Ay: Ocak 2014

  • D) Muallak Hadîs: Hadis Usulü Online Oku


    D) Muallak Hadîs:

     

    İsnadın baş tarafından bir veya birbirini takip
    etmek üzere daha fazla ravisi hazfedilmiş (düşürülmüş) ve son hazfedilen râvinin
    şeyhine isnad edilmiş hadis.

    [1]

    Senedinin baş tarafından bir veya birkaç ravi ya
    da müntehasına kadar senedin bütünüyle hazfolunduğu hadistir.

    Şayet kopukluk senedin baş tarafında ise bu adı
    alır. Daha teknik olarak tarifi şöyledir: “Senedin başından (musannıf
    tarafından) bir veya daha fazla râvi düşmüşse veya mübhem bir râvi[2]
    yer almışsa bu rivâyete muallak denir”. Kitâbında muallak hadîslerin çokluğu ile
    Buhârî şöhret yapmıştır. O’nun, meselâ: “Ömer İbnu Abdilazîz demiştir ki” veya “Ebu
    Hureyre (radıyallahu anh) Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’den şunu
    rivâyet etti…” demesi hadîsi ta’lîk’tir. Aradaki bir çok râviler atlandığı
    için hadîs muallak olur. İmam Mâlik’in Muvatta’da “Bana sika kişiden ulaştı
    ki…” diyerek sunduğu rivâyetler de muallâk’a girer. Bunlara Malik’in belâğ’ı
    veya cemî olarak belâğât’ı denir.

    [3]

    Hadisin muallak sayılabilmesi için cezm
    siğasıyla kesinlik ifade eden “Hakâ, zekera, revâ, amera, feala, kâle” gibi
    lafızlarla rivayet edilmiş olması gerekmektedir. “Yuzkeru, yurvâ, yukâlu, yuhka”
    meçhul sigasıyla yapılan rivayetler, muallak hadis türü içerisinde
    değerlendirilmezler. Ancak bu şekil rivayetleri muallaktan sayan bazı alimler de
    vardır.[4]

    Muallak hadis’te hazif, isnadın baş tarafından
    ve birbirini takip edecek şekildedir. İsnadın ortasında veya sonundaki
    hazıflardan dolayı hadis, muallak adını almaz. İsnaddaki atlamaların biribiri
    peşinden olmasından dolayı muallak ile mu’dal arasında bir benzerlik
    sözkonusudur. Ancak mu’dalda hazfın senedin baştarafında olması şart değildir.
    Ayrıca bazı âlimler muallak hadisi, senedinde müphem bir kişinin bulunması veya
    bir ravinin düşmesiyle ortaya çıkan munkatı hadisin bir türü olarak kabul etmek
    istemişlerdir. Müslim’in bazı ravilerinden bir kısmının müphem kimseler olduğunu
    göz önünde bulunduran Suyûtî onun bazı muallaklarının aslında munkatı olduğunu
    söylemiştir. Nevevî ise, bu tür hadisleri muallak kabul etmektedir.[5]
    Muallak hadisin sahihlik derecesi, isnadının muhaddisler tarafından bilinmesine
    bağlıdır. İsnadı bilinip gerekli şartları taşıyan muallak hadislerin sahih veya
    hasen olduğuna hükmedilebilir. Ancak isnaddaki şahıs isimlerini hazfetmek hadisi
    rivayet edenin tasarrufunda olduğu için, çoğu zaman hazfettiği raviler için “sıkattandır”
    (güvenilir kimselerdendir) demesi hadisin sahih olduğunu göstermez. Zira bir
    muhaddisin sıka (güvenilir) kabul ettiği raviyi başkaları cerh etmiş olabilir.
    Kimliği meçhul olduğu için de bu ravilerin durumunu araştırmak mümkün
    olmamaktadır. Dolayısıyla bu, hadiste bir za’f olarak kabul edilebilir. Muallak
    hadislerin sahih, hasen veya zayıf olarak tasnif edilmeleri, bu hadisleri
    rivayet eden muhaddislerin durumlarıyla yakından alâkalıdır.

    Bu çerçevede değerlendirildiğinde, çok sayıda
    muallak rivayeti olan Buharî’nin hadisleri sahih rivayetler olarak kabul edilir.
    Sahih-i Buharî’deki muallak hadisler iki çeşittir. Muallak hadislerin bir kısmı
    kitabın başka yerinde mevsûl olarak geçtiğinden, tekrardan kaçınılarak senetten
    tasarruf yapılmak istenmiştir. Bir kısmı da sadece muallak olarak zikredilen
    hadislerdir. Buharî’deki muallak hadislerin sayısı yaklaşık olarak bin üçyüz
    kırk kadardır.[6]
    Buhari muallak hadisleri “Emera, feala, revâ, kâle” gibi cezm siğasıyla rivayet
    etmişse, bu zikredilen hadislerin ma’ruf olduğunu gösterir. Hadisin bu şekilde
    verilmesi, Buharî’nin, hadisi kendine izafe edilen ilk kimseden sahih bir
    şekilde geldiğini, aradaki hazfedilmiş ravilerin sıka ve güvenilir olduklarını
    kesin bir şekilde kabul ettiğini ortaya koyar. Hadisi, mevsûl değil de, muallak
    rivayet edişi, hadisin güvenilir, sağlam, sahih bir; hadis olduğunda şüphesi
    olmadığı içindir.[7]
    Bununla birlikte eğer hadis, “Yurvâ, yüzkeru” gibi mechul lafızlarla rivayet
    ediliyorsa, sened tartışılabilir niteliktedir anlamı çıkar.[8]

    Ta’lik, ihtisar (kısaltma) maksadıyla yapılır.
    Son zamanlarda bilhassa halk için yazılan hadis kitaplarında sadece sahabi
    ravisi zikredilerek yapılan rivayetler hep Muallak’tırlar. Ancak bunların asıl
    kaynaklarda senetleri muttasıl olarak yer almış olduğundan, sıhhatlarından bir
    şey kaybetmezler.

    Ta’lik, aslında bir rivayet kusurudur.
    Sahihayn’daki, özellikle Buhari’deki 1300 küsür ta’likin Buhari’ye göre sahih
    oldukları kabul edilmektedir.[9]

    İsnadın bir kısmını söylemeden isnada dahil bir
    kimseden rivayete ta’lik adı verilir. Çoğulu ta’likat gelir. Sahih-i Buhari’de
    1340 kadar muallak hadis bulunmaktadır. Bunlardan birer örnek görelim.

    Merfu muallaka misal:

    “İbn Abbas dedi ki: “Hz. Peygamber (s.a.v.) bir
    deve üstünde iken (Kabe’yi) tavaf etti.”

    Mevkuf muallaka misal:

    “Cabir b. Abdullah tek bir hadis için Abdullah
    b. Uneys’in yanına gitmek üzere bir aylık mesafeye yolculuk yaptı.”

    Maktu’ muallaka misal:

    “Mücahid dedi ki, (soru sormaktan) utanan ve
    kibirlenen kimseler ilim öğrenmezler.”

    Buhari’nin Sahih’indeki ta’likleri iki grupta
    toplanır. Birincisi başka bir yerde mevsul olarak rivayet edilmiş olanlardır.
    İkincisi ise kesinlikle rivayeti belirten “Kale, emera, feale” gibi cezm sigası
    ile rivayet edilenlerdir. Buhari’nin bunları eserine alması aslının güvenilir
    sahih bir hadis olduğunu gösterir. Böyle bir hadisi delil olarak kullanmak
    isteyen bir alimin, hüküm çıkarmaya elverişli olup olmadığını anlamak için onun
    ravilerine ve senedinin durumuna bakması gerekir.

    [10]
      



     




    [1]

    Ahmed Naim, Tecrid-i Sarih Tercemesi, Mukaddime, Ankara 1980, 157-158.



    [2]

    Mübhem râvi: Kişiyi, teşhise yarayacak isim, künye, nisbet, lakab gibi bir
    husus olmaksızın recülün (bir adam), bir Yemenli, Cüheyne kabilesinden bir
    kadın” diyerek zikretmişse, buna mübhem denir. (İbrahim Canan)



    [3]

    İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/73.



    [4]

    Ahmed Naim, Tecrid-i Sarih Tercemesi, Mukaddime, Ankara 1980, 157-158.



    [5]

    Suphi es-Salih, Hadis İlimleri ve Hadis İstılahları, Terc. Y. Kandemir,
    Îstanbul 1981, 190.



    [6]

    Ahmed Naim, Tecrid-i Sarih Tercemesi, Mukaddime, Ankara 1980, 159.



    [7]

    Suphi es-Salih, Hadis İlimleri ve Hadis İstılahları, Terc. Y. Kandemir,
    Îstanbul 1981, 189.



    [8]

    Ahmed Naim, Tecrid-i Sarih Tercemesi, Mukaddime, Ankara 1980, 159, Ömer
    Tellioğlu, Şamil İslam Ansiklopedisi: 4/220-221.



    [9]

    İsmail Lütfi Çakan, Hadis Usulü, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
    Yayınları: 136.



    [10]

    Talat Koçyiğit, Mücteba Uğur, İ. Hakkı Ünal, İmam-Hatib Liseleri İçin Hadis
    Usulü, 12. sınıf: 33.

  • C- Mu’dal Hadîs: Hadis Usulü Online Oku


    C- Mu’dal Hadîs:

     

    Senet zincirinde peşpeşe iki ve daha fazla
    ravinin düştüğü ve bu sebeple zayıf sayılan hadis. Arapça, “güçlük, kapalılık,
    kötü olmak” gibi anlamlara gelen “E’dale” fiilinin mef’ulü olup, hadis
    ıstılahında peşi sıra ravilerin düşmesiyle hadisin durumunun muğlak ve müphem
    bir hal almasını ifade eder.

    Mu’dal hadis, munkatı hadisin bir türü olarak
    kabul edilmekle birlikte, mu’dal hadiste en az iki ravinin arka arkaya düşmesi
    şart olduğundan, munkatı hadisten ayrılmaktadır.[1]
    Buna göre her mu’dal munkatıdır; fakat her munkati mu’dal değildir. Mu’dal
    hadis, munkatı’dan daha kapalı ve daha zayıftır. Senedinde ittisal bulunmadığı
    için de zayıf sayılmıştır.

    Tabiinin, Sahabe ve
    Rasûlullah (s.a.s)’ı zikretmeden rivayet ettiği hadis mu’dal’dır.[2]

    Ayrıca Tabiinden mevkuf olarak yapılan merfu
    rivayetler de mu’dal’dır. Ravinin Tabiinden naklen (Rasûlullah dedi) şeklinde
    yaptığı rivayet buna bir örnektir.[3]

    Muhaddisin senedi başından
    sonuna kadar hazfederek (atlayarak) Rasûlullah (s.a.s)’e isnad ettiği hadisler
    de mu’dal sayılmıştır. Ancak bu durumda mu’dal ile mu’allak aynı anlamdadır.[4]

    Senedlerinden düşürülen raviler adalet, hıfz ve
    zapt yönünden tespit edilip yerlerine konmadıkça mu’dal hadislerin hiç bir
    geçerlilikleri yoktur.[5]

    Mu’dal’da iki râvinin ard arda düşmüş olması
    gerekir. Araya fazla girerse iki yerde inkıtası olana munkatı denir. Mu’dal
    hadîse fukaha ve başkalarından mürsel diyen de olmuştur.

    Mu’dal hadisler kavî ve ceyyid olan tariklerden
    destek görmedikçe kendileriyle amel edilemezler.

    Nevevî, İmam Malik’in bir rivâyetini mu’dal’a
    örnek olarak kaydeder: “Malik der ki: Bana Ebu Hureyre (radıyallahu anh)’den
    ulaştığına göre Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurmuştur:
    “Güzelce yedirilmek ve giydirilmek kölelerin hakkıdır, yapamıyacakları iş de
    verilmemelidir”.
    Hadîs mu’daldır, çünkü İmam Mâlik’le Ebu Hüreyre arasında
    iki râvî düşmüştür. Zira bu hadîsi, yine İmam Mâlik, Muvatta dışında “Muhammed
    İbnu Aclân’dan, o da babasından (Aclan), o da Ebu Hüreyre’den…” tarikiyle
    rivâyet etmiştir.

    İbnu’s-Salâh’ın Hâkim’den nakline göre,
    Tâbiîn’den birinin, muttasıl olarak rivâyet ettiği merfu bir hadîsi
    Etbauttâbiîn’den biri, maktu olarak yâni o Tâbiî’nin sözü olarak rivâyet edecek
    olsa bu rivâyet mu’dal’dır. Verilen misâle göre: “Kıyâmet günü, kişiye: “Sen
    şu şu işlemi yaptın!” denince “Ben öyle bir şey yapmadım” diye inkâra kalkar.
    Bunun üzerine ağzı mühürlenir de âzâları konuşmaya başlar”
    hadîsini A’meş,
    Şa’bî’den sanki onun sözü imiş gibi rivâyet etmiştir. Halbuki Şa’bî bu hadîsi
    merfû olarak rivâyet etmiştir. Nitekim hadîs, Fudayl İbnu Amr an Şa’bî an Enes
    an Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) tarîkiyle muttasıl ve merfu olarak
    rivâyet edilmiştir.

    Mu’dal, munkatı ve mürsel hadîslerin çokça
    rivâyet edildiği eserler Saîd İbnu Mansûr’un (V.227/841) Sünen’i ile, İbnu Ebî’d-Dünya’nın
    (V. 281/893) te’lîfatıdır.

    [6]

    İmam Malik’in Muvatta’ında “Beleğani” diyerek
    Rasulullah’dan (s.a.v.) rivayet ettiği hadisler de aradan tabii ve sahabi
    peşpeşe düştüğü için Mu’dal’dır. Muvatta’daki bu tür 61 hadisten 57’sinin başka
    tariklerden müsned olduğu tesbit edilmiştir. 4 tanesinin ise muttasıl senedi
    bulunamamıştır.[7]

    “Amr b. Şuayb’dan rivayet edildiğine göre
    demiştir ki: “Uhut savaşında bir köle Hz. Peygamber’in maiiyetinde savaştı. Hz.
    Peygamber ona,


    “Efendin savaşa girmene izin verdi mi?”

    diye sordu. Köle:

    “Hayır vermedi” dedi. Hz. Peygamber:


    “Eğer öldürülseydin (efendinin izni olmadığı
    halde savaşa gittiğin için) muhakkak cehenneme girerdin.”

    Bunun üzerine kölenin efendisi şöyle dedi:

    “Onu azad ediyorum ya Rasulallah! O, artık
    hürdür.” O zaman Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:


    “Şimdi oldu. Artık savaşa (devam ede)
    bilirsin:” 

    Bu hadisi Amr b. Şuayb sahabi ve tabii’yi
    atlayıp doğrudan Hz. Peygamber’den rivayet etmektedir. Bu duruma göre iki ravisi
    atlanmış olduğundan mu’dal kısmına dahil olmaktadır.

    [8]



     




    [1]

    İbn Hacer el-Askalânî, Nuhbetü’l-Fiker Şerhi, İstanbul 1306, 36.



    [2]

    Ali b. Ali et-Tehanevî, Keşşafu İstilahâti’l-Fünûn, İstanbul 1984, 2/1026;
    Suphi es-Salih, Hadis İlimleri ve Hadis İstilahları, Terc. Y. Kandemir,
    Ankara 1981, 141.



    [3]

    Ali b. Ali et-Tehanevî, Keşşafu İstilahâti’l-Fünûn, İstanbul 1984, 2/1026.



    [4]

    Talat Koçyiğit, Hadis İstılahları, Ankara 1980, 356.



    [5]

    Talat Koçyiğit, Hadis İstılahları, Ankara 1980, 357; Ömer Tellioğlu, Şamil
    İslam Ansiklopedisi: 4/231-232.



    [6]

    İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/115-116.



    [7]

    A. Naim, Tecrid Tercemesi: 1/150; İsmail Lütfi Çakan, Hadis Usulü, Marmara
    Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları: 135.



    [8]

    Talat Koçyiğit, Mücteba Uğur, İ. Hakkı Ünal, İmam-Hatib Liseleri İçin Hadis
    Usulü, 12. sınıf: 13.

  • Mu’dal Hadisin Hükmü Hadis Usulü Online Oku


    Mu’dal Hadisin Hükmü:

     

    Mu’dal, munkatı’dan daha zayıftır; çünkü
    munkatı’ hadisin isnadındaki inkıta bir ravinin atlanmasıyla olur. Halbuki
    mu’dal hadiste inkıta, peşpeşe iki ravinin atlanmasıyladır. Bu bakımdan mu’dal
    hadis de merduddur; hüküm çıkarmakta dayanak olamaz.

    [1]
      



     




    [1]

    Talat Koçyiğit, Mücteba Uğur, İ. Hakkı Ünal, İmam-Hatib Liseleri İçin Hadis
    Usulü, 12. sınıf: 13.

  • Munkatı’ Hadislerin Hükmü: Hadis Usulü Online Oku


    Munkatı’ Hadislerin Hükmü:

     

    Munkatı’ hadis, isnadda ismi söylenmeyen veya
    kapalı bir şekilde geçen râvinin meçhulu’l-hâl oluşu; yani durumunun bilinmeyişi
    yüzünden zayıftır. Merdud denilen kabule layık görülmeyen hadislerdendir. Hüküm
    çıkarmada hiçbir şekilde esas olamaz.

    [1]
        



     




    [1]

    Talat Koçyiğit, Mücteba Uğur, İ. Hakkı Ünal, İmam-Hatib Liseleri İçin Hadis
    Usulü, 12. sınıf: 12.

  • 2) Hafi İnkıta (Gizli Kesiklik): Hadis Usulü Online Oku


    2) Hafi İnkıta (Gizli Kesiklik):

     

    Ravinin muasırı olduğu lakin görüşmediği;
    görüştüğü halde hadis almadığı bir şeyhten rivayet ettiğini ifade etmesi.

    Ravinin görüşüp hadis rivayet ettiği bir
    şeyhten, işitmediği bir hadisi rivayet ediyor görünmesi de gizli kesiklik
    sebeplerindendir.

    Meşhur muhaddis Abdu’r-Rezzak’ın şu rivayeti
    munkatı’ hadise güzel bir örnek teşkil eder:

    “Süfyan-ı Sevri’den, o Ebu İshak’dan, o Zeyd b.
    Yusey’den, o da Huzeyfe’den rivayet etmiştir. Huzeyfe demiştir ki Hz. Peygamber
    (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:


    “Hilafete Ebu Bekir’i geçirirseniz (iyi olur);
    çünkü o kuvvetli ve güvenilir biridir. Hiçbir koğucunun kınaması onu Allah
    yolundan alıkoymaz. Ali’yi geçirseniz (de olur); çünkü o, yol göstericidir,
    doğru yoldadır. Sizi de doğru yolda tutar.” 

    Bu hadisin senedi ilk bakışta kesiksizdir. Lakin
    iyice tetkik eden hadis alimleri onun iki yerinde inkıta olduğunu tesbit
    etmişlerdir. Bunlardan birincisi, Abdu’r-Rezzak bu hadisi Süfyan (us-Sevri) den
    değil, en-Nu’man b. Ebi Şeybe’den duymuştur. İkincisi de Süfyanu’s-Sevri Ebu
    İshak’dan değil, Şureyk’den rivayet etmiştir. Böylece isnadın iki yerinde en-Nu’man
    b. Ebi Şeybe ile Şureyk atlanmıştır.

    İsnadında ravi ismi kapalı geçen munkatı’ hadise
    misal:

    Ebu A’la b. Abdullah b. eş-Şahir’den rivayet
    edilmiştir: O iki kişiden, (onlar) Şeddad b. Evs’ten rivayet etmişlerdir. Şeddad
    demiştir ki: Hz. Peygamber birimize namazında (dua ederek) şöyle demesini
    öğretti “Allah’ım! Senden işler (im) de sebat (etmeme yardımcı olmanı)
    diliyorum.”

    Bu hadislerin senedinde de, görüldüğü gibi iki
    kişiden bahsedilmiş, ancak bu iki kişinin kim oldukları açıklanmamıştır.

    [1]



     




    [1]

    Talat Koçyiğit, Mücteba Uğur, İ. Hakkı Ünal, İmam-Hatib Liseleri İçin Hadis
    Usulü, 12. sınıf: 11-12.

  • 1) Zahiri İnkıta’ (Açık Kesiklik): Hadis Usulü Online Oku


    1) Zahiri İnkıta’ (Açık Kesiklik):

     

    Ravinin muasırı olmayan bir şeyhden rivayet
    ettiğini ifade etmesi.

    [1]
     



     




    [1]

    Talat Koçyiğit, Mücteba Uğur, İ. Hakkı Ünal, İmam-Hatib Liseleri İçin Hadis
    Usulü, 12. sınıf: 11.

  • B- Munkatı’ Hadîs: Hadis Usulü Online Oku


    B- Munkatı’ Hadîs:

     

    Munkatı, lügatta; kesik, kesilmiş, kopmuş
    demektir. Bu tabir ilk asırlarda, lügat manâsına uygun olarak, umumiyetle isnadı
    muttasıl olmayan hadisler için kullanılıyordu. Buna göre senedinin herhangi bir
    yerinde bir veya birden çok ravi düşerse veya müphem (kapalı) bir ravi
    zikredilirse bu hadise munkatı deniyordu.[1]
    Önceleri Tabiînden sonra yaşamış bir şahsın sahabiden rivayet ettiği habere de
    munkatı diyorlardı.[2]
    Fakat hadislerle ilgili her durum için yeni terimler bulununca munkatı daha dar
    anlamda kullanılmaya başladı. Buna göre, senedinde sahabiden önce bir veya -peşipeşine
    olmamak şartıyla- iki ravinin zikredilmediği veya kapalı bir şekilde
    zikredildiği hadise “munkatı hadis” denir.[3]

    Fuhaha ve muhaddislerin cumhurunca makbûl olan
    tarife göre, isnâdının herhangi bir yerinde kopukluk (inkıta) bulunan hadîstir.
    Bu tarife göre, mürsel, muallak, mu’dal rivâyetler de munkatı sayılır. Ancak,
    Nevevi’nin belirttiği üzere munkatı deyince, çoğunluk itibâriyle, sahâbeden
    rivâyette bulunan tâbiinden önceki kopukluklara munkatı denmektedir. İmam
    Mâlik’in İbnu Ömer’den rivâyeti gibi. Mâlûm olduğu üzere, İmam Mâlik
    etbauttâbiîn’dendir ve İbnu Ömer’le görüşmemiştir.

    [4]

    Tariften anlaşıldığı üzere, bir hadise munkatı
    denilebilmesi için senedden, Sahabî hariç, yalnız bir ravinin düşmüş olması
    gerekir. Şayet iki veya daha fazla ravi düşmüş ise, bunların birbirini takip
    eden raviler olmaması lazımdır. Çünkü Sahabî atlanmışsa hadise mürsel;
    peşipeşine iki ravi atlanmışsa mu’dal denir.

    Hakim Nîsaburî’den[5]
    itibaren “Racül”, “Şeyh” gibi müphem lafızlarla zikredilen ravilerin yer aldığı
    isnadlar da munkatı sayılmıştır.[6]
    “Allahım, bütün işlerimde bana sebat vermeni dilerim” hadisi buna bir
    örnektir. Bu hadisin senedi şöyledir. Abdullah b. eş-Şihhir an Racüleyn an
    Şeddâd b. Evs an Rasûlüllâh Buradaki “iki adamın” kim oldukları belli değildir.[7]
    Eğer müphem isim bir başka rivayette tasrih edilmişse o takdirde hadis munkatı
    olmaktan kurtulur. Buna örnek, “…Sufyân es-Sevrî haddesenâ Dâvûd b. Ebî Hind
    haddesenâ Şeyhun an Ebî Hureyre” isnadıyla gelen, “Kişinin, acizlikle fısku
    fucûr arasında muhayyer kalacağı bir zaman gelecektir. Bu zamana yetişen kimse
    aczi fısk u fucûra tercih etsin”
    hadisidir. Bu hadisin munkatı
    sayılmamasının sebebi, müphem ravinin diğer bir rivayette Ebû Amr el-Cedelî
    olarak zikredilmesidir.[8]

    Bilindiği üzere Peygamber Efendimizden
    nakledilen bir haberin muteber sayılabilmesi için, onu rivayet edenlerin
    güvenilir (sika) olmaları ve işitme, yazışma gibi geçerli bir metodla elde
    etmeleri asgarî şartlardır. Bu itibarla, munkatı hadis, raviler arasındaki
    kopukluk yüzünden zayıf kabul edilir; sahih bir isnadla desteklenmedikçe makbul
    sayılmaz.[9]

    Bazılarının, Tâbiî’nden önceki râvinin düştüğü
    veya mübhem[10]
    bir ismin zikredildiği hadise munkatı dediğini de bilmeliyiz. Keza, bâzıları,
    Tâbiî veya Etbauttâbiî’den yapılan fiil, kavl nevinden rivâyetlere munkatı
    demiştir. Halbuki buna müteahhir ûlemânın maktu hadîs dediklerini daha önce
    belirtmiştik.

    İnkıta bazan açıktır, kolayca anlaşılabilir,
    bazan hafidir, sadece ihtisâs sahipleri görebilir. Normalde bir başka vecihten
    ziyade bir iki isimle aynı hadisin gelmiş olmasıyla inkıta’ anlaşılır.

    Suyûtî, Müslim’in sahîh’inde on küsur hadiste
    inkıta’ olduğunu fakat, hepsinin Müslim’de veya başkalarında farklı vecihlerden
    muttasıl olarak rivâyet edildiğini söyler ve hadîsleri teker teker gösterir.
    Suyûti’nin verdiği misâle göre: “Humeydu’t-Tavîl, Ebu Râfi’den, O da Ebu Hureyre
    (radıyallahu anh)’den rivâyet ettiğine göre, Ebu Hüreyre Medine sokaklarının
    birinde Hz. Peygamberle karşılaşmıştı…” hadîsi munkatıdır. Doğrusu şöyledir: “Humeydu’t-Tavîl,
    Bekru’l-Müsenî’den, Bekr Ebu Râfi’den, o da Ebu Hüreyre’den…”. Önceki senette
    Bekr el-Müsenî düşmüştür. Ancak hadîs, doğru şekliyle, Kütüb-i Hamse’de, Ahmed
    İbnu Hanbel’le İbnu Ebî Şeybe’nin Müsned’lerinde gelmiştir.[11]

    Böyle bir hadisin Rasulullah’a isnad edilmesi
    ile bir başkasına isnadı arasında hiç fark yoktur. Munkatı’ Hadis, Mürsel
    Hadisten daha zayıftır.[12]



     




    [1]

    Nureddin Itr, Menhecü’n-Nakd, fi Ulûmi’l-Hadîs, Dımaşk 1392/1972, s. 344;
    Koçyiğit, Talat, Hadis Istılahları, A. Ü. İlâhiyat Fakültesi Yayınları,
    Ankara 1980, s. 286.



    [2]

    Ahmed Naim, Tecrîd-i Sarih Tercemesi, Ankara 1976, Mukaddime, s. 149.



    [3]

    Ahmed Naim, a.g.e., s. 149; Koçyiğit, a.g.e., s. 286; Nuri Topaloğlu, Şamil
    İslam Ansiklopedisi: 4/277-278.



    [4]

    İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/114-115.



    [5]

    405/1014.



    [6]

    Itr, a.g.e., s. 346.



    [7]

    Subhi es-Sâlih Hadis İlimleri ve Hadis Istılahları. Çev. Yaşar Kandemir,
    Ankara. 1973, 140; Itr, a.g.e., s. 346.



    [8]

    Subhi es-Sâlih, a.g.e., s. 140.



    [9]

    Ahmed Naim, a.g.e., s.150; Nuri Topaloğlu, Şamil İslam Ansiklopedisi:
    4/277-278.



    [10]

    Mübhem isim: Râvinin recülun (bir erkek), imre’etün (bir kadın), recülün min
    Cüheyne (Cüheyneli bir adamı) şeklinde zikri, bu çeşit zikirler de munkatı
    sayılır. (İbrahim Canan)



    [11]

    İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/115.



    [12]

    İsmail Lütfi Çakan, Hadis Usulü, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
    Yayınları: 133-134.

  • İnkıta’ Türleri: Hadis Usulü Online Oku


    İnkıta’ Türleri:

     

    Munkatı’ hadisin senedindeki inkıta denilen ravi
    düşmesi veya kapalı geçmesi ik türlü olur[1] 
    :



     




    [1]

    Talat Koçyiğit, Mücteba Uğur, İ. Hakkı Ünal, İmam-Hatib Liseleri İçin Hadis
    Usulü, 12. sınıf: 11.

  • Mürsel Hadisle İlgili Eserler Hadis Usulü Online Oku


    Mürsel Hadisle İlgili Eserler:

     

    Mürsel hadîsleri bâzıları müstakil kitaplarda
    tedvîn etmiştir. Ebu Davud Sicistânî ile İbnu ebî Hâtim’in te’lifleri Kitâbu’l
    Merâsîl adını taşır. Ebu Saîd Selâhu’d-Din el-Alâî (761/1360) ‘nin kitabı da
    Câmi’u’t-Tahsîl fî Ahkâmi’l-Merâsîl adını taşır.[1]

    Ebu Saîd Selâhu’d-Din el-Alâî (761/1360) ‘nin
    kitabı, Irak Evkaf Nezareti tarafından Hamdi Abdulmecid es-Silefi’nin tahkik ve
    tahrici ile Bağdat’ta 1398/1978’de ilk kez basılmıştır.

    Türkçe’de de Erciyes Üniversitesi İlahiyat
    Fakültesi Öğretim Üyesi Dr. Selahaddin Polat’ın “Mürsel Hadisler” adını taşıyan
    ir doktora tezi bulunmaktadır.

    [2]
     



     




    [1]

    İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/112-114.



    [2]

    İsmail Lütfi Çakan, Hadis Usulü, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
    Yayınları: 133-134.

  • Mürsel Hadisin Hükmü Hadis Usulü Online Oku


    Mürsel Hadisin Hükmü:

     

    Mürselin dinde hüccet olmadığını “hadis hafız ve
    münekkidleri ittifakla belirtmişlerdir.[1]
    İmam Nevevî diyor ki: “Hadisçilerin çoğunluğu, bir çok fukaha ve usulcüler
    nazarında mürsel, zayıftır ve delil gösterilemez”. İmam Şafiî de aynı
    görüştedir.[2]
    İmam Müslim de, Sahîh’inin mukaddimesinde “Rivâyetlerden mürsel, bize ve
    haberlere vakıf kimselere göre delil değildir” demektedir.[3]

    Âlimlerin bir çoğu Sahabenin mürselini zayıf
    görmeyerek onunla amel etmektedirler. Zira Rasulullah (s.a.s.)’den aldığında
    şüphe edilmeyen diğer bir sahabîden dinlemiştir ve bu sahâbînin senedden düşmüş
    olması hadise zarar vermez. Nitekim sahabînin halini bilmemek de hadisi
    zayıflatmaz. Zîra onun Rasul-i Ekrem(s.a.s.)’i görmüş olması, adaleti için
    yeterli bir sebeptir.[4]

    Sahihayn’da sayılamayacak kadar Sahabe mürseli
    vardır. Çünkü onların rivayetlerinin çoğu yine Sahabe’dendir. Sahabe’nin hepsi
    de udûldür. Onların sahabî olmayandan rivayeti ise nadirdir. Böyle bir rivayetin
    meydana gelmesi halinde ise onu kimden aldıklarını açıklarlar. Şurası muhakkak
    ki, sahabenin tabiinden rivayet ettiklerinin çoğu merfû hadisler olmayıp
    isrâiliyyât, bir takım hikayeler ve mevkuf hadislerdir.[5]

    İmam Malik, Ebu Hanîfe ve diğer bazı imamlar,
    hadisin, mahrecinin bilinmesi ve müsned olsun mürsel olsun başka bir yönden
    rivâyet edilmesiyle sahih olacağını ileri sürmüşlerdir. Aynı şekilde, genellikle
    mürseli zayıf hadislerden sayan İmam Şâfiî’de bu şartlarla Saîd b. Müseyyib’in
    mürsellerini almakta tereddüd göstermemiş ve “İbnu’l-Müseyyib’in mürselleri,
    bizim görüşümüzde güzeldir” demiştir.[6]

    Mürsel’in bir kaç derecesi vardır. Sırayla en
    çok itibar edileni Rasul-i Ekrem(s.a.s.)’den hadis dinlemiş olan sahabî’nin
    mürselidir. Sonra Rasulullah (s.a.s.)’den hadis duymayan fakat sadece onu gören
    Sahâbî’nin mürselidir. Sonra Muhadram’ın, daha sonra da Saîd b. Müseyyib gibi
    güvenilir râvilerin mürselidir. Bunları takiben de Şa’bî ve Mücâhid gibi, Hadis
    şeyhleri üzerinde titizlikle duranların mürseli gelir. Bunlardan aşağı derecede
    bulunan mürsel de Hasanu’l-Basrî gibi herkesten hadis alanların mürselidir.
    Katâde, Zührî, Humeydu’t-Tavi gibi küçük tabiîlerin mürsellerine gelince;
    bunların rivâyetlerinin çoğu Tabiîndendir.[7]

    Mürsel, sika ravilere isnad edilmiş olarak
    gelirse kuvvet kazanır ve sıhhati aşikâr olur. Bu durumda o hadiste biri
    mürsellik, diğeri müsnedlik olmak üzere iki hal birleşmiş olur. Böyle olan bir
    hadisle başka bir müsned tearuz ederse, önceki tercih edilir. Çünkü mürsel olan
    o hadîs, sonuna kadar muttasıl olan müsned bir hadiste takviye edilmiştir.[8]

    İmam Mâlik ve bir grup başkasıyla Ebu Hanîfe
    şöyle demişlerdir: “Mürsel, bir başka vecih’ten müsned olarak gelmişse veya
    önceki rivâyetten farklı bir tarikle mürsel olarak ikinci bir tarîkten gelmişse
    sahihtir”.

    İbnu Cerir: “Tâbiîn’in tamamı mürseli kabûl
    etmek gerektiği hususunda icma ederler ve üstelik aksini söyleyen tek rivâyet de
    gelmemiştir. İkiyüz yılının başına kadar imamlardan kimse aksini söylemedi” der.
    Burada zımnen mürselle amelî ilk reddedenin Şâfiî (radıyallahu anh) olduğu imâ
    ediliyor ise de, ondan iki farklı görüş gelmiştir:


    1-

    Saîd İbnu’l-Müseyyeb’in mürselleri hariç, diğer mürsellerle ihticacı reddederdi.
    Saîd İbnu’l-Müseyyeb’in irsallerini kabûl sebebine gelince:


    a-

    O’nun mürselleri başka tarîkten mevsûl olarak gelmiştir,


    b-

    Çünkü o, bir cemaatten veya sahâbenin büyüklerinden dinlemiş olduklarını veya en
    azından bunların sözlerince desteklenmiş olanları veya herkesçe bilinir hale
    gelmiş olanları, veya asrındaki imamların amellerine uygun olanları irsal
    ederdi.


    c-

    İbnu’l-Müseyyeb’in mürselleri incelenince bunları Ebu Hüreyre’den aldığı
    anlaşılmıştır. Ebu Hüreyre ile arasındaki sıhriyyet sebebiyle (çünkü Ebu Hüreyre
    (radıyallahu anh)’nin kızı ile evli idi) onunla irtibatı fazla idi: Bu sebeple
    onun irsalleri sanki Ebu Hüreyre (radıyallahu anh)’ye isnâd etmiş gibi
    olmaktadır.


    2-

    Ancak Şâfiî’nin mezheb-i cedid denen sonraki görüşüne göre Saîd İbnu’l-Müseyyeb’in
    mürselleri de nazarında makbûl değildir.

    Mürsel mevzuunda, Beyhakî’nin bir açıklamasını
    burada kaydetmede fayda var. Ona göre, mürsel rivâyet Tâbiîn arasında cârî idi.
    Ancak dahilî fitne hareketlerinin kızışması sonucu imanlar bozulup bid’a ve
    yalan artınca, mürsel rivâyetin zayıflığına hükmedilmiştir. Bu husûsa delîl
    zımnında Beyhakî İbnu Sîrin’in şu sözünü kaydeder: “Bir zamanlar hadîs rivâyet
    eden kimseden isnâd sorulmazdı. Ancak fitne patlak verince, hadisin isnadı
    soruldu, ehl-i sünnet rivayet etmişse hadisi alınır, ehl-i bid’a rivayet etmişse
    hadisi terkedilir”.

    Niçin mürsel rivayet?: Mürselleriyle meşhur olan
    Hasan-ı Basrî’nin sened soran bir kimseye kızarak verdiği cevap da niçin irsal
    yaptıkları hususunda bir bilgi verir: “Be adam! Ne size yalan söylüyoruz ne de
    bize yalan söylendi. Biz Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın Ashabından üç
    yüz kişinin katıldığı orduyla birlikte Horasan’a gazveye çıktık (onlarla sohbet
    ettik, bu sırada çok şey öğrendik, onlar yalan söylemediler, biz de sohbetlerde
    işitmiş olduklarımızı rivâyet ediyoruz)”.

    Bu rivâyet, sohbetler yoluyla güvenilen ciddî
    zatlardan öğrenilmiş olan mesâili senetleyerek sunmanın zorluğunu
    göstermektedir. Bu mürsillerin, -belki de râvisini temyiz edememe endişesinden
    dolayı- o kıymetli bilgilerini ketmedip, rivâyet etmemeleri de uygun olmazdı.
    Nitekim bu sebeple olacak ki Tabiîn’den bir çoğu irsâl yoluyla rivâyetten geri
    durmamışlardır.

    Yine Hasan Basrî’den gelen bir başka açıklama,
    niçin? sorumuzun cevabına bir başka vüs’at kazandıracaktır: Yunus İbnu Ubeyd,
    Hasan-ı Basrî’ye sorar: – Ey Ebu Sa’îd! Sen: “Resûlullah buyurdu ki, diye
    rivâyette bulunuyorsun, halbuki sen Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’la
    karşılaşmadın!” Hasan Basrî şu cevabı verir: – Sen bana, daha önce başkası
    tarafından sorulmayan bir şey sordun. Senin bana yakınlığın olmasa cevap
    vermezdim. Nasıl bir devirde yaşadığımızı biliyorsun. Haccâc’ın zamanında, “Hz.
    Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdu ki” diye yaptığım bütün rivâyetler
    Ali Ebî Tâlib (radıyallahu anh)’dendi. Ancak ben o zamanki terör sebebiyle
    rivâyetlerimi Hz. Ali’ye nisbet edemezdim”.

    Mürsel rivâyetle meşhur olanlara gelince,
    Medinelilerden Saîd İbnu Müseyyeb, Mekkelilerden Ata İbnu Ebî Rabâh,
    Basralılardan Hasanu’l-Basrî, Kûfelilerden İbrahim İbnu Yezîd en-Nehâî,
    Mısırlılardan Saîd İbnu Ebî Hilâl, Şamlılardan Mekhûl var. İbnu Maîn’e göre
    bunlardan İbnu Müseyyeb’in mürselleri en sıhhatli olanıdır. Çünkü o, sahâbe
    çocuğu olmaktan başka Aşere-i mübeşşere ile karşılaşmıştır. Ayrıca Hicaz ehlinin
    fakîh’i ve müftüsü, yedi meşhur fakîh’in birincisidir. İmam Malik bu yedilerin
    icmâını bütün ümmetin icmaı addederdi. Mütekaddimîn imamlar İbnu Müseyyeb’in
    mürsellerini tedkik edince sahîh senetlerle başkalarınca rivâyet edildiğini
    görmüşlerdir. Bu şartlar, onun dışındaki mürsellerin irsallerinde mevcut
    değildir.

    Ûlema, mürsel rivâyeti değerlendirirken, bütün
    mürselleri aynı kefeye koymamıştır. Mürsillerin durumunu nazar-ı dikkate aldığı
    gibi, aynı mürsilin mürselleri arasında da tefrik yapmıştır. Mesela Hasanu’l-Basrî’nin
    “Resûlullah buyurdu ki” şeklinde cezm sigasıyla sunduğu rivayetleri, tamrîz
    sigasıyla sunduklarından üstün tutmuştur. İrâkî der ki: “Hasanu’l-Basrî’nin
    mürselleri ûlema nazarında rüzgâr gibidir.” Nehaî’nin mürselleri için İbnu Maîn:
    “Şa’bî’nin mürsellerinden daha iyidir” demiş, Sâlîm İbnu Abdillah, Kasım ve Saîd
    İbnu’l-Müseyyeb’inkilere daha hoş olduğunu ifâde etmiştir. Ahmed İbnu Hanbel de
    “La be’se bihâ” “fena değiller” der. Yahya İbnu Sa’îd: “Zührî’nin mürseli
    başkalarının mürsellerinden fenâdır çünkü o hâfızdır, râvînin ismini söylemeye
    gücü yettikçe, isim söyler, isim vermiyorsa bu, isim söylemeyi uygun
    bulmadığından ileri gelir.” Yahya da Katâde’nin irsallerini değersiz bulur ve “O
    rüzgâr gibidir” derdi. Aynı Yahya: “Saîd İbnu Cübeyr’in mürselleri bana Ata’nın
    mürsellerinden daha iyi” derdi. Kendisine Mücâhid’in mürselleri mi, Tavus’un
    mürselleri mi daha iyi diye sorulunca: “Onlar birbirlerine çok yakın!” diye
    cevap verdi.

    Suyûtî Tedrîb’de, mürsel hakkında ulemâdan vârid
    olan hükümleri on maddede hülâsa eder:


    1-

    Mutlak olarak hüccettir.


    2-

    Bazı kayıdlarla hüccettir.


    3-

    İlk üç asrın mürselleri hüccettir.


    4-

    Adl’dan başka kimseden rivâyet etmemekle bilinen zâtın mürseli hüccettir.


    5-

    Sadece Saîd İbnu’l-Müseyyeb’in mürselleri hüccettir.


    6-

    Bir bâbda başka rivâyet yoksa mürsel hüccettir.


    7-

    Müsnedden daha kavîdir.


    8-

    İrsalle amel vâcib değildir, mendûbtur.


    9-

    Sahâbi mürseli hüccettir…

    [9]

    mürsel hadisle amel edilip edilmemesi konusunda
    alimlerin görüşleri:


    1)

    Muhaddislerin ekseriyetine göre mürsel hadis zayıftır; onunla ihticac (hüküm
    çıkarma) yapılmaz. İmam Nevevi bu konuda şunları söyler: Hadisçilerin cumhuruna,
    Fıkıh ve Usul alimlerinin bir çoğuna göre mürsel hadis zayıftır.


    2)

    Mürsel hadisten kayıtsız-şartsız hüküm çıkarılabilir. İmam Ebu Hanife, İmam
    Malik ve İmam Ahmed b. Hanbel bu görüştedirler. Bunlara tabi Hadis, Fıkıh ve
    Usul alimleri de aynı görüşü benimsemişlerdir.


    3)

    Mürsel hadisten ancak âdıd bir rivayetle desteklenmesi halinde hüküm
    çıkarılabilir. Bu da İmam Şafii’nin görüşüdür.

    [10]
          



     




    [1]

    İbn Kesîr, İhtisâru Ulûmi’l-Hadîs, Kahire 1951, s. 52.



    [2]

    Suyutî, a.g.e., s.198.



    [3]

    Müslim, Sahih, Mukaddime, Nşr. Fuad Abdulbaki, İA. ters. I, 30.



    [4]

    Subhî es-Salih, Hadis İlimleri, trc. M. Yaşar Kandemir, Ankara 1980, s. 138.



    [5]

    Suyûtî, a.g.e., s. 199.



    [6]

    Suyutî, a.g.e., s. 198.



    [7]

    Sehâvî, Fethu’l-Muğîs, Beyrut 1983, 1/155.



    [8]

    el-Emîr es-San’anî, Tavzîhu’l-Efkâr, Kahire 1366, I, s. 289; Sabahaddin
    Yıldırım, Şamil İslam Ansiklopedisi: 4/367.



    [9]

    İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/112-114.



    [10]

    Talat Koçyiğit, Mücteba Uğur, İ. Hakkı Ünal, İmam-Hatib Liseleri İçin Hadis
    Usulü, 12. sınıf: 11.