Yıl: 2012

  • Arapçanın Birincileri Türkiyeden Değil

    Şiir okuma dalında Makedonya’dan Evzal Sinani, hitabet dalında Kosova’dan Aıd Muslıu, musiki dalında ise Kosova gurubu birinci oldu.

    Milli Eğitim Bakanlığı Din Öğretimi Genel Müdürlüğü, Bursa Yıldırım Belediyesi, Ensar Vakfı, Önder İmam-Hatipliler Derneği ve Akademi Lisan ve İlmi Araştırmalar Derneği proje ortaklığında, Bursa Atatürk Kültür Merkezi Osmangazi Salonu’nda 3. Uluslararası Arapça Yarışmaları finali önceki gün yapıldı. Türkiye ve 8 Balkan ülkesindeki 500 İmam-Hatip Lisesi’nden 10 bini aşkın öğrencinin elemelerine katıldığı 3. Uluslararası Arapça Yarışmaları’nda dereceye giren 80 öğrenci finalde yarıştı. Şiir okuma dalında Makedonya’dan Evzal Sinani, hitabet dalında Kosova’dan Aıd Muslıu, musiki dalında ise Kosova gurubu birinci oldu.
    Türkiye ile 8 Balkan ülkesinin 500 İmam Hatip Lisesi’nden 10 bini aşkın öğrencinin katıldığı elemelerde dereceye giren 80 öğrencinin final müsabakası için, İmam Hatipli öğrenciler şiir okuma, hitabet ve musiki kategorilerinde yarıştı. Arapça Yarışları final müsabakasında şiir okuma’da 1. Makedonya’dan Evzal Sinani, 2. Kosova’dan Besa Kqıku, 3. Türkiye’den Halime Yüsra Sürmeli, hitabet kategorisinde 1. Kosova’dan Aıd Muslıu, 2. Türkiye’den Kemal Akdağ, 3. Sırbistan’dan Amar Muderizovic, musiki kategorisinde ise 1. Kosova, 2. Bosna Hersek, 3. Hırvatistan gurubu oldu. 3. Uluslararası Arapça Yarışlarında birinciler umre ziyareti ile ödüllendirilirken, ikincilere Ipad ve üçüncülere Iphone verilecek.

  • Önemli Olan Başörtülü Kızların Sayısının Artması Değil

    İlim ehlinin cennetine döndü

    Ali Bardakoğlu, Diyanet İşleri Başkanlığı’nı, kendi deyimiyle Ankara nöbetini devrettikten sonra ilmi çalışmalarına geri döndü. ‘Kalem ve kitap, eğitim ve öğretim ilim ehlinin cennetidir’ diyen Bardakoğlu bürokrasi ve günübirlik tartışmalardan biraz sıkılmış görünüyor. İSAM’da çalışmalarına devam eden Bardakoğlu bizi buradaki odasında misafir etti.

    Dindarlık artıyor gibi gözükse de sekülerleşiyoruz diyorsunuz. Bu tespiti neye dayanarak yaptınız?

    Türkiye dahil İslam ülkelerinde dindar kesimler hızlı bir sekülerleşme yaşıyor. Biz ferdi ve sosyal hayatımızı ahlakileştiren, insani ilişkilerimizi olgunlaştıran, rahmet olarak bütün davranışlarımıza yansıyan, hak, adalet ve güveni tesis eden bir dindarlaşma süreci değil, şekillerde yoğunlaşan, görselliği öne çıkaran, dini duyarlılığı belli zaman dilimlerine ve davranışlara hasreden ve geri kalan alanı dinden bağımsızlaştıran bir süreç yaşıyoruz. Arada bir iç sorgulama yaşasak da yaşattığımız belli dindarlık motifleriyle teselli buluyoruz. Dindarların önceden uzak durduğu sistemle bütünleştiği tezi daha doğru görünüyor.

    İslam’ın rahmet olarak bütün davranışlarımıza yansıdığı bilinç düzeyine neden erişemiyoruz?

    Ben mükemmeliyetçi değilim. Dinin nihai hedeflerinin dünyada mükemmel olarak gerçekleşeceği, hiçbir eksikliğin olmayacağı gibi bir hayal içinde değilim. Allah dünyayı bir sınav yeri kıldı. Kendi iç dünyamızda olduğu gibi toplumda da iyi-kötü mücadelesi, arayış ve çalkantılar hep sürer. Ama gönül istiyor ki, dini kendimize meşruiyet aracı kılmak yerine kurtuluş çaresi olarak görelim. Ne yazık ki din toplumun ortak bağı olmak yerine çekişmelerin temel argümanı, bloklaşmaların sığınağı oldu. Dikkat edin, birçok İslam ülkesinde din hem iktidarın meşruiyet kalkanı hem de muhaliflerin güç kaynağı. O kadar bulanık bir alan ki! Burada İslam alimlerine büyük görev düşüyor. İslam alimleri bu hengamede bir yer kapma ve yer edinme kaygısını bırakıp dinin hakikatını seslendirmek, yanlışa yanlış demek, hakkın sesi olmak zorundalar.

    Dinle siyaset ayrılmalı mı diyorsunuz?

    Dinle siyasetin ayrılması bir Batı söylemidir. İkisi aynı düzlemde ve denk iki kavram değil. Din varoluşun nihai anlamını veren ilahi bildirim ve varlığın metafizik pencereden genel tanıtımı, üst ve genel bir bakış. Bu anlamıyla din siyasete de, sosyal hayata da, ferdi hayata da, aile düzenine de, ticaret hayatına da bir rahmet olarak yansır ve onları güzelleştirir, ahlakileştirir. Dini vicdanlara hapsetmek, sosyal hayattan tecrit etmek mümkün ve anlamlı değil. Ama toplumlar siyasi yönetim dahil kendi reel sorunlarını kendileri çözecektir. İslam alimlerinin kendi çağlarına şahit olması, günlük akışa ve taraf oluşlara kendilerini kaptırma yerine üst bakışla herkese hitap etmeleri gerekir. En büyük eksiğimiz İslam alimi. Ne var ki ulema-i İslam da dünyevileşti.

    Neden İslam alimi yetiştiremiyoruz?

    Acaba İslam alimi yetiştirmek istiyor muyuz? Önce bu soruyu soralım. İstiyorsak gerekli şartlarını hazırladık mı? İslam alimi yetiştirmeyi önemsediğini düşünenler başta olmak üzere, dinin ve ilmin hakemliğine tahammül edebilecek miyiz? Cevap evet ise, ilk olumlu adım atıldı demektir. Çünkü İslam alimi yanlışa yanlış, doğruya doğru diyen, insanların gözünün içine bakarak değil İslam’ın ana kaynağı Kur’an ve Sünneti esas alarak hakkı ve hakikatı dillendiren otorite demektir. Sağduyunun sesidir. Ancak İslam alimi deyince her kesim kendi doğrularına destekçi ve sözcü arıyorsa, alimin ilmini ve dindarlığını yarı ümmiler tartacaksa çözüm tıkanır.

    DİNDARLIĞIN İÇİNİ DOLDURMALIYIZ

    İslam alimi yetişmesi halinde dünyevileşme girdabından kurtulabilir miyiz?

    Türkiye ve İslam dünyası için hem iyimser hem de karamsar bir tablo çizmek mümkün. Realiteden uzak ham bir hayal dünyasına da girmemek lazım. Sayıları hızla artan ilahiyat fakültelerimiz umarım ilmi ciddiye alır, toplumun ve akıntının peşinden değil, ona öncülük eden ve yön veren ilim ehlinin yetişmesine hizmet eder. Öte yandan toplum olarak İslam algımızı gözden geçirmek ve dindarlığımızın da içini doldurmak zorundayız.

    İçini nasıl dolduracağız?

    Önemli olan başörtülü kızların sayısının artması değil, İslam’ın bütün muhtevasını taşıyacak kıvama doğru yürüme kararlılığının olup olmadığı. Hacca ve umreye gidenlerin sayısal artışı da öyle. ‘Başımı örttüm’, ‘namazımı kılıyorum’, ‘Hacca, umreye gittim’, ‘sakal bıraktım’, ‘içkiyi ağzıma sürmüyorum’ diyen bir kimse bunun yeterli olmayacağını, daha yapması gereken bir dizi görev ve sorumluluğunun bulunduğunu daima bilir. Ne zaman ki yaratana itaat ve yaratılana şefkatte, ahlakta, insani ilişkilerde, temizlik ve çalışkanlıkta, doğruluk ve dürüstlükte, dayanışma ve yardımlaşmada, insan haklarında, adab-ı muaşerette, velhasıl ferdi ve sosyal her alanda Kur’an’ın öngördüğü bir çizgide yürümeye başlarız, o zaman dindarlığımızın içi doluyor demektir.

    KORKUYORSAK DİNDAR ALGISI SORUNLU

    Dindar nesil yetiştirme projesi başarabilir mi bunu?

    Devletin böyle projesi olup olmaması başka bir tartışmanın konusu ama devlet adamlarının nesillerin dindar, ahlaklı olmasını istemesinden tabii bir şey olamaz. Bunun zıddını isteyecek halleri yok ya! Avrupa’daki Hristiyan devlet adamları da kendi toplumları için aynı arzuyu dile getirse bundan da rahatsız olmamalıyız.

    Öyle diyorsunuz ama karşı çıkan da çok oldu.

    Sanırım dindar deyince yukarıda anlattığım bir dindarlıktan ziyade toplumun algıladığı farklı bir dindar profili söz konusu. Dindar nesil olmalı mı sorusuna insanlar kaygı ve tereddütle yaklaşıyorsa demek ki gerek algıda gerekse sunulan ve öne çıkan dindar profillerinde bir sorun var demektir. Hiç kimse işin bu yönünü ele almıyor ve hemen siyasi bir polemiğe dalıyor.

    Bizim eksiğimiz olabilir ama bunda Cumhuriyet’in ortaya koyduğu dindar profilinin de katkısı yok mu?

    Batıda Katoliklik dindarlık algısında şekli öne çıkarırken Protestanlık adeta içini boşalttı. Pozitivizm de onu vicdana hapsedince bu yüzyıla hayli örselenmiş bir batılı dindarlık algısıyla girdik. İslam dünyasında da din alanında ciddi özgüven kayıpları oldu. Bu hayli uzun bir konu. Ancak günümüzde dindar insan tabiri neredeyse tamamı Müslüman bir toplumda kaygıya yol açıyorsa hepimizin kara kara düşünmesi lazım. İslam dininin bütün erdemlerinin üzerinde görüldüğü, ulvi değerlerin yansıdığı bir kişiden insanlar rahatsız oluyorsa o zaman ortada ya algı ya da takdim ve temsil yanlışlığı var demektir. Bana göre ikisi de var. Dönüp biz nerde yanlış yapıyoruz sorusunu sormak zorundayız.

    Modern çağ dindarlığını yerleştirmeliyiz

    Şehirli dindar kavramına sıkça vurgu yapıyorsunuz. Bugün ne durumdayız?

    Sosyal hareketler ve kültür değişimi ağır seyreder. Ben şehirli dindar kavramını önemsiyorum. Bahsettiğim şey ‘modern çağ dindarlığı’. Şehirli dindarlığın sanat ve estetik, edebiyat ve musiki, derunileşmiş dini hayat, incelmiş insani ilişkiler, ilim ve irfan, sevgi ve saygı, çevre bilinci, insan ve hayvan hakları duyarlılığı gibi pek çok yönü var. Entelektüel ve tasavvufi boyutları var. Bugün bunların birçoğunu yitirdik. Modern deyince akla modernizm geliyor ve kaygılar başlıyor. Kastettiğim asrı idrak eden, 21. yüzyılda yaşadığının farkında olan dindarlık. Yaşadığımız dünyadan soyutlanarak kitapların arasına dalıp 3., 5. asırda yaşayabiliriz. Bunun kimseye faydası olmaz. Ya da Kur’an’ı, sünneti, İslam’ı 21. yüzyılda idrak eder ve bu yüzyılın sorunlarıyla yüzleşerek Müslüman kalabiliriz. Yapmamız gereken de bu.

    Modern hayatla dinin çatıştığı pek çok alan var. Müslüman mesafesini nasıl ayarlamalı?

    Biz kendi dindarlığımızı sağlamlaştırma, sorgulama ve geliştirme yükümlülüğü ile karşı karşıyayız. O nedenle 21. yüzyılda yaşadığımızı farketmek zorundayız. Bu modernizmin rüzgarına İslam’ı teslim etmek anlamına gelmez, zaten istesen de yapamazsın. Çünkü Allah’ın dini bellidir, emir ve yasakları apaçık ortadadır. Dinin sahibi odur ve kıyamete kadar dinini koruyacaktır. İslam’da reforma İslam’ın kendisi geçit vermez. Ancak modernizm korkusuyla yaşadığımız dünyadan kendimizi soyutlamamız da doğru olmaz. Kur’an Peygamber efendimize indi ama her çağın alimleri ve Müslümanları Kur’an’ı kendi çağlarına, kendi dünyalarına inzal etmek zorundadır. Ben Kur’an’ı anlamak ve kendi dünyama getirmek durumundayım. Peygamberimi bu asra getirmek durumundayım. Bu asra ışık tutmak gibi çetin ve önemli bir iş varken bakıyoruz yük ağır, kendimiz o asra gidiyoruz.

    Dini cemaatleşmeyi sorun olarak görüyor musunuz?

    Görmüyorum. Dini cemaatleşmeler aslında dini değil, sosyo – ekonomik oluşumlardır ve kaçınılmazdır. Mesela 15 milyon insanın yaşadığı İstanbul’a gelmiş, bu kalabalıkta tutunmaya ve yer edinmeye çalışan, yalnızlık çeken, ekonomik ve sosyal çevreye, psikolojik açıdan ünsiyete, dostlara ihtiyacı olan insanların bir araya gelmesi, sosyalleşmesi, gruplaşması tabiidir. Bu esnada her sosyal oluşumda aidiyet duygusu gelişir, alamet-i farika olarak bazı farklılıklar benimsenir. Bütün bunlar bir dereceye kadar anlaşılabilir gelişmelerdir. Fakat bu farklılaşma dini alana kayar ve her bir grup kendi dindarlık tarzlarını ve din algılarını yeniden inşa etmeye, bu arada ötekinin dindarlığını da sorgulamaya başlarsa durum ciddileşir ve sorun üretmeye başlar. Avrupa’da bir zamanlar bu yaşandı. Ekonomik ve sosyal oluşumlar giderek camilerini ayırdı ve ayrı dini grup haline geldi. Temelde sosyal ve ekonomik işbirliği gruplarının dini farklılaşma eğilimleri ilk etapta üyelerin alt aidiyet duygularını beslediği, iç dayanışma ve bütünleşmeye manevi harç olduğu için revaç bulsa da uzun vadede üst dini aidiyet ve bütünlüğü zedeleyebildiğini ve genel dini algıyı olumsuz yönde etkilediğini de görmek gerekir.

    Hakimliği bırakıp ilahiyata geçtim

    İstanbul’da hangi kültür çevrelerinde bulundunuz?

    İstanbul’daki lise ve üniversite öğrenciliği yıllarında şimdi rahmetle andığımız birçok zatı görme, dinleme şansı buldum. Mahir İz, Muhammed Hamidullah, Ali Üsküdarlı, Muhammed Tanci, Necip Fazıl, Nurettin Topçu ilk aklıma gelenler. Münir Nurettin Selçuk’un konserleri, Sabahattin Zaim, Nihad Sami Banarlı… Allah cümlesine rahmet etsin. İstanbul’un çok yönlü ve yoğun bir kültür ortamı vardı ve istifade edenler için en büyük açık üniversite oydu. İstanbul İmam Hatip’ten mezun olunca Yüksek İslam Enstitüsü’ne ve lise fark dersleri vererek aynı zamanda Hukuk Fakültesi’ne devam ettim.

    Hem İslam Enstitüsü hem de hukuk mezunusunuz. İki fakülte birden okuma sebebiniz neydi?

    O dönemde birçok arkadaşımız böyle bir yol izleyerek iki fakülteyi beraber okudu. Bazıları Yüksek İslam Enstitüsü’yle edebiyat okuyup İslami Türk Edebiyatı’nda yol aldı, bazıları sosyoloji okuyup din sosyolojisi alanında çalıştı. İktisat, siyasal, tıp okuyanlar, sinema yönetmenliğini seçenler. Hayli çeşitli bir dağılım vardı. Ben de hukuk okuyup İslam hukuku alanını seçtim.

    Meslek seçiminde de hukuk değil de ilahiyat ağır basmış?

    Bir süre hakimlik stajı yaptım ve hakim olarak işe başladım. İlahiyat fakültelerinde asistanlık imtihanları açılınca hakimlik maaşı iki katı olmasına rağmen hiç düşünmeden oraya geçtim. Çünkü akademik çalışma yapmak ve ilme intisap etmek istiyordum. Kayseri Yüksek İslam Enstitüsü’nde Fıkıh Asistanı olarak göreve başladım. Daha sonra Erzurum İslami İlimler Fakültesi’nde doktoramı tamamladım.

    1991-1992 seneleri arasında İngiltere’de ve 1994 yılında da Amerika Birleşik Devletleri’nde bulunmuşsunuz. Neler yaptınız bu dönemde?

    İngiltere’ye daha çok dil amaçlı gittim ama doktora sonrası dönem olduğundan alanımla ilgili Batı’da yapılan çalışmaları izledim, toparladım. Oradan topladığım zengin literatür burada çok işime yaradı. Amerika’da da İslam Hukuk Düşüncesi üzerine ortak bir akademik çalışmada Türkiye’yi temsilen bulundum.

    Diyanet İşleri Başkanlığı’na atanmanız nasıl oldu?

    Marmara İlahiyat’ta İslam Hukuku hocalığı ve İslam Araştırmaları Merkezi’nde (İSAM) İslam Ansiklopedisi’nin Fıkıh İlim Heyeti Başkanlığı’nı yaptığım sırada ilgili devlet bakanı Mehmet Aydın Bey’in talebi üzerine Ankara görevi başladı. Sekiz yıl kadar nöbeti yaptım ama ilimden kopmadım. Görevi devredip, asli işim olan ilim dünyasına geri döndüm. İlim dünyası, ilim ehlinin nefes darlığı çekmediği, bol oksijeni bulunan bir alandır. Ankara’dayken de üzerime düşen görevi en iyi şekilde yapmaya çalıştım. Ama doğrusunu söylemek gerekirse kalem ve kitap, eğitim ve öğretim ilim ehlinin cennetidir ve geniş teneffüs alanıdır. Zaten kalıcı olan da budur.

    İmam Hatipler ümit kaynağıydı

    Ailenizde İslami ilimlerle ilgilenen kimse var mıydı?

    Doğum yerim olan Tosya’da 1960-70’li yıllarda ziraat ve ticaret öndeydi, ancak geçmişten gelen ilmi-irfani geleneğin izleri de yaşıyordu. Kazasker Mustafa İzzet Efendi’den sonra birçok alim ve meşayih gelip geçmiş. Biraz da bunların tehassürü vardı diyebilirim. O yıllarda Anadolu’da İmam Hatip’e gidenlerin çoğu gibi ben de muhitimde ilk defa İmam Hatip’e gidenlerden biriyim. Babam çorak bir dönemde yetiştiği için dini ilimleri de içeren bir eğitim almam arzusundaydı. Böyle bir okulun bulunduğunu duyunca beni Çorum İmam Hatip’in orta kısmına yazdırdı.

    İlk olmak avantaj mıydı dezavantaj mı?

    Kastamonu’da Tosya’da bu kadar okul varken Çorum’a gidip okumamı macera olarak görenler vardı. Ama ben İmam Hatip öğrencisi olarak Tosya’da vaaz etmeye, hutbe okumaya başlayınca, başta ‘Ermiş Hoca’ diye bilinen dedem olmak üzere, büyük bir mutlulukla karşılandım. Dedeme okuldayken Osmanlıca bir mektup yazmıştım. Onu alınca hem ağlamış hem sevinmiş. Çünkü dedem daha da ağır şartlar altında yaşamış gençliğini. Böylece yoğun ilginin ve ümidin de kaynağı olduk. Ailem sonra İstanbul’a taşındı. Ben de lise kısmını İstanbul (Fatih) İmam Hatip’te okudum. Özellikle İstanbul İHO sınavla öğrenci alıyordu. Okulun iyi bir eğitim vermesinin yanı sıra İstanbul’da olmak da başlı başına bir ayrıcalıktı.

    Cami altında market olmaz

    Diyanet İşleri Başkanlığı döneminizde önceki dönemlerden farklı olarak neler yaptınız?

    Diyanetin temsil yönü, din hizmetinin toplumun her kesimini kucaklaması, din görevlilerinin mesleki gelişimi, dinin saygınlığının günübirlik tartışmaların sıcaklığı içerisinde buharlaşmaması ve insanları din konusunda taraf olmaya sürüklememesi, İslam dininin doğru bilgisinin topluma iyi anlatılması, dinle ilgili konuşurken farklı kesimlerin beklentilerini karşılamak için değil Kur’an’ın ve sünnetin doğru bilgisini esas alma hep önceliklerimiz oldu. Yurt dışı ilişkileri geliştirdik. Kadının din hizmetlerinde daha aktif şekilde yer almasına, insan ve kadın haklarına, çevre ve sosyal problemler karşısında dindar duyarlılığına önem verdik. Dinin sadece belli şekil ve ibadetlere hasredilmeyip geniş bir perspektifle sosyal hayatın bütün alanlarına yansıyan bir rahmet olarak algılanması anlayışını yerleştirmeye çalıştık.

    Camilerin sosyal mekanlar olması projeniz başarıya ulaştı mı?

    Sosyal projeler çok uzun solukludur ve sabır ister. Bir sosyal projeye başlarsınız, sonucunu genelde çocuklarınız, torunlarınız görür. Camilerin sadece ibadet için sınırlı zamanlarda kullanılması yerine halkın doğru dini eğitimi, kaynaşma ve sosyalleşmede daha etkili biçimde rol almasını önemli buluyorum. Camiden başlayan ama cami duvarının dışına çıkan sosyal açılımlı din hizmeti anlayışı giderek gelişiyor. Camiler mesela Rusya’da ve Amerika’da sosyal hayatın tam merkezinde. Camilerimizin etrafında çocuklarımızın gençlerimizin buluşacağı sosyal mekanlar, çeşitli seminerler, kurslar, faaliyetler olsa ne güzel olur. Bu yönde bazı adımlar atıldı ama ülkemizde cami ile ilgili daha çok problem var.

    Ne gibi problemler?

    Cami mimarileri tahmin ettiğimizden daha kötü. Estetik yoksunu, kopya camilerin yapımı devam ediyor. Camilerin altlarında, kenarlarında marketler, dükkanlar, iş yerleri büyük bir sorun. Cami dernekleri başlangıçta hayra öncülük ediyor, ama milletten toplanan paralarla yaptırılan camilere ve din görevlilerine giderek tahakküm etmeye başlıyor. Camilerde para toplanması din görevlisinin itibarını hayli sarsıyor. Bu bir tarafa, bu gelirin derneklerce harcanma usulünün de ciddi bir denetimi gerekiyor. Din görevlisinin lojmanı da başlı başına bir sorun. Lojman cami yakınında ama komşular içinde olmalı. Bugün birçok din görevlisi oturduğu lojman için vakıflar idaresine yüklü miktarda ecr-i misl borçlusu. Dini vakıfların idaresiyle dini hizmetlerin idaresinin birbirinden ayrılmış olması birçok sorunu beraberinde getiriyor.

    Nasıl çözülecek bu sorunlar?

    Ecdadımız camiyi yaparken o camiyi ayakta tutacak akarı da o camiye tahsis etmiş. Bugün bu sistemden eser yok. Camiler yapılırken estetiğe, mimariye, şehrin güzelliğine katkı sağlamasına özen gösterilmiyor ve Diyanet tamamen devre dışı. Cami yapımında, müştemilatın din hizmeti amaçlı kullanımında Diyanetin devrede olduğu bir sisteme ihtiyaç var. Dini vakıfların idaresinin Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesine alınması kurumsal asabiyetler oluştuğundan pratikte zor.

    YENİŞAFAK

  • 49. yılında 49 hafız mezun edecek

    Hafızlığın önemli müesseselerinden Manisa’nın Akhisar ilçesindeki Hilâliye Kur’ân Kursları, 49. yılında 49 hafız mezun edecek. Kurumun bu yılki mezuniyet töreni, 20 Mayıs 2012 Pazar günü yapılacak. Erzurumlu merhum Şahin Yılmaz Hocaefendi’nin kurduğu Kur’ân kursları ile Uşak Hilâliye Dülgeroğlu Kız Kur’ân Kursu’nda eğitimlerini tamamlayan 49 hafız, bu merasime katılacak. Hilâliye Kur’ân Kursları, bugüne kadar 2 bin 500 hafız yetiştirmiş bir kurum. Ayrıca 12 binin üzerinde kişi de Kur’an okumayı burada öğrendi.

    Hilâliye Eğitim Vakfı Başkanı Abdullah Yılmaz, bu kurslarda Türkiye’nin her yerinden öğrenci bulunduğunu söylüyor. Aynı zamanda merhum Şahin Yılmaz Hocaefendi’nin oğlu olan Yılmaz, şu anda hafız olarak mezun olan veya burada okuyan kişilerin çocuklarının, hatta bazılarının torunlarının da Hilâliye’de eğitime devam ettiğini ifade ediyor. Yani bu kurslarda artık üçüncü kuşaklar da Kur’ân öğrenmeye ve hafız olmaya başlıyor.

    Yılmaz’a göre yeni eğitim sistemi 8. sınıftan sonra kursa gelecek öğrencinin altyapısı olmasını sağlayacak. Yılmaz, “Önceden öğrencinin altyapısı olmuyordu. Ondan dolayı yaz kurslarına çok büyük rağbet vardı. Şimdi öğrenci, dört sene ön hazırlıkla kursa gelecek. Hafızlığa niyeti varsa imam hatiplerin orta kısımlarının açılmasıyla veya diğer okullarda en azından seçmeli dersle Kur’ân öğrenebilecek. Bu okullarda aldıkları derslere takviye yaparlarsa buraya gelir gelmez bir senede hafız olabilmesi mümkün olacak. Zaten bunu özelde deneyenler var, yani ortaokulu okuyup kendi gayretiyle hafız olanlar var. Hafız olmasa bile olabilecek kadar Kur’ân öğrenerek buraya gelmesi bizim için çok iyi. Okul ile beraber hafızlığı bitirmesi en ideali. Şu anda hafızlık için normal şartlarda üç sene gerekiyor, bu süre ne kadar düşürülebilirse o kadar iyi olacak.” diyor.

    Mezun öğrenciler ağlayarak ayrılıyor

    Kurs yöneticisi Muammer Aydemir de emanet edilen öğrencileri en iyi şekilde eğitmeye çalıştıklarını ifade ediyor. Ona göre kurstaki tüm eğitimciler talebeleri hayata en güzel şekilde hazırlamak için gayret ediyor. Aydemir, “Alanında uzman hocalarla çalışıyoruz. Her gün gelişen ve değişen dünya şartlarından haberdar olma çabamız var. Öğrencilerimizin görüşlerine saygı duyarız. Şeffaf bir yönetim, şeffaf bir eğitim öğretim, insana değer verme en üst seviyede. Hal böyle olunca da öğrencilerimizle anlaşmamız zor olmuyor. Mezun olan öğrencilerimizin birçoğu, buradan ağlayarak ayrılıyor.” şeklinde konuşuyor.

    Hilâliye Kur’ân Kursları Müdürü Necmettin Sözbir ise şu anda Akhisar’da 250 erkek ve 170 kız, UşakHilaliye Dülgeroğlu Kız Kur’ân Kursu’nda da 60 kız öğrencileri bulunduğunu, her türlü ihtiyaçlarının vakıf tarafından karşılandığını söylüyor. Sözbir ayrıca, 8. sınıf öğrencileri için 18 Haziran’da başlayacak yaz Kur’ân kursları kayıtlarının dolduğunu aktarıyor. Hilâliye Kur’ân Kurslarında şu anda 46 ilden talebe var. Yanı sıra Hollanda ve Kırgızistan gibi ülkelerden de öğrenciler bulunuyor.

    Bu sene Hilaliye hafızlarının bir kısmı Akhisar’ın 4 farklı camiinde 4 günde hocaların ve cemaatin önünde baştan sona ezberden Kur’an okudu. İki günde ezberden okuyup dersi kabul edilen öğrenciler umre ile ödüllendirildi.

    Kur’ân aşıkları Akhisar’da buluşuyor

    Hilâliye Kur’ân Kursları’nın 37. mezuniyet töreni, 20 Mayıs Pazar günü yapılacak. Eğitimlerini tamamlayan 34 kız ve 15 erkek öğrenci için saat 09.00’da başlayacak hafızlık merasimini Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB) Manisa Eğitim Merkezi Eğitim Görevlisi Hüseyin Öresin sunacak. Dost ve Hilâl ile Anadolu’daki bazı yerel televizyonlarda naklen yayınlanacak programa, 10 bini aşkın davetlinin katılması bekleniyor. İstanbul Sultanahmet Camii imam hatibi Hasan Kara, DİB Manisa Eğitim Merkezi Müdürü Osman Egin, İstanbul Riva Merkez Camii imam hatibi Mehmet Bilir, Piyale Paşa Camii İmam Hatibi İshak Danış, Hilâliye mezunlarından Yavuz Mutlu ve Rıza Günay Kur’ân-ı Kerîm tilavet ederken Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Dr. Ekrem Keleş, DİB Samsun Eğitim Merkezi Müdürü Dr. İhsan Şenocak, Manisa İl Müftüsü Sinan Cihan ve Akhisar İlçe Müftüsü Ramazan Orhanlı konuşma yapacak.

    Dünyaca ünlü Güney Afrikalı hafız Abdurrahman Sadien’in de katılması beklenen program, Vakıf Başkanı Abdullah Yılmaz’ın konuşmasıyla sona erecek. Merasimden bir gün önce, mezunlar günü düzenlenecek ve merhum Şahin Yılmaz Hocaefendi’nin kabri ziyaret edilecek.

    ZAMAN

  • Selamet Gemisi

     
     
  •  
     
     
    “Ey yeryüzü! Yut suyunu. Ey gök! Tut suyunu” denildi. Su çekildi, iş bitirildi. Gemi de Cûdî’ye oturdu ve “Zalimler topluluğu, Allah’ın rahmetinden uzak olsun!” denildi (Hûd 11/44)
     
     
     
    Dün akşamki o kısa sürede her yeri tufana çeviren afetin arkasından yukarıdaki hitabın bir benzerini bizler içinde lütuf buyuran ve sağ salim evimize ulaşmamıza imkân veren Yüce Rabimize hamd olsun. O hal saatlerce, günlerce ve hatta haftalarca, aylarca sürebilirdi. Kudretinin sonsuzluğu karşısında ona kim dur diyebilirdi. Ama her an olduğu gibi dün de lütfu ile muamele buyurdu ve ibretlik bir kıvamda son ve her şey sükun buldu. Fakültenin kantinini su basmış, koca koca tüpleri sürüklemiş, bodrum katlar su dolmuştu. İnşallah bunlar ibret almaya birer fırsat olur ve yeni yapılarımız bu türden afetleri de hesaba katarak yapılır, zarar ve ziyan azaltılır.
     
    İşte o zaman selamet gemisi huzur ve sükunet limanına oturur.
     
    Zalimler zulümlerinin karşılığını bulurlar. Zulüm adaletin zıddıdır. Adalet ise her şeye hakkını vermek demektir. Bir alana düşecek su miktarını hesaba katmadan su gideri yapmak ve boruların hacmini ona göre ayarlamamak, o işin hakkını vermemek demektir ve bu Kur’an ıstılahınca bir zulümdür. Zalimler cezaların bulmaya müstahaktırlar.
     
    Rabbimiz cümlemizi lütfuyla korusun.
     
     
     
    Garibce
  • Umrede Türk Alarmı

    Son on yılda Türkler’in umreye olan ilgisi tam 25 kat arttı. Daha iyi anlaşılması için detaylara inersek… 2001- 2002 yıllarında umreye giden Türkler’in toplamı 16 bin oldu. Fakat ilginç bir şekilde 2004 ve sonrasında her yıl birkaç kat arttı. Son yıllarda ise adeta patlama yaptı Türkler. 2011’de tam 410 bin Türk umreye gitti. Başka ülkelerde yaşayıp oradan gidenlerse bilinmiyor. 2012’ye ait projeksiyonsa 700 bin kişinin umreye gideceği yönünde. Fakat tur şirketlerine olan ilgiye bakılırsa bu rakam da aşılacak.

    ‘TÜRKLER BASTONU ATTI’

    Gelelim başlıktaki Suud İstihbaratı meselesine. 2002 sonrası artış ve özellikle 2004 ile başlayan patlama üzerine Suud yönetimi meraklanmış. Adeta “Ne oldu bu Türkler’e, Türkiye’de ne değişti” diyerek araştırmaya başlamışlar. Hatta Suudi Arabistan’da yaşayan Türkler’e bu minvalde sorular da sormuşlar. Mekke’de yaşayanlardan dinlediğime göre bu konuda uzun süre araştırma yapmışlar ve sonunda ‘doğal seyir’ içinde bir artış olduğuna karar vermişler. Hatta gençlerin ilgisini anlatmak için de “Türkler bastonu attı” diyorlar. Peki gerçekten ne oldu da Türkler bir anda umreye bu kadar ilgi gösterdi?

    Daha önce Başbakan Erdoğan ile resmi seyahat arasında, hızlandırılmış umre’ yapmıştım ama Mekke ve Medine’de geçirdiğim bir hafta çok öğretici oldu. Türkler’in ilgisinin temelde yatan birkaç nedeni var.

    ARTIŞI NE TETİKLEDİ?

    Öncelikle muhafazakar kesimlerin eğitim ve gelir seviyeleri yükseliyor. En önemlisi de umre ibadeti keşfediliyor. Önceleri sadece hacca gidilirdi ve bunu da belli bir zümre yapardı. Sonrasında ise hacda başlayan kota sistemiyle her isteyen istediği sene bu ibadeti yapamaz hale geldi. Bu da umreyi tetikleyen nedenlerden. Fakat bir haftanın sonunda gerek şahsi tecrübelerim gerek umreci Türkler’den dinlediklerim üzerine diyebilirim ki esas faktör umrenin verdiği manevi doyum.

    Bu noktada şunu da kayda geçmekte fayda var. Kutsal Topraklar’a gitmeden önce “Ne oluyor bu adamlara 3 kez 5 kez hacca, umreye gidiyor? Birine yardım etsinler daha iyi” diyordum. Ama gittikten sonra gördüm ki Mekke ve Medine’nin ayrı bir etkileyiciliği var. Suudlar hac ve umreye olan ilgiden sonra kapsamlı bir yenileme projesini hayata geçirmişler. Hem Medine hem Mekke’de geniş çaplı yıkımlar var. Kabe ve Ravza’nın etrafındaki oteller yıkılıyor. Gerçi bu yıkım yeni alan açmak için değil. Daha büyük ve daha kaliteli otel yapacaklar. Arada yeşil alan da olacak ama genel itibariyle her şey daha çok misafire göre planlanmış. Umrecilerin yaşının düşmesi, eğitimli ve paralı kişilerin gelmesi de yenilenmeyi etkilemiş.

    Umreye olan bu ilgi tur şirketlerinde de patlamaya neden oldu. Bugün 150 civarında şirket umre için yetkili. Ben de tavsiye üzerine Nüans Tur ile gittim. Nüans bir çok özelliği ile diğer şirketlerden ayrılıyor. Çünkü 3 umre birden yaptırıyorlar. Ayrıca işinin uzmanı rehberleri sohbetlerle, bilgilendirme toplantılarıyla yapılan ibadetin ruhunu çok güzel anlatıyorlar. Birçok rehber ‘Kâbe’de şunu yapın, Medine’de bunu yapın’ tarzı genel şeyler söylerken Nüans’ın ekibi attığınız her adımda işin özüne iniyorlar. Özellikle de başrehber Osman Korkmaz’ın Arafat ve Hudeybiye duaları büyük ilgi görüyor. Arafat’ta Korkmaz’ı dinlerken ‘Bu hocaya program yaptırsak reytingleri toplarız’ diye düşünmüşlüğüm bile var.

    MiNiATÜRK MODELi MEKKE VE MEDiNE

    Başrehber Osman Korkmaz ile umreyi konuştuğum da gördüm ki Türkler gittikleri her yere damgalarını vuruyorlar. Mesela İslam tarihinin en kritik yerlerinden olan Hudeybiye sayelerinde tekrar ziyaret edilir olmuş. Arafat’ta dua ettirmeleri, Sevr Dağı’nın ne ifade ettiğini anlatan ziyaretleri umrecilerden de büyük ilgi görüyor. Taktir ettiğim bir başka boyutu da şu: Ben o dönemlerini görmedim ama görenlerden dinlediğim kadarıyla bir çok kutsal alan seyyar satıcıların, develeri ile fotoğraf çektiren şipşakçıların istilası altında imiş. Korkmaz ve arkadaşlarının girişimi ile belli bölgelerden develer ve satıcılar kaldırılmış. Şimdi mekanın ruhuna uygun bir hale getirilmeye çalışılıyor. Bir diğer kritik proje de bizdeki MiniaTurk gibi Mekke ve Medine’nin maketini yapmak. Medine yapılmış ve hizmet veriyor. Deneyimli rehberler size adım adım Medine’yi anlatıyorlar. Mekke maketi ise proje safhasında. Yani ibadetiniz sonunda ruhen de zihnen de doymuş oluyorsunuz.

    Gençken ziyaret edin

    Kaç yaşında gelirseniz gelin ‘geç kaldığınızı’ düşünecek, keşke daha önce gelseydim diyeceksiniz. Umre aslında genç işi. Hele Nüans’la giderseniz ekstra kondisyona ihtiyacınız var. Çünkü her gün bir umre yaptırıyorlar ve tavaf ile say’ın toplamında yaklaşık 6 km yürümüş oluyorsunuz. Maalesef biz Türkler dünyanın en pahalı ibadetini yapıyoruz. Başka ülkelerle kıyaslanınca umreye gitmek bizde zengin işi sayılıyor. Çocuk çoluk gidelim derseniz hatırı sayılır bir para veriyorsunuz.

    Umreye en çok İranlılar ve Malezyalılar geliyor. Daha sonra da Türkler. Biz Türkler maalesef en dağınık gruptayız. Herkes bireysel takılıyor denebilir. İranlılar çok disiplinli (gerçi biraz rahatsız edici bir görüntüleri de var) başlarında bir molla, tek tip kıyafet ve asker disiplini içinde tavaf yapıyorlar. Bu arada İran hükümet umre için teşvik uyguluyormuş. Uzakdoğu’dan gelenler ise fazlasıyla sempatikler. Tek tip kıyafetleri var, sessizce dua ederek dönüyorlar ve disiplinliler. Her daim de tebessüm ediyorlar. Afrikalılar zaten çok renkliler. Kabe’de dünyanın her yerinden insan görmek mümkün. Sadece Kâbe’de bir gün geçirseniz bile İslam’ın evrenselliğine şahit oluyorsunuz.

    Olumsuzluklar adına kayda geçirilmesi gereken nokta ise izdiham. Maalesef Kâbe’nin örtüsüne dokunabilmek, Hacer’ül Esved’i öpe bilmek için insanlar birbirini eziyor. Hatta nahoş olaylar da oluyor. Böyle mübarek bir mekanda bu motivasyon anlaşılabilir ama yaşanan arbede ibadetin ruhuna aykırı görüntüler oluşturuyor.

    Umre yapana hediye beklentisiyle gitmeyin

    Bir diğer konu da alışveriş meselesi. Umreye giden Türkler’in büyük bir kısmı vaktini alışverişte harcıyor. Çünkü dönüşte herkes ‘ne getirdin’ diyecek. Aslında bu umreciye kötülük yapmak demek. Çünkü ibadette geçireceği zamanı alışveriş merkezinde geçirmek zorunda kalıyorlar. Ayrıca da zaten her şey ya Çin ya Türk malı. Oralara özgü tek şey hurma ve zemzem. Umreye gidenlere bir iyilik yapın ve onlardan sadece dua isteyin. Eğer üstüne bir de hurma getiriyorlarsa öpüp başınıza koyun. Sonuç itibariyle; umre Arapça’da imar ile aynı kökten gelir. Bu açıdan umre aslında bir ruhun imarı çalışmasıdır. Günlük koşuşturmaların, iş hayatının, fitnenin, fesadın yıprattığı kalbi onarmak için önemli bir fırsat umre. Kendinize bir iyilik yapın ve umreye gidin. Hz Peygamberin izinden Mekke ve Medine’de dolaşın. Yaşayacağınız manevi doyum ve huzur ‘neden daha önce gelmedim’ dedirtecektir.

    Adem Yavuz ARSLAN

     BUGÜN GAZETESİ 

  • Yaz Kuran Kursu Kayıtları 11 Haziranda Başlıyor

     


    II- Kayıt İşlemleri ve Eğitim-Öğretimin Süresi ile ilgili hususlar;

    1. Yaz Kur’an kurslarında kayıtlar, 11 Haziran 2012 tarihinde başlar.

    2. Örgün eğitime devam eden öğrencilerin Kur’an-ı kerimi yüzüne okuyabilmeleri, bazı dua ve sureleri ezberlemeleri ve yaşlarına uygun temel dini bilgileri edinmelerine yönelik olarak tatil dönemlerinde de camiler ve yaz Kur’an kurslarında okumak isteyen küçük çocuklar için velisinin muvafakatına bağlı olarak kursa müracaatlar Başkanlığın düzenlediği form dilekçe ile kabul edilir. Ayrıca dilekçenin doldurulmasında beyan esas olupmüracaat eden vatandaşlardan herhangi bir belge talep edilmeyecektir.

    3. Yaz Kur’an kurslarının açılışı ve öğrencilerin kayıt işlemleri ile eğitim-öğretim hizmetleri yukarıda yer alan yönetmelik hükümlerine uygun olarak yapılacaktır.

    4. Yaz Kur’an kurslarında eğitim-öğretim sürecinin yapılandırılması ve takibi ile ilgili gönderilen Ek-2 formda belirtilen işlemler müftülüklerce titizlikle gerçekleştirilecektir.

    5. Eğitim takvimi, kayıt işlemleri, dönemler, kurlu sistem ve işleyişi hakkında gerekli tüm bilgiler veli ve öğrencilere müftülüklerce duyurulacaktır. Bu konuda Ek-3’tegönderilen afiş örneği çoğaltılarak uygun görülen yerlere asılarak ayrıca vaaz ve hutbelerde gerekli duyuru yapılacaktır.

    6. Yaz Kur’an kurslarına katılmak isteyen engellilere imkânlar ölçüsünde yardımcı olunacak ve her ilde en az bir cami/Kur’an kursu engellilere yönelik dizayn edilecek ve ilgililere duyurulacaktır. Bu gruba ders verecek personel, yaz Kur’an kursları öncesi bu amaçla düzenlenmiş hizmet içi eğitim kursuna katılanlar veya Braille alfabesini okumayı/işaret dilini kullanmayı bilen öğreticiler arasından seçilecektir. 

    Bu haberwww.dinihaberler.comadresinden kopyalanmıştır

    7. Yaz Kur’an kursları, 18 Haziran–17 Ağustos 2012 tarihleri arasında aşağıda belirtilen dönemler halinde ve kur esasına göre gerçekleştirilecektir:

    I. Dönem: 18 Haziran –06 Temmuz 2012
    II. Dönem: 09 Temmuz –27 Temmuz 2012
    III. Dönem: 3O Temmuz –17 Ağustos 2012

    8. Kurs öğreticisi veya cami görevlisi, kursun başlangıcında kayıt başvurularını göz önünde bulundurarak ve velinin de isteğini dikkate alarak öğrenciyi üç dönemden yalnızca birisi için kayıt yapabileceği gibi iki veya üç dönem için de kayıt yapabilecektir.

    9. Kayıtlar dolmuş olsa bile kayıt için başvurular geri çevrilmeyecek, ilgili müftülükçe bu tür başvurular uygun olan cami/kurslara yönlendirilecektir.

    Değerli Din Görevlileri; 

    ÖNEMLİ UYARI

    Diyanet İşleri Başkanlığı Kur’an Eğitim Ve Öğretimine Yönelik Kurslar İle Öğrenci Yurt Ve Pansiyonları Yönetmeliği”nin 8. maddesinin 10. fıkrası ve 3. maddenin 2. fıkrasına istinaden, 2012 Yaz Kur’an Kurslarında “Görsel Eğitim Setimizden” yararlanmak istiyorsanız, bu konuda bağlı bulunduğunuz  müftülüğe toplu olarak dilekçeyle ya da sözlü (sözler suya yazılır, sizler yine de dilekçe ile başvurmayı seçiniz) olarak istekte bulunabilirsiniz. 

    Müftülükler, siz değerli din görevlilerinin ihtiyaçlarını ve isteklerini yukarıdaki 8. ve 3. madde gereğince yerine getireceklerdir. Bu konuda, başvuru yaptığınız halde, talepleriniz karşılanmıyorsa, mağduriyetinizi bir üst makama bildirebilirsiniz. 

    2011 Yılı Yaz Kur’an Kursları Tebligatı ve Ekleri

    Üst Yazı Tebligatı
    Ek-1 Uygulama Esasları
    Ek-2 Takip Süreç Formu
    Ek-3 Yaz Okulları Afiş Örneği
    Ek-4 Hazırlık Semineri Programı
    Ek-5 Hazırlık Semineri Değerlendirme Formu
    Ek-6 Açılış Mesajı
    Ek-7 ve 8  Yaz Kur’an Kursu Yoklama Defteri ve Ders Defteri Örneği
    Ek-9 Öğrenci Katılım Belgesi Örneği
    Ek-10, 11, 12  ve 13- Yaz Kur’an Kursları Öğrenci Durum Çizelgesi Örnekleri
    Ek-14- Yaz Kur’an Kursları İl Geneli Değerlendirme Formu Örneği

     

  • Kpssde Soruların % 40ı İlahiyat Alanından

    Milli Eğitim Bakanlığı (MEB), öğretmenlerin rotasyonu (tayin) için köklü bir değişikliğe gidiyor. Öğretmen Atama ve Yer Değiştirme Yönetmeliği’nde değişiklik yapacak olan Bakanlık, rotasyonu kaldırıp bunun yerine kariyer planlama sistemini getirecek. Bu sisteme göre öğretmenlerin tümü bir basamaktan başlayacak ve basamak atlamak için sınava girecekler. Performansları ile birlikte akademik başarılarının yanı sıra sınavdan aldıkları puana göre yükselecekler ve buna göre ücretleri, sorumlulukları, statüleri, kariyerleri ve hakları artmış olacak. Böylece öğretmen istediği okulu kendi tercih edebilecek.

    EĞİTİMDE KALİTE ARTACAK

    MEB’in uzun süredir üzerinde çalıştığı “Ulusal Öğretmen Stratejisi” sistemine göre, öğretmenler kariyer basamaklarında ilerledikçe kendilerine öncelik hakkı doğacak. Kariyerlerinde ilerleyen başarılı öğretmenler ödüllendirilmiş olacak. Kariyerde en üst seviyelere gelen öğretmenler ise istediği şehirde, istediği okulu tercih edebilecek. Bakanlık bu sistemle birlikte hem öğretmeni geliştirmeyi hem de eğitimdeki kaliteyi artırmayı hedefliyor.

    BAŞÖĞRETMENLİK GELİYOR

    Öğretmenler kariyerinde ilerledikçe eğitimin merkezinde de yer alacak. Sisteme göre öğretmen başöğretmen olduğu takdirde maaşı artacak, haftalık çalışma süresinin yarısında öğrencilere eğitim verirken diğer yarısında yeni öğretmen olanlara hizmet içi eğitimle tecrübelerini aktaracak. Böylece bakanlık başöğretmeni eğitimde söz sahibi yapmayı planlanıyor.

    Üniversite öğrencileri ders verebilecek

    Öğretmenlik mesleğini daha nitelikli hale getirmek isteyen Bakanlık, Yüksek Öğretim Kurulu ile işbirliği yaparak eğitim fakültelerinde öğrenim gören öğretmen adaylarının uygulama derslerini artıracak. Bu konuda okullar ile üniversiteler işbirliği yapacak. Halen öğretmen adaylarının derslerinin yüzde 15-20’si uygulama dersi olarak verilirken yeni düzenlemeyle derslerin en az yüzde 40-50’si uygulamaya dayalı olacak. Yani öğretmen adayları, üniversitedeki derslerinin yarısını okullarda stajyer öğretmen olarak geçirecek. Ayrıca eğitim fakültelerindeki müfredat da yeniden gözden geçirilerek yeni bir düzenlemeye gidilecek.

    Öğretmen adaylarına KPSS’de kolaylık

    MEB, Kamu Personeli Seçme Sınavı’nda da (KPSS) değişikliğe gidiyor. Sınava öğretmen olmak için giren adaylara bütün alanlardan soru sorulurken yeni düzenlemeye göre sadece kendi alanlarıyla ilgili soruları yanıtlayabilecekler. Ölçme, Seçme ve Yerleştirme Merkezi (ÖSYM) de, 136 ayrı öğretmenlik branşıyla ilgili KPSS’ye soru hazırlayacak. Öğretmen adaylarının çözeceği soruların yüzde 30’unu genel kültür ve yetenek, yüzde 30’unu eğitim bilimleri ve yüzde 40’ını branş bilgileri oluşturacak.

     Serdar Alakuş

    BUGÜN GAZETESİ

  • Facebooka İslami Rakip

    Facebook’un artık İslam dünyasından bir rakibi var. Dünyanın tek İslami sosyal ağı Selamworld. Sitenin yaratıcıları hem İstanbul’daki genel merkezlerinin, hem de Selamworld’ün sır gibi saklanan sanal dünyasının kapılarını CNN Türk’e açtı. Elif Özgen ve Emre Kınacı’nın haberi.

    Sitenin genel merkezi İstanbul’da, Boğaz Köprüsü’nün yanıbaşında. İçeriği ise çok sıkı korunuyor. Gizlilik kuralı genel merkez için de geçerli. Güvenlik kameralarıyla çevrili 4 katlı villaya, parmak izi okutularak giriliyor.

    Girişteki tabeladan iç dekorasyona kadar pek çok yerde hilal işareti göze çarpıyor.

    Takkesini masadaki yerkürenin üzerine yerleştiren Yönetim Kurulu Başkanı Abdulvakhed Niyazov ‘neden böyle bir siteye ihtiyaç duyulduğunu’ şöyle açıklıyor: “İnternette 350 milyon kullanıcı var. Facebook, Twitter,  Myspace gibi siteleri kullanıyorlar ama ümmetin günümüzde kendi ihtiyaçlarına cevap verecek bir siteye gerek duyduğuna inanıyoruz. Helal pazar 2 trilyon 300 milyar dolarlık bir market  ve biz de bu dünyada  Müslümanların ihtiyaçlarına cevap vereceğiz.”

     Bikinili fotoğraf yasak

    Sitenin kapıları müslüman olmayan kullancılara da açık ancak kurallarına uymak şartıyla. Sitede ten renginden vücudun açıklık oranını ölçen filtreleme sistemi var. Yani tenin ‘sınırdan fazla’ göründüğü fotoğraflar siteye yüklenemeyecek. Örneğin bikinili profil fotoğrafı yasak.Şiddet, pornografi, kumar içerikli yayınları paylaşmak da kuraldışı.

    50 milyon dolar yatırım yapılan siteye daha faaliyete geçmeden yoğun başvuru var. Üyelik başvuruları dünyanın dört bir yanındaki ‘cemaatler’den gelmeye başladı bile. 50 milyon kullanıcıya ulaşmayı hedefliyoruz bunun 10-15 milyonunu Türkiye’den bekliyoruz.

     

    Cnnturk

  • Kpds Sınavı Yarın

    Sınav, Ölçme Seçme ve Yerleştirme Merkezi’nce (ÖSYM) Adana, Ankara, Antalya, Balıkesir, Bursa, Denizli, Diyarbakır, Elazığ, Erzurum, Eskişehir, Isparta, İstanbul, İzmir, Kayseri, Kocaeli, Konya, Malatya, Mersin, Samsun, Sivas, Trabzon ve Van ile Lefkoşa’da düzenlenecek.

    Sınav, Almanca, Arapça, Bulgarca, Çince, Danimarkaca (Danish dili), Ermenice, Farsça, Fransızca, Gürcüce, Hollandaca (Dutch dili), İngilizce, İspanyolca, İtalyanca, Japonca, Korece, Lehçe, Macarca, Portekizce, Rumence, Rusça, Sırpça, Ukraynaca (Ukraince) ve Yunancadan yapılacak.

    Saat 9.30’da başlayacak sınavda, 80 soru için 3 saat süre verilecek. KPDS’de Almanca, Arapça, Bulgarca, Farsça, Fransızca, İngilizce, İspanyolca, İtalyanca, Rusça ve Yunanca’dan yapılacak sınavlarda çoktan seçmeli sorulardan oluşan testler kullanılacak. Bu diller için sınavda sözcük bilgisi, dil bilgisi, çeviri ve okuduğunu anlama soruları bulunacak.

    Diğer dillerde ise sınav yabancı dilden Türkçe’ye ve Türkçe’den yabancı dile çeviri şeklinde yapılacak. Çeviri için 150-200 sözcükten oluşan metinlerden yararlanılacak. Sınavlarda sözlük ve sözlük görevi yapan yardımcı araçlar kullanılmayacak.

    Adayın sınava girişte ”2012-KPDS Sınava Giriş Belgesi” ile nüfus cüzdanı veya pasaportu bulundurması gerekiyor. Sınav bina veya salonları ÖSYM tarafından kurulacak güvenlik kameralarıyla izlenebilecek.

    Adayların sınava girecekleri binanın kapısında sınavın başlama saatinden en az 1 saat önce hazır bulunmaları gerekiyor.

  • Son Darbei kalbim, Yine ismin olacaktır

     

    Ayasofya’da sergilenen ve yoğun istek üzerine 15 Haziran’a kadar uzatılan Hilye-i Şerif sergisinde yer alan eserler hakkında bilgi veren Başkan Görmez, ‘Allah, yaptığı işi, en güzel yapanı sever.’ hadis-i şerifini hatırlatarak, Hz. Peygamberin, hayatı boyunca Müslümanların estetik duyarlılığını geliştirmek için çaba sarf ettiğini söyledi.

    İslâm tarihinde peygamberlerin resmini yapma gibi bir gelenek bulunmadığına değinen Başkan Görmez, hilyelerin, Hz. Peygamberin fiziksel ve ahlaki özelliklerini aktarmada büyük önemi olduğunu söyledi. Peygamber sevgisinin pek çok sanat eserine ilham kaynağı olduğuna işaret eden Başkan Görmez, bu eserlerden birinin de hilyeler olduğunu kaydetti.

    Ayasofya’da düzenlenen serginin Türkiye’de bir ilk olması bakımından son derece önemli olduğunu vurgulayan Diyanet İşleri Başkanı Görmez, Barlas’ın, Ayasofya’nın tarihteki konumunu hatırlatması üzerine de şöyle konuştu:

    “Ayasofya’da Müslümanlar dört asır beş asır secde etmişler. Akşemseddin şurada ders vermiş, Molla Gürani şurada ders halkaları kurmuş, burada Fatih Sultan Mehmet mihrapta namaz kılmış. Ve asırlarca müminler secde etmişler, dua etmişler. Dualar dualara karışmış. Müthiş bir tarih.”

    “Hilyeler, Peygamberimizin (SAV) çocuklarla olan dostluğunu gösteriyor”

    Hz. Peygamberi anlatan hilyelerin, O’nun yanında yetişen çocuklar tarafından rivayet edildiğini vurgulayan Başkan Görmez, şöyle devam etti:

    “Hilyedeki rivayetlerin beni en çok etkileyen yönlerinden bir tanesi, Hz. Peygamberin fiziksel özelliklerini anlatan sahabelerin büyük bir kısmının çocuk olması ve çocuk muhayyilesi ile daha sonra hatırladıklarını kaleme almış olmaları. Bizim burada sergilediğimiz hilyelerin büyük bir kısmı, Hazreti Ali’den gelen bir rivayete dayanır. Bir de Hazreti Hatice’nin bir önceki eşinden olan Peygamberin üvey evladı Hind bin Ebi Halidiye’den gelen bir rivayet var. Bu, bir taraftan da bize, Peygamberimizin çocuklarla olan dostluğunu ve arkadaşlığını gösteriyor. Hz. Peygamber, onlarla o kadar güzel bir ilişki kurmuş ki onların muhayyilesinde, onların zihninde Peygamberin bütün vücudunun ve yüzünün güzelliği, ahlaki bütün güzellikleri gerçekten kalıcı olmuş.  Ve onlar da bunları bize rivayet etmişler. Sonra da bu rivayetler önce kitaplara, kitaplardan da levhalara ve oradan da birer sanat eserine dönüşerek günümüze kadar gelmişler.”

    “Allah, yaptığı işi en güzel yapanı sever”

    İslâm’ın bir estetik dini olduğunu ve Hz. Peygamberin, Müslümanların estetik duyarlığının gelişmesi için yoğun çaba harcadığını dile getiren Diyanet İşleri Başkanı Görmez, bu estetik anlayışın, sonraki asırlarda çeşitli sanat dalları şeklinde ortaya çıktığını kaydetti.

    Başkan Görmez, şöyle konuştu:  “Dini davranışlarımızın görünen kısmına biz, İslâm diyoruz. ‘Niçin’ yaptığımıza iman, ‘nasıl’ yaptığımıza ihsan diyoruz. İhsan, aslında incelik, zarafet, duyarlık demektir. İhsan aslında bir şeyi en güzel yapmak, sevgiyle yapmaktır. Yani bir şeyi, hem güzel yapmak hem de severek yapmaktır.

    Peygamberimiz, müminlerde ve insanlarda estetik duyarlığın gelişmesi için çok yoğun çaba içinde olmuştur. Hatta çok güzel bir sözü vardır. Sözün söylendiği yer, beni çok duygulandırır. Bir buçuk yaşındaki oğlu vefat etmiştir. İbrahim. Onu mezara koyarken, mezarı hazırlayanların çok kötü bir mezar kazdıklarını ve toprağı rastgele her tarafa savurduklarını görür. Hemen müdahale eder ve estetik bir mesaj verir: ‘Allah, yaptığı işi, en güzel yapanı sever.’ Dolayısıyla biraz önce söylediğiniz gibi, estetik anlayışı Müslümanlarda çok farklı formlarda ortaya çıkmıştır. Hilye şeklinde ortaya çıkacaktır, mimaride ortaya çıkacaktır, musikîde ortaya çıkacaktır. Hemen yanı başımızdaki Sultan Ahmet Camii’nin mihrabında biz, hafız Saadettin Kaynak’ı yetiştirdik. Kaynak, bir güftesinde ‘Muhabbet bağına girdim bu gece’ der. Bir gece Peygamber Efendimizi rüyasında gören Kaynak, hemen o gece yarısı kalkıp rüyasını satırlara dökecek ve daha sonra da besteleyecektir. Şimdi insanlar onu çok farklı amaçlarla kullandılar biliyorsunuz.”

    “Bizim diğer önemli bir değerimiz olan Dede Efendi, Mekke’de vefat etmiştir ve vasiyeti nedir biliyor musunuz? Hatice validemizin ayağının dibine gömülmek. Ve kendisi vasiyetine uygun olarak Hz. Hatice’nin ayağının dibinde medfundur. Dede Efendi, musikimizin en büyük üstatlarından. Bütün bu sevgilerin bir sanat haline dönüşmesi, çok büyük bir medeniyettir aslında.”

    “Türkülerimizin içine sinmiş bir Peygamber sevgisi var”

    “Yesari Asım Ersoy’un, ‘Ömrüm seni sevmekle nihayet bulacaktır’ eserinde çok muhteşem bir ifade var. ‘Son darbe-i kalbim, yine ismin olacaktır.’ Çünkü son nefesinde şehadet kelimesini getiren insan, gerçekten Peygamberimizin ismini anarak ahiret yoluna çıkıyor. ‘Son darbe-i kalbim, yine ismin olacaktır. Ben zaten şahadet getiriyorum, seni anıyorum. Ama Allah’tan murat ediyorum ki son darbe-i kalbim yine ismin olacaktır.’  demek istiyor. Bizim millet olarak, bütün şarkılarımıza, türkülerimize sinmiş böyle bir Peygamber sevgimiz vardır.  Ancak biz bu eserlerimizi farklı yerlerde kullanıyoruz.”