Yıl: 2012

  • İlahiyat öğrencilerine Arapçayı mutlaka öğretmeliyiz

    Bayburt Üniversitesi tarafından düzenlenen “Türkiye’de İlahiyat Fakültelerinin Dünü-Bugünü” konulu konferansa katılan Prof. Dr. Asri Çubukçu, üniversitelilere tecrübelerini aktardı. Prof. Dr. Çubukçu, “Medeniyet, kültür, ahlak ve iyimserlik numunesi olan dinimiz, bütün güzelliklere cevap verecek örneklerle doludur. Bu örnekleri iyi takip edersek iyi ilahiyatçılar oluruz. Bayburtlu, ilahiyatçıdan umduğunu bulmalı, ilahiyatçı da Bayburtlu”dan gereken ilgiyi mutlaka görmeli; bu sevgi yaşanmalıdır.”

     


    Bayburt Üniversitesi tarafından düzenlenen “Türkiye’de İlahiyat Fakültelerinin Dünü-Bugünü” konulu konferansa katılan Prof. Dr. Asri Çubukçu, üniversitelilere tecrübelerini aktardı. Prof. Dr. Çubukçu, “Medeniyet, kültür, ahlak ve iyimserlik numunesi olan dinimiz, bütün güzelliklere cevap verecek örneklerle doludur. Bu örnekleri iyi takip edersek iyi ilahiyatçılar oluruz. Bayburtlu, ilahiyatçıdan umduğunu bulmalı, ilahiyatçı da Bayburtlu’dan gereken ilgiyi mutlaka görmeli; bu sevgi yaşanmalıdır.” dedi.

    İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’nde düzenlenen konferans, saygı duruşu ve İstiklal Marşı’nın ardından Yeni Cami Müezzini Abdullah Şahin tarafından ezbere okunan Kur’an-ı Kerim tilavetiyle başladı. İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Selçuk Coşkun’un yaptığı giriş konuşmasından sonra söz alan Prof. Dr. Çubukçu, anekdotlarla süslediği konuşmasında ilahiyat fakültelerinin geçmişinden ve Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ndeki öğrencilik yıllarından bahsederek, tecrübelerini aktardığı üniversiteli gençlere bazı tavsiyelerde bulundu. Konuşmasının başında Hz. Peygamber (S.A.V) dönemini anlatan Çubukçu, İslam’ın Mekke’de doğduğunu, Medine’de ise gerçek olgunluğuna, ihtişamına kavuştuğunu ve eleştirilerin aksine Mekke’nin başarısızlık değil, bir ‘hazırlık’ dönemi olduğunu söyledi. Çubukçu, “Medine dönemi İslam’ın gelişmesi, olgunlaşması, hukuklaşması demektir” dedi.

    İlk medreselerden, bu kurumların eğitim kalitesini aktaran Prof. Dr. Çubukçu, “Nizamülmülk dönemindeki medreselerden yetişenler, medeniyetimizin en parlak simaları olmuştur” diye konuştu. İlahiyat fakültelerinin kronolojisini de veren Çubukçu, şu bilgileri verdi: “İlk dini kurum, 1949 yılında kurulan Ankara İlahiyat Fakültesi olmuştur. Daha sonra İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü açıldı. 1950-51 yıllarında imam-hatip okulları açılmış, bugün sayı 520’ye ulaşmıştır. Bu kurumlar, son derece şuurlu, kaliteli ve akıllı dini kurumlardır, halktan da destek almışlardır. Bu okulların açılmasında İstanbul’daki bilginlerin ve entelektüellerin ciddi anlamda katkısı olmuştur.” Çubukçu, İslam Enstitüsü’nden mezun olan / yetişen tefsir, hadis, fıkıh, kelam alanlarında eser veren önemli isimlere de değindi.

    İlahiyat öğrencilerine Arapça’yı mutlaka öğretmeliyiz” diyen ve son olarak, kendisini dinleyen öğrencilere hayat tecrübesinden yola çıkarak önemli tavsiyelerde bulunan Çubukçu, şunları kaydetti: “Talebe olmaktaki en önemli şey, müfredat programları değişmesine rağmen, kişinin öğrenme konusundaki şevki ve heyecanıdır. Bizim ise hoca olarak o öğrenme heyecanını öğrenciye vermemiz gerek. Ne var ki heyecan; aklın ve bilimin önüne geçerse ben ondan korkarım. Talebelerim ilim konusunda beni mutlaka geçsin isterim. Gençler, sizler birbirinize Kur’an’dan, hadisten bahsedin. Kabiliyetlerinizi değerlendirin/konuşturun. Meraklarınızdan bahsedin birbirinize. Gençliğinizin kıymetin bilin ve iyi değerlendirin, zamanınızı kaliteli geçirin. Allah, hiçbir bilgiyi (duyduklarınızı bile) ziyan etmez. Sevgili gençler, insanın ilme karşı açlığı olmalı ve ahlaki yönünü kaybetmeden o açlığı doyurmanın peşine düşmeli. Bilgi bakımından güzel örnekler sunmalıyız. Olumsuzlukları güleryüzle karşılamak çok önemlidir. Mutlu olun. Ben Polyanna’yı 3 defa okudum, çünkü çok farklı bir hikaye..Türk – Müslüman eseri değil, ama bizim kendi Polyannamızı yetiştirmemiz lazım. Medeniyet, kültür, ahlak ve iyimserlik numunesi olan dinimiz, bütün güzelliklere cevap verecek örneklerle doludur. Bu örnekleri iyi takip edersek, iyi ilahiyatçılar oluruz. Bayburtlu, İlahiyatçıdan umduğunu bulmalı, İlahiyatçı da Bayburtlu’dan gereken ilgiyi mutlaka görmeli; bu sevgi yaşanmalıdır.”

    Soru-cevapla devam eden konferansın sonunda söz alan Rektör Prof. Dr. Gökhan Budak, üniversitenin ilahiyat fakültesine kütüphanesini armağan eden Prof. Dr. Asri Çubukçu’ya teşekkür ederek, Bayburt Saat Kulesi minyatürü ile çini tabak plaket hediye etti. İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Selçuk Coşkun tarafından konuğa üniversite adına çiçek sunulurken, Bayburt Meslek Yüksekokulu Müdürü İhsan Çubukçu ise, babası Prof. Dr. Asri Çubukçu’ya şahsı ve yüksekokulu adına, Öğretim Görevlisi Emine Taş ile birlikte, özel olarak yaptırdığı çiçeği takdim etti.

    Rektör Prof. Dr. Gökhan Budak, İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Selçuk Coşkun, Belediye Başkanı Hacı Ali Polat, AK Parti İl Başkanı Yusuf Elçi, fakülte dekanları ve akademisyenlerin katıldığı konferans, öğrenciler tarafından büyük ilgi gördü.

     

  • Türkiyede Konuşulan Arapça Lehçeler Sempozyumu Düzenleniyor

    Mardin Artuklu Üniversitesi
    Yaşayan Diller Enstitüsü
    I. ULUSLARARASI TÜRKİYE’DE KONUŞULAN ARAPÇA LEHÇELER VE SÖZLÜ EDEBİYATLARI SEMPOZYUMU
    17-19 Mayıs 2013, Mardin/Türkiye


    Sizleri Mardin Artuklu Üniversitesi Yaşayan Diller Enstitüsü’nün Heidelberg ve Bergen Üniversiteleri’nin işbirliği ile organize ettiği Türkiye’de Konuşulan Arapça Lehçeler Ve Sözlü Edebiyatları Sempozyumu’na davet etmekten büyük onur ve mutluluk duymaktayız.

    Dünya genelinde konuşulan 6 bine yakın dilin yarısına yakını yok olma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Kuşkusuz her dil ölümü önemli bir kültür ve değer kaybıdır. Türkiye’de konuşulan 15’in üzerinde dilden biri olan Arapça farklı lehçeleri ve ağızlarıyla değişik inanç ve kültüre sahip birçok topluluk tarafından konuşulmaktadır. Konu bakımından ilk defa düzenlenecek bu sempozyum, olası dil/lehçe ölümünün önüne geçilmesi ve bir değer olarak çok kültürlülüğün, çok dilliliğin korunması ve geliştirilmesi gayesini taşımaktadır. Bu yönüyle de çok kültürlü, çok dilli dokuya sahip Mardin, Hatay, Şanlıurfa, Siirt ve diğer illerde yaşayan Arapların kültür hayatına katkı sunması amaçlanmaktadır.

    Sempozyumda Türkiye’de yaşayan Arapların sözlü edebiyatı, lehçeleri ve bu lehçelerin özellikleri, sözvarlığı, etimolojisi ve diğer dillerle etkileşimi, ikidillik-çokdillilik bağlamında dil durumları ve problemleri gibi dilbilim konuları ele alınacaktır. Ayrıca aynı konular, göç vb. nedenlerle yurtdışında örneğin Almanya’da yaşayan Türkiye’li Araplar bağlamında da ele alınabilir. 

    Bu tema çerçevesinde olan bildiriler değerlendirilecek ve bildirileri kabul edilenlerin seyahat ve konaklama giderleri karşılanacaktır.

    Düzenleme Kurulu

    Detaylı Bilgi : http://turkeyarabicsymp.artuklu.edu.tr/

  • Kayyu Caillou Arapça Çizgi Film Serisi 19 Bölüm

     

     

     

  • YGS de 5 ve LYS-4 te 8 din kültürü ve ahlak bilgisi sorusu sorulacak

    Ölçme Seçme ve Yerleştirme Merkezi (ÖSYM) Başkanı Prof. Dr. Ali Demir, din kültürü ve ahlak bilgisi dersinden adaylara Yükseköğretime Giriş Sınavı’nda (YGS) 5 ve Lisansüstü Yerleştirme Sınavı’nda (LYS-4) 8 soru yöneltileceğini söyledi.

    Marmara Bölgesi’ndeki üniversitelerin rektörlerinin katılımıyla Sakarya Üniversitesi’nde yapılan ‘ÖSYM Durum Analizi Toplantısı”na katılan ÖSYM Başkanı Demir, toplantı öncesinde gazetecilerin sorularını cevaplandırdı.

    Sınavlarda adaylara Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi soruları yöneltilmesiyle ilgili düşünceleri sorulan Demir, 2013 ÖSYS klavuzunun, YÖK Genel Kurulu’nun kararı doğrultusunda hazırlandığını ifade etti. Klavuzun içeriği hakkında YÖK’ün yetkili olduğunu anlatan Demir; ” Biz ÖSYM olarak uygulayıcı kurumuz. YÖK’ün takdir ettiğini yapmak durumundayız. YGS’de 5 Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi sorusu, LYS 4’te de 8 soru yine Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi’nden sorulacak. Çalışmalara da başladık, gerekli komisyonları da oluşturuyoruz. Bu soruları müfredatla paralel olarak hazırlayacağız. 2013 sınavlarında bu sorular yer alacak. Önümüzdeki yıllarda bu soruların sayısını artmasına yönelik bir çalışmamız yok” dedi.

    Sınav sistemiyle ilgili de bu yıl bir değişiklik çalışmalarının olmadığını kaydeden Demir, şunları söyledi; “Çalışmalar var aslında ama bu yıl herhangi bir değişiklik söz konusu değil. LGS artı LYS sistemi devam ediyor. Bilim ve Teknoloji Yüksek Kurulu’nda bir karar alındı. Üniversite giriş sisteminin güncellenmesi doğrultusunda. Buna yönelik çalışıyoruz. Değişiklik için belirlenen hedef tarih 2015. Bunu çalışmasını da yapıyoruz.”

  • Siretun Nebevi Arapça Dizi 30 Bölüm

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

     
     
     
     
     
     

     
     

     
     

     
     

     
     
     
     
     
     

     
     

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

     
     
     

     
     

     
     
     
     
     
     
     
     

     
     
     

     
     
     

     

     
  • Selahaddin Eyyubi Arapça Dizi 30 Bölüm

    Videoyu Görüntüle
     
     
     
     
     
  • Elektrik kesildi ezan sustu

    Gazetemizde çıkan bir haber üzerine, cemaatin memnun olmayacağını bilerek hakkaniyet adına bazı şeyler söylemem gerekiyor.

    Haber şöyle:

    ‘Trakya’da elektrik dağıtımının özelleştirilmesinden sonra, ihaleyi alan Trakya Elektrik Dağıtım AŞ (TREDAŞ) Tekirdağ, Kırklareli ve Edirne’de elektrik borcu olan birçok caminin elektriğini kesti. Çorlu’nun Ulaş beldesinde bulunan Çamlık Camii’nin elektriğinin de bu kapsamda TREDAŞ ekipleri tarafından 6 ay önce kesildiği ortaya çıktı. TREDAŞ son olarak caminin ısıtması için olunan aboneliğe bağlı elektriği de önceki borcunu gerekçe göstererek kesti. Kesintinin ardından ezan sesinin de sustuğu camide cemaat lüküs (gaz lambası) ışığında ibadetlerini yapmaya çalışıyor… TREDAŞ yetkilileri ise özelleştirme öncesinde bölgede bulunan müftülüklere gerekli uyarıları yaptıklarını, yeni uygulamayı müftülüklere göndererek buna göre tedbir almaları gerektiğini bildirdiklerini ifade ettiler.’

    Fıkıh’ta bir hüküm vardır; bir başkasının mülkü olan mekana (eve, bağa, tarlaya…) sahibinin izni olmadan girip namaz kılmak caiz değildir. Bu yer, orada bulunulduğu sürece gaspedilmiş sayılır.

    Elektriği bir özel şirket üretiyor veya satın alıyor, sonra bunu isteyene (abone olanlara) satıyor. Abone olmak, satın almak demektir. Satın alan ister özel ister tüzel kişi (dernek, vakıf, şirket, daire, cami, okul…) olsun aldığı elektriğin bedelini ödemeye mecburdur; ödemezse haksızlık etmiş olur. Sahibinin rızası dışında kullandığı elektrik ışığında yapacağı ibadet de zedelenir.

    Çare, güçleri yetiyorsa cemaatin, yetmiyorsa daha geniş cemaatin (yakından uzağa çevredeki Müslümanların) para toplayarak borcu ödemeleri ve helal elektriğe kavuşmalarıdır. Elektriği bedava vermiyor veya eski alacağını istiyor diye şirketi suçlamak haksızlıktır.

    Benim meselem sahiplerini hiç tanımadığım, hiçbir alakam bulunmayan şirketi savunmak değildir, benim meselem Müslümanların hak hukuk konusunda kılı kırk yarmaları, attıkları her adımın şeriata uygun olması konusunda titizlik göstermeleri yönünde uyarıdır.

    ‘Kesintinin ardından ezan sesinin de sustuğu camide’ ifadesi de bize yakışmıyor. İlk ezan mikrofona okunup hoparlörden duyurulmadı, bu aletlerin icad edildiği yakın zamanlara kadar da ezanlar minarelerden insan sesiyle okundu ve duyuruldu. Adı geçen camide de mutlaka insanlar ezanı okuyorlar ve seslerinin yettiği kadar çevreye duyuruyorlardır.

    ‘Bu yüzden uzaklardan ezan duyulamıyor’ dense buna bir şey diyemeyiz, ama ‘ezan sesi de sustu’ ifadesi hilaf-ı hakikattir, bu da müminlere yakışmaz.

    Hayrettin Karaman 

    Yenişafak

  • Kıyametin Suyu Çıktı

    Kimine göre yağan kâr manzara demek, güzellik demek, oyun ve eğlence
    demekti. Kimine göre ise bir bankın üstünde, karton kutunun altında
    ölümü solumak demekti. Kimisi için gökten kar değil tatil yağıyordu.
    Kimisi için Erciyes’te, Uludağ’da Kartalkaya’da kayak demekti, kimisi
    için ise üşüyen el ve ayak demekti.

    Öbür taraftan millet kıyameti bekleduruyordu. Ama ne bekleme. Kıyamet
    menüleri cennet çorbası, cennet kebap, yasak elma tatlısı, son dem
    çayı…idi. Allah insanlarımıza akıl versin. Bir şey para etmeye görsün bu
    insanlar Müslüman bile olurlar.

    Maya takvimcileri bu gün için günler bitti artık, sayacak gün kalmadı
    diyorlarmış. Garibce o zamanlar demişti ki, yahu bu maya takvimcilerinin
    işi bizim bedevinin durumuna benzemesin. Hani adam saymasını bilmiyor
    ya, her şeyi parmaklarını göstererek hallediyor. Birinde on bir dirheme
    aldığı bir koyunun fiyatını söylemek zorunda kalmış. İki elinin
    parmaklarını göstermiş, bakmış yetmiyor, tamamlayabilmek için dilini de
    çıkarmış. (İyi ki iki eli de meşgulmüş ve dili çıkarmak için ele
    ihtiyacı yokmuş!)

    Acemi kaptan gemiyi karaya vurmuş ve panikle “Ne oldu?” diyenlere de
    “Yok bir şey! Deniz bitti de!” demiş.

    Onlar bekleyedursun İstanbul’un kıyameti bir gün öncesinden bastırıverdi.

    İstanbul’da on beş milyon insan yaşıyor ve milyonlarca araç var.
    Yolların her iki tarafı sanki park yeri gibi dolu, çoğu yollarda iki
    araç karşı karşıya geldiği zaman, geçiş yapabilmeleri için birinin
    durması bazen de geri geri manevra yapması gerekiyor.

    İstanbul üstelik çok bayır, düz yol neredeyse yok gibi.

    Hal böyle olunca yağan her yağmur ve hele hele kar trafiği içinden
    çıkılmaz hale sokuveriyor.

    İlgililer önceden uyarıyor, özel araçlarla çıkmayın diye. Ama kimse
    takmıyor. Sonra da çoğu kabak lastikli bakımsız araçlar daha kulağına
    kar suyu kaçmadan sersemleşiyor sağa sola yalpalıyor, hızını parkeden
    araçlarda alıyor kimi yan dönüyor ve kimi de olduğu yerde kalıyor. Sağa
    sola çekebileceği yer zaten olmuyor. Öyle olunca da o şerit yan
    dönmüşse her iki şerit anında kapanmış ve arkaya doğru trafik
    yığılıveriyor. Bir de açık göz ve aceleci insanlar devreye girip bir iki
    kaza yapıverdiler mi o da işin tuzu biberi oluyor ve sanki bu durum
    önceden öngörülemeyen, beklenmedik bir durum gibi herkes yetkilileri
    suçluyor. Kimse suçu biraz kendisinde bilmiyor, yanlış yapanlara karşı
    sesini çıkarmıyor.

    Garibce dün 19.00’da dersini tamamladı ve fakülteden çıktı. Baktı yollar
    müsait değil ve trafik kilitli, hiç mi hiç kıpırdamıyor. Başlığını
    kulağının üzerine indirdi ve yürümeye niyet etti. Normal havalarda
    denemişti elli iki dakikada evine varıyordu. Duraklarda bekleyenler
    burunlarından soluyorlardı ve homurdanarak yapılan küfürler duyuluyordu.
    Belli ki dakikalarca belki saatlerce bekleyenler vardı. Yürüselerdi
    belki bunların çoğunun evi yürüme mesafesinde bulunuyordu. Ama adam hiç
    yürümemişti ki. Gövdesini taşıyan kendisini bir yerden bir yere
    götürebilecek ve hiçbir aracın gidemeyeceği yerlere gidebilecek iki tane
    ayak sahibi olduğunun farkında bile değildi. Sadece bekliyorlardı. Çünkü
    sanki beklemeğe kodlanmışlardı.

    Garibce durakların önünde yığılı kalabalıkları yararak yol boyunca
    yürüdü. Hava sepeliyordu, ama çok soğuk değildi, fazla sulu da değildi.
    Yol ise yer yer kaygan ve sulu idi. Ayakkabı belli ki bir süre sonra su
    alacağa benziyordu. Ama olsun du beklemekten iyi idi. Yol boyunca
    Kısıklı Camii’nin orada ışıklar altında oluşan manzara çok hoşuna gitti
    bir iki fotoğraf da çekti. Çamlıca tepesini aştı. Kendi kendine dağ ne
    kadar yüksek olursa olsun yol onun üzerinden aşar gider diyordu. Artık
    yokuş kalmamış yönü inişe dönmüştü. Bayır aşağı inmek frenler iyi olursa
    daha kolay oluyordu. Kayma riski biraz daha fazlaydı ama olsundu.
    Üstelik alış verişini de yaptı ve evine sağ salim ulaştı. O saatlerde
    yol hala açılmamıştı. Elli iki dakikalık yolu bir saat on beş dakikada
    almıştı ama artık evindeydi. Yürüme yapmıştı. Biraz üşümüştü ama
    bekleseydi çok daha fazla üşüyecekti. Yolun çilesi bitmişti. Şimdi buna
    karşılık sıcacık bir çorbanın keyfi daha bir başka olacaktı. İçeceği çay
    her gün içtiği çayın aynısı idi ama bugün daha bir lezzetli olacaktı.

    Üstelik Arabasını Fakültede güvenli bir yerde bırakmıştı. Yüz otuz beş
    kuruş da otobüsten kazanmıştı.

    Aslında akıl etseydi, otobüse değil de taksiye binmekten vaz geçer
    böylece on küsur lira da kazanabilirdi. Fakat laf aramızda Garibce biraz
    saf. Bu tür hinliklere pek aklı ermez. Hem yüz otuz beş kuruş da az
    değil, böyle kısa ve karlı bir günün kârı olarak.

    İşte böyle. Bizim bu insanlar neden evlerine yürüyerek gitmeyi
    denemezler. Çoğu yolcu duraklarda beklediği zaman kadar yol yürüse en az
    yarısı evine ulaşabilir durumdadır. Yol boyunca birçok kimsenin de
    yürümekte olduğunu görmem beni sevindirdi. Demek ki Garibce yalnız da
    değil. Böyle muhabbetle gidenler bile vardı. Üstelik yarın
    anlatabilecekleri bir tecrübeleri olacaktı. Birazcık meşakkat çekmişler
    ne gamdı.

    Keşke İstanbul’da yürüme ve bisikletliler içinde yollar da olsa.

    Kestane kebap yemesi sevap.

    Dua ile!

     

    GARİBCE

  • Çan Eğrisi ve Seç(tir)meli Dersler İlahiyattın Problemleri

     

    14-15 Aralık 2012 tarihlerinde Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nin ev sahipliğinde Erzurum’da gerçekleştirilen “İlahiyat Öğrencilerinin Geleceği – İlitam ve Formasyon’’ adlı panel düzenlenmiştir.

    Saygı duruşu ve İstiklal marşının okunmasıyla başlayan panel Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğrencilerinden Bayram DİNÇ’in Kur’an tilavetiyle başlamış, Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğrenci Başkanı Sıddık AKYASAN’ın selamlama konuşması ve Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Davut YAYLALI’nın hoşgeldiniz konuşmasıyla devam etmiştir. YAYLALI, yaptığı konuşmada İlahiyat Fakültesi öğrencilerinin artık toplumda hak ettikleri konuma gelmeleri gerektiğini ve bu yönde katkıda bulunmaya çalıştıklarını dile getirmiştir. Ayrıca öğrencilerin kendilerini ifade edebilecekleri bu tür platformlarla bir araya gelip sorunları dile getirmeleri ve bu sorunlara çözüm üretmelerinin oldukça ümit verici bir gelişme olduğunu ve bu durumdan memnun kaldıklarını ifade etmiştir.

    Doç. Dr. Eyüp BEKİRYAZICI’nın başkanlığında gerçekleşen panelde ilk sunumu yapan Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğrencilerinden Muhammet SÜMER, YÖK’ün Pedagojik formasyon hakkında vermiş olduğu kararlar Üniversitelere ayırmış olduğu kontenjanlar ve Pedagojik Formasyon başvurusu için gereken şartlar hakkında bilgi verdi. Yine mevcut uygulamanın öğrenciyi hem maddi hem de manevi olarak yıprattığını ve bu anlamsız koşulların ortadan kaldırılması gerektiğini dile getirmiş, ayrıca Milli Eğitim Bakanlığı ve özellikle Diyanet İşleri Başkanlığı’nın ihtiyaçlarını göz önünde bulundurularak şartların iyileştirilmesi gerektiğini savunmuştur.
    İlitamda Kalite Artmalı ve İlitam Şerhi Eklenmeli

    İkinci olarak söz alan Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğrencilerinden Merve ULUSOY, Diyanet işleri başkanlığı, personelinin vermiş olduğu hizmet kalitesini artırmaya yönelik olarak açılan ve örgün eğitim alma imkanı olmayan öğrencilerin de faydalandığı İLİTAM programının kuruluş gayesinin göz ardı edilmeden verilen derslerin gözden geçirilip mevcut halinin iyileştirilmesi ve İLİTAM mezunu öğrencilerinin diplomalarına “İLİTAM” şerhinin eklenmesi gerektiğini dile getirmiştir.

    Üçüncü olarak söz alan Necmettin Erbakan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğrencilerinden Rabia DEMİR, İlahiyat Fakültelerinde uygulanan eğitim sisteminin öğrencinin herhangi bir alana yoğunlaşmasına engel teşkil ettiğini bunun sebebinin ise öğrencinin mezun oluncaya kadar ki her dönemde yeni derslerle karşılaşması dolayısıyla seçeceği alanı son sınıfa kadar belirleyememekte olduğunu ifade ederek, çözüm olarak ise öğrenciye lisans eğitiminin ilk yıllarında ilahiyat ilimlerinin ağırlıklı olarak okutularak son yıllara doğru öğrencinin ilgi duyduğu alana yönlendirilmesinin sağlanması gerektiğini ifade etmiştir.
    Çan Eğrisi ve Seçmeli Dersler

    Son olarak söz alan Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğrencilerinden İbrahim SAY, İlahiyat fakültelerinde yürütülen mevcut sistemin ve öğretim üyelerinden kaynaklanan sorunların öğrencilere olumsuz yönde yapmış olduğu etkiden bahsederek bu sorunların biran önce çözülmesi gerektiğini dile getirmiştir. Mevcut düzende uygulanan çan eğrisi, seç(tir)meli derslerin öğrencilere dayatılması, fakültelerdeki fiziki yetersizlikler, sosyal imkanların yetersizliği ve bazı hocaların keyfi tutumları, araştırmaya ve öğrenmeye değil de ezbere ve nota dayalı bir sistemin kabul edilemezliği üzerinde durmuş, bu sıkıntıların bir an önce çözüme kavuşturularak İlahiyat Fakültelerinde sağlıklı bir eğitim ve özellikle öğretimin yapılması gerektiğini dile getirmiş, çağımızın problemlerini ve ihtiyaçlarını giderebilecek düzeyde geleneği iyi bilen, modern imkanlarla donanımlı ‘arif-aydın’ modelinde ilahiyatçıların yetiştirilmesi gerektiğini savunmuştur.

    Gelecek Sene Bursa’da

    Gerçekleşen bu panelden sonra İlahiyat Öğrencileri Platformu dönemlik toplantısını yoğun bir katılımla gerçekleştirmiştir. Toplantıda yeni bir yönetim kurulu oluşturulmuş, görev dağılımları yapılmış, önümüzdeki bahar döneminde Bursa’da Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nin ev sahipliğinde gerçekleştirilecek olan toplantı ve çalışmaların içeriği tartışılıp değerlendirmeye alınmıştır.

    İletişim :ibrahim-dikmen @hotmail.com

  • Kırmızı mangır Beyaz baldır

    Ben Mahir İz Hoca’ya yetişmedim. Ama onun adı bizim adresimiz oldu. Çünkü M.Ü. İlahiyat Fakültesinin adresi Mahir İz Caddesi No 2 / Bağlarbaşı idi.

    O yüzden elimize geçen dekanlığa ait her resmi yazının altında rahmetlinin adı gözümüze ilişti. Rahmete vesile olsun.

    Yılların İzi diye hatıratını yazmış.

    Hepimizin üzerinde yılların izi var. Kimi alnımızda çizgiler olmuş, kimi şakaklara düşen aklıklar, kimi dazlayıp göz alan kafalar, kimi değirmendeymiş gibi ağaran başlar, kimi bükülen beller, kimi tutmayan dizler, kimi görmeyen gözler, kimi titreyen eller, kimi bağı çözülen diller… Geçen her bir sene illa ki bir iz bırakıyor üzerimizde.

    Rahmetli ile anlatılanlardan en çok duyduğum “kırmızı mangır beyaz baldır” secisi.

    İnsanım diye gezenler, kendilerini işlemedikleri günahın masumu sanmasınlar. Yusuf’um diye kasılıp caka satanlar, karşılarına Züleyha çıktı mı ki öyle kasılırlar hele bir baksınlar.

    Kendilerine tamamen duygusal olarak kırmızı kırmızı mangırlar sunuldu mu ki. Tabi değişim bunları da etkiledi artık deste deste, yahut çanta dolusu yeşil kimya bozanı demek mi lazım. Belki de raconda bir adı vardır bilmediğimiz.

    Hele çakma Yusufların boyunlarındaki uçkurlarının fettan bir dilberin eline geçmesi halinde sürüklenemeyecekleri bir cehennem çukuru düşünülebilir mi?

    Kabbal geleneğine göre Havva’dan önce güya Âdem’in Lilit adında bir belalısı varmış. Oğulları hâlâ onun kızları tarafından düşte aldatılmaya devam ediyormuş.

    Bizim inancımıza bu uymuyor. Ama bizim başımızı yakan kendi babamızın öz kızları. Biz Âdem’in oğulları, bize eş olarak yaratılmış olan kızlarına karşı ilgi ve heyecan duymamız, yay kaşlarına ok kirpiklerine gönlümüzü hedef kılmamız, görünce feleğimizi şaşırmamız, elimizin ayağımıza dolaşması, yüreğimizin hop hop etmesi çok tabii, belki de bu olması gereken davranış şeklidir. Fakat bunu da kitabına göre yapmak lazım.

    Mükerrem olan insan ve onun bedeni, insanî değerler ve hele cinselliğe mahal şeyler eskilerin tabiri ile öyle bezli ve meni cari şeyler mi ki keyfimize göre hareket edelim. İlle de bunları insanî bir biçimde kılıflamamız, örtmemiz, öyle çırılçıplak ortalığa salıvermemiz gerekiyor.

    Sifahı nikahtan ayıran husus, bu tür cinsel alakaların insanların iştirakinin sağlanacağı merasimlerle yapılıyor olmasıdır.

    Yakın tarihe ve geriye doğru baktığımız zaman kadın erkek ilişkilerinin çok kaygan ve kırılgan bir zemini oluşturduğu görülüyor. Kontrol edilemeyen yahut saklanan ama zamanla kokusu çıkan bu türden ilişkilerin nicelerini bulundukları makam ve mevkiden alaşağı ettiği biliniyor. Amerikan Başkanı mı dersiniz, ülkemizde parti başkanları mı, tarikat şeyhleri mi, kanaat önderleri mi, ileri düzey siyasiler mi… nice insanlar hep uçkur çukurundan esfel-i safilin bataklığına düşmüşlerdir.

    Malcolm X’in, “Tanrı değilse bile, Tanrı’dan hiç de aşağı kalası değil” diye adeta tapındığı Elijah Muhammed’in gözünden düşmesine sebep yanında çalıştırdığı iki sekreterinin “çocuklarının babasının Elijah olduğu” iddiasıyla nafaka davası açmaları olmuş.

    Bunun örnekleri saymakla bitmez. Üstelik gönülleri de karartır. Hem sıradanlaştırma gibi olumsuz bir işlev de görebilir. Bunların şüyuu vukuundan beterdir de.

    Yüce Rabbimizden niyazımız, bizi bize komasın!

    Bizi altından kalkamayacağımız baştan belli sorularla imtihana çekmesin.

    Zinhar zehir içre baldır

    Kırmızı mangır beyaz baldır

     

    GARİBCE