Jannah Theme License is not validated, Go to the theme options page to validate the license, You need a single license for each domain name.

Ay: Ocak 2014

  • Hz. İlyâs (A.S)

    Hz.
    İLYÂS (A.S)
    1

    Hz.
    İlyâs (a.s)’ın Kur’ân-ı Kerîm de Zikredilmesi:
    1

    Hz.
    îlyâs (a.s)’ın soyu:
    1

    Hz.
    İlyâs (a.s )’m Daveti:
    1

    Hz.
    İlyâs (a.s)’ın Ölümü:
    3

     

    Hz. İLYÂS
    (A.S)

     

    “Şüphe yok ki,
    İlyâs da (İsrail oğullarına) gönderilmiş peygamberlerdendi. (İlyâs,)
    halkına:’Allah’a karşı gelmekten sakınmaz mısınız? Yaratanların en iyisi olan
    (Allah) ‘ı bırakıp Ba7 (putuna) mı taparsınız?’ demişti. ” (Sajfât:
    37/123-125)

     

    Hz. İlyâs (a.s)’ın Kur’ân-ı Kerîm de Zikredilmesi:

     

    Hz. İlyâs (a.s)’nı
    ismi, Kur’ân-ı Kerîm’in; En’âm Suresinin bir yerinde ve Saffât Suresinin iki
    yerinde olmak üzere toplam üç yerinde geçmektedir. İki yerde ‘Ilyâs’ ifadesi,
    bir yerde ise ‘İlyâsîn’ ifadesi geçmektedir.[1]

    Yüce Allah İlyâs’rn
    ifadesi ile şöyle buyurmaktadır. “ilyâs ‘a (llyâsîn ‘e) selam olsun. [2]

    İbn Kesîr, İlyâsin
    ifadesi iie ilgili olarak şöyle der: “Arap­lar, bir çok isimlerin sonuna
    ‘nun’ harfini eklerler. Örneğin; İsmail’e İsmâîlin, İsrail’e İsrâîn, İlyâs’a
    İlyâsîn derler.[3]

     

    Hz. îlyâs (a.s)’ın soyu:

     

    Soy alimleri, Hz.
    İlyâs (a.s)’rn soyu ile ilgili olarak şöyle derler: İlyâs b. Yâsîn b. Fenhâs b.
    el Ayzâr b. Hârûn.

    Tarihçi İbn Cerir
    et-Taberî, Tarih’inde, Hz. İlyâs (a.s)’m bu soy zincirini tercih edip
    nakletmiştir.[4] Fakat bir çoklarıda, Hz.
    İlyâs için başka bir soy zikretmişlerdir. Yalnız İbn Cerir’in tercih ettiği bu
    soy silsilesi ile ilgili bazı ihtilaflar var­dır. Ancak bunların hepsi; Hz.
    İlyâs (a.s)’ın, Hz. Harun’un zür-riyetinden oluşunda ve böylece soyunun Hz.
    İbrahim (a.s)’a dayandığında ittifak etmişlerdir.

    Hı. İlyâs (a.s),
    kesinlikle İsrail oğulları peygamberlerindendir.[5]

     

    Hz. İlyâs (a.s )’m Daveti:

     

    Hz. îlyâs (a.s)’in
    daveti, İbn Cerîr et-Taberî’nin, Ta-rih’inde, İbn İshâk’tan naklen özetle şöyle
    geçmektedir:

    “Hz. İlyâs (a.s),
    İsrail oğullarını; putlara tapmaktan vaz­geçmeye ve yalnızca bir Allah’a ibadet
    etmeye davet edince, onu dinlemeyip ondan uzaklaştılar. O da:

    – ‘Allahım! İsrâü
    oğulları, davetimi dinlemeyip benden kaçtılar. Senden yüz çevirip başka şeylere
    taptılar. Onlara ver­diğin nimeti geri al’ dedi. Bunun üzerine Allah, ona:

      ‘Onlarm nzık işini, senin eline verdik. Bu
    hususta söz senindir’ diye vahyetti. İlyâs:

     ‘Allahım! Onlara yağmur verme’ diye dua etti.
    Bunun üzerine Allah, onlara, üç yıl boyunca bir damla yağmur yağ­dırmadı. Öyle
    ki hayvanları ve ağaçları (susuzluktan) helak oldu. İnsanlar çok şiddetli bir
    şekilde sıkıntıya düştüler…

    Hz. İlyâs, onlara bu
    bedduayı yapıp gözden kayboldu. Bu­lunduğu yere rızkı geliyordu. Bu nedenle
    İsrail oğulları her­hangi bir evden ekmek kokusu duysalar, İlyâs buradadır
    diyerek içeriye girip Hz. İlyâs’ı arıyorlardı. Fakat her defasında Hz. İlyâs’ı
    bulamayınca, ev halkına kötü davranıyorlardı.

    Bir defasında Hz.
    İlyâs, İsrail oğullarından bir kadının e-vine sığınmıştı. Kadının, Elyesa’ b.
    Ahtûb adında hastalıklı bir oğlu vardı. Kadın, Hz. îlyâs’ı saklayıp onun
    durumunu İsrail oğullarına duyulmamıştı. Kadının bu iyiliği karşısında Hz.
    İlyâs, kadının oğlunun iyileşmesi için dua etmişti. Allah’ta o-nun duasını
    kabul edip çocuğu hastalıktan kurtardı. Bunun ü-zerine çocuk, Hz. İîyâs’a
    inanıp tasdik etti ve ona bağlandı. Hz. İlyâs nereye gitse, onu da beraberinde
    götürüyordu.

    Hz. İlyâs yaşlanmıştı.
    Elyesa’ ise genç bir delikanlı idi… Hz. İlyâs, İsrail oğullarına:

    – ‘Putlara tapmaktan
    vazgeçerseniz, bu sıkıntıyı sizden kaldırması için Allah’a dua ederim’ dedi.
    Bunun üzerine İsrail oğullan, putları kaldırıp attılar. Hz. İlyâs’da, onlardan
    sıkıntı­nın kalkması için Allah’a dua etti. Allah’ta onlardan sıkıntıyı
    kaldırdı. Onlara bolca yağmur gönderdi. Bunun üzerine (ekin­leri ve ağaçlarının
    tekrar yeşermesi sebebiyle) şehirleri can­landı. Fakat onlar, eski hallerinden
    dönmediler ve hakk’a da yapışmadılar. Hz. İlyâs, onların bu durumunu görünce,
    kendi canını alması için Allah’a dua etti. Cenab-ı Allah’ta, onun bu duasını
    kabul edip onun canım aldı ve onun ruhunu, kendi ka­tma yükseltti. Bunun
    akabinde Cenab-ı Allah, Hz. İlyâs’dan sonra Elyesa’yı İsrail oğullarına
    Peygamber olarak gönder-di.[6]

    İbn Kesîr de, Hz.
    İlyâs’m daveti ile ilgili olarak şöyle der: “Hz. İlyâs, Şam’ın batı
    tarafında bulunan Ba’lebek halkına Peygamber olarak gönderilmişti. Onlann, Ba’l
    adım verdikleri bir putu vardı. Onlar bu puta tapıyorlardı. Kur’ân-ı Kerîm, on­ların
    taptığı bu put ile ilgili olarak şöyle demektedir.

    “(İlyâs,
    Peygamber olarak gönderildiği kavmine:) ‘Allah ‘a karşı gelmekten sakınmaz
    mısınız? Yaratanların en iyisi olan (Allah)’ı bırakıp putuna) mı taparsınız?
    Sizin ve evvelki atalarınızın ilahı Allah’a (ibadeti terk ediyorsunuz? Öyle
    mi?)’ demişti. (Saffât: 37/125-126)[7]

    Bazı tarihçilerin
    kaydettiğine göre; Hz. Süleyman (a.s)’dan sonra İsrail oğullarının ülkesi[8] M.O.
    933’te ikiye bölündü:[9]

    Biri, Hz. Süleyman’ın
    sülalesinden gelen bir hükümdar ta­rafından yönetilirdi. Bu hükümdarların ilki,
    Hz. Süleyman’ın oğlu Ruhbeâm’dır.

    İkincisi ise, Hz.
    Yûsuf un oğlu Efrâîm’in torunlarından bi­ri tarafından yönetilirdi. Onların ilk
    hükümdarı ide, Curbeâm’dır.

    İsrail oğulları
    devleti, Hz. Süleyman’dan sonra hükümdar­lar ile ileri gelenler arasında devlet
    yönetimiyle ilgili ihtilaflar çıkması ve aralarında küfür ile sapıklığın
    yayılması sebebiyle dağıldı.

    İsrail oğullarından
    Ehâb adında bir hükümdar, (Sayda prensesi olan putperest) hanımının, kendi
    kavminin (inancı olan) putperestliği İsrail oğulları içerisinde yaymasına göz
    yumdu. Çünkü bu kadının kavmi, putlara tapıyordu. Böylece İsrail oğulları
    içerisine putperestlik (tekrar) yayıldı. İsrail oğul­ları, Kur’ân-ı Kerîm’in de
    bildirdiği Ba’l adında bir puta tapmaya başlamışlardı. Bunun üzerine Yüce
    Allah, -davetini an­lattığımız- Hz. İlyâs’ı, onlara Peygamber olarak gönderdi.[10]

     

    Hz. İlyâs (a.s)’ın Ölümü:

     

    Hz. İlyâs (a.s)
    ölünce,[11]
    Cenab-ı Allah, İsrail oğullarını düzeltmesi ve doğru yola getirmesi için onlara
    Elyesa’ adında bir Peygamber gönderdi. Bunun üzerine Elyesa’ (a.s), onları,
    (tapmakta oldukları putları bırakıp) bir ve kahhar olan Allah’a ibadete davet
    etti.[12]

     



    [1] Bununla ilgili olarak b.k.z: Eıfâm: 6/85; Saffât:
    37/123, 130 (ç)

    [2] Saffât: 37/130

    [3] İbn Kesîr, el-Bidaye ve’n-Nihâye, 1/339

    Muhammed Ali Sâbûnî,
    Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 665.

    [4] İbn Cerîr et-Taberî, Tarîhur-RüsüI vel-Mülûk, 1/239
    (ç)

    [5] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen
    Yayınları: 665-666.

    [6] îbn Cerîr et-Taberî, Tarîhu’r-Rüsûl vel-Mülûk, 1/239-240
    (ç)

    [7] îbn Kesîr, el-Bidaye ve’n-Nihâye, 1/339 (ç)

    [8] İsrail oğullarının kurduğu birleşik devletin üç
    hükümdarı oldu. Tâlût (m.ö. 1020 1004), Hz. Dâvud (M.Ö. 1004-985) ve Hz.
    Süleyman (M.Ö. 965-926). Bu hüküm­darlar, Hz. Musa’nın yarıda bıraktığı işi tamamlayıp
    Filistin’i tamamen ele geçirdiler.

    [9] Hz. Süleyman’dan sonra Filistin devleti İkiye bölündü.
    Bunlardan birincisi, Fi­listin’in kuzey bölgeleri ile Ürdün’ün önemli bir
    bölümünü içme alan bu İsrail def­lerinin başkenti, Sameriyye idi.İkincisi ise
    Güney Filistin ile Âdum’u içine alan Yahûdiyye devletinin başkenti, Kudüs İd

    [10] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen
    Yayınları: 666-669.

    [11] Görüldüğü üzere yazar, Hz. İlyâs (a.s)’ın, bedenen
    Allah katına yükseldiği ve halen yaşamakta olduğu ile ilgili İsrâilî görüşü
    kabul etmeyip öldüğü görüşünü savunmaktadır. Çünkü Hz. İlyâs’m, gök yüzüne
    çıkarıldığı ile ilgili ol arak; Tevrat, ikinci Krallar, 2/11’e bakılabilmir.
    Hz. İlyâs’m, normal bir insan gibi bu dünya dan gelip geçtiğini ifade eden
    rivayetler, çok kuvvetli mantıkî deliller içermektedir. Bununla ilgili olarak
    b.k.z: Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslamî Kaynaklara Göre Peygamberler, s.
    229-230 (ç)

    [12] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen
    Yayınları: 669.

  • Hz. Dâvud (A.S)

    Hz.
    DÂVUD (A.S)
    1

    Hz.
    Dâvud (a.s )’ın Kur’an da zikredilmesi
    1

    Hz.
    Dâvud (a.s)’ın Soyu:
    1

    Hz.
    Dâvud (a.s )’in İsrail oğulları Arasındaki Yeri:
    1

    Hz.
    Dâvud (a.s)’m Risaleti ve Daveti:
    4

    Yüce
    Allah’ın, Sadece Hz. Dâvud (a.s)’a Verdiği Özellikler:
    5

    Hz.
    Dâvud (a.s)’a Karşı Yapılmış Büyük Bir Yalan:
    5

    Hz.
    Dâvud (a.s)’ın Ölümü:
    8

     

    Hz. DÂVUD
    (A.S)

     

    “Gerçekten Biz,
    bazı peygamberleri (diğerlerinden) üstün kıldık; Davud’a da Zebur’u gönderdik
    ” (İsrâ: 17/55)

     

    Hz. Dâvud (a.s )’ın Kur’an da zikredilmesi

     

    Hz. Dâvud (a.s )’ın
    adı; Bakara, Nisa, Mâide, En’âm, İsrâ, Enbiyâ, Nemi, Sebe’, Sâd Surelerinde
    olmak üzere Kur’ân-ı Kerîm’in toplam 16 yerinde geçmektedir.[1]

    Hz. Dâvud (a.s),
    İsrail oğulları peygamberlerinden olup Hz. Ya’kûb (a.s)’ın oğlu Yahûzâ’nm
    soyundan gelmektedir.

    Yüce Allah, Hz. Dâvud
    (a.s)’a, hem peygamberlik hem de hükümdarlık verdi. Dünya ve ahiretin hayrını
    birlikte verdi. Çünkü, Dâvud (a.s), oğlu Hz. Süleyman (a.s) gibi, hem Pey­gamber
    ve hem de hükümdar idi. [2]

     

    Hz. Dâvud (a.s)’ın Soyu:

     

    Hz. Dâvud (a.s)’m soyu
    şu şekildedir: Dâvud b. Işâ b. Uveyd. Yahûzâ b. Ya’kûb b. İshâk b. İbrahim
    (a.s)[3]

    Tevrat ve İncîl ehli,
    Hz. Dâvud (a.s)’m soyunun, kendi ki­taplarında ayrıntılı bir şekilde geçtiğini
    söylemektedirler. Yine bunlar, Hz. Dâvud (a.s)’m, Hz. Ya’kûb’un oğlu Yahûzâ’nm
    soyundan geldiği konusunda tamamen görüş birliğine varmış­lardır.

    Hz. Dâvud (a.s), Hz.
    Mûsâ (a.s)’dan sonra kendilerine se­mavi kitap indirilen peygamberlerden
    biridir. Çünkü Allah, ona, Zebur adlı ilahi kitabı vermiştir. Yüce Allah
    bununla ilgili olarak şöyle buyurmuştur:

    ” Davud’a da
    Zebur’u verdik.” [4]

     

    Hz. Dâvud (a.s )’in İsrail oğulları Arasındaki
    Yeri:

     

    Hz. Mûsâ ile Hz.
    Harun’un ölümünden sonra İsrail oğulla­rı peygamberlerinden Yûşa’ b. Nûn
    denilen bir Peygamber, onların basma geçti. Bu Peygamber, onları, Mûsâ
    peygamberin lisanı üzere Tevrat’ta onlara vaat etmiş olduğu Arzı Mukaddes
    (Kutsal Şehir) denilen Filistin’e onları soktu. Ele geçirilen ar a-ziyi
    aralarında bölüştürdü. Ölünceye kadar da onların işi erini yürüttü. O öldükten
    sonra İsrail oğullarının işlerini, kendi içi e-rinden 356 yıl müddetle
    “kadılar” üstlendi. Bu ara döneme, “Kadılar Dönemi”
    denilir.

    Bu ara dönemde İsrail
    oğullarının üzerine zayıflık ve gü ç-süzlük çöktü. İçlerinde masiyetler ve
    kötülükler yayıldı. Şeriatı zayi ettiler. Saflarına putçuluk girdi. Bundan
    dolayı d a Yüce Allah, onların üzerine, kendilerine yakın toplulukları musallat
    etti. Bu sebeple de Amâlika, Aramiler, Filistinliler ve daha bir çok toplulukla
    savaştılar. Bu düşmanlarına karşı yaptıkları savaşlann çoğunu kazanamayıp
    yenildiler.

    İbn Cerîr et-Taberi,
    “Tarihlinde derki: “Sonra İsrail oğul­larının işleri karıştı.
    Aralarında günahlar ve hatalar çoğaldı.

    Peygamberlerden
    öldürebildiklerini öldürdüler. Bunun üzerine Allah, onlara gönderdiği peygamberlerin
    yerine; onlara zulmeden ve kanlarını döken zorba hükümdarlar musallat etti.
    Yine onlara, bunlardan başka düşmanlar da musallat etti. Düşmanlarından biriyle
    dövüştüklerinde, yanlarında bir ‘Misak-ı Tabut’ bulunurdu. Ehli kitap, bu
    sandığı, ‘Anlaşma Sandığı’ (Ahd-ı Tabut) diye adlandırmıştı. Bu sandığın içe
    ri-sinde, Tevrat’ın yazılı olduğu levhalar ile Hz. Mûsâ (a.s)’ın asası
    bulunmaktaydı. Nitekim şu ayeti kerime, buna işaret etmektedir:

    “Peygamberleri,
    onlara: ‘Tâlût’un hükümdarlığının ala­meti, Tabut’un size geri gelmesidir. Onun
    içinde, Rabbinizden size bir ferahlık ve sükunet, meleklerin taşıdığı, Mûsâ ile
    Hâ-rûn ailesinin bıraktıklarından bir miktar bakiyye vardır. ” (Ba­kara:
    2/248)

    İsrail oğullan, bu
    sandığın bereketi ile savaş kazanmayı umuyorlardı. Gazze ve Askalanlılarla
    yaptıkları bir savaşta, yenildiler. Bunun üzerine düşmanları, sandığı İsrail
    oğullarının ellerinden aldılar. Bu olay üzerine İsrail oğullarının hükümd a-n,
    (sandığı kaybetmenin verdiği) üzüntüden öldü. İsrail oğullar, çobansız koyun
    sürüsü gibi ortada kaldılar. Nihayet Allah, onlara, peygamberlerden
    “Şamuyel” denilen bir peygamberi gönderdi. Kitap ehli, buna, “Samueî”
    demektedir…İsrail oğulları, bu peygamberden, düşmanlarına karşı savaşmak için
    ke n-di içlerinden birisini başlarına bir hükümdar tayin etmesini istediler.[5]

    Yüce Allah, İsrail
    oğullarının işlerini Kur’ân-ı Kerîm’de bize şöyle anlatmaktadır:

    “Mûsâ ‘dan sonra,
    İsrail oğullarından ileri gelen kimseleri görmedin mi? Ne yaptılar! Kendilerine
    gönderilmiş bir pey­gambere:  ‘Bize bir
    hükümdar gönder ki, başımıza geçsin de

    Allah yolunda
    savaşalım’ dediler. (Peygamber, onlara:) ‘Size savaş yazılır da ya
    savaşmazsanız!’ dedi. (Onlarda:) ‘Yurtla­rımızdan çıkarılmış, çocuklarımızdan
    uzaklaştırılmış olduğu­muz halde neden savaşmayalım?’ dediler. Üzerlerine savaş
    yazılınca, içlerinden pek azı hariç geri dönüp kaçtılar. Al-lahzalimleri iyi
    bilir. [6]

    Peygamberleri,
    Allah’tan gelen bir vahiy ile, onların üze­rine, Tâlût’u hükümdar yaptı.
    Tâlût’u, onların üzerine hüküm­dar yapmasının sebebi, Tâlût’un güçlü bedeni ile
    bilgiye sahip olmasından dolayı idi. Fakat İsrail oğulları, Tâlût’un hüküm­dar
    olarak üzerlerine atanmasını kabul etmeyip peygamberlerine:

    “Biz hükümdarlığa
    daha layık olduğumuz halde, kendisine servet ve zenginlik yönünden geniş
    imkanlar verilmemişken, o, bize nasıl hükümdar olur?’ dediler, (peygamberleri
    de, onla­ra:) ‘Allah, onu, sizin üzerinize seçti. Bilgi ve beden yönünden ona,
    sizden daha çok üstünlük verdi. Allah, mülkünü dilediğine verir, Allah, her
    şeyi kuşatır ve her şeyi bilendir’ dedi.[7]

    Tâlût, İsrail oğulları
    üzerine hükümdar olunca, Allah, İsra­il oğullarının elinden çıkmış bulunan
    sandığı ona geri vermek suretiyle onu desteklemiştir…

    Tâlût, güçlü ve
    kuvvetli bir ordu kurup düşmanları ile savaşmak için yola çıktı. Yolda
    giderken, önlerine bir nehir çıktı. Zor çöl yolculuğundan ötürü ordusu son
    derece susadığından onları imtihan etmek istedi. Bunun için ilk önce, bu
    nehirden, susuzluklarını gidermek için yalnızca bir yudum su içenin dışında su
    içmelerini yasakladı. Bu, Tâlût’un, ordusunun dayanıklılığını ve irade
    güçlerini ölçmek için yaptığı bir imtihan ve deneme idi. Yüce Allah, bu konu
    ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:

    “Tâlût askerlerle
    beraber (cihad için bulunduğu memle­ketten) ayrılınca: ‘Biliniz ki, Allah sizi
    bir ırmakla imtihan e-decek. Kim ondan içerse benden değildir. Ancak eliyle bir
    avuç içen hariç, kim ondan hiç tatmazsa, bendendir’ dedi. İçle­rinden pek azı
    hariç hepsi ırmaktan içtiler.[8]

    Bu olay üzerine Tâlût
    ile birlikte sadece 319 kişi kaldı.

    Süddi’nin ifadesine göre;
    askerlerin toplam sayısı 80.000 kişi idi. Bu kimseler, zayıf iradeli kimseler
    olmalarında dolayı geri döndüler. Çünkü Tâlût, onlarla birlikte düşmana karşı
    sa­vaşmak istemedi. Putperest Filistinlilere karşı savaşmak için emrine uyan bu
    bir avuç insanı yeterli buldu. Düşman ordusu­nun komutanı, Câlût denilen
    insanları korkutan şiddetli zorba bir kimse idi. İsrail oğulları ondan korkup:

    “Bugün bizim
    Câlût’a ve askerlerine karşı koyacak bir hiçbir gücümüz yoktur’ dediler.
    Kendilerinin, sonunda Al-lah’m huzuruna varacaklarını bilenler, kendi
    aralarında: ‘Nice az kişiler vardır ki, sayıca kendilerinden çok olan
    topluluklara Allah ‘in izniyle galip gelmiştir. Allah, sabredenlerle beraber­dir’
    dediler.[9]

    Câlût, (ilk önce)
    karşılıklı dövüşmek istiyordu. Karşısına, Hz. Ya’kûb’un oğlu Yahûzâ’nın
    soyundan gelen Dâvud adında küçük bir genç çıktı. Yalnız onun gibi yaşça küçük
    birisinin, savaş meydanına çıkması hiç hesapta yoktu. Çocuğu karşısın­da
    görünce, onu çok küçümseyerek:

    – ‘Geri dön. Çünkü
    seni öldürmeye acıyorum’ dedi. Dâvud’da, ona:

    ‘Fakat ben seni
    öldürmek istiyorum’ dedi…

    Bunun üzerine ikisi
    arasında karşılıklı savaş meydana ge­lip Dâvud, Câlût’u öldürdü. Câlût’un
    ordusu, çok kötü bir şekilde yenildi. Böylece Dâvud (a.s), tam bir zafer
    kazandı. Yü­ce Allah bununla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:

    “Allah’ın izniyle
    Câlût’un ordusunu yendiler. Dâvud, Câlût’u öldürdü. Allah, Davud’a, hükümdarlık
    ve hikmet (pey­gamberlik) verdi. Dilediği ilimlerden ona öğretti… [10]

    Bu zamandan itibaren
    Dâvud (a.s)’m adı, İsrail oğulları arasında yayıldı. Allah, İsrail oğullarını,
    önceki perişanlık ve zilletten kurtardı. Onun önderliğinde bir çok zaferler
    kazandı­lar ve üstünlükler elde ettiler,

    İsrail oğulları,
    Tâlût’un Ölümünden sonra toplanıp hüküm­dar olması hakkında bu genç delikanlıya
    biat ettiler. Böylece daha yaşı, 30 bile değilken onlara hükümdar oldu… Halk
    ara­sında adaletle hüküm verir, hepsine eşit davranır, Tevrat’ın hükümlerini
    aynen uygulardı. Nihayet Yüce Allah, ona, vahiy yoluyla dört semavi kitaptan
    biri olan Zebur’u indirdi. [11]

     

    Hz. Dâvud (a.s)’m Risaleti ve Daveti:

     

    Hz. Dâvud (a.s) 40
    ulaşınca, Yüce Allah, ona, hem hü­kümdarlık ve hem de peygamberlik verdi…
    Onu, İsrail oğulla­rına Peygamber olarak gönderdi. İçerisinde öğütler,
    ibretler, incelikler ve zikirler bulunan Zebur’u ona indirdi. Ayrıca ona,
    hikmet (peygamberlik) ve (hakkı batıldan) ayırt edici söz söy­leme kabiliyeti
    verdi.

    Hz. Dâvud (a.s)’in
    sesi çok güzeldi. Güzel kaside ve ilahi­ler okurdu. Güzel sesi, (insanlar
    arasında) örnek olarak anlatı­lır oldu. Bundan dolayı (güzel sesli kimselere):
    “Davud’un mizmar (kaval)lartndan bir mizmar verildi.” denilir.

    Ebu Mûsâ el-
    Eş’ari’nin sesi de güzeldi. Bir gün Kur’an okurken, Resulullah (s.a.v) onun
    sesini işitip durdu. Onun Kur’an okuyuşunu dinledi. Güzel sesi ve harika Kur’an
    okuyuşu hoşuna gitti. Ona:

      ‘Sana Dâvud ailesinin nıizmarlanndan bir
    mizmar veril­di’ buyurdu. Ebu Mûsâ:

      ‘Ey Allah’ın Rasulü! Kur’an okuyuşumu
    dinliyor muy­dun?’ diye sordu. Resulullah (s.a.v.)’de:

      ‘Evet’ diye cevap verdi. Ebu Mûsâ:

      ‘Beni dinlediğinizi bilseydim, Sizin için
    sesimi daha da güzelleştirirdim’ dedi.[12]

    Hz. Dâvud (a.s)
    Zebur’u okuduğunda, uçan kuşlar; en ya­kın yere konar, onu dinler, sözlerini
    onunla birlikte tekrar e-derlermiş. Hatta dağlar bile sabah akşam onun okuyuşuna
    eşlik edermiş.Kulakların bir benzerini daha duymadığı bir sesle Ze­bur’u
    okurmuş.Cinler, insanlar ve kuşlar onun sesini duymak için etrafına
    toplanırlarmış. Hatta bunlardan bazısı, (onu) din­leyeceğim diye beklerken
    acından ölürmüş.[13]

    Hz. Dâvud (a.s ), o
    tatlı güzel sesiyle Allah’ı teşbih ve hamd eder, içerisinde Yüce Allah’ın sözü
    olan Zebur’u okuyup dağlar ve kuşlarda onunla birlikte (Allah’ı) teşbih
    e-derlerdi.Yüce Allah bu konuda şöyle buyurmuştur:

    “Doğrusu Biz,
    sabah akşam Dâvud’la birlikte teşbih eden dağları ve toplu halde huşları, onun
    emri altına vermiştik.[14]

    Yine Yüce Allah
    konuyla ilgili olarak şöyle buyurmakta­dır:

    “And olsun ki
    Davud’a tarafımızdan bir üstünlük verdik. ‘ey dağlar ve kuşlar! Onunla birlikte
    teşbih edin dedik. ‘Ona, demiri de yumuşattık.[15]

    Hz. Dâvud (a.s,)
    Zebur’u; acıklı ve süratli bir şekilde okumasına rağmen (okuduğu cümlelerin
    anlamlarını) düşünüp taşınır, bir terennüm ve nağmeli bir sesle okurdu. Okurken
    huşuyu da ihmal etmezdi. Bu husus hadisi şerifte şöyle geç­mektedir:

    “(Zebur’u)
    okumak, Davud’a kolaylaştırıldı. Hayvanının eyerlenmesini emrederdi de hayvanı
    eyerleninceye kadar ken­disi Zebur’u okumuş olurdu. Elinin kazancından başka
    bir şey deyemezdi.[16]

    Hz. Dâvud (a.s); bu
    büyüklüğüne, hükümdarlığına ve üs­tün makamına rağmen Yüce Allah’a çokça ibadet
    ederdi.

    Hz. Dâvud (a.s),
    geceleri ibadet eder, gündüzleri oruç tu­tar, Gününün büyük bir bölümünü
    mescidde veya namazga­hında geçirirdi. Çünkü Hz. Dâvud (a.s), ibadet, taat,
    salih a-meller hususunda bitmek tükenmek bilmeyen bir güce sahipti. Yüce Allah
    bununla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:

    “(Ey Muhammedi)
    Kulumuz ve o kuvvet sahibi Davud’u hatırla. Çünkü o, Allah ‘a yönelendi.[17]

    Abdullah ibn Abbas
    derki: “(Ayette geçen ‘eyd’ kelimesi, ‘taatte ve ibadette güçlü olmak’ (anlamını
    ifade eder).”

    Buhârî ile Müslim’in
    Sahîh’lerinde konu ile ilgili şöyle bir hadis geçmektedir:

    “Allah’ın en çok
    sevdiği namaz, Davud’un namazıdır. Al­lah’ın en çok sevdiği oruç, Davud’un
    orucudur. O, gecenin yansında yatar, üçte birinde (kalkıp) ibadet ederdi.
    Altıda bi­rinde uyurdu. Bir gün oruç tutar ve bir gün oruç tutmazdı. Düşmanla
    karşılaştığında da kaçmazdı.[18]

     

    Yüce Allah’ın, Sadece Hz. Dâvud (a.s)’a Verdiği
    Özellikler:

     

    1.  Dağların, sabah akşam Hz. Dâvud ile birlikte teşbih
    etmeye amade kılınması,

    “Doğrusu Biz,
    sabah akşam Dâvud’la birlikte teşbih eden dağlan, onun emri altına vermiştik. [19]

    2.  Zebur’u okurken, onunla birlikte kuşların da ona eşlik
    etmesi.

    “Kuşları da (onun
    emri altına vermiştik) Hepsi de ona yo-nelmekteydi.[20]

    3. Hz.
    Davud’a, kuş dilinin öğretilmesi. “Bize, kuş dili öğretildi. [21]

    4. Demiri,
    elinde hamur gîbi yumuşatması. “Davud’a, demiri yumuşattık.[22]

    5. Yüce
    Allah’ın, Hz. Davud’a, savaş tehlikesine karşı zırh yapma sanatım öğretmesi.

    “Davud’a, savaş
    sıkıntılarınızdan sîzi koruması için zırh

    yapmayı öğrettik.[23]

    6. Yüce
    Allah’ın, Hz. Davud’un hükümdarlığını güçlendi­rip düşmanlarına karşı onu
    muzaffer ve kavmine karşı ise, heybetli kılması.

    “Davud’un
    hükümdarlığım güçlendirdik. [24]

    7. Yüce
    Allah’ın, Hz. Dâvud (a.s)’a; hikmet (peygamber­lik) ve (hakkı batıldan) ayırt
    edici söz söyleme kabiliyeti ver­mesi

    “Davud’a, hikmet
    (peygamberlik) ve (hakkı batıldan) ayırt edici söz söyleme kabiliyeti verdik. [25]

     

    Hz. Dâvud (a.s)’a Karşı Yapılmış Büyük Bir Yalan:

     

    Bazı tefsirciler,
    senedi sağlam olmayan ve inanılması da caiz olmayan Ehli kitaptan gelene
    dayanarak bir kısım İsrâili rivayetleri tefsir kitaplarında nakletmekle çok
    çirkin bir hata işlemişlerdir. Çünkü bu rivayetler, hem Ehli kitabın
    saçmalık-lanndandı. Hem de ‘Peygamberlerin Masuiyeti’ (Günahsız­lığı)
    konusundaki Müslümanların akidesine ters düşmektedir.

    İşte araya bu batıl
    hikayelerden birisi de, Hz. Dâvud (a.s)’ın, ordu komutanının hanımına aşık
    olması meselesidir. Hikayenin özeti şu şekildedir:

    “Dâvud, evinin
    damında gezinirken, banyo yapan bir ka­dın görüp (aşık olup) şaşkınlıktan
    düşecek olmuş. Bu kadın, askeri komutanlarından ‘Uriya’ adında bir komutanının
    hanımı idi. Ondan kurtulup hammıyla evlenmek istedi. Bu sebeple adamın eline
    bayrağı vermiş ve (ordunun) başına geçirip onu savaşa göndermiş. Askerlerine
    de, düşmanla karşılaştıkları sı­rada onu ön safta yalnız bırakıp ondan geride
    kalmalarını öğütlemiş. Bu vesileyle adam, öldürülmüş. Dâvud’da aşık olduğu bu
    kadınla evlenmiş.[26]

    Ehli kitap, Davud’un,
    kadının kocasının yokluğunda ka­dınla zina ettiğini, sonra da o adamdan kurtul(up
    aşığına kavuş)mak için böyle bir hileye başvurduğunu ve Süleyman’ın da aşık
    olduğu bu kadından doğduğunu iddia etmişlerdir.[27]

    Bu yüce peygambere
    karşı daha bir çok saçma sapan yalan ve iftiralar ortaya atmışlardır. İşte bu
    hikaye de, Hz. Davud’a karşı uydurulmuş bir hikayedir…

    Ehli kitabın
    kitaplarını okuyan kimseler, o kitapların içeri­sinde, peygamberlerin, büyük
    günah işlediklerine ilişkin bir çok mesele bulur. Onlar, bu hikayeleri, kendi
    işledikleri suçları ve büyük günahları temize çıkarmak için uydurmuşlardır.

    İbn Kesîr derki:
    “Tefsirciİerin bir çoğu, bu hususta bir çok hikayeler ve haberler
    anlatmışlardır. Bunların çoğu da, İsrâiliyyattır. Bir kısmı da, tereddütsüz
    uydurma ve yalandır.

    Beyzavî’de derki:
    “Hz. Davud’un, Uriya’yı ordunun başı­na geçirip birkaç kez savaşa
    göndererek öldürttüğü ve böylece hanımıyla evlendiğinin söylenilmesi, kupkuru
    bir iftiradır. İşte bundan dolayıdır ki, Hz. Ali: ‘Kim kıssacıların, Hz. Dâvud
    hakkında rivayet ettiklerini anlatırsa, ona, yüz altmış sopa vururum’ demiştir.[28]

    Bu iftira ve yalan,
    bir Peygamber hakkında olduğu için a-ğıriaştırılmış bir iftira cezası (haddi
    kazif) dır. Fakat Kur’ân-ı Kerîm’in anlattığı kıssanın içinde; Hz. Dâvud
    (a.s)’ın masu-miyetliğini zedeleyen ve Ehli kitabın anlattığı iftira ve yalan
    ile ilgili herhangi bir bilgi asla yoktur.

    Ne yazık ki bazı
    tefsirciler, bu İsrâiliyyat haberleri tahkik ve tespit etmeden (tefsirlerine)
    almışlardır…

    Bazı insanların
    hakkında hataya düştükleri ayeti kerimeleri alıp araştırmacı tefsircilerin
    anlattıkları bir şekilde bu ayetlerin anlamlarını açıklayacağız.

    Yüce Allah, Sâd
    Sûresinde bu konu ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:

    “(Ey Muhammedi)
    Sana davacıların haberi ulaştı mı? Mabedin duvarına tırmanıp Davud’un yanına
    girmişlerdi de Dâvud onlardan ürkmüştü. (Onlar:) ‘Korkma. Biz birimizin
    diğerine haksızlık ettiği iki hasım davacıyız. Aramızda adaletle hükmet,
    haksızlık etme. Bizi, doğru yolun ortasına götür’ dedi­ler. (İçlerinden biri:)
    ‘Bu kardeşimin doksan dokuz koyunu var. Benimse, bir tek koyunum var. Böyle
    iken onu da bana ver deyip tartışmada beni yendi’ dedi. Dâvud: ‘And olsun ki,
    senin koyununu kendi koyunlarına katmak istemekle sana haksızlıkta bulunmuştur.
    Doğrusu ortakçıların çoğu, birbirlerinin hakla­rını gasp ederler. Yalnız iman
    edip de iyi işler yapanlar müs­tesna. Bunlar da, ne kadar az!’ dedi. Dâvud,
    kendisini denedi­ğimizi sandı da Rabbine mağfiret dileyerek eğilip secdeye ka­pandı,
    tevbe edip Allah’a yöneldi.[29]

    Araştırmacı
    tefsircilerin kaydettiğine göre, olayın detayı şu şekildedir: Hz. Dâvud (a.s),
    yaptığı işleri günlere ayırmıştı; bir gününü ibadete, bir gününü (insanlar
    arasında meydana gelen problemler hakkında) hüküm vermeye, bir gününü vaaz ve
    irşada, bir gününü de kendisine ayırmıştı…

    Halvet gününde,
    melekler, insan şeklinde odasının duvarı­nı tırmanıp onun yanma girmişlerdi. (O
    gün) kapıda bir bekçi durup onun yanına girmek isteyenleri engellerdi. (İşte
    böyle bir günde) Hz. Dâvud (a.s), ansızın Önünde bazı insanlar gö­rünce
    onlardan ürkmüştü. Onlar ise, ona:

    “Korkma. Biz,
    aramızda bir dava olan kimseleriz. ‘Birimiz diğerine haksızlık etti. Aramızda
    adaletle hükmet, haksızlık etme.’ (Sâd: 38/22) Yani hüküm verirken, haksızlık
    etme ve zulmetme. ‘Bizi, doğru yolun ortasına götür’ (Sâd: 38/22) Ya­ni hakkın
    kendisine ki o da, adalettir. (İçlerinden biri:) ‘Bu kardeşimin doksan dokuz
    koyunu var.’ (Sâd: 38/23) Bu da, dişi koyundur. Burada dişi koyun sözü,
    kadından kinayedir. Çünkü onun yanında 99 kadın vardı. Benimse, bir tek koyu­num
    var. Böyle iken onu da bana ver deyip tartışmada beni yendi’ dedi. (Sâd: 38/23)
    yani münakaşada bana üstün geldi. Bunun üzerine Dâvud ona şöyle cevap verdi:
    ‘And olsun ki, senin koyununu kendi koyunlarına katmak istemekle, sana hak­sızlıkta
    bulunmuştur.’ (Sâd: 38/24) burada o kişinin yaptığını çirkin görme ve
    açgözlülüğünü ayıplama vardır. Çünkü o kişi, 99 dişi koyunu(karısı) olduğu
    halde diğerinin bir dişi koyunu­nu (karısını) kendisininkine katmak istemiştir.
    ‘Dâvud, kendi­sini denediğimizi sandı.’ (Sâd: 38/24) yani onu imtihan ettiği­mizi
    bildi, inandı. ‘Rabbine mağfiret dileyerek eğilip secdeye kapandı,  tevbe 
    edip  Allah’a  yöneldi.’  
    (Sâd:   38/24)   yani Rabbine dönüp tövbe etti. Çünkü Hz.
    Dâvud (a.s) davalı kim­senin sözünü dinlemeden hızlı bir şekilde hüküm vermeye
    ça­lışmıştı. Bu ise, bir hak gaspıdır. Çünkü iki tarafın sözünü tam olarak
    dinlemeden hüküm vermek caiz değildir.

    Olay, bundan
    ibarettir, Buna ilave edilecek bir şey yoktur. Çünkü Hz. Dâvud (a.s) kendisine
    gelecek herhangi bir kötülü­ğe karşı (korunmak için) Rabbine istiğfar etmişti.
    Zira Hz. Dâvud (a.s) mihrabı tırmanıp yanma giren kimselerin, kendisi­ne bir
    zarar ve kötülük vereceklerini düşünerek, onları suikast­çı zannedip öldürmeyi
    içinden geçirdi.Bu olayda Ehli Kitabın ortaya attığı iftira ve yalan ile ilgili
    herhangi bir şey yoktur. Bu olayda Hz. Davud’un, ordu komutanının hanımına
    sevgisi ve aşkı nerededir?Yine savaşta komutanım ordusunun başına ge­çirip
    öldürttükten sonra onun karısını ele geçirmek için planlar hazırlaması bu
    olayın neresindedir? Bu, çok büyük bir yalan ve iftiradır.

    Biz ehli kitabın,
    kendi Resullerine ve nebilerine iftira at­malarına şaşmıyoruz. Biz, bazı
    müslüman alimlerin, peygam­berlere ilişkin bu tür İsrâiliyyat kaynaklı
    hikayelere ve iftirala­ra aldanıp bunlara, kitaplarında (gerçekmiş gibi) yer
    vermele­rine ve hatta daha da ileri giderek bunları, Kur’an kıssaların­dan
    biriymiş gibi anlatmalarını garipsiyoruz. Bu masallar Pey­gamberlik makamındaki
    Hz. Dâvud a.s )a hiç yakışır mı? Çünkü Yüce Allah, Hz. Dâvud (a.s) hakkında:

    “O, ne güzel bir
    kuldu! Doğrusu o, daima Allah’a yöne­lirdi, ” (Sa ‘d: 38/30),
    “Yanımızda onun yüksek bir makamı ve güzel bir geleceği vardır.” (Sa
    ‘d: 38/25), ve “Ona, hikmet (peygamberlik) ve (hakkı batıldan) ayırt edici
    konuşma kabiliyeti vermiştik ” “(Sa ‘d: 38/20) buyurmuştur.[30]

    Bundan daha garip
    olanı; Hz. Dâvud (a.s) hakkında buna benzer açık hikaye ve iftiralara Tevrat’ta
    rastlamamrzdır. Çün­kü Tevrat’ta Hz. Dâvud (a.s) ile ilgili yine şöyle bir
    iftira geç­mektedir:

    “Dâvud, putperest
    hanımlarının isteklerini yerine getirmek için put tapmağına girip orada dini
    ayinlere katılıyordu.”

    Derim ki: Alimlerin
    rivayetleri naklederken onların kay­nağını araştırmaları özellikle de Ehli
    kitabın kitaplarında geçen İsrâili hikayeleri alıp anlatırken (naklederken)çok dikkatli
    ol­malıdırlar. Çünkü Semavi kitapların içerisine tahrif ve bozul­ma
    girmiştir.Bu tür hikayelerin hepsi, temiz islamm temiz aki­desine aykırı olup
    batıl ve reddedilmiş haberlerdir. [31]

     

    Hz. Dâvud (a.s)’ın Ölümü:

     

    Ehli kitap:
    “Dâvud, 77 yıl yaşadı, sonrada öldü” der. İbn Cerir, bu görüşü kabul
    etmeyip şöyle der:

    “Bu görüşte bir
    yanlışlık var. Çünkü Hz. Dâvud (a.s), 100 yıl yaşadı. Bu, İmam Ahmed’in rivayet
    ettiği şu hadiste geç­mektedir:

    “Âdem, kendi
    zürriyeti, belinden çıkartıldığı zaman arala­rında peygamberleri gördü, bu
    peygamberler arasında parlak yüzlü birisini görüp:

       ‘Ey Rabbim! Bu da kimdir?’ diye sordu.
    Cenabı Al­lah’ta:

      ‘Bu, senin oğlun Dâvud’dur’ diye cevap verdi.
    Adem:

    – ‘Ey Rabbim! Bunun
    ömrü ne kadar olacaktır’ diye sordu. Allah:

     ‘Altmış yıl olacaktır’ diye cevap verdi. Adem:

      ‘Ey Rabbim! Bunun ömrünü artır’ dedi.

    – ‘Hayır, olmaz. Ancak
    senin ömründen alıp onunkine ka­tarım’ dedi.

    Âdem peygamberin ömrü,
    1000 yıl idi. Cenabı Allah, onun ömründen 40 yılı alıp Dâvud’unkine ekledi. Bu
    hesaba göre, Âdem’in ömrü sona erdiğinde, ölüm meleği, Âdem’in ruhunu teslim
    almak için yanma geldi. Âdem:

    ‘Daha benim 40 yılım
    var’ dedi. Kendi ömründen 40 yılı Dâvud peygambere verdiğini unutmuştu. Bunun
    üzerine Ce­nabı Allah, Âdem’in ömrünü yine 1000 yıla ve Dâvud’unkini ise, 100
    yıla tamamladı.[32]

    Hz. Dâvud (a.s)’m
    hükümdarlığı böylece 40 yıl daha sûr­du. Allah’ın salat ve selamı, onun ve
    diğer peygamberlerin üzerine olsun. [33]

     



    [1] Bununla ilgili olarak b.k.r.Bakara: 2/251; Nisa:
    4/163; Mâide: 5/78; En’âm: 6/84; İsrâ: 17/55; Enbiyâ: 21/78, 79; Nemi: 27/15,
    16; Sebe’: 34/10, 13; Sâd: 38/17, 22, 24, 26, 30

    Hz. Dâvud (a.s)’m
    kıssası, ise şu sürelerde geçmektedir: Bakara: 2/246-251;

    Enbiyâ: 21/78-80; Nemi:
    27/15-16, Sebe’: 34/10-11; Sâd: 38/17-26 (ç)

    [2] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen
    Yayınları: 622.

    [3] Hz. Dâvud (a.s)’m soyu için b.k.z: îbn Cerîr
    et-Taberi. Tarih, 1/247; İbnü’1-Esîr, el-Kâmil,   1/223;  
    fon   Asâkir.   Tarih,  
    5/190;   îbn   Sa’d,  
    et-Tabakât,   1/55;   Hakîm, Müstedrek, 2/585 (ç)

    [4] Nisa; 4/163.

    Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 622-623.

    [5] Taberî, Tarîhu’r-Rüsûl vel-MülÛk, 1/472

    [6] Bakara: 2/246

    [7] Bakara: 2/247

    [8] Bakara: 2/249

    [9] Bakara: 2/249

    [10] Bakara: 2/251

    [11] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen
    Yayınları: 623-627.

    [12] Buhârî, Fezaİlu:l-Kur’an 31; Müslim, Salatu’l-Musafûin
    235-236; Tirmizî, Meraki 55; Nesâî, İftitah 55; İbn Mâce, İkame, 176; Müsned:
    2/369(ç)

    [13] îbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 2/11

    [14] Sâd: 38/18-19

    [15] Sebe’: 34/10

    [16] Buhârî, Enbiyâ 37, Tefsiru Sure-i îsrâ’ 6; Müsned:
    2/314, 6/37, 167; Taberanî, MıTcemu’s-Sağir, 1/15

    [17] Sad: 38/17                                                                  
             .                       .

    [18] Buhârî, Teheccüd 7, Enbiya 37, 38; Müslim, Siyam
    189-190; Ebu Dâvud, Savm 66; Nesâî, Siyam 14, 68, 76,; İb Mâce Siyam 31;
    Darimi, Savm 42; Müsned: 2/314,

    Muhammed Ali Sâbûnî,
    Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 627-630.

    [19] Sâd: 38/18

    [20] Sâd: 38/19

    [21] Neml: 27/16

    [22]  Sebe’: 34/10

    [23] Enbiyâ: 21/80

    [24]  Sâd: 38/20

    [25] Sâd: 38/20

    Muhammed Ali Sâbûnî,
    Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 630-631.

    [26]  Tabeiî, Tefsir,
    23/146 vd; Suyuti, ed-Dürrü’I-Mensur, 5/300 vd; Taberî, Tarih, 2/563-566;
    İbmi’1-Esir, el-Kamil,  1/224-227; İbn
    Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 2/13; Ahisi, Tefsir, 23/185; İbn Kesîr, Tefsir,
    6/53; Tevrat E Samuel, il/2-27, 12/1-16 (ç)

    [27] Tevrat, 2. Samuel, 12/1-16 (ç)

    [28] B.k.z: Beyzavî. Tefsini’l-Beyzâvî; Zemahşerî, Tefsir,
    4/81; Râzî, Tefsir, 26/192

    [29] ‘Sâd: 38/21-24

    [30] Bu uydurma iftira ite ilgili olarak b.k.z: M. Ali
    Sâbûnî, Safvetü’t-Tefasir, 3/54

    [31] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen
    Yayınları: 631-635.

    [32] Tirmizî, Tefsiru Sure-i A’râf 2 ; Müsned: 1/252, 299,
    371; İbn Sa’d, Tabakât, 1/28-29; İbn Kesir, el-Bidaye: 2/46; İbn Cerir
    et-Taberi, Tarihu’r-Rusul ve’l-muluk: 1/252 (ç).

    [33] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen
    Yayınları: 636-637.

  • Hz. Eyyub (As)

    Hz.
    EYYUB (AS)
    1

    Hz.
    Eyyûb (a.s)’in Kur’an’da Zikredilmesi:
    1

    Hz.
    Eyyûb (a,s)’in Soyu:
    1

    Hz.
    Eyyûb (a.s)’in Başına Gelen Bela:
    1

    Hz.
    Eyyûb (a.s)’m Kıssası İçerisine Giren  İsrailiyatlaratlar:
    3

    Hz.
    Eyyûb (a.s )in ölümü:
    4

     

    Hz. EYYUB (AS)

     

    “Eyyûb’a gelince,
    o, Rabbine: ‘Başıma bu dert geldi. Sen, merhametlilerin en merhametlisisin!”
    diye yalvardı. Bunun üzerine Biz; tarafımızdan bir rahmet ve kulluk edenler
    için bir hatıra olmak üzere onun duasını kabul ettik; kendisinde dert ve
    sıkıntı olarak ne varsa giderdik ve ona, aile fertlerine, ayrı­ca bunlarla
    birlikte bir mislini daha verdik.” (Enbiyâ: 21/83-84)

     

    Hz. Eyyûb (a.s)’in Kur’an’da Zikredilmesi:

     

    Hz. Eyyûb (a.s)’ın
    ismi; Kur’ân-ı Kerîm’in Nisa, En’âm, Enbiyâ ile Sâd Surelerinde olmak üzere
    toplam 4 yerde geç­mektedir.[1]

    Yüce Allah, Hz. Eyyûb
    (a.s)’ı, kendilerine ayrı ayrı olmak üzere iman edilmesi gereken peygamberler
    arasında zikretmiş­tir.

    Hz. İbrâhîm (a.s)’m
    soyundan bahsedilen ayetteki sırala­madan anlaşıldığı üzere; Hz. Eyyûb (a.s),
    Hz. İbrâhîm (a.s)’ın soyundandır:

    “Biz, İbrahim’e;
    îshâk’ı ve (Ishâk’ın oğlu) Ya’kûb’u da armağan ettik, hepsini de doğru yola
    (peygamberliğe) ilettik.

    Nitekim daha önce de
    Nuh’u ve ‘ibrahim’in soyundan’; Davud’u, Süleyman ‘ı, ‘Eyyûb ‘u, Yûsuf’u, Mûsâ
    ‘yi ve Hârûn ‘u doğru yola (peygamberliğe) iletmiştik. Biz, iyi davrananları işte
    böyle mükafatlandırırız. [2]

     

    Hz. Eyyûb (a,s)’in Soyu:

     

    Alimler, Hz. Eyyûb
    (a.s)’in soyu hakkında ihtilaf etmiş­lerdir.

    : Ebu’I-Bekâ’ derki:
    “Hz. Eyyûb (a.s)’m soyu hakkında hiçbir şey doğru değildir.”

    % Fakat İbn Kesir, Hz.
    Eyyûb (a.s)’ın, Hz. îshâk (a.s)’m oğlu Ays (İs)’in sülalesinden geldiği ile
    ilgili görüşü tercih etmiş ve annesinin de, Hz. Lût’un kızı olduğunu, İbn
    Asakir’den naklen anlatmıştır.[3]

    Hz. Eyyûb (a.s)’ın
    soyu hakkında tercih edilen görüş; İbn İshâk’ın naklettiği şu görüştür:

    “Eyyûb b. Emûs b.
    Zârih b. el-Ays (İs) b. İshâk b. îbrâhîm a.s.)’dır.[4]

     

    Hz. Eyyûb (a.s)’in Başına Gelen Bela:

     

    Hz. Eyyûb (a.s); malı,
    ailesi ve beden ile ilgili şiddetli bir belaya tutulmuştu. Fakat Hz. Eyyûb,
    Yüce Allah’a hakkıyla kul olmanın modeli oldu. Tükenmez bir sabır gösterdi.
    Sıkıntı­lara katlanmadaki örnekliği, dillere destan oldu. insanlar, onun sabrı:
    “Eyyûb’un sabrı gibi sabır” diye anlatılır oldu… Yüce Allah’ta, Hz.
    Eyyûb (a.s)’ı, şu sözüyle şöyle övmektedir:

    “Gerçekten Biz,
    Eyyûb’u, sabırlı (bir kul) bulmuştuk.[5]

    Hz. Eyyûb (a.s);
    servete, mala ve çoluk çocuklara sahip zengin bir kimseydi. Geniş
    arazileri,tarlaları ve bostanları var­dı.

    Allah, (ilk önce) Hz.
    Eyyûb (a.s)’ı, bu nimetler ve bolluk­larla imtihan edip ona; zenginlik,
    rahatlık, sıhhat, bol çocuk ve aile verdi. O ise; takvalı bir kul ve Allah’ın
    nimetlerini anan ve şükreden bir kimse idi. Dünya, onu, aldatamadı ve onu
    fitneye düşüremedi.

    Sonra Allah, bu
    nimetleri, onun elinden çekip aldı. Bunun sonucu olarak; malını, ailesini ve
    çocuklarını kaybetti. Sıkıntı verici ve bitkin düşürücü hastalıklar onu sardı.
    Fakat O, bu be­laya karşı sabredip Allah’a hamd etme ve O’na övgüde bu­lunmaya
    devam etti. O halde bile takvasından, kulluğundan ve Allah’a olan
    teslimiyetinden hiçbir şey değişmedi.

    O; rahatlık ve bolluk
    zamanında da, belaya duçar olduğu zamanda da, Rahmanın rızasını elde etme ve
    Şeytanın hilesini boşa çıkarma açısından Allah’ın Salih kullarına örnek bir mo­del
    oldu.

    Dediler ki: Hz.
    Eyyûb’un hanımı; Hz. Yûsuf un torunla­rından Rahme Âdında Sâliha ve mü’mine bir
    kadındı… Bu ka­dın; Hz. Eyyûb (a.s)’a, hem rahatlık ve bolluk zamanında ve
    hem de bela ve sıkıntı zamanında da terk etmeyip hep yardım­cı oldu. Bu sebeple
    de hem zenginlik ve hem de sıkıntı halle­rinde kocasıyla birlikte (kendilerine
    verilen nimetlere ve sıkın­tılara) şükreden ve sabır gösteren bir kimseydi.

    Sonra Şeytan, belaya
    uğradığı sırada Hz. Eyyûb’un yanma sokulup ona (halini Rabbini şikayet etmesi
    için teşvik etmeye) çalıştı. Fakat bunda başarılı olamadı. Bu defa bir
    fırsatını bu­lup hanımının yanma sokulup ona:

    – ~ “Daha ne
    zamana kadar sabredeceksin?” diye vesvese verdi. Bunun üzerine kadın,
    ümitsizlik ve morali bozuk bir va­ziyette (Şeytanın bu vesvesesine kanıp)
    kocasının yanma gele­rek ona:

    – “Bu sıkıntı
    daha ne zamana kadar sürecek?” diye sordu. Hz. Eyyûb, hanımının bu sözüne
    sinirlenip ona:

      “Bolluk içerisinde ne kadar
    kaldın?” diye sordu. Ha­nımı:

    – “80 yıl”
    diye cevap verdi. Hz. Eyyûb, ona:

    – “Sıkıntı
    içerisinde ne kadar kaldın?” diye tekrar sordu. Oda:

      “7 yıl” diye cevap verdi. Bunun
    üzerine Hz. Eyyûb, ha­nımına:

      “Bunca rahatlık ve bolluk içerisinde
    geçirdiğim yıllara karşılık bu sıkıntıya katlanmadan bu sıkıntıyı üzerimden kal­dırmasını
    Allah’tan istemekten haya ederim” dedi. Daha sonra da:

      “Allah’a yemin ederim ki, eğer iyileşecek
    olursam, sana yüz (100) sopa vuracağım.” dedi. Bu olay üzerine Hz. Eyyûb,
    hanımının, kendisine hizmet etmesini yasakladı.[6]

    Yalnız basma kalınca,
    Rabbine şöyle yalvardı:

    “Başıma bu dert
    geldi. Sen, merhametlilerin en merhamet-lisisin![7]

    . Allah Hz. Eyüp’ün
    duasını kabul edip belayı üzerinden kaldırdı.Allah O’na, ayağı ile yere
    vurmasını vahyetti. O’ da ayağı ile yere vurdu, yerden O’nun için soğuk bir su
    fışkırdı. Bunun üzerine Allah ona o sudan içmesini ve yıkanmasını em-

    retti. Böylece Allah
    ona şifa verdi.Eskisinden daha sıhhatli ve daha kuvvetli oldu. Yüce Allah bu
    konuyla ilgili olarak şöyle buyurdu:

    “Eyyûb’a gelince,
    o, Rabbine: ‘Başıma bu dert geldi.. Sen, merhametlilerin en merhametlisisin!’
    diye yalvardı. Bunun üzerine Biz; tarafımızdan bir rahmet ve kulluk edenler
    için bir hatıra olmak üzere onun duasını kabul ettik; kendisinde dert ve
    sıkıntı olarak ne varsa giderdik

    ve ona, aile
    fertlerine, ayrıca bunlarla birlikte bir mislini daha verdik.[8]

    Yine yüce Allah bu
    konuyla ügili olarak şöyle buyurmak­tadır;

    “(Ey Muhammedi)
    Kulumuz, Eyyüb’ü de an. Çünkü o, Rabbine nida etmiş ve: ‘Doğrusu şeytan, bana
    bir yorgunluk ve azab verdi’ diye seslenmişti. (Bizde, ona): ‘Ayağını yere vur!
    İşte yıkanacak ve içilecek soğuk bir su ‘(dedik. Bunu,) Bizden bir rahmet ve
    akıl sahipleri için de bir ibret olmak üze­re ona, hem ailesini hem de onlarla
    beraber bir mislini bağış­ladık. (Ona): ‘eline bir demet sap al da onunla
    (hanımına ) vur, yeminini bozma’ (dedik). Gerçekten Biz, Eyyûb’u sabırlı (bir
    kul) bulmuştuk. O ne iyi kuldu. Daima Allah ‘a yönelir­di.[9]

    Yüce Allah, Hz.
    Eyyûb’un; hanımına yüz sopa vuracağı ile ilgili ettiği yeminini bozmamasını,
    100 başak sapından bir demet veya S 00 hurma yaprağından bir tutam alıp onunla
    ha­nımına vurarak yemini yerine getirmesini emretti. Allah böyle bir çağrıyı;
    Hz. Eyyûb’a olan merhameti, ve hanımının da ona, sıkıntılı günlerinde çok güzel
    hizmet etmiş olduğu için emir buyurdu.

    İbn Kesîr bu konu ile
    ilgili olarak derki: “İşte bu, Al­lah’tan korkan ve O’na itaat edenler
    için bir çıkış yolu ve çare idi. Bu çare; özellikle sabırlı, çilekeş, sadık,
    dürüst ve iyilikse­ver karısı için bulunmuştu. Allah, o kadından razı olsun…
    Yü­ce Allah, bu ruhsat ve çarenin sebebini şöyle açıklıyor;

    “Gerçekten Biz,
    Eyyûb ‘u sabırlı (bir kul) bulmuştuk. O ne iyi kuldu. Daima Allah’a
    yönelirdi.” (Sâd: 38/44)

    Fıkihçılarm çoğu; bu
    ruhsatı; ‘yemin’ ve ‘adak’ konusun­da kullanmışlardı. Diğer fîkıhçılar, bu işi
    daha genişleterek ‘yeminlerden kurtulma hususunda hileler’ adı altında fıkıh ki­taplarında
    işlemişlerdir. Bu tür bahislerin başına da, bu ayeti yerleştirmişlerdir. Bu
    bahislerde ise, tuhaf ve garip şeylerden bahsetmişlerdir.[10]

     

    Hz. Eyyûb (a.s)’m Kıssası İçerisine Giren  İsrailiyatlaratlar:

     

    Bazı kimseler, Hz.
    Eyyûb (a.s)’a musallat olan ‘bela’ hu­susunda inanılması caiz olmayan
    rivayetler aktarmışlardır. Bu rivayetler ise İsrâiliyattan nakledilmiş olup
    bunlardan hiç birisi Sahîh değildir. Bunlardan biri de şudur:

    Hz. Eyyûb (a.s)’m
    hastalığı artıp sıkıntısı uzaymca, yanın­da oturanlar, ondan tiksinmiş,
    insanlar ondan kaçar olmuş, ya­nma hiç kimse yaklaşmaz olmuş, bedeni öylesine
    çürüyüp kokmuş ki, her tarafından kurtlar dökülür olmuş. Bunun üzeri­ne onu,
    beldelerinden çıkarıp şehrin dışında bulunan çöplük bir yere bırakmışlar…..

    Bu tür hikayeler, tahrif
    edilmiş Tevrat’tan yapılmış nakil­ler ya da Ehli kitabın sözlerindendir…

    İşte bu hikayeler,
    peygamberlik makamına ters düşmekte­dir…

    Tevhid Uleması,
    peygamberlerin, nefret verici hastalıklar­dan uzak olduğu hakkında görüş
    birliğine varmışlardır. Buna göre bu tür hikayeler ve sözler, peygamberlik
    makamına nasıl olurda uygun düşebilir?!

    Doğru olan ise; Hz.
    Eyyûb’a sıkıntı veren hastalığın, nef­ret verici bir hastalık olmadığıdır. Bu
    hastalığa dair anlatılan hikayeler ve sözler ile ilgili hiçbir şey, Kur’an’da
    ve Sünnet’te yoktur. Bu hastalık ancak normal bir hastalıktı. Ne var ki bu
    hastalık senelerce sürdü. Hatta 7 sene ya da 18 sene sürdüğü rivayet
    edilmektedir. Gerçek olan şu ki, Hz. Eyyûb (a.s), bu hastalığı, normal bir çok
    insanın katlanamayacağı kadar uzun bir müddet çekti. Sonra Hz. Eyyûb (a.s)’a
    gelen musibet yalnız bedenine isabet etmeyip bütün malını, mülkünü, çoluk çocu­ğunu
    ve ailesini alıp götürdü. İşte bundan dolayı Yüce Allah şöyle buyurdu:

    “Bizden bir
    rahmet ve akıl sahipleri için de bir ibret ol­mak üzere ona, hem ailesini hem
    de onlarla beraber bir misli­ni bağışladık[11]

     

    Hz. Eyyûb (a.s )in ölümü:

     

    Hz. Eyyûb (a.s), 93
    yıl yaşadı.Allah, ona; çok mal ve ço­luk çocuk verdi. 26 erkek çocuğu oldu.
    Bunlardan birisinin adı, Bişr idi. Bazı tarihçiler, bu Bişr ile ilgili olarak
    şöyle der­ler:

    “Bu, Kur’ân-ı
    Kerîm’in, peygamberler içinde ismini andığı Zülkifl’dir.”

    Hz. Eyyûb (a.s), Rum
    halkına, Peygamber olarak gönde­rilmişti. İşte bundan dolayı (bazı tarihçiler,)
    Hz. Eyyûb’un, Rum halkından olduğunu söylemişledir.

    Bazı tarihçilerin
    kaydettiğine göre; Hz. Eyyûb’un türbesi, Dimeşk (Şam) ve çevresindedir.[12]

     



    [1] Nisa: 4/163; En’âm: 6/84; Enbiyâ: 21/83; Sâd: 38/41

    [2] En’âm: 6/84-87

    Muhammed Ali Sâbûnî,
    Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 606-607.

    [3] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 1/220-221; İbn
    Asakir, Tarih, 3/191 (ç)

    [4] İbn Kesîr,a.g.e? 1/220 (ç)

    Muhammed Ali Sâbûnî,
    Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 607.

    [5] Sâd: 38/44

    [6] Taberi Tarîhu’r-Rüsûl vel-Mülûk,  1/322; îbn Kesir, el-Bidâye ve’n-Nihâye,
    1/208; İbnü’l-Esir, el-KâmiI, 1/74

    [7] Enbiyâ: 21/83

    [8] Enbiya: 21/83

    [9] Sad: 38/41-44

    [10] ibn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 1/210

    Muhammed Ali Sâbûnî,
    Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 607-611.

    [11] Sâd: 38/43

    Muhammed Ali Sâbûnî,
    Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 611-612.

    [12] Îbmi’1-Esîr, el-Kâmil, 1/76-77; İbn Kesîr, el-Bidâye
    ve’n-Nihâye, 1/208-209

    Muhammed Ali Sâbûnî,
    Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 612-613.

  • Hz. Hârûn (A.S)

    Hz.
    HÂRÛN (A.S)
    1

    Hz.
    Hârûn (a.s)’m Soyu:
    1

    Hz.
    Hârûn (a.s)’ın Hayatı ve Daveti:
    1

     

    Hz. HÂRÛN
    (A.S)

     

    “Sonra onların
    ardından da Musa ile Hârûn ‘u mucizele­rimizle

    Firavun ile toplumuna
    (Peygamber olarak) gönderdik. Fakat onlar, kibirlendiler ve ( kendilerine
    gönderilen bu pey­gamberleri yalanlayarak) günahkar bir toplum oldular.”
    (Yû­nus: 10/75)

     

    Hz. Hârûn (a.s)’m[1] Soyu:

     

    Hz. Hârûn (a.s)’ın
    soyu şu şekildedir: Hârûn b. İmrân b. Kâhis b. Lâvîb. Ya’kûb b. îshâk b.
    İbrâhîm (a.s)’dır.

    Hz. Hârûn, Hz Mûsâ
    (a.s)’ın öz kardeşidir. Yüce Allah, Hz Harun’u; Hz. Mûsâ (a.s)’a, davetinde
    yardımcı olması için o-nunla birlikte Peygamber olarak göndermiştir.

    Hz. Mûsâ (a.s), tebliğ
    görevini yerine getirmede kendisine yardımcı ve vezir olmak üzere kardeşi
    Harun’u görevlendir­mesini Allah’tan istediğinde, Allah, onun bu duasını kabul
    et­mişti. Yüce Allah bu konu ile ilgili olarak şöyle buyurmakta­dır:

    “(Mûsâ dedi ki:)
    ‘Bana, ailemden bir de vezir olarak kar­deşim Harun’u ver. Onun sayesinde
    arkamı kuvvetlendir ve onu işime ortak kıl. Böylece Seni bol bol analım. Şüphesiz
    ki Sen, bizi görmektesin.[2]

    Bunun üzerine Allah,
    kendi katından bir rahmet olarak Hz. Mûsâ (a.s)’a, (vezir ve yardımcı olması
    için) Hz. Harun’u ar­mağan etti ve ona peygamberlik verdi. Çünkü Yüce Allah, bu
    konu ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:

    “Rahmetimizin bir
    sonucu olarak, Musa’ya, kardeşi Ha­run’u bir Peygamber olarak armağan etti. [3]

     

    Hz. Hârûn (a.s)’ın Hayatı ve Daveti:

     

    Hz. Hârûn (a.s), Hz.
    Mûsâ (a.s)’dan üç yıl önce doğmuştu. Yüce Allah, onu, kardeşi Hz. Mûsâ ile
    birlikte İsrail oğullarına Peygamber olarak gönderdi.

    Hz. Hârûn (a.s);
    düzgün konuşan ve sağlam yürekli bir kimse idi. İşte bundan dolayı Yüce Allah,
    onu, tebliğ görevin­de kardeşi Hz. Mûsâ (a.s)’a yardımcı ve destekçi olması
    üzere zorba Firavuna kardeşi Hz. Mûsâ ile birlikte Peygamber olarak gönderdi.
    Yüce Allah, bu hususu, Hz. Musa’dan naklen şöyle buyurmaktadır:

    “Kardeşim Hârûn
    ‘un dili, benimkinden daha düzgündür. Onu da, beni doğrulayan bir yardımcı
    olarak benimle gönder. Çünkü bana yalancılık suçlamasında bulunmalarından
    endişe ediyorum..[4]

    Hz. Musa’nın tebliğ
    görevinden bahsedildiği zaman, buna bitişik olarak Hz. Harun’un tebliğ
    görevinden de bahsedilir.

    Bu nedenle de her
    ikisi; Firavun’a, Haman’a ve Karun’a Pey­gamber olarak gönderilmişlerdir.

    Yine her ikisi de,
    İsrail oğullarının peygamberleridir. Fa­kat Hz. Musa’nın, Hz. Harun’a göre,
    şanı daha yüce ve merte­besi daha üstündür. Çünkü Hz. Hârûn (a.s) diğer
    peygamberler gibi bir Peygamber iken, Hz. Mûsâ (a.s) Ulu’1-azm peygam­berlerin
    büyüklerindendir. Ayrıca Kur’ân-ı Kerîm, Hz. Mûsâ (a.s)’in doğması, büyümesi,
    Mısır’ı terk edip Medyen’e gel­mesi, orada Medyen şeyhinin kızıyla evlenmesi,
    Tur dağına çıkıp orada Allah ile konuşması, peygamberlik görevini ona vermesi,
    hayatı süresince gelişen mucizeleri vermesi ve İsrail oğullan ile ilgili
    meydana gelen diğer büyük olaylara genişçe yer vermiştir.

    Hz. Mûsâ (a.s)’ın
    hayatı ile ilgili bilgilerin bir kısmını, U-lıı’1-azm peygamberleri içerisinde
    yer alan Hz. Mûsâ (a.s)’m bahsinde anlattık…

    Hz. Hârûn (a.s),
    tebliğ görevi sırasında hep kardeşi Hz. Musa’nın yanındaydı. Gerek yolculukta
    olsun ve gerekse de yerleşik hayat sürerken olsun, kardeşinin yanından hiç
    ayrıl­mamıştı.

    Hz. Mûsâ (a.s),
    Rabbiyle Tur dağında konuşmaya gittiğin­de, kavmine; Tevrati kendilerine bir
    düstur ve şeriat olması için getirmeyi vaat etmişti ve yerine de kardeşi Hârûn
    (a.s)’ı bırakmıştı. Kardeşine; İsrail oğullarının maslahatlarına dikkat
    etmesini, işlerini düzeltmesini ve (içlerinden) herhangi bir kimsenin, onları
    din konusunda fitneye düşürmesine karşılık uyanık olmasını sıkı sıkı tembih
    etmişti. Yüce Allah bu konu ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:

    “Mûsâ, (Rabbiyle
    konuşmaya gideceği zaman) kardeşi Hârûn ‘a: ‘Kavmim içinde benim yerime geç,
    onları ıslah et ve bozguncuların yoluna uyma’ dedi. [5]

    Kur’ân-1 Kerîm’in de
    anlattığı üzere; Hz. Mûsâ (a.s), Tur dağına çıktığında kavminden kırk gün ayrı
    kalmıştı. Bu sırada İsrail oğullan halkı içerisinde büyük bir bela ortaya
    çıkmıştı. Çünkü onlar Hz. Musa’nın yokluğunda buzağıya tapınışlardı. Bu
    buzağıyı, Samiri adında bir kişi, altından ve ziynet eşyala­rından yapmıştı. Bu
    yaptığı heykelin içerisine, Cebrail’in, Fi­ravun ve topluluğunu boğmak için
    indiği sırada atının ayağının bastığı yerden bir avuç toprak alıp attı… Bu
    buzağı, rüzgara karşı tutulunca inek sesine benzer bir ses çıkarıyordu. Bu şaş­kın
    adam, bu buzağının; Hz. Musa’nın bahsettiği Rab olduğu­nu ve yerini bilmediği
    için de onu bulmak amacıyla Tur dağına gittiğini iddia etti. Hz. Hârûn (a.s),
    İsrail oğullarını, bu inatçı adamın fitnesinden korumaya ve sakmdırmaya
    çalıştı. Fakat kavmi, Hz. Hârûn (a.s)’m bu sözlerine aldırış etmediler ve Al­lah’ı
    bırakıp O’nun yerine puta taptılar.

    Hz. Mûsâ (a.s), Tur
    dağından dönüp de kavmini bu büyük fitne içerisinde bulunca, kavmine ve kardeşi
    Hz. Harun’a karşı çok kızdı. Bu sebeple de kardeşi Hârûn (a.s)’m sakalını ve ba­şını
    tutup kendisine doğru çekti. Bunun üzerine Hz. Hârûn (a.s), kardeşi Hz.
    Musa’ya, başlarından geçen olayı, kendisinin kavmine karşı tavrını ve onların,
    emrine uymadıklarını söyle­di. Yüce Allah bununla ilgili olarak şöyle
    buyurmaktadır:

    “Mûsâ kızgin(kavminin
    buzağıya tapmalarından dolayı Tur dağından) ve üzgün bir halde kavmine dönünce
    ‘benden sonra arkamdan ne kötü işler yapmışsanız Rabbinizin (sizinle ilgili)
    emrini (beklemeyip) acele mi ettiniz?’ dedi. Tevrat’ın yazılı olduğu) levhaları
    yere attı. Ve kardeşi (Hârûn ‘un) başını tutup kendine doğru çekmeye başladı.
    (Kardeşi:) ‘Anam oğlu! Bu kavim beni cidden zayıf gördü. Ve neredeyse beni
    Öldüre­ceklerdi. Sen de düşmanları bana güldürme ve beni bu zalim kavimle
    beraber tutma!’dedi[6]

    Bu kıssa, tefsir ve
    tarih kitapların da detaylı bir şekilde an­latılmıştır. Daha geniş bilgi için
    bu kaynaklara başvurulabilinir.

    Hz. Hârûn (a.s), 122
    yıl yaşadı. Kardeşi Hz. Mûsâ(a.s)rdan î 1 ay önce Rabbine kavuştu.

    Hz. Hârûn (a.s),
    İsrail oğullarının, Filistin’e girmelerinden Önce Tih çölünde öldü. Allah, ona
    Rahmet eylesin.[7]

     



    [1] Hz. Harun’un ismi. Kur’ân-ı Kerîm’in; Bakara: 2/248;
    Nisa: 4/163; En’âm: 6/84; AHf: 7/122, 142; Yunus: 10/75; Meryem: 19/28, 53;
    Tâhâ: 20/30, 70, 90, 92: En­biyâ: 21/48; Mü’minûn: 23/45; Furkân: 25/35; Şuarâ:
    26/13, 48; Kasas: 28/34; Saffât: 37/114, 120 ayetlerinde olmak üzere toplam 20
    yerde geçmektedir, (ç)

    [2] Tâhâ: 20/29-35

    [3] Meryem: 19/53

    Muhammed Ali Sâbûnî,
    Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 617-618.

    [4] Kasas: 28/34

    [5] A’râf: 7/142

    [6] A’râf: 7/150

    [7] Hz. Hârûn (a.s)’in kıssası ile ilgili detaylı bilgi
    için Taberî’nin, Tarîhu’r-Rüsûl vel-Mülûk ile Ibn Kesîr’in. el-Bidâye
    ve’n-Nihâye adlı kitaplarına başvurabilirsi­niz.

    Muhammed Ali Sâbûnî,
    Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 618-621.

  • Hz. Zülkifal (A.S)

                   

    Hz.
    ZÜLKİFAL (A.S)
    1

    Hz.
    Zülkifl (a.s)’m Soyu:
    1

     

    Hz. ZÜLKİFAL
    (A.S)

     

    “(Ey Muhammedi )
    İsmail’i, Elyesa’ı ve Zülkifl’i de an. Hepsi de iyilerdendir.” (Sâd:
    38/48)

     

    Hz. Zülkifl (a.s)’m Soyu:

     

    Tarihçilerin kaydettiğine
    göre: Zülkifl (a.s),[1] Hz.
    Eyyûb (a.s)’ in oğludur. Soyu ise Hz. Eyyûb (a.s)’m soyu ile aynıdır.

    Zülkif (a.s)’ın asıl
    ismi, Bişr’dir. Yüce Allah, onu, Hz. Eyyûb (a.s)’dan sonra Peygamber olarak
    göndermiş ve ona, (bazı görevleri üstlenmiş kişi anlamında) “Zülkifl”
    adını ver­miştir. Çünkü o, bazı taat ve ibadet görevini yüklenmiş ve bun­ları
    yerine getirmeyi üstlenmiştir.[2]

    Türbesi, Şam’dadır.
    Şam halkı, onun mezarının, Kasyun dağı denilen Şam’ın yakınında yükselen bir
    dağda olduğunu naklederler.

    Bazı alimlere göre;
    Zülkifl (a.s), Peygamber olmayıp İsrail oğulları içerisindeki Salih kimselerden
    biridir.

    İbn Kesîr, Zülkifl’in,
    Peygamber olduğu görüşünü tercih etmiştir. Çünkü Yüce Allah, onun ismini,
    peygamberlerle bir­likte anmıştır… Yüce Allah, Enbiyâ Sûresinde şöyle buyur­maktadır:

       “(Ey Muhammedi) İsmâîl’i, İdrîs’i ve
    Zülkifl’i de (an). Hepsi de sabreden kimselerdendi.[3]

    Yine Yüce Allah, Sâd
    Sûresinde ise Hz. Eyyûb’un kıssası­nı anlattıktan sonra şöyle buyurmaktadır:

    “(Ey Muhammedi)
    ismâîl’i, Elyesa’ı ve Zülkifl’i de an. Hepsi de iyilerdendir.[4]

    İbn Kesîr devamla
    derki: “Zülkifl’in, Kur’an-ı Kerim’de bu büyük peygamberlerle birlikte
    anılması, onun, ‘Peygamber’ olduğunu göstermektedir. Rabbinden onun üzerine
    salat ve selam olsun. Meşhur olan görüş budur.[5]

    Kur’ân-ı Kerîm,
    Zülkifl’in ismini, peygamberlerle birlikte zikretmekten başka (onun hakkında
    hiçbir) şey anlatmamıştır. Yine onun daveti, peygamberliği ve kendilerine
    Peygamber olarak gönderildiği kavim ile ilgili de hiçbir kısa ve geniş bilgi
    vermemiştir.

    İşte bundan dolayı da,
    Tarihçilerin çoğunun, onun daveti hakkında verdiği bilgilere itibar etmedik.

    Yalnız bir noktaya
    dikkat çekmek gerekir: Kur’ân-ı Ke-rîm’de ismi geçen Zülkifl ile hadisi şerifte
    ismi geçen Kifl, aynı kişi değillerdir. İmam Ahmed ile Tirmizî, Kifl ile ilgili
    hadisi şöyle rivayet etmiştir:

    “Kifl, İsrail
    oğullarmdandı. İşlediği hiçbir günahtan korkmaz ve çekinmezdi. Yanma bir kadın
    geldi. Kifl, kendi­siyle yatması için kadına altmış dinar verdi. Erkeğin kendi
    ka­rısıyla yaptığı şekilde o kadının önüne oturunca, kadın titreyip ağlamaya
    başladı. Kifl, kadına:

      ‘Seni ağlatan nedir? Seni zorladım mı?’ diye
    sordu. Kadın, ona:

      ‘Hayır. Ama bu (zina), daha önce hiç
    yapmadığım bir iş­tir. Muhtaçlık beni bu işe sürükledi’ diye cevap verdi. Kifl:

      ‘Şimdi bu yaptığını daha önce hiç yapmamış
    mısın?’ de­yip akabinde kadının üstünden indi. Daha sonra da:

      ‘Dinarları alıp git’ dedi. Daha sonra Kifl,
    Allah’a hiç is­yan etmedi. Zaten o gece de öldü. Sabah olduğunda, kapısının
    üzerine:

      ‘Allah, Kifl’i bağışlamıştır’ ifadesi
    yazılmıştı.[6]

    İbn Kesîr derki:
    “Tirmizî dedi ki: Bu, hasen bir hadistir. Abdullah ibn Ömer’den mevkuf
    olarak rivayet edilmiştir. Se­nedi üzerinde tartışılabilir. Sahîh olsa bile adı
    geçen kişi, (Kur’an’da adı geçen) Zülkifl değildir. Hadiste ismi geçen kişi,
    Sadece Kifl’dir. Bu da, Kur’an’da adı geçen Zülkifl’den başka bir adamdır.[7]

    Bazı tarihçilerin
    kaydettiğine göre; Zülkifl (a.s); kavmi a-dina işlerini görmeyi, idarelerini
    yürütmeyi, aralarında adaletle hükmetmeyi tekeffül etti. Ve tekeffül ettiği
    (üstlendiği) şeyleri de yaptı da. Bu nedenle de, (bazı işleri üstlenmiş kişi
    anlamın­da) “Zülkifl” adım aldı.

    Yine tarihçiler,
    Zülkifl (a.s)’ın, bazı işleri üstlenmesi ile ilgili olarak bir takım rivayetler
    aktarmışlardır. Fakat bu riva­yetler, soruşturulması, incelenmesi ve
    araştırılması gereken rivayetlerdir. İşte bunlardan dolayıdır ki, bu
    rivayetlerden bir bölüm anlattık. Çünkü sahîh rivayetler varken, bunlardan hiç
    birine ihtiyaç yoktur. Doğrusu Allah, doğru yola iletendir. [8]

     



    [1] Hz. Zülkifl (a.s)’m İsmi, Kur’ârH Kerîm’in 2 yerinde
    geçmektedir. İsminin g^” tisi sureler şunlardır: Enbiyâ: 21/85; Sâd:
    38/48(ç)

    [2] Rivayetlere göre; Hz. Zülkifl (a.s) günde 100 defa
    namaz kılarmış, gündüzleri oruç tutup geceleri ise ibadetle geçirirmiş.

    [3] Enbiyâ: 21/85-86

    [4] Sâd: 38/48

    [5] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye,  1/211; Taberî, Tarîhu’r-Rüsûl vel-Müiûk,
    1/464

    [6] Tirmizî, Kiyame 48 (2496). Tirmizî, bu hadisin, hasen
    olduğunu söylemiştir.

    [7] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 1/211

    [8] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen
    Yayınları: 614-616.

  • Hz. Yusuf (A.S)

    Hz.
    YUSUF (A.S)
    1

    Hz.
    Yûsuf (a.s)’ın Soyu:
    1

    Hz.
    Yûsuf (a.s)’in Kur’an’da Zikredilmesi:
    1

    Esbât
    île Kastedilen Kimlerdir?:
    2

    Hz.
    Yûsuf (a.s)’m Rüyası:
    3

    Hz.
    Ya’kûb’un, Yûsuf’a Olan Sevgisi:
    3

    Hz.
    Yûsuf (a.s)’in Kuyuya Atılması:
    4

    Hz.
    Yûsuf (a.s )’ın, Azizin Hanımından Dolayı Başından Geçen Sıkıntılı Olay:
    5

    Olayın
    Şehirde Yayılması:
    6

    Hükümdarın
    Rüyası ve Hz. Yûsuf un Hapisten Çıkması:
    7

    Hz.
    Yûsuf (a.s)’ın Başından Geçen Sıkıntı:
    8

    Hz.
    Yûsuf (a.s)’ın Masum Oluşu  İlgili Önemli
    Bir Hatırlatma:
    9

    Hz.
    Yûsuf (a.s)’ın Ölümü:
    10

     

     

     

    Hz. YUSUF
    (A.S)

     

    “(Yûsuf) ergenlik
    çağına ulaşınca, ona, hüküm ve ilim verdik. İşte güzel davrananları böyle
    mükafatlandın rız. ” û­suf: 12/22)

     

    Hz. Yûsuf (a.s)’ın Soyu:

     

    O; Yûsuf b. Ya’kûb b.
    İshâk b. İbrahim’dir. Yüce Allah, Hz. Yûsuf (a.s)’ı, kendilerine ayrı ayrı iman
    edilmesi zorunlu olan peygamberler arasında anmıştır… Yüce Allah, onu şöyle
    övmektedir:

    “İşte böylece
    Biz, kötülük ve fuhşu Yûsuf’tan uzaklaştır­mak için (ona delillerimizi
    gösterdik). Çünkü o, ihlasa erdiril­miş kullarımızdandır, [1]

    Görüldüğü üzere Allah,
    Hz. Yûsuf (a.s)’ı; iffet, kötülük­lerden koruma, sabır ve doğru sözlü olmakla
    nitelendirmekte­dir… Nitekim Resulullah (s.a.v.)’de, Hz. Yûsuf (a.s)’ı şöyle
    Övmektedir:

    “Şerefli oğlu
    Şerefli oğlu Şerefli oğlu; Şerefli Ibrâhîm oğ­lu İshâk oğlu Ya ‘kûb oğlu
    Yûsuf’tur.[2]

     

    Hz. Yûsuf (a.s)’in Kur’an’da Zikredilmesi:

     

    Hz. Yûsuf (a.s)’m
    ismi, Kur’an’da, tam olarak 26 defa zik­redilmektedir. Bunların 24’ü; Yûsuf
    Sûresinde, biri En’âm Sû­resinde ve diğeri de, Mü’min (Gâfîr) Sûresinde
    geçmektedir.[3]

    Yüce Allah, Hz. Yûsuf
    (a.s)’ı, “Siddîk” (Doğru Sözlü) olmakla nitelendirmiştir. İşte bundan
    dolayı da Hz. Yûsuf (a.s), “Yûsuf es Siddîk” (Doğru Sözlü Yûsuf) diye
    adlandı­rılmıştır. Yüce Allah bununla ilgili olarak şöyle buyurmakta­dır.

    “(Gördüğü rüya
    üzerine zindandan kurtulmuş olan kişi, hâlâ zindanda olan Yûsuf’un yanma
    gelerek şöyle dedi:) ‘Ey Yûsuf Ey Doğru Sözlü (Siddîk) kişi! (Rü ya da görülen)
    yedi arık ineğin yediği yedi semiz inek ile….. hakkında bize yorum yap.[4]              

    Hz. Yûsuf (a.s); Hz.
    İbrâhîm (a.s)’m soyundan, peygam­berlik sülalesinden ve İsrail oğulları
    peygamberlerinin en meş­hur olanlarından biridir. Çünkü Hz. Yûsuf (a.s), İsrail
    oğulları­na gönderilmiş bir Peygamber idi… Yüce Allah bu konu ile ilgili
    olarak şöyle buyurmaktadır:

    “Andolsun ki
    (Musa’dan) önce Yûsuf’ta size açık burhan­lar getirmişti. O vakit de onun size
    getirdiği şeyler hakkında şüphe edip dunnuştunuz. Hatta o ölünce de ‘Allah
    ondan son­ra Peygamber göndermez dediniz…”[5]

    Kur’ân-ı Kerîm’de, Hz.
    Yûsuf un kıssasının detaylı bir şe­kilde anlatıldığı bir sure vardır. Bu sure,
    “Yûsuf Suresi” diye anılan Kur’an’m uzun surelerinden birisidir. Bu
    sure de; Hz. Yûsuf un hayatı, kardeşlerinin kendisine kurdukları tuzak, Mı­sır
    Azizin hanımıyla arasında geçen sıkıntılı olaylar, zindana atılması, zindanda
    insanları Allah’a davet etmesi, sonra Mısır hükümdarının rüyasını yorumlaması,
    bunun üzerine zindandan çıkışı, yeryüzü hazinelerinin basma geçmesi, sonra
    kıtlık sebe­biyle zahire almak amacıyla Mısır’a gelen kardeşleriyle tanış­ması,
    bir hile ile kardeşi Bünyâmîn’i yanında ah koyması, kı­sacası küçük iken
    gördüğü rüya üzerine bu peygamberin hayatı ile ilgili başından geçen olaylar,
    ince hikmetler ve parlak nasi­hatlerle geniş bir şekilde anlatılmaktadır. [6]

     

    Esbât île Kastedilen Kimlerdir?:

     

    Daha önce de belirttiğimiz
    üzere; Hz. Ya’kûb (a.s)’m ço­cuklarından 12 tanesi erkek çocuğu olarak
    doğmuştu. Bütün İsrail oğulları kabileleri (Esbât), bu çocuklara nispet
    edilirler. Çünkü bütün İsrail oğulları, Hz. Ya’kûb (a.s)’ın bu çocukları­nın
    soyundan gelmişlerdir. Hz. Yûsuf (a.s) ise; onların en şe­reflisi, en
    faziletlisi ve en değerlisi idi.

    Bir grup alimin ileri
    sürdüğü görüşe göre; Hz. Ya’kûb’un çocukları içerisinde, Hz. Yûsuf’tan başkası
    Peygamber olma­mıştır. Hz. Yûsuf un kardeşlerinden hiç birine vahiy gelme­miştir.

    İbn Kesîr (rh.a)’de bu
    görüşü destekleyip şöyle der: “A-çıkçası bu kıssada kardeşlerinin sözleri
    ve davranışları ile ilgili anlatılanlar, Yûsuf un kardeşlerinin Peygamber
    olmadıklarını göstermektedir.

    Hz. Yûsuf un
    kardeşlerinin Peygamber olduklarım ileri sürenler, (bu görüşlerine) şu ayeti
    delil getirmişlerdir:

    “Biz, ‘Allah’a ve
    O’mm katından bize indirilene; İbrahim, İshâk, Ya’kûb ve ‘Esbât’a indirilene,
    inandık’ deyin.”(Bakara: 2/136)

    Bu iddiayı savunanlara
    göre; bu ayetteki Esbât’tan kasıt, Hz. Ya’kûb’un çocuklarıdır. Bu iddiaları,
    sağlam değildir. Çünkü burada Esbât ile kastedilen, İsrâiloğulları kabileleri
    ve halkıdır.

    İsrail oğulları
    içerisinde zaten kendilerine gökten vahiy gelen peygamberler bulunmaktadır. Hz.
    Yûsuf (a.s)’m, kardeş­leri içinden nübüvvet ve risalede seçilmesi ve Hz. Yûsuf
    dı­şında kardeşlerinin hiç birinin Peygamber olduğuna dair bir ayetin olmaması,
    bizim görüşümüzü desteklemektedir.[7]

     

    Hz. Yûsuf (a.s)’m Rüyası:

     

    Tefsircilerin
    kaydettiğine göre; Hz. Yûsuf (a.s), ergenlik çağma girmeden önce garip bir rüya
    görmüştü. Rüyasında; on bir yıldızın, güneşin ve ayın kendisine secde
    ettiklerini gör­müştü. Bu hal, Hz. Yûsuf u korkuttu. Bu rüya, ona ağır geldi.
    Uyanınca, babasına, gördüğü rüyayı anlattı. Babası, rüyayı; oğlunun şanının
    yüce olacağı, yüksek mertebelere, dünya ve ahirette üstün derecelere ulaşacağı
    ve babasının, anası ile kar­deşlerinin kendisine boyun eğip itaat edeceği
    şeklinde yorum­layıp bu rüyayı gizlemesini ve kardeşlerine anlatmamasını is­tedi.
    Çünkü Hz. Ya’kûb (a.s), Yûsuf un kardeşleri, bu rüyayı duyarlarsa ona karşı
    kıskançlık edip, hileler kuracaklarından ve çeşitli tuzaklar
    tertipleyeceklerinden korkuyordu. Zira insa­nın doğasında, her zaman tuzak
    kurmak ve kıskançlık vardır. İşte bundan dolayı Hz. Ya’kûb (a.s), oğlu Yûsuf a,
    bu rüya ile

    ilgili   sırrı  
    gizlemesini   tavsiye   etti.  
    Bir   rivayette   şöyle buyu rulmaktadır:

    “İhtiyaçlarınızı
    gidermek için, ihtiyacınızı gizleyerek a-vantaj sahibi olun. Çünkü nimet sahibi
    olan herkes, başkala­rınca kıskanılır.[8]

    Yüce Allah bu rüyaya
    işaret ederek şöyle buyurdu:

    “Bir zaman Yûsuf,
    babası (Ya’kûb’a): ‘Babacığım! Ger­çekten ben (rü ya da) on bir yıldız, güneş
    ve ayın bana secde ettiklerini gördüm’ demişti. (Babası da:) ‘Yavrucuğum! Rüya­nı
    sakın kardeşlerine anlatma. Sonra sana bir tuzak kurarlar! Çünkü şeytan, insana
    apaçık bir düşmandır’ demişti. [9]

    Kur’ân-ı Kerîm’in
    ifadesinden anlaşılıyor ki; Hz. Yûsuf, rüyasını, babasına, kardeşlerinin
    olmadığı bir sırada anlatmış ve babası da, ona, rüyasını kardeşlerine
    anlatmamasını tavsiye etmiştir.

    Tevrat’ta geçen
    ifadeye göre;[10] Hz. Yûsuf, rüyasını, baba­sına,
    kardeşlerinin huzurunda anlatmış ve babası da: “Desene ben, annen, ve
    kardeşlerin sana secde edeceğiz” diyerek ona kızmış.

    Tevrat’ta geçen bu
    olay, tamamen yanlıştır. Çünkü Tevrat, kesinlikle tahrif edilmiştir. Doğrusu
    ise Kur’ân-ı Kerîm*de ge­çendir. Zira “Kur*an*a, önünden de ve ardından da
    batıl gelemez.[11]

     

    Hz. Ya’kûb’un, Yûsuf’a Olan Sevgisi:

     

    Hz. Ya’kûb (a.s),
    çocukları içerisinde en çok Yûsufu se­viyor ve Yûsuf ile Bünyâmîn’i, sevgi ve
    yakınlık yönünden diğer çocuklarına üstün tutuyordu. İşte bu; kardeşlerinin, Yû­suf
    ile öz kardeşi Bünyâmîtı’e karşı kıskançlık göstermelerine ve tuzak kurmalarına
    bir sebep teşkil ediyordu. Çünkü onlar daha küçük ve genç yaşta çocuk idiler.
    Bundan dolayı kardeş­leri, Yûsuf a olan düşmanlıklarını ve ona yapacakları
    kötülüğü içlerinde gizlediler…

    Kardeşleri,
    babalarından; Yûsuf la arkadaşlık kurup kendi­leriyle birlikte Yûsuf un da
    çölde koşup oynaması için izin istediler. Bu durum, Hz. Ya’kûb’a zor geliyordu.
    Çünkü Hz. Ya’kûb, hem Yûsuf un ayrılığına dayanamıyor ve hem de on­ların ona
    bir zarar vermesinden korkuyordu. İşte bundan dola­yı Hz. Ya’kûb, onları;
    “Yûsuf u götürmeniz beni mutlaka üzer. Siz ondan habersizken onu bir
    kurdun yemesinden korkarım” (Yûsuf: 12/13) şeklinde oyalıyordu…

    Hz. Ya’kûb (a.s),
    kurdun, Yûsuf’a zarar vermesinden çok onların Yûsuf’a zarar vermesinden
    korkuyordu, işte Hz. Yakûb, bu sebeple Yûsuf’u, onlardan alıkoymaya
    çalışıyordu. Fakat kardeşleri, akıllılıkta bir benzen görülmemiş şekilde:
    “Biz (güçlü ve kuvvetli) bir topluluk olduğumuz halde, eğer kurt Yûsuf’u
    yerse, o zaman, biz gerçekten aciz kimseler sayılı­rız” (Yûsuf 12/14)
    dediler. [12]

     

    Hz. Yûsuf (a.s)’in Kuyuya Atılması:

     

    Hz. Ya’kûb, kendisinin
    Yûsuf tan dolayı onlardan korktu­ğunu ve kendisinin olmadığı bir yerde Yûsuf a
    bir tuzak kur­malarından çekindiğini onlara hissettirmemek için çaresiz bir
    şekilde Yûsuf u onlarla göndermek zorunda kaldı. Onların sözlerine uyup
    istemeyerek Yûsuf u gönderdi. Yûsuf u alıp gözden kaybolup; ona kötü sözler
    söylemeye vurmaya aşağı­lamaya başladılar. Sonra Yûsufu suyu az bir kuyunun
    içine attılar. Onlar Yûsufu kuyuya atınca Allah Yûsuf’a; bu zorluk ve
    sıkıntıdan mutlaka çıkıp kurtulacağını ve kendisinin izzet ve onur sahibi
    olduğu sırada, onlar farkına varmaksızın, kar­deşlerinin yaptıkları bu kötü işi
    onlara mutlaka haber verece­ğini vahyetti. Yüce Allah bu konu ile ilgili olarak
    şöyle bu­yurmaktadır:

    “Yûsuf’u götürüp
    de kuyunun dibine atmaya ittifakla ka­rar verdikleri zaman, Biz, Yûsuf’a;
    ‘Andolsun ki sen onların bu işlerini onlar farkına varmaksızın, (bir gün)
    kendilerine haber vereceksin’ diye vahyettik.[13]

    (O civardan) bir
    kafile geçiyordu. Sucularım, (su getirme­si için) kuyuya gönderdiler. Sucu, su
    almak için kovayı kuyuya salınca, Hz. Yûsuf, kovaya yapışıp tutundu. Adam,
    kovayı çe­kince, (Yûsuf’un ağırlığından ötürü) kovanın su ile dolduğunu sandı.
    Bir de baktı ki, kovaya asılı güzel yüzlü ve temiz yaratı-lışlı bir çocuk. Adam
    buna çok sevinip: “Müjde! işte bir oğ­lan. ” (Yûsuf: 12/19) dedi.
    Yûsufu, bir ticaret malı olarak sak­ladılar. 
    Mısır’a varınca,  onu, köle olarak
    satmak istediler. “Kıtfîr” adında Mısır Azizi, onu, düşük bir fiyata
    kafileden satın aldı. Hz. Yûsuf; doğruluğu, üstün karakteri, güzel ahlakı ve
    güvenirliliği ile Mısır azizinin yanında güzel bir yere sahip oldu… Bu olay,
    milattan Önce takriben 1600 yıl önce gerçek­leşmişti.

    Diğer taraftan Yûsuf
    un kardeşleri, Yûsufun gömleğini öldürdükleri bir koyunun kanma batırarak o
    kanlı gömleği ba­balarına götürdüler. Bununla, kendilerinin olmadığı bir sırada
    Yûsufu, kurdun kapıp yediğine babalarına inandıracaklardı. Fakat onlar, gömleği
    parçalamayı unuttular. -Zaten yalancılı­ğın belası, unutmaktır- Bu hilede
    başarılı olamadılar. Yüce Al­lah bu konu ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:

    “Akşamleyin
    ağlayarak babalarına gelip:   ‘Ey
    babamız! Biz. yarışmak için (sahraya) gitmiştik. Yûsuf’u da, eşyamızın yanında
    bırakmıştık (Ne yazık ki,),onu kurt yemiş. Fakat biz, doğru söyleyenler olsak
    bile, sen, bize inanmazsın’ dediler. [14]

    Seleften bazısı derki:
    “Zulümden yakınan kimsenin ağla­masına aldanma. Ağlamakta olduğunu görmene
    rağmen, zul­mettiği nice kimseler vardır! Yûsufun kardeşlerinin ağlamala­rını
    düşünün. Geceleyin, zifiri karanlıkta ağlayarak babalarının yanma gelmişlerdi.
    Mazeretlerini açıklamak için değil de zu­lümlerini örtbas etmek için böyle
    yapmışlardı.”

    Rivayet edildiğine
    göre; Hz. Ya’k’ûb ( a.s)’a, Yûsufun ka­na bulanmış gömleği getirildiğinde, onu
    ters çevirip incelemiş ve ona bakarak: “Ne yumuşak huylu bir kurt ki oğlumu
    yemiş de sırtındaki gömleği parçalamamış” dedi. Hz. Ya’k’ûb (a.s) bu sözü;
    onların yalanlarına inanmadığını, babalarına karşı u-muİmadık bir hile ve iş
    yaptıklarını anlatmak için söyle­di. Yüce Allah bu konuda şöyle buyurmaktadır.

    “(Ya’kûb) dedi
    ki: belki de nefisleriniz size (kötü) bir işi güzel gösterdi. Artık (bana
    düşen)güzel bir sabırdır. Sizin an­lattığınıza göre, yardımına sığınılacak
    ancak Allah ‘tır.[15]

     

    Hz. Yûsuf (a.s )’ın, Azizin Hanımından Dolayı
    Başından Geçen Sıkıntılı Olay:

     

    Hz. Yûsuf a.s ) Mısır
    azizinin evinde her türlü ikram ve i-yiliğe kavuşmuş bir vaziyette kaldı. Aynı
    zamanda çok güzel ve yakışıklı idi.Büyüyüp delikanlı olunca Azizin hanımı ona
    aşık oldu.Aşkı gönlünü kapladı. Yûsufu kendisine çağırdı. Bu olay, Hz. Yûsuf
    (a.s )’ın karşılaştığı ikinci problemin başlangı­cı idi. Birinci problemi,
    kardeşlerinin kendisine kıskançlık gösterip kuyuya atmalarıydı.

    Hz. Yûsuf (a.s) temiz
    ruhlu, iffetli, hal ve hareketlerinde dosdoğru idi. İşte bundan dolayıdır ki bu
    büyük fitneye karşı direndi. Kadının arzusuna ve saptırma faaliyetine karşı tam
    bir imanla iki sebepten dolayı karşı koydu.

    Birincisi:
    Babasının ve dedesinin evinde gördüğü güzel terbiye ve kalbini saran Allah’a
    olan imam. Çünkü babası ve dedesi de Peygamber ocağında büyümüşlerdi.

    İkincisi:
    Kadının kocasının kendisine çok iyilik ikram ve ihsanda bulunan efendisi
    oluşudur. Çünkü efendisi, malı ve namusu hususunda kendisine güvenmişti. Nasıl
    olurda efendi­sine ihanet edebilirdi. Yüce Allah bu konuda şöyle buyurmak­tadır:

    “Evinde bulunduğu
    kadın, Yûsuf’un nefsinden (murad al­mak) istedi. Kapılan iyice kapattı ve:
    ‘Haydi gel’ dedi. Yû­suf’ta: ‘(Böyle bir iş yapmaktan) Allah’a sığınırım. Çünkü
    ‘kocanız; benim efendimdir, bana güzel davrandı. ‘Durum şu ki: ‘Zalimlerfelah
    bulmaz! dedi.[16]

    Azizin karısının
    kalbindeki aşk kadını tahrik etti. Vakit geçirmeden zorla Yûsuf’a sahip olmak
    istedi. Bunun için önce kapıları kapadı, işini sağlama alıp Yûsuf u açıkça
    kendisine yaklaşmaya çağırdı. Fakat Yûsuf, bu teklifi kabul etmeyip ka­dından
    yüz çevirdi. Kadın ise Yûsufu kendisine çağırmada ısrar etti. Kadının Yûsuf’a
    olan sevgisi, haya duygusuna galip gelmişti. Çünkü şehveti kendisini
    kuşatmıştı. Yûsuf u tutup ona bu işi zorla yaptırmak istiyordu. Yûsuf Allah’tan
    korktuğu için Allah onu böyle bir hareket yapmaktan korudu. Kadın, Yûsufu
    kendisine çekmeye çalışıyordu. Sonunda Yûsuf kadı­nın elinden sıyrıldı. Bu defa
    Yûsuf un elbisesini arkasından yakalayıp elbiseyi yırttı. Kadın yine Yûsuf un
    peşini bırakma­dı. Kapıya kadar koştular. Yûsuf kapıyı açıp kaçıp gitmek
    istiyordu. Kadın ise Yûsuf ile kapının arasına girip Yûsuf tan,

    isteğini ve arzusunu
    yerine getirmesini istiyordu. Tam bu sıra­da kadının kocası çıkageldi.İkisini
    şüpheli bir vaziyette buldu. Kadın bu defa kötü bir hile ve tuzağa baş vurup
    kocasına karşı suçsuz olduğunu göstermek için ağlayıp sızlamaya başladı.
    Kadının iddiasına göre; Yûsuf kadına karşı cinsel tacizde bu­lunmuş. Kadın ise
    Yûsuf tan kaçmış. Yûsuf kadın ile bu çirkin işi yapmaya çalışmış. Kadın ise
    bundan kaçınmış. Böylece e-fendisini şerefine ihanet etmek istemeyen ve
    namusunu zede­lemeyen kişi cezayı hak edecek, kurnaz, hilckarcı ve düzen­bazda
    haklı çıkacaktı.Yüce Allah bu kolayı şöyle anlatmakta­dır.

    “İkisi de kapıya
    koştular. Kadın, Yûsuf’un gömleğini ar­kadan yırttı. Kapının yanında efendisini
    (kocasına) rastladılar. Kadın: ‘Senin ailene kötülük etmek isteyenin cezası,
    zindana atılmaktan ya da acıklı bir işkenceden başka bir şey midir?’ dedi.
    (Yûsuf) ‘Hayır, o, kendisi benim nefsimden (murad al­mak) istedi’ dedi. Kadının
    akrabasından biri, şöyle şahitlik etti: ‘Eğer Yûsuf’un gömleği önden
    yırtılmışsa, kadın doğru söylemiştir. Yûsuf ise, yalancıdır. Eğer Yûsuf’un
    gömleği ar­kadan yırtılmışsa, kadın yalan söylemiştir. Yûsuf ise, doğru
    söyleyenlerdendir. [17]

    Bu, doğru bir tanıklık
    ve son derece ikna edici bir kanıt­tır… Tanık, kadının akrabalarından bir
    çocuk idi. Yûsuf un id­dia edilen iftiradan beri olduğuna, temiz ve iffetli
    olduğuna delil olsun diye ve Yûsufu, kadının verdirtmek istediği şiddet­li
    cezadan kurtarmak için Allah, o çocuğu böyle konuşturdu. Tanıklığın özeti şu
    şekildedir:

    ‘Yûsuf kovalayan,
    kadın kaçan durumda ise, elbisenin ön­den yırtılmış olması gerekir. Eğer Yûsuf
    kaçan durumda ve kadın kovalayan ise elbisenin arkadan yırtılması gerekir.’

    Yüce Allah bu konuyu
    şöyle anlatmaktadır:

    ‘(Efendisi,) Yûsuf’un
    gömleğinin arkadan yırtılmış oldu­ğunu görünce, (kadına:) ‘Şüphesiz bu, sizin
    tuzağınızdır. Çün­kü sizin tuzağınız gerçekten büyüktür. (Yûsuf’a dönerek:) ‘Ey
    Yûsuf! Bu meseleyi kimseye söyleme. (Ey kadın!)sende güna­hının affını
    dile,çünkü sen günahkârlardan oldun1 dedi.[18]

     

    Olayın Şehirde Yayılması:

     

    Olay şehrin her
    tarafında kısa sürede yayıldı. Kadınlar, Azizin hanımı hakkında konuşmaya
    başladılar, bu işten dolayı onu kınayıp ayıplıyorlardı. Çünkü evin
    hanımefendisi, kölesi­ne nasıl aşık olabilirdi? İnsan hiç hizmetçisini sever ve
    ona aşık olur muydu? Bu tür sözler, Azizin hanımının kulağına git­ti. Bunun
    üzerine kadın, kendisini kınayan Mısır’ın ileri gelen şeref ve itibar sahibi
    arkadaşlarına haber gönderip evine davet etti. Yûsuf a olan sevgisini ve aşkım
    mazur görmelerini sağla­mak için, onlara birde hile kurdu.

    Onların her birine
    oturacak bir yer hazırlattı. Bıçakla ke­sebilecek bir yiyeceği onlara ikram
    etti.Yûsuf u da süslenmiş vaziyette onlara yakın bir yerde hazır tutuyordu. Tam
    bıçaklan ellerine alıp önlerindeki yiyeceği kesmeye başladığı anda Yû­suf a
    onların huzuruna çıkmasını emretti. Kadınlar Yûsuf un güzelliği karşısında
    şaşırıp hayran oldular. Öylesine güzeldi ki şaşkınlıktan ellerinde olanı unutup
    ellerini kestiler ve (Yû­suf un cemalini seyretmenin verdiği hazdan dolayı)
    ellerindeki bıçak yarasının acısını hissetmiyorlardı.

    Öyle ki parmaklarından
    akan kanlar elbiselerini boyamıştı. Onlar ise ellerindeki meyveyi kestiklerini
    sanıyorlar­dı… Yûsuf un cemalinden faydalanmak için ve güzelliklerini hayal
    etmek için akıl uçup gitmiş ve göz ise fal taşı gibi yerinden fırlamıştı.
    Kadınlar eleştiri ve kınamadan vazgeçip Yû­suf un güzelliği karşısında hayran
    olup şöyle dediler.

    “Allah ‘ı noksan
    sıfatlardan tenzih ederiz bu asla bir beşer değildir.bu ancak bir melektir. [19]

    Kadın böylece Yûsuf a
    olan aşkının sırrını burada göster­miş oldu.Onlara sitem ederek şöyle dedi:

    “İşte hakkında
    beni kınadığınız şahıs budur.Ben onun nef­sinde (murad ahnak)istedim.. Fakat o,
    (bundan) şiddetle kaçın­dı. Andolsun ki eğer o, kendisine emredeceğimi yapmazsa
    mut­laka zindana atılacak ve elbette zelillerden olacaktır. [20]

    Adalet, Hz. Yûsuf un
    bu asil davranışı ve iffetinden dolayı tebrik edilmesini, kadının ise bu çirkin
    hareketi ve eliyle (Yû­suf un elbisesini yırtması sebebiyle) cezalandırılmasını
    gerek­tirir. Fakat iş tersine döndü. Kadının, kocasının ve kendisinin şeref ve
    haysiyetini önemsemeyip Yûsuf u ele geçirmek’için ona hile kurmanın bedeli,
    temiz ve suçsuz olan Yûsuf a ödetti­rildi. Yûsuf hapse mahkum edildi.Yaklaşık
    yedi sene hapis aldı…Yüce Allah bu konuyla ilgili olara şöyle buyurdu:

    “Sonra (Aziz ve
    arkadaşları,) kesin delilleri görmelerine rağmen halkın dedikodusunu kesmek
    için) yine de Yûsuf’u bir zamana kadar mutlaka zindana atmaları kendilerine
    uygun görüldü. [21]

    Hz. Yûsuf, kadının
    işlediği suça rağmen haksız yere hapse atıldı. Hz. Yûsuf ile birlikte iki
    gençte hapse girmişti. Biri, hü­kümdarın sucu başı ve diğeri ise, aşçı başı
    idi. İkisi de, hapiste birer rüya gördüler. Rüyalarını, Hz. Yûsuf a anlattılar.
    Sucu başı, hükümdarın bardağının içerisine şarap doldurduğunu görmüş.

    Diğeri ise, başının
    üstünde ekmek olan bir tabak taşıdığını ve kuşların bu ekmekten yemekte
    olduklarını görmüştü. Her biri, gördükleri rüyayı yorum i amalarını Hz. Yûsuf
    ‘tan istedi­ler. Bunun üzerine Hz. Yûsuf, sucu başına: ‘Sen, hapisten çı­kıp
    eski işine dönüp hükümdara içki sunacaksın…’ dedi. Aşçı basıya ise: ‘Sen ise,
    asılacaksın. Kuşlar, başından yiyecekler’ dedi. İş, Hz. Yusuf (a.s)’ın haber
    verdiği şekilde gerçekleşti. [22]

     

    Hükümdarın Rüyası ve Hz. Yûsuf un Hapisten Çıkması:

     

    Hz. Yûsuf un hapiste
    geçen sıkıntılı yıllarının sonunda, Allah, ona çıkış yolunu gösterdi. Hükümdar,
    uykusunda garip ve acayip bir rüya görmüştü; rüyasında nehirden yedi tane se­miz
    güzel inek çıkıp merada otlamaya koyuldular. Ardından yedi tane de zayıf cılız
    ve çirkin görünüşlü inek nehirden çıkıp semiz inekleri yediler. Aynı şekilde
    yedi tane yeşil başağın üzerine yedi tane kuru başak yüklenip onları yediler.
    Hüküm­dar, rüyasından korku içinde uyandı. Bütün sihirbazları ve bil­ginleri
    toplayıp onlara rüyasını yorumlamalarını istedi.Fakat onlardan, gönlünü
    rahatlatacak bir cevap alamadı.

    (Daha önce Yûsufun
    yorumladığı rüya üzere hapisten çıkmış olan) hükümdarın sucu basısı, hükümdara;
    Yûsufun karışık rüyaları yorumlamadaki gücünü anlattı. Hükümdardan, müjdeli ve
    sağlam bir haber getirmesi için kendisini Yûsuf’un yattığı hapse göndermesini
    istedi.

    (Hükümdarın izin
    vermesi üzerine) hemen Yûsuf un yanı­na gidip ona hükümdarın gördüğü rüyayı
    anlattı. Hz. Yûsuf, rüyayı şöyle yorumladı: “Bu beldede yedi yıl bolluk
    olacak. Toprak cömertçe bol bol ürün verecek. Ardından yedi yıl ku­raklık
    olacak. Yeşillikler yok olacak. Onlara git; bolluk yıllarında kuraklık ve
    kıtlık yıllan için yiyecekler biriktirmelerini söyle.”

    Hükümdar, bu yoruma
    çok şaşırdı. Hemen hapisten çıkarı­lıp yanına getirilmesini emretti. Böylece
    ona, devletin vezirlik­lerinden birisini verip onu yanına alacaktı. Fakat Hz.
    Yûsuf, üzerinde suçluluk damgası olduğu için hapisten çıkmayı red­detti.
    Kendisini mahkum edenlerin, suçsuz olduğunu kabul edip bu çirkin suçlamadan
    kurtulup insanların, onun, temiz ve suçsuzluğuna şahitlik etmedikçe hapisten
    çıkmayacağını bildirdi.Bu, peygamberliğin üstün haysiyet ve şerefinin gereği
    idi… Yüce Allah bu konu ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:

    “(Adam hu yorumu
    getirince,) hükümdar: ‘Onu bana geti­rin ‘ dedi. Elçi, Yûsuf’a geldiği zaman,
    (Yûsuf:) ‘Efendine dön de ona:  
    ‘Ellerini kesen o kadınların zoru neydi?’ diye sor. Şüphesiz benim Rabbim,
    onların hilesini çok iyi bilir’ dedi. (Hükümdar, kadınları yanın çağırıp
    onlara:) ‘Yûsuf’un nefsin­den (murad almak) istediğiniz zamanki durumunuz
    neydi?’ dedi. (Kadınlar:)  ‘Hâşâ! Allah
    için biz ondan hiçbir kötülük görmedik’ dediler. Azizin karısı da: ‘Şimdi hak
    meydana çıktı. Ben onun nefsinden (murad almak) istemiştim. Şüphesiz ki Yû­suf,
    doğru söyleyenlerdendir.[23]

    Hz. Yûsufun kıssası,
    uzundur. Kur’ân~ı Kerîm, onun bu kıssasını detaylı bir şekilde anlatmıştır. En
    sonunda; babası, annesi ve bütün kardeşleri Mısır’a gelirler. Mısır’da üstün
    bir makama ve itibara sahip olduğu için Hz. Yûsufa, “selam”
    (tahiyyat) ve “hürmet” (lekrim) secdesi yaparlar. Babasına, küçük
    iken gördüğü rüyayı hatırlatır. Çünkü gördüğü rüya ger­çekleşmiş oldu. Yüce
    Allah bu konuda şöyle buyurmaktadır:

    “(Hep beraber
    Mısır’a gidip) Yûsuf’un yanına girdikleri zaman, anne ve babasını kucaklayıp:’
    Emin olarak Allah ‘m iradesiyle Mısır’a girin ‘ dedi. Anne ve babasını tahtının
    üstüne çıkartıp oturttu ve hepsi onun için secdeye kapandılar. (Yû­suf:) ‘Ey
    babacığım! İşte bu, daha önce (gördüğüm) rüyanın yorumudur. Rabbim onu
    gerçekleştirdi. Beni zindandan çıka­rıp şeytan benim ile kardeşimin arasım
    bozduktan sonra sizi çölden getirdiği için Rabbim ihsanda bulundu. Şüphesiz ki
    Rabbim, dilediğine lütfedicidir. Çünkü O, çok iyi bilendir ve hikmet sahibidir.[24]

     

    Hz. Yûsuf (a.s)’ın Başından Geçen Sıkıntı:

     

    Hz. Yûsuf (a.s), çok
    çetin sıkıntılarla karşılaşıp, zorlu bir hayat geçirdi. Bazen kolaylık, bazen
    zorluk, bazen rahatlık, bazen sıkıntılı, bazen darlık, bazen de genişlik
    içerisinde dö­nüp durdu.

    Bu büyük sıkıntı ve
    musibetlerin sonunda; Allah, ona, bol bir şekilde güç ve saygınlık ihsan etti.
    Çünkü hapisten çıkıp Mısır mülkünün başına geçmişti… (İşte geçirdiği bu
    sıkıntıla­rın karşılığı olarak) Allah, onu, Mısır ülkesinin hazinelerinin
    başına geçirmişti.

    Her ülke ve beldeden
    insanlar, kıtlık sebebiyle Hz. Yû­suf un yanma gelmeye başladılar. Hz. Yûsuf a
    ihtiyaç duyan­lar içerisinde, kuraklıktan zarar gören kardeşleri de vardı…
    Kardeşleri de (diğer insanlar gibi) yiyecek almak için Hz. Yû­suf un yanına
    geldiler. Hz. Yûsuf, onları tanıdı. Fakat onlar, Hz. Yûsuf u tanımadılar…
    İşte Hz. Yûsuf un çektiği bütün bu sıkıntılar, onun, bu büyük ilahi lütfa ve
    ikrama ulaşmasına bir sebep teşkil etti.

    Ariflerden bir zat
    bununla ilgili olarak der ki: “Nice ikram ve lütuflar, sıkıntılar
    içerisinde saklıdır.”

        Hz. Yûsuf (a.s)’m başında üç büyük sıkıntı
    geçmişti. Bun­lar, şunlardır:

    Birincisi:
    Bu olay; kardeşlerinin, Hz. Yûsuf a kıskançlık gösterip ona tehlikeli bir tuzak
    hazırlayıp (ilk Önce) onu öl­dürmek isteyip sonra (bundan vazgeçerek) kuyunun
    içerisine atmakla yetindikleri sırada gerçekleşmişti…

    Allah’ın yardımı ve
    rahmeti, Hz. Yûsuf a olmasaydı, Hz. Yûsuf, ölür giderdi.

    ikincisi: Bu
    olay ise; Hz. Yûsuf’un daha çiçeği burnunda genç bir delikanlı iken Mısır
    Azizinin hanımının ona aşık olup onu kendisine çağırdığında (onun bu teklifi
    kabul etmemesi üzerine) kadının, Hz Yûsuf u kandırıp saptırmak için çeşitli
    hilelere başvurduğu sırada gerçekleşmişti…

    Fakat Allah, Hz. Yûsuf
    u, kadının tuzağından korudu ve onu bu büyük hileden kurtardı… Yüce Allah bu
    konu ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:

    “Rabbi, Yûsuf’un
    (zindanın kadınların teklif ettiklerinden daha iyi olduğu ve onların hilesini
    kendisinden uzaklaştırmadığı takdirde onlara meyledip cahillerden olacağı
    şeklindeki) duasını kabul etti ve onların hilesini (Yûsuf’tan) uzaklaştırdı.
    Çünkü Allah(her şeyi) iyi işiten, pek iyi bilendir. [25]

    Üçüncüsü: Bu
    olay ise; Hz. Yûsuf un çirkin bir iftira se­bebiyle haksız ve suçsuz yere
    zindana atılması ve orada yedi yıl kalmasıdır…

    Mısır hükümdarı bir
    rüya görüp bununla zihnini meşgul etmeseydi, uzun yıllar daha zindanda kalırdı.

    Yüce Allah bu konu ile
    ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:

    “(Rüyasını
    yorumlayıp zindandan kurtulan sucu başına; kendisinin suçsuz olduğunu hükümdara
    anlatmasını, belki bu yerden, zindandan çıkabileceğini söyledi.) Fakat şeytan
    (zin­dandan çıkan) o kişiye, (Yûsuf’u) efendisine anmayı unutturdu. Dolayısıyla
    (Yûsuf), ‘birkaç yıl daha’ zindanda kaldı. [26]

     

    Hz. Yûsuf (a.s)’ın Masum Oluşu  İlgili Önemli Bir Hatırlatma:

     

    “Peygamberlerin
    Masumiyeti” bahsinde, Yüce Allah’ın peygamberi Hz. Yûsuf (a.s)’in
    masumiyeti (günahsızlığı) ile ilgili on (10) madde aktarmıştık. Burada ise
    meşhur tefsirci Fahreddîn er-Râzî’nin bu konu ile ilgili önemli bir sözüne faz­ladan
    yer vereceğiz. Çünkü Fahreddîn er-Râzf nin bu sözü, bazı cahillerin iddiasının
    aksine Hz. Yûsuf un temiz olduğunu, günahsız olduğunu ve kadına meyletmeden
    uzak olduğunu göstermektedir…

    Fahreddîn er-Râzî der
    ki:

    “1.
    Yüce Allah, Hz. Yûsuf un suçsuz olduğuna şu sözüyle tanıklık etmektedir:

    “İşte böylece
    Biz, kötülük ve fuhşu Yûsuf’tan uzaklaştır­mak için (delillenınizi ona
    gösterdik.) Çünkü o, ihlasa erdiril­miş kullarımızdandır. [27]

    2. Azizin hanımının
    akrabalarından bir şahit, Hz. Yûsuf un suçsuz olduğuna tanıklık etmiştir. Yüce
    Allah bu konu ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:

    “Kadının
    akrabalarından biri şöyle şahitlik etti: Eğer Yû­suf’un gömleği
    öndenyırtümışsa,. ” (Yûsuf: 12/26)

    3.  Ellerini kesen kadınlar, Hz. Yûsuf un suçsuz
    olduğuna tanıklık etmişlerdir. Yüce Allah bu konuda şöyle buyurmakta­dır:

    “(Kadınlar:)
    Haşa! Allah için biz ondan hiçbir kötülük görmedik’ dediler.” (Yûsuf:
    12/51)

    4. Azizin
    hanımı da, Hz. Yûsuf un suçsuz olduğuna şu sö­züyle tanıklık etmiştir:

    “Azizin karısı
    da: ‘Şimdi hak meydana çıktı. Ben onun nefsinden (murad almak) istemiştim.
    Şüphesiz o, doğru söy­leyenlerdendir’ dedi” (Yûsuf: 12/51)

    5.  Şeytan da, Hz. Yûsuf un suçsuz olduğuna şu
    sözüyle tanıklık etmiştir:

    “iblis: ‘Senin
    mutlak kudretine andolsun ki, onlardan ‘ihlasa erdirilmiş kulların’[28]
    hariç, hepsini mutlaka azdıraca­ğım ‘ dedi. ” (Sâd: 38/82-83)

    Buna göre Hz. Yûsuf u
    kadına meyletmekle suçlayan kişi, hangi tarafı tutuyor? Allah’ın tarafını mı?
    Yoksa Şeytanın tara­fım mı? Hangi tarafı tutarsa tutsun, her iki taraf ta, Hz.
    Yû­suf un suçsuz olduğuna tanıklık etmektedir. Hangi halde olu­nursa olsun, Hz.
    Yûsuf un suçsuz olduğunu kabul etmekten başka bir yol yoktur. Çünkü Hz. Yûsuf
    (a.s), Azizin hanımına meyletmekten uzaktır.[29]

     

    Hz. Yûsuf (a.s)’ın Ölümü:

     

    Tarihçiler derler ki:
    “Hz. Yûsuf (a.s), uzun ayrılıktan sonra babasıyla tekrar buluştuklarında,
    Hz. Ya’kûb (a.s), 130 yaşın­da idi. Hz. Ya’kûb (a.s), bu buluşmadan 17 yıl
    sonra öldü.

    Hz. Yûsuf (a.s), 110
    yıl yaşadı. Mısır’da ölüp oraya gö­müldü. Kardeşlerine; ‘eğer Mısır’dan bir gün
    çıkıp giderseniz, benim cesedimi de yanınızda götürün ve atalarımın yanma
    gömün’ diye vasiyet emişti.

    Hz. Yûsuf (a.s)’m
    cesedi, Hz. Mûsâ (a.s) zamanında Şam’a götürülmüştü. Tercih edilen görüşe göre,
    Nablus’a gömülmüştü.

    Hz. Yûsuf (a.s)’ın
    ölümü, Hz. Mûsâ (a.s)’ın doğumundan da 64 yıl önceye rastlamaktadır.[30]

    Hz. Yûsuf (a.s), eceli
    yaklaştığı zaman, Rabbüıden; iman üzere canını almasını ve Salih kulları
    arasına katmasını istedi.

    “Ey Rabbim!
    Mülkten (nasibimi) verdin ve bana (rüyada görülen) olayların yorumunu da
    öğrettin. Ey gökleri ve yeri yaratan! Sen, dün ya da ve ahirette benim
    sahibimsin. Beni müslüman olarak öldür ve beni salihler arasına kat. [31]

    Allah, Hz. Yûsuf un bu
    duasını kabul edip onu en yüce makama nakletti. Allah, Hz. Yûsuf a büyük bir
    rahmet eyledi.

    Bize de, ölüm anında
    iman nasip etsin. Çünkü Allah, yapı­lan duayı işiten ve kabul edendir. [32]

     



    [1] Yûsuf: 12/24

    [2] Buharı. Enbiyâ 19. Menakib 13, Tefsiru Sure-i Yûsuf 1;
    Tirmizî, Tefsiru Sure-i Yûsuf 1: Müsncd; 2/96,416; îbn Hacer, Fetlm’1-Bari,
    8/361

    Muhammed Ali Sâbûnî,
    Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 580.

    [3] Bununla ilgili olarak b.k.z: En’âm: 6/84: Yûsuf: 12/4,
    7, 8, 9. 10; 11.17, 21. 29, 46. 51. 56. 58, 69, 76, 77. 80, 84, 85. 87, 89; 90.
    90, 94. 99; Gâfir: 40/34 (ç)

    [4] Yûsuf: 12/46.

    [5] Yûsuf: 12/34.

    [6] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen
    Yayınları: 581-582.

    [7] İbn Kesîr, Muhtasar İbn Kesîr Tefsiri. 2/241

    Muhammed Ali Sâbûnî,
    Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 582-583.

    [8] Suyûtî, Câmiu’s-Sağîr, H. No: 985 (ç)

    [9] Yûsuf: 12/4-5

    [10] Tevrat. Tekvin. 37/9-11 (ç)

    [11] Fussilet: 41/42

    Muhammed Ali Sâbûnî,
    Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 583-584.

    [12] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen
    Yayınları: 584-585. 

    [13] Yûsuf: 12/15

    [14] Yûsuf: 1-2/16-17

    [15] Yûsuf: 12/18

    Muhammed Ali Sâbûnî,
    Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 585-587. 

    [16] Yûsuf: 12/23

    [17] Yûsuf: 12/25-27

    [18] Yûsuf: 12/28-29

    Muhammed Ali Sâbûnî,
    Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 587-590. 

    [19] Yûsuf: 12/31

    [20] Yûsuf: 12/32

    [21] Yûsuf: 12/35

    [22] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen
    Yayınları: 590-592 

    [23] Yûsuf: 12/50-51

    [24] Yûsuf: 12/99-100

    Muhammed Ali Sâbûnî,
    Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 592-594. 

    [25] Yûsuf: 12/34

    [26] Yûsuf: 12/42

    Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 594-596.

    [27] ‘Yûsuf: 12/24

    [28] Çünkü Hz. Yûsuf (a.s), Yüce Allah’ın, Yûsuf: 12/24’de
    belrttiği üzere, ihlasa erdirilmiş kullarındandır.

    [29] Fahreddîn er-Râzî, Tefsiri Kebîr, 18/117

    Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 596-597.

    [30]  Taberî,
    Tarîhu’r-Rüsûl vel-Mülûk, “1/330-364; İbnü’1-Esîr, el-Kâmil, 1/78-88 İbn
    Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 1/185-206

    [31] Yûsuf: 12/101

    [32] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen
    Yayınları: 597-598.

  • Hz. Şuayb (A.S)

    Hz.
    ŞUAYB (A.S)
    1

    Hz.
    Şuayb (a.s)’ın Kur’an’da Zikredilmesi:
    1

    Hz.
    Şuayb (a.s)’ın Soyu:
    1

    Medyen
    Halkının Yurtlan Nerededir?:
    2

    Hz.
    Şuayb (a.s)’in Kavmine Yaptığı Davet:
    2

    Hz.
    Şuayb (a.s)’ın Kıssasından Alınacak İbret:
    3

    Medyen
    Kavminin Helak Edilişi:
    4

     

    Hz. ŞUAYB
    (A.S)

     

    “Medyen (Jıalhna
    da) kardeşlen Şuayb ‘ı (Peygamber ola­rak gönderdik.): ‘Ey kavmim! Allah’a
    kulluk edin. Sizin O’ndan başka ilahınız yoktur…” (A’râf: 7/85)

     

    Hz. Şuayb (a.s)’ın Kur’an’da Zikredilmesi:

     

    Hz. Şuayb (a.s)’ın
    ismi, Kur’ân-ı Kerîm’de; A’râf, Hûd, Şuarâ ve Ankebût Surelerinin çeşitli
    yerlerinde on defa geç­mektedir.[1]

    Yüce Allah, Hz. Şuayb
    (a.s)’ı, Medyen halkına Peygamber olarak göndermiştir. Onlara, Ashabı Eyke
    (Eyke Halkı)’de de­nilir. Çünkü Yüce Allah, bununla ilgili olarak şöyle
    buyurmak­tadır:

    ” ‘Eyke halkı’da,
    (kendilerine gönderilen)peygamberleri yalancılıkla itham etti. Hani Şuayb,
    onlara: ‘(Allah’a karşı gelmekten) sakınmaz mısınız?’ demişti. [2]

    Bazı Tefsircilerin
    kaydettiğine göre;[3] Eyke halkı, Medyen
    halkından başka bir kavimdi. Allah, onlara; Medyen halkı helak olduktan sonra
    Hz. Şuayb (a.s)’ı Peygamber olarak göndermişti. Onlar da, Hz. Şuayb (a.s)’ı
    yalanlamışlardı. Bu­nun üzerine bulutlu bir günde, ilahi azab, onları
    yakalamıştı.

    Doğru olan görüş;
    Medyen halkının, Eyke halkıyla aynı olduğu ile ilgili görüştür. Çünkü Şuarâ
    Sûresinde;[4] Eyke
    Halkının, ölçüyü ve tartıyı eksik ölçüp tarttıkları anlatılmıştır. Bu ise,
    Medyen halkının Özelliğidir. Bundan dolayı da-Medyen halkı, Eyke halkı diye
    adlandırılmıştır. Çünkü (oraya) Eyke (denmesi), içerisinde ağaçların bol olduğu
    yeşillikli bir yer olmasındandır. Onlar orada hem ticaret ve hem de ziraat işle­riyle
    uğraşırlardı. Arazilerinde, ağaçlar ve meyveler bol ve çoktu. Zengin bostanlara
    ve bahçelere sahiptiler. İşte bundan dolayı onlar, “Eyke Halkı” diye
    adlandırılmışlardır. [5]

     

    Hz. Şuayb (a.s)’ın Soyu:

     

    Hz. Şuayb (a.s)’ın
    soyu şu şekildedir: Mikail b. Yeşcür b. Medyen b. İbrahim’dir.

    Medyen, Hz. İbrahim
    (a.s)’ın çocuklarından biridir… An­nesi, Hz. Lût (a.s)’m kızıdır. Allah, Hz.
    Şuayb (a.s )’ı; “Lût kavmi de (yakın bir zamanda helak oldukları için)
    sizden uzak değildir” (Hûd:11/89} sözünden dolayı Hz. Lût (a.s )’dan son­ra
    ve Hz Mû.sâ (a.s)’dan önce Peygamber olarak gönderilmiş­tir. Çünkü Yüce Allah,
    (A’râf Suresi’nde ) ilkönce Hz. Nuh’u, sonra Hz. Hûd’u, sonra Hz. Salih’i,
    sonra Lût ve sonrada Hz. Şuayb’ı anmış ve bunun peşi sıra şöyle buyurmuştur:

    “(Adı geçen) bu
    peygamberlerden sonra Musa’yı, mucize­lerimizle Firavuna ve kavmine (Peygamber
    olarak) gönderdik.[6]

    İşte bu ayet; Hz.
    Şuayb (a.s)’in, Hz. Mûsâ ile Hz. Ha­run’dan önce Peygamber olarak
    gönderildiğini göstermektedir.

    Bazı tarihçiler, Hz.
    Şuayb (a.s)’ı, Hz. Musa’dan asırlarca sonra Peygamber olduğunu zannetmekle hata
    etmişlerdir. Çünkü bu görüş, az önce geçen (A’râf: 7/103) ayete ters düş­mektedir.
    Bunlar. Kuran-ı Kerim’de adı geçmeyen peygamber­lerden biri olan Şa’yâ (a.s)
    ile Hz. Şuayb (a.s)’ı birbirine karış­tırıp Şa’yâ (a.s)’ı Hz. Şuayb
    zannetmişlerdir. İşte hata buradan kaynaklanmaktadır. Bunu, bazı araştırmacı
    alimler nakletmişlerdir. [7]

     

    Medyen Halkının Yurtlan Nerededir?:

     

    Medyen halkı; Hicaz
    bölgesinin kuzey yönündeki Şam is­tikametinde ve Akabe körfezine yakın
    topraklarda yaşayan Arap bir kavimdi.

    Taberî derki: Medyen
    ile Mısır arası, 8 gecelik[8] bir
    me­safedir. Anlaşılıyor ki, Medyen bugün “Maân” diye isimlen­dirilen
    yerdir. O yer, Filistin ‘in güneyindedir.

    Medyen halkı, Hz.
    İbrâhîm (a.s)’m oğullarından biri olan Medyen’e nispet edilmektedir. Bu isim,
    Tevrat’ta ise, “Med­yan” diye geçmektedir. Hz. İbrahim’in oğlu
    Medyen, bu kabile arasında yaşamış, onlarla akraba olmuş, sonra onlar arasında
    ailesi ve topluluğu çoğalmış ve bundan dolayı da onlara “Medyen
    halkı” denilmiş (ve bu isim zamanla bütün kabile için kullanılır
    olmuştur). [9]

     

    Hz. Şuayb (a.s)’in Kavmine Yaptığı Davet:

     

    Medyen halkı; ticaret
    ve ziraatla uğraşırlardı. Bu sebeple de çeşitli bolluklara ve nimetlere
    sahiptiler. Hz. İbrahim’den varis olan din üzere idiler. Fakat çok geçmeden
    dinlerini değiş­tirip Allah’ı inkar edip doğru yoldan saptılar. Bundan dolayı
    da aralarında çeşitli kötülükler yayıldı. Bunlardan birisi, ölçü ve tartılarda
    eksik ölçüp tartmalarıydı. İnsanların mallarının fiyatını düşürüp yeryüzünde
    bozgunculuk çıkarıyorlardı.

    Yüce Allah, onlara,
    (Peygamber olarak) Hz. Şuayb (a.s)’ı gönderdi… Hz. Şuayb, onları; Allah’ın
    birliğine davet ediyor, hayatlarınm bu şekilde sürdürdükleri takdirde başlarına
    gele­cek olan) ilahi azabı onlara hatırlatıyor, ölçü ve tartıda eksik ölçüp
    tartmalarını yasaklıyor, bozgunculuğu bırakıp ıslah edici olmalarını
    emrediyordu. Fakat onların az bir kısmı, Hz. Şuayb’a iman etti. Çoğu ise ona
    iman etmedi. Bu inkarcılar, sapıklık ve inkarcılıkta çok ileri gittiler.
    Yolların üzerine otu­ruyor, Hz. Şuayb’a gelen insanları dinlerinden çevirmek
    için gözetliyorlar, ona iman etmeye gelenlere engel oluyorlar ve ona iman
    edenlerin çeşitli tehditlerle gözlerini korkutuyorlar­dı… Yüce Allah bu
    konuyu şöyle anlatmaktadır:

    “Tehdit ederek,
    inananları Allah’ın yolundan alıkoyarak ve o yolun eğriliğini arayarak öyle her
    yolun başında oturmayın. Düşünün, siz az (bir topluluk) idiniz de Allah sizi
    çoğalt­tı. Bakın ki, bozguncuların sonu, nasıl olmuştur. [10]

    Hz. Şuayb (a.s), davet
    ve nasihatlerinde ısrar edince, ona karşı düşmanlıklarını açığa vurdular.
    Sözünü anlamadıklarını ve maksadını bilmediklerini iddia edip eğer himaye
    edenleri olmasaydı, kendisini öldürecekleri tehdidinde bulundular.

    Yüce Allah, bu konu
    ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:

    “Dediler ki: Ey
    Şuayb! Söylediklerinin çoğunu anlamıyoruz ve içimizde seni cidden zayıf
    görüyoruz. Eğer (seni koruyan) kabilen olmasa, seni mutlaka taşla Öldürürüz.

    Ne Sen, bizden üstün
    değilsiniz.[11]

    Daha sonra milletinin
    yoluna geri dönmedikçe ve kavmi­nin dinine girmedikçe, Hz. Şuayb (a.s)’ı ve
    kendisine iman edenleri, yurtlarından çıkarmakla ve kovmakla tehdit ettiler.
    Yüce Allah, A’râf Sûresinde bu konu ile ilgili olarak şöyle bu­yurmaktadır:

    “Kavminden ileri
    gelenler: ‘Ey Şuayb I Kesinlikle seni ve seninle beraber inananları,
    memleketimizden çıkaracağız ya da dinimize geri döneceksiniz’ dediler.
    (Şuayb’da, onlara:) ‘istemesek de mi (bizi yurdumuzdan çıkaracak ve ya dinimiz­den
    döndüreceksiniz)?’ dedi. [12]

     

    Hz. Şuayb (a.s)’ın Kıssasından Alınacak İbret:

     

    Ne garip bir kavim ki;
    kendilerine gönderilen Peygamber, onları; insani üstünlüklere ve güpe gündüz
    güneş gibi parlak bir insani hayata davet ediyor. Fakat kavmi, ona:
    “Söyledikle­rinin çoğunu anlamıyoruz ve içimizde seni cidden zayıf görü­yoruz”
    (Hûd: U/91) diyor.

    Bununla birlikte Hz.
    Şuayb (a.s)’ın daveti, son derece açık ve net olup onları, Allah’tan başkasına
    ibadet etmemeye çağı­rıyordu. Fakat onlar, Hz. Şuayb ile onunla birlikte iman
    eden­leri, yurtlarından kovmakla ve çıkarmakla tehdit ediyorlardı. Hz. Şuayb
    ise, onlara, ölçü ve tartıda eksik ölçüp tartmama işini emrediyordu. Buna
    karşılık onlar, Hz. Şuayb’ı; en zayıf­ları ve en ahmakları olmakla suçluyor,
    onun namazıyla ve iba­detiyle eğleniyorlar ve alay ediyorlardı. Yüce Allah bu
    konu ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:

    “Dediler ki: Ey
    Şuayb! Babalarımızın taptıkları (putları) bırakmamızı veya mallarımızdan (eksik
    ya da fazla verme hu­susunda) dilediğimizi yapmayı terk etmemizi sana namazın
    mı emrediyor? Hakikaten sen, yumuşak huylusun ve çok akıllısın (diyerek alay
    ettiler).[13]

    Gerçekten bilgili olan
    cahillerin, akıllı olan delilerin ve ak­lı kıt kimselerin, kendilerini; ahlaklı
    olmaya, iffetli olmaya, erdemli olmaya çağıran kimselere karşı alay etmesi,
    eğlenmesi ve kendilerince üstünlüklerini ortaya koyacak delillere sarıl­maları
    ne gariptir?! Ne zamandan beri doğruluk, çirkin sayıl­mış?! Ne zaman erdemli
    olma, insanların kınadığı ayıplardan ders alır olmuş?! İşte batılın ve isyankarlığın
    mantığı budur! Nitekim Lût kavmi de, kendi peygamberlerine ve ona bağlı
    müminler hakkında şöyle demişlerdi:

    “Kavminin cevabı:
    ‘Onları (Lût’u ve ona iman edenleri), memleketinizden çıkarın. Çünkü onlar,
    fazla temizlenen insanlarmışi’ demelerinden başka bir şey olmadı. [14]

    Yine Medyen halkının
    da, Hz. Şuayb (a.s)’a karşı durumu aynı mantık çizgisindeydi:

    “Halkının inkar
    eden ileri gelenleri: ‘Eğer Şuayb ‘a uyar­sanız, and olsun ki siz
    kaybedersiniz’ dediler.[15]

     

    Medyen Kavminin Helak Edilişi:

     

    Medyen halkının en
    büyük ahmaklıkları; Hz. Şuayb (a.s)’m, eğer doğru sözlü kimselerden ise,
    üzerlerine gökten bir parça [16]
    düşürmesini istemeleri olmuştur… Bunun üzerine onları; “bulutlu bir
    günün azabı” yakaladı…

    Allah (ilkönce)
    onların üzerine, yedi gün süren bir sıcaklık Musallat etti. Bu saye de suları
    çekilip yok oldu. Sonra onların üzerine bir hulut gönderdi. Sıcaktan korunmak
    için bu bulutun gölgesine sığındılar. Nihayet hepsi bu bulutun altında eksiksiz
    toplanınca, bulundukları yerde büyük bir zelzele oldu.[17] On­ları
    bir çığlık [18]yakalayıverip onların
    üzerine gökten ateş yağ­dı. Böylece yanıp yok oldular. Yüce Allah bu konu ile
    ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:

    “(Sonunda)
    Şuayb’ı, yalana saydılar da, kendilerini, o gölge (bulutlu) gününün azabı
    vakalayiverdi. Gerçekten o, muazzam bir günün azabı idi.[19]

    Hz. Şuayb (a.s),
    kavminin helak olmasından sonra bir müddet daha yaşayıp sonra öldü.

    Bu olay, Hz. Yûsuf un
    ölümü ile Hz. Mûsâ’nm ortaya çı­kışı arasında meydana gelmişti.

    Hz. Şuayb (a.s)’m
    kavminin helak edilişi ile ilgili olayla­rın; İsrail oğullarının, Mısır’a göç
    etmelerinden sonra gerçek­leştiği de, olası bir durumdur. Yine de doğruyu en
    iyi bilen Allah’tır. [20]

     



    [1] A’raf: 7/85, 88, 90, 92,;Hud: 11/84, 87, 91, 94;
    Şuara: 26/177; Ankebut: 29/36 (ç).

    [2] Şuarâ: 26/176-177

    [3] İbnü’i-Esîr, el-Kâmil, 1/158; İbn Asâkir, Tarih,
    6/321; Hakim, Müstedrek, 2/569(Ç)

    [4] Şuarâ: 26/176-191 (ç)

    [5] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen
    Yayınları: 599-600.

    [6] A’raf: 7/103

    [7] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen
    Yayınları: 600-601

    [8] Taberî. Tarîhu’r-Rüsûî ve’1-Miiiûk,   1/325; fbn 
    Kcsîr. el Bulâye ve’n-Nihâye, i/173

    [9] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen
    Yayınları: 601.

    [10] A’râf:7/86

    [11] Hüd: 11/91

    [12] A‘raf: 7/88

    Muhammed Ali Sâbûnî,
    Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 601-603.

    [13] Hûd: 11/87

    [14] A’râf: 7/82

    [15] A’râf:7/90

    Muhammed Ali Sâbûnî,
    Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 603-604.

    [16] Şuarâ: 26/185-188

    [17] A’raf.7/88

    [18] Hüd: 11/94

    [19] Şuarâ: 26/189

    [20] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen
    Yayınları: 604-605.

  • Hz. Ya’kub (A.S)

    Hz.
    YA’KUB (A.S)
    1

    Hz.
    Ya’kûb (a.s)’ın Soyu:
    1

    Hz.
    Ya’kûb (a.s)’ın Hayatı:
    1

    Hz.
    Ya’kûb (a.s)’ın Ölümü:
    3

     

     

     

    Hz. YA’KUB (A.S)

     

    “Nihayet
    (ibrâhîm) onlardan (babası ve kavminden) ve Allah’ın dışında taptıkları
    şeylerden uzaklaşıp bir tarafa çe­kildiği zaman Biz ona îshâk ‘ı ve Ya ‘kûb ‘u
    bahşettik ve her bi­rini Peygamber yaptık. Onlara rahmetimizden bağışta bulun­duk
    ve kendilerine güzel ve üstün bir şan şöhret nasip ettik.” (Meryem.:
    19/49-50)

     

    Hz. Ya’kûb (a.s)’ın Soyu:

     

    Hz. Ya’kûb (a.s),[1] Hz.
    İbrahim’in oğlu Hz. İshâk’m oğlu­dur. Annesi; Tarihçilerin “Tarah”
    dediği Âzer’in oğlu Nahur’un oğlu Betvaîl’in kızı Refka’dır.[2]

    Hz. Ya’kûb’un on iki
    oğlu vardı. İsrail oğulları toplulukla­rı, Hz. Ya’kûb (a.s)’a nispet edilirler.

    Hz. Ya’kûb (a.s)’a,
    “İsrail” de denilir. Yüce Allah bunun­la ilgili olarak şöyle
    buyurmaktadır:

    “Tevrat ‘in
    indirilmesinden önce İsrail ‘in (Ya ‘kûb ‘un) kendisine haram kıldıkları
    dışında, yiyeceğin her türlüsü, İsra­il oğullarına helal idi. (Onlara:) ‘Eğer
    doğru sözlü iseniz, o zaman Tevrat’ı getirip onu okuyun’ de “[3]

    Tevrat ehline göre;
    Allah, Hz. Ya’kûb’a, İbranice’de “Rûhullah” anlamında ‘İsrail”
    adını vermiştir. Az önce de a-çıkladığımız gibi, burada kastedilen; İsrail’in,
    Hz. Ya’kûb’un ismi olduğunu ve Yahudilerin ona nispet edildiğini bilmemizdir.[4]

     

    Hz. Ya’kûb (a.s)’ın Hayatı:

     

    Tarihçilerin
    kaydettiğine göre; Hz. Ya’kûb (a.s), Ken’anlılarm ülkesi (Filistin)’de dünyaya
    geldi. Babası Hz. İshâk (a.s.)’m himayesi altında büyüdü. Annesi Refka, ona;
    Ya’kûb’un kardeşi Ays (îs)’m, Ya’kûb’u (ölümle) tehdit ettiği ve Ya’kûb’a zarar
    vermesinden korktuğu için, Irak’taki Babil ülkesinde yaşayan dayısı Lâbân’m
    yanma gitmesini ve (Ays’m öfkesi yatışmcaya kadar) orada ikamet etmesini
    istedi.

    Hz. Ya’kûb (a.s),
    annesinin isteği üzere dayısına gitmek üzere yola çıktı. Akşam olunca, yolda
    bir yerde yatıp uyudu. Rüyasında, meleklerin, kendisini, göğe çıkarıp Rabbiyle
    ko­nuştuktan sonra geri indirdiklerini gördü. Rabbi, ona: “Seni mübarek
    kılacağım. Soyunu çoğaltacağım. Zaten bu topraklan, senin çocukların ve
    torunların için yarattım” diyordu. Gördüğü rü ya dan dolayı uykudan neşe
    içinde uyandı ve rüyayı gördü­ğü o yerde Allah için bir mabet yapmayı adadı.
    (Bir daha gel­diğinde) o mekanı tanıyabilmek için orayı yağla boyadı ve o-rayı
    “Beytu İl” (Beytullah = Allah’ın evi) diye adlandırıp Hicr denilen
    yere yöneldi… Orası, bugün Hz. Ya’kûb (a.s) ‘m inşa ettiği Beytü’l Makdis
    (Mescidi Aksa)’in bulunduğu yerdir. Daha sonra Hz. Yakûb (a.s) yoluna devam
    edip Irak’taki da­yısının yanma vardığında dayısının iki kızı olduğunu gördü.
    Büyüğünün adı Leyyâ ve küçüğününki ise Râhîl idi…Hz. Yakup (a.s) dayısından
    evlenmek için küçük kızı Râhîl’i istedi. Râhîl, diğerine göre çok güzel ve daha
    alımlıydı. Dayısı, 7 yıl kendisine hizmet etmesi ve koyunlarını otlatması
    karşılığında kızını ona vereceğine söz verdi.

    Belirtilen müddet
    geçince, dayısı bir yemek ziyafeti hazırlayıp insanları bu yemeğe çağırdı.
    Sonra büyük kızı Leyyâ’yı geceleyin Ya’kûb’u gerdek odasına soktu. Leyyâ, çirkin
    görünümlü ve gözlerinin feri zayıflamış bir kızdı. Sabah olunca Hz. Ya’k’ûb
    birde baktı ki, Leyyâ ile evlenmiş. Hemen dayısının yanma gidip ona:

      ‘Beni aldattın. Ben senden Râhîl’i
    istemiştim’ dedi. Da­yısı da, ona;

      ‘Evde büyük kız dururken küçüğünü kocaya
    vermek biz­de Âdet (sünnet) değildir. Eğer Râhîl’i istiyorsan, bana 7 yıl daha
    çobanlık et. Onu da sana vereyim’ dedi. Bunun üzerine Hz. Ya’kûb (a.s) 7 yıl
    daha dayısına çobanlık etti. Müddet do­lunca, Râhîl ile evlendi. Böylece Hz.
    Ya’k’ûb (a.s), iki kız kar­deş ile evlenmiş oldu. Onların şeriatında bir
    erkeğin iki kız kardeş ile bir arada evli bulunması yasak olmayıp caizdi. Bu
    uygulama daha sonra, İslam şeriatında da olduğu gibi, Tevrat şeriatı ile nesh
    edildi.[5]

    Lâbân, her iki kızma
    birer cariye hediye etti. Leyyâ’ya he­diye ettiği cariyenin Adı
    “Zülfa”, Râhîl’e hediye ettiği cariye­nin adı ise “Belhâ”
    idi. Her iki kadında, cariyelerini, Hz. Ya’kûb’a hediye etti. Sabah oîunca,
    Ya’kûb’un yanında 4 ka­dın olmuştu. Bu kadınlar, Hz. Ya’kûb (a.s) için,
    “Esbât” (İsra­il oğullan kabileleri) denilen 12 çocuk dünyaya
    getirdiler. Hz. Ya’kûb’un Leyyâ’dan 6 çocuğu dünyaya gelmişti. Bunlar:

    1. Rûbîl, 2. Şimon, 3.
    Lâvı, 4. Yahûzâ, 5. İsâhir, 6. Zâbilûn. Rûbîl, Hz. Ya’kûb’un en büyük
    çocuğudur. Hz Mûsâ (a.s), Lâvînin soyundan gelmiştir.

    Yahudi kelimesi ise
    Hz. Yakup (a.s) *ın oğullarından biri olan ‘;Yahûzâ”dan alınmıştır.

    Râhîl’ ise iki oğlan
    çocuğu doğurmuştu. Bunlar: 1.  Hz.
    Yûsuf(a.s)2. Bünyâmîn.

    Râhîl’in cariyesi
    Belhâ’nın iki erkek çocuğu dünyaya gelmişti. Bunlar:

    l.Dân, 2. Niftâlîidi.

    Leyyâ’nm cariyesi
    Zülfâ’nın ise iki çocuğu olmuştu. Bun­lar:

    1.  Câd, 2. Eşîr idi.

    Böylece Hz. Ya’kûb
    (a.s)’ın 12 çocuğu oldu. 6’sı Leyyâ’dan, 2’si Belhâ’dan ve 2’si de Zülfâ’dan
    dünyaya gel­mişti. Bunların hepsi; rüyasında 12 yıldızın, Güneşin ve Ay’ in
    kendine secde ettiği Hz. Yûsuf un kardeşleri idi. Bu konu, ya­kında Hz. Yûsuf
    (a.s)’m kıssasında anlatılacaktır.

    Hz. Ya’kûb (a.s)’m
    çocuklarının her birinden bir Yahudi kabilesi oluştu.

    Tarihçiler derler ki:
    “Bünyâmîn hariç Hz. Ya’kûb (a.s)’ın diğer bütün çocukları, Hz. Ya’kûb
    (a.s) Irak’ta dayısmın ko­yunlarını otlattığı sırada doğmuştu. Bünyâmîn ise,
    Hz. Ya’kûb (a.s)’m, Filistin’deki Ken’anlılarm ülkesindeki vatanına dön­dükten
    sonra doğmuştu. [6]

     

    Hz. Ya’kûb (a.s)’ın Ölümü:

     

    Hz. Ya’kûb (a.s), oğlu
    Yûsuf a olan kederinden dolayı gözlerini kaybetmişti. Çünkü Yûsuf un
    kardeşleri, ona, bir tu­zak kurmuşlardı…

    Uzun müddet Yûsuf u
    kaybedip son derece acı ve keder­den sonra Yûsuf a tekrar kavuşunca, Allah,
    ona, gözlerini geri verdi… Yüce Allah bu konu ile ilgili olarak şöyle
    buyurmakta­dır:

    “Müjdeci gelince,
    (Yûsuf’un) gömleğim Ya ‘kûb ‘un yüzüne koydu ve (gözlen) görecek duruma geldi.
    O zaman: ‘Ben, size, Allah tarafından (bir vahiy ile) sizin bilemeyeceğiniz
    şeyleri bilirim, demedim mi?’ dedi [7]

    Hz. Ya’kûb (a.s), oğlu
    Yûsuf a Mısır’da kavuştu… Hz. Ya’kûb (a.s), çok sevdiği oğlu Yûsuf a
    kavuştuktan 17 yıl son­ra 147 yaşında iken öldü.

    Hz. Ya’kûb (a.s), oğlu
    Yûsuf a; kendisini, babası Hz. İshâk (a.s)’m yanma gömmesini vasiyet etti. Hz.
    Yûsuf ta, ba­basının bu vasiyetini yerine getirmek için naaşım Filistin’e gö­türüp
    Habrun’daki (el-Halil şehrindeki)[8]
    mağaraya babası Hz. İshâk’ın yanma gömdü… Allah’ın salat ve selamı onların
    üzerine olsun. [9]

     



    [1] Hz. Ya’kûb’un ismi, Kuran-i Kerîm’in 16 yerinde
    geçmektedir. İsminin geçiği sureler şunlardır: Bakara: 2/132,133, 136, 140;
    Âl-i İrnrân: 3/84; Nisa: 4/163; En’âm: 6/84; Hûd: 11/71; Yûsuf: 12/6, 38, 68;
    Meryem: 19/6, 49; Enbiyâ: 21/72; Ankebût: 29/27: Sâd: 38/45 (ç)

    [2] Ibnü’1-Esir, el-Kâmil, 1/126

    [3] Âl-i İmrân: 3/93

    [4] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen
    Yayınları: 575-576..

    [5] Taberî. Tarîhu’r-Rüsûl vel-Mülûk.   i/320; 
    îbn Kesîr, el-Eidâye ve’n-Nihâye, 1/182

    [6] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları:
    576-578..

    [7] Yûsuf: 12/96

    [8] Taberî, Tarîhu’r-Rüsûl vel-MüIûk, 1/320; İbmi’1-Esîr,
    el-Kamil, 1/72

    [9] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen
    Yayınları: 578-579..

  • Hz. İshâk (A.S)

    Hz.
    İSHÂK (A.S)
    1

    Hz.
    İshâk (a.s)’ın Soyu:
    1

    Hz.
    İshâk (a.s)’ın Risaleti:
    1

    Hz.
    İshâk (a.s)’ın Hayatı:
    1

    Hz.
    Îshâk (a.s)’in Ölümü:
    2

     

    Hz. İSHÂK
    (A.S)

     

    “Sâlihlerden bir
    Peygamber olarak İbrahim’e İshâk’ı müjdeledik. Kendisini ve îshâk’ı mübarek
    eyledik. Fakather ikisinin neslinden, iyi kimseler olacağı gibi, kendine
    açıktan açığa kötülük edenlerde olacaktır.” (Saffât: 37/112113)

     

    Hz. İshâk (a.s)’ın Soyu:

     

    Hz. İshâk (a.s),[1] Hz.
    İbrâhîm (a.s)’tn oğludur. Annesi, Sare’dir. Hz. İbrâhîm (a.s)’ın ikinci
    çocuğudur. [2] Melekler, onu, Hz. İbrâhîm
    (a.s)’a müjdelemişti.

    İsrail oğullan
    peygamberleri, onun neslinden gelmiştir. Çünkü peygamberlik, Hz. İbrâhîm
    (a.s)’ın soyunu oluşturan Hz. İsmâîl (a.s) ile Hz. İshâk (a.s)’a verilmişti.
    Yüce Allah bu konu ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:

    “Peygamberliği ve
    kitabı da, İbrâhîm ‘in soyuna verdik.” Bununla ilgili açıklama ileride
    gelecektir. [3]

     

    Hz. İshâk (a.s)’ın Risaleti:

     

    Tercih edilen görüşe
    göre; Hz. İshâk (a.s), Şam ve Filistin topraklarında yaşayan Ken’anlılara
    Peygamber olarak gönderilmiştir. Bu yerler, peygamberlerin atası Hz. İbrâhîm
    (a.s)’m yaşadığı çevrede yer almaktadır.

    Hz. İshâk (a.s)’m
    risaleti, aralarında yaşadığı o kavimlere idi.
    [4]

     

    Hz. İshâk (a.s)’ın Hayatı:

     

    Hz. İbrâhîm (a.s) 100
    yaşlarında iken[5], Yüce Allah’ın me­lekler
    aracılığıyla Hz. İshâk (a.s)’m doğumunu ona müjdele­mesi üzerine, yaşlı ve
    kısır hanımı Sare, Hz. İshâk (a.s)’ı dün­yaya getirmiştir… Yüce Allah bu
    konuyu şöyle anlatmaktadır:

    “(Meleklerin
    müjdeli haberi getirdiği) o esnada hanımı ayakta idi ve (müjdeli haberi
    duyunca) güldü. Ona da, İshâk’ı, İshâk’ın ardından da Ya’kûb’u müjdeledik.
    (İbrahim’in hanı­mı,) ‘Vay halime! Ben bir koca kadın ve bu kocam da bir ihti­yar
    iken çocuk mu doğuracağım? Bu, gerçekten şaşılacak bir şeyi’ dedi. (Melekler:)
    ‘Allah’ın emrine şaşıyor musun? Ey ev halkı! Allah’ın rahmeti ve bereketleri
    sizin üzerinizdedir Şüphesiz ki O, övülmeye layıktır, iyiliği boldur’ dediler.[6]

    Hz. İbrâhîm (a.s),
    oğlu Hz. İshâk’a, kendi soyundan gelen bir kadınla evlenmesini vasiyet etti. Bu
    vasiyet üzerine Hz. İshâk (a.s), amcasının oğlunun kızı “Refka” Adlı
    kadınla ev­lendi. Ondan Ays/îs ve Ya’kûb adında iki (ikiz) oğlu oldu.[7]

    Ehli kitap, Ays’ı,
    “Aysû” diye ve Ya’kûb’u da “İsrail” di­ye Adlandırmıştır.
    İsrail oğullarından gelen Yahudiler, Hz. Ya’kûb’a nispet edilirler. [8]

     

    Hz. Îshâk (a.s)’in Ölümü:

     

    Hz. İshâk (a.s), 180 yaşında
    iken, Ken’anlıların toprağında ölmüş ve (Filistin’deki) “el-Halil”
    (Habrûn) şehrinde babası Hz. İbrâhîm (a.s)’ın gömülü olduğu mağaraya
    defnedümıştır.[9]

     



    [1] Hz. İshâk (a.s)’m ismi, Kur’ân-ı Kerîm’in 17 yerinde
    geçmektedir. İsminin geçti­ği sureler şunlardır: Bakara: 2/133, 136, 140; ÂH
    İmrân: 3/84; Nisa: 4/163; En’âm: 6/84; Hûd: 11/71, 71; Yûsuf: T2/6, 38;
    İbrâhîm: 14/39; Meryem: 19/49; Enbiyâ: 21/72; Ankebût: 29/27; Saffât: 37/112,
    113; Sâd: 38745 (ç)

    [2] Taberî, Tarih, 1/160; İbn Sa’d, Tabakât, 1/47 (ç)

    [3] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen
    Yayınları: 572.

    [4] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen
    Yayınları: 572-573.

    [5] Tekvin, 16/15-16, 21/5 (ç) Bu sırada Hz. İbrahim’in
    120 yaşında olduğu görüşü ile ilgili olarakb.k.z: İbn Sa’d, Tabakât, 1/48;
    Mes’udî, Murucu’z Zeheb, 1/46 (ç)

    [6] Hûd: 11/71-73

    [7] Îbnü’1-Esîr, el-Kâmü, 1/126 (ç)

    [8] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen
    Yayınları: 573.

    [9] Taberî, Tarihu’r-Rüsül -Mülük, 1/314; İbn Kesîr,
    el-Bidaye ve’n-Nihâye,1/180; İbnü’1-Esîr, el-Kâmil, 1/Î23

    Muhammed Ali Sâbûnî,
    Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 574.

  • Hz. İsmâîl (A.S)

    Hz.
    İSMÂÎL (A.S)
    1

    Hz.
    İsmâîl (a.s)’ın Soyu:
    1

    Hz.
    İsmâîl (a.s)’ın Risaleti:
    1

    Hz.
    İsmâîl (a.s)’ın Hayatı:
    1

    Hz.
    İsmâîl (a.s)’m Çocukları:
    2

    Hz.
    İsmâîl (a.s)’ın Ölümü:
    2

     

    Hz. İSMÂÎL
    (A.S)

     

    “Kitap’ta
    İsmail’i de an. Gerçekten O, sözüne Sâdıktı ve bir resul ve nebi idi.”
    (Meryem: 19/54)

     

    Hz. İsmâîl (a.s)’ın Soyu:

     

    Hz. İsmâîl (a.s),[1] Hz.
    İbrâhîm (a.s)’m oğludur. Annesi, Hacer’dir. Hz. İsmâîl (a.s), rüyasında kurban
    etmekle emredil-diği Hz. İbrâhîm (a.s)’ın çocuklarından büyük olanıdır. Hz.
    İsmâîl (a.s)’ın kıssası, daha öncede geçmişti. Hz. İsmâîl (a.s), Resulullah
    (s.a.v.)’in atasıdır. Çünkü Resulullah (s.a.v.), Hz. İsmâîl (a. s)’ m
    neslindendir.[2]

     

    Hz. İsmâîl (a.s)’ın Risaleti:

     

    Tarihçilerin tercih
    ettiği görüşe göre; Allah, Hz. İsmâîl (a.s)’ı, aralarında yaşadığı Arap
    kabilelerine Peygamber olarak göndermiştir.

    Bazı tarihçilerin
    iddiasına göre ise; Allah, Hz. İsmâîl (a.s)’ı, Yemen kabilelerine ve Yemen
    taraflarında yaşayan Amâlîka kavmine Peygamber olarak göndermiştir.

    Daha öncede geçtiği
    üzere; Hz. İsmâîl (a.s), Mekke-i Mükerreme’deki Kabe’nin yanmdâ Hicr denilen
    yerde büyü­müş, orada yetişmiş, ve (orada bulunan) Cürhüm kabilesinden
    evlenmiştir.

    ” Hz. İsmâîl
    (a.s)’m, aralarında yaşadığı Araplara Peygam­ber olarak gönderildiği, onun
    hayat tarihinden açıkça anlaşıl­maktadır.[3]

     

    Hz. İsmâîl (a.s)’ın Hayatı:

     

    Daha öncede Hz. İbrâhîm
    (a.s)’m kıssasında da geçtiği ü-zere; Hz. İbrâhîm (a.s), kendisine Salih bir
    evlat vermesi için Allah’a dua etmişti. Allah’ta onun bu duasını kabul edip ona
    Hz. İsmâîl (a.s)’ı vermişti.

    Hz. İsmâîl (a.s), Hz.
    İbrâhîm (a.s)’ın cariyesi “Hacer”den dünyaya gelmiştir. Hz. İbrâhîm
    (a.s) o sırada 87 yaşında idi. Buna, Yüce Allah’ın şu ayeti de işaret
    etmektedir:

    “ihtiyar olduğum
    halde bana İsmail’i ve İshâk’ı bahşeden Allah’a hamd olsun! Şüphesiz ki Rabbim,
    Yapılan duayı işi­tendir.[4]

    Hacer, Mısır’ın zorba hükümdarının
    Sare’ye hediye ettiği biı- köle bir cariye idi. Sare’de, belki ondan bir çocuk
    verir ü-midiyle onu, kocası Hz. İbrâhîm (a.s)’a vermişti. Çünkü o za­mana kadar
    Sara, kısır olup çocuğu olmuyordu. Daha önce Hz. İbrâhîm (a.s)’m kıssasında da
    geçtiği üzere; bu olaydan sonra meleklerin, Hz. İbrâhîm (a.s)’a yaptıkları
    müjdeyle Sare, İshâk’ı doğurmuştur.

    Daha önce Hz. İbrâhîm
    (a.s)’m kıssasında da geçtiği üze­re; kurban edilenin, Hz. İshâk değil de Hz.
    İsmâîl olduğunu ispat etmiştik. Ama burada Üstad Neccâr’ın
    “Kasasu’l-Enbiyâ” adlı kitabında ince anlamlı bir ifadeye yer
    vereceğiz. Bu ifade de ise; kurban edilenin, Hz. İshâk değil de Hz. İsmâîl
    olduğu ile ilgili başka bir ispat şeklidir:

    “Kurban edilenin,
    Hz. İsmail (a.s) olduğuna dair delilim, Tevrat’ın bizzat kendisidir. Çünkü
    kurban edilen, ‘Hz. İbrahim (a.s)’m ilk (biricik ve tek) oğlu’[5] diye
    nitelenmektedir. Hz. İbrahim (a.s), gördüğü rüya üzerine Allah’ın emrine uyarak
    biricik oğlunu kurban etme cömertliği göstermiştir. Bu ise, Hz. İbrâhîm
    (a.s)’in itaat ve teslimiyetin zirvesinde olduğuna dela­let etmektedir. İşte
    bu, İslam’ın bizzat kendisidir. Hz. İshâk (a.s)’a gelince, hiçbir zaman Hz.
    İbrâhîm (a.s) için biricik ve tek evladı olmamıştır. Çünkü Tevrat’ta da geçtiği
    üzere,[6]Hz.
    İshâk (a.s), Hz. îsmâîl (a.s)14 yaşındayken doğmuştu. Hz. İs-mâîl (a.s), Hz.
    İbrâhîm (a.s)’ın ölümü sırasında bulunmuş ve onu gömmüştü. Hal böyle olunca,
    Hz. İshâk (a.s)’m kurban edilme iddiası, Hz. İbrâhîm (a.s)’ın vaadi ile
    çelişmektedir. Hem kurban meselesi, Mekke’de gerçekleşmiştir. Hz. İbrâhîm
    (a.s)’m bebek iken Mekke’ye getirdiği çocuk, Hz. İshâk (a.s) olmayıp Hz. İsmâîl
    (a.s)’dır.[7]   Yine de doğruyu en iyi bilen Allah’tır. [8]

     

    Hz. İsmâîl (a.s)’m Çocukları:

     

    Hz. İsmâîl (a.s)’ın 12
    erkek çocuğu vardı. Bunların hepsi de, kabilenin reisleri idiler. Tevrat, bu
    çocukların isimlerini aktarmıştır. Bir de, kızı vardı. Kızını, kardeşi İshâk’ın
    oğlu Ays/İs ile evlendirdi.

    “Arab-ı Musta’rebe”
    denilen Araplar Hz. İsmâîl (a.s)’m neslinden gelmedir. Bu meselenin sonu, Hz.
    İsmâîl (a.s)’m neslinden olan ve peygamberlerin sonuncusu olan Hz. Muhammed
    (s.a.v.)’in doğumuyla son bulmuştur.[9]

     

    Hz. İsmâîl (a.s)’ın Ölümü:

     

    Tarihçilerden gelen
    meşhur görüşe göre; Hz. İsmâîl (a.s), 137 yaşındayken[10]
    Mekke’de Ölmüş ve (Kabe’nin yanında bu­lunan) Hicr’deki annesi Hacer’in
    kabrinin yanma gömülmüştur.[11]

    Tevrat’ta ise, Hz.
    İsmâîl (a.s)’m, Filistin topraklarında öl­düğü ve oraya gömüldüğü
    anlatılmaktadır.

    Doğru olan görüş ise;
    ‘Hz. İsmâîl (a.s)’m, Mekke’de öldü­ğü ve oraya gömüldüğü’ şeklindeki
    Tarihçilerin görüşüdür. Yine de doğruyu en iyi bilen Allah’tır. [12]

     



    [1] Hz. İsmâîl (a.s)’m ismi, Kur’ân-ı Kerîm’İn 12 yerinde
    geçmektedir. İsminin geçtiği sureler şunlardır: Bakara: 2/125, 127, 133, 136,
    140; Âlimrân: 3/84; Nisa: 4/163; Etvâm: 6/86; İbrâhîm: 14/39; Meryem: 19/54;
    Enbiyâ: 21/85; Sâd: 38/48 (ç)

    [2] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen
    Yayınları: 568.

    [3] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen
    Yayınları: 568-569.

    [4] îbrâhîm: 14/39

    [5] Tevrat, Tekvin, 22/2 (ç)

    [6] Tevrat, Tekvîn. 17/24-25 (ç)

    [7] Neccâr, Kasasu’l-Enbiyâ, s. 103

    [8] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları:
    569-570.

    [9] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen
    Yayınları: 570.

    [10] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 1/193; Taberî,
    Tarih, 1/162 (ç)

    [11] İbn  Kesîr,  el-Bidâye 
    ve’n-Nihâye,   1/193;   Îbmi’1-Esîr, 
    el-Kâmil,   1/125;  İbn Hişam, Sire, 1/6 (ç)

    [12] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen
    Yayınları: 571.