis:

     

    Hadislerin söyleniş veya bir fiil bildiriyorsa
    işleniş sebeplerini konu olarak alan ilme denir. Kur’an-ı Kerim için Esbabu’n-Nüzul
    İlmi ne ise, hadisler için Esbabu Vurudu’l-Hadis ilmi odur.

    Bu ilim daha çok hadislerin nasih ve mensuhunu
    anlamada yardımcı olur. Ayrıca hadislerin taşıdığı hükmü anlamaya da yardım
    eder.

    Esbabu Vurudi’l-Hadis konusunda yazılan en
    önemli eser, İbnu Hamze ed-Dimeşki’nin (1054-1120h./1644-1708m.) el-Beyan ve’t-Ta’rif
    fi Esbabi Vurudi’l-Hadisi’ş-Şerif adlı kitabıdır.

    [1]
     

    Hadislerin daha iyi anlaşılmasını sağlayan bu
    dalda, Suyûtî’nin “el-Lüma” isimli bir eseri vardır.

    [2]



     




    [1]

    Talat Koçyiğit, Mücteba Uğur, İ. Hakkı Ünal, İmam-Hatib Liseleri İçin Hadis
    Usulü, 12. sınıf: 83-84.



    [2]

    İsmail lütfü Çakan, Akif Köten, Şamil İslam Ansiklopedisi: 2/289.

  • 4. Râvîler Tarihi İlmi (İlmu Tarihu’r-Ruvât): Hadis Usulü Online Oku


    4. Râvîler Tarihi İlmi (İlmu Tarihu’r-Ruvât):

     

    Hadis rivâyeti açısından ravilerin
    biyoğrafilerini, tabakalarını… veren ilimdir.[1]

    Hadis ravilerini inceleyen İlmu’r-Rical’in bir
    bölümüdür. Ravilerin hallerini, doğum-ölüm tarihlerini, kimlerden hadis
    aldıklarını, hadis alış yer ve tarihlerini, kendilerinden rivayette bulunanları,
    seferlerini konu olarak alır.

    Bu ilim de hadis rivayetiyle birlikte doğmuştur.
    İsnadları teşkil eden ravilerin hallerini bilmek hadisleri tanımada ilk adımı
    teşkil ettiğinden Tarihu’r-Ruvat İlmi, Hadis İlminin en önemli kollarından
    birisidir.

    Bu konuda en tanınmış eserlerden birkaçı:


    a)

    ek-Tabakatu’l-Kübra, İbn Sa’d (168/230h./784-844m.)


    b)

    Et-Tarihu’l-Kebir, el-Buhari.


    c)

    Tehzibu’t-Tehzib, İbnu Haceri’l-Askalani.

    [2]


    d)

    İsabe, İbn Hacer.

    [3]



     




    [1]

    İsmail lütfü Çakan, Akif Köten, Şamil İslam Ansiklopedisi: 2/289.



    [2]

    Talat Koçyiğit, Mücteba Uğur, İ. Hakkı Ünal, İmam-Hatib Liseleri İçin Hadis
    Usulü, 12. sınıf: 83.



    [3]

    İsmail lütfü Çakan, Akif Köten, Şamil İslam Ansiklopedisi: 2/289.

  • 3. Cerh ve Ta’dil İlmi (İlmu’l-Cerh ve’t-Ta’dil): Hadis Usulü Online Oku


    3. Cerh ve Ta’dil İlmi (İlmu’l-Cerh ve’t-Ta’dil):

     

    Sahâbeden itibaren bütün hadis râvîlerinin
    doğruluk ve güvenirlik durumlarının incelendiği bir ilim dalıdır. Genellikle
    râvîler isimlerine ve künyelerine göre alfabetik bir tarzda sıralanır ve her
    birinin hayatı, kimlerden hadis rivâyet ettiği, kimlere hadis naklettiği,
    râvîler arasındaki yeri, adâlet ve zabt yönünden durumu, kendisi hakkında hadis
    münekkidlerinin görüşü… teknik tâbirlerle ifade edilir. İlk asırlardan
    itibaren pek çok kıymetli eserin kaleme alındığı bu ilim dalında, İbn Ebi Hâtim
    er-Razi’nin “el-Cerh ve’t-Ta’dil” adlı kıymetli bir kitabı vardır.

    [1]

    Cerh, sözlükte silahla yaralamak, dürtmek, bir
    yarayı deşmek manalarına gelir. Ta’dil ise düzeltmek, hakkını vermek, temizlemek
    demektir. Cerh ve ta’dil hadis ravilerini eleştirerek onların özel hayatlarında
    ve hadis rivayetinde kusur ve ayıp sayılan hallerini ya da güvenilir olduklarını
    açığa çıkarmak demektir. Cerh ve ta’dil ilmi ravilerde hadis rivayetinde kusur
    sayılan bazı hallerin bulunup bulunmadığını araştıran ilimdir.

    Cerh ve Ta’dil, Tarihu’r-Ruvat gibi Hadis Ricali
    İlminin bir bölümüdür. Hadis ilminde ileri dereceyi almış bir alimin, bir raviyi
    İslam Dini’nin emir ve yasaklarına aykırı hareket, yalancılık ve hadis rivayet
    kaidelerine uymamak gibi bir sebeple tenkit edip rivayetini çürüğe çıkarmasına
    cerh denir. Ta’dil ise araştırma sonucu ravinin kötülüklerden uzak, dürüst,
    İslamiyet’in emir ve yasaklarına bağlı hafıza bakımından kusursuz olduğunun
    tesbit edilmesidir. İşte Cerh ve Ta’dil İlmi, yukarıda gördüğümüz cerh ve ta’dil
    konusundaki ilimdir. Bir başka deyişle hadis ravilerinin güvenilir olup
    olmadığını ortaya koyma ilmidir.

    Cerh ve Ta’dil İlminin önemli kaynak eserleri:


    a)

    Kitabu’l-Cerh ve’t-Ta’dil, İbnu Ebi Hatim er-Razi (240-327 h./854-938m.)


    b)

    el-Kâmil, İbnu Adiyy (277-327h./690-938m.)


    c)

    Mizanu’l-İ’tidal, ez-Zehebi (673-748h./1274-1337m.) 


    d)

    Lisanu’l-Mizan, İbn Hacer el-Askalani.

    [2]

      


    e)

    Cerh ve’t-ta’dil, İbn Ebi Hatim er-Razi.

    [3]



     




    [1]

    İsmail lütfü Çakan, Akif Köten, Şamil İslam Ansiklopedisi: 2/289.



    [2]

    Talat Koçyiğit, Mücteba Uğur, İ. Hakkı Ünal, İmam-Hatib Liseleri İçin Hadis
    Usulü, 12. sınıf: 83-84.



    [3]

    İsmail lütfü Çakan, Akif Köten, Şamil İslam Ansiklopedisi: 2/289.

  • 2. Dirâyetü’l-Hadis İlmi: Hadis Usulü Online Oku


    2. Dirâyetü’l-Hadis İlmi:

     

    Hadislerin sıhhat durumlarını tesbit için, sened
    ve metnin durumlarını anlamaya imkân veren ilim dalıdır.

    [1]

    Rivayet, rivayet esasları ve çeşitleri, rivayete
    ait hükümler, ravilerin özellikleri, bir ravide bulunması gerekli şartlar,
    nakledilen hadislerin çeşitleri gibi konulara ait bir ilimdir. İlmu’l-Hadis
    Dirayeten de denir. Sünnetin nakli ile nakilde isnad silsilesi kurmak esasına
    dayanır.

    Tarifde geçen rivayet esaslarından maksat, sema,
    arz, kıraat, icazet gibi hadis rivayet metodlarıdır. Rivayete ait hükümlerden
    maksat ise kabul veya reddir.

    Nakledilen hadis çeşitleri, cami, sünen, müsned,
    mu’cem, cüz, müstahrec, müstedrek gibi eserlerde nakledilenlerdir. Demek oluyor
    ki, Dirayetü’l-Hadis ilmi, çeşitli eserlerde tasnif edilerek yazılmış hadisler
    hakkında kabul veya red hükmünü verebilmek için, onları değişik yönleriyle ele
    almaktadır. Bu ilmin konusu kısaca, kabul veya red yönünden hadisler ve
    ravileridir.

    [2]



     




    [1]

    İsmail lütfü Çakan, Akif Köten, Şamil İslam Ansiklopedisi: 2/289.



    [2]

    Talat Koçyiğit, Mücteba Uğur, İ. Hakkı Ünal, İmam-Hatib Liseleri İçin Hadis
    Usulü, 12. sınıf: 83.

  • 1. Rivâyetü’l-Hadis İlmi: Hadis Usulü Online Oku


    1. Rivâyetü’l-Hadis İlmi:

     

    Hz. Peygamber’in sünnetini (hadisler) toplayan,
    nakleden ilim. Hadislerin yazılı şekillerini ihtivâ eden bütün hadis kitapları
    (Sahihler, Câmiler, Sünenler, Müsnedler…)’bu ilme âit malzemeyi oluştururlar.

    [1]

    İlmu’l-Hadis Rivayeten de denir. Hz. Peygamber’e
    nisbet edilen söz, fiil, takrir ve vasıfların sağlam esaslarla nakline ait bir
    ilimdir. Hadislerin lafızlarını tesbite yarayan terimler de Rivayetü’l-hadis
    ilminin konusuna girer.

    Buradan anlaşılıyor ki, Rivayetü’l-Hadis ilminin
    konusu doğrudan doğruya Hz. Peygamber’in sözleri, fiilleri, takrirleri ve
    sıfatları; yani ona ait özelliklerdir.

    Bu ilmin tesbit ettiği sağlam hadisleri tesbit
    ve nakil esasları, Hz. Peygamber’e ait hadisleri naklederken yanlışlık yapmamak
    yollarını göstermesi bakımından çok önemlidir. Bunun içindir ki, Rivayetü’l-hadis
    ilmine gösterilen itina, Sünnetin tesbit ve nakledilmesi sırasında hata yapmaya
    engel kabul edilmiştir.

    Bu konuda yazılan eserler: Hadislerin ilk
    tedvininden itibaren yazılan eserler Rivayetü’l-Hadis ilmine ait eserler kabul
    edilir. İbnu Şihab’dan sonra İbnu Cureyc (Mekke’de), el-Evzai (Şam’da),
    Süfyanu’s-Sevri (Kufe’de), Hammad b. Seleme (Basra’da) hadisleri ilk tedvin
    edenler sayılır. Sonraları bunların eserlerine el-Kutub-i Sitte ashabının
    eserleri de eklenmiştir.

    [2]

           



     




    [1]

    İsmail lütfü Çakan, Akif Köten, Şamil İslam Ansiklopedisi: 2/289.



    [2]

    Talat Koçyiğit, Mücteba Uğur, İ. Hakkı Ünal, İmam-Hatib Liseleri İçin Hadis
    Usulü, 12. sınıf: 82-83.

  • 9- Hadis İlminin Dalları: Hadis Usulü Online Oku


    9- Hadis İlminin Dalları:

     

    Hadisin dindeki önemli yeri zamanla müstakil bir
    ilim hâline dönüşmesine sebep olmuştur. Hadis âlimleri, İslâm’da Kur’ân’dan
    sonra en önemli yeri işgal eden bu ilim dalını, sahih olanlarını sahih
    olmayanlardan ayırmak için, hadîsin sened ve metninin araştırılmasını konu
    edinen bir ilim olarak tanımlamışlardır.

    Hadis ilmi üzerinde devamlı gelişen çalışmalar,
    bazı konularının bağımsız araştırma alanına dönüşmesine yol açmıştır. Bu ilim
    dalları şunlardır[1]:



     




    [1]

    İsmail lütfü Çakan, Akif Köten, Şamil İslam Ansiklopedisi: 2/289.

  • 8- Ebû Hanîfe’nin Hadîs Kabûlündeki Şartları Hadis Usulü Online Oku


    8- Ebû Hanîfe’nin Hadîs Kabûlündeki Şartları

     

    Yukarıda Ebû Hanîfe’nin (radıyallahu anh)
    muhaddis yönünü tamamlayan bir hususun, onun hadîs kabulünde koyduğu şartlar
    olduğunu söylemiştik. Usûl-i Serâhsî’den çıkararak aşağıda kaydedeceğimiz
    kaideler, onun bu yönünü ve hadîs hususundaki titizliğini belirtmekle kalmayıp,
    usûl-i hadîs’in onun zamanında fiilen mevcudiyetini de gösterecektir. Ebû
    Hanîfe’nin koyduğu şartlardaki “sıkılık”, o devirde yaygınlık kazanan hadîs
    uydurma faaliyetlerine karşı İmamın din-i mübîni koruma endişesiyle izah
    edilmektedir:


    1-

    Haber-i vâhid, yanında toplanmış olan usûle muhalefet etmemelidir. Zira bu usûl,
    şer’î kaynaklardan araştırmalar sonunda elde edilmiştir. Muhâlif olma durumunda
    iki delilden kuvvetlisi ile amel prensibine uyarak, haber-i vâhidi terketmiş ve
    bu haberi şâz addetmiştir.


    2-

    Haber-i vâhid, Kitab’ın umûmi prensiplerine ve zâhirlerine muhalefet
    etmemelidir. Muhalefet halinde kitâbın zâhirini almış, rivâyeti terketmiştir.
    Burada da prensip “iki delilden kuvvetlisiyle amel”dir. Ama bu rivayet, mücmel
    âyeti beyan zımnında veya yeni bir hüküm koyan nass ise o zaman hadîsi almıştır.


    3-

    Haber-i vâhid meşhur sünnete muhâlefet etmemelidir. Meşhûr sünnet kavli veya
    fiili olsa farketmez, hüküm aynıdır. Burada da “iki delilden kuvvetlisiyle amel”
    prensibi câridir.


    4-

    Haber-i vâhid, kendisine eşit olan bir başka habere de muhâlefet etmemelidir. Bu
    çeşit iki haberden biri, tercih sebeplerinden biriyle diğerine üstün kılınır.
    Meselâ: İki sahâbeden biri daha fakîhtir, veya biri fakîhtir, öbürü değildir,
    veya biri gençtir, diğeri ihtiyardır. Böylece hata ihtimalinden uzaklaşılmış
    olur.


    5-

    Râvi, rivâyet ettiği hadîse muhalif amel etmemelidir. Köpeğin yaladığı kabın
    yedi kere yıkanması gerektiğini beyan eden Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) hadîsi
    gibi. Çünkü Ebu Hüreyre hazretleri bu hadîsin gereğine göre amel etmemiştir.


    6-

    Haber-i vâhid, ihtiva ettiği ziyadede münferid kalmamalıdır. Bu teferrüd metinde
    olsa da, senette olsa da birdir. Bu durumda, Allah’ın dininde ihtiyat maksadıyla
    nâkıs olanla amel eder.


    7-

    Haber-i vâhid, belva-yı âmme üzerine olmamalıdır. Çünkü umumî belvâya müteallik
    bir haberin meşhûr veya mütevâtir olması gerekir.


    8-

    Hükümde ihtilaf eden sahabelerden biri, onlardan birinin rivayet ettiği haberle
    ihticâcı terketmemiş olmalı. Çünkü, haber sâbit olsaydı onlardan biri mutlaka
    onunla ihticâc ederdi.


    9-

    Seleften birinin, hadîs hakkında ta’nı sebkat etmemeli.


    10-

    Rivâyetlerin ihtilaf hâlinde, hudud ve ukûbatla ilgili meselelerde daha hafif
    olanını almak esastır.


    11-

    Râvinin rivâyet ettiği hadîsi zabt durumu, hadîsi tahammül ettiği (öğrendiği,
    aldığı) andan edâ ettiği ana kadar değişmemiş olmalı, unutma, karışma vukûa
    gelmemiş olmalıdır.


    12-

    Haber-i vâhid Sahâbe ve Tâbiîn arasında mütevâris olan amele, aynı beldede
    kaldıkça muhalefet etmemelidir.


    13-

    Râvî, rivâyet ettiği şeyi iyice hatırlamadıkça sırf yazının kendi yazısı
    olduğuna dayanarak, yazıya itimad ederek rivayeti kabul etmesi caiz değildir.[1]

     



     




    [1]

    İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 1/488-490.

  • 7- “Ebû Hanîfe Hadîste Nâkiddir, Cerh Ve Ta’dîl Sahibidir” Hadis Usulü Online Oku


    7- “Ebû Hanîfe Hadîste Nâkiddir, Cerh Ve Ta’dîl
    Sahibidir”

     

    Tirmizî, İlel’inde[1]
    Yahyâ’l-Hımmânî’den şunu rivâyet eder: “Ebû Hanîfe’yi işittim şöyle diyordu: “Câbiru’l-Cûfi’den
    daha yalancısını, Atâ’dan daha efdalini görmedim.”

    Beyhâkî “el-Medhâl”inde senedli olarak
    Abdülhâmid el-Hımmânî’den şunu nakleder: “Ebû Sa’d es-San’ânî’yi dinledim, Ebû
    Hanîfe’ye doğrularak dedi ki:

    “Ey Ebû Hanîfe, Sevrî’den hadîs alma husûsunda
    ne dersin? dedim” Cevâben:

    “Ondan hadîs yaz çünkü O, Ebû İshâk’ın Hâris’ten
    naklen rivâyet ettiği hadîslerle, Câbiru’l-Cûfi’nin hadîsleri hâriç diğer bütün
    rivâyetlerinde sikadır.”

    Bu rivayet Süfyân ve benzerlerinden suâl edecek
    kadar çağdaşları nazarında hadîste tekaddüm ettiğine, onların rivâyetlerini
    intikâd ettiğine delîl olmaktadır. Süfyân’ın şu sözünü daha önce zikretmiştik:
    “Beni hadîs için oturtan Ebû Hanîfe olmuştur.” Bu rivâyet de onun cerh ve tâdîl
    husûsundaki sözünün makbûliyetine bir delîl olmaktadır. Eğer bir kimseyi tâdil
    ederse nâs ona doğru akın eder ve başına üşüşürdü.

    Ebû Hanîfe, Zeyd İbnu Ayyaş hakkında şunu
    söyler: “Bu zât meçhuldür.” (Bu sözü Hâfız İbnu Hacer Tehzîb’de nakleder). Ebû
    Hanîfe der ki: “Talk İbnu Habîb Kaderî idi” Yâkub İbnu Şeybe der ki: “Aliyyü’bnu’l-Medînî’ye
    Rakbetu’bnu Maskala’nın Süfyân İbnu Uyeyne tarafından Ebû Hanîfe’den rivâyet
    edilen sözü hakkında ne dersin? Aliyyü’bnu’l-Medînî onu tanıdı ve: “Ben o sözü
    bilmiyorum” dedi.

    Ebû Süleymân el -Cüzecânî dedi ki: “Hammâd İbnu
    Zeyd’in şöyle dediğini işittim: “Amr İbnu Dinâr’ın künyesini ancak Ebû Hanîfe
    sâyesinde biliyoruz. Mescîd-i Haram’da bulunuyorduk. Ebû Hanîfe de Amr İbnu
    Dinâr ile birlikte idi. Kendisine dedik ki: Ey Ebû Hanîfe ona söyle bize hadîs
    rivâyet etsin. Bunun üzerine: “Ey Ebû Muhammed onlara rivâyet et” dedi.
    Kendisine ismiyle “Ey Amr” diye hitâbetmedi” (el-Cevâhiru’l-Muziyye’den). Burada
    da Ebû Hanîfe’nin ricâl bilgisine ve şüyûh nezdindeki tekaddümüne delîl
    mevcuttur.

    Hâfız, et-Tehzîb de şu rivâyeti zikreder:
    “Muhammed Semâ’a’nın Ebû Yusuf’tan rivâyetine göre Ebû Hanîfe şöyle demiştir: “Cehm,
    nefiyde ifrât ederek “Allah hiçbir şey değildir” demiştir. Muhatîl de isbatta
    ifrât ederek Allah’ı mahlûkatın bir misli şeklinde düşünecek dereceye
    varmıştır.” Zehebî, Tezkîretü’l-Huffâz’da Ebû Hanîfe’nin “Câfer İbnu
    Muhammed’den (es-Sadûk) daha fakîh birisini görmedim” dediğini zikreder.

    Tahavî der ki: “Süleymân İbnu Şuayb bize
    rivâyeten dedi ki: Babam şöyle dedi: “Ebu Yusuf bize imlâ ettirdi ve dedi ki: “Ebû
    Hanîfe şunu söyledi: “Bir kimse dinlediği gündeki ezberlediği şekliyle hıfzında
    tutamadığı bir hadîsi rivâyet etmemelidir.” Ebû Katan da şunu söyler: “Ebû
    Hanîfe bana dedi ki: Bana oku ve (Haddesena) de. Zirâ Mâlik bana: “Bana oku ve (Haddesena)
    de dedi”. Bunu Tahâvî rivâyet etmiştir. (“el-Cevâhiru’l-Muziyye”den).

    Tedrîbu’r-Râvi’de geldiğine göre Beyhakî el-Medhal’de
    Mekkî İbnu İbrâhim’den şöyle dediğini rivâyet eder: İbnu Cüreye, Osman İbnu’l-Esved,
    Hanzala İbnu Ebî Süfyân, Mâlik, Süfyânu’s-Sevrî, Ebû Hanîfe, Hişâm ve başkaları
    şunu söylemişlerdir. Âlim üzerine yaptığın kıraat, âlimin sana olan kıraatından
    daha hayırlıdır.”

    Yine Tedrîb’de şu rivâyet mevcûttur: “Abdullâh
    İbnu’l-Mubârek, Ahmed en-Nesâî ve başkaları burada (yâni âlim üzerine yapılan
    kırâatte) “Haddesena” ve “Ahberena” tâbirlerini kullanmayı menettiler.
    Muhaddislerden bir kısmıyla Kûfelilerin ve Hicâzlıların büyük ekseriyeti mezkûr
    durumda o iki tâbirin kullanılmasını câiz görmüşlerdir, Sevrî ve Ebû Hanîfe
    bunlardandır.”

    Yine Tedrib’te münâvele anlatırken denir ki: Bu
    münâvele tarzı, Zührî, Şâbî, İbrâhim, Rebî’a, Alkame ve Mâlik nazarında kuvvette
    semâ gibidir. Sahîh olan ise, bu tarzın semâ ve kırâatten daha dûn olduğudur. Bu
    görüş Sevrî, Ebû Hanîfe ve Şâfi’î’nin kavlidir.

    Yine aynı kaynakta denir ki: “Mürsel’e gelince,
    böyle hadîsler zayıftır. Mürselle muhaddîslerin cumhûrları ve Şâfi’îce ihticâc
    câiz değildir. Mâlik, Ebû Hanîfe ve içerisinde Ahmed’in de bulunduğu bir tâife
    de sahîhtir demişlerdir. “Daha önce Kârî ve başkalarından naklen zikrettiğimiz
    üzere Ebû Hanîfe mestûrun rivâyetini kabûl etmiştir. Ona bu görüşünde İbnu
    Hibbân tâbi olmuştur.”

    Yine aynı eserde denir ki: “Beyhakî, “el-Medhâl”de,
    Ebû İsmet Sa’d İbnu Mu’âz’dan şöyle dediğini rivâyet eder: Ebû Süleymân el-Cüzecânî’nin
    meclisinde idim. Söz “Haddesena” ve “Ahberena” tâbirlerine gelmişti. Ben:
    “Bunların her ikisi de aynı mânâya gelir aralarında fark yoktur” dedim. Birisi:
    Aralarında fark vardır, görmüyor musun Muhammed İbnu’l-Hasan ne söyledi? O,
    diyor ki: “Bir kimse kölesine: “Eğer sen bana şu haberi verirsen (Ahberteni
    bikeza) hürsün dese, o da bunu kendisine yapsa o, hür olur. Şâyet o zât: Şâyet
    sen bana şunu söylersen (Haddeseni bikeza) dese ve oda bunu yapsa hür olmaz”.

    Derim ki: Bu mesele el-Hindiyye’de mezkûrdur.
    Orada buna muhâlif bir söz zikredilmez. Bu görüş kezâ Ebû Hanîfe’nin görüşüdür.

    Yine aynı eserde şöyle denir: “Eğer dinlediği
    hadîsi kitâbında bulduğu halde dinlemiş olduğunu hatırlayamazsa, Ebû Hanîfe ve
    bir kısım Şâfi’îlere göre onu hatırlayıncaya kadar rivâyeti câiz değildir.
    Şâfi’î ve ashâbının büyük ekseriyetinin, Ebû Yûsuf ve Muhammed İbnu’l-Hasan’ın
    görüşlerine göre câizdir. Sahîh olan da bu görüştür. Ancak semâının kendi
    hattıyla veya güvenilen birinin hattıyla zabtedilmiş olması şarttır. Zann-ı
    gâlible yazının tağyîrden selâmetine hükmedilmesi sebebiyle kitâbın mâsûn
    (korunmuş) olduğu mâlûmdur. Bunda şekke düşecek olursa onu îtimâd câiz olmaz.”

    Derim ki: Ebû Hanîfe’nin sözünden, rivâyet
    husûsunda onun ne kadar ihtiyâtlı olduğu anlaşılmaktadır.

    Hülâsa bu İmâm’ın cerh ve ta’dîl, rivâyet ve
    tahsîs usûlüne müteallik sözleri sayılamayacak kadar çoktur[2]
    Gerek eski ve gerek yeni muhaddisler onları  nakletmektedirler. Ayrıca onlarla
    amel etmekten de geri durmamaktadırlar. Bütün bunlar onun fıkıhta olduğu gibi
    hadîs ilminde de büyük bir imâm ve müçtehid olduğuna delâlet eder. Zâten bu
    husûsu kalb-i selîm sâhibi her insâflı kişi kabûl etmiştir. Zehebî[3]
    ve başkaları gibi[4]

    Hâsidlik, haddi tecâvüz, veya sübûtsuz sözler
    (mücâzefe) ve gelişigüzel hükümler yürütme (tesâhül) yüzünden bu hakîkatlara göz
    yuman zavallılara Allah acısın. Bütün bu kaydettiklerimiz, Ebû Hanîfe’yi
    cerhedenlerin sözlerinin butlânını ortaya kor. Sanki hiç bir şey söylenmemiş
    gibi hiç bir değer taşımadıkları anlaşılmıştır. Nitekim daha önceki bölümlerde
    de beyân ettik ve dedik ki: “Adâleti sübût bulan ve ümmetçe imâmetine hükmedilen
    bir kimse hakkında cerhedici sözler kabûl edilmez.” Yine usulde mukarrer bir
    kaideye göre adâlet, istifâza (her tarafa yayılma) ve şöhret sûretiyle de sâbit
    olmaktadır. İmâmımız Ebû Hanîfe’nin adâleti her tarafa yayılmış, imâmeti ise
    bütün müslümanlar arasında iştihâr etmiştir:

    Gökyüzündeki güneş gibi ziyâsıyla

    Şark ve Garb diyârlarını sarmıştır.

    Kezâ daha önce zikrettiğimiz gibi eğer cerh
    sebebinin mezhep taassubu veya dünyevî bir menfaate müteallik rekâbetten ileri
    geldiğine delalet eden bir karîneye rastlandığı takdirde onun cerhine iltifât
    edilmez. Bu çeşit cerhlere aynı seviyede olanlar, muasırlar vs. kimseler
    arasında sıkça rastlanır. Nitekim İbnu Ma’în, Abdullah İbnu Dâvud el-Hureybî
    İbnu Ebî Âişe, İbnu Abdilberr vs. gibi birçok imâmların ifâdesiyle Ebû
    Hanîfe’nin mahsûd (kıskanılmış) olduğu cerhedenlerin de müfrîd ve haddi aşan
    kimseler bulunduğu tahakkuk etmiş bir keyfiyettir. Binnetice bu gibilerin
    cerhleri makbûl olamaz.

    Hâsidlerin rûhları ona fedâ olsun, çünki o
    rûhlar

    Muazzebdirler, huzûrunda da, gıyâbında da,

    Güneşin ışığını ondan kıskanan kendini yorar

    Boş yere ona bir misil bulmaya çalışır.

    Subkî’nin sözünü hatırla: “Eğer cerhin takdîmini
    mutlak manada alacak olursak bize dörtbaşı mâmur tek imam kalmaz. Zirâ ta’na
    uğramamış, cerhedilmemiş hiçbir imam yoktur.” Cerhedicilerin ileri sürdüklerine
    verilen cevaplar hakkında tafsîlat istediğin takdirde “İncâu’l-Vatan” adlı
    risâlemize mürâcaat et. Orada sadra şâfi yeterli mâlumâtı bulursun. İnşaallah,
    içinde serinler[5]



     




    [1]

    Şeyhimiz müellif bu bölüm için “İncâu’l-Vatan”da (l, 30) şunu söyler: “Bil
    ki İmâm-ı Ebû Hanife’nin sözü cerh ve tâdil’de ve usûlü hadiste hüccet
    olarak kabûl edilmiştir. Onun sözlerini bu fennin âlimleri benimseyip,
    ihticâc ve i’tikâd (fikirlerini destekleme) için kitaplarında
    zikretmişlerdir. Tıpkı bu fennin otoriteleri olan İmâmı Ahmed, Buhârî, İbnu
    Main İbnu’l-Medînî vesâireyi kabûl ettikleri gibi. Bu da onun hadisteki
    durumunun büyüklüğüne, ilminin vüsatine ve siyâdetine delâlet eder.”
    (İbrahim Canan)



    [2]

    Şeyhimiz İmâmu Kevserî merhûm bunlardan çok hoş bir kısmına
    “Te’nîbü’l-Hâtib’de “Fıkhu Ehli’l-Irâk ve Hadîsihim”de ve buna yaptığını
    tâlikte işâret etmiştir. Bu iki kaynağa bak. Zikrettiklerinden burada
    konumuza temâs edenlerden biri 153. sayfadaki şu ibâredir: “Ebû Hanîfe’nin
    usûlünden olmak üzere kezâ, metin veya senetteki zâidi, Allâh’ın dininde bir
    ihtiyât olarak, nâkısa ircâ etmektir. (İbnu Receb, Şerhu’İleli’t-Tirmizî’de
    kaydeder.)

    Kezâ Şeyhimiz, Fıkhu Ehli’l-Irâk ve
    Hadîsihim’de Ebû Hanîfe’nin kullandığı kavâidin bâzılarını sayarken der ki:
    “Kezâ rivâyet-i bil-mânâyı sadece fakîhlere câiz görmesi de Ebû Hanîfe’nin
    kesinlikle kabûl ettiği hususlardan biridir.”

    Bu ifâde sayesinde Suyûtî’nin et-Tedrîb’deki
    “rivâyet-i bi’l-mânâyı halef ve selefin cumhûru ve bu meyânda dört imâm câiz
    görmüştür” sözü ile Aliyyü’l-Kâarî’nin Ebû Hanîfe’nin Müsnedi’nin şerhi
    Senedü’l-Enâm”da söylediği: “Ebû Hanîfe rivâyet-i bi’l-Mânâyı câiz görmez”
    sözü arası te’lîf edilir. (İbrahim Canan)

    Hatîb, el-Kifâye’de İbnu Mubârek’e kadar
    dayanan senediyle şu rivâyeti nakleder: “Ebû İsmet, Ebû Hanîfe’ye: “Âsârı
    kimden dinlememi emredersin” diye sordu. O da cevâben: Hevâsına uymada adl
    olan herkesten, yalnız şi’adan olanlar hâriç, zira bunların düşüncelerinin
    aslı Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’ın Ashâbı’nın tâdlilidir. Bir de
    Sultâna kendi rızâlarıyla gelenlerden âsâr dinleme. Gerçi ben, onlar sultâna
    yalan söylerler veyâ sultân onlara yakışıksız şeyler emreder demiyorum fakat
    umûr-ı dinîyyeyi onlara fazlasıyla teshîl ederler, halk da bunlara uyar.
    Binnetîce gerek şî’aya mensûb olanlar, gerekse kendi rızâlarıyla sultanla
    temâsta olanların müslümanlara imâm olması câiz değildir”. (İbrahim Canan)



    [3]

    Ebû Hanîfe, Tezkiretu’l-Huffâz’da Hadis-i Nebevi’nin ta’dil edilmiş
    (mu’addel) hamelesi arasında zikredilmiştir. Tevsîk ve ta’dîl, tashîh ve
    tezyîfde bu mu’addel hamelenin ictihâdlarına müracaat edilir
    (“İncau’l-Vatan”dan). (İbrahim Canan)



    [4]

    İbnu Haldûn gibi. O, şöyle der: “Ebû Hanîfe’nin İlmu’l-Hadis’de büyük
    müçtehidlerden biri olduğuna, mezhebinin, diğerleri arasında mazhar olduğu
    itimâd delâlet eder”. (İbrahim Canan)



    [5]

    Şeyhimiz müellîf “İncâu’l-Vatan” da (1, 21-22), Mizânu’l-İtîdâl’a Zehebî
    kalemiyle olmaksızın sokulmuş olan şu cümleyi zikreder. “Ebû Hanîfe ehl-i
    rey’in imâmıdır. Kendisini Nesâi, İbnu Adiyy ve başkaları hıfzı cihetinden
    taz’if etmişlerdir” sonra bu hükmü şu şekilde tenkid eder: “Derim ki Nesâi
    ve İbnu Adiy’in taz’ifine İbnu Ma’în, Şûbe, Ali İbnu’l-Medini, İsrâil İbnu
    Yünus, Yahyâ İbnu Adem, İbnu Dâvud el-Hureybî, Hasan İbnu Sâlih ve
    diğerlerinin tevsîki yanında itibâr edilmez.” Bu zevâtın sözleri daha önce
    zikredildi.

    Bunların hepsi Ebû Hanîfe’nin ya
    muasırıdırlar, yâhut da ona yakın bir devirde yaşamışlardır. Bunlar Ebû
    Hanîfe’yi Nesâî ve İbnu Adiy gibi kendisinden çok sonra gelmiş olan
    müteahhirînden çok daha iyi tanırlar. Meselâ Darâkutnî Ebû Hanîfe’nin
    vefatından ikiyüz yıl sonra dünyaya gelmiştir. Binnetice Ebû Hanîfe’ye daha
    yakın ve daha âlim olan bu imâmların sözü kabûle her bakımdan daha lâyıktır.
    Zaman itibariyle müteahhir olanların sözü de atılıp ihmâl edilmeye lâyıktır
    (özetle). İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:
    1/484-488.

  • 66- Selef Devrinde Usûl-i Hadîs Hadis Usulü Online Oku


    6- Selef Devrinde Usûl-i Hadîs

     

    Usûl-i hadîs ilminin, asırları içine alan bir
    gelişme vetîresi takip ederek kemâlini yedinci asırda bulduğunu, en mükemmel
    usûl kitabının, vefatı 643/1245 olan İbnu’s-Salâh tarafından yazıldığını
    belirttik. Mevzu üzerine bu kadarcık bir bilgi, okuyucunun hatırına bazı sorular
    getirebileceği gibi, bâzılarını yanlış hükümlere de götürebilir. Hatta bu nâkıs
    bilgiyi istismar etmek isteyen sûiniyet sâhipleri de çıkabilir. Çünkü, İslâm
    şerîatinde, Sünnetin kullanılmış bulunduğu en hassâs saha fıkıh sahasıdır. Haram
    ve helallerin tesbîti, vâcib, sünnet ve nâfile hükümleri, ferdî hukuk ve
    ukûbâtın tedvini hep fıkhın mevzuudur ve fakîhler İslâm fıkhını tedvînde geniş
    çapta sünnetten istifâde etmişlerdir. Bu durumda şu soru hatıra gelebilecektir:

    Fıkıh mezhepleri ikinci ve üçüncü asırlarda
    tedvîn edildiğine, hadîslerden istifâde işi de öncelikle usûl kaidelerine
    dayandığına göre ortada bir tezâd yok mu? Yedinci asırda kemâline eren bir
    ilimden ikinci, üçüncü asırlarda nasıl istifâde edilmiş olabilir, aradaki boşluk
    ne ile nasıl kapatılmıştır?

    Tabii ki böyle bir soru, bu mevzuyu yeterince
    tanımayanlar nazarında yerinde ve mâkul bir sorudur. Aslında ise değildir.
    Çünkü:


    1-

    Hadîslerin değerlendirilmesine mahsus usûl kaideleri daha Ashâb devrinden
    itibaren teşekküle başlamış ve Tâbiîn devrinde istikrarını hemen hemen
    bulmuştur. Sonradan ilâve edilen mesail tâlidir ve teferruata mütealliktir.


    2-

    Mezhep imamları, aynı zamanda muhaddistir. İmam Mâlik ve Ahmed İbnu Hanbel
    hakkında “Bunlar önce fakîh mi, yoksa muhaddis mi?” hangi tarafları galebe çalar
    sorusu bile sorulabilir. Nitekim Abdurrahman İbnu Mehdî’nin İmam Mâlik
    hakkındaki şu sözü konumuz açısından çok mânidardır ve son cümlesini diğer
    mezhep imamları hakkında aynen tekrar etmemize hiçbir mâni de yoktur:

    “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın
    hadîsleri hususunda kendisine güvenebileceğim kimselerden yeryüzünde sadece
    Mâlik İbnu Enes kaldı. Rivayet ettiği hadislerin sıhhati hususunda kimseyi ona
    takdim etmem, onun rivayetleri başkalarının rivayetinden daha sahihtir.
    Hadîsleri ondan daha sağlam zabtedmiş birini bilmiyorum.” İbnu Mehdî şu
    mukayeseyi yapar: “Süfyanu’s-Sevrî hadîs’te imamdı, fakat sünnet’te (fıkıh)
    değil. Evzâî ise Sünnet’te imamdı, hadîs’te değil. Mâlik ise her ikisinde de
    imâmdı.”[1]

    Evet, İmam Mâlik hakkında yapılan bu
    değerlendirmeyi diğer mezhep imamlarına da teşmîl ederek diyoruz ki gerek Ahmed
    İbnu Hanbel ve gerekse Şâfiî ve İmam A’zam Hazretleri (radıyallahu anhüm ecmaîn)
    zülcenâheyn idiler: Fakîh oldukları kadar muhaddîs, muhaddis oldukları kadar da
    fakîh idiler. Bu hususu göstermek üzere, mezhep imamlarının ilki ve sahâbelerden
    bâzılarıyla da karşılaşma şerefine ermiş bulunan İmam Azam’ın muhaddislik yönünü
    belirtmeye çalışacağız.

    Ebû Hanîfe (radıyallahu anh) Hazretleri’ni kendi
    devrinin birçok büyükleri hem fıkıh ve hem de hadîs yönüyle takdir edip medh ü
    sena etmişlerdir: İbnu Abdilberr’in kaydına göre Yezîd İbnu Hârûn: “Bin kişi ile
    karşılaştım, ekserisinden hadîs yazdım, onlar arasında şu beşten daha fakîh,
    daha vera sâhibi, daha âlim birisine rastlamadım: Birincileri Ebû Hanîfe’dir.”

    Hâtîbu’l-Bağdadî, İsrail İbnu Yûnus’un İmam
    A’zam hakkındaki şu takdirlerini kaydeder: “Nu’man ne iyi adamdır. Fıkha ait
    hadisleri hıfzedenlerin ahfazı (en çok ezberleyeni), onları tedkikte en ziyade
    titizlik göstereni, onlardaki fıkhı en iyi bileni idi”.

    Buhârî’nin şeyhlerinden olan İbnu Âdem de
    şunları söylemiştir: “Nu’mân kendi beldesinde bilinen bütün hadîsleri topladı ve
    Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’in vefatı sırasında amel etmekte olduğu
    sünnete birinci derecede atf-ı nazar etti.”

    Ebû Hanîfe’nin, tasnîflerinde yedibin küsur
    hadîs zikrettiğini, asârını kırk bin hadîsten intihab ettiğini Muhammed İbnu
    Sema’a belirtmiştir.

    Süfyan İbnu Uyeyne, kendisini ilk muhaddis
    yapanın Ebû Hanîfe olduğunu belirtir.

    Yahya İbnu Ma’în, de şöyle der: “Ebû Hanîfe
    sikadır, ezberlediğinden başkasını rivâyet etmez, iyice ezberlemediğini hiç
    rivâyet etmez.”

    Cerh ve ta’dil uleması arasında teşeddüdüyle
    (yani ufak bir kusuru sebebiyle râviyi şiddetle cerhetme) meşhur Şu’be İbnu’l-Haccâc
    el-Vasıtî de İmam Azam’ı tevsîk edenler, takdir edenler arasında yer alır.

    Ebû Hanîfe’nin muhaddisliği çok yönlüdür: Hem
    çok sayıda hadîs hıfz edip rivâyet etmiş, hem cerh ve ta’dîl’de bulunmuş, hem de
    bir kısım “usûl kaideleri” çerçevesinde hadîsleri değerlendirmiştir. Rivâyet
    yönünü aydınlatan bazı şehâdetleri yukarıda kaydettik.

    Cerh ve ta’dille meşguliyetini açıklayan bir
    iktibası, Yeni Usul-i Hadîs adlı tercümemizden aynen kaydediyoruz:[2]



     




    [1]

    İbnu’s-Salah’a “Bu sözden maksad nedir?” diye sorulunca “sünnet burada
    zıddu’l-bid’a’dır, insan hadisi bilir de sünneti bilmeyebilir” diye cevap
    vermiştir. Cevap, bizce, yeterince açık değildir, mübhemdir. Sünnet’ten “fıkh”ı
    anlamak, târihî vak’aya daha uygun düşmektedir (Allâhu a’lem). (İbrahim
    Canan)



    [2]

    İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 1/481-483.

  • C) Türkiye’de Hadis Usulü Çalışmaları: Hadis Usulü Online Oku


    c) Türkiye’de Hadis Usulü Çalışmaları:

     

    Cumhuriyet döneminde 1950’li yıllara kadar
    Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından tercüme ve şerhettirilen Sahihi Buhari
    Muhtasarı Tecrid-i Sarih’te Ahmed Naim Bey (v.1936) tarafından yazılan mukaddime
    cildinden başka hadis usulüne dair ciddi bir çalışma görülmemektedir. Ahmed Naim
    Bey’in bu bir cildlik Tecrid Mukaddimesi, ihtiva ettiği konular ve verdiği
    detaylı bilgiler bakımından hala sahasında yeganeliğini korumaktadır.

    1950’lerden sonra faaliyete geçen orta ve yüksek
    seviyedeki dini eğitim ve öğretim kurumları çevresinde geliştirilen ilmi
    araştırmalar ve İmam-Hatip Liseleri için yazılan ders kitapları hadis usulü
    konusunda belli bir ilmi faaliyetin doğmasına ve bu alanda değişik hacımda
    eserlerin yayınlanmasına vesile olmuştur.

    Günümüz İlahiyat Fakültelerinde hadis Anabilim
    Dalı alanında lisans, yüksek lisans ve doktora programları dolayısıyla yeni usul
    eserleri neşrolunmaktadır. Önümüzdeki yılların bu konuda telif-tercüme daha bir
    çok eseri gün ışığına çıkaracağı muhakkatır.

    Bugüne kadar neşredilmiş bulunan hadis usulü
    eserlerini şöylece sıralayabiliriz:  


    1)

    Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercemesi (Mukaddime), Babanzâde Ahmed
    Naim, İstanbul 1928; Ankara 1957 (2. baskı) Bu eser Tedrîbu’r-Râvî’nin tercümesi
    mahiyetindedir.


    2)

    Bazı Hadis Meseleleri Üzerine Tetkikler, Prof. Dr. Tayyib Okiç, Ankara 1959. (Bu
    eser, işlediği konular hakkında zengin bilbiyografya vermesi açısından önem
    taşımaktadır.)


    3)

    Hadis Usulü, Hayreddin Karaman, İstanbul, 1965.


    4)

    Hadis Usulü, Prof. Dr. Talat Koçyiğit, Ankara 1967.


    5)

    Hadis Ricali, Ali Özek, İstanbul 1967.


    6)

    Hadis İlimleri ve Istılahları, Suphi Salih (trc. M. Yaşar Kandemir) Ankara 1971.


    7)

    Hadis Istılahları, Prof. Dr. Talat Koçyiğit, Ankara 1981.


    8)

    Nuhbetu’l-Fiker Şerhi, İbn Hacer, (trc. Prof.Dr. Talat Koçyiğit) Ankara.


    9)

    Yeni Usul-i Hadis, Z. Ahmed et-Tahanevi (ter. İbrahim Canan), İzmir 1982.


    10)

    Hadis 1, Ali Yardım, İzmir 1984.


    11)

    Hadis Derleri (2, 3), Mücteba Uğur, Ankara.


    12)

    Anahatlarıyla Hadis, İsmail L. Çakan, İstanbul 1983.


    13)

    Hadis Istılahları Sözlüğü, Dr. Abdullah Aydınlı, İstanbul 1987.


    14)

    Hadis Istılahlarının Doğuşu ve Gelişimi (Hicri ilk üç asır) Dr. Ahmet Yücel,
    İstanbul 1996.


    15)

    Hadiste Rical Tenkidi (Cerh ve Ta’dil İlmi) Dr. Emin Aşıkkutlu, İstanbul 1997.[1]

    Hiç şüphesiz hadis usûlü kitapları bunlardan
    ibaret değildir. Zaman içerisinde hadis usulü meseleleri, te’lif, ihtisar, şerh,
    nazım şeklinde telif olunan geniş kapsamlı kitaplardan incelemeye ve tetkike
    çalışılmıştır. Özellikle H. 14. asır başlarından itibaren İslâm dünyasında
    yeniden canlanan hadis usûlü çalışmaları giderek müsbet yönde gelişmektedir.
    Hadis usûlü konusunda yazılmış olan eserler, bize her şeyden önce Müslümanların
    sağlam ve sahih hadis metinlerine sahip olmak için göstermiş oldukları fevkalade
    ilmî ciddiyetin ölçüsünü göstermektedir. Hadise ve hadisle ilgili bilinmesi
    gereken konulara müslümanlar burada görüldüğü gibi büyük önem atfetmişlerdir.
    İlmî ve tarihî hakikatın böyle olmasına rağmen bazı yazarların, âlimlerin hadise
    gereken önemi vermedikleri şeklindeki iddialarının vakıayla bağdaşmayan gayr-i
    ciddi sözlerden olduğu da açıkça anlaşılmaktadır.[2]



     




    [1]

    İsmail Lütfü Çakan, Hadis Usulü, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
    Vakfı Yayınları: 20-22.



    [2]

    Sabahattin Yıldırım, Şamil İslam Ansiklopedisi: 6/258.