Müdrecin Kısımları:
Tarifden de anlaşıldığı üzere idrâc senede de
olabilir metne de. Hadîs bu durumlara göre müdrecü’l-metn veya müdrecü’l-isnâd
ismini alır.
Tarifden de anlaşıldığı üzere idrâc senede de
olabilir metne de. Hadîs bu durumlara göre müdrecü’l-metn veya müdrecü’l-isnâd
ismini alır.
Müdrec kelimesi, bir şeyi bir şeye eklemek veya
içine sokup yerleştirmek manasına gelen idrac’dan ism-i mef’uldür. Derc ve idrâc
kelimeleri dilimize de girmiştir. Hadis ıstılahındaki manâsına göre ise, râvisi
tarafından isnadına veya metnine hadisin aslında olmayan bazı sözler
sokuşturulmuş olan hadis demektir. Ravi hadisi bu şekilde rivâyet edince,
dinleyenler de bu ilâveyi hadisten zannedip, öylece rivayet ederler.[1]
Sahih, hasen ve müsnedlerin râvileri, çoğu zaman
hadislerin -gerek metninde gerek senedinde- bulunan önemsiz de olsa ziyadeleri
ve bu ziyadeleri yapanları gösterirler. Böyle yapmalarının sebebi de, müdrec
sözü ve o sözü söyleyeni göstermedikleri takdirde, bunların müdrec olduğunu
düşünmeyerek kendilerinden olduğu gibi rivayet edecek insanların
bulunabileceğinden ve bu suretle -istemeyerek- Rasul-i Ekrem (s.a.s)’e veya onun
hadislerini eda edecek kimseye karşı yalan söylenmesine müsaade etmiş
olacaklarından korkmalarıdır. Kasden müdrec yapmanın bir nevi kizb ve tedlîs
olduğundan ve bunu da ancak îmanı zayıf ve akîdesi bozuk kimselerin yapacağından
şüphe yoktur.[2]
Bir hadisin metninde idracın vaki olup olmadığı
çeşitli şekillerde bilinir:
l.
Hadisin bir başka sahih isnadla gelen rivayetinde müdrec olan kısım, kendisine
idrac edilen hadis metninden ayırdedilmiş olur.
2.
Râvinin veya buna vakıf olan hadis imamlarının açık beyanları ile müdrec olan
kısım bilinmiş olur.
3.
Bir hadisin müdrec olduğu bazan da o sözün Rasul-i Ekrem (s.a.s) tarafından
söylenmiş olmasının aklen imkansız bulunmasıyla anlaşılır.[3]
[1]
el-Emîr, es-San’anî, Tavzîhu’l-Efkâr, Nşr, Muhammed Muhyiddin Abdulhamîd,
Kâhire 1366, II, s. 50 (dipnot) Suyütî, Tedrîbu’r-Râvî, Nşr. Abdülvahhab
Abdüllatif, Medine, 1972 s. 268;
İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/128.
[2]
Subhi es-Sâlih, Hadis İlimleri ve Hadis Istılahları, Trc. M. Yaşar Kandemir,
Ankara 1981, s. 207.
[3]
Ahmed Muhammed Şâkir, a.g.e., s. 74.
Ulûmui’l-hadîsin bu en zor şubesinde eser
verenler eksik olmamıştır. Buhârî, Ahmed İbnu Hanbel, Tirmizi, Müslîm, Ebu Bekr
el-Esrem, Ebu Ali en-Neysâburî, İbnu Ebî Hâtim er-Râzi, Ebu Abdillah el-Hâkim,
Ebu Bekr el-Hallâl ve Ebu Yahyâ es-Sâcî, Kitâbu’l-ilel ismiyle eserler
vermişlerdir. Dârakutnî’nin de Tilmizi el-Hâfız Ebu Bekr el-Berkânî tarafından
cemedildiği bilinen müsnet tarzında tanzîm edilmiş 12 ciltlik bir İlel’i
mevcuttur. İbnu’l-Cevzi’nin el-İlelü’l-Mütenâhiye fi’l-Ehâdîsi’l-Vâhiye adında
üç ciltlik bir eseri mevcut ise de, bir çok hadîs hakkındaki “illet’lidir”
hükmüne alimler katılmamışlardır. Hafız İbnu Hacer’in ez-Zehrü l-Matlûl fı’l-Haberi’l-Ma’lûl
adlı İlel’i burada zikre değer.[1]
Hadislerin metin ve isnadında bulunan ve hadisin
muallel olmasına sebep olan illetleri el-Hakimu’n-Nisaburi on bölümde
toplamıştır. Bunları, aynı zamanda muallel hadislere misal vermiş olmak için,
bir kısmına örnekler göstererek sıralayalım:
1-
Sened görünüşte sahîh ise de, içinde yer alan râvilerden birinin, hadîsi rivâyet
ettiği şeyhle görüşüp görüşmediği, ondan işitme (sema) yoluyla hadis alıp
almadığı kesin değildir.
Mesela:
Ebu Hureyre’den (r.a.) Rasulullah’ın (s.a.v.)
şöyle dediği rivayet edilmiştir:
“Çok dedikodulu bir mecliste oturan o meclisten
kalkmadan önce “Subhaneke Allahumme ve bi hamdike lailahe illa ente, estağfiruke
ve etubu ileyk” diye dua ederse o mecliste ettiği dedikodunun günahı mağfiret
olunur.”
Bu hadisin illetini belirtmek üzere
Buhari ile Müslim arasında geçen bir olayı açıklamak gerekir.
Meşhur hadis alimi Müslim bir gün Buhari’ye
gelerek, gözlerini öper ve şöyle der:
“Bırak ayaklarını da öpeyim ey üstadların
üstadı; muhaddislerin efendisi; hadis illetlerinin tabibi! Muhammed b. Selam,
Mahled b. Yezid, İbnu Cureyc, Musa b. Ukbe, Suheyl-babası-Ebu Hureyre isnadıyla
sana bir mecliste dedikodu etmenin keffareti konusunda bir hadis rivayet etmiş;
bunun illeti ne, bana söyle.” Buhari:
“Güzel bir hadistir. Bu konuda yeryüzünde bundan
başka bir hadis bilmiyorum; fakat ma’luldür.” Müslim itiraz ederse de Buhari
illetini söylemez. Ancak ısrar edince aynı hadisin Musa b. İsmail-Vuheyb-Musa b.
Ukbe-Avn b. Abdullah isnadıyla kendisine ulaşan tarikını zikreder ve şunları
söyler
“Bu daha evladır; çünkü Musa b. Ukbe’nin
Suheyl’den bizzat işiterek rivayeti olduğu zikredilmemiştir.” Bunun üzerine
Müslim “Sana buğzeden ancak hasedinden eder. Dünyada senin bir mislin olmadığına
şehadet ederim.” diyerek hayranlığını belirtmekten kendisini alamaz.
Buhari’nin illetlidir dediği hadisin isnadı ile
Müslim’in isnadı karşılaştırılırsa şu sonuca varılır: Buhari’nin isnadında Ebu
Hureyre atlanmış, hadis bir tabiin olan Avn b. Abdullah’dan rivayet edilmiştir.
O halde Müslim’in merfu olarak bildiği hadis aslında mürseldir. Ayrıca
Buhari’nin “Musa b. Ukbe’nin Süheyl’den doğrudan doğruya işiterek rivayeti
olduğu zikredilmemiştir.” sözü üzerinde durduğumuz illettir. O halde bu hadiste
iki illet vardır ve mualleldir.
2-
Sika râvinin mürsel olarak rivâyet ettiği bir hadîsin başka bir yoldan müsned
(isnadı tam) olarak gelmesi ve bu müsned rivâyetin zahiren sahih olması,
Yukarıdaki misal bu illet çeşidi için de
verilebilir. Açıklamaya dikkat edilirse görülür ki Buhari’nin rivayetinde Ebu
Hureyre atlandığından hadis mürseldir. Bununla beraber Müslim’in sorduğu senedle
isnadı tam olarak rivayet ediliyor; o rivayet sahih görünüyor…
3-
Belli muayyen bir sahâbenin rivâyeti olarak bilinen bir hadîs, ayrı ayrı
memlekete mensup olan râvilerin birbirlerinden rivâyetleri sırasında, bir başka
sahâbeye nisbet edilerek rivayet edilmesi.
4-
Sahâbî’den bilinen bir hadîsin Tâbiî’ye nisbet edilerek rivayet edilmesi.
Osman b. Süleyman’dan… Babasından nakledildiğine
göre “Hz. Peygamber’i bir akşam namazında Tur suresi’ni okurken duymuştur.”
El-Hakimu’n-Nisaburi’ye göre bu hadis üç yönden
illetlidir. Önce Osman, Süleyman oğlu Osman değil; Ebu Süleyman oğlu Osman’dır.
İkincisi Osman’ın yalnızca Nafi’ b. Cübeyr b. Mut’im’den rivayeti vardır,
dolayısıyla babasından rivayeti söz konusu değildir. Üçüncüsü de Ebu Süleyman Hz.
Peygamber’i görmemiş; ondan hadis işitmemiştir.
5-
An’ane ile[1]
rivayet edilen bir hadîsin isnadından bir râvi düşmesi olmuştur. Bu durum, aynı
hadîsin sahîh olarak bir başka tarîkden gelmesiyle anlaşılır.
6-
Bir râvi bir hadisi müsned olarak rivâyet etmiş olduğu halde, o râviden bir
başka şahıs bunu gayr-ı müsned (inkıtalı) olarak rivayet eder ve hadîs bu
şekliyle bilinir.
7-
Bir isnadda râvilerin isimleri muntazaman zikredilirken ikinci bir isnadda bir
râvinin ismi mübhem kalır.
8-
Bir şeyhle karşılaşıp bir kısım hadîsler aldığı halde, o şeyhten almadığı
hadisleri de doğrudan ona nisbet ederek rivâyet edecek olursa aradaki şahsı
zikretmediğinden bu hadîsler muallel olur.
9-
Bir râvinin hadîsleri aldığı muayyen bir tarîki vardır. Ancak o tarîkte yer alan
ricalden biri değişik bir yoldan da hadîs rivâyet eder. Böyle durumlarda râvi
dikkatsizliği yüzünden, bunu da mutâdı olan tarîkle rivâyet edecek olursa,
hadîsi muallel olur.
10-
Hadîs bir tarîkte merfu, başka bir tarîkde mevkûf gelmiştir.
[2]
Ebu Süfyan’dan, Cabir b. Abdullah’dan, Hz.
Peygamber’e nispet edilerek rivayet edilmiştir:
“Kim namaz esnasında gülerse namazı iade eder;
abdesti etmez.”
Bu hadisin başka bir yönden rivayeti şöyledir.
“Ebu Süfyan’dan rivayet edilmiştir, Cabir b.
Abdullah’a namazda gülen adam (ın hükmü) soruldu. O: “Namazı iade eder; abdesti
etmez.” dedi.
Burada şu önemli noktaya işaret etmek gerekir.
Bir hadisin birkaç senedi olur da illet yalnız bunlardan birisinde bulunursa
hadis o senetle illetlidir. Bu illetin diğer isnadlara yapılan rivayetlere bir
zarar vermesi bahis konusu olamaz.
Son olarak bir de metindeki illete misal vererek
bu konuyu bitirelim. Müslim’in rivayetine göre Katade Evzai’ye Enes b. Malik’den
naklen şunları yazmıştır:
“Hz. Peygamber’in, Ebu Bekir, Ömer ve Osman’ın
arkasında namaz kıldım; hepsi de namaza Fatiha ile başlıyor; kıraatin ne başında
ne sonunda “Besmele”yi okumuyorlardı.”
İbnu’s-Salah’a göre bir kısım alimler, “okumanın
başında ve sonunda besmeleyi okumuyorlardı.” kısmını illetli bulmuşlardır.
Nitekim hadisin Buhari ve Müslim’in ittifak ettikleri kısmında bu ifade yoktur.
Ayrıca hadisin bu kısmı değişik rivayet edildiği ve aralarında bir tercih
yapılmadığı için muztarib sayılmıştır.[3]
[1]
Hadisin “an” edatı ile rivayet edilmesidir.
[2]
Talat Koçyiğit, Mücteba Uğur, İ. Hakkı Ünal, İmam-Hatib Liseleri İçin Hadis
Usulü, 12. sınıf: 17-19; İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi,
Akçağ Yayınları: 2/120-121.
[3]
Talat Koçyiğit, Mücteba Uğur, İ. Hakkı Ünal, İmam-Hatib Liseleri İçin Hadis
Usulü, 12. sınıf: 19-20.
Muallel hadis, illet sıhhatini giderdiğinden,
tek kelime ile merduddur; makbul değildir. Hüküm çıkarmakta kullanılamaz.
[1]
[1]
Talat Koçyiğit, Mücteba Uğur, İ. Hakkı Ünal, İmam-Hatib Liseleri İçin Hadis
Usulü, 12. sınıf: 20.
Hatalı olarak ma’lul da denir. Hadîs, zâhiren
sıhhatli gözüktüğü halde, herkes tarafından görülemeyen, ancak ihtisas, hıfz,
keskin nüfuz ve sezgi sâhibi otoriteler tarafından keşfedilebilen sıhhati bozan
bir kusur taşıyorsa buna muallel hadîs denir. Bu çeşit kusura da muhaddîsler
illet demişlerdir.
[1]
Görünürde sahih olmakla beraber, bu sıhhati yok
edebilecek gizli bir illet taşıyan hadislere muallel veya ma’lul denir. Hadisin
illetini bulan muhaddise muallil denir.
Mürsel veya munkatı hadisi mevsul olarak rivayet
etmek, yahut bir hadisi bir başka hadis içine katmak, mevsul olanı mürsel,
merfu’u mevkuf olarak rivayet, sika yerine zayıf ravi zikretmek gibi cerhe sebep
olan hatalara vehim denilmektedir. Bu tür hatalarla rivayet edilmiş olan hadise
de muallel denir.
Bu tür hadislerdeki illeti tesbit etmek,
senedlerdeki ricali, metinlerdeki farklılıkları iyiden iyiye ve bütünüyle
bilebilen çok nadir kişilerce yapılabilir. Zira vehim sika ravilerde de
görülebilir.[2]
Dış görünüşü bakımından sahihlik şartlarının
tamamını taşıyan, ancak buna rağmen sıhhatini zedeleyen gizli bir kusuru bulunan
hadis. Muallel arapça hastalık, sakatlık, sebep, maksat, gaye, niyet gibi
anlamlara gelen “illet” kelimesinden türetilmiş olup, değişik ilim dallarında
farklı ıstilâhî kullanımlara sahiptir.
Hadis ıstılâhında, sened ve metin yönünden hiç
bir kusuru yokmuş gibi görünen bir takım hadislerin ancak hadis ilminde ihtisas
ve görüş sahibi kimselerin keşfedebildikleri bir illete (hastalık, noksanlık)
sahip olmaları durumunu belirtmek için kullanılmaktadır.
Bazı hadisçiler bu terimi “Ma’lûl”
şeklinde kullanırlar. Ancak doğru olanı “â’le” fiilinin mef’ulu olan (mu’alle)
şeklinde olanıdır. Muallel, “oyaladı, meşgul etti” anlamındaki “âlel” fiilinin
mef’ulüdür. Yanlış bir kullanım olmakla birlikte, yerleşik olan tabir
mualleldir. Buhârî, Tirmizi, Hâkim ve diğer mu’teber muhaddisler, “ma’lûl”
şeklini benimsemişlerdir.
Muallel hadisleri tesbit
etmek, onlardaki sakatlığı ortaya çıkarmak çok zor bir iştir. Hadis ilimleri
içerisinde en kapalı ve en hassas olanı illet ilmidir. Hadis, gözden geçirildiği
zaman kusursuz gibi görünür. Ancak, onun sıhhatine halel getiren ve anlaşılması
fevkalade bir ilmî feraset, geniş bir hadis kültürü, ravileri hakkında eksiksiz
bir bilgi ve senedlerle metinleri bir bütün olarak kavrayabilecek ve onların iç
durumlarına nüfuz edebilecek kuvvetli bir melekeye ihtiyaç duyan bir illet
bulunur.[3]
Hadislerdeki illeti anlamanın zorluğu ifade
edilirken, onun hadis konusundaki teknik bilgilerle anlaşılmasının imkânsız gibi
olduğu ve bunun ancak, kendilerini hadis ilimlerine hasretmiş bir takım seçkin
hadis alimlerinin kalplerine Allah Teâlâ’nın bir ilhamı ile mümkün olabileceği
söylenmiştir.[4]
Bu öyle bir durumdur ki, çoğu zaman hadisin muallel olduğunu söyleyen alim,
bunun hangi sebeplerden dolayı muallel olduğunu açıklamakta zorluk çeker.[5]
Hadislerdeki illetlerle uğraşan alimler bir nevi
sarraflara benzetilirler. Nasıl ki sarraflar uzun uğraşılar neticesinde
dirhemlerin sağlam ve kalbını bir bakışta anlama melekesini kazanırlar, bazı
alimler de uzun eğitim, tartışma ve ihtisasın neticesinde, hadislerin bozuğunu,
illetlisini sağlamından öylece ayırma melekesini elde ederler.[6]
Bu ilmin hadis ilimleri içerisinde hem zorluk
hem de ehemmiyeti bakımından ayrı bir yeri olduğundan bu konuda söz
söyleyebilmiş olan alimlerin sayısı oldukça azdır. Bunların başında, İmam
Buharî’nin şeyhi Ali b. el-Medenî, Buharî, Ahmet b. Hanbel, Yakub b. Şeybe, Ebi
Hatem er-Razi, Ebi Zur’a ve Darekutnî gelmektedir.[7]
İllet, çoğu zaman dış görünüşü itibarıyla sahih
görünen isnadlarda bulunur. Münekkid, isnad tarikleri hakkındaki derin malumatı
sayesinde ravinin, teferrudu, mevsul hadisi mürsel, merfu’u, mevkuf olarak
göstermesi, başka sika ravilerin muhalefeti veya bir hadisin başka bir hadisle
karışması gibi durumları sezerek, ya hadisin sıhhatini zedeleyen bir illetinin
bulunduğuna zann-ı galible karar verir veya bunda tereddüt göstererek hadis
hakkında kararsızlığını belirtir.[8]
Bir hadisin illetinin anlaşılabilmesi, o hadisin
bütün rivayet tariklerinin bilinmesi ile mümkün olabilir. İbn Medenî, “bütün
tarikler cemi edilmedikçe hata ortaya çıkmaz” demektedir.
[9]
Hakim en-Neyseburî, muallel hadisi on kısma
ayırmakta ve her birini örneklerle açıklamaktadır. Ancak hadislerin sıhhatlerini
zedeleyen gizli sebepler çok daha fazladır.[10]
Bunlardan bazıları şunlardır:
Bir Medinelinin, başka bir şehirdeki raviden
rivayet etmesi, zira Medineliler başkalarından rivayet ettiklerinde çoğunlukla
hata ederler.
Bir ravinin, kendi şeyhinin adını söylememesi
veya müphem bırakması.
Ravinin rivayet ettiği şahsı görmüş olmakla
birlikte, ondan duymuş olduğu hadislerin belirli olmamasından dolayı vasıtasız
rivayetlerinin, onları şeyhinden duymuş olmasının şüpheliliği hadisi muallel
yapmaktadır. Ayrıca, sened bakımından sağlam olduğu halde arada, rivayet ettiği
kimseden hadis dinlemediği bilinen bir ravinin bulunması. “Musa İbni Ukbe, an
Süheyl İbn Salih, an ebîhi, an ebî Hureyre” İsnadıyla rivayet edilen bir hadisi
çok sağlam bulan Müslim, bu görüşünü Buharî’ye bildirince Buharî, Musa b.
Ukbe’nin Süheyl b. Ebi Salih’den hadis dinlediği hakkında bir bilginin
bulunmadığını söyleyerek hadisin illetini ortaya koymuştu.[11]
Bazı muhaddislerin, muallel tabirini istilahî
değil de kelime anlamında kullandıkları görüldüğünden, hadisle uğraşanların bu
kelime ile ravinin zahiri bir durumundan dolayı cerhedildiği olaylara dikkat
etmeleri gerekmektedir. Ancak bazı münekkidler, muallelin sadece gizli
sebeplerden dolayı ortaya çıkan sakatlıklarda değil, dış görünüşünde noksanlık
olan hadisler için de kullanılabileceğini ileri sürmüşlerdir.
Muallel hadis konusunda yazılan eserlerin bir
kısmı şunlardır: Ali b. el-Medenî’nin Kitâbu’l-İlel’i, el-Hallal’ın aynı adı
taşıyan eseri, İbn Ebi Hâtim er-Râzî’nin İlel’i, Tirmizî’nin Süneni’nin sonuna
eklediği Kitabu’l-İlel adlı bölüm, ayrıca Ahmed b. Hanbel, ed-Dârekutnî, Buharî,
Ebi Şeybe vb. diğer bir takım alimlerin de bu konuda yazdıkları kitaplar
bulunmaktadır.
Muallel hadislerin tesbit edildiği bir kitap
olan Ebi Ferec Abdurrahman İbnül-Cevzî’nin (510-595) el-İleli’l-Mütenahiye
fi’l-Ehâdisi’l-Vafiye adlı eseri de zikredilmeye değer niteliktedir.[12]
“Allah cahiliyyedeki kibir huyunuzu giderdi”[13]
hadisini İbn Merduye (v.416/1025) merfu olarak “Musa b. Ukbe an Abdullah b.
Dinar an İbn Ömer” senedi ile zikrediyor. Ravi “Musa b. Ubeyde” diyeceği yerde
“Musa b. Ukbe” demiş, asıl ravinin yerine bir başkasını zikretmiştir.[14]
İllet, keşfi zor son derece gâmız bir kusur
olduğu için, hadîste illet iddiasında nâdir şahıslar bulunmuş bu sahada fikir
beyan edebilmiştir. Ali İbnu’l-Medînî, Ahmed İbnu Hanbel, Buhârî, Ya’kûb İbnu
Şeybe, Ebu Hâtim, Ebu Zür’a, Dârakutnî gibi.
Hâkim: “Bir hadîs, cerhe söz düşmeyen bir çok
cihetlerden illetli kılınabilir, bizim nazarımızda hadîsi ta’lilde hüccet,
(cerhte olduğu gibi objektif sebepler değil) hıfz, fehm, ma’rifet (gibi tamamen
sübjektif, herkese izah edilemeyecek amiller)dir” der. Hatta Abdurrahman İbnu
Mehdî, bu işin sübjektifliğine telmîhen: “Hadîste illeti bilmek bir ilham
işidir, hadîste illet iddia eden âlime: “Neye dayanarak bunu söyledin? diye
sorulsa hüccet gösteremez” der.
İlleti bilmek, hadîsçilerce mühim bir
keyfiyettir. Nitekim İbnu Mehdi: “Tek bir hadisteki illeti keşfetmem, nazarımda,
bilmediğim yirmi yeni hadîs öğrenmekten daha iyidir” demiştir.
[15]
Bir hadisin sıhhatine engel teşkil eden illet,
çoğunlukla senette olur. Metinde de bulunabilir. Her iki halde dışarıdan
farkedilemiyecek şekilde kapalı olduğundan hadis illetlerini meydana çıkarmak
çok zordur. İbn-i Hacer diyor ki: “İllet, hadis ilimlerinin en karışık ve en
ince kısımlarından biridir. Bunu ancak parlak bir anlayış, geniş bir hafıza,
ravilerin dereceleri hakkında tam bir bilgi, isnad ve metinler hakkında kuvvetli
bir meleke bahşettiği kimseler anlayabilir.” Bununla beraber hadisteki gizli
illetleri açığa çıkarmanın bazı yolları vardır. Açıklamak icab ederse keskin ve
parlak zeka sahibi, hadis ilminde yüksek derecelere ulaşmış, görüşü kuvvetli,
mutkin bir muhaddis hadisin kendisine ulaşan bütün tariklerini bir araya toplar.
Her birinin ravilerini inceler. Adalet ve zabt durumlarını gözden geçirir. Bu
araştırması sonucu ravinin hadisi rivayette tek kaldığını, kendisinden daha
kuvvetli ravilere muhalefet noktalarını tesbit eder. Böylece ravinin vehmini
veya mürsel veya munkatı’ hadisi sağlam göstermesi, hadisleri birbirine katması
gibi bir kusurunu ortaya çıkarır. Bunun sonucu olarak hadis hakkında bir hüküm
verir.
[16]
[1]
İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/120.
[2]
İsmail Lütfi Çakan, Hadis Usulü, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Yayınları: 139.
[3]
İbn Hacer el-Askalânî, Nuhbetu’l-Fiker, İstanbul 1306, 45.
[4]
İbn Hacer el-Askalânî, Nuhbetu’l-Fiker, İstanbul 1306, 45; Suphi es-Salih,
Hadis İlimleri ve Istılahları, Tec. Yaşar Kandemir, Ankara 1981,150.
[5]
İbn Hacer el-Askalânî, Nuhbetu’l-Fiker, İstanbul 1306, 45.
[6]
İbn Hacer el-Askalânî, Nuhbetu’l-Fiker, İstanbul 1306, 151.
[7]
İbn Hacer el-Askalânî, Nuhbetu’l-Fiker, İstanbul 1306, 45; Suphi es-Salih,
Hadis İlimleri ve Istılahları, Tec. Yaşar Kandemir, Ankara 1981,151.
[8]
İbn Hacer el-Askalânî, Nuhbetu’l-Fiker, İstanbul 1306, 45.
[9]
İbn Hacer el-Askalânî, Nuhbetu’l-Fiker, İstanbul 1306, 45 derkenar.
[10]
Suphi es-Salih, Hadis İlimleri ve Istılahları, Tec. Yaşar Kandemir, Ankara
1981,153.
[11]
Suphi es-Salih, Hadis İlimleri ve Istılahları, Tec. Yaşar Kandemir, Ankara
1981,154-155.
[12]
Ömer Tellioğlu, Şamil İslam Ansiklopedisi: 4/222-223.
[13]
Ahmed b. Hanbel, Müsned: 2/524.
[14]
İsmail Lütfi Çakan, Hadis Usulü, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Yayınları: 140.
[15]
İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/120.
[16]
Talat Koçyiğit, Mücteba Uğur, İ. Hakkı Ünal, İmam-Hatib Liseleri İçin Hadis
Usulü, 12. sınıf: 16-17.
Kusurun gâmız olması sebebiyle bir hadîsin
muallel olduğunu söylemek zor bir iştir. Bunu muallil, râviye başkalarının
muhalefet etmiş olmasından başka mevsul’de irsâle merfu’da vakfa veya bir
hadîsin diğer bir hadîse girmiş olması gibi muhtelif durumlara delalet eden
karinelerle, zann-ı gâlib sahibi olarak hadîsin adem-i sıhhatine hükmeder. Bazan
kesin hükme varamayıp, sıhhat hususunda tevakkufu ihtiyar eder.
Hadîsin sıhhatini bozucu bir hükme gitme işi,
hadîsin bütün senetlerini cemedip, râviler arasındaki ihtilafı görüp sonra da
ravilerin zabt ve itkan durumlarını iyice tedkikten geçer. İllet’e daha ziyade
senedde rastlanır, az da olsa metinde de rastlanmıştır. Nevevî’nin kaydettiği
senetle ilgili örneğe göre: “Alış veriş yapanlar birbirlerinden ayrılmadıkça
(akdi bozmada) muhayyerdirler” hadîsini Ya’la İbnu Ubeyd, Süfyan-ı Sevrî’den
Süfyan Amr İbn-i Dînâr’dan” şeklinde rivâyet etmiştir. Halbuki Ya’la hadîsi
rivâyet ederken bir hata yapmış, Abdullah İbnu Dînârı “Amr İbnu Dînâr”
yapmıştır.
[1]
Zayıf bir ravinin sika (güvenilir) ravilere
muhalif olarak rivayet ettiği ve bu rivayetiyle tek kaldığı hadis. “İki zayıf
raviden daha zayıf olanın diğerine muhalif olan rivayetidir” diye de tarif
edilmiştir.[1]
Hâfız Ebu Bekr Ahmed İbn Hârun el-Bedrici[2]‘ye
göre münker, râvinin rivayetiyle teferrüd ettiği (tek kaldığı) hadistir. Öyle ki
bu hadisin metni, ne o ravinin rivayet ettiği yönden ne de bir başka yönden
bilinir.[3]
Ancak bu tarifte, ferd olmakla beraber sahih olan hadislere de münker vasfının
ıtlak edildiği (verildiği) açıkça görülmektedir. İbnü’s-Salâh ise, münkerle şazz
arasında herhangi bir ayırım yapmamış; her ikisinin de aynı manaya geldiğini
ileri sürerek münkeri de şazz’da olduğu gibi, iki kısımda mütâlaa etmiş; ancak
ikinci kısımda şazz’dan farklı olarak, sika ve mutkın (sağlam) olmayan ravinin
teferrüdünü şart koşmuştur.[4]
Münker, şazz’ın zıddıdır. Zira şazz’ın ravisi
sika olduğu halde; münker’in ravisi sika olmayıp, zayıf bir kimsedir. Münker
hadis, marufun mukabilidir. Çünkü münkerin ravisi, hıfz sahibi olmamakla
beraber, maruf ve meşhur olana muhalefet etmektedir. Çünkü hıfz, böylesi zayıf
ravilerin seviyesinden çok uzak bir zabt derecesidir. Luğat anlamı itibariyle de
münker; “inkâr etti” veya “tanımadı” anlamında ism-i mef’ûldür. Muhaddisler de
hussî ıstılahlarında kelimenin lügat anlamını dikkate almışlardır.[5]
İbnü’s-Salâh’ın münker hadis tarifi bir çok
hadisçinin münker hakkında ileri sürdüğü ve benimsediği bir tariftir. Ancak,
İbnü’s-Salâh’a göre, şazz’da olduğu gibi, münkerde de işi geniş tutmak gerekir.
Çünkü şazz ve münker aynı şeydir. Buna göre münker iki kısma ayrılır. Birincisi
(yani şâzz); güvenilir râvilerin rivayetine muhâlif olan ferd hadistir. Buna
örnek olarak Mâlik İbn Enes’in, ez-Zührî yoluyla rivâyet ettiği, “Müslüman
kâfire, kâfir de müslümana varis olamaz” hadisi gösterilir. Mâlik, bu
hadisin isnâdını “an ez-Zühri an Ali İbn Hüseyin an Ömer İbn Osman an Üsâme İbn
Zeydan Rasülullah (s.a.s.)” şeklinde vermiş ve Üsâme İbn Zeyd’den hadisi
nakleden raviyi “Ömer İbn Osman” olarak zikretmiştir. Halbuki diğer güvenilir
olan ve hadisi ez-Zühri’den rivayet eden kimseler, bu ismi “Amr İbn Osman”
olarak zikretmişlerdir. Bu yönden Mâlik diğer güvenilir râvilere muhalefet etmiş
ve ondan başka da bu hadisi bu isnadla rivayet eden olmadığı için hadis münker
kabul edilmiştir.[6]
Münker hadise örnek olarak İbnü Ebi Hâtim’in,
kıraat imamlarından Hamza İbn Habib ez-Zeyyâd’ın kardeşi Hubeyyib İbn Habib
tarikiyle Ebu İshak’tan, onun el-Ayzâr İbn Hureys’ten, onun İbn Abbas’tan, İbn
Abbâs’ın da Hz. Peygamber’den rivayet ettiği “Kim namazı kılar, zekâtı verir,
hacceder, oruç tutar ve misafiri de ağırlarsa Cennet’e girer” hadisi
zikredilir.
İbnü Ebi Hâtim der ki: “Bu hadis münkerdir.
Çünkü diğer güvenilir raviler, söz konusu hadisi Ebu İshak’tan mevkuf olarak
rivayet etmişlerdir. Ma’ruf olan (bilinen) da budur. Mevkuf hadis ise, Hz.
Peygamber’e isnad edilmeyen ve Sahabi sözü olarak nakledilen haberlerdir.
Bundan anlaşılıyor ki, şâzz ile münker arasında
tek yönlü umum husus vardır. Yani aralarında daha güvenilir râvilere muhâlefet
olması bakımından birlik; şâzz râvisinin sika yahut sadûk (sözü doğru), münker
râvisinin ise zayıf olması yönünden ayrılık vardır. Aralarında eşitlik olduğunu
söyleyenler hataya düşmüşlerdir.[7]
Münker hadis, amel yönünden zayıf hadis grubuna
dahildir.[8]
Münker de şâz gibi farklı tarifleri yapılmış bir
ıstılahtır: Nevevî bunları kaydeder:
1-
Ebu Bekr el-Berdîcî’ye göre münker: “Metni, râvisinden başka biri tarafından
rivâyet edilmemiş olan hadîstir”.
2-
Bir çokları tarifi böyle mutlak bırakmış olmasına rağmen İbnu Salâh şu
açıklamayı getirir: “Doğru olanı, aynen şâz’da olduğu gibi tafsîl etmektir.
Münker de iki kısma ayrılır. Çünkü, bu da şâz mânâsında bir kelimedir.”
a)
Sikaların rivâyetlerine muhâlefet eden münferid rivâyettir. Şu misalde olduğu
gibi: Hemmâm İbnu Yahya, an İbni Cüreyc, ani’z-Zührî, an Enes senediyle şu
hadîsi rivâyet eder: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) helâya girince
yüzüğünü çıkarırdı”. Ebu Davûd hadîsi kaydettikten sonra: “Bu münker bir
hadîstir. Zira bu hadîs, biraz farklı bir şekilde şu tarîkden biliniyor: an İbni
Cüreyc, an Ziyâd İbni Sa’d, ani-z-Zührî, an Enes: “Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) gümüşten bir yüzük yaptırdı sonra onu çıkarıp attı”.
Ebu Davûd der ki: “Hadîsteki vehim, Hemmâm’dan
ileri gelmektedir. Bunu Hemmâm’dan başka rivâyet eden yok.”
Hadîsi tahric eden Nesâî de şunu ilave eder: “Bu
gayr-ı mahfûz bir hadîstir: “Hemmâm İbnu Yahya sika birisidir, sahîh rivâyet
sahipleri kendisiyle ihticâc etmiştir. Fakat burada nâs’a muhalefet ederek İbnu
Cüreyc’ten bu metni bu senetle rivâyet etmiştir. Halbuki nâs, İbnu Cüreyc’ten
Ebu Dâvud’un işâret ettiği hadîsi rivâyet etmiştir. Bu sebeple hadîsin münker
olduğuna hükmetti.”
Râvileri, teferrüdündeki kusuru müsâmaha ile
karşılamaya sevkedecek kadar güven verici ve itkân sahibi olmayan münkere
gelince bunun örneği Nesâî ve İbnu Mâce’nin, Ebu Zükeyr Yahya İbnu Muhammed İbnu
Kays’tan kaydettiği rivâyettir. Yahya, Hişâm İbnu Urve an Ebîhi, an Âişe
tarikiyle merfû olarak geldiğine göre Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)
şöyle buyurmuştur: “Taze hurmayı, kurusuyla beraber yiyin. Zira Ademoğlu onu
yeyince şeytan öfkelenir…”. Nesâî der ki: “Bu münker bir hadîstir. Bunun
rivâyetinde Ebu Zükeyr teferrüd etmiştir, sâlih bir şeyh’tir. Müslim kendisinden
rivâyet kaydetmiştir, ancak, teferrüd ettiği hadîsi, hoş karşılanacak derecede
sika değildir. Bilakis, imamlar, hakkında zayıf olduğunu belirten mutlak
ifadeler kullanmıştır.” İbnu Maîn: “Zayıftır” der. İbnu Hibban “Onunla ihticâc
edilmez” der. Ukeyli: “Hadisiyle mütabaat bile yapılmaz” der. İbni Adiyy ondan
dört tane münker rivâyet göstermiştir.[9]
Netice olarak İbnu Hacer el-Askalânî, bu iki
tabir hakkında şunu söyler: “Şâz ve münker hadîsler, muhalefette müşterek iseler
de, şâz, sika’nın veya sadûk’un rivayeti, münker de zayıfın rivâyeti olmak
haysiyetiyle ayrılırlar”. İbnu Hacer, ayrıca bunları eşit göreni gafletle itham
eder.
Müteahhirûn, münker’in muhalefet ettiği mukabil
rivâyete ma’ruf, şaz’ın muhalefet ettiği mukabil rivâyete de mahfuz demiştir.
Münker’in kullanılışıyla ilgili olarak şunu da
bilmekte gerek var: Hadîs aslında zayıf olmadığı, bilakîs hasen olduğu halde:
“Falan kimsenin rivâyet ettiği en münker hadîs şudur (enkeru mâ ravâhu fülânun)”
denebilmektedir.
Mesela İbnu Adiyy der ki:
“Büreyd İbnu Abdillah İbni Ebî Bürde’nin en
münker rivâyeti şudur: “Allah bir ümmetin hayrını murad etti mi,
peygamberlerini onlardan önce kabzeder”. Bu tarîk hasendir, râvileri de
sikadır. Hadîsi bazı âlimler sihâh’larına almışlardır. Nitekim bu hadîs,
Müslim’in Sahîh’inde mevcuttur. Şu halde bu ifâde, râviyi övme sadedinde
kullanılmıştır. “Onun en münker rivâyeti bu ise, gerisini sen düşün” mânâsında
takdîrkâr bir söz.
[10]
Tirmizi, Anbese b. Abdurrahman ve Muhammed b.
Zazan gibi iki zayıf ravi senedinde yer aldığı ve başka senedi de bulunmadığı
için “Selam, kelamdan öncedir.” hadisi hakkında “Bu münker bir hadistir,
onu sadece bu senedle biliyoruz” demektedir.
Senedinde tanınmayan bir kişi olan İbrahim b.
Kudame el-Cumahi bulunduğu için “Nebi (s.a.v.) Cuma günü namaza çıkmazdan önce
tırnaklarını keser, bıyıklarını kısaltırdı” anlamındaki hadis için Zehebi, “Bu,
münker bir haberdir.” demiştir.[11]
Ayrıca kesretü’l-ğalat, fartu’l-ğafle ve fısk
gibi ta’n noktalarıyla tenkid edilmiş ravilerin rivayetlerine de münker
denilmektedir.[12]
[1]
İbn Hacer el-Askalâni, Nuhbetü’l-Fiker Şerhi, s. 55; Tecrid Sarih Tercemesi,
1/123; Suphi es-Sâlih, Hadis İlimleri ve Hadis Istılahları (trc. Yaşar
Kandemir), s. 162-163 Talat Koçyiğit, Hadis Istılahları, s. 287; Hayreddin
Karaman, Hadis Usûlü, s. 92.
[2]
öl. 301.
[3]
İbnü’s-Salâh, Ulûmi’l-Hadis, s. 71-72.
[4]
İbnü’s-Salâh, a.g.e., s. 73-74; Nuhbetü’l-Fiker Şerhi, s. 45.
[5]
Suphi es-Sâlih, a.g.e., 162.
[6]
İbnü’s-Salâh, a.g.e., s. 71-72; Suyûtî, Tedribü’r-Râzi, I, 239; Tercid-i
Sarih Tercemesi, I, 123-124; Koçyiğit, a.g.e., s. 287-288.
[7]
İbn Hacer, a.g.e., s. 44-45.
[8]
Ahmet Güç, Şamil İslam Ansiklopedisi: 4/362-363.
[9]
İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/126-127.
[10]
İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/127.
[11]
Mizanu’l-İ’tidal: 1/53.
[12]
İsmail Lütfi Çakan, Hadis Usulü, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Yayınları: 138-139.
Münker hadisler zayıftır, merduddur. Onunla
değil, karşıtı olan ma’rufla amel edilebilir.
[1]
[1]
Talat Koçyiğit, Mücteba Uğur, İ. Hakkı Ünal, İmam-Hatib Liseleri İçin Hadis
Usulü, 12. sınıf: 16.
Metruk hadisler çok zayıftır; hiçbir şekilde
itibar edilemez.
[1]
[1]
Talat Koçyiğit, Mücteba Uğur, İ. Hakkı Ünal, İmam-Hatib Liseleri İçin Hadis
Usulü, 12. sınıf: 16.