Yıl: 2012

  • Üç dilli, Uluslar Arası Bir Fakülte Olacak

     

    İslami İlimler Fakülteleri mevcut ilahiyat fakültelerinden hangi açılardan farklılaşıyor? İsim değişikliği, içerikte ya da eğitim anlayışında da bir dönüşüme işaret ediyor mu?

    Bizim için evet; öyle olması için çalışıyoruz. Eğer ilahiyat müfredatını olduğu gibi takip etmek isteseydik, fakültemizin adı “Şehir İlahiyat” olurdu. Ama Şehir ilahiyat kurmaya gerek yok; zaten yakınımızda eğitimi ve öğrenci kalitesiyle tanınmış bir İlahiyat Fakültesi var. Biz vakıf üniversitelerinin imkanlarına sahip bir ilahiyat fakültesi kurmanın ötesinde, müfredatından ilgi alanlarına kadar pek çok boyutuyla esaslı bir farklılaşma hedefliyoruz.

    Türkiye’de sayıları giderek artan ilahiyat fakültelerinin iki büyük fonksiyonu var. Biri din eğitimi, yani başta örgün eğitim kurumları olmak üzere, din alanında eğitim verecek kişileri yetiştirmek; diğeri din hizmetleri, yani başta vaiz, müftü ve imam olmak üzere, dinî hizmetlerin ifası ve organizasyonunda görev yapacak kişileri yetiştirmek. Her iki alana dair hem kamuda hem özelde çok geniş bir istihdam imkanı var ve bu imkan giderek genişliyor ve çeşitleniyor. Şehir İslami İlimler ise öncelikli hedefini İslam dini ve medeniyeti hakkında uluslar arası çapta bilgi üretebilecek, teklifler getirebilecek insan  yetiştirme olarak belirledi. İlahiyat fakültelerinin üstlendiği fonksiyonların ne kadar gerekli ve takdire şayan olduğunu unutmadan, Şehir İslami İlimler’in daha farklı bir mecrada faaliyet gösterme cehdinde olduğunu vurgulamak istiyoruz. İslam dünyasıyla daha yakından çalışan, öğrencisini modern tecrübenin meydan okuyuşuyla daha çok karşı karşı bırakan, klasik İslam medeniyetinin metinlerini daha fazla gündemine alan bir fakülte hedefliyoruz.

    Bu çerçevede, Şehir İslami İlimler’i kendi lisans öğrencileri kadar, Şehir’in diğer lisans ve lisans üstü öğrencilerine yönelik bir fakülte olarak tasarladık. Bu yüzden kısa vadede fakültemizin lisans kontenjanını 30’la sınırlı tutmayı planlıyoruz. Ama bu, sadece 30 kişiye eğitim vereceğiz anlamına gelmiyor. Şehir İslami İlimler, Şehir’in her bölümünden öğrencilere seçmeli dersler açacak, yan dal ve çift ana dal imkanı sağlayacak. Şu anda Elektronik Mühendisliği’nden Sosyoloji’ye kadar çeşitli bölümlerden öğrenciler bizden ders talep etmeye başladı. Biz ancak bu gibi talepleri hakkıyla karşılayabildiğimiz zaman kendimizi başarılı kabul edeceğiz.

    Kuruluş sürecinden biraz bahsedelim. Bu süreçte ne gibi hazırlıklar yapıldı?

    Bahar 2011’den itibaren “nasıl bir İslami İlimler Fakültesi olmalı?” sorusunu cevaplamaya yönelik iştişarî toplantıların ardından, bir çalışma kurulu oluşturuldu. Bu kurul üyeleri, fakültenin kimliği ve misyonu hakkında ana çizgileri belirlemeye yönelik çok değerli katkılarda bulundular. Şehir idaresinin, bu katkıların ışığında fakülte kadrosunun ve öğretim programlarının kurulması yönünde karar vermesiyle birlikte, Ocak 2012’den itibaren lisans programı açmak için çalışmaya başladık. Açıkçası YÖK’ün istediği şekil şartlarını yerine getirmek, bizim için biraz zorlayıcı bir süreç oldu, ama nihayetinde tamamladık.

    Nasıl bir program hazırladınız? Mevcut ilahiyat fakültelerinden ne gibi farklıları olacak bu programın?

    Şehir İslami İlimler’in lisans programında üç noktayı öne çıkartmaya çalışıyoruz. Öncelikle; bu fakülte üç dilin, yani İngilizce, Arapça ve Türkçe’nin yoğun bir şekilde kullanıldığı bir fakülte olacak. Bu açıdan bir ilki temsil ediyor Şehir İslami İlimler. Sadece bazı ders materyallerinin bu dillerde olmasını kasdetmiyoruz; öğrencilerin bu dilleri rahatlıkla kullandığı ve çalışmalarını bu dillerin konuşulduğu ülkelerde yürütebildiği bir eğitim programı hedefliyoruz.

    İkinci olarak, Şehir İslami İlimler’in programı gerçek anlamda uluslar arası bir program olacak. Hocalarının ve öğrencilerinin dünyanın çok çeşitli bölgelerinden gelecek olmaları bir yana, müfredatıyla, ders konularıyla ve ders materyalleriyle de uluslar arası nitelikte bir program olacak. Uluslararasılığın bir yönünü de programımızın bir kısmının yurt dışında gerçekleştirilecek olması teşkil ediyor. Örneğin Arapça hazırlık programının önemli bir bölümü Ürdün’de yapılacak. Ayrıca lisans yıllarında öğrencilerin bazı ders dönemlerini ve tatillerini İslâm ülkelerinde ve İngilizce konuşulan bazı Batı ülkelerinde geçirecekleri bir program üzerinde çalışıyoruz. Şehir İslami İlimler öğrencisi, pasaportunu sürekli elinin altında bulundurmak zorunda kalan bir öğrenci olacak.

    Üçüncü olarak; İslami İlimler Fakültesi her öğrencisinin tercihen sosyal bilimlerin bir alanında en azından yan dal yapmasını, mümkünse çift ana dal yapmasını hedefliyor ve bu konuda sistem ve müfredat açısından gerekli imkanları sağlamaya çalışıyor. Bence bu üç özelliğe sahip, yani üç dilli, gerçek anlamda uluslararası ve yan dal/çift ana dal talep eden bir program olmak, fakültemizin ne kadar farklı bir eğitim anlayışına sahip olduğunu göstermek için yeterli fikir verecektir.

    İslami çalışmaların modernlikle temasından sonra farklı yaklaşımlar gelişti. “Gelenekselci” ve “modernist” gibi birtakım akımlar oluştu. Siz bu yaklaşımlara nasıl bakıyorsunuz? Bunlara mesafeniz nasıl olacak? Buradaki akademik anlayışınız, bu ekollerden hangisine yakın?

    Kısaca söylemek gerekirse, söz konusu tasavvurların İslami ilimleri idrak etmek noktasında yeterli olmaktan hayli uzak ve artık bize söylecek şeyleri kalmamış yaklaşımlar olduğunu düşünüyoruz. Modern İslam düşüncesinin çocukluk hastalıklarıydı bunlar; göğüslemek zorunda kaldığınız ama atlatılması gereken hallerdi. Zaten İslami İlimler’i, İslam medeniyetinin tarihî gelişimi içerisinde anlamaya çalışan ve günümüzdeki değerini sorgulayan hiç kimse artık bu gibi yaklaşımların kolaycılığına kaçma lüksüne sahip değil.

    Çok hızlı teknolojik gelişmelerin yaşandığı bir yüzyıldan geçiyoruz. Bio-teknolojiden internete, borsadan sigortaya uzanan bu çağdaş gelişmeler karşısında İslami İlimler’in geride kaldığı yönünde bir anlayış var. Siz bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

    Eğer kasdettiğiniz, içinde bulunduğumuz dünyada yaşamaktan gayet memnun insanların ara sıra soru sormalarına sebep olan, onları zorlayan tekil olgular hakkında vicdanlarını rahatlatacak taktikler geliştirmekse, böyle bir yolun saliki olmaya hiç niyetimiz yok. Eğer yaşadığımız dünyadan razı olmayan, İslami endişelere sahip insanlar yeni bir dünya hayal ediyorlarsa, bu dünya bahsettiğiniz tarzdaki gelişmelere cevap yetiştirmenin ötesine geçen, daha esaslı çalışmalarla mümkün. Kaldı ki, söz konusu gelişmelerin gerisinde kalmak, eğer bilinçli bir suskunluğa işaret ediyorsa, her nev-zuhur şeye cevap yetiştirmekten çok daha tercihe şayan bir duruştur.

    İslamofobinin giderek yükseldiği, İslam’a dair olumsuz imajların çok yayıldığı bir dönemden geçiyoruz. Siz, fakülte olarak bu konuda herhangi bir çalışma yapacak mısınız?

    İslamofobi, eski gerçekliğe verilen yeni isimden başka bir şey değil. Bizim ilgi alanımız, Batılı tezahürlerinden çok, bu ülkede beraber yaşadığımız yerli akademinin islamofobisine yönelik olabilir.

    Fakülte olarak akademik araştırma alanları açısından belirli bir eğilime sahip misiniz? Yoğunlaşacağınız ilgi alanlarınız olacak mı?

    Fakültemizin akademik misyonunun ilk maddesini çağdaş İslam dünyası olarak belirledik. Türkiye’deki İslami ilimler camiası olarak çağdaş İslam dünyasının –bunca açılıma ve sair gelişmelere rağmen- çok uzağındayız. Hem çağdaş İslam dünyasındaki ilmi gelişmelere daha çok kulak kabartmayı hem de bu dünyayı ilmimizin mevzuu haline getirmeyi arzuluyoruz. Bir yandan İslam dünyasındaki başlıca kültür havzalarının birikimlerini Türkiye’ye aktarabilecek ilim adamlarını fakültemizde istihdam etmek istiyoruz, öte yandan  Kuala Lumpur’dan Timbuktu’ya, İslami hareketlerden İslam bankacılığına, müslümanların çağdaş tecrübelerini inceleme konumuz haline getirmek istiyoruz.

    Türkiye’deki İslami ilimler eğitimi tarihinde ortaya çıkan farklı kurumlar var, Yüksek İslam Enstitüleri, İlahiyat Fakülteleri, şimdi de vakıf üniversitelerinin İslami İlimler Fakülteleri. Bu farklı isimler, İslami ilimler eğitiminde önemli dönüşümleri mi temsil ediyor?  Sözkonusu süreçte giderek azalan bir kaliteyle mi karşı karşıyayız?

    Türkiye Cumhuriyeti’nde İslami ilimler eğitimi tecrübesi, henüz yeterince incelenmemiş çok özel, çok farklı bir tecrübe.  Bu tecrübe içinde ortaya çıkan resmi kurum adlandırmalarındaki değişikliklerin, İslami ilimler eğitimindeki değişime işaret ettiğini söylemek hayli zor; fakat bu adlandırmalar Türkiye’deki önemli toplumsal dönüşümlerin dolaylı tezahürleri olarak kabul edilebilir.

    Türkiye’de kabaca son yarım asrın İslami ilimler eğitimi tarihi, genel olarak artan bir kaliteye işaret eder. Bunu görebilmek için 25-30 sene önce yapılmış tezlerle son yıllarda yapılan tezler arasında basit bir karşılaştırma yapmak yeterli.

    Şehir İslami İlimler Fakültesi’ni, söz konusu süreç içinde bir dönüm noktası olarak görüyor musunuz?

    Bunu söylemek için hem çok erken, hem de bırakalım başkaları söylesin.  Belki bu vesileyle şunları vurgulayabiliriz: İlahiyat fakülteleri genellikle kampüsün bir kenarında duran, ayrı giriş-çıkışı olan, hatta kampüsten ayrı bir mekanda kurulan binalarda, öğrencilerin ve hocalarının kampüsün diğer öğrenci ve hocalarıyla pek ilişkiye girmediği bir yer olarak dizayn edildi. Üstelik ortaya çıkan gariplikten pek çok kişi şikayetçi de değildi.

    Dini kamusal alanın dışında konumlandıran bir anlayışa uygun bir yapılanmaydı bu sanırım.

    Tabii. “Kurulsun, ama hiç olmazsa dışarıda dursun, benim gözümün önünde durmasın” anlayışının somut halini görebilirdiniz ilahiyatların lokasyonlarına bakınca. Belki bu açıdan Şehir İslami İlimler’in özel bir noktada durduğunu söyleyebiliriz. Çünkü hem fizikî mekan, hem yapılanma, hem de eğitim sistemi olarak üniversitenin gerçek anlamıyla içinde ve diğer bölümlerle bir arada bulunan bir İslami İlimler Fakültesi hedefliyoruz. Bu çerçevede, fakültemizin diğer fakülte öğrencilerine yan dal ve çift ana dal imkanı sağlaması bile başlıbaşına dikkate değer bir gelişme olarak görülebilir.

    Peki, nasıl bir mezun profili hedefliyorsunuz?

    Dünyanın her yerinde formasyonunu aldığı alan hakkında özgüvene sahip, kendini uluslararası düzeyde rahatlıkla ifade edebilen, düşüncelerini, tekliflerini, hedeflerini, rüyalarını paylaşabilen, dünyanın her yeriyle çok yakın irtibat içinde bulunan entelektüel kalibresi çok yüksek insanlar hedefliyoruz. Klasik İslam medeniyetini iyi tanıyan, medrese müfredatını da, çağdaş İslam dünyasının birikimini de bilen gençler… Batılı bilginin, özellikle sosyal bilimlerin bir alanını kendine ek uzmanlık alanı olarak belirlemiş, buradaki lisans programından aldıklarını hayatının geri kalan yıllarında da sürdürecek, ilim ehli gençler… Çok hayalci gelebilir bunlar, ama buraya kadar zaten hayallerimiz sayesinde geldik.

     * Eyyüp Said Kaya kimdir?

    Marmara İlahiyat Fakültesi’nden mezun olduktan sonra, aynı üniversitenin SosyalBilimler Enstitüsü’nde yüksek lisansını tamamladı (1995). Warwick Üniversitesi başta olmak üzere,İngiltere ve ABD’inde hukuk felsefesi üzerine araştırmalar yaptı. “Mezheblerin Teşekkülünden Sonra Fıkhi İstidlal” başlığını taşıyan doktora tezini tamamlamasının (2001) ardından, Harvard Hukuk Fakültesi’nde doktora sonrası çalışmalarını sürdürdü (2001-2002).

    Çeşitli araştırma projeleri çerçevesinde Mısır (1996) ve Ürdün’de (2005-2006) bulundu. Bursiyer olarak intisap ettiği İslam Araştırmaları Merkezi’nde (İSAM) araştırmacı, proje yürütücüsü, başkan yardımcısı ve yönetim kurulu üyesi olarak çalıştı (1997-2012). Bilim ve Sanat Vakfı’nda İslami ilimlere dair çeşitli seminer, atölye çalışmaları ve okuma grupları düzenledi. Fıkıh usulü,mezheb, tecdid hareketleri, Hanefi fıkıh tarihi, sosyal teori ve bilgisosyolojisi ilgi alanları arasındadır.

  • Diyanetten İmsak Açıklaması

     

    Başkanlık Basın ve Halkla İlişkiler Müşavirliği’nden yapılan yazılı açıklamada, son günlerde bazı yayın organlarında yer alan imsak vakti tartışmalarının ardından Başkanlık’a sorular iletildiği, bunun üzerine açıklama yapma gereği duyulduğu belirtildi.

    Açıklamada, öteden beri İslam astronom ve muvakkitlerinin imsak vaktini belirlerken en az 18 dereceyi esas aldığı belirtilerek, “Bu vakit, ‘ilk anda çıplak gözle fark edilemese dahi’ sabah şafağının başlama vaktidir. Halkımız, Başkanlığımızın büyük bir hassasiyetle üzerinde durduğu namaz vakitleri konusunda hiçbir tereddüt yaşamadan ibadetlerini gönül huzuru içerisinde yapmaya devam edebilir” denildi.

    İKİ ELEŞTİRİYE CEVAP

    Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan yapılan yazılı açıklamada, imsak vakti ile ilgili çıkan haberler dolayısı ile yazılı bir açıklama yapılmasına lüzum görüldüğü belirtildi. Son zamanlarda özellikle imsak vakitlerine ilişkin olarak Başkanlığın, ‘İmsak vakitlerinden temkini kaldırarak imsaki vaktinden daha sonraya bıraktığı ve böylece imsak vakti girmiş olmasına rağmen insanların yemeye içmeye devam etmelerine yol açarak oruçlarını tehlikeye attığı’ ve ‘İmsaki vaktinden öne alarak insanları daha vakit varken bir saat öncesinden oruca başlattığı ve sabah namazını vaktinden önce kılmalarına yol açtığı ve böylece namazlarının batıl hale gelmesine sebebiyet verdiği’ yönünde iki tür eleştiriye muhatap olduğu kaydedildi.

    ANKARA ÜNİVERSİTESİ GÖZLEM YAPTI

    Diyanet İşleri Başkanlığı’nın, imsak ve yatsı vakitleri ile ilgili hesaplarının yerindeliğini ölçmek ve muhatap olduğu iddiaların doğruluk derecesini tespit etmek üzere geçen yıl Ramazan ayının hemen akabinde yatsı ve sabah vakitlerinin tespitine yönelik yeni bir gözlem çalışması yapmaya karar verdiği kaydedilen açıklamada; bu karar çerçevesinde Ankara Üniversitesi ile bir protokol imzalandığı belirtildi. 2011 yılı Eylül ayında başlatılan projede gözlemlerin hem gelişmiş astronomik aletler, hem de göz ile (denek gözlemcilerle) olmak üzere iki yöntemle gerçekleştirildiği ifade edildi.

     

    İNCELETTİK BİZİM SONUÇLARIMIZLA ÖRTÜŞÜYOR

    Başkanlık halen devam eden proje ile ilgili ulaşılan sonuçları şöyle sıraladı: “Hata payları da göz önünde bulundurularak değerlendirildiğinde aletle yapılan gözlemlerden kabaca elde edilen sonuçlar, Başkanlığımız takvimlerinde verilen akşam/yatsı ve imsak/sabah vakitleriyle örtüşmektedir. Gözlem yeri, şehir ışıklarının yansıması, havanın berraklık durumu, gözlemci denek sayısı, insan gözü ile aletin algılama gücü farkı vb. etkenlerden kaynaklandığı düşünülen sebeplerle gözle yapılan gözlemler ile Başkanlığımız takviminde verilen akşam/yatsı ve imsak/sabah vakitleri arasında bir miktar farlılıklar izlenmiştir. Ancak bu farklılıklar büyük ölçüde temkin payları kapsamında değerlendirilebilecek niteliktedir.”

    MEKKE-İ MÜKERREME VE MEDİNE-İ MÜNEVVERE’DEKİ UYGULAMA DA BÖYLEDİR

    Diyanet’in imsak vaktini belirlerken güneşin 18 derece ufka yaklaşmasını esas alan ölçüsünün, bütün İslam dünyasında imsak vakitlerinin belirlenmesinde esas alınan en düşük derece olduğu belirtilen açıklamada şu ifadelere yer verildi: “Bazı İslam ülkeleri ve Müslüman topluluklar daha ihtiyatlı hareket etmek için güneşin 19 derece ufka yaklaşmasını esas almaktadırlar. İslam dünyasında imsak vakitlerinin belirlenmesinde 18 dereceden daha düşük bir ölçüyü esas alan herhangi bir ülke bulunmamaktadır. Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevvere’deki uygulama da böyledir.

    NAMAZDA DA ORUÇDA DA TEREDDÜT ETMEYİN

    Ancak yaz aylarında yatsı ve imsak vakitlerinin oluşmadığı ileri enlemler bunun dışındadır. Öteden beri İslam astronom ve muvakkitleri de imsak vaktini belirlerken en az 18 dereceyi esas almışlardır. Bu vakit, -ilk anda çıplak gözle fark edilemese dahi- sabah şafağının başlama vaktidir. Diğer taraftan dört mezhebin de dâhil olduğu İslam âlimlerinin büyük bir çoğunluğuna göre yatsı vakti ile sabah namazı/imsak vakti arasında mühmel bir vakit yoktur. Yatsı vakti çıkar çıkmaz sabah namazı vakti girer. Dolayısıyla imsakin sabah tanının bilimsel olarak başlangıç vaktinden daha sonraya bırakılması, yatsı namazı vaktinin sonu konusunda başka tereddütler ortaya koyacaktır. Netice itibariyle bu saatten sonra kılınan sabah namazı ve başlanan oruçlara ilişkin olarak herhangi bir tereddüt uyandırılması doğru değildir. Halkımız, Başkanlığımızın büyük bir hassasiyetle üzerinde durduğu namaz vakitleri konusunda hiçbir tereddüt yaşamadan ibadetlerini gönül huzuru içerisinde yapmaya devam edebilirler.”

  • Diyanetten Camide Sandalye Fetvası

    DİYANET İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu, hasta ve engelli kimselerin bile, zorunlu olmadıkça namazlarını sandalyede değil, yere oturarak kılmalarının uygun olduğunu açıkladı. New York’ta 5 Minare filminin bir sahnesinde de ünlü ABD’li oyuncu Danny Glover sandalye üzerinde namaz kılmıştı.

    ”Namazı normal şekli ile ayakta kılmaya gücü yetmeyen kimse için asıl olan, namazını oturarak kılmaktır. Böyle bir kişi namazını kendi durumuna göre diz çökerek veya bağdaş kurarak yahut ayaklarını yana ya da kıbleye doğru uzatarak kılar. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v.) nasıl namaz kılacağını soran hasta bir sahabeye ’Namazını ayakta kıl. Eğer gücün yetmezse oturarak, buna da gücün yetmezse yan üzere kıl’ (Buhari, Taksiru’As-Salat, 19) buyurmuştur. Ayakta durabilen ve yere oturabildiği halde secde edemeyen kimse namaza ayakta başlar, rükudan sonra yere oturarak secdeleri ima ile yapar. Ayakta durabildiği halde oturduktan sonra ayağa kalkamayan kişi namaza ayakta başlar, secdeden sonra namazını oturarak tamamlar. Ayakta durmaya ve rüku yapmaya gücü yettiği halde yere oturamayan kimse namaza ayakta başlar rükudan sonra secdeyi tabure ve benzeri bir şey üzerine oturarak ima ile eda eder. Ayakta durmaya gücü yetmeyen, yere de oturamayan kimse namazı tabure, sandalye ve benzeri bir şey üzerine oturarak rüku ve secdeleri ima ile yerine getirir. Namazını tabure, sandalye ve benzeri şeyler üzerinde kılan müminin ileri sürdüğü mazeretleri kendisini vicdanen rahatlatacak boyutta olmalıdır. Namazı asli şekline uygun olarak kılmaya engel olmayacak hafif bedeni rahatsızlıklar, bu konuda meşru mazeret olarak görülmemelidir. Dini açıdan zorunlu ve meşru bir sebep bulunmadıkça camilerde sandalyede namaz kılmak, göze hoş gelmeyen bir görüntü ortaya çıkarmakta ve cemaat arasında tartışmalara sebep olmaktadır. Özellikle üzerinde namaz kılmak amacı ile camilerde sıralar halinde sabit oturakların yapılması, cami doku ve kültürüyle bağdaşmamaktadır. Bu sebeple hastalık ve özürlülük gibi herhangi bir rahatsızlığı bulunan kimselerin, zorunlu olmadıkça namazlarını sandalyede değil, yere oturarak kılmaları uygundur.”

  • Bir İlahiyat Fakültesi Daha Yıkılıyor

    Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi binası, depreme dayanıklı olmadığı için yıkılıyor.

     

     

    Yıkım işleminin Ramazan ayına denk gelmesi dikkat çekerken, Dekan Prof. Dr. Yaşar Aydınlı binanın artık yükü taşımayacak hale geldiğini söyledi.

    Van’ın Erciş ilçesindeki 7,2 büyüklüğündeki depremin ardından Bursa’daki kamu binaları bir bir güçlendiriliyor. 1982 yılında inşa edilen Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi de tamamen yıkılarak yenilenecek. Bursa’da yaklaşık 30 yıldır Fethiye’de eğitim veren Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, yenileme çalışmaları kapsamında yıkılıyor. Türkiye’nin köklü ilahiyat fakültelerinden biri olan eğitim kurumunun 30 yıllık binasının yeni baştan inşa edilmesi için rektörlükten karar çıktı. Son deprem yönetmeliğine uygun olmadığı tespit edilen binanın yıkım çalışmaları birkaç gündür sürüyor.

    Türkiye’nin yanı sıra dünyanın birçok yerinden gelen öğrencilerin fakültede eğitim gördüğünü dile getiren İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Yaşar Aydınlı, binanın artık yükünü taşıyamayacak hale geldiğini ifade ederek, “Bina 1980’li yılların başında yapıldı. Artık yükünü taşıyamayacak duruma geldi. Biz güçlendirmeyi düşünüyorduk, yıkım yararı çıktı. 2013 yılı Eylül ayına kadar yenisi yapılacak. 2013’de eğitime başlayacak. Şu anda fakültede 2 bin 500 öğrenci var. Bunların 250-260’ı yabancı öğrenci. Şu anda yaz öğretimini, Görükle yerleşkesindeki bize tahsis edilen bir binada yapıyoruz. Bir yıl burada misafir olacağız. Yerleşme sürecimiz devam ediyor. Rektörlüğümüzün bu binaların güçlendirilmesinde önemli hassasiyeti var” dedi.
    İlahiyat Fakültesi’nin Fethiye’de yakın bölgedeki dekanlık binası ise bir süre önce güçlendirilmişti

  • MEB Hafızlık Eğitimine İzin Verdi

    MEB İlköğretim Kurumları Yönetmeliği’ndeki değişiklikle hafızlık eğitiminin yolunu açtı.

     
    Okula Geç Gelme
    Madde 30 — Okula geç gelmeyi veya izinsiz olarak sınıftan ya da okuldan ayrılmayı alışkanlık hâline getiren öğrencilerin bu durumlarının önlenmesi için veli, öğretmen, okul rehberlik ve psikolojik danışma hizmetleri servisi ve okul yönetiminin iş birliği ile gerekli önlemler alınır.
     
    İlişik Kesme
    Yeni madde: MADDE 15 – Aynı Yönetmeliğin 31 inci maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi yürürlükten kaldırılmış, (a) ve (ç) bentleri aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
     
    “a) Sağlık durumu nedeniyle okula devam etmesinin uygun olmadığına ilişkin sağlık kurulu raporu alanlar ile imam-hatip ortaokuluna kayıt yaptıran veya devam eden ve hafızlık eğitimine başladığını belgelendirenlerden o eğitim ve öğretim yılı için devam zorunluluğu aranmaz. Sağlık raporu alanlar raporları süresince, hafızlık eğitimi alanlar bu eğitimleri süresince eğitim ve öğretim yılı başından itibaren en fazla bir eğitim ve öğretim yılı okula devam etmeyebilirler. Bu sürenin bitiminde okula devamları sağlanır. Bu öğrenciler okula döndüklerinde devam edemedikleri eğitim ve öğretim yılına ait derslerden okul müdürünün sorumluluğu ve koordinesinde alan öğretmenlerinden oluşturulacak komisyonca sınava alınırlar. Başarılı olanlar bir üst sınıfa devam ettirilirler.”
  • İmam Hatipliler Artık Diğer Alanları Tercih Ediyor

     

     

    Milli Eğitim Bakanlığı’nın (MEB) ortaöğretimden yükseköğretime geçiş analizine göre imam hatip liselerinden (İHL) fen-edebiyat ve eğitim fakültelerine yerleşenlerin oranı 2009 yılındaki katsayı düzenlemesinin ardından yüzde 2’den yüzde 6’ya çıktı. Buna göre İHL’de okuyan her 16 öğrenciden 1’i alanları dışındaki fakültelere yerleşmeye başladı. Ortaöğretimde erkek öğrenciler kız öğrencilerden daha fazlayken, İHL’lerde ise 2006 yılından sonra erkekleri geçen kız öğrencilerin sayısının düzenli bir şekilde arttığına dikkat çekildi.

    MEB, “Milli Eğitimde İzleme ve Değerlendirme” adı altında ilköğretimden ortaöğretime, ortaöğretimden yükseköğretime geçişlerin analizinin yapıldığı bir çalışmayı milletvekillerine gönderdi. Meslek lisesi statüsünde olmasına karşın İHL’lere ilişkin veriler de ayrı bir başlık altında incelendi.

    Çalışmada, 2006-2007 öğretim yılında İHL’lerdeki kız öğrenci sayısının erkek öğrenci sayısını geçtiğine dikkat çekildi. Kız öğrencilerin okul içinde türban takabildiği İHL’lerdeki söz konusu sebebi olarak “erkek öğrencilerin Anadolu liselerine yönelmeleri” ve “kız öğrencilerin İHL’leri tercih etme eğilimi” gösterildi. Çalışmada ortaöğretimden yükseköğretime geçişe ilişkin yapılan analizde katsayı uygulaması yürürlükteyken İHL’lerde okuyan öğrencilerden fen-edebiyat ve eğitim fakültelerine yerleşenlerin oranı yüzde 2 olarak hesaplandı. Çalışmada, YÖK’ün 2009 ve 2010 yıllarındaki katsayıya ilişkin kararlarının ardından söz konusu oranın yüzde 6’ya çıktığı belirtildi. Buna göre İHL’de okuyan her 16 öğrenciden biri yeni sistemde alanı dışındaki fen-edebiyat ve eğitim fakültelerine giriyor. Çalışmada, “Katsayı eşitsizliğin giderilmesiyle İHL’lerin ilahiyat ve diğer fakülteleri kazanma oranları yükselmeye başlamıştır” denildi.

    28 Şubat sonrası düşmüştü

    Çalışmada ortaöğretim okullarındaki öğrencilerin okul türlerine göre dağılım oranlarına da yer verildi. Buna göre İHL’lerin 1997-1998 döneminde yüzde 8.46 olan oranı 28 Şubat’ın ardından 2002 yılına kadar yüzde 2.5’e kadar geriledi. AKP’nin iktidara gelmesinin ardından İHL’lerde okuyan öğrencilerin genel oran içindeki payı 2011 yılı itibarıyla 5.47’ye çıktı. İHL’lerin 1990-1999 yılları arasında normal bir süreçte olduğu,1998 yılında sonra 8 yıllık kesintisiz eğitime geçişle birlikte keskin bir düşüş yaşandığı, 2002 yılından sonra da İHL’lere geçişte tekrar artış gösterdiği belirtildi. Çalışmada, YÖK’ün katsayı değişikliğinin ardından İHL’lerin 2010 yılında 1997 seviyesine çıktığı belirtildi.

  • Diyanet TV Sonunda Yayında

     

    Özafşar, AA muhabirine yaptığı açıklamada, TRT Anadolu ile ortak yayın yapan ve Miraç kandilinde Bursa Ulu Camisi’nden test yayın ile yayın hayatına başlayan Diyanet TV’nin ramazan ayı süresince 12 saat süreyle izleyiciyle buluştuğunu da dile getirdi.

    Diyanet TV’nin ramazan ayı boyunca TRT Anadolu kanalında saat 15.00’den itibaren “DTV” logosu ile yayın yaptığını anımsatan Özafşar, yayının ramazan dolasıyla hatimle başladığını, kadınlara ve çocuklara yönelik programlarla iftara kadar sürdüğünü kaydetti.

    Özafşar, saat 19.00’dan itibaren de Topkapı Sarayı’ndan canlı yayınla iftar programı yapıldığını anlatarak, iftarın ardından Fatih Camisi’nden canlı enderun usulü teravih yayını yapıldığını belirtti.

    Sahura kadar çeşitli programların izleyiciye sunulduğunu ve canlı sahur programı yapıldığını ifade eden Özafşar, yanının yine hatimle kapandığını söyledi.
    Diyanet TV’nin çocuk, genç ve kadınlara büyük önem verdiğini de dile getiren Özafşar, “Çocukları çok önemsiyoruz. Çocukların yetiştirilmesi, bilgi ile buluşturulması, kitapla, toplum hayatıyla tanıştırılmasına önem veriyoruz” dedi.

    Özafşar, zamanla çizgi filmlerin de olacağını ifade ederek, çocuk programlarına ilişkin hazırlıkların sürdüğünü de kaydetti.

    Kanala özgü, ramazandan sonra da devam edecek bir kıraat programı da olduğunu belirten Özafşar, Kur’an-ı Kerim’in okunuş yöntemleri, metodu, ekolleriyle ilgili bir program olduğunu da dile getirdi.

    Özafşar, dini musiki programlarının yer aldığını anlatarak, “Diyanet TV’nin avantajlarından bir tanesi de insan kaynağı çok geniş. Din alanındaki en geniş insan kaynağına sahip” diye konuştu.

    Diyanet TV’yi izleyenlerin tepkilerinin kendilerini cesaretlendirdiğini de ifade eden Özafşar, Fatih Camisi’nden yapılan canlı teravih namazının büyük ilgi gördüğünü de söyledi.

    Özafşar, ramazan ayından sonra Diyanet TV’nin farklı saatlerde yayında olacağını da kaydederek, yayınların sabah namazında başlayacağını 6 saat sürdükten sonra, akşama doğru tekrar yeni bir kuşağın yayına gireceğini dile getirdi.

    TV’den Kur’an öğretimi yapılacak

    Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Mehmet Emin Özafşar, “Kur’an öğretimini çok önemsiyoruz. Her yaştan, çocukların, gençlerin, ev kadınlarının Kur’an öğrenmesini çok önemsiyoruz. TV izleyerek çok kolay öğrenebilecekler. Hiçbir çevre baskısı olmadan kendi kendilerine oturup öğrenecekler” diye konuştu.
    Kur’an öğretimine ilişkin çok özel programlar hazırlayacaklarını da ifade eden Özafşar, “Kur’an öğretim kuşakları olacak. Kadın kuşağı olacak. Dini soruların cevaplandırıldığı programlar olacak” dedi.

    Din kültüründen ve tarihinden de programların olacağını anlatan Özafşar, İslam ile Türk kültürü ve medeniyetine ilişkin programların da yer alacağını söyledi.
    Gençlere ilişkin “Genç İletişim” diye bir programın da izleyici ile buluşacağını dile getiren Özafşar, “Bu program şaşırtıcı, belki de kamuoyunda yaygın olan Diyanet algısının sınırlarını da zorlayacak bir içerikte bir program olacak. Alışılmış kalıp yargılar var ‘Diyanet, cami, imam’ denildiğinde ona bir çerçeve çiziliyor, onun dışında bir ufuk alanı tanınmıyor. Ama bu program gösterecek ki, hakikaten din, Diyanet camiası üzerinden de, dini bilgi üzerinden de çok farklı, insanları heyecanlandıran, onlara aydınlık ufuklar sunan içerikler sunulabilir” şeklinde konuştu.

    Ramazan sonrasına bir tartışma programı hazırlandığını da kaydeden Özafşar, açık üniversite tadı verecek bir program olacağını, Türkiye’nin yetkin sosyologları, felsefecileri, din bilimcileri, kelamcılarının konuk edileceğini, hayata dokunacak meselelerin ele alınacağını kaydetti.

    “Mezhebi bir kanal değil”

    Prof. Dr. Mehmet Emin Özafşar, şunları dile getirdi:

    “Kanalımızın ilkeleri var. En başta gelen, sağlıklı ve doğru bilgi. Manipüle edilmemiş, çarpıtılmamış, insanların duygusal zafiyetlerini, eksikliklerini istismar ederek onları farklı yönlere kanalize etmeyen, şeffaf, açık, dürüst, yalın, kurmacadan uzak bir yayın anlayışı benimsiyoruz. Propaganda dili olmayan, insanlara manevi baskı uygulamayan, Türkçemizi en iyi kullanan, kullanmaya gayret eden, özgürlükçü, her türlü, her türlü düşünce, fikir ve inanca saygı duyan, topluma ayna tutan, toplumla dini bilgi arasına mesafe koyan değil, bir anlamda dini soluduğumuz hava gibi insanların hayatının içerisinde olmasını sağlayan, hayatının akışı ile birlikte yürüyen bir anlayışı benimsiyoruz.

    Öyle olduğu için de Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bu kanalı, Diyanet TV, topluma ayna tutacak, toplumun realitesiyle çatışmayacak, topluma bir özel ajanda dayatmayacak, politik hiçbir ajandası olmayacak. Her halde ve şartta gündelik siyasetin fevkinde olacak, üstünde olacak, dışında olacak, hikmetin ve hakikatin dili olacak. İnsanlara insani yetkinliklerde, insani sahalarda rol modeller sunan, insanlardaki yüksek duyguları harekete geçiren etik ve estetik bir anlayışa sahip olacak. Böyle bir hedef kendisine koyuyor. Öyle olduğu içinde insanların izlediği her programı kapattığında gönül huzuruyla koltuğundan kalkacağını umuyoruz, bekliyoruz. Bir ezilmişlik, baskı, bunalmışlık hissi değil, daha çok kendisiyle buluşan, kendisiyle yüzleşen insan iradesine saygı, hukukun üstünlüğünün önceliğini her hal ve şartta vurgulayan, insan haklarına, hayvan haklarına, çevre haklarına (ki bu alanda bizim kültürümüz zengindir) sürekli vurgu yapan, bölmeyen, bölücü bir dil kullanmayan bir kanal.”

    Toplum içinde sosyal bir olgu olan Aleviliğin de, Yezidiliğin de, toplum için de var olan her şeyin Diyanet TV’de ele alınacağını ifade eden Özafşar, şöyle devam etti:

    “Burada kendisine yer bulacaktır. Bir özel ajandası yok. Toplumdaki bütün fenomenler, tabii ki din ve Diyanetin kendi tabiatıyla uyumlu bir formatta yer alacaktır. Dolayısıyla bütün Türkiye’deki inanışlar, kültürler, Anadolu inanışları hatta Balkanlar’da, Kafkaslar’da bulunan inanışlar, insanımızın sosyal realitesi kendisine yer bulacaktır. Bu kanal bir sekter kanal olmadığı için, mezhebi bir kanal değildir.”

    Kanalın insanlara bir form empoze etmeyi düşünmediğini de kaydeden Özafşar, insanlara bir ayna tutmayı hedeflediğini anlattı.

    Özafşar, “Bu ayna tutmanın din, diyanet çerçevesinde ve toplumun zihinlerinde oluşan, tarihten bu güne gelen, kendi kalıplarının formunu bulmuş, insanları inanan, inanmayan diye ayırmadan, insanların dini hassasiyetlerini de örselememeye özen göstererek” yapılacağını da belirterek, yayınların algılanışının ve yorumlanışının farklı olabileceğini, bunları da anlayışla karşılayacaklarını kaydetti.

    Orta ve uzun vadede Diyanetin içten ve samimi yaklaşımının toplumun geniş kesimleri tarafından hissedileceğini ve Diyanet TV’nin aranan, özlenen, tavsiye edilen bir kanal olacağını ifade eden Özafşar, Diyanet TV’nin sağduyunun sesi olacağını da vurguladı.

    Özafşar, “Toplum eğer lütfeder ilgi gösterirse, bizi de izlemeye değer bulursa, tenkitlerini, eleştirilerini, önerilerini bize iletirlerse biz bütün bunlardan istifade etmeye, ona göre kendimizi yenilemeye hazırız. Biz toplumu izliyoruz, toplum da bizi izlemeye devam etsin” dedi.

  • İmam-Hatiplere Kayıt İlk Günde 1000i Geçti!

     

    Bursa İmam Hatip Liseleri Mezunları ve Mensupları Derneği (BİHMED) Başkanı Halil Eldemir, 23 Temmuz – 17 Ağustos tarihleri arasında kayıtların yapılacağı imam hatip ortaokullarına velilerin yoğun ilgi gösterdiğini söyledi. Kayıtların ilk gününde Bursa merkezinde toplam 700 öğrencinin ön kayıt yaptırdığını dile getiren Eldemir, ilçe merkezlerindeki kayıtlarla İmam hatip ortaokullarına kayıt yaptıranların sayısının bini geçtiğini vurguladı. 

    Velilerin, merkezde 15, diğer ilçelerde 11 imam hatip ortaokuluna kayıt yaptırabileceğini belirten Eldemir, talebin fazla olması halinde yeni okulların tahsis edileceğini sözlerine ekledi.

     

  • CarrefourSAdan Çağdışı Bağnazlık

     

    KIZILAY’LA PROTOKOL İMZALADI

    Yeni Şafak’ın haberine göre; CarrefourSA’nın protokol imzaladığı Kızılay’ın kampanyasında başörtülü bir yardımseveri çalıştırmasına karşı çıkması büyük tepki aldı. Alınan bilgiye göre Kızılay ile CarrefourSA, Kızılay’a kumanya bağışını içeren bir protokol imzaladı. Protokole göre CarrefourSA Ramazan Kumanyası hazırlayacak, bu kumanyayı satın alan yardımseverler de ihtiyaç sahiplerine ulaştırması için mağazanın bahçesine kurulacak Yardım Çadırı’nda Kızılay’a bağışlayacaklardı. Kızılay Ataşehir Şubesi, protokole dayanarak Kozyatağı CarrefourSA’nın girişine yardım çadırı kurdu.

    GENEL MÜDÜR KAMERADAN İZLEDİ: İZİN VEREMEYİZ

    Vatandaşlar Kızılay yardım çadırına yoğun ilgi gösterdi. Bu ilgi özellikle tatil olan Pazar günü daha da arttı. Kızılay Ataşehir şubesi de talebe yetişemeyince Elif Demirci isimli gönüllü çalışanını görevlendirdi. Yardım çalışmaları devam ederken CarrefourSA’dan bir yetkili gelerek başörtülü olduğu için Demirci’nin çalışmasına izin veremeyeceklerini bildirdi. Yetkili, “Genel müdürümüz çadırı kameralardan izledi. Elif Demirci’nin başörtülü çalıştığını gördü. Buna izin veremeyiz” diye uyardı.

     

    O KIZ KONUŞTU

    Demirci, olayı şöyle anlattı: “Carrefour’un önündeki Kızılay standında gönüllü çalışan birimiz başı açık iki kişiydik. Çalışmaya başladıktan sonra CarrefourSA yetkilileri yanıma geldiler ve ‘sizin burada başörtülü olduğunuz için çalışma izniniz yok, ya başörtünüzü çıkarın ya da buradan gidin’ dediler. Ben de başörtümü çıkarmayacağımı gideceğimi söyledim. Bunun üzerine bana eğer istersem içeride müşteri olarak alışveriş yapabileceğimi ancak çalışan olarak başörtülü duramayacağımı belirttiler.”

    “İNANCIMA BÜYÜK SAYGISIZLIK”

    Yaşadığı olay sebebiyle çok üzüldüğünü, müslüman bir ülkede yaşamasına rağmen, böyle bir muameleye maruz kalmanın inancına büyük saygısızlık olduğunu belirten Elif Demirci, kendisinin de bu zamana kadar hep CarrefourSA’dan alışveriş yaptığını ifade etti.

    CARREFOURSA YETKİLİSİNDEN NET CEVAP ALAMADIK

    Konuyla ilgili ulaştığımız CarrefourSA yetkilileri ise net cevap vermedi. Görüştüğümüz basın-halkla ilişkiler sorumlusu konuyla ilgili yetkili kişinin yurtdışında olduğunu, öğleden sonra Türkiye’ye dönüp bir açıklama yapacağını ifade etti. Şimdi kamuoyu, iddia edilen ayrımcılıkla ilgili CarrefourSA yetkililerinin yapacağı açıklamayı merakla bekliyor.

    STK’LAR PROTESTO EDECEK

    Personelin sözleri karşısında büyük şaşkınlık yaşayan Kızılay Ataşehir Şube Başkan Yardımcısı Süleyman Akın, CarrefourSA genel müdürlüğünü aradığını, ancak muhatap bulamadığını kaydetti. Akın, “Sabah akşam demeden bize gönüllü hizmet veren yardımsever arkadaşımıza yapılanlar bizi çok üzdü. Bu olayın peşini bırakmayız” diye konuştu. Konudan haberdar olan Ataşehir Dernekler Platformu da bugün CarrefourSA Kozyatağı şubesi önündü bir protestoya hazırlanıyor.

     

  • Bilgisayar Orucu

     

    Bir gün kendime böyle bir ceza vereceğim hiç aklıma gelmezdi. Neden verdiysem? Ama artık tutmalıyım: hafta sonu bilgisayar yasağı sözümü. Bilgisayarsız ama onurluyum ne de olsa. Of off günler, saatler bir türlü geçmiyor. Şimdi patlayacağım. Hâlbuki iki adım ötemde, işte kanepenin üstünde o güzel varlık. Yo yo olmaz pes edemem. Kitap mı okusam, ama zaten sabahtan beri kitap okuyorum. Canım bilgisayar dışında hiçbir şey istemiyor.

     

    İşte böyle bir süre bunalım içinde geçirdim saatlerimi. Ancak akşam yemeğinden sonra fark edebildim kendimi bilgisayarla sınırlayanın kendim olduğunu ve Pazar günü için harika planlar hazırladım.

     

    Sabahın ilk ışıkları yüzüme vurur vurmaz kalktım. Ezber yapmaya başladım. Kahvaltıdan sonra Kur’ân çalıştım. Hadis, ilmihal, Arapça derken günün sonunda hiç bilgisayar aramadığımı fark ettim. Tabii bu çalışmalarımla bazılarını da kıskandırmıştım. Yaşasın bilgisayarsız hayat! Diyorum. Tabii bu Pazartesi günü bilgisayara sarılmayacağım anlamına gelmiyor.

     

    SELCEN BETÜL ARABACI

    İzdüşünce