Yıl: 2012

  • Hadis Eğitiminin Problemleri Nelerdir

    OMTEL Otel’de düzenlenen çalıştaya OMÜ Rektörü Prof. Dr. Hüseyin Akan, Diyanet İşleri Başkanlığı Eğitim Hizmetleri Genel Müdürü Prof. Dr. Ali Erbaş, İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Yavuz Ünal, Samsun Müftüsü Yrd. Doç. Dr. Hayrettin Öztürk, Samsun İl Milli Eğitim Müdürü Dr. Mustafa Cora ve Ordu Müftüsü Mustafa Kolukısaoğlu’nun yanı sıra çeşitli üniversitelerin ilahiyat fakültelerinden akademisyenler katıldı.

    Samsun Müftüsü Yrd. Doç. Dr. Hayrettin Öztürk’ün Kur’an-ı Kerim tilaveti ile başlayan çalıştayın açılışında, Modern Dönemde İlahiyat Fakültelerinde Hadis Eğitimi ve Araştırmaları Çalıştayı’nın hadis eğitimi için format denemesi olarak düşünüldüğünü belirten İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Yavuz Ünal, “Bizim eğitimimiz genellikle bizim öngördüğümüz sorunlar üzerine veya yeterlilikler üzerine kurulu. Bizim mezun ettiğimiz öğrencilerin istihdam edildiği alanlardaki beklentilerin neler olduğunu veya alana çıktığında hangi yeterliliklerle toplumda hem hizmet üretebilen hem de saygın kişiler olarak var olabileceklerini, dik durabileceklerini sorgulamayı hedefleyen, ardından da kendi eğitimine bu yönde çekidüzen vermeyi düşünen bir çalışma” dedi.

    Din görevlilerinde gördüğü eksiklikleri anlatan Samsun İl Milli Eğitim Müdürü Dr. Mustafa Cora, “Camilerimize gidiyoruz, ilahiyat mezunu veya İmam Hatip mezunu öğrencilerimiz görev yapıyorlar, hepsini kastetmiyorum ama onlar orada görev yaparken ben terliyorum, üzülüyorum, rahatsız oluyorum. Bir eksiklik var Kur’an-ı Kerim’in talimi ile ilgili. Uzmanlık gerektiren konuların çok gerekmiyorsa fazla dillendirilmemesi gerek. Yanlış anlamalara, hocalarımız hakkında yanlış düşüncelere neden oluyor. ‘Şu iyi hoca, şu şöyle hoca’ diye nitelendirmeler yapılıyor. Bunlara biraz da bizim zemin hazırladığımızı düşünüyorum. Dünyamızda her gün üretildiği kadar olmasa da bir kısım bilginin çöpe atıldığı bir dönemi yaşıyoruz. Onun için bilgilerimizi de güncellememiz gerektiğini düşünüyorum” diye konuştu.

    Kendisini yenileyen kişi ve kurumların sürekli başarıyı yakaladıkları belirten Diyanet İşleri Başkanlığı Eğitim Hizmetleri Genel Müdürü Prof. Dr. Ali Erbaş, “Dünya bilgisayar çağını yaşıyor, her alanda yeni gelişmelerin hızına yetişilemiyor. Bu da her alanda büyük bir yarışı ve rekabeti beraberinde getiriyor. Bu yarış sürecinde hangi alanda olursa olsun planlı programlı çalışanlar öne çıkıyor. Kendisini yenileyenler, eksiklerini görüp tamamlayanlar ve masaya yatıranlar, çözüm üretenler her zaman başarılı konuma geçiyor. Bunun için kalite dernekleri kurulmuş, kalite derneklerine kendisini açan kurumlar ve iç denetim mekanizmalarını çalıştıran kurumlar her zaman öne geçiyorlar” şeklinde konuştu.

    Herkesin her konuda bilgi sahibi olduğunu söyleyen OMÜ Rektörü Prof. Dr. Hüseyin Akan ise şunları söyledi: “Özellikle bizim ülkemizde din alanında tıp alanında, siyaset ve spor alanında herkes bilgi sahibidir. O alanın uzmanından daha da bilgi sahibidir. Ben tıpçıyım çok yaşıyorum, alanım dışında fikir belirtmiyorum ama bütün hısım akraba o konuda çok derin bilgi sahibi olup karşılıklı tartışıyorlar. Bu konular hassas konular. Televizyonda da artık faydası olmayan bitki kalmadı. Hepsini birden yerseniz ya zehirlenirsiniz ya da çok fazla kilo alırsınız. Bir soru ortaya çıkıyor. O soru ortaya çıktığında cevabı verilse eyvallah bırakın ön almayı, televizyonda yetkili yetkisiz herkes tartışıyor, öyle kalıyor o konu. Buna çözümler üretilmeli.”

     
    Kaynak:haberfx
  • Ankaraya İkinci İlahiyat Fakültesi Açıldı

    Yıldırım Beyazıt Üniversitesine İslami İlimler Fakültesi
    Bakanlar Kurulu kararıyla bazı üniversitelerde fakülte, enstitü ve yüksek okul kuruldu. Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi kapatıldı yerine İktisat, İşletme ve Siyasal Bilgiler Fakülteleri kuruldu. Yıldırım Beyazıt Üniversitesi’nde İslami İlimler Fakültesi, Pamukkale Üniversitesi’nde de İlahiyat Fakültesi kurulmasına karar verildi.

    Denizliye İlahiyat Fakültesi Resmiyet Kazandı


    Bazı üniversitelerde fakülte, enstitü ve yüksekokulu kurulmasına ilişkin Bakanlar Kurulu kararları, Resmi Gazete’de yayımlandı. Buna göre, Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi kapatılarak bu üniversite rektörlüğüne bağlı İktisat, İşletme ve Siyasal Bilgiler fakülteleri kuruldu. Yıldırım Beyazıt Üniversitesi’nde İslami İlimler Fakültesi, Pamukkale Üniversitesi’nde İlahiyat Fakültesi, Abant İzzet Baysal Üniversitesi’nde İletişim Fakültesi, Erzincan Üniversitesi’nde Yabancı Diller Yüksekokulu ve Karadeniz Teknik Üniversitesi’nde Adli Bilimler Enstitüsü, kurulması kararlaştırıldı.

    ARDAHAN VE AFYON GÜZEL SANATLARLA FARK YARATACAK

    Dumlupınar Üniversitesi’nde Tavşanlı Turizm İşletmeciliği ve Otelcilik Yüksekokulu kurulurken, Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi’nde Yabancı Diller Yüksekokulu ile Turizm İşletmeciliği ve Otelcilik Yüksekokulu hayata geçirilecek. Bakanlar Kurulu kararlarına göre, Ardahan Üniversitesi’nde Güzel Sanatlar Fakültesi, Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde Eğitim Bilimleri Enstitüsü ile Güzel Sanatlar Enstitüsü, Trakya Üniversitesi’nde Uzunköprü Uygulamalı Bilimler Yüksekokulu, Düzce Üniversitesi’nde Ziraat ve Doğa Bilimleri Fakültesi, Mustafa Kemal Üniversitesi’nde Barbaros Hayrettin Denizcilik Fakültesi, Bursa Orhangazi Üniversitesi’nde Yabancı Diller Yüksekokulu kuruldu. Kocaeli Üniversitesi Rektörlüğü bünyesinde yer alan Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu ile Karamürsel Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu ise Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu adı altında birleştirildi. (ANKA)

  • Neden ‘İslamî’ ya da ‘dinî’ sıfatı kullanılmamalı?

    Neden ‘İslamî’ ya da ‘dinî’ sıfatı kullanılmamalı?
    Felsefe Profesörü Oliver Leaman’a göre sanat eserlerine “dinî ya da İslamî” nitelendirmesini yapmak doğru bir tanımlama olmaz

     

    Türkiye aslında Oliver Leaman’a çok da yabancı değil. Yıllar öncesinde Rey Yayıncılık’tan, ardından da İz’den çıkan Ortaçağ İslam Felsefesine Giriş adlı kitabıyla oldukça bilinen bir yazar. Son dönemde çevrilen Seyyid Hüseyin Nasr’la ortak çalışması İslam Felsefesi Tarihi (Açılım K.) ve geçtiğimiz yıl yayınlanan İslam Estetiğine Giriş (Küre Y.) de dikkatimizi çeken, malum diğer eserleri.

    University of Kentucky, Felsefe Bölümü’nde profesör olan Oliver Leaman’ın son dönem İslam felsefesi çalışmaları üzerindeki etkisi yadsınamayacak düzeydedir. Bilhassa kelamî düşünce ekolleriyle Müslüman filozofları birlikte ele alma ve İslam felsefe geleneğini kelam ekolleri üzerinden devam ettirme politikasının önde gelen isimlerindendir Leaman.

    Ankara İlahiyat’ta Konferans: Din Sanat’a Etki Eder Mi?

    23 Mart Cuma günü Ankara Üni. İlahiyat Fakültesi’nde çeviri olmaksızın İngilizce bir konferans veren Oliver Leaman’ın İlahiyat için seçtiği konu, Türkçeye son çevrilen kitabı İslam Estetiğine Giriş ile de ilgili: “Din Sanat’a Etki Eder Mi?” Genel olarak Leaman’ın konuşmasının iki temele dayandığını söyleyebiliriz: “Asıl etki olarak kültür” ve “objeye yüklenen anlamlar”.

    Sanata yönelik gerçek etki kültürlerden kaynaklanır. Zira tüm kurumlar arasında bir diyalektik mevcutsa da, bir ilk hareket ettirici unsur aradığımız gibi tüm işaretler kültürü gösterir. Elbette sanata etki eden bir unsur olarak ‘din’i ele alabiliriz Leaman’a göre. Ancak sorun şurada ki aynı dine mensup insanların farklı şekillerde sanat eseri verdikleri ve bundan da öte çok farklı şekilde yorumladıkları vakidir. Bunca çeşitliliği, kültürle harmanlanmış bir “din” olgusundan başka bir şeyle açıklayamayız.

    Bir sanat eserinin direkt “İslamî” ya da “dinî” olduğunu söylemek ne anlama gelir?

    Leaman burada ikinci temele geçer yani objeye yüklenen anlamlar meselesine: Eğer dinin sanat eserine direkt bir etkisini söyleyecek olursak, Allah’ın Kur’an ayetlerinde yahut İncil’de veyahut da bir başka inanılan kutsal metinde bahsettiği şeylerin sanat eserinde “direkt” tezahürünü oluşturduğunu iddia etmiş oluruz ki bu görüş oldukça sakat bir görüştür. Leaman burada Hıristiyan baptistlerin İncil’i ellerine alarak “Tanrı diyor ki…” ifadesinin ironikliğini örnek verir ki bu örnek Müslüman dünya için de uygulanabilir niteliktedir. Bir sanat eserinin direkt “İslamî” ya da “dinî” olduğunu söylemek, bizim metinden anladığımızı Allah’ın niyetiyle örtüştürerek kendimize yüce bir konum atfetmek ile bir ve aynı şeydir ki tam bu noktada Dücane Cündioğlu’nun Kur’an’ı Anlamanın Anlamı ve Anlamın Buharlaşması ve Kur’an adlı kitaplarının zikredilmesi gerektiğine inanıyorum.

    Bir sanat eserine “dinî” sıfatının yüklenmesine karşı iki itiraz

    Leaman’ın yaygın ve yaygın olduğu kadar da hatalı olan bu görüşü sarsıcı iki sorusu vardır:

    1. Sanatçının, sanat eserini oluştururken dinî metinleri kullanarak “İslami” bir imaj yüklendiğini farz edelim. Sonuç olarak ortaya çıkan eserin de “İslami sanat” ya da “dini” ya da daha ileri giderek “kutsal” olduğunu iddia edelim. Peki, bu sanatçının eseri bir noktada bırakmasının ya da devam etmemesinin sebebi nedir? Eğer eserin artık kâmil olduğunu düşünüyorsa bu kişisel bir yorum olur ki kendisiyle çelişir?

    2. Aynı ülkede farklı dine mensup insanların benzer mimariler kullanması tam olarak bir çelişki değil midir? Örneğin İstanbul’da bazı camilerin inşasında Ermenilerin çalışması Ermeni mimarisini mi, Türk mimarisini mi yoksa “İslam mimarisi”ni mi gösterir?

    Sonuç olarak Ortaçağ felsefesi uzmanı Profesör Oliver Leaman, verdiği bu konferansta “İslami” ya da “dini” sıfatının sınırlarını –aslına bakılacak olursa sınırsızlığını– özetlemeye çalışır.

    Ayrıca, dün sabah saatlerinde Pursaklar Belediyesi ve Yıldırım Beyazıt Üniversitesi tarafından düzenlenen “4. Şehircilik Konferans ve Çalıştayı”nda da konuşmacı olan Leaman, aynı gün İlahiyat’ın ardından da Ankara Düşünce ve Araştırma Merkezi (ADAM)’nde de “Felsefe ve Din Aynı Hakikate Giden İki Ayrı Yol Mudur?” başlıklı konferansı dinleyicilerine sunmuştur.

     

  • Mehmet Görmez den ABD nin Raporuna Tepki

    Diyanet İşleri Başkanı Görmez, federasyon ve benzeri kurumların varlığının, yabancı ülkelerdeki Türklerin kimliklerini koruyabilmesi açısından önemli olduğunu vurguladı.

    Kabulde, ABD Uluslararası Dini Özgürlükler Komisyonu’nun “2012 Yılı Dünyada Dini Özgürlükler Raporu”na da değinen Diyanet İşleri Başkanı Görmez, raporda Türkiye’nin “özel kaygı uyandıran ülkeler” arasında gösterilmesine tepki gösterdi.

    Başkanlık olarak raporu önemsediklerini belirten Başkan Görmez, dini özgürlükler alanında kısıtlamaları takip edip, yerinde incelemenin ve bunu dünya kamuoyuyla paylaşmanın saygıdeğer bir iş olduğunu vurguladı. Ancak, salt özgürlük kavramından uzaklaşıp, siyasi mülahazalarlarla, ideolojik nedenlere dayanarak hazırlanan raporların kaygı uyandırmaya başlayacağına dikkati çeken Görmez, şöyle konuştu:

    “Rapor, din özgürlükleri, İslam, İslamofobia konusunda kaygı uyandıran koca bir Avrupa kıtasını yok sayarak, Türkiye’yi din özgürlükleri konusunda kaygı uyandıran ülke ilan etmiş görünüyor. Raporun dini özgürlükler, İslamofobia, İslam’a karşı nefret suçları ve ayrımcılıklar açısından kaygı uyandıran koca bir dünyayı, kıta Avrupasını yok sayması, Avrupa’daki 30 milyon Müslüman’ın karşı karşıya kaldığı sorunları yok sayması üzücüdür. Bu hakikaten ciddi bir sorundur. Raporun kendisinin kaygı uyandırmaya başlaması ondandır.

    Eğer bir din özgürlükleri raporu hazırlanıyorsa ve bu rapor eşit, adil ilkeler ve prensipler ile bütün dinleri, bütün kıtaları, bütün ülkeleri birlikte eşit olarak değerlendirmiyorsa işte o zaman inandırıcılığını kaybeder.”

    Raporda daha çok Müslümanların yaşadığı ülkelerdeki Hristiyan azınlıkların ön plana çıkarıldığını vurgulayan Başkan Görmez, “Biz de hassasız. Din özgürlükleri konusunda İslam dünyasında yaşayan Hıristiyanların sorunlarıyla da hep birlikte ilgilenmeliyiz, Hristiyan dünyada yaşayan Müslümanların sorunlarıyla da hep birlikte ilgilenmeliyiz” dedi.

    Dini özgürlükler alanında kaygı uyandıran ülkeleri tespit eden raporun, dili, uslubu ve muhtevasında yer alan ayrımcılık sebebiyle kaygı uyandırdığını ifade eden Görmez, “Dünyada özellikle İslamofobi ile ilgili bütün sorunları yok sayarak, sadece belirli konular üzerine yoğunlaşmış olması, bir de kaygı uyandıran büyük bir dünyayı, kaygı uyandıran bir Avrupa kıtasını yok sayıp sadece belli bazı ülkelerin içindeki küçük azınlıklara yoğunlaşmış olmasını yadırgadım doğrusu” diye konuştu.

    Federasyon yetkililerinden de bu görüşlerini oradaki temsilcilere aktarmalarını isteyen Başkan Görmez, “Yanlı ve yanlış bilgiler ve bazı ön yargıların raporda egemen olduğunu gördüm” ifadelerini kullandı

     

    Kaynak:Dinihaberler

  • Asıl Soru: İmamlar Neden Mebe Geçmek İstiyor?

    Cumhuriyet Gazetesi’ndan Mahmut Lıcalı’nın haberine göre, Bozdağ’ın Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan MEB’e geçen personel sayısının 2 bin 227 olduğu yönündeki açıklaması hükümette Diyanet kavgasına neden oldu. Bozdağ’ın MHP Milletvekili İsmet Büyükataman’a 16 Şubat 2012 tarihinde verdiği resmi yanıtta “Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan 01.01.2003 – 31.12.2011 tarihleri arasında MEB’e din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmeni olarak 2 bin 227 personel geçiş yapmıştır” bilgisine yer verildi.

    Cumhuriyet Gazetesi’nde çıkan haberin ardından MEB’den konuyla ilgili bir açıklama yapıldı.

    Açıklamada, 2002-2011 yılları arasında öğretmen atamaları döneminde Diyanet’ten bakanlığa geçen personel sayısının 1177 olduğu ifade edildi. Açıklamada “Ağustos 2011 sonrasında geçiş olmamıştır” denildi. MEB yaptığı açıklamayla Aralık 2011 döneminde hiçbir geçiş yaşanmadığını belirterek Bozdağ’ın verdiği resmi yanıtı yalanlarken, Bozdağ’ın MEB’in yalanlamasının ardından nasıl bir açıklama yapacağı merak ediliyor.

    İki bakanın verdiği bilgi karşılaştırıldığında sadece Aralık 2011’de Diyanet’ten MEB’e toplam 1050 personelin geçtiği, toplam sayının da 2 bin 227 olduğu sonucu ortaya çıkıyor.

    Kaynak:farklihaber8

     

    Asıl Mesele

    Editörün notu: Asıl mesele bu kadar yetişmiş kalifiye imam hatip veya müezzin kayyımın neden Diyanet’ten meb’e geçtiğidir. Sorulması gereken soru budur.

    İnsanlar neden Meb’i tercih ediyorlar da Diyanet’i arkalarında bırakıyorlar. Bazı diyanete yaranmaya çalışan sendika endeksli diyanetle ilgili yapan haber siteleri bunları görmezden gelecektir.  

     

  • Arınç: Devletin dindar nesil yetiştirmek gibi bir görevi yok

    ‘TAYYİP BEY DUYMASIN’

    “Devletin dindar nesil yetiştirme gibi bir rolü olmalı mı?” sorusunu soran öğrenciye, “Bu sorunun cevabını Tayyip bey duymasa daha iyi olur değil mi? Bu soruyu saat 19.00’dan sonra sorsaydın, o Güney Kore’ye gitmiş olurdu ben de rahatlıkla konuşurdum” diyerek espri yaptı.

    Devletin temel eğitimi vermesi gerektiğini, genç nesillerin iyi bir eğitim almasını amaçladıklarını anlatan Arınç, iyi ve nitelikli bir eğitimin ülkenin geleceği olduğunu vurguladı.

    Demokratik bir eğitim sistemi yaratmanın hükümetlerin görevlerinden olduğunu ifade eden Arınç, Başbakan Erdoğan’ın “dindar nesil” demekten kastının “inançlı bir nesil yetiştirmek” olduğunu düşündüğünü söyledi.

    ELBETTE ATEİSTLER DE OLACAK

    Dindarlığın sadece Müslümanlar’a ait bir vasıf olmadığını, herkesin kendi inancında dindar olabileceğini belirten Arınç, şöyle devam etti: “Ben dindarlığı samimiyet anlamında söylüyorum. Bir insan inanıyorsa, o inancını samimi olarak yerine getirmesi, onu savunması, onu yaşaması onun dindarlığıdır. Bizim toplulumuzda da herkes inandığını söyler. Bunu söylemek zorunda da değil.

    Çünkü bir insan inanabilir, inanmayabilir de. İnanan insana saygı gösterip, inanmadığını söyleyeni dışlamak kesinlikle demokratik değil. O da onun inancıdır, inanmıyordur. Ama onu kınamak, aşağılamak mümkün değil. Elbette ateistler de olacak, bunu ifade eden insanlar da olacak.

    Yaşam tarzı olarak farklı düşünceler, inançları benimseyen insanlar da olacak. Demokrasi bir arada yaşama sanatıdır. Ama inançlı bir gençliğin ülkesine, vatanına, kendi ailesine, kendisine daha faydalı bir takım argümanlarla desteklenmesi bir amaç olabilir. Sayın Başbakan bu konuda samimidir ve bence de masumdur.”

    DEVLETİN BÖYLE BİR GÖREVİ YOK

    Her dinin dindarları bulunduğunu kaydeden Arınç, “Evet devletin, Müslüman dindar yetiştirmek gibi bir görevi yok. Müslüman Hristiyan yetiştirmek gibi bir görevi yok. Ama inanan, inançlı nesiller bu ülkeye daha faydalı olacaktır. Dolayısıyla o nesillerin bu isteklerinin, bu ihtiyaçlarının karşılanması doğrudur. Bunu söylüyorsa bu aykırı bir söz değil. Asıl amacının bu şekilde olduğunu düşünüyorum” diye konuştu.

    Arınç, dini cemaatler ve sivil toplum örgütlerinin siyasi partiler üzerine etkisinin sorulması üzerine Arınç, cemaatin mutlaka dini kaynakları ve amaçlı olması gerekmediğini, cemaat veya camia denilsin bugün siyasi partilerin bunlardan etkilendiğini söyledi.

    Tarikatların, dini ve sosyal amaçla kurulduğunu, varlıklarının sürekli hale geldiğini ifade eden Arınç, CHP’nin içinde, geçmişte Yaşar Nuri Öztürk gibi din adamları, bugün cami imamlığından gelen milletvekilleri bulunduğunu kaydetti.

    Bu tür insanların kendi partilerinde de MHP ve BDP’nin içinde de bulunduğunu anlatan Arınç, “Bu toplumun içinde dini minnet taşıyan herkesin bir itibarı, çevresi ve etkinliği vardır. Onlardan istifade etmek isteyenler veya bireysel olarak katkısına ihtiyaç duyan bütün siyasi partiler kapılarını çalarlar. Bazen çarşaf giymiş hanımlara parti rozeti takarlar” ded

  • İslam Kadın ve Erkek İlişkilerine Nasıl Bakıyor ?

    İslam Kadın ve Erkek İlişkilerine Nasıl Bakıyor ? Sorusunun irdeleneceği bir program var  Marmara İlahiyatta. Sema Maraşlı’nın Konuk olduğu programda günümüzün gözardı edilen meselelerinden birisi irdelenecek. Marmara İlahiyat Konferans salonunda gerçekleşecek programın tarihi 26.Mart Pazartesi. Saati ise 14:30..

     

    26 Mart 2012 Pazartesi

    14:30 (UTC+03)

        Marmara üniversite​si İlahiyat Fakültesi Kültür Merkezi Konferan Salonu
        Yazar Sema Maraşlı ile İslamın Kadın ve Erkek İlişkilerine Bakışı

  • Son Dakika:Diyanet 1000 Mele Alıyor

     




    I- Atama Yapılacak Kadroların Sınıf, Unvan ve Adedi

    II- Sınava Başvuracak Adaylarda Aranan Şartlar

    1.Türk Vatandaşı olmak.

    2.Müracaat bitiş tarihi itibari ile 30 (otuz) yaşınıtamamlamış olmak.

    3.En az ilkokul mezunu olmak.

    4.Kamu haklarından mahrum bulunmamak.

    5.Türk Ceza Kanununun 53 üncü maddesinde belirtilen süreler geçmiş olsa bile; kasten işlenen bir suçtan dolayı bir yıl veya daha fazla süreyle hapis cezasına ya da affa uğramış olsa bile devletin güvenliğine karşı suçlar, Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar, zimmet, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, güveni kötüye kullanma, hileli iflas, ihaleye fesat karıştırma, edimin ifasına fesat karıştırma, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama veya kaçakçılık suçlarından mahkûm olmamak.

    6.Terör suçuna karışmamış olmak.

    7.İmam hatipler için erkek olmak.

    8.Askerlikle ilgisi bulunmamak.

    9.657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 53 üncü maddesi hükümleri saklı kalmak kaydı ile görevini devamlı yapmasına engel olabilecek akıl hastalığı bulunmamak.

    10. Kur’an kursu öğreticiliği veya imam hatiplik yapmaya mani bir özrü bulunmamak.

    11. 657 sayılı Devlet Memurları Kanununa tabi olarak herhangi bir kurumda çalışıyor olmamak.

    12. Diyanet İşleri Başkanlığı Atama ve Yer Değiştirme Yönetmeliğinin 5 inci maddesinde zikredilen “Ortak Nitelik” şartını taşımak.

    13. Sosyal Güvenlik Kurumundan (SGK) emekli aylığı almamak.

    14. Yurtiçinden müracaat eden adaylar için görev almak istediği ilde ikamet ediyor olmak.

    15.653 sayılı KHK’nın yürürlüğe girdiği 17.

    Bu haber www.dinihaberler.com adresinden kopyalanmıştır

    09.2011 tarihinden önce geleneksel usullere göre dini öğrenim gördüğüne dair belgeyesahip olmak.

    III- Başvuru Şekli ve Diğer Hususlar

    A- Başvuru İşlemleri

    1.Yukarıdaki şartları taşıyan adaylar, 26.03.2012-09.04.2012 tarihi mesai saati bitimine kadar “IV- Başvuru İçin Gerekli Belgeler” başlığında istenen belgelerle birlikte görev almak istedikleri şehrin İl Müftülüğüne, yurtdışından sınava müracaat edenler ise İstanbul İl Müftülüğüne şahsen müracaat edeceklerdir.

    2.İl Müftülüklerinde konuyla ilgili yetkilendirilmiş memurlar, adaylardan istenen belgeleri inceleyerek yukarıdaki şartları taşıyan adayların başvurularını Başkanlığımız internet sayfasında bulunan programdaki e-başvuru formunu doldurarak sisteme kaydedeceklerdir.

    3.İl Müftülükleri,müracaat esnasında adaylar tarafından asılları ibraz edilmesi gereken belgelerden;

    . Sabıka kaydının, emekli aylığı almadığına ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanununa tabi olarak herhangi bir kurumda çalışıyor olmadığına dair SGK’dan alınan belgenin, yerleşim yeri belgesinin (ikametgâh), sağlıkla ilgili yazılı beyanın ve varsa adayın fahri din görevlisi olarak görev yaptığına dair belgenin asıllarını,

    ·Kimlik belgesinin,dini öğrenimi gösterir belgenin aslının,hafızlık belgesinin ve askerlik durumu ile ilgili istenen belgenin müftülükçe onaylanmış suretlerini,

    Müftülükte aday adına açtıkları dosyada muhafaza edeceklerdir.

    4.Başvuru esnasında, eksik belge getirenlerin ve istenen belgeleri yetkili memurlara ibraz etmeyenlerin müracaat işlemi yapılmayacaktır.

    5.Başvurunun kaydedilmesi işleminden sonra, e-başvuru formundan iki nüsha yazdırılarak formun her iki nüshasıyetkili memur ve aday tarafından (adı, soyadı ve unvanı yazılarak) imzalanarak tarih sayı verilecek ve formun bir nüshası diğer evraklarla birlikte aday adına müftülükte açılan dosyada muhafaza edilecek, diğer nüshası ise adaya verilecektir.

    6.Başvurunun kaydedilmesinden sonra, hangi nedenle olursa olsun adayın başvuru bilgilerinde kayıt değişikliği yapılmayacak ve bu konuda adaylardan gelen taleplere cevap verilmeyecektir.

    7.İl Müftülükleri aracılığı ile yapılmayan müracaatlar işleme konulmayacaktır.

    8.Bu duyuruda belirlenen esaslara uygun olmayan ve posta yolu ile yapılan müracaatlar ile 09.04.2012 tarihi mesai saati bitiminden sonra yapılan başvurular kabul edilmeyecektir.

    B- Sınav İşlemleri

    1.

    Bu haber www.dinihaberler.com adresinden kopyalanmıştır

    Sınava çağrılacak adayların sınav tarihi ve yerleri, sınava müracaat işlemlerinin tamamlanmasının ardından ileri bir tarihte adaylara duyurulacaktır.

    2.

    Bu haber www.dinihaberler.com adresinden kopyalanmıştır

    Adaylar sınava gelirken T.C. Kimlik No’lu kimlik belgelerinden birini (Nüfus cüzdanı, pasaport veya ehliyet) yanlarında bulunduracaklardır.

    3.

    Bu haber www.dinihaberler.com adresinden kopyalanmıştır

    Sözlü sınava girmeye hak kazandığı halde ilan edilen sınav tarihlerinde her ne sebeple olursa olsun sınava katılmayan adaylar sınav hakkını kaybetmiş sayılacaktır. Bu durumdaki adaylara ikinci bir sınav hakkı verilmeyecektir.

    C- Sınav Sonrası İşlemler

    1.

    Bu haber www.dinihaberler.com adresinden kopyalanmıştır

    Sözlü sınavda başarılı sayılmak için en az 70 puan almak şarttır. Sınav sonucunda 70 ve üzeri puan alan adayların atamaları en yüksek puan alan adaydan başlanarak başarı sırasına göre kontenjan adedince yapılacaktır.

    2.

    Bu haber www.dinihaberler.com adresinden kopyalanmıştır

    Sözlü sınavdan alınan puanların eşit olması halinde adaylardan öncelikle hafız olanın, hafız olmaları halinde doğum tarihi önce olanın ataması yapılacaktır.

    3.

    Bu haber www.dinihaberler.com adresinden kopyalanmıştır

    Sınav sonucunda atanmaya hak kazananlar, Başkanlıkça belirlenecek esaslar çerçevesinde, bu duyuruda atamaların yapılacağı ilan edilen illerden görev almak istediği ile atanacaktır.

    4.

    Bu haber www.dinihaberler.com adresinden kopyalanmıştır

    İllere atamaları yapılan adayların il içerisindeki yer tespitleri, İl Müftülükleri tarafından yapılacaktır.

    D- Diğer Hususlar

    1.Sınav öncesi, sonrası ve atama sürecindeki işlemlerde gerçeğe aykırı beyanda bulunduğu tespit edilen adayların başvuru ve sınavları geçersiz sayılacağı gibi görev alsalar dahi görevleriyle ilişikleri kesilecektir.

    2.

    Bu haber www.dinihaberler.com adresinden kopyalanmıştır

    Bu duyurudaki şartlar, sadece bu sınav ve bu sınava bağlı atamalar ile ilgilidir. (Bundan sonraki sınav ve atamalar için müktesep teşkil etmez.)

    3.

    Bu haber www.dinihaberler.com adresinden kopyalanmıştır

    Ataması yapılan adaylar hakkında 06/06/1978 tarih ve 7/15754 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı hükümleri uygulanır.

    IV- Başvuru İçin Gerekli Belgeler

    1.T.C. Kimlik numaralı Kimlik Belgesi (Nüfus cüzdanı, pasaport veya ehliyet),

    2.

    Bu haber www.dinihaberler.com adresinden kopyalanmıştır

    653 sayılı KHK’nın yürürlüğe girdiği 17.09.2011 tarihinden önce geleneksel usullere göre dini öğrenim gördüğüne dair belgenin aslı,

    3.

    Bu haber www.dinihaberler.com adresinden kopyalanmıştır

    Yurtiçinden müracaat eden adayların ikamet ettiği ve görev almak istediği ilde oturduğuna dair il ve ilçe nüfus müdürlüklerinden alınacak yerleşim yeri belgesi (ikametgâh),

    4.

    Bu haber www.dinihaberler.com adresinden kopyalanmıştır

    Emekli aylığı almadığına ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanununa tabi olarak herhangi bir kurumda çalışıyor olmadığına dair SGK’dan alınan belge,

    5.

    Bu haber www.dinihaberler.com adresinden kopyalanmıştır

    Hafızlık belgesi (Hafız olduğunu beyan edenler için),

    6.

    Bu haber www.dinihaberler.com adresinden kopyalanmıştır

    Askerlikten muaf veya tecilli ise muaf olduğunu veya tecilli olduğunu gösterir belge, askerliğini yapmış ise terhis belgesi,

    7.

    Bu haber www.dinihaberler.com adresinden kopyalanmıştır

    Sabıka Kayıt Belgesi (Sabıka kayıt belgesinde, sabıka kaydı veya arşiv kaydı bulunanların mahkeme kararlarının, Başkanlığımızca değerlendirilmek üzere İl Müftülüklerince 0312 285 85 72 nolu faksa ivedi olarak resmi yazı ile fakslanması ve Başkanlığımız görüşü alındıktan sonra adayın müracaatlarının kabul edilmesi gerekmektedir.),

    8.

    Bu haber www.dinihaberler.com adresinden kopyalanmıştır

    Sağlıkla ilgili olarak görevini devamlı yapmaya engel bir durum olmadığına dair yazılı beyanı,

    9.

    Bu haber www.dinihaberler.com adresinden kopyalanmıştır

    653 sayılı KHK’nın yürürlüğe girdiği 17.09.2011 tarihinden önce fahri din görevliliği yapmış ise bununla ilgili belgeler,

    10.

    Bu haber www.dinihaberler.com adresinden kopyalanmıştır

    Varsa yayımlanmış veya yayımlanmak üzere hazırlanmış ilmi eserleri.

    NOT: Adayın kimlik belgesini,dini öğrenimini gösterir belgenin aslını, hafızlık belgesini ve askerlik durumu ile ilgili belgesini ibraz etmesinden sonra bu belgelerin il müftülüğünce onaylı birer sureti aday adına açılan dosyaya konulacak, asılları ise adaya teslim edilecektir.

    V- Sınav Konuları

    1.Kur’an-ı Kerim (okuma, anlama ve tefsir).

    2.Arapça (okuma, anlama ve yazma).

    3.Dini bilgiler (klasik dini eserleri okuyup anlama).

    VI. Sözleşmeli Kadroların Atanacağı İller ve Kadro Kontenjanları


    23  ———-  45–KAHRAMANMARAŞ…………1……………..4……………..

    Bu haber www.dinihaberler.com adresinden kopyalanmıştır

    Kaynak:Dinihaberler


    Kaynak: Dinihaberler

  • Suriyeli çocukların eğitimi için Arapça bilen öğretmen aranıyor

     


    Suriye’de yaşanan iç savaştan dolayı Türkiye’ye gelen sığınmacıların çocukları için eğitim seferberliği başlatıldı. Kilis’te kurulan konteyner kent için Arapça bilen öğretmenlerin arandığı duyuruldu. 

            Kilis’e gelen Suriyeli mültecilerin çocuklarının eğitim ve öğretimi için, İl Milli Eğitim Müdürlüğü tarafından ücretli öğretmen görevlendirilecek. Görev almak isteyen Arapça bilen lisans mezunları 30 Mart tarihine kadar İl Milli Eğitim Müdürlüğü atama bölümüne şahsen müracaat edebilecek. Başvuranların, eğitim fakülteleri öncelikli olmak üzere, 4 yıllık bir bölümden mezun olup Arapça bilmeleri gerekiyor. Başvuran adaylardan, mezuniyet belgesi, nüfuz cüzdanı fotokopisi, bulunması halinde KPSS puanı, sabıka belgesi gibi dokümanlar istenecek. 


     
    Türkiye’ye gelen Suriyelilerin çocuklarının eğitim ve öğretimi için Kilis İl Milli Eğitim Müdürlüğü tarafından ücretli öğretmen görevlendirilecek. 

    Milli Eğitim Bakanlığı Personel Genel Müdürlüğü’nün Yönetici ve Öğretmenlerin Ders ve Ek Ders Saatlerine İlişkin Kararının 9. maddesi doğrultusunda, görev almak isteyen Arapça bilen lisans mezunlarının (öncelikli olarak Eğitim Fakültesi mezunları) 30 Mart 2012 tarihine kadar Kilis İl Milli Eğitim Müdürlüğü Atama bölümüne şahsen müracaat etmeleri gerekiyor. Ücretli öğretmen olarak görev yapacaklarda aranan şartlar ise şöyle sıralandı:

    “T.C. vatandaşı olmak. Üniversitelerin 4 yıllık fizik, kimya, biyoloji, matematik, felsefe, coğrafya, tarih, beden eğitimi, resim, teknoloji ve tasarım, müzik, fen bilgisi, sosyal bilgiler bölümü mezunu olmak ve Arapça bilmek. Eğitim fakültelerinin Sınıf Öğretmenliği veya Türkçe bölümlerinden mezun olmak ve Arapça bilmek. Din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmenliği mezunu olmak. Okul Öncesi Öğretmenliği mezunu olmak ve Arapça bilmek. Lisans mezunu olup Okul Öncesi Sertifikası olmak ve Arapça bilmek. İngilizce Öğretmenliği mezunu yada Lisans mezunu olup İngilizce Sertifikası sahibi olmak.”

    Başvuru esnasında istenilecek belgeler ise şöyle:

    “Dilekçe, Kilis İl Milli Eğitim Müdürlüğü’nden alınacaktır. Diploma/Mezuniyet Belgesi/Çıkış belgesinin fotokopisi (Eğitim Fakültesi Mezunları öncelikli olarak görevlendirilecektir.) Nüfus cüzdanı fotokopisi. 2010-2011 KPSS 10 Puanı (varsa) (En yüksek puanlı belge verilecektir) (Dilekçeye eklenmek şartıyla şahsen başvuruda bulunulacaktır.) Savcılıktan Sabıka Kaydı Belgesi.”


  • Arapçanın Tarihi 3 (Modern Arapça-Lehçeler)

     

    Güney Arapçası’nın en eski şekil veya lehçelerini bazı kitabelerle tanıyoruz ki bunlar Minae [59] Sebâ [60] Katebân ve Hadramut kitabelerinde [61] görülen eski lehçeler­dir. Bunların bir nevi devamı olan bu­günkü bazı lehçeler de [62] aynı grupta toplanır.

    Bu tasnifte. Kuzey Arapçası tâli gru­bunda, klasik Arapça [63] çekir­dek olmak üzere onun bağlı bulunduğu eski ve yeni lehçeler toplanır. Sadece Arapça, Arap dili denildiği zaman, umu­miyetle klasik Arapça ve geniş mana­sıyla da klasik Arapça ile birlikte onun bağlı olduğu veya ona bağlı olan lehçe­ler manzumesi kastedilir.

    Bütünü ile bu Arapça’nın tarihi, geliş­me ve yayılma safhaları bazı ara devre­ler birleştirilmek suretiyle sadeleştiril­miş bir plan içerisinde şöyle hulâsa edi­lebilir:

    1) Eski Arapça.

    2) Klasik Arapça ve ona kaynak olan eski edebî lehçeler. [64]

    3) Orta Arapça.

    4) Yeni [65] Arapça.

    5) Bu son iki safhada edebî yazı diline müvazî olarak devamlı gelişen mahallî lehçeler.

    4) Modern Arapça

     

    XIX. yüzyılın başın­dan itibaren Arap dünyası ile Avrupa arasında yakın bir temas devri başla­dı. Umumiyetle Napolyon’un Mısır Sefe­ri [101] yeni safhanın başlangıç tarihi kabul edilmiştir. Beraberinde birtakım âlimler getiren Napolyon, Mısır’da Arap­ça eserler basılmak üzere bir matbaa, rasathane, kimya laboratuvarı, tiyatro, kütüphane kurmuş, iki mektep açmış, iki Fransızca gazete çıkartmıştı. Bu ta­rihten kısa bir müddet sonra [102] Mı­sır valisi olan Kavalalı Mehmed Ali Paşa, Avrupa mekteplerindeki tedris usullerinin ve programlarının tatbik edildiği muhtelif derecelerde ve çok sayıda yeni mektepler açtı. Bunlar arasında eczacı, maden, ziraat ve veteriner, ebe, lisan ve tercüme, muhasebe, sanat mektepleri gibi meslek mektepleri, hendese mek­tebi ve tıbbiye gibi yüksek mektepler vardı. Bir kısım dersler için getirtilen Fransız hocaların kendi dilleriyle verdik­leri dersler Arapça’ya tercüme ediliyor­du. Diğer taraftan 1826’dan itibaren çe­şitli sahalar için Avrupa’ya ve hususiyle Fransa’ya talebe gönderilmeye başlan­dı. Bunların sayısı 1848’de 339’a yükselmiş bulunuyordu. Mehmed Ali Paşa ayrıca matbaaya ve tercüme hareketleri­ne de ehemmiyet verdi ve yarısı Arap­ça, yarısı Türkçe olan el-Vekâyi-i Mısriyye adlı bir gazete çıkarttı.

    Bu yenilik hareketlerinde, kurulan ye­ni müesseselerde başlangıçta Fransa ör­nek alınmış, Mısır’da başlayan bu Avru­pa tesiri zamanla diğer Arap memle­ketlerine de yayılmıştır.

    Bütün bu temaslar ve tesirler, yeni ve Arapça’da yabancı mefhumların ifadesi zaruretini doğurdu; ilim, teknik ve sa­natın muhtelif sahalarındaki ıstılahları karşılamakta güçlük çekildi. Nitekim et-Tahtâvî (ö. 1873) gibi ilk mütercimlerin bir taraftan yabancı kelimeler kullandık­ları, diğer taraftan yeni mefhumları ye­ni tabir ve ıstılahlarla karşılamaya çalış­tıkları görülür. Arapça’ya Avrupa dille­rinden yabancı kelimelerin akışını önle­mek, bilhassa ıstılahlar mevzuunda du­yulan büyük sıkıntıyı gidermek için bu dilin imkânlarından faydalanmanın yollarını arayanlar farklı teklifler ileri sür­düler; ilim ve tekniğin çeşitli kollarıyla meşgul olanlar kendi sahalarının ıstılah­larını tesbit etmeye çalıştılar. Fakat bir­birinden ayrı çalışan şahıs ve müessese­lerin değişik teklifleri dilde bir karışıklı­ğa yol açtı. Bunu önlemek için ilim ve sa­nat dili olarak Arapça’nın geçirdiği gelişmenin göz önünde tutulması ve böylece çalışmalarda, dolayısıyla yeni yazı dilinin lugatında birliğin sağlanması gerektiğini ortaya koydu. Bu yoldaki bazı teşebbüs­lerden sonra 1919’da Şam’da el-Mec-mau’l-ilmiyyü’l-Arabî adıyla bir akademi kuruldu. 1921’den itibaren çıkan mec­muası ve diğer neşriyatı ile faaliyette bulunan bu akademiyi, 1932’de Mısır’da kurulan Kraliyet Dil Akademisi [103] 1947’de Irak’ta tesis edilen el-Mecmau’I-ilmiyyü’l-lrâk takip etti. Rabat’ta 1973’te neşrine başlanılan el-Lisânûl-‘Arabî ile Fas da büyük ölçüde bu çalışmalara ka­tıldı. Bu ilmî kuruluşlar, mecmualarında ve neşrettikleri diğer eserlerde bir ta­raftan dil ve edebiyata ait eski metinle­rin neşrine, diğer taraftan ilim, teknik ve sanatın her şubesinde gerekli ıstı­lahların tesbitine yalnız bir memleket­te değil, muhtelif Arap ülkelerinde müş­terek yazı dilinin, bugünkü klasik Arapça’nın gelişmesinde birlik teminine ça­lışmaktadırlar.

    Adı geçen resmî kuruluşların, üniver­sitelerin, bunlar dışındaki ilmî toplulukların veya şahısların gayretleri bugün mühim neticeler vermiş bulunmaktadır. Dile dair eski metinlerin tesbiti ve ilmî neşirlerine büyük ölçüde yer veren, böy­lece klasik dilin yeni şartlar içinde akışı­nı sağlayan bu gayretlere rağmen dil­deki çalkantının bugün tamamıyla du­rulduğu söylenemez. Nitekim aynı mem­lekette bile bazı müelliflerin aynı mef­humu başka ıstılahlarla karşıladıkları ve­ya aynı kelimeyi değişik mefhumlar için kullandıkları görülebilmektedir. Modern Arapça’nın yazı dilinde bugün üzerinde en çok durulan şey ıstılahlarda birleş­me meselesidir. Hususi sahalar için ha­zırlanmış müstakil eserlerden sonra üze­rinde ittifak edilen kelimelerin Lisânü’l-‘Arab’ın son neşrinde [104] ilâ­ve olarak yer alışı, beklenen istikrarın mühim bir belirtisi sayılabilir. Arap yazı diline bu son safhada Batı dillerinin te­siri sadece lügat bakımından olmamış­tır. Bazı ifade şekillerinde, tabirlerde, hatta mahdut da olsa cümle yapısında aynı tesir görülür [105] Buna tam bir kla­sik kültür almamış muharrirlerde, bil­hassa gazetelerde, radyo vb. de rastlan­maktadır. Kısaca bugün de bütün Arap memleketlerinin kullandığı ve klasik di­lin devamı olan müşterek bir yazı dili vardır. Esaslarını muhafaza ederek ge­lişen ve muhtelif Arap ülkelerinin ma­ziden miras olarak taşıdıkları ortak kültürlerinin en sağlam bağı olan bu dil. son safhasındaki gelişmesiyle, çok geç­meden eskiden olduğu gibi tekrar bü­yük bir ilim, fikir ve sanat dili olma yo­lundadır.

     

    5) Mahallî Lehçeler

     

    Arapça’nın gerek orta gerekse modern devresinde edebî yazı diline muvazi bir akış içerisinde ol­duğuna ve dağılışlarına yukarıda işaret edilmişti. Birbirinden uzak yerlerde fark­lı şartlar içinde yaşayan lehçeler, öteden beri edebiyata çok küçük nisbette ak­setmiştir. Modern edebiyatın gerçek ha­yata yakın olma zorundaki tiyatro, ro­man ve hikâye gibi edebî nevileri bu nisbeti biraz da olsa artırmıştır. Arapça’nın konuşulduğu bazı memleketlerde müş­terek yazı dilinin yerine mahallî lehçe­nin İkamesi fikrinin düşünüldüğü de ol­muştur. Ancak lehçeler arasındaki fark­lılaşmayı hızlandıracak, Arap dünyasının geçmişteki ve bugünkü değerlerinden ortaklaşa faydalanabilme kapısını ka­payacak ve nihayet siyasî sınırların bölemediği bir kültür birliğini parçalayacak olan bu düşüncelerin revaç göreme­yeceği muhakkaktır. Bu arada Arap ya­zısının kelimeleri farklı okumaya mü­saade edişi yüzünden matbuatın lâyıkıy­la yapamadığı bir hizmeti, bugün hızla yayılan sesli neşir vasıtalarının üzerine almış bulunmasına, böylece radyo ve te­levizyonun lehçeler arasındaki farklılaş­mayı hiç değilse bir ölçüde yavaşlataca­ğına işaret edilmelidir.

     

    Kaynak:DİA