Ay: Ocak 2014

  • A) Âlî İsnadlar: Hadis Usulü Online Oku


    a) Âlî İsnadlar:

     

    Âli isnâd, en son râviyi haberin kaynağına en az
    râvi sayısı ile ulaştıran en kısa yoldur. Senette bulunan râvilerin sayısının az
    olması hata yapma ihtimalini azaltacağı için isnâdda aranan bir özelliktir.
    Ahmed b. Hanbel “isnâdın âli olanını araştırmak, seleflerimizin sünnetidir.
    Çünkü, Abdullah b. Mes’ud’un talebeleri Kûfe’den Medine’ye Hz. Ömer’i dinlemek
    için rıhle yaparlardı” demiştir.

    Muhammed b. Eslem et-Tûsî “isnâdın yakın olması,
    Allah’a yakınlıktır” diyerek âli isnâdın ne derece önemli olduğunu anlatmak
    istemiştir.[1]
    Hadis yolculuklarının (rıhle) temel sebebi âli isnâdlar ile hadisleri
    hıfzedebilmektir. Bunun için rıhle müstehaptır.

    İsnâddaki uluvv bazan, son râvinin büyük hadis
    imâmlarından birisine veya meşhur sahih kitaplardan birinin rivayetine yakın
    olması gibi olur. Bu çeşit uluvve ‘nisbi uluvv’ denilir. Bunun hadis usulu
    eserlerinde nakledilen daha farklı şekilleri de vardır. Nâzil isnâd, son râvi
    ile haberin kaynağı arasındaki râvi sayısının fazlalığıdır. Yani Âli isnâdın
    karşıtıdır. Râvi adedi fazla olduğu için hata ihtimali artar. Bundan dolayı âli
    isnâd tercih edilir. Ancak şurası unutulmamalıdır ki bu tercih iki isnâd
    arasındaki râviler adalet ve zabt yönünden müsâvî olduğunda geçerlidir. Hiçbir
    zaman yalnızca âli isnâd olduğu için zayıf râvilerden oluşmuş bir isnâd tercih
    edilmez. İsnâdın nâzil olması onun zayıf addedilmesi için bir sebep teşkil
    etmez.[2]

    Âlî isnadın üstün sayılması şu mülâhazadan ileri
    gelir: Senedde yer alan râviler ne kadar sika olurlarsa olsunlar mutlaka bir
    yanılma payına sahiptirler. Beşer olarak bu ihtimâlden, bu ihtimalî kusurdan
    uzak değillerdir. Öyle ise seneddeki râvi sayısı arttıkça, senede kusur girme
    ihtimali artıyor, râvi miktarı eksildikçe de, hadîse kusur girmiş olma ihtimâli
    azalıyor demektir.

    Uluvv-î isnâd mevzuunun tam anlaşılması için
    birkaç noktanın bilinmesi gerekir:


    1-

    Ulvîyet nisbî ve izâfi bir durumdur. Sözgelimi senedinde dört râvi bulunan bir
    hadîs, üç râvi bulunan bir hadîse nisbetle nâzil ise de beş râvi bulunan bir
    hadîse göre âlîdir. Öyle ise bir hadîsin âlî sayılması için “senedinde şu kadar
    râvi bulunmalıdır” diye bir rakamla kayıtlanamaz.


    2-

    Ulvî sened, nâzil senede nisbetle daha üstün ise de bu üstünlük mutlak değildir,
    sıhhat durumları eşit olduğu takdirde âlî isnâd nâzil’e üstün olur. Fakat, zayıf
    hadîs, âli de olsa sahîh hadîse üstünlük sağlayamaz. Nâzil fakat sahîh bir
    senedle gelen hadîsin âlî fakat zayıf -ve hattâ şiddetli zayıf- ve fakat âli
    senedle rivâyet edilmiş  veçhi olduğu takdirde rivâyetin sahîh senedi
    gölgesinde, şiddetli zayıfın yer aldığı veçhi, ulviyetinin hatırı için beraberce
    hadîs kitaplarına alınabilmiştir. Sahiheyn bahsinde bu noktaya temas etmiştik.
    Zaafı şiddetli bir râviden hadis kaydetmek, normalde hadisçi için kusur olduğu
    halde, bu kayıtla yapılan rivâyet kusur sayılmaz.


    3-

    Bâzı âlimler, râvileri sika olduğu halde âlî isnâda nâzil karşısında üstünlük
    tanımamıştır. İmam Azam bunlardandır. Ona göre râvi, sikalıktan öte bir de fakîh
    ise, fakîh olmayana nazaran üstündür. Binâenaleyh, çoklukla fakîhler yoluyla
    gelen bir hadis nâzil bile olsa, fakîhlerin bulunmadığı veya azınlık teşkil
    ettiği âlî hadîse nazaran üstündür ve müreccahtır. Bu meseleye örnek İmam Azam (radıyallahu
    anh)’ın ref’u’l yedeyn (rükûa giderken ve rükûdan kalkarken namazda ellerin
    kaldırılması) hadîsi ile alakalı tutumudur. Usul-i Serahsi’de kaydedildiğine
    göre: Evzâi ile Ebû Hanîfe (rahimehûmâllah) Mekke’de bu konu üzerinde mubahasede
    bulunurlar. Ebû Hanîfe: Evzâî’ye ellerin kaldırılacağına dair rivâyet
    bilmediğini söyleyince Evzâî: “Zührî’den işittim, o da Sâlim’den, Sâlim de
    babası Abdullah İbnu Ömer’den işitmiş…” diyerek namazda rükûa giderken ve
    doğrulurken ellerin kaldırılacağına dair bir rivâyet okur.

    İmam Azam da: Bana Hammad anlattı, o da İbrahim
    Nehâî’den almış. Nehâî ise Alkame ve Esved’den bu ikisi ise Abdullah İbnu Mes’ud
    (radıyallahu anh)’dan dinlemiş diye râvîleri belirttikten sonra Hz. Peygamber’in
    (aleyhesselatu vesselam) namazda sâdece iftitah tekbiri sırasında elini
    kaldırdığını anlatan bir rivâyet nakleder.

    Evzâî, kendi senedindeki ulviyeti hatırlatır.
    İmam Azam cevaben: “Hammâd, Zuhrî’den daha fakîh’dir. İbrahim de Sâlim’den
    fakihtir. Alkame’ye gelince: O fıkıh yönüyle İbnu Ömer’den geri değildir. Eğer
    İbnu Ömer’in Hz. Peygamber (aleyhisselatu vesselam)’la sohbeti varsa, öbürünün
    de sohbet fazîletinden nasîbi var. Esved ise o da büyük bir fazilet sahibidir.
    Abdullah İbnu Mes’ûd’a gelince, o herkesce mâlûm, fazla söze ne hâcet” der.

    Ebû Hanîfe’nin bu açıklaması karşısında Evzâ’î
    sükût eder.

    İslâm âlimleri, senetteki ulvîyet’in hadîse
    kazandırdığı değer sebebiyle, isnâd-ı âlî aramışlardır. Bu, bir muhaddisin yeni
    işittiği bir hadîsi, kimden işitti ise onunla yetinmeyip, ona da rivâyet edeni
    bulmasıyla, hatta hayatta ise bu ikinci kişiye anlatanı aramasıyla olur. Bu
    durum seyahat müessesesinin gelişmesine katkıda bulunmuştur. Seyahatle ilgili
    bahiste, uluvvü isnâd için yapılan seyahatlerden bahsettik. Küçüklüklerinde
    büyüklerden hadîs dinleyen kimseler, yaşlandıkları zaman son derece kıymet
    kazanmışlardır. Çünkü böylelerinin rivâyeti âlîdir. Bu vasıftaki kimselere
    -rivâyetlerindeki ulvîyet sebebiyle- çok uzak diyarlardan ilim talibleri gelip
    hadîs almışlardır.

    Hemen kaydedelim ki, hadîslerin senetli olarak
    rivâyetine verilen ehemmiyet ölçüsünde, senedlerin ulvî olmasına da önem
    verilmiştir. Bu ilmin üstadlarından Ahmed İbnu Hanbel: “Âlî isnad aramak bize
    seleften kalma bir sünnettir. Abdullah İbnu Mes’ud’un ashâbı, Hz. Ömer (radıyallahu
    anhüma)’den ilim öğrenmek ve hadîs dinlemek için Kûfe’den Medîne’ye gelirdi”
    demiştir. Muhammed İbnu Eslem de (242/856): “Senetteki yakınlık (ulvîyet)
    Allah’a yakınlıktır” demiştir.[3]



     




    [1]

    Suyûti, Tedribu’r-râvi: 2/160.



    [2]

    Zübeyr Tekkeşin, Şamil İslam Ansiklopedisi: 3/203-204.



    [3]

    İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 1/501-503.

  • B) Nâzil İsnadlar Hadis Usulü Online Oku


    b) Nâzil İsnadlar

     

    Nâzil, âlî’nin zıddıdır. Bir hadîs âlî değilse
    nâzildir. Bu da âlî gibi beş dereceye ayrılır. Bunları daha önce kaydettiğimiz
    ve kısaca tariflerini sunduğumuz âlî isnadların zıddı olarak anlamamız gerekir.

    Alimlerin büyük ekseriyeti (cumhur) nâzil
    isnâdın mefdûl (yani değerinin âlî’ye nisbetle düşük) olduğunda müttefiktirler.
    Ancak, şunu da hatırlatmakta fayda var: Başta Hâkim en-Neysâbûrî olmak üzere
    bazıları, nâzil’i âlî’ye tercih ettiklerini beyân etmişlerdir. Onlara göre,
    isnâdda râvi adedi çoğaldıkça muhaddîs daha ziyade çalışır ve daha ziyâde isâbet
    eder. Fakat bu görüş pek benimsenmemiştir. Çünkü meşakkatın çok olması başlı
    başına aranması gereken bir fazîlet değildir. Asıl olan, sahîh rivâyete
    kavuşmaktır. Şu halde sâdece bu nokta-i nazardan, görülebilecek bir maslahat,
    açık bir durum sebebiyle nâzil isnâd, âlî isnad’a tercih edilir. Nitekim bunun
    örneğini İmam-ı Azam’ın prensibinden olmak üzere yukarıda verdik. Nazîl
    isnâddaki râviler daha sika, daha âlim, daha fakîh, meslekten muhaddis, veya
    rivâyetlerini şeyhinden sema yolu ile almış ise, bu vasıflara uymayan âlî
    isnâd’a tercih edilir. Vekî’ İbnu’l-Cerrâh (V.196/911) ashabına sormuş: A’meş an
    Ebî Vâil an Abdillah isnadını mı, yoksa Süfyan an Mansur an İbrahim an Alkame an
    Abdillah isnadını mı tercih edersiniz? diye sorar. Ashâb’ı: “Evvelkisi daha
    âlî’dir, elbette onu tercih ederiz diye cevap verirler. Ancak Vekî: “Hayır,
    A’meş de, Ebu Vâil de birer şeyhtir (sıradan râvi). Öteki isnâd ise, fakîh’in
    fakîh’den, onun da fakîh’ten onun da fakîh’ten rivâyetidir, binâenaleyh ikincisi
    evlâdır” açıklamasını yapar. Aslında A’meş ve Ebu Vâil de tanınmış
    hâfızlardandır. Ancak öbürlerinin fıkıh yönleri bunlara nazaran fevkalâde
    üstündür. Bu sebeple, bu fukahaya göre o ikisi şeyh (sıradan râvi) olarak tavsîf
    edilmiştir.

    Bu mevzuda Abdullah İbnu’l Mübârek: “Hadîsin
    güzelliği mücerred kurb-ı isnâd’da değil, ricâlinin sıhhatindedir” demiştir.
    Keza Ebu Tâhir es-Silefî de (V.576/1180): “Esas olan hadîsi âlimlerden almaktır.
    Ulemanın isnâdıyla nâzil olmak ehl-i naklin muhakkikleri nazarında, câhillerin
    isnâdıyla âlî olmaktan evlâdır. Bu takdire göre, ehl-i tahkik indinde hakîkatte
    âlî olan hadîs nâzîl olabilir” demiştir. İbnu Hibbân (V. 354/965) daha sarîh bir
    prensip koyar: “Eğer yalnız senede bakılacak ise, şeyhlerinde ulvîyet bulunanı;
    metne bakılacak ise, hangisinde fukahâ varsa onu tercih etmelidir”.

    Hâkim de, nâzil isnâda karşı mercûh kılınması
    gereken âlî’yi açıklarken, verdiği misâllerde adı geçen râviler dikkat
    çekicidir. Ebu Hudbe İbrahim İbnu Hudbe’nin Enes İbnu Mâlik’ten rivâyeti,
    Abdullah İbnu Dînâr’ın Enes’ten; Musâ İbnu Abdillah et-Tavîl’in, Enes İbnu
    Mâlik’ten; Ebu’d-Dünya Osman İbnu’l-Hattab’ın, Ali İbnu Ebî Tâlib’ten
    rivayetleri.

    Ebu Abdillah el-Hâkim açısından bu ve benzeri
    İsnadların rivâyetleriyle ihticâc olunmaz. Hiçbir hadîs imamının müsnedinde
    bunlardan nakledilmiş tek bir hadis yoktur.

    O halde ulvîyet ricâlin sayısına bağlı
    olmamalıdır. Başka bâzı şartlar da koşulmalıdır.[1]



     




    [1]

    İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 1/505-506.

  • 9- Uzunluklarına Göre Senedin Kısımları: Hadis Usulü Online Oku


    9- Uzunluklarına Göre Senedin Kısımları:

     

    Senedler, uzunlukları açısından ikiye
    ayrılmıştır: Âlî sened, nâzil sened. Tatbikatta bu ayırımın büyük ehemmiyeti
    vardır. Çünkü rivâyet edilen bir haberin vukua geldiği zamanla, onu yazan
    müellif arasına ne kadar az zaman girerse, rivâyete olan güven o derece artar.
    İslâm âlimleri sadece zamana bakmakla kalmayıp, araya giren râvi adedine de
    bakarlar. Onlar nazarında, hadîsleri kaydeden müellifle Hz. Peygamber (aleyhessalatu
    vesselam) arasına ne kadar az sayıda ravî girerse -râviler sika olmak şartıyla-
    o rivâyet o derece kıymet ve üstünlük kazanır. İşte, râvi sayısı az olan
    senedlere âli isnâd, râvi sayısı çok olan senedlere de nâzil isnâd denmiştir.[1]



     




    [1]

    İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 1/501.

  • 8- Hadisde Senedin Önemi:  Hadis Usulü Online Oku


    8- Senedin Önemi:
      

     

    Hadisin yapısına sonradan ilave edilmiş bulunan
    sened, hadisin sıhhatini kontrol edebilmek bakımından fevkalade önemlidir. Aynı
    şekilde hadis ilminde sened zikretme sisteminin (isnad) geliştirilmesi de
    sorumluluk duygusu ve bilimsel dürüstlük sonucudur. Çünkü bu sistemin anlamı,
    hadis metnini nakledenleri tetkik ve tenkide açık tutmak demektir. Bu da tam bir
    ilmi tavır ve kendine güven işaretidir. Bu sebeple isnad, medar-ı ilm-i hadis
    (hadis ilminin üzerinde durduğu temel) diye tanımlanmıştır. Nitekim Abdullah b.
    el-Mubarek (v.181/797) “İsnad dindendir. Eğer isnad olmasaydı, herkes aklına
    geleni rastgele rivayet etmeye kalkışırdı.”[1]
    demiştir.

    Bütün bunlardan anlaşıldığına göre isnadın önemi
    iki noktada yoğunlaşmaktadır: Hadisin sıhhatini tayin ve tesbit için imkan
    hazırlamak, rivayet anarşisini önlemek. Nitekim Enveru’l-Keşmiri’nin isabetle
    belirttiği gibi “İsnad, dinden olmayanın dine girmesini önlemek içindir. Yoksa
    senedde yer alanların kusurlarından dolayı dinden olduğu tesbit edilmiş
    hususları dinden çıkarıp atmak için icad edilmiş değildir.”[2]

    Süfyan es-Sevri (v.161/777) de “İsnad, mü’minin
    silahıdır. Silahı olmayan ne ile ve nasıl savaşacaktır?” diye senedin, sünnetin
    ve dolayısıyla dinin korunmasında taşıdığı öneme işaret etmektedir.

    Hemen kaydedelim ki, buraya kadar
    söylediklerimiz, bilhassa rivayetlerin yazılı olarak hadis kitaplarında
    toplanmasından önceki dönemler için senedin önemini göstermektedir. Bugün de
    hadisler üzerinde araştırma yapacaklar için sened son derece ehemmiyetlidir.

    Ne var ki, bilhassa halk için yazılan hadis
    kitaplarında senedlerin hazfi yoluna gidilmiştir. Bu uygulama, aslında İbnu’s-Seken
    (v.353/964) ile başlamış[3]
    el-Beğavi (v.516/1122) ile yaygınlaşmıştır. Son zamanlarda temel hadis
    kaynaklarının tercümelerinde de senedler, sahabi ravi dışında Türkçe’ye
    çevrilmemekte, adete senedin önemsizliğine kapı açılmaktadır. Özellikle hadis
    tahsil etmekte olan öğrencilerin mutlaka hadisi sened ve metniyle usulüne uygun
    şekilde okuyup kavramaya çalışmaları gereklidir. Senedin taşıdığı özelliklere
    nüfuz edildiği ölçüde hadisten alınacak feyz artacaktır.

    Senedleri hazfedilmiş olarak halka sunulacak
    hadislerin, alındıkları kaynakların cild, sayfa veya bölüm, bab ve –varsa- hadis
    numaralarının verilmesi gerekir. Bu da bir çeşit sened zikretmek demektir. Zira
    merak eden, o kaynaktan hadisin senedini ve rical kitaplarından da seneddeki
    ravilerin durumlarını tetkik imkanı bulur.

    Unutulmamalıdır ki hadiste isnad aramak sünnet
    olduğu gibi, müslümanlarca uluvv-i isnad aramak da sünnettir.[4]



     




    [1]

    Bk. Müslim: 1/15.



    [2]

    Leknevi, el-Ecvibetu’l-Fadıle: 238.



    [3]

    Bk. Kettani, er-Risale: 25.



    [4]

    Geniş bilgi için bk. A. Naim Tecrid Tercemesi: 1//190-199.

  • 6- Senedin Okunuşu: Hadis Usulü Online Oku


    6- Senedin Okunuşu:

     

    Sened, her hadis kitabında yukarıdaki şekilde
    değildir. Kısaltma düşüncesiyle rivayet lafızlarının başındaki “kale” kelimeleri
    yazılmamış, rivayet lafızları da kısaltmalarıyla yazılmış olabilir. Bu ve
    benzeri durumların bilinerek hadis senedlerinin doğru ve tam okunması
    gerekmektedir. Bu sebeple biz burada birkaç örnek üzerinde hadis senedlerinin
    usulüne uygun okunuşunu göstermeye çalışacağız.

    İlk örneğimiz Tirmizi’den[1]:

    “Haddesena Said b. Ya’kub et-Talikani, haddesena
    İbnu’l-Mubarek, ahberana Hamidi’t-Tavil, an Enes b. Malik (r.a.) kale: Kale
    Rasulullah (s.a.v.)”

    Bu senedin okunuşu şöyledir:

    “Kale’t-Tirmizi Haddesena Said b. Ya’kub et-Talikani
    kale, haddesena İbnu’l-Mubarek kale, ahberana Hamidi’t-Tavil, an Enes b. Malik
    (r.a.) kale: Kale Rasulullah (s.a.v.)”

    Bir örnek de Ebu Davud’dan verelim[2]:

    “Haddesena Musa b. İsmail, sena Hammad, an Hamid,
    an Enes Enne’n-Nebiyye (s.a.v.) kale”

    Bu senedin okunuşu da şöyledir:

    “Kale Ebu Davud: Haddesena Musa b. İsmail, Kale
    haddesena Hammad, an Hamid, an Enes (r.a.) Enne’n-Nebiyye (s.a.v.) kale”

    Hemen her hadis kitabında şu ya da bu ölçüde bu
    kısaltmalara rastlanır.

    [3]

     



     




    [1]

    Tirmizi, İman: 2.



    [2]

    Ebu Davud, Cihad: 17.



    [3]

    İsmail Lütfü Çakan, Hadis Usulü, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
    Vakfı Yayınları: 31-32.

  • 7- Hadis Senetlerinde Geçen Bazı Kısaltmalar: Hadis Usulü Online Oku


    7- Hadis Senetlerinde Geçen Bazı Kısaltmalar:

     

    Hadis senetlerinde sık sık geçen hadisin hangi
    yolla hocadan alındığını gösteren rivayet lafızları zaman içinde bazı
    kısaltmalarla yazılmışlardır. Bu kısaltmaların, hadisçilerce benimsenmiş
    olanları bulunduğu gibi tutulmayanları ve terkedilenleri de olmuştur. Biz burada
    hadisciler arasında tutulmuş bazı kısaltmaları ve neye delalet ettiklerini
    göstermeye çalışacağız.


    1)

    Haddesena lafzı, çoğunlukla sena ve na şeklinde kısaltılmaktadır. Bazan her iki
    kısaltmanın bir senedde yer aldığı da olur. Haddeseni lafzı da deseni ve seni
    şeklinde kısaltılmaktadır.


    2)

    Ahberana lafzı ena şeklinde kısaltılmıştır. (Beyhaki bunu bena şeklinde
    kısaltmış fakat tutulmamıştır.)


    3)

    Ahberani, enbe eni ve enbe ena’nın kısaltmaları yoktur. Zira bunlar öncekilere
    oranla daha az kullanılırlar.


    4)
    An
    lafzı dışında kalan haddesena, ahberana, haddeseni, semi’tu ve enbe ena gibi
    lafızların başında mutlaka bir kale kelimesi bulunmaktadır. Ancak çoğu kere bu
    kale kelimesi yazılmaz fakat okurken mutlaka okunur.


    5)

    Senetlerdeki ennehu kelimesi de yazılmaz ama okunur. Mesela “An Ata ibnu Meymune
    semia Enes bin Malik” senedi “An Ata ibnu Meymune ennehu semia Enes bin Malik”
    şeklinde; “Haddesena Hasen bin Sabbah semia Cafer bin Avn” senedi de “Haddesena
    Hasen bin Sabbah ennehu semia Cafer bin Avn” şeklinde okunur.


    6)

    Ayrıca hadis senedleri arasında görülen Ha harfi de o noktada senedin
    değiştiğini gösterir ve Ha diye okunur.Bu kısaltma, hadisin birkaç senedini bir
    araya toplamak için kullanılır. (Bazıları bu kısaltmayı Hadis diye, bazıları da
    tahvil diye okurlar.) Ha işareti birleştirilen senedler arasında müşterek olan
    ilk ravi isminden sonra konur.

    [1]



     




    [1]

    İsmail Lütfü Çakan, Hadis Usulü, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
    Vakfı Yayınları: 32-33.

  • 5- Senedin Kısımları-Senedin Çözümü: Hadis Usulü Online Oku


    5- Senedin Kısımları-Senedin Çözümü:

     

    İleriki bahislerde gelecek, senetle ilgili bazı
    tâbirleri, iltibaslara meydan vermemek için şimdiden görmemizde fayda var: Bir
    sened üç kısımdan meydana gelir: İbtida, esnâ ve münteha.

    İbtida, senedin müellife bakan tarafıdır.
    Buraya, Arapça olarak sadru’l-isnâd da denir. Türkçe’de “senedin baş tarafı”
    diye ifâde edebiliriz. Mesela Buharî’nin ilk hadîsini okumak istesek şu senedi
    görürüz: “Haddesena’l-Humeydiyy Abdullah b. Zübeyr, Kale haddesena Yahya b. Said
    Ensariyy Kale Ahbarani Muhammed b. İbrahim et-Teymiyy enne semia Alkame b.
    Vakkas el-Leysi yekulu semi’tu Ömer b. El-Hattab radiyallahu anh ale’l-minberi
    kale semi’tu Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem yekulu innema’l-a’malu
    binniyat”

    Sened’de haddesena el-Humeydî, yani bize el-Humeydi
    rivayet etti…” diyen Buharî’dir. Öyle ise senedin ibtidası, Buharî tarafı yani
    el-Humeydî’dir.

    Münteha ise senedin ilk kaynak tarafıdır.
    Yukarıdaki örnek de Hz. Ömer’dir.

    Esna ise senedin ibtida’sı ile münteha’sı
    arasında kalan kısımdır. “Esna” yerine vasat kelimesinin kullanıldığı da olur,
    dilimize senedin orta kısmı diye tercüme etmemiz uygundur. Senedin esna’sı sened
    de yer alan râvi sayısına göre uzun veya kısa olur.[1]

    Senedde yer alan bazı özellikleri anlayabilmek
    bakımından örnek olarak verdiğimiz hadis senedini burada tahlil edelim:

    Rasulullah (s.a.v.) (11/632)


    1)

    Enes b. Malik (93/712): Sahabe Devri: 110.[2]


    2)

    Ebu’t-Teyyah (Yezid b. Humeydi) (128/745): Tabiun Devri: 180.


    3)

    Şu’be b. El-Haccac (160/776) Tabiun Devri:


    4)

    Yahya b. Said el-Kattan el-Ahvel (197/812): Etbau’t-tabiin: 220.


    5)

    Muhammed b. Beşşar (252/866): Etbau’t-tabiin: 260.  

    El-Buhari (256/869)

    Bu senedin ibtidası el-Buhari; müntehası ise
    Rasulullah’dır (s.a.v.) Bir başka ifade ile senedin bize en yakın kısmı
    başlangıcı; hadis metnine en yakın yeri de sonu veya müntehasıdır.

    Bu hadis el-Buhari’ye göre humasi yani senedinde
    beş ravinin bulunduğu bir hadistir.

    Senedde rivayet tekniği açısından tahdis ve
    an’ane bulunmaktadır.

    İki tabii birbirinden; iki etbau’t-tabiin de
    birbirinden rivayet etmektedir. (Şu’be, Ebu’t-Teyyah’dan; el-Buhari de Muhammed
    b. Beşşar’dan nakletmişlerdir.)

    Eğer hadisi Buhari, Yahya b. El-Kattan’dan o da
    Ebu’t-Teyyah’dan alabilmiş olsalardı, hadis sülasi yani üç ravi ile nakledilmiş
    bir hadis olacaktı. Ama her zaman, bir önceki nesilden değil, kendi çağdaşı olan
    bir hocasından alma durumu doğabilmektedir. Bu da tabiatıyla senedin uzamasına
    sebep olmaktadır.

    Bu senedi Buhari’nin Rasulullah’a ulaşma
    mediveni gibi düşünecek olursak onu şöyle şekillendirmek mümkündür. (Hadis
    metnine ulaşmak için ilk adımı attığımız basamak, bizim için senedinbaşlangıcı,
    en üst basamak da senedin müntehası (nihayeti) dir.)[3]



     




    [1]

    İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 1/500-501



    [2]

    Sahabe devrinin sonu Hz. Peygamber’in vefatına bir ay kala söylediği “Yüz
    sene sonra, bugün yaşayanlardan hiçbir canlı sağ kalmayacaktır.”
    hadisi
    ile tayin edilmiştir. (Müslim, Fedail: 219; Tirmizi, Fiten: 64; Ahmed b.
    Hanbel, Müsned: 1/93; 3/345.)



    [3]

    İsmail Lütfü Çakan, Hadis Usulü, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
    Vakfı Yayınları: 27.

  • 4- İsnadın Menşeî: Hadis Usulü Online Oku


    4- İsnadın Menşeî:

     

    Usulcüler, her usul kaidesinde olduğu üzere,
    “senet” işinde de Resûlullah’ın sünnetine istinad edildiğini belirtirler. Şu
    rivâyet bu açıdan mühimdir:

    İbnu Ömer (radıyallahu anh)’e Hz. Peygamber
    şöyle emretmiştir:


    “Ey İbnu Ömer, dinine sahib ol, dinine sahib ol!
    Bil ki o, (seni ayakta tutan ) bedenin, damarlarında akan kanındır. Dinini
    kimden aldığına iyi dikkat et. İstikameti doğru olanlardan al, eğrilerden alma!”

    Hz. Ali (radıyallahu anh)’de Kûfe mescidinde şu
    uyarıyı eksik etmemiştir: “Bu ilmi (hadîsi) kimden aldığınıza dikkat edin, zira
    o dindir”.

    Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’le
    başlatılıp, Ashabla devam ettirilen bu tenbihler, Tâbiîn ve Etbauttâbiîn
    devirlerinde oturacak, müesseseleşecektir. Hadîsle iştigal eden her büyük hem
    uyarmaya devam edecek ve hem de sened soracaktır. Bağdâdî, birbirine yakın
    ifadelerle Muhammed İbnu Sîrîn, İmam Mâlik, Dahhâk İbnu Müzâhim, Enes İbnu
    Mâlik’ten şu mealde uyarılar kaydeder: “Ey gençler, Allah’tan korkun, Hadîsinizi
    kimlerden aldığınıza dikkat edin. Zîra o dindir.”

    Elbette ki, sâdece rivâyet edene dikkat yeterli
    değildir. O kimden almış, bunun da sorulması gerekmektedir, bu ise isnâd’dır.
    İslâm âlimlerinin isnâda verdikleri ehemmiyeti gösteren pek çok söz
    kendilerinden nakledilmiştir. İşte birkaç tanesi: İbnu’l-Mübârek şunu söyler: “İsnâd
    dindendir, eğer isnâd olmasaydı, dileyen dilediğini söylerdi.” Süfyân İbnu
    Uyeyne anlatıyor: “Birgün Zührî bir hadîs rivâyet etti.” “(Uzatma) senetsiz
    olarak rivâyet ediver” dedim. Bana: “Sen, dama merdivensiz mi çıkarsın?” diye
    cevap verdi.” İbnu Maîn’e ölüm anında sorarlar: Arzuladığınız bir şey var mı?
    “Evet der, Beytun hâl, İsnâdun âl (boş bir ev. isnâd-ı âlî).”[1]



     




    [1]

    İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 1/500.

  • B) Metin: Hadis Usulü Online Oku


    b) Metin:

     

    Hadisin yapısında asıl kısmı metin teşkil eder.
    Metin, senedin, ya da râviler zincirinin kendinde son bulduğu, rivâyet edilen
    asıl hadis kısmıdır. Yukarıda örnek olarak verdiğimiz sened, metni ile birlikte
    şu şekilde kaydedilir: “Enes’ten Ebu’t-Teyyâh, ondan Şu’be, ondan Yahyâ, ondan
    da Muhammed İbn Beşşâr naklederek, Nebi (s.a.s.)’in şöyle dediğini rivâyet
    etmişlerdir:


    “Kolaylaştırınız güçleştirmeyiniz, müjdeleyiniz
    nefret ettirmeyiniz.”


    [1]

    O senedle bu metni birleştirecek olursak, hadisi
    tam olarak elde etmiş olacağız.

    Aslında hadis metinden ibarettir. Sened o metnin
    Hz. Peygamber’e ait olup olmadığı konusunda tetkiklerde bulunma imkanı veren
    raviler zinciridir.

    Senedin olduğu gibi metnin de gerçekten çok
    çeşitli durumları ve özellikleri bulunmaktadır. Her farklı duruma göre yeni bir
    isimlendirme ve bilimsel branş geliştirilmiştir. Mesela hadis metinlerinde yer
    alan anlaşılması zor ve nadir kullanılan kelimeleri Garibu’l-hadis, hadis
    metinlerinin ortaya koyduğu mananın doğru anlaşılmasını sağlayan Hadislerin
    vürud sebepleri Esbabu vurudu’l-hadis, Nasih-Mensuh, birbirleriyle çelişkili
    gözüken hadisleri inceleyen Muhtelifu’l-hadis, muarızı olmayan hadisleri
    inceleyen Muhkem gibi ilmi branşlar bunlardandır.

    Ayrıca müdrec, maklub, münker, musahhaf,
    muharref ve muallel gibi sened ve metin arasında müşterek olan terimler ve
    inceleme konuları da bulunmaktadır.

    Hadis metinleri gerek üslub ve dil bakımından
    gerekse kitap ve sünnetin genel espirisine uygun olup olmamak açısından
    hadisçilerce değerlendirilirler. Tarih, sosyoloji ve psikoloji de bu
    değerlendirmede en çok yararlanılan ilmi branşlar olmaktadır.

    Sened ve çevresindeki çalışmaları ve
    geliştirilmiş branşları dikkate alarak hadisçilerin metinle pek meşgul
    olmadıkları zannına kapılmamak gerekir. Zaten sened ve çevresindeki gayretler
    hep metin için, ondan doğru sonuç çıkarabilmek içindir. Ancak kabul etmek
    gerekir ki, oran olarak senedle daha fazla meşgul olunmuştur. Bunun sebebini de
    şöylece açıklamak mümkündür:

    “Hadisçiler, ilahi vahye mazhar, cevamiu’l-kelim
    (az sözle çok anlam ifade etmek) özelliğine ve kanun koyma yetkisine sahip bir
    peygamberin beyanlarıyla karşı karşıya olduklarını pek iyi biliyorlardı. Bu
    vasıfların sahibi bir peygamber, muhtelif sebeplerle çağdaşlarının anlayışları
    dışında kalacak sözler söyleyebilir, haberler verebilirdi. Bunu engelleyecek bir
    şey söz konusu değildi. Kanun maddeleri gibi özlü sözlerle hukuki kaideler vaz
    edebilirdi. Sözleri mecazi bir mana ifade edebilirdi. İleride keşfedebilecek bir
    ilmi hakikata işaret etmiş de olabilirdi.  

    Bütün bunlardan dolayı hadisçiler, diğer
    kişilerin sözlerine uyguladıkları tenkidleri Hz. Peygamber’in hadisleri için
    tatbik etmekte ihtiyat göstermişlerdir. Hemen inkara kalkışmamış, bazı
    hadislerin anlaşılmasını zamana bırakmışlardır.

    Halbuki hadislerin senedlerinde yer alan raviler
    ise, nihayet kendileri gibi birer insandı. Onları araştırmak daha kolay ve daha
    tehlikesizdi. Bunun için de hadisçiler, ravileri çok sıkı şekilde tetkik ederek,
    verdikleri haberlerin Hz. Peygamber’e ait olup olmadığını tesbite gayret etmeyi
    tercih etmişlerdir.[2]



     




    [1]

    Buhari, İlim: 11; Meğazi: 60; Edeb: 80; Müslim, Cihad: 4; Ebu Davud, Edeb:
    17; Ahmed b. Hanbel, Müsned: 1/239, 283, 365; 3/131, 209; 4/399, 412, 417;
    İsmail lütfü Çakan, Akif Köten, Şamil İslam Ansiklopedisi: 2/288; İsmail
    Lütfü Çakan, Hadis Usulü, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı
    Yayınları: 35.



    [2]

    Bk. M. Sıbai, es-Sünne ve mekanetuha: 275-279. İsmail Lütfü Çakan, Hadis
    Usulü, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 35.

  • 3- İsnad Müslümanlara Has Bir İmtiyazdır: Hadis Usulü Online Oku


    3- İsnad Müslümanlara Has Bir İmtiyazdır:

     

    Dinî rivâyetleri isnâd etme, yâni tahkik ve
    değerlendirilmesi mümkün olan senedlerle rivâyet etme müessesesi başka dinlerde
    görülmez. Bu, müslümanlara has bir husûsiyet ve imtiyazdır. İslâm âlimleri, tâ
    bidâyetten beri, Cenâb-ı Hakk’ın, ümmet-i merhûme olan İslâm ümmetini sened
    tatbîkatıyla nimetlendirmekle büyük bir şeref ve imtiyaz bahşettiğini belirterek
    diğer ümmetlere karşı iftihar, Rablerine karşı da şükran ifâde ederler.
    Tahrîb’de Suyûtî, İbnu Hazm’dan şu açıklamayı kaydeder: “Sika’nın sika’dan
    nakletmesi suretiyle muttasıl bir senedle Hz. Peygamber’e kadar ulaşmak,
    Allah’ın -diğerlerinden ayrı olarak- sâdece bu ümmete tanıdığı bir imtiyazdır.
    Mürsel ve mu’dal rivâyetler yahudilerde de mevcuddur. Fakat bu rivâyetlerde
    onlar, bizim Hz. Muhammed (aleyhissalatu vesselem)’e ulaştığımız şekilde Hz.
    Musa’ya ulaşamıyorlar. Onlarla Hz. Musa (aleyhisselam) arasında 300 senelik
    mesâfe kalıyor. En fazla Şem’ûn ve benzerlerine kadar çıkabiliyorlar.
    Hıristiyanlarda ise böyle bir nakil meselesi yok. Sâdece boşanma yasağı (tahrîmu’t-talak)
    rivâyet edilmiştir. Yahudi ve hıristiyanların rivâyetleri kizb’e ve meçhulül-ayn
    (hiç bilinmeyen) şahıslara dayanır… Sahâbe ve Tâbiîn’in sözlerinin emsâline
    gelince, yahudilerin, peygamberlerinden birinin arkadaşına veya ona tâbi olana
    ulaşmaları da mümkün değildir. Hıristiyanlar için de durum aynı; Şem’ûn ve
    Pavlos’tan öteye gidemiyorlar. Ebu Ali el-Ciyâni der ki: Allah bu ümmeti, önceki
    ümmetlere vermediği üç şeyle mümtaz kıldı: İsnâd, ensâb, i’râb. Bunun
    delillerinden biri, Hâkim ve başkalarının şu âyet hakkında:


    “…Eğer doğru sözlü iseniz size indirilmiş bir
    kitap veya intikal etmiş bir bilgi kalıntısı getirin”

    (Ahkâf: 46/4) Matar İbnu Tahmân el-Verrâk’dan yaptıkları rivâyettir: el-Verrâk:
    “Ayette kastedilen isnâdu’l-Hadîstir” demiştir”.[1]



     




    [1]

    İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 1/499-500.