Yıl: 2012

  • Fransada 200 Yeni Cami İnşa Ediliyor

    Fransız İslam dini Konseyi’nin tahminlerine göre, her Müslüman’ın dini ibadetlerini yerine getirmek için en az 1 metrekare alana ihtiyacı olduğu kaydediyor. Bu nedenle Fransa’daki İslam dini Konseyi cami sayısının iki katına çıkarılması gerektiğini belirtiyor. 

    Fransa’nın en büyük camisi “Ulu Camii” Paris’in beşinci ilçesindedir. Minareli tek camisi olan “Ulu Camii” Cezayir Hükümeti tarafından 1924 yılında inşa edilmiştir. 

    Şu anda Fransa’da İslam ülkelerinin, Dünya İslam Birliğinin, Suudi Arabistanlı vakıflar ve özel kişilerin desteğiyle 200 yeni cami inşa ediliyor.

    Haberfx

     

  • 20 Soruda İmam Hatip Okulları

    İŞTE 20 SORUDA İMAM HATİPLER 
    1 – İmam Hatip Okulları nedir? 
    İmam Hatip Okulları ortaokul ve lise bölümlerinden oluşmaktadır. Normal ortaokul ve lise müfredatına ek olarak dini ve ahlaki eğitim veren, mesleğe ve üniversiteye öğrenci yetiştiren, Milli Eğitim Bakanlığıtarafından denetlenen resmi devlet okullarıdır. 

    2 – İmam Hatip Okullarının temel gayesi nedir? 
    İmam Hatip Okullarının temel gayesi kendisi ve yaşadığı toplum içinbilgili, kültürlü, başarılı, kendine güvenen, inançlı gençler yetiştirmek;21. yüzyılda gelişen ihtiyaçlara cevap verecek bireyler olarak onlarıhayata hazırlamak; insana değer veren, problemlere çözüm üretebilenmilli ve manevi değerlerini koruyan ve geliştiren kişilikli insanlarolarak onları yetiştirmektir. 

    3 – İmam Hatip Okullarındaki öğretmenler pedagojik formasyonasahip midir
    Evet, sahiptir. 

    4 – İmam Hatip Okulları nasıl bir programa sahiptir? 
    İmam Hatip Okulları sosyal, beşeri, fen bilimleri ile birlikte İslami ilimleriaynı müfredat altında göstermesi bakımından Türkiye’ye özgü birtecrübedir. 

    5 – Normal ortaokullarda ve liselerde görülen zorunlu derslerin tamamıİmam Hatip Okullarında var mıdır? 
    Evet, zorunlu derslerin tamamı İmam Hatip Okullarında mevcuttur.Öğrencilerimiz diğer ortaokul ve lise öğrencilerinin sahip oldukları bilgininyanısıra İslam dininin temel kaynaklarını ve yöntemlerini doğrukaynaklardan ve formasyon sahibi eğitimcilerden edinmektedirler. 

    6 – İmam Hatip okullarında yabancı dil eğitim var mıdır? 
    Evet, İmam Hatip Okullarında en az iki yabancı dil öğrenilebilmektedir. Arapçanınyanı sıra seçmeli olarak İngilizce ve Fransızca gibi dillerde öğrenilebilir. 

    TOPLUMA FAYDALI BİR NESİL İÇİN… 
    7 – Aileler niçin İmam Hatip Okullarını tercih etmeli? 
    Kurumlarımız manevi değerlerine bağlı, topluma faydalı, düşünen ve düşündüğünü söylemekten çekinmeyen, hitabeti kuvvetli, araştırmayı seven aktif gençler yetiştirmeyi ilke edinmesiyle ailelerin ve öğrencilerin tercih sebebidir. 

    8 – İmam Hatip Okullarından nasıl insanlar yetişir? 
    Okullardan hemen her mesleğe yönelmiş saygın kişiler mezun olmuştur. Bilim, kültür, sanat, eğitim, siyaset ve iş dünyasında önde gelen birçok kişi İmam Hatip mezunudur. 

    9 – İmam Hatip Okullarında kötü alışkanlıklar ve suç oranları diğer okullara oranla nasıldır? 
    Gençlerimize bu okullarda değerler eğitimi verildiği için kötü alışkanlıklar yok denecek kadar azdır. 

    10 – Normal ortaokullarla İmam Hatip Ortaokulu arasında ders saati farkı var mı? 
    Normal okullarda haftalık ders saati 32, İmam Hatip Ortaokullarında 40’tır. 

    11 – Normal ortaokullardan farklı olarak İmam Hatip Ortaokullarında ek olarak ne gibi dersler vardır? 
    Arapça, Kur’an-ı Kerim, Hz. Muhammed’in Hayatı ve Temel Dini Bilgiler gibi ek dersler verilmektedir. 

    KUR’ÂN’I SADECE OKUMAK DEĞİL ANLAMAK İÇİN… 
    12 – İmam Hatip Ortaokullarında Yüce Kitabımız Kur’an-ı Kerim derslerinin içeriği nasıl olacak? 

    Kur’an-ı Kerimi yüzünden kurallarına uygun bir şekilde öğrenmenin yanında, Kur’an’ın mesajlarını anlamak ve hayata geçirmek için gerekli eğitim ve öğretim verilmektedir. 

    13 – İmam Hatip Ortaokulu mezunları Anadolu ve Fen Liselerine girişte herhangi bir sorunla karşılaşacak mı? 
    İmam Hatip Ortaokullarında normal okullardaki kadar matematik ve fen dersleri vardır. Herhangi bir katsayı ve buna benzer uygulamalarla karşılaşılmadan istenilen Anadolu ve Fen Liselerine gidebileceklerdir. 

    14 – İmam Hatip Ortaokullarından İmam Hatip Liselerine geçiş mümkün müdür? 
    Evet, mümkündür. Bunan yanısıra istedikleri meslek, spor, sanat, sosyal bilimler gibi lise bölümlerine gidebilirler. 

    15 – İmam Hatip Ortaokulları mezunları Askeri Liselere gidebilecek mi? 
    Söz konusu yasak kalktığı takdirde Askeri Liselere gidilebilecektir. 

    16 – İmam Hatip Lisesi mezunları Polis Okullarına gidebiliyor mu? 
    Evet, gidebiliyorlar. 

    17 – İmam Hatip Lisesi mezunları üniversitede istediği bölüme girebiliyor mu? 
    Evet, mezunlar hiçbir (katsayı vs.) sorunla karşılaşmadan yeterli puanı aldıkları takdirde sözel veya sayısal istedikleri her bölüme girebilmektedirler. 

    18 – İmam Hatip Lisesi mezunlarının üniversite mezunu olmadan görev almaları mümkün müdür? 
    Evet, mümkündür. İmam Hatip liseleri aynı zamanda mesleğe hazırlayan meslek liseleridir. 

    19 – İmam Hatip Lisesi mezunlarının üniversite mezunu olmadan görev almaları mümkün müdür? 
    Evet, mümkündür. İmam Hatip liseleri aynı zamanda mesleğe hazırlayan meslek liseleridir. İmam Hatip Lisesi mezunları diyanette imamlık, müezzinlik, Kur’an kursu öğreticiliği, müftülük çalışanı ve diğer diyanet kadroları gibi liselerin mezunlarına sağlamadığı devlet memurluğu imkânları sağlamaktadır. 

    20 – İmam Hatip Okullarını hangi sivil toplum kuruluşları destekler? 
    Birçok sivil toplum kuruluşu maddi ve manevi yönden bu kurumları destekler. ÖNDER, ENSAR, İLİM YAYMA CEMİYETİ gibi kuruluşlar özellikle bu kurumları desteklemek amacıyla kurulmuş gönüllü teşekküllerdir. (Yasir Çelik – İLKHA)

  • Dinin Direği Namazdır, Oruç ise Kalkan Peki Zekat

    Dinin direği namazdır.
    Oruç ise kalkan.
    Peki zekât?
    Kimi malın kiri dedi, kimi şu kimi bu.
    Kur’an ise arınma diyor.
    İmanınızda ne kadar sadakat sahibi olduğumuzu ortaya koyacağı için “sadaka” diyor.
    Peygamberimiz ise “Kantaratu’l-İslâm” yani İslâm’ın köprüsü.
    Ben bu nitelemeyi çok tuttum.
    Evet zekât bir köprüdür.
    Köprü arasında uçurum ya da su gibi engel olan iki yakayı birleştirir. Deli Dumrul’un köprüsü gibi değil, gerçekten iş gören bir köprü.
    Zekat ne yapıyor.
    Toplumun bir fakir yakası birde zengin yakası olur. Bunların arasında da bir uçurum. Kendi haline bırakıldığı zaman bu uçurum ve ona tabi olarak da aradaki gerilim sürekli artar, büyür. Dünya tarihinde varlıklı olmada eşitlik sağlanabilmiş değil. Bunun imkânı ve gereği de yoktur. Çünkü herkesi sıfır noktasına getirseniz ve ondan sonra start verseniz çok geçmeden arada farklılaşma olur kimi öne geçer kimi arkada kalır. Çünkü yaratılış itibariyle insanlar farklıdır. Neden farklıdır? Zuhruf 32’de[1] bunun iş bölümü için gerekli olduğundan bahsediliyor. Öyle ya herkes maraba olursa kim idare edecek, herkes ağa olursa işleri kim tutacak. Herkes hazır yemek isterse, yemeği kim yapacak: İş bölümü;  kimi yemek yapacak kimi yiyecek (!) Adam miskin miskin yatarmış. Öbürü de yemek yaparmış. Sonra yemek ortaya çıkınca da hemen sofranın başına konar ve “-Dostum sen yemeği yaptın, şimdi ise yiyecek iki iş görmüş olacaksın, bari ben de yiyeyim de iş bölümüne katkım olsun. Malum yapmak da yemek de birer fiil. İkisini de tek başına sen görme. Birincisine katkımız olmadı, bari ikincisine katkımız olsun!” dermiş.
    Hani “İftara katılır mısın? Sorusuna Bektaşi meşrep birinin “Yahu ona da katılmayalım da tümden mi gavur olalım! Tabii ki katılacaksın!” demesi gibi.
    Madem yaratılış itibariyle insanlar farklı dolayısıyla onları varlıkta eşitlemenin imkânı yok, şimdiye kadar da böyle bir durum olmadı. Sadece biraz komünizm bu eşitleme işinde başarılı oldu; o da varlıkta değil yoklukta. Herkesin elindekini almak suretiyle insanları sözde eşitledi. Devlet olmayacak dediler, tam tersi alabildiğine hantallaştı ve sonunda da iflas etti. Fatura  ise milyonlarca insanın kanı ve canı ile ödendi; sürgünlerde cabası oldu.
     
    Kapitalizmin böyle bir iddiası yoktu. Ama o şöyle diyordu. Bugün açlıktan ölen insan varsa yeterli üretimin olmamasındandır. Eğer biz pastayı büyütürsek herkese ondan bir pay düşer.
    Hakikaten kapitalizm üretimde oldukça başarılı oldu ve pasta büyüdü. Sonuç: Açlıktan ölenlerin sayısı şimdi milyonlarla ifade edilmeye başlandı. On buçuk milyar nüfusa yetecek kadar gıda üretildi ama açlıktan ölenler çoğu da çocuk olmak üzere milyonlarla ifade edilir oldu, günde iki doların altında bir gelir ile hayatta kalma çabası verenleri sayısı isi iki milyarı aştı. Buna mukabil dünya servetinin yüzde seksenini sadece nüfusun yüzde yirmisi eline geçirdi ve makas  küreselleşmenin hızlanması ile birlikte onların lehine daha da açıldı.
    Niye? Paylaşmanın adaleti yoktu. Güçlü olanlar hayatta kalsın, zayıflar ölsündü. Altta kalanın canı çıksındı. “Siz zayıflarınız yüzü suyu hürmetine ilâhî rahmete mazhar olursunuz” anlayışı yerini yeni anlayışlara terk etmişti. Artık insan “homo economicus”du; üretici ise üretimini tüketici ise tüketimini maksimize etmeden başka hiçbir inancı ve amacı olamazdı. İşverense işçilerini sömürebildiği kadar sömürmeli, işçi ise işverenini yolabildiği kadar yolmalı, işyerini tırtıklayabildiği kadar tırtıklamalı idi. Sonunda ne oldu: Dünya nüfusu iktisadi açıdan iki sınıfa bölündü ve aralarında korkunç uçurumlar oluştu. Zenginler daha zengin oldu, yoksular daha yoksul düştü.  Dünya nüfusu model olarak piramit halini aldı. En zirvede çok az sayıda kesesi, kesesi kadar da ensesi şişkin insanlar oldu, onların altında ise ezilen yığınlar. Piramidin alt kısmına doğru inildikçe sayıları katlanarak artan devasa bir kitle açlık sınırı kenarında, her an yuvarlanacakları ölüm çukurunun hemen kenarında (sosyal devletlerde) asgari ücretlerle hayata tutunmaya çalıştılar.
    Bu iki kesim arasında bağlantıyı sağlayabilecekleri bir mekanizma da olmadı. Sosyal devlet teraneleri yeterice amaca merhem olmadı.
    İslâm, insanın bizzat kendisini değerli ilan etti. Karnının doyabilmesi için üretken olması şartını değil, salt insan olmasını yeterli gördü ve nafaka yükümlülüklerini ona göre genişletti. Mülk edinme ve ihtiyaçların giderilmesi teşvik edildi, ama ihtiyaçların ihtirasa dönüşmesinin önlemleri alındı. Malı kazanmanın da harcamanın da biriktirmenin de meşruiyet kurallarından söz edildi. Biriken mallar, mirasla yeniden dağıtıldı. Riba yasaklandı. Servetin belli ellerde temerküz etmesine izin verilmedi (keylâ yekûne dûleten beyne’l-ağniyâi minküm…” (Haşr 59/7)
     
    İslam’ın istediği, toplumun model olarak küpe benzemesi idi. Az bir alt kısım, aynı şekilde gene az bir üst kısım, ortası ise olabildiğince şişkin. Yani öyle bir toplum inşa edilmeli ki iktisadî açıdan bakıldığında az sayıda yoksulu olsun, az sayıda da zengini olsun, bu iki kesime nispetle ise son derece fazla sayıda bir orta tabaka bulunsun. Bunlar kendi kendilerine yeterli olsunlar; almasınlar da vermesinler de. Aşağıda kalan az sayıdaki yoksullara, gene sayıca kendilerine yakın olan yukarıdaki az sayıdaki zenginler karşılık gelsin, her bir zengin bir fakirin elinden tutsun, düştüğü uçurumdan onu çıkarsın, hayata bağlasın.
     
    Zekat İslam’ın köprüsüdür derken işte kastedilen budur. Zengin kesimden yoksul kesime doğru atılan bu köprü ile bu taraftan o tarafa mal akışı sağlansın, buna mukabil o taraftan bu tarafa da saygı, sevgi, ilgi ve alâka. Böylece aradaki uçurumdan doğan gerilim giderek azalsın, kin, öfke ve nefret gibi duygular törpülensin. Sosyal patlamalar olmasın. Bizde işsizlik oranlarının çok yüksek olduğu zamanlarda bile –benzer durumlarda Batı’da olması beklenen- sosyal patlamalar olmadı.  Çünkü her zaman gerilimi düşüren fitre, zekat, sadaka, aile fedakârlığı, komşuluk ve mahalle dayanışması gibi yangından koruyucu sigorta mesabesinde görünmeyen unsurlar vardı.
    Evet “Mallarında bir “hak” vardır!” diyor. İhtiyacını söyleyen ve iffetinden dolayı durumunu bildiremeyen her bir yoksulun.
    Ama bunu fertler kendileri talep edemezler. Bunun bizzat devlet eliyle organize edilmesi ve bu hakkın alınıp sahiplerine ulaştırılması gerekir.
    Zekat Türkçe’deki anlamıyla bir sadaka değildir; İslâm devletinin maliye teşkilatının adı değilse, en azından sosyal güvenlik şemsiyesinin adıdır.
    Vermekle yükümlü bunu bir angarya göremez; almak durumunda olan da bunu insanların malının kiri; aksine şu an itibariyle muhtaç olduğu için onu kendisinin hakkı görür. Ama bir an evvel alıcı durumdan kurtulmak, ikinci aşamada da hemen verici duruma çıkabilmek için çaba gösterir. Bilir ki veren el alan elden hayırlıdır.
    Ve o yakadan bu yakaya geçebilmenin imkânı olarak da zaten bir köprü vardır.
    “İşçisin işçi kal!” diye bir anlayış yok.
    Fakir, yoksulum diye yerinmemeli, zengin de varlıklıyım diye öğünmemeli. Hem yarının ne getireceği de belli olmaz. Bu köprüye yarın bizim dahi ihtiyacımız olabilir. Onu korumaya hepimizin özen göstermesi lâzım.
    Yoksa bir Deli Dumrul çıkar; kurduğu despotluk köprüsünden geçenden kırk, geçmeyenden zorla seksen akça alır.
    Hay’dan gelir, Hû’ya gider.
    Zekatımız, sadakatime burhan olsun!
    Dua ile!
     
    GARİBCE
     
     
     
     
    [1] أَهُمْ يَقْسِمُونَ رَحْمَتَ رَبِّكَ نَحْنُ قَسَمْنَا بَيْنَهُمْ مَعِيشَتَهُمْ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَرَفَعْنَا بَعْضَهُمْ فَوْقَ بَعْضٍ دَرَجَاتٍ لِيَتَّخِذَ بَعْضُهُمْ بَعْضًا سُخْرِيًّا وَرَحْمَتُ رَبِّكَ خَيْرٌ مِمَّا يَجْمَعُونَ (32)  [الزخرف : 32 ، 33]
  • Neden 29 Mayıs Üniversitesini Seçtim ?

     

    Geçen sene bu zamanlar bendeniz de sınav puanım elimde ne yapacağını nereyi tercih edeceğini bilemez durumdaydım… Aslında LYS ye girmememden ötürü tercih edebileceğim bölümler sınırlıydı. İHL mezunu olduğum için de takdir edersiniz ki ilk olarak ilahiyat fakültelerine yöneldim…

    Puanım YGS4 puan türünde 470 idi. Yani istediğim tüm ilahiyat fakültelerine rahatlıkla yerleşebilirdim. Zaten işin aslı ilahiyat denilince akla gelen de birkaç üniversite oluyor… Fakat bu okullarda gerek öğrenci sayısının çokluğundan veyahut da her ne kadar saygın bir kadroya sahip olsa da bu okulları tercih eden öğrencilerin çoğunluğunun ilahiyat namına kalitesiz ve hedefsiz öğrenci kitlesi oluşundan(!)- ki bunda bir zamanlar ÖSYM tarafından kırılan puanların israf olmaması adına yapılan ilahiyat tercihleri öncül sebeptir- verilen eğitimin kalitesinde de yıllara nazaran bir düşüş gözlemlenmiş, kendini yetiştirmek adına özel bir çaba sarf edenlerin dışında mezun olan öğrenciler okullarından tamamen donanmış bir şekilde mezun olamamaktaydılar. Tüm bu sebepler beni farklı bir üniversite aramaya yönlendirdi. Ve 2010 yılında Sayın Cumhurbaşkanı tarafından açılışı gerçekleştirilen Türk Diyanet Vakfına ait İstanbul 29 Mayıs Üniversitesini araştırdım. Tanıtım günlerine katılıp bilgi aldım ve ilk tercihlerimde bu üniversitenin Uluslararası İslam ve Din Bilimleri Fakültesinin( 2011 yılında açıldı bu bölüm) tam ve yarı burslu bölümlerini yazdım.

    Ben yarı burslu olarak kazandım hatta sonlardan girdim diyebilirim, bölüm 60 kişi almıştı. Tercih edenlerin hepsi ilk tercihlerinden yerleşenlerdi. Şimdi bana sorulan soru okula ne kadar para ödediğim. Arkadaşlar ben hiçbir ücret ödemiyorum bununla birlikte okuldan 220 lira burs alıyorum.:) 150 lira eğitim bursu 70 lira-yurt imkanından faydalanmak istemeyen öğrencilere- yol parası. Tam burslu olanlar 250 lira ve dereceyle girenler 500 lira burs alıyorlar bence gayet iyi bir para 🙂 . Yurt imkanından faydalanmak isteyenler okulun kendi yurdunda ücretsiz barınma hakkına sahipler. Bir de yemek parası ödemeksizin okulun 3 öğün lezzetli yemeklerinden yeme hakkına …

    Okul vakıf üniversitesi olmasına rağmen ücretli değil öğrencilerinin tamamına yakınını burslu okutmaktadır.

    Kendi okuduğum bölümle alakalı bilgi vermek istiyorum. İlahiyat fakültesi seçmek isteyen öğrenciler kesinlikle yazmalılar tercihlerine ben çok memnunum ve bu okula özellikle bu bölümü açtıkları için minnettarım. İlk seneyi Arapça hazırlık olarak okumak zorunlu. Fakat üniversite yönetimi kesinlikle ve kesinlikle Türkiyenin en mükemmel kadrosunu bir araya getirmiş. Okulun Arapça birimi başkanı Dr.İbrahim Helalşah-Ürdün asıllıdır- Türkiyede Arapça öğretimi adına kendini ispatlamış birisidir. Çok idealist bir insan oluşundan ötürü öğrencilerine belki biraz fazlaca yüklenmiş olabilir ama işinin hakkını veren bir zat. Zaten mükemmel bir Türkçeye ve İngilizceye de sahip olduğu için kendisiyle her dilde anlaşmak mümkün…. Fakat tabi bir öğrenci olarak siz tüm sorumluklularınızı yerine getirmiş iseniz 🙂

    Dr İbrahim Helalşah ürdünden ve Suriyeden kendisi gibi iki mükemmel hoca seçmiş bizler için. Ben Ürdünlü hocanın öğrencisiydim bu sene ve Arapça adına bizlere verilmesi gereken her şeyi verdiğini düşünüyorum gıyabında bir kez daha teşekkürler kendisine. Diğer hocamız ise-Suriyeli olan- yaklaşık on senedir Türk öğrencilere Türkçe öğrettiği için alanında özellikle nahivde uzman. Bir de yine Türkiyede Arapçayı mükemmel şekilde konuşan sayılı birkaç türkten biri olan Sayın Mehmet Yağcı hocamız ve farklı üniversitelerden gelen ve sayıca az olan derslere giren 3 farklı hocamız vardı.

    Hazırlık sınıfı kurlu bir sistem bizleri 4 farklı seviye olarak kurlara ayırdılar. Yani hiç Arapça bilmeyenlerin endişe etmesine gerek yok. Endişe etmesi gerekenler çalışmayı sevmeyenler..

    Senenin sonunda 6 kuru tamamlayan öğrenciler ise 3 ay için Ürdün’e gönderildi ki bendeniz gitmekle birlikte hem Arapça adına hem de hayat adına şimdi burada anlatılamayacak kadar çok şeylere sahip olarak döndüm… Halen son iki kurdaki öğrenci arkadaşlar Ürdün’de

    Anlatılacak daha çok çok şey var ama ben sorularınız varsa bunları cevaplamaktan daha memnun olurum çünkü faydasız bilgi vermek istemiyorum.

    ESSELAMU ALEYKUM

    Sümeyra Koca / 29 Mayıs Üniversitesi 

     

  • İşte Yeni VIP Cami!

    DEPREME dayanıklı olmadığı gerekçesiyle geçen mayıs ayında yıktırılan Marmara Üniversitesi İlahiyat Camii’nin yerine inşa edilecek yeni caminin detayları belli oldu. Anadolu yakasının protokol camisi olarak inşa edilecek olan caminin projesini geçtiğimiz günlerde açılışı yapılan Ataşehir’deki Mimar Sinan Camii’nin mimarı Hilmi Şenalp’in yaptığı ortaya çıktı. Modern mimari çizgisiyle görenlerde hayranlık uyandıran caminin maket çizimleri bitti. 

    – İKİ YILDA BİTECEK: Cami 32000 metrekarelik alan üzerinde olacak. Hem ibadet hem kültür merkezi olarak hizmet verecek olan cami 4000 kişi kapasitesine sahip olacak. İlahiyat camiinin kubbe yüksekliği 34,7 metre, minare yüksekliği 57.8 metre olacak. Tek kubbeye sahip olacak camiinin avlusunda havuz, şadırvan, kitap-kafe, yemekhane, kültür merkezi bulunacak. Abdesthanelerinde 134 kişi aynı anda abdest alabilecek. 280 araç kapasiteli otoparkı da olacak cami iki yıl içinde bitirilecek. 

    – KAİNATTAN ESİNLENDİ: Projeyi çizen mimar Hilmi Şenalp, cami ile ilgili şu bilgileri verdi: “Altunizade İlahiyat Fakültesi Camii, Türk mimarisinin bugüne yorumu olarak tasarlandı. Makro ölçekten mikro ölçeğe kâinatın bütününde yer alan dönme hareketini esas alan proje, parçadaki bütün ve bütündeki parça kavramlarını tabiattaki nautilus formunun fraktal yapısı ve 1000 yıllık geleneksel kırlangıç tavan tekniğiyle birleştirerek, cami mimarlığında geleneğin üslzplaştırılması yorumuyla yeni bir ufuk arayışındadır. Geleneksel cami mimarimizin temelindeki merkezî mekân kurgusunu ve fikrini devam ettiren proje, her unsuruyla klasik yapı mirasımızın bir yorumudur. Işık ve gölgenin mekâna tesirini gözeten şeffaflıkla iç-dışbirliğini sağlayacak şekilde, dışarıdan içerisi, içeriden de dışarısı okunabilmektedir. İbadetin tamamlayıcı bir fonksiyon üstleneceği merkez entelektüel kimliğiyle, sadece İlahiyat Fakültesi’nin değil, Anadolu Yakası’nın önemli odak noktalarından biri olacaktır.”

    – PROTOKOL BURADA: Yeni protokol camide hem şehit hem de önemli isimlerin cenaze törenleri yapılacak. Üsküdar Altunizade’de bulunan cami hem ulaşım hem güvenlik açısından oldukça kritik bir lokasyonda bulunuyor. Daha önceki cami de protokol camisi olarak hizmet veriyordu. Avrupa yakasının protokol camisi ise Ataköy 5. Kısım Camii…

    Gazete Vatan

  • İslam Ansiklopedisi Elektronik Ortama Aktarılıyor

    Başbakan Yardımcıları Bekir Bozdağ ve Beşir Atalay ile Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay da yaptıkları konuşmalarda okumanın önemini vurguladı.

    Kocatepe Camii’nin avlusunda kurulan fuar alanında gerçekleştirilen açılışta konuşan Mehmet Görmez, “31 yıldır kitapla mamedi buluşturan bu gelenek devam ediyor. Ancak oku diye başlayan bir kitabın mensupları olarak çok az okuyoruz.” diye konuştu. Diyanet  İşleri Başkanı,dünyada üretilen kitapların sadece yüzde 70’inin gelişmiş 18 ülkede okunuyor olmasının üzücü ve düşündürücü olduğunu ifade etti. Bunun, Müslümanların İslam’ın hedefleri doğrultusunda yürümediğini gösterdiğini kaydeden Görmez, günümüzde görsel teknolojik ürünlerin daha fazla olduğunu ancak kendisinin kitabı tercih edenlerden olduğunu belirtti.

    İSLAM ANSİKLOPEDİSİ ELEKTRONİK ORTAMA AKTARILIYOR

    Konuşmasında bir de müjde veren Mehmet Görmez, İslam Ansiklopedisi’nin hızlı bir şekilde elektronik ortama aktarılması için çalışma yürüttüklerini ifade etti. Tamamlanması için sadece iki cilt kaldığını belirten Görmez, birkaç ay içinde ansiklopedinin yayınlanacağı müjdesini verdi.

    Görmez konuşmasında ayrıca dün Myanmar için başlattıkları yardım kampanyasını da duyurdu. Arakan Müslümanlarının soykırıma tabi tutulması üzerine bir yardım kampanyası başlattıklarını belirten Görmez, Türkiye’nin yaptığı yardımların bereket olarak geri döneceğini vurguladı ve yardım yapılırken Türkiye’deki ihtiyaç sahibi komşuların unutulmaması gerektiğini söyledi.

    GÜNAY: İSLAM ÜLKELERİNİN HER BAKIMDAN ÖNDE OLMASI GEREKİRDİ

    Ardından söz alan Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay da “İkra emrini alan Müslümanlarız ama okumakta geç kalmışız. Okumakta geç kalmasaydık İslam ülkelerinin her bakımdan önde olması gerekirdi. Bu ihmalin şimdi maddi manevi sonuçlarını aşmaya çalışıyoruz.” ifadelerini kullandı.

    “YENİ BİR SREBRENİTSA OLMAMASI İÇİN ULUSLARARASI TOPLUM MYANMAR’DAKİ KATLİAMA DUR DEMELİ”

    Günay’dan sonra kürsüye gelen Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ ise okumanın önemine değindiği konuşmasında Myanmar’daki katliamlara da değindi. Myanmar’da insanların inançları farklı diye katliama tabi tutulduğunu dile getiren Bozdağ, “Uluslararası  toplum benzer hadiseler başka ülkelerde olunca ayağa kalkıyor ama Müslüman ülkelerde olunca ayağa geç kalkıyor” dedi. 

    Türkiye olarak Birleşmiş Milletler nezdinde girişimlerde bulunduklarını ve Bangladeş veya diğer ilgili ülkeler üzerinden girişimlerde bulunduklarını aktaran Bozdağ, “Ama ihtiyaç sadece bizimle bitecek değil uluslararası toplum da destek vermeli.” dedi. Myanmar’da yaşananları Bosna Hersek’te Srebrenitsa’da yaşananlarla kıyaslayan Bekir Bozdağ, “Yeni bir Srebrenitsa yaşanmaması için uluslararası toplumun, BM’nin Myanmar’daki katliama dur demesi gerekmektedir.” diye konuştu.

    Konuşmaların ardından bakanlar kurdelaları keserek fuarın açılışını yaptı. Diyanet İşleri Başkanı Görmez, bakanlara kitap hediye etti. Konuklar daha sonra kitap stantlarını gezdi. Bakanlar bir stantta Kur’an-ı Kerim satın aldı.

    Bakanlar ve Görmez daha sonra fuar kapsamında bir serginin açılışını yaptı ve Diyanet Yayınları standında ziyaretçi defterini imzaladı.

  • İstanbul Müftüsünden Radikal Çıkış

     

    Diyanet’in ‘Biz Ramazan’ı değil, Ramazan bizi değiştirsin’ sloganı var. Biz Ramazan’ı nasıl değiştiriyoruz?

    Herkes kendine göre Ramazan’dan istifade etmeye kalkışıyor. Ticaret yasak değil ama Ramazan’ı ticari meta hâline getirmek doğru değil. Ramazan’ı çeşitli sektörler kendileri açısındankullanmayakalkışırlarsa doğru olmaz. Zaman içinde de yanlışlara doğru gidilir.

    Övünme, kendini gösterme propagandası tarzındaki hareketler yanlış olur. Ramazan bir ibadet ayıdır. Biz Ramazan’da daha iyi bir Müslüman daha iyi birinsanolma yolunda çaba gösteririz. Halbuki Ramazan’ı değiştirmek isteyenler Ramazan’ı kendilerine uydurup, ceplerini, kasalarını daha çok nasıl dolduracaklarına bakıyor. Bu manada bireğlencesektörü, otelturizmsektörü var, siyasetdünyasıvar. Bunların Ramazan’ıkullanmalarıbir noktada Ramazan’ı dönüştürmeye çalışmak.

    HER RAMAZAN YENİ BİR KAMPANYA

    Peki Ramazan bizi nasıl değiştirecek?

    Bunun için Ramazan’a ve onun arka planındaki İslamkültürüne, medeniyetine, inancına teslim olmamız gerekir. Yapılacak iş gayetbasittir. Dinimiz ortadadır, esasları bellidir. Bu esaslar istikametinde kendimiziyenilemek, eksiğimiz varsa eksiğimizi telafi etmek, yanlışımız varsa yanlışımızdan dönmekle dönüşmek ve dönüştürmek. Kur’an elimizde Peygamber Efendimiz’in sünneti önümüzdedir. Onların rehberliğindehayatımızayön vermeliyiz.

    Ramazan ayında herkeste ibadetlere daha yoğun bir ilgi oluyor. Bunu Ramazan geçtikten sonra neden kalıcı hale getiremiyoruz?

    Bizgetirilsindiye uğraşıyoruz. Peygamber Efendimiz bir Hadis-i Şerif’inde ‘Ramazan gelince şeytanlar bağlanır’ der. Bazı şeyler iklim olarak, ortam olarak, bize odönemdebazı avantajlar sağlıyor. Ramazan’dan sonra bunu kalıcı hale getirelim diyekonuşuyoruz, istediğimiz de bu.Hayatınbirçok safhasındainsanlarışuurlu davranışa çekersiniz ama zaman içinde gevşeme-ler başlar tekraryenibirkampanyayaihtiyaç olur.Yenibir Ramazan gelir. Ama akıllıinsan, iyi Müslüman, onu kalıcı hale getirmesini bilir.

    CAMİ NAMAZ KILANIN İHTİYACI

    İstanbul Müftüsü olarak göre yapıyorsunuz. İstanbul’un sizdeki yeri ne?

    İstanbulTürkiye’nin, aynı zamandadünyanınçok önemli bir şehri. İslam açısından da çok önemli. Müslümanlar Peygamber Efendimiz’i Medine-i Münevvere’demisafireden Ebu Eyyüb El Ensari’nin de dahil olduğu ordularlaİstanbul’u almaya çalışmışlar. Neticede burayı fethetmişler. Bu kadar minareler, camilerinsanahuzur veriyor.İstanbul’da cami çok gibi söyleniyor ama aslındaİstanbul’un çok daha camiye ihtiyacı var. Bilhassayeniyerleşime açılan yerlerde çok cami eksiğimiz var. Ama cami ihtiyacını namaz kılan hisseder.

    Mimar Sinan Camii ve Çamlıca’da yapılacak camiye ihtiyaç var diyorsunuz yani değil mi?

    MimarSinan Camii açıldı. Aslında oraya kaç tane daha cami lazım. Çok cami ihtiyacı var daha. Çünkü aslolan namazların 5 vakit cemaatle kılınmasıdır. Bunun için çok uzak yerlere gidilmez ama Cuma için daha büyük camilere ihtiyaç var. Bu manada önemli bir eksiğiMimarSinan Camii giderecek. Çamlıca Camii de önemli. Çünkü cuma camisine uzaktan da gelirinsanlar. Cuma cemaatle olmak, cem olmak, bütünleşmek anlamında zaten.

    Engellilere yönelik ne gibi çalışmalarınız var?

    Her gittiğim camide engelliler girebilir mi diye bakıyorum. Maalesef engellilerin girebileceği camiler az. Ama bunlar bir emirle olacak işler değil. Zaman alıyor. Tekrar tekrar söylemek, ikna etmek gerekiyor. Talimat da veriliyor. Ben elimden geldiği kadar bunların artmasına çalışıyorum.

    KADINLAR BAYRAMI PAYLAŞMAYA GELSİN

    Kadınlara camilerde daha fazla yer ayırma konusunda çalışmalarınız var. Ramazan itibariyle bu çalışmalar ne durumda?

    Kadınlaraçısından camiler bir ihtiyaç.Kadınlarınnamaz kıldığı yerler ana mekanı görmüyor. Ana mekanı görmek önemli. Onun için tedbir almalarını istiyorum. Onlara da soruyorum ‘Siz dört duvar arasında mı namaz kılmak istersiniz, yoksa caminin kubbesini, içini gö-rerek mi kılmak istersiniz? Ya da namazdan önce, sonra şöyle bir baktığınızda huzur buluyor musunuz?’ Bu imkanıkadınlardanesirgemeyelim. Peygamber Efendimiz zamanındakadınlarcamiye geliyordu.Özelliklebayram namazına gelmelerini istiyordu. Bayram namazını da camide değil, musalla denilen cami dışında bir mekanda kıldırıyordu. Oraya namaz kılma durumunda olmayankadınlarınbile gelmesini istiyordu. O heyecana hepsi iştirak ediyordu. Bu sene her ilçemizde, isteyenkadınlarınbayram namazı kılabilmeleri içinhazırolmalarını ilçe müftülerimizden istiyoruz. Onlar da bu hususta heyecanlılar. Sitemizde hangi camiler olduğunu bildireceğiz.

    Neden bütün camiler değil?

    Bu sayıyı çok fazla tutmak istemiyoruz. Bütün camilerekadınlargelsin dediğimiz zaman birinde 3 kişi, birinde 5 kişi. O gelen de huzurlu olmak istiyor, ayırdığınız yer dolmadığı zamanerkeklerde yer bulamadığı zaman tenkitler oluyor. Onun için ‘Her ilçede 3-5 camide ilan edelim. İsteyen gelsin. Bir yerden başlayalım’ dedik.

    “SAKIZ ORUCU BOZAR MI?” SORULARINDAN RAHATSIZ DEĞİLİM

    Ramazan’ın medyadaki yansımasını nasıl buluyorsunuz?

    Bu bir araştırmayı gerektirir.İncelemeyapmam lazım. Böyle bir imkanım yok ama medyanın Ramazan’ailgiduymasını, iftarprogramlarıyapmasını, sahurda dinikonuşmalar, açılımlar yapmasını memnuniyetle karşılıyorum. Ne kadarbilgilendiriciiyi istikamette ne kadar yönlendirici olursa o kadar iyi olur.

    Her sene sakız orucu bozar mı gibi oruçla ilgili gündeme gelen sorulardan rahatsız mı Diyanet?
    Ben rahatsız değilim ama soruyu dürüstçe soruyorlarsa. Dalga geçmek niyetiyle soruyorlarsa onlara cevap vermem.

    Ramazan’da selamı yeniden yaymak projeniz nasıl başladı?

    Ramazan ayı için ağırlıklı konu olarak selam konusunu seçtik. Selam bir kelime. Arkasında sevgi var, saygı var, toplumsal barış var, insanlara iyi davranmak var, pozitif enerji vermek var. Arka planında da Peygamber Efendimiz’in hadisi var. Peygamber Efendimiz selamın yaygınlaştırılmasını, Müslümanların birbirine selam vermesini istiyor.

    Selam insanların birbirini sevdiğinin bir belirtisi olarak tespit ediliyor Peygamber Efendimiz tarafından. ‘İman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olmazsınız. Size bir şey söyleyeyim ki onu yaparsanız birbirinizi sevmiş olursunuz: Selamı yayın’ diyor. Selam sayesinde birbirimizi seviyor ve sevdiğimizi göstermiş oluyoruz. Bu iman etmiş olduğumuzu gösteriyor. İman da bizi cennete götürüyor. Netice olarak selam cennete götürüyor. Ama bu selam kuru bir laftan ibaret değil. Selam sahtekarlığı söz konusuysa Allah kimin dürüst kimin sahtekar olduğunu biliyor. Dürüstlük esastır.

    Siz dürüstlüğe çok önem veriyorsunuz…

    Ben gerçekten ona çok önem veriyorum. Fatiha Suresi’nde de istikamet olarak o vardır. İhlas da dürüstlüktür, nasihat kelimesinin de bir manası dürüstlüktür. Dürüstlük olmadan Müslümanlık olmaz. Bir defa sahtekarlık olmayacak. Peygamber Efendimiz de buyuruyor ki ‘Bir Müslüman yalan sözü ve sahtekarlığı terk etmezse bilin ki Allah’ın o insanın aç susuz kalmasına ihtiyacı yoktur.’ Orucu ‘şu şu davranışlardan uzak durmak’ diye tarif ediyoruz ama o uzak durmanın arkasında bizi iyiliğe götürmesi lazım. Bu şekilde oruç tutan sadece orucunu tutmuş olur.

    ZENGİNİN İFTARI PAHALI OLABİLİR

    Ramazan’daki lüks iftarlar çok gündeme geliyor. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

    İsraf Ramazan’da da Ramazan dışında da doğru değildir. Sadece Ramazan’a, iftara ait bir olay değildir. İsraf haramdır, yanlıştır ama herkesin kendine göre bir bütçesi vardır. Kimisi kendi yemeğini evinde pişirir yer, misafirine de kendi evinde hazırladığı yemeği sunar. Kimisi de vardır ki dışarıda yemek yer, misafirini dışarıda ağırlar.

    İnsanların imkanları da aynı değil. Farklı farklı lokantalar vardır sınıflarına göre. İsraf deyince daha çok dikkatimi çeken şu: Ortaya yemek gelir. O yemeğin yarısı yenmeyip dökülüyorsa bu kötüdür. Ama gelen yemek yeniyorsa ve o hizmetin de bir bedeli varsa, bazı insanlar da misafirlerine daha iyi ortamda daha iyi hizmet sunmak istiyorlarsa bu israf olmayabilir.

    İnsanlar imkanlarını zorluyorlarsa, kendilerini sıkıntıya sokuyorlarsa, masaya konulan yemek gösterişten ibaretse ve bunlar yenmeyip dökülüyorsa o zaman sıkıntılı. Ama herhalde Türkiye’nin zenginlikte ilk yüze giren insanlarıyla imkanları asgari ücretle geçinen insanların da eşit sofralarda oturmasını bekleyemeyiz.

    Peygamber Efendimiz’in yaşantısı açısından baktığımızda?

    Peygamber Efendimiz’in sofrası sadeydi ama gelen misafirlerine de elinde var olan imkanları sunmaktan geri durmazdı. O günkü şartlar o kadardı. Helalinden olma şartıyla insanların ikramda bulunması güzel şeydir.

    Ramazan eğlenceleri, şenlikleri diye adlandırılan bazı etkinlikler var. Bunları Ramazan’ın ruhuyla bağdaştırıyor musunuz?

    Ramazan eğlencesi diye bir olay tarihte olabilir ama ben bu alanda çalışan bir akademisyen ve İstanbul Müftüsü olarak Asr-ı Saadet dönemine, Peygamber Efendimiz zamanında neler var ona bakarım. Peygamber Efendimiz buyuruyor ki ‘Kim Ramazan’da sevabını Allah’tan bekleyerek oruç tutarsa günahları affedilir.’ Ayrıca gece namazları için, teravih vb. namazlar için böyle rivayetler vardır. Genel çerçeveden baktığın zaman Ramazan bir ibadet ayıdır. Teravih namazı saatlerini eğlence saatlerine dönüştürmek, insanları eğlence adına meşgul edip teravih kılmalarını engellemek doğru değildir.

    İstanbul’da 80 camide hatimle teravih kılınıyor. İlgi nasıl?

    Gayet iyi. İnternet sitemizde ilan edilmiş durumda bu camilerimiz. Cemaatimiz bu camilere hatimle teravih kılındığını bilerek geliyor. Halkımız hatimle teravih deyince çok zor diye düşünüyorlar ama normal teravihle, hatimle kılınan teravih arasında belki bir 10 dakika fark eder.

    Enderun Usulü teravih de kılınıyor. Normal teravihten farkı ne?

    Makam bilen imam ve müezzinlerin bir araya gelmesi, bir makam bütünlüğü ve makamlar arasında geçişi sağlama açısından bir farklılığı var. Bu konuda maharetli görevlilerimizden oluşan ekipler var. Bu ekipler değişik ilçelerde dolaşarak Enderun usulü teravihi icra ediyorlar. Gittikleri camilerimiz de yine internet sitemizde ilan edilmiş durumda. Camilerimizde de var.

    Orucu bir saat fazla tuttuğumuza dair iddialara ne diyorsunuz?

    Diyanet İşleri Başkanlığımız bu konuları enine boyuna görüşür, yapar. Takvimlerimiz ona göre düzenlenir. Onların da hesapları vardır. Kendi kafalarından hiçbir şey yapmazlar. İmsak’ın kitaplarımızda tarifi vardır. Bu tarifi dikkate alarak gerekli hesaplamalar yapılır ve ona göre imsak saati tespit edilir. Namaz saatlerimiz de hep böyledir. Sadece oruçla ilgili değil, namaz saatleri de aynı hesaplamalarla yapılır. Zaten orucun başlangıç saati sabah namazının vaktinin başlangıç saatidir. Orucun bitiş saati de akşam namazının vaktinin girdiği saattir. Bunlar oruca ait özel düzenlemeler de değildir.

     
  • İlahiyatta teravih bir başka güzel

    Açık hava ve serin bir ortamda kılınan Hatim’le Teravih Namazı’na Konyalıların çok büyük ilgi gösterdiğini söyleyen Dekan Arıtan, “teravih namazını altı seçkin hâfızımız kıldırıyor.

    Mehmet Emin Karataş ve Ahmet Çalışır’ın da aralarında olduğu yedi hâfızımız da müezzinlik yapıyor. Teravih namazı selam aralarında müezzinlerimizin okuduğu salavat, ilâhi ve kasideler cemaate müstesna ve coşkulu anlar yaşatıyor. Ezandan on beş dakika önce fakülte hocalarımız toplumun ihtiyaç duyduğu -özellikle ahlâkî- konuların ele alındığı vaazlar ediyor” dedi.

    ÇOCUKLARA OYUN ALANI

    Namaz aralarında soğuk su servisinin yapıldığı projede çocukları da unutmadıklarını aktaran Arıtan şunları söyledi: “Namaz esnasında çocukların oynayabileceği alanlar oluşturuldu. 

    Anneler ve babalar namazlarını huşu içinde eda ederken çocuklar akülü araba, salıncak vs. gibi oyun aletleri ile oynuyor, bisikletleriyle bahçede geziniyor ve kendileri için oluşturulan özel bir salonda çizgi film seyrediyorlar. 

    Ayrıca Teravih namazı sonrası fakülte bahçesindeki kamelyalarda İlahiyat Fakültesi’nden hocalarımız halkın sorularını yanıtlıyor ve onlarla sohbet ediyorlar. Gök Kubbe Altında Teravih Namazı’ na vatandaşlarımızın gösterdiği büyük ilgiye teşekkür ediyorum. Farklı bir teravih yaşamak isteyen bütün hemşerilerimizi Fakülte Camii’ne bekliyorum.”

  • Ürdün Türkler Ve Arapça – Fragman

    Filmi ise Ürdün`den cok memnun kaldigimdan ötürü düşündüm. Gerek buradaki kurslarin sisteminden, gerek talabe icin gerekli herseyin bulunmasindan, gerekse Urdun halkindan..

    Daha buraya geldigimin 3.-4. aylarinda, `her arapca talabesinin yolu Ürdün`den mutalak gecmeli` dedim.. ve bu soz bana bu filmi cektirdi.. Fragman yayinlandi hamdolsun, insallah 1-2 aya kadar da filmin kendisini yayinlamayi dusunuyoruz.

    Film, Arap halkla, ogrencilerle ve dil merkezleri yetkilileriyle olan roportajlarimizdan olusmakta. Dilerim Arapca talebeleri icin faydali olur. Basari ancak Allah`tan gelir.

    Muhammed Yasin Can

     

  • Mimar Sinan Camii: Sahi Ruhu Var mı?

    İşleyen demir ışılarmış. Ben de derim ki ışıldadığı gibi aşınır da.

    Neyse bir açık kapı gördüm. Bizim Ahmetçelerin kapısı. İçeri girdim ayak üstü iki kelam etmeden, dedik; “Yeni açılan Mimar Sinan Camisini göreniniz var mı?” İsmail Hoca “Ben gördüm, çok güzel!” dedi. “Haydin gidip ziyaret edelim” dedik ve öğle namazına yarım saat kadar bir zaman vardı. Atladık arabamıza ve levhaları takip ederek camiye ulaştık. Arabamızı alttaki iki kattan oluşan otoparka bıraktık. Abdest almak için hazırlanmış yerlerin yanından geçerek asansörle sıfır kata (eksi üç kat var) çıktık.

    Camiin yeri bir hayli yüksekmiş. Ümraniye tarafı ve otoyol ayak altında, harika manzarası var.

    Ayakkabılarımız poşete koyduk ve içeri girdik. Harika… Gerçekten şahane.

    İç mekan genişliği, yükseklik, aşırılığa kaçmayan süslemleri, yazılardan oluşan avizeleri ve sanki gözleri varmış gibi bize gülümseyen kubbesi… (tabi bu benim belki görmek istediğim için gördüğüm şey, ama fotoğrafını bile çektim, bizde yalan yok hilaf yok!)

    Mihrab, minber yerinde.

    Kürsü dahi öyle. Göz kamaştırıcı bir işlemesi var.

    Mihrab, bütün sadeliği ve sanki iki tarafa uzayan yazı kuşağı ile kanatlanmış, gök yüzüne doğru ağacak, arkasına takılanları uçuracak gibi.

    Mihrabdaki yazıları ayrıca ele alacağım.

    Bizim Yunus Hoca imam olmuş. Onu da tebrik ettik. Ezanı da o okudu. Namazı kıldırdı. Mihrapta fotoğrafını da çektim. Hayırlı hizmetlere muvaffak etsin.

    Ortada müezzin mahfili var.

    Cami henüz tamamlanmamış, bazı eksiklikler var gibi gözüküyor. Çalışma sesleri de zaten duyuluyor.

    Caminin içine girdiğimiz zaman bunca güzellik ve ihtişama rağmen bize bir şey hissettirdi: Boğucu bir sıcaklık. Herkes terliyordu. Ben ki kolay kolay terlemem benim dahi pantolonuma ter iz yapmıştı.

    Herhalde zaman içinde bu da telafi edilir.

    Dediler mimarı hiçbir şeye dokundurmuyormuş, klasik çizgiden asla sapma olmayacakmış.

    Dedim, iyi de bizim klasik camilerimiz de böyle yanıyor mu? Benim bildiğim kadarıyla büyük camilerimize girildiğinde genelde bir serinlik havası hissedilir. Bu yapı asıl itibariyle beton, dış kısımlar kaplama. Sütunlar bile mermer kaplama. Dış cephe taş kaplama. Ne kadar yalıtım yapıldı, bilemiyorum. Ama gerçekten çok bunaltıcı bir sıcaklık vardı. Gerçi dün İstanbul’un en sıcak günlerinden birini yaşamıştık. O itibarla fazla da haksızlık etmeyelim.

    Namaz sonrasında ben fotoğraf çekmeye koyuldum. Sonra Halis Ayhan hoca da geldi ve mahfilde bir süre sohbet ettik. Belli ki camii, birçok kimsenin aynı zamanda buluşma yeri de olacağa benziyor.

    Hoca sordu: Bu caminin ruhu var mı? diye. Evet gerçekten büyük bir ihtişam, ama ruhu var mıydı yok muydu? Onu pek çözemedik.

    Ya da ruhu olmalı mıydı? Taşın toprağın ruhu mu olurdu? Yoksa ona ruhu, kendi ruhlarından  onu imar edenler mi verirdi. “İnnemâ ya’muru mesâcidallah…” âyetinde söz edilen imar maddî olarak mabed inşa etmek miydi, yoksa mabedleri medeniyetin kalbi yapacak işlevsellikleri miydi.

    O muhteşem minberin üzerine çıkaracağınız hatip,  mihraba geçireceğiniz imam, kürsüye çıkaracağınız vaiz ve kubbeyi hop kaldırıp hop indirecek olan cemaat hep birlikte ona ruh verecekti.

    Herkes eskilerin ihtişamından bahsettiler. Âlem-i ervahta Fatih’in torunu Süleyman’a gıpta ettiğinden çünkü onun Mimar Sinan gibi bir dehadan yoksun olduğundan falan bahsedildi. Bizim onlardan daha da güzel yapılar yapmamız gereğinden bahsedildi. Çünkü bunca birikim ve yeni teknolojiler denildi.

    Ben âcizane öyle düşünmüyorum. Çünkü bizdeki şu andaki seviye Cumhuriyet ile yaşıt bir seviye. Biz Kayseri’nin koca Erciyes dağını Himalayalar gibi beş bin metre yükseklikteki bir düzlem üzerine koyabilseydik, Erciyes o cesim gövdesiyle Dünya’da birinci olurdu. Ağrı’nın bile esamisi okunmuyor. Niye çünkü engin bir rakım üzerine oturuyor.

    Biz Cumhuriyetle yaptığımız redd-i mirasla ilimde sıfırdan başladık, benzer şey sanatta, mimaride ve her alanda oldu.

    Kök bütün cesametine rağmen arzulanan sonucu vermiyordu, çünkü koca çınarın gövdesi tamamen kesilmiş, üzerine ise bir saksı içinde yeni bir filiz konulmuştu. Ve bu filizlin o cesim kökle bağlantısı da kurulmamıştı. Ama hangi sebebe müstenittir bilinmez, kader o filizle kök arasında güçlü bir elektriklenme ile bir aşılanma gerçekleştirdi de o filiz kısa zaman içinde hesapta olmayan bir şekilde büyümeğe başladı. Suyun mecrasını bulması gibi bir şey oldu ve oluyor.

    Hal böyle olunca insanlık âlemine bir medar-ı iftihar olabilecek şekilde sunulmaya çalışılan bu güzel eser, bunca eksikliklerine rağmen çok büyük bir başarı olarak takdir edilmeli. Yetmiş yıllık bir birikimin geçmişle yeniden bağ kurma çabalarından başarılı bir örnek gibi görülmeli ve takdir edilmelidir.

    Tek kusuru, ismi ile birlikte çekilmiş olan fotoğrafında da görüldüğü gibi üzerine abanan yüksek yapılardır.

    Rivayete göre orada olanlardan bu başarıdan rahatsız olanlar da varmış. Hatta bir taksicinin rivayetine göre adamın biri, “Eğer burada böyle bir cami yapılacağını bilseydim, bu kadar para vererek buradan ev almazadım!” gibi nedamet ifadelerinde bulunmuş.

    Aslında bu görüntü biz Müslümanların yadırgayacağı bir görüntü de olmamalı. Çünkü aynısı hata biraz daha fazlasıyla Kabe’nin üzerine abanan Zemzem Tower’da da var.

    Neyse şimdilik yapma aşamasındayız. Gün olur yıkma zamanı da gelir. O zaman en büyük hizmeti yıkıcı hükümetler ve belediyeler yapar.

    Tarihi nice abide, her taraftan kuşatılmış vaziyette. Bunların etrafında ne varsa yıkmak ve onları ortaya çıkarmak lâzım.

    Bunlar bizim medeniyetimizin kalbi, akciğeri gibi hayatî unsurları. Ama boğuluyorlar. Onlar boğuldukça medeniyetimiz de boğuluyor, yeterli canlılığı gösteremiyor.

    Ulaşımı çok kolay bir camimiz oldu.

    Park kaygısı olmayan bir camimiz oldu.

    Etrafında oturulacak, nefes alınacak bir parkı olan bir camimiz oldu.

    Sinanımızın adını yaşatacak bir camimiz oldu.

    Nur topu gibi bir camimiz oldu.

    Katkısı olan, emeği geçen herkesi kutluyoruz.

    Sevgiyle! Saygıyla!

     

    GARİBCE