Ay: Ocak 2014

  • 1- RİVAYETİN ADABI Hadis Usulü Online Oku

    1- RİVAYETİN
    ADABI

     

    Rivayet kelime olarak sulamak, taşımak,
    nakletmek anlamlarına gelir. Rivayet, hadis terimi olarak, hadisin tahammül ve
    edası, eda siğalarından herhangi biri ile kaynağına isnadı demektir. Buna biz,
    hadisin öğrenimi ve öğretimi de diyebiliriz. Öğrenimine haml, tahammül ve
    telakki; öğretimine de nakl, eda ve tebliğ denilir.

    Rivayet kelimesi ve diğer kipleri Kur’an-ı
    Kerim’de geçmemektedirler. Ancak hadislerde değişik kipleriyle bol miktarda yer
    almaktadır.[1]

    Rivayet bir eğitim-öğretim faaliyeti olduğuna
    göre bunun elbette belli usulleri, adabı, şekilleri ve keyfiyeti olacaktır. Bu
    bölümde işte bu hususları tetkik etmek istiyoruz.

    Hemen belirtelim ki rivayet, özellikle hadis
    rivayeti bir anlamda arşivciliktir. Vesikaların aslına uygun şekilde her türlü
    tehlikeden uzak olarak muhafaza edilmesi ve sonraki nesillere aktarılması
    demektir. Bu anlamda hadisçiler de Muhammed ümmetinin ilmi arşiv uzmanlarıdır.

    Öte yandan Sünnet’in, deliller hiyerarşisinde
    Kitap’tan sonra ikinci kaynak olmakla beraber, birinci kaynağın anlaşılabilmesi
    bakımından onu te’kid, tefsir ve teşri gibi fevkalade fonksiyonlara sahip bir
    kaynak olması dikkate alınacak olursa, sünnet malzemesinin rivayetinin önemi
    kendiliğinden ortaya çıkacaktır. Bu sebeple de pek ince ve sıkı kaide ve adaba
    ihtiyaç bulunmaktadır.

    Adab kelimesi edeb’in çoğulu olarak herhangi bir
    meslek mensuplarının uyması ve uygulaması gerekli manevi kaide ve ilmi teknikler
    (metodlar) diye tanımlanabilir. Bilim dalımız açısından adab:


    a)

    Hadis hocası ve öğrencisinin uyması gereken manevi kaideler.


    b)

    Hadis eğitim ve öğretiminde uygulanması gerekli teknikler olmak üzere iki temel
    konuyu ifade etmektedir.

    Binici kısımda bahis mevzuu olacak manevi
    kaideler de iki kısma ayrılır.


    a)

    Muhaddis ve talibin müştereken uyması gereken prensipler.


    b)

    Muhaddis ve talibin ayrı ayrı uyması gereken kaideler.

    Klasik hadis usulü kitaplarımızda bu konu
    adabu’l-muhaddis ve adabu talibi’l-hadis başlıkları altında işlenmektedir.

    Konuya ait en hacimli ve değerli müstakil eseri
    yazmış olan el-Hatib el-Bağdadi (463/1071) kitabına ‘el-Cami’ li ahlaki’r-ravi
    ve adabı’s-sami’ adını vermiş; hoca (ravi) için ahlak; talebe (sami’) için de
    adab kelimesini kullanmak suretiyle hocaya ahlak, talebeye de adab’ın birinci
    derecede lazım olduğu fikrini vurgulamış olmaktadır.[2] 



     




    [1]

    Bk. Concordance: 2/320-322.



    [2]

    Tanıtımı için bk. İsmail Lütfi Çakan el-Cami’ li ahlaki’r-ravi ve adabı’s-sami,
    Marmara Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi Dergisi sayı 4, s. 433-437,
    İstanbul 1986; İsmail Lütfi Çakan, Hadis Usulü, Marmara Üniversitesi
    İlahiyat Fakültesi Yayınları: 47-48.

  • RİVAYET Hadis Usulü Online Oku

    RİVAYET

     

    Nakletme, anlatma; hadis anlatma, nakletmek ve
    kendisine nisbet olunana isnad etme anlamında bir usûlü hadis terimi. Rivâyet,
    sadece sünnetin nakline münhasır değildir. Sünnet dışındaki haberleri, Sahâbe,
    Tâbiîm ve diğer tabakalardan insanların sözlerini, bunları haber verenlere isnad
    etmek de rivâyetin kapsamı içerisindedir. Rivâyetle ilgili bu tariften,
    rivâyetin üç temel unsurunun bulunduğu anlaşılmaktadır. Bunlardan birincisi,
    rivâyete konu olan Sünnet veya benzeri olan haber; ikincisi bir haberi kendisine
    nakledene isnad ile rivâyet eden şahıs (râvi); üçüncüsü de haberi kendisine
    nakledene isnad ile rivâyet edenden alan şahıs. Rivâyetin her şeyden önce önemli
    bir gayesi vardır. O da, Hz. Peygamber (s.a.s)’in söz ve fiillerinden ibaret
    olan sünnetini, yahut daha umûmi manasıyla hadisini asırlar sonra gelecek olan
    nesillere duyurmaktır. Hz. Peygamber’e ait bilgi ve malumatın duyurulması,
    neşredilmesi için en emin yol rivâyetin bu üçlü sistemidir. Nitekim Rasul-i
    Ekrem (s.a.s)’den haberi alan Sahâbî, bunu O’na isnad ile Tabiî’ye rivâyet
    ettiği gibi; aynı haberi sahâbîden alan tabiî de, onu, kendisine rivâyet eden
    sahâbî’ye isnâd ile Tabiu’t-tabiî’ye rivâyet etmiş; böylece haberin Hz.
    Peygamber’den asırlarca sonra yaşamış olan kimseye ulaştırılması mümkün
    olmuştur.[1]

    Ashab-ı kirâm, Tâbiün ve bu iki nesli takib eden
    nesiller, rivâyette çok dikkatli olmaya, metnin kesin şekliyle tespitine ve iyi
    bir araştırmaya büyük önem vermişlerdir. Çünkü rivâyet olunan haber veya hadîs,
    güvenilir bir nakil yolu ile gelmişse, itibar edilir; böyle bir yolla
    naklonulmamışsa o rivâyetin bir değeri olmaz. Rivâyetin sıhhati, bu üçlü unsurun
    sıhhatine bağlıdır. Üçlü unsurun sıhhati ise, rivâyet edilen haberde herhangi
    bir değişiklik yapılmaması ve rivâyet eden şahsın da haberi, kaynağının
    isnadının sahih olması ile gerçekleşir.

    Diğer kültürlerden farklı olarak, İslâm
    kültürüne ve İslâm hadîsine hâs olan bu rivâyet usulünün kaideleri Kur’ân-ı
    Kerimde açıklanmıştır. Kur’ân-ı Kerimde anlatılan rivâyet usül ve kâideleri
    şöyledir:


    l.

    Yalanın kesin olarak haram kılınması

    Bu esas, ilmî emanete, ilmî güvenilirliğe
    riayeti farz kılıyor. Buna, ilmî konularda hıyânetin haram ve çirkin oluşu
    prensibi demek mümkündür. Kur’an-ı Kerim ve hadis-i şeriflerde yalan konuşmak,
    yalanı malzeme yapmak şiddetle yasaklanmıştır. Yalanın haram oluşu son derece
    belîğ bir uslubla açıklanmış; hatta yalan, müslüman olmayanların vasfı olarak
    gösterilmiştir. Müslüman asla yalan söylemez, yalancı olmaz, yalan rivâyete önem
    vermez. Zira “Yalanı ancak Allah’ın âyetlerine iman etmeyenler uydururlar”
    (en-Nahl: 16/105). Bir başka ayette şöyle açıklanıyor: “De ki Rabbim sadec’e,
    açık ve gizli fenâlıkları, günahları, haksız yere tecâvüzü, hakkında hiç bir
    delil indirmediği şeyi Allah’a ortak koşmanızı, Allah’a karşı bilmediğiniz
    şeyleri söylemenizi haram kılınıştır”
    (el-A’râf: 7/33). Yalanın haram
    kılındığını gösteren daha pek çok âyet bulunmaktadır. Rasûl-i Ekrem (s.a.s) bir
    hadislerinde şöyle buyurmaktadır: “Her kim bana kasıtlı olarak yalan
    uydurursa Cehennem’deki yerine hazırlansın”.


    2.

    Fasık olanın getirdiği haberi reddetmek

    Bu esas, şu ayet-i kerîme’de bildirilmiştir: “Ey
    iman edenler, size eğer bir fâsık bir haber getirirse onu araştırınız”
    (el-Hucurat:
    49/6). Bu âyete göre fâsık birisinin getirdiği haberin iç yüzünün araştırılması
    ve kabul edilmemesi gerekmektedir. Bir başka kaynaktan bu fâsığın verdiği haber
    doğru çıkarsa o takdirde güven ve itimad bu ikinci yoldan gelen habere göre
    olmalıdır. Çünkü fâsık, Allah’a itaat etmekten çıkmıştır ve isyan halindedir.
    Fâsık yalancıdır.


    3.

    Ravinin haberini kabul etmek için adâleti şart koşmak

    Bu esas da ihtilafsız, İslâm’ın koyduğu bir
    kâidedir. Ayetlerde şöyle buyurulmaktadır:


    “İçinizden iki âdil şâhit getirin, şahitliği
    Allah için yapın”
    (et-Talak: 65/2);


    “Adamlarınızdan iki şâhit tutun, eğer iki erkek
    bulunmazsa, şâhidlerden râzı olduğunuz bir erkek iki kadın olabilir”

    (el-Bakara: 2/282)

    Bu âyetler her ne kadar görünen, yani dış
    (zâhir) anlamlarıyla mallar konusunda şehâdet meselesiyle ilgili olsa da;
    evleviyet tarikiyle bunu hadisin râvisi hakkında da şart koşmaktadır. Çünkü ravi
    yaptığı rivâyetlerde Allah’a ve Allah’ın Rasûlüne karşı şehâdette bulunmaktadır.
    İmam Tirmizı bu hususta şöyle demiştir: “Çünkü dinde şehâdet haklar ve mallarda
    aranan şehâdetten daha fazla üzerinde durulması ve araştırılması gereken bir
    konudur.”[2]


    4.

    Her meselede tesebbüt etmek, araştırmak

    Rivâyet konusundaki bu mühim esas da şu ayetle
    bildirilmiştir: “Bilmediğin bir şeyin ardına düşme! Doğrusu kulak, göz ve
    kalp, bunların hepsi o şeyden sorumlu olur.”
    (el-İsra: 17/36). Bu ayet, bir
    müslümanın, sahih olup olmadığını kesin bilmediği hususların ardına düşmemesini
    emrediyor. Bu esas prensip, nakle dayalı ilmin sahih olmasından emin olmayı
    gerektiriyor. Zira nakle dayalı ilimlerde sahih olup olmadığı araştırıldıktan
    sonra ancak kabul söz konusu olabilir. Nakledilen bu bilgi, nassın aslına uygun
    mudur; değil midir? Bunun iyice bilinmesi gerekmektedir.


    5.

    Yalan haberi nakletmenin haramlığı

    Bu esas, bize, rivâyet konusunda gerekli olan
    ihtiyât ölçüsünü göstermektedir. “Bilmediğin bir şeyin ardına düşme” (el-İsra:
    17/36) mealindeki âyet bunu göstermektedir. Sahabeden bir çoğu tarafından
    rivâyet edilmiş olan şu meşhur hadis de aynı esası bildiriyor: “Kim yalan
    olduğu zannedilen bir sözü benden (olmak üzere) rivâyet ederse kendisi de
    yalancılardan biridir.”[3]

    Bu âyet ve hadisler rivâyet sorumluluğunu önemle
    vurguluyor. Bu konuda gerekli olan ikazları yapıyor. Herhangi bir hadisi duyan
    kişinin önce bir durup düşünmesi; hadisin sahih olduğu anlaşıldıktan sonra da
    rivâyet etmesi ve bu rivâyet işinde ihtiyatlı davranmayı elden bırakmaması
    gerekmektedir. Genel olarak bu esas, uydurma/düzmece bir haber olduğundan
    korkulan her hadis ve haberi nakletmeyi haram kılıyor.

    Ayet-i kerimeler ve hadis-i şerifler tarafından
    esasları ve ölçüsü tesbit edilmiş olan rivâyet meselesi, zarurî bir şeydir.
    Çünkü ne ilimlerden herhangi bir ilimde, ne de dünyevî işlerden birinde rivâyet
    ve nakilden müstağni kalınabilir. Çünkü her insan için bütün hâdiselerin vukuu
    esnasında olay yerinde bulunabilme imkân dahilinde değildir. O zaman, olaylardan
    uzak olanların bu olaylarla ilgili bilgileri temin etmeleri ancak sözlü veya
    yazılı rivâyet yolu ile mümkün olabilir. Aynı şekilde, bu olaylardan sonra
    dünyaya gelenler de ancak bunları kendilerinden öncekiler tarafından rivâyet
    edilmesi yoluyla bilebilirler. Misal olarak zikretmek gerekirse; geçmiş ve
    yaşamakta olan milletlerin tarihi, mezhepler, dinler, felsefecilerin görüşleri,
    bilginlerin tecrübeleri ve ulaşmış oldukları sonuçlar, hepsi bize nakil ve
    rivâyet yoluyla ulaşmıştır. Bu nedenle Hz. Peygamber (s.a.s)’in hadislerini ve
    haberlerini öğrenebilmek için de rivâyetten başka bir yol bulunmamaktadır. Ancak
    bu rivâyet işinin sağlam ve sıhhatli olabilmesi gereklidir.

    Hz. Peygamber, hadislerinin sahabîler tarafından
    ezberlenip, zihinlerde korunmasına emir ve işâret buyurmuş ve “Ben size bir
    hadis söylediğim zaman onu ezberleyip muhafaza ediniz”
    demişti.[4]
    Abdullah b. Mes’ud’un rivâyet ettiğine göre, Rasul-i Ekrem (s.a.s), hadislerini
    işitip de olduğu gibi başkalarına tebliğ edenlerin Allah yüzlerini ağartması
    için dua etmiştir.[5]

    Sahâbe hadîs lafızlarının Hz. Peygamber’den
    duyulduğu şekilde rivâyet ve tebliğine itinâ göstermiş ve hadisleri değişik
    lafızlarla ifade edenlere karşı şiddetli itirazlarda bulunmuştur. Sahâbeden
    Abdullah b. Ömer (r.a) bilhassa Sahâbe arasında hadisleri Hz. Peygamber’den
    işitilen lafızlarla zabtedip rivâyet etme konusunda oldukça dikkati çekmiştir.
    O, Rasûlüllah (s.a.s)’dan bir hadisi işittiği veya onunla ilgili bir olaya şâhid
    olduğu zaman, ondan ne bir şey eksiltir, ne de ona bir şey eklerdi.[6]

    Ashab-ı kiram, hadislerin lafzı lafzına rivâyeti
    konusunda kendileri titiz davrandıkları gibi, birbirlerine de bunu tavsiye
    ederler, gerektiğinde birbirlerinin hatalarını düzeltirlerdi.

    Hadislerin rivâyet keyfiyeti konusunda iki tür
    rivâyet şekli bulunmaktadır. Biri, hadislerin kelimesi kelimesine (lafzen)
    rivayeti; diğeri de mana ile rivâyetidir. Hadislerin lafzen rivâyeti esas ise
    de; gerek Sahâbe ve gerekse daha sonraki hadis ravilerinin bir çoğu, hadisleri
    mana ile rivayet etmişlerdir. Hasan el-Basrî’ye; “Dün rivâyet ettiğin hadisin
    lafızlarını bu gün değiştiriyorsun” diye itiraz edilince, “Manada isabet
    etmişsem bunda bir beis yoktur” cevabını vermiştir.[7]

    Hadis kaynaklarında, anlatılan olayın aynı
    olmasına rağmen, bir kıssanın değişik lafızlarla ve bir çok hadisin de kelimesi
    kelimesine rivâyet edilmiş olduğunu görmekteyiz. Dikkat edilirse, lafzen rivâyet
    edilen hadislerin çoğu zaman kısa metinli; manen rivâyet edilen hadisler de
    genellikle uzun metinli hadisler olduğu görülür. Değişik lafızlarla (manen)
    rivâyet, hadisin bir kaç lafzında ve çoğu kere müterâdif lafızlarda meydana
    gelmekte; hadisin tüm lafızlarında vuku bulmamaktadır. Bütün bunlar ciddi
    araştırmalar neticesi sabit olmuş gerçeklerdir. Hadislerin mana ile rivayet
    edilmesine ayrıca Rasûlüllah (s.a.s) ruhsat vermişlerdir: “Haramı helal,
    helali haram kılmadıkça, manada isabet ettiğiniz takdirde, mana ile rivâyet
    etmenizde bir sakınca yoktur.”[8]
    Bu konuda hadîs, fıkıh ve usul alimleri ihtilaf etmişlerdir. Bir kısım
    âlimler hadislerin mana ile rivâyet edilmesine cevaz verirken, bazıları da bunun
    caiz olmadığını söylemişlerdir. Mana ile hadislerin rivâyet edilmesine cevaz
    verenler de bazı şartlar koşmuşlardır. Buna göre ravinin, lafızların mana ve
    maksatlarını ve bu manaları bozacak halleri iyi bilen birisi olması gerekir.
    İmam Şafiî bu konuda şöyle demektedir: Sahabenin bazısı Rasûlüllah’ın yanında
    Kur’an lafızlarında ihtilaf etmişlerdir. Yalnız manada her hangi bir ayrılık
    yoktu. Allah Rasûlü onlara “İşte böyle; Kur’ân yedi harf üzere indirildi.
    Ondan
    kolayınıza geleni okuyun” buyurdular. Allah’ın kitabı hakkında
    O’nu yedi harfle okuma imkânı olunca, onun dışındaki hadislerin mana ile
    rivâyetinde her hangi bir mahzûr olmaması gerekir.[9]
    Nitekim hadislerin manâ ile rivâyet edilmesi de İslâm’a hiç bir zarar
    getirmemiştir. Bunun aksini iddia etmek, ilmî hakikatlerle bağdaşmaz.[10]



     




    [1]

    Talat Koçyiğit, Hadis Istılahları, Ankara 1980, s. 371.



    [2]

    İbn Receb el-Hanbelî, Şerhu İleli’t-Tirmizî.



    [3]

    Müslim, Mukaddime: 1/15.



    [4]

    Zehebî, Siyeri A’lâmi’n-Nubelâ, Mısır 1957. 1/96.



    [5]

    Ebu Davud, İlim: 10; Tirmizî, İlim: 7.



    [6]

    Müsned, 7/297-298.



    [7]

    Hatib el-Bağdadî, el-Kifaye fi İlmi’r-Rivâye, Medine t.y., s. 207.



    [8]

    Hatîb el-Bağdadî, el-Kifâye fi İlmi’r-Rivâye, Medine t.y., s. 199-200.



    [9]

    Şâfiî, er-Risâle, thk: Ahmed Muhammed Şakir, Beyrut t.y., s. 273-274.



    [10]

    Sabahattin Yıldırım, Şamil İslam Ansiklopedisi: 5/269-271.

  • 17- İsnad, Senet Ve Metin İle İlgili Terimler Hadis Usulü Online Oku


    17- İsnad, Senet Ve Metin İle İlgili Terimler

     


    1- Sened:

    (Aslında güvenilen demektir.) Burada, hadis rivayet eden zatlara denir.


    2- İsnad:

    Bu da sened manasındadır. Maamafih, senedleri anlatmak yani ravileri saymak
    anlamına da gelir.


    3- Metin:

    Senedi anlatmanın nihayet bulduğu sözden yani hadisten ibarettir.


    4- Ravi ve nakil:

    Hadisi senedleriyle rivayet ve nakledene denir.


    5- Muharriç:

    Hadisi senedsiz olarak rivayet edene denir.


    6- Şeyh ve İmam:

    Hadiste üstaz-ı kamil demektir.


    7- Rivayet:

    Hadisi veya bir sözü senediyle nakletmektir. Kale (dedi) veya kiyle (denildi)
    kelimeleriyle yapılır. Birincisi daha kuvvetlidir.



    [1]



     




    [1]

    Mevzu Hadisler, Aliyyu’Kari, İlim Yayınları: 9.

  • 16- Ehvelü’l-Esanîd: Hadis Usulü Online Oku


    16- Ehvelü’l-Esanîd:

     

    Esahhu’l-Esânîd’e mukabil bir de ehvelu’l-esânîd
    tabiri vardır. Usül kitaplarımız bu bahse zayıf hadisler konusunu işlerken yer
    verirler. Bize sened mevzuunun bütünlüğünü sağlamak düşüncesiyle burada
    zikretmeyi uygun bulduk.

    Muhaddisler bu tabirle, bazı şahıslara ve
    beldelere nisbet edilen isnâdların en zayıfını belirtirler.

    Hâkim en-Neysâbûrî’nin kaydına göre:


    *
    Hz.
    Ebu Bekr (radıyallahu anh)’e ulaşan senedlerin en zayıfı şudur: Sadakatu’d-Dakîkî
    an Ferkad es-Sabahî an Mürrete’t-Tayyib an Ebî Bekir (radıyallahu anh).


    *
    Ehl-i
    Beyt’in en vâhi isnâdı: Amr İbnu Şemir an Câbiri’l-Cu’fî ani’l-Hâris el-A’var an
    Ali (radıyallahu anh).


    *
    Hz.
    Aişe’ye ulaşan en vâhi isnad: “Ani’l-Hâris İbni Şibl an Ummi’n-Nu’mân an Aişe (radıyallahu
    anhâ)”dir.


    *

    İbnu Mes’ud’a ulaşan en vâhi isnâd: “Şerîk an Ebî Fezâre an Ebî Zeyd an İbni
    Mes’ûd (radıyallahu anh)”dur.


    *
    Hz.
    Enes’e ulaşan en vâhi sened: “Dâvud İbnu’l-Muhabbır an Fahr an Ebîhi an Ebân
    İbni Ebî Ayyâş an Enes (radıyallahu anh)”dir.


    *

    Yemenlilerin en vâhî isnadları: “Hafs İbnu Ömer el-Adeni anil Hakem İbni Ebân an
    İkrime an İbni Abbas (radıyallahu anhümâ)”dır.


    *

    Mekkelilerin en vâhi isnâdları: “Abdullah İbnu Meymûn el-Kaddâh an Şihâb İbni
    Hırâş an İbrâhîm İbni Yezîd el-Hûzî an İkrime an İbni Abbâs (radıyallahu anhüma)”tır.


    *

    İbnu Abbas (radıyallahu anhüma)’a ulaşan en vâhî sened: “Muhammed İbnu Mervan
    es-Suddî es-Sağîr anil Kelbî an Ebî Sâlih an İbni Abbas (radiyallahu anhüma)”dır.


    *

    Mısırlıların en vâhi isnâdları: “Ahmed İbnu Muhammed İbni’l-Haccâc İbni Rüşd an
    Ebîhi an Ceddihi an Kurretebni Abdirrahmân an külli men ravâ anhu”dur.


    *

    Şamlıların en vâhi isnadları: Muhammed İbnu Kays el-Maslûb an Ubeydillah İbni
    Zahr an Ali İbni Zeyd ani’l-Kâsım an Ebî Umâme (radıyallahu anh)”dir.


    *

    Horasanlıların en vâhi isnâdları: Abdurrahmân İbnu Müleyha an Nehşel İbni Sa’îd
    ani’d-Dahhâk an İbni Abbas (radıyallahu anh)”tır.

    [1]



     




    [1]

    İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 1/511-512.

  • 15- Bazı Beldelerin Esah İsnadları: Hadis Usulü Online Oku


    15- Bazı Beldelerin Esah İsnadları:

     

    Beldelere nisbet edilen esah isnadlardan
    bazıları şöyle:


    *

    Medinelilerin esah isnâdı: İsmâil İbnu Ebî Hakîm an Abîde İbni Süfyân an Ebî
    Hüreyre’dir.


    *

    Mekkelilerin esahhu’l-esânîdi: Süfyan İbnu Uyeyne an Amr İbni Dinâr an Câbir’dir.


    *

    Yemenlilerinki: Ma’mer an Hammâm an Ebî Hüreyre’dir.


    *

    Mısırlılarınki: el-Leys an Sa’d an Yezîd İbni ebî Habîb an Ebî’l-Hayr an Ukbe
    İbni Âmir.


    *

    Horasanlılarınki: el-Hüseyn İbnu Vâkıd an Abdillah İbni Yezîd an Ebîhi’dir.


    *

    Şamlılarınki: el-Evzâî an Hassân İbni’l-Atiyye ani’s-Sahâbe’dir, veya: “Saîd
    İbnu Abdilaziz an Rebî’a İbni Yezîd an Ebî İdrîs el-Havlâni an Ebî Zer”dir.


    *

    Kûfelilerinki: Yahya İbnu Sa’îd’l-Kattân an Süfyâni’s-Sevrî an Süleymân
    et-Temîmi ani’l-Hâris İbni Süveyd an Ali’dir. vs.

    [1]



     




    [1]

    İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 1/511.

  • 14- Bazı Ashâbın Esah İsnadları: Hadis Usulü Online Oku


    14- Bazı Ashâbın Esah İsnadları:

     

    Yukarıda belirtildiği üzere bir kısım isnadlar
    beldeye veya sahâbiye izâfe ve nisbet edilerek “falanca beldenin…, Falanca
    sahâbînin en sahih isnâdı” denmiştir.

    Buna göre:


    *
    Hz.
    Ebu Bekr (radıyallahu anh)’in esahhu’l-esânîdi: “İsmâil İbnu Hâlid an Kays İbni
    Ebî Hâzım ani’s-Sıddîk”dır.


    *
    Hz.
    Ömer (radıyallahu anh)’in en sahîh isnâdı: “Zührî an Sâlim an Ömer’dir veya:
    Zührî ani’s-Sâib İbni Yezîd an Ömer”dir.


    *

    Abdullah İbnu Ömer (radıyallahu anhüma)’inki: “Mâlik an Nâfi an İbni Ömer”dir.


    *
    Ehl-i
    Beyt’in esahhu’l-esânîdi: “Cafer İbnu Muhammed İbni Ali ibni’l-Hüseyn İbni Ali
    an Ebîhi an ceddihi an Ali”dir. (radıyallahu anh).


    *
    Hz.
    Ali (radıyallahu anh)’ninki: “A’rac an Ubeydillah İbni Ebî Râfi an Ali”dir.


    *
    Ebu
    Hüreyre’nin en sahîh senedi: Zührî an Sâd İbni’l-Müseyyeb an Ebi Hüreyre (radıyallahu
    anh)”dir. Buhârî’ye göre ise “Ebu’z-Zinâd ani’l-A’rec an Saîd İbni’l-Müseyyeb an
    Ebi Hüreyre”dir.


    *
    Hz.
    Enes (radıyallahu anh)’in en sahîh isnâdı: Mâlik ani’z-Zührî -bir kavle göre an
    Hammâd İbnu Zeyd yahud an- Hammâd İbni Seleme an Sâbit an Enes”tir.


    *

    İbnu Mes’ud (radıyallahu anh)’un esahhu’l-esânîdi: “Süfyânu’s-Sevrî an Mansur an
    İbrahim an Alkame an İbni Mes’ud”dur.[1]



     




    [1]

    İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 1/510.

  • 13- Bazılarına Göre Diğer Esah İsnadlar: Hadis Usulü Online Oku


    13- Bazılarına Göre Diğer Esah İsnadlar:

     

    En sahîh olduğu belirtilen isnâdlar yukarıda
    kaydedilen beş senedden ibâret değildir. Diğer bir kısım senedlerin de esah
    olduğu ileri sürülmüştür. Bazıları şunlardır:


    *

    İbnu Mân’den yapılan bir başka rivâyete göre: “Abdurrahman İbnu’l-Kâsım İbni Ebi
    Bekri’s-Sıddık an Ebîhi an Aişe”.


    *

    Ahmed İbnu Hanbel’den bir başka rivayete göre: “An Eyyub an Nâfi an İbni
    Ömer”dir. “Hammâd İbnu Zeyd an Eyyub” şeklinde olursa değme gitsin” demiştir.


    *

    İshâk İbnu Râhûye’ye: “An Amr İbni Şuayb an Ebîhi an Ceddihi isnâdiyle rivâyette
    bulunan zât sika ise an Nâfî an İbni Ömer isnadiyle rivâyet etmiş gibidir”
    demiştir.


    *

    Vekî’ İbnu’l-Cerrâh’a göre: “An Amr İbnu Mürre an Mürre an Ebî Mûsa el-Eş’ari”
    en güzel senettir.


    *

    İbnu’l-Mubârek el-Iclî ve en-Nesâî’ye göre: “Süfyanu’s-Sevrî an Mansur an
    İbrahim an Alkame an İbni Mes’ud tarîki” isnadların en iyisi en ercahıdır.


    *
    Şu
    da Nesâî’nin tercih ettiği bir senettir: “Zührî an Ubeydillah İbni Abdullah İbni
    Utbe an Abbas an Ömer.”


    *
    Ebu
    Hâtim er-Râzî’nin ercah senedi: “Yahya İbnu Sâd el-Kattân an Ubeydlillah İbni
    Ömer an Nâfî an İbni Ömer”dir.


    *

    İbnu Maîn’in ercah senedi: “Yahya İbnu Sâd an Ubeydillah İbni Ömer ani’l-Kâsım
    an Âişe”dir.[1]



     




    [1]

    İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 1/509-510.

  • 12- Esahhu’l-Esânid: Hadis Usulü Online Oku


    12- Esahhu’l-Esânid:

     

    Usul kitaplarımızda (ve meselâ Tedrîbu’r-Râvî’de)
    daha ziyade sahih hadîs bahislerinde geçen bu tabiri biz burada tanıtmayı uygun
    bulduk. Esahhu’l-Esânid, en sahîh hadîslerin senedleri için kullanılmıştır. Zira
    bir hadîsin sıhhat derecesi, öncelikle onun senedinden gelir. Sıhhat şartlarını
    en ileri derecede haiz olan senedle rivâyet edilen hadîsin en sahih hadîs (esahhu
    ehâdis) olacağı tabiîdir.

    Burada dikkat çekmek istediğimiz nokta şudur:
    Acaba bu tabir herhangi bir isnâd hakkında mutlak olarak kullanılabilir mi?
    Yoksa kayıtlayarak mı kullanmalıdır? Çünkü esahhu’l-esânid lügat açısından
    senedlerin en sahîhi demektir.

    İslâm uleması bu tabiri mutlak olarak kullandığı
    gibi, kayıtlayarak da kullanmıştır. Mutlak olarak kullanınca her âlime göre
    farklı bir sened esahhu’l-esânid unvanını almaktadır. Çünkü her âlim kendi
    zamanına ve kendi bilgisine göre en üstün bulduğu şahısların teşkîl ettiği isnâd
    hakkında bu tâbiri kullanmıştır ve böyle davranmakta haklıdır. Bu durumun tabiî
    sonucu olarak bir çok esahhu’l-esânid ortaya çıkınca, başta Hâkim, bir kısım
    usulcüler: Sahâbe veya belde ismi vererek “Falanca Sahâbî’ye ulaşan…” veya “fülan
    belde ahâlisine âid olan isnâdlar içinde en sahîh olanı falanca isnaddır” demeyi
    muvafık bulmuşlardır.

    Bu kayıtlamayı -Tirmizî’de daha sık rastlandığı
    üzere- konuya göre yaptıkları da olmaktadır: “Bu babta en sahîh rivâyet
    şudur…” şeklinde. Böyle bir ifâde zikredilen hadisin sıhhatine delalet etmez.
    Hatta o hadis hasen veya zayıf bile olabilir. Ancak o konu üzerine yapılan diğer
    rivayetlere nisbeten daha kuvvetli, o babta yapılan rivâyetlerden en sağlamı
    olduğunu ifade eder.

    Alimlere göre, en sahih olduğu ileri sürülen
    senedlere gelince:


    1-

    Ahmed İbni Hanbel ile. Ishâk İbnu Râhûye’ye göre şu sened esahhu’l-esânîd’dir:
    Ani’z-Zührî an Sâlim an İbni Ömer[1].


    2-

    Ali İbnu’l-Medîni, Amr İbni Ali el-Fellâs ve Süleyman İbnu Harb’e göre Muhammed
    İbnu Sîrîn an Abîde İbni Amr es-Selmânî an Ali (radıyallahu anh).


    *

    Süleyman İbnu Harb’e göre: Eyyub es-Sehtiyânî an İbni Sîrîn an Abîde İbni Amr
    es-Selmânî an Ali.


    *
    Ali
    İbnu’l-Medînî’ye göre: Abdullah İbnu Avn an İbni Sîrîn an Abîde İbni Amr es-Selmâni
    an Ali.

    Görüldüğü üzere, Süleyman İbnu Harb, Ali İbnu’l-Medînî
    en sahîh isnâd hususunda İbnu Sîrîn’e kadar anlaşıyorlar. İbnu Sîrîn’in ilmini
    Ali İbnu’l-Medînî, en kavî bulduğu Abdullah İbnu Avn’dan, Süleyman İbnu Harb ise
    nazarında en kavî olan Eyyub es-Sahtiyânî’den almış olmaktadır.


    3-

    İbnu Mâîn’e göre: A’meş an İbrahim en-Nehâî an Alkame an Abdullah İbnu
    Mes’ud’dur.


    4-

    Ebu Bekir İbnu Şeybe ile Abdurrezzâk es-San’ânî’ye göre: Zührî an Ali İbni’l-Hüseyn
    an Ebîhi’l-Hüseyn an Ceddihi Ali İbni Ebi Tâlib’dir.


    5-

    Buhârî’ye göre: Mâlik an Nafî an İbni Ömer’dir.

    Bu beş isnâddan en kıymetlisi, Buhârî’nin esah
    (en sahîh) addettiği sonuncu isnâddır.

    Bu duruma göre bir tabaka daha bu tarafa
    gelirsek: Şâfiî an Mâlik an Nâfî an İbnu Ömer; bir tabaka daha bu tarafa
    gelirsek Ahmed İbnu Hanbel an Şâfiî an Mâlik an Nâfî an İbni Ömer senedi ortaya
    çıkar.

    İmam Şâfi’î’nin bu isnâdına Silsiletü’z-Zeheb
    nâmı verilmiştir. Çünkü, Şâfi’î’den hadîs alanların en üstünü Ahmed’dir.

    Ahmed İbnu Hanbel’in Müsned’inde bu isnâdla tek
    hadis mevcuttur[2].
    Halbuki Muvatta’da aynı isnâd’la bir çok hadîs mevcuttur. Öte yandan, Ahmed İbnu
    Hanbel’in kendisinden yapılan rivayete göre, Muvatta’yı Abdurrahman İbnu
    Mehdî’den dinledikten sonra -daha sağlam (sebt) bulduğu için- bir de İmam
    Şâfi’î’den dinlemiştir. İbnu Hacer ortaya çıkan müşkili şöyle bir tahminle izâha
    çalışır: “Ahmed İbnu Hanbel ya Muvatta’yı rivâyet etmemiştir, yahud etmiştir de
    araya inkıta girmiş (ve dolayısıyla Muvatta’nın Ahmed vasıtasıyla rivâyeti bize
    ulaşmamıştır).

    Zeynü’d-Dîn el-Irâkî, yukarıda kaydetiğimiz -ve
    esahhu’l-Esânid diye tavsîf edilmiş olan- beş aded sened’le, Muvatta ve Ahmed
    İbnu Hanbel’in Müsned’inde gelmiş olan rivâyetleri müstakil bir kitapta
    cemetmiştir. Takrîbu’l-Esânîd adını verdiği kitap fıkıh bablarına göre
    düzenlenmiştir. Ancak, fıkh’ın mühim bahislerini bu senetlerle rivâyet edilmiş
    hadîs olmadığı için boş bırakmıştır. Ayrıca şartına uyan hadislerden bir çoğu da
    gözünden kaçtığı için kitaba girmemiştir:

    Bu eksikliğe hayıflanan İbnu Hacer, herhangi bir
    kitapla kayıtlamadan ana kaynaklara inerek bu esasa dayalı bir çalışma
    yapılmasını temenni eder.[3]

     



     




    [1]

    Sâlim, Abdullah İbnu Ömer İbni’l-Hattâb’ın oğludur. (İbrahim Canan)



    [2]

    Aslında bu aynı senetle dört ayrı rivayet olarak gelmiştir. Buhari ve
    Müslim’de mevcuttur. (Bak 235. hadis). 



    [3]

    İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 1/507-509.

  • 11- Bâzı Müelliflerin Âlî Senedleri: Hadis Usulü Online Oku


    11- Bâzı Müelliflerin Âlî Senedleri:

     

    Şurası açıktır ki, her asırda senedlerin
    ulviyeti değişir ve zaman ilerledikçe ulüvv azalır ve nüzûl artar. Üçüncü asır
    ricâlinden olan Buhârî’nin ulüvvü ile onuncu asır ricâlinden olan Süyûtî’nin (V.
    911) ulüvvü farklıdır. Ayrıca bir râvînin bütün hadîsleri ulüv yönünden bir
    olmaz. Meselâ Buhârî 3’lü âlî isnad’ın yanında 9’lu (tüsâî) nâzil isnâda
    sahiptir. Onuncu asırda vefât eden Suyûtî, Resûlullah (aleyhissalatu
    vesselâm)’dan kendisine ulaşabilen en âlî isnâdın 12’li olduğunu belirtir. İmâm
    Malik’in kendisi ile Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) arasına iki şahsın
    (biri Sahâbî, biri Tâbiî) girmiş bulunduğu sünâî (ikili) âlî isnâdları varken,
    Buhârî, Müslim, İbnu Mâce gibi daha muahhar musannıflarda sülâsî (üçlü) âlî
    senedler yer alır ve miktarları da azdır. Sülâsî isnâd Buhârî’nin Sahîh’inde
    22’dir. Müslim’in de sülâsî rivâyeti olmakla birlikte Sahîh’inde yer almaz.
    Tirmizî’nin üçlü rivayeti tektir, o da zayıf addedilmiştir. İbnu Mace’nin
    sülâsi’si -hepsi de aynı tarîk’den olmak üzere- beştir ve beşi de zayıftır.
    Darîmi’d; ise 15 adet sülâsî (3’lü) rivâyet mevcuttur. Sülâsîler Ahmed İbnu
    Hanbel’in Müsned’inde 337, Abd İbnu Humeyd’in Müsned’inde 51, Taberânî’nin
    Mu’cemu’s-Sağiri’nde 3 adettir.

    Rubâî (4’lü) rivâyetler de âlî sayılmıştır.
    Buhârî, Müslim, Nesâî, Taberânî, Tirmizî, Ebu Dâvud gibi bir kısım meşhurların
    rübâî rivayetleri üzerine de te’lifat yapılmıştır. Sözgelimi Taberânî’nin
    Mu’cem’lerinde 4, Tirmizî’nin Sahîh’inde 170, Buhârî’de 2, Ebu Dâvud’da 1 aded
    rubâî rivâyet mevcuttur.

    Âlî rivâyetleri göstermek üzere müstakil eserler
    te’lif edilmiştir. Bu çeşit kitaplar umumiyetle Avâli adını alır. Meselâ İbnu
    Teymiyye Avâliyyü’l-Buhârî’yi, İbnu Mende Avâliy-yu Süfyan İbnu Uyeyne’yi, Yusuf
    İbnu Halil ed-Dımeşkî Avâliy-yü’l-A’meş’i te’lîf etmiştir. Bu çeşit eserlerin
    Sülâsiyyât…, Rübâiyyat… şeklinde isimlendiğini cüz’lerle ilgili te’lifatı
    açıklarken belirtmiştik: Sülâsiyyâtu’l-Buhârî, Rubâiyyatu’l-Buhârî… gibi.[1]



     




    [1]

    İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 1/504-505.

  • 10- Senette Ulvîyetin (Yakınlığın) Çeşitleri: Hadis Usulü Online Oku


    10- Senette Ulvîyetin (Yakınlığın) Çeşitleri
    :

     

    Senette ulüvv (yakınlık) beş çeşittir:


    1-
    Hz.
    Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’a yakınlık. Bu mutlak ulûv’dür. Sened’de yer
    alan râvi ne kadar az olursa yakınlık artmış olur.


    2-

    A’meş (V.148), Hüşeym (V.188), İbnu Cüreyc (V.150), el-Evzâî (V.157) Mâlik (V.
    179), Şu’be (V.170/786) gibi meşhur hadîs imamlarından birine yakınlık. İmam’dan
    sonra Hz. Peygamber’e kadar râvi sayısı çok bile olsa imama yakınlık bir
    ulüvv’dür.


    3-

    Kütüb-i Sitte gibi îtimada şayan hadis kitaplarından birine yakınlık. Buna İbnu
    Dakîki’l-Îd uluvvü tenzil demiştir. Bu ulvîyetin muvafakat, bedel, müsâvat,
    musâfaha denen çeşitleri vardır.


    Muvafakât:

    Meşhur hadîs musannıflarından birinin rivâyet etmiş olduğu bir hadîsi, senedde
    musannıfın şeyhinde birleşmek üzere musannıfa uğramayan ikinci bir tarîkle
    rivâyet etmek. Şayet bu ikinci senede, musannıfın şeyhine, öbüründen daha az
    sayında râvi ile ulaşılacak olursa buna muvafakât-ı âliye, daha fazla sayıda
    râvi ile ulaşılacak olursa muvafakât-ı nâzile denir.


    Bedel:

    Bir râvinin, mu’temed bir kitapta yer alan bir hadîsin rivâyetinde, farklı bir
    senedle bu kitap müellifinin şeyhinin şeyhinde müellifle birleşmesidir. Şayet bu
    birleşmede, söz konusu râvinin senedindeki râviler, müellife uğrayan
    seneddekilerden az olursa buna bedel-i âlî, fazla olursa bedel-i nâzîl
    denmiştir. Bedel tâbiri mutlak olarak kullanılmışsa bedel-i âlî kastedilir.


    Musâvat:

    Bir isnadda en son râvi ile Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam), yahut o
    isnadın sahâbisi arasında bulunan râvi sayısının, en son ravîden birkaç asır
    önce yaşamış mutemed hadîs kitaplarından birinin musannıfı ile Hz. Peygamber (aleyhissalatu
    vesselam), yahut sahâbi arasındaki râvi sayısının müsâvi (eşit) olmasıdır.


    Müsafaha:

    Tanınmış hadîs musannıflarından biri tarafından rivâyet edilen bir hadisin
    senedindeki râvi sayısı ile aynı hadîsi rivâyet eden bir başkasının senedinde,
    bu râvinin şeyhinden veya şeyhinin şeyhinden sonraki râvi sayısının eşit
    olmasıdır. Müsâfaha’nın olabilmesi, o hadîsi en son rivâyet eden ve kitabın
    müellifi ile müsâfahada bulunduğu kabul edilen râvinin, kitap müellifinden
    birkaç asır sonra yaşaması şarttır.


    4-

    Râvînin diğer bir isnâddaki râviye nisbetle erken ölmesi ile hâsıl olur. Meselâ
    İbnu Salâh’a, araya her iki tarîk’de de üç râvî girdikten sonra vefatı 458 olan
    Beyhakî’den oluşan rivâyet, vefatı 487 olan İbnu Halef’ten ulaşan rivâyete
    nazaran âlî sayılmıştır.


    5-

    Râvî sayısı aynı olmakla beraber, bir şeyhten işiten iki râvîden birinin,
    diğerine nisbetle şeyhini daha evvel işitmesi ile hâsıl olur. Bu ulüvv, bilhassa
    yaşlılığında ihtilâfa mârûz kalan şeyhler hakkında daha mühimdir. Şeyhi önce
    işitenin rivâyeti sonra işitene nisbetle âlî’dir.[1]



     




    [1]

    İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 1/503-504.