Yıl: 2012

  • ALMAK – ALDI أخذ ehaze mazi çekimi:

     

     
    هُمْ أَخَذُوا  3
    (Hum ehazû)
     
    Onlar aldılar (erkek)
     
    هُمَا أَخَذَا  2
    (Humâ ehazâ)
     
    O ikisi aldı (erkek)
     
    هُوَ أَخَذ  1
    (Huve ehaze)
     
    O aldı (erkek)
     
     
     
    Gâib
     (erkek)
     
    هُنَّ أَخَذْنَ  6
    (Hunne ehazne)
     
    Onlar aldılar (bayan)
     
    هُمَا أَخَذَتَا  5
    (Humâ ehazetâ)
     
    O ikisi aldı (bayan)
     
    هِيَ أَخَذَتْ  4
    (Hiye ehazet)
     
    O aldı (bayan)
     
     
     
    Gâibe
     (bayan)
     
    أَنْتُمْ أَخَذْتُمْ  9
    (Entum ehaztum)
     
    Siz aldınız (erkek)
     
    أَنْتُمَا أَخَذْتُمَا  8
    (Entumâ ehaztumâ)
     
    Siz ikiniz aldınız (erkek)
     
    أَنْتَ أَخَذْتَ  7
    (Ente ehazte)
     
    Sen aldın (erkek)
     
     
     
    Muhatab 
    (erkek)
     
    أَنْتُنَّ أَخَذْتُنَّ  12
    (Entunne ehaztunne)
     
    Siz aldınız (bayan)
     
    أَنْتُمَا أَخَذْتُمَا  11
    (Entumâ ehaztumâ)
     
    Siz ikiniz aldınız (bayan)
     
    أَنْتِ أَخَذْتِ  10
    (Enti ehazti)
     
    Sen aldın (bayan)
     
     
     
    Muhataba (bayan)
     
    نَحْنُ أَخَذْنَا  15
    (Nahnu ehaznâ)
     
    Biz aldık
     
    نَحْنُ أَخَذْنَا  14
    (Nahnu ehaznâ)
     
    Biz ikimiz aldık
     
    أَنَا أَخَذْتُ  13
    (Ene ehaztu)
     
    Ben aldım
     
     
     
    Nefsi mütekellim
    (cinsiyet farkı yok)

     

     

    Enise Sema Gonca
  • AÇMAK – AÇTI فتح mazi çekimi

     (Tablo sağdan sola doğru okunur, sayıları 1’den 15’e doğru takip ederek tabloyu okuyun)

     
    هُمْ فَتَحُوا  3
    (Hum fetahû)
     
    Onlar açtılar (erkek)
     
    هُمَا فَتَحَا  2
    (Humâ fetahâ)
     
    O ikisi açtı (erkek)
     
    هُوَ فَتَحَ  1
    (Huve fetaha)
     
    O açtı (erkek)
     
     
     
    Gâib
     (erkek)
     
    هُنَّ فَتَحْنَ  6
    (Hunne fetahne)
     
    Onlar açtılar (bayan)
     
    هُمَا فَتَحَتَا  5
    (Humâ fetahatâ)
     
    O ikisi açtı (bayan)
    هِيَ فَتَحَتْ  4
    (Hiye fetahat)
     
    O açtı (bayan)
     
     
     
    Gâibe
    (bayan)
     
    أَنْتُمْ فَتَحْتُمْ  9
    (Entum fetahtum)
     
    Siz açtınız (erkek)
     
    أَنْتُمَا فَتَحْتُمَا  8
    (Entumâ fetahtumâ)
     
    Siz ikiniz açtınız (erkek)
     
    أَنْتَ فَتَحْتَ  7
    (Ente fetahte)
     
    Sen açtın (erkek)
     
     
     
    Muhatab 
     (erkek)
     
    أَنْتُنَّ فَتَحْتُنَّ  12
    (Entunne fetahtunne)
     
    Siz açtınız (bayan)
     
    أَنْتُمَا فَتَحْتُمَا  11
    (Entumâ fetahtumâ)
     
    Siz ikiniz açtınız  (bayan)
     
    أَنْتِ فَتَحْتِ  10
    (Enti fetahti)
     
    Sen açtın (bayan)
     
     
     
    Muhataba (bayan)
     
    نَحْنُ فَتَحْنَا  15
    (Nahnu fetahnâ)
     
    Biz açtık
     
    نَحْنُ فَتَحْنَا  14
    (Nahnu fetahnâ)
     
    Biz ikimiz açtık
     
    أَنَا فَتَحْتُ  13
    (Ene fetahtu)
     
    Ben açtım
     
     
    Nefsi mütekellim
    (cinsiyet farkı yok)

     

     

    Enise Sema Gonca
     
     
    Arapça Fiil Çekimleri  AÇMAK – AÇTI فتح mazi çekimi
    Arapça Fiil Çekimleri  AÇMAK – AÇTI فتح mazi çekimi
    Arapça Fiil Çekimleri  AÇMAK – AÇTI فتح mazi çekimi
  • İTAAT ETTİRMEK خضع

     
     
     
    هُمْ مَا أَخْضَعُوا 3
    (Hum mâ ahda’û)
     
    Onlar itaat ettirmediler
    (erkek)
     
     
    هُمَا مَا أَخْضَعَا 2
    (Humâ mâ ahda’â)
     
    O ikisi itaat ettirmedi (erkek)
     
    هُوَ مَا أَخْضَعَ 1
    (Huve mâ ahda’a)
     
    O itaat ettirmedi
    (erkek)
     
     
     
    Gâib
    (erkek)
     
    هُنَّ مَا أَخْضَعْنَ 6
    (Hunne mâ ahdağne)
     
    Onlar itaat ettirmediler(bayan)
     
     
    هُمَا مَا أَخْضَعَتَا 5
    (Humâ mâ ahda’atâ)
     
    O ikisi itaat ettirmedi
    (bayan)
     
    هِيَ مَا أَخْضَعَتْ 4
    (Hiye mâ ahda’at)
     
    O itaat ettirmedi
    (bayan)
     
     
     
    Gâibe (bayan)
     
    أَنْتُمْ مَا أَخْضَعْتُمْ 9
    (Entum mâ ahdağtum)
     
    Siz itaat ettirmediniz
    (erkek)
     
     
    أَنْتُمَا مَا أَخْضَعْتُمَا 8
    (Entumâ mâ ahdağtumâ)
     
    İkiniz itaat ettirmediniz(erkek)
     
    أَنْتَ مَا أَخْضَعْتَ 7
    (Ente mâ ahdağte)
     
    Sen itaat ettirmedin
    (erkek)
     
     
     
    Muhatab (erkek)
     
    أَنْتُنَّ مَا أَخْضَعْتُنَّ 12
    (Entunne mâ ahdağtunne)
     
    Siz itaat ettirmediniz
    (bayan)
     
     
    أَنْتُمَا مَا أَخْضَعْتُمَا 11
    (Entumâ mâ ahdağtumâ)
     
    İkiniz itaat ettirmediniz(bayan)
     
    أَنْتِ مَا أَخْضَعْتِ 10
    (Enti mâ ahdağti)
     
    Sen itaat ettirmedin
    (bayan)
     
     
     
     
    Muhataba (bayan)
     
    نَحْنُ مَا أَخْضَعْنَا 15
    (Nahnu mâ ahdağnâ)
     
    Biz itaat ettirmedik
     
     
    نَحْنُ مَا أَخْضَعْنَا 14
    (Nahnu mâ ahdağnâ)
     
    İkimiz itaat ettirmedik
     
    أَنَا مَا أَخْضَعْتُ 13
    (Ene mâ ahdağtu)
     
    Ben itaat ettirmedim
     
     
     
    Nefsi mütekellim
    (cinsiyet farkı yok)
     
     
     
     
    Bu fiil: (  li: لِ  ) cer harfi ile kullanılır.
    Birisine boyun eğdirmek, itaat ettirmek, itaate zorlamak, zorla boyun eğdirmek, boyunduruğu altına almak anlamlarına gelir.
     
     
    İtaat ettirdi
     
    Ahda’a        (Mazi )
    أَخْضَعَ
     
    İtaat ettiriyor
     
    Yuhdiu       (Muzari)
     
    يُخْضِعُ
     
    İtaat ettirmek
     
    İhdâğ           (Mastar)
     
    إِخْضَاع
     
     
    Örnek cümle:
     
     
    أَخْضَعُوهَا   لِعَمَلِيَّةٍ   قَيْصَرِيَّةٍ .
     
    Ahdaûhâ li ameliyyetin kaysariyyetin.
     
    Onu sezaryen ameliyatına zorladılar / razı ettiler.
     
     
     
    Zorladılar, boyun eğdirdiler
     
    Ahdaû
     
    أَخْضَعُوا
     
    Onu (bayanı)
     
     
    هَا
     
    Sezaryen ameliyatı
     
    Ameliyye kaysariyye
     
    عَمَلِيَّة قَيْصَرِيَّة
    Enise Sema Gonca
  • Şiddete karşı olmanin anlamsizligi

     
    Garibce nazarında şiddete karşı olmak anlamsız bir şey. Çünkü şiddet sıradan bir şey değil, bir sonuç.
     
    Asıl karşı olunması gereken hususlar o sonucu intaç eden sebepler olmalı.
     
    Şiddet, birilerinin karşı çıkmasıyla ortadan kalkacak, yok olacak bir şey de değil.
     
    Tüm doğada var.
     
    Hem terbiye aracı olarak, hem tecziye aracı olarak tarih boyunca vardı ve günümüzde de var.
     
    Hanelerde var.
     
    Devletler arasında var.
     
    Hayvanlar aleminde var.
     
    Bitkiler aleminde var.
     
    Var da var.
     
    Bizim evin önünde büyük bir ceviz ağacı vardı. Dibinde olan ne varsa hepsini boğdu, biraz uzakta olanları da altından kovdu.
     
     Ölçüsüz
     
     bakın.
     
     fidanlara
     
     yerlerdeki
     
     ağaçlı
     
     
     
    Sık
     
     biçimde boyları uzuyor, enlemesine gelişemiyorlar, verimli olamıyorlar. Öncekiler sonra dikilenlere adeta şiddet uyguluyor.
     
    Hayvanların birbirleriyle oyunlarına bakın. Sürünün liderliğini ele geçirme mücadelelerine bakın! Annenin yavrularını eğitimine bakın, hepsinde şiddet var.
     
    Ama doğada doğal olarak var olan şiddet yerinde ve dozunda.
     
     yerinde ve
     
     Şiddetin
     
     budur.
     
     işte
     
     da
     
     olan
     
     
     
    Önemli
     
     dozunda kullanılması.
     
    Askerlikte, “Asker, lütfen ayağa kalkar mısın?, Gece
     
     bulaşığa yazabilir
     
     Sizi
     
     mıydınız?
     
     nöbetine çıkar
     
     miyiz?” üslubu gitmiyor.
     
    Otoritesiz hayat yürümüyor. Disiplin lazım geliyor. Kaosa son vermek ve düzen kurmak ve sürdürmek uğruna lazım geldiğinde şiddet kullanmak gerekebiliyor.
     
    Ama ölçülü olarak ve tam yeri geldiğinde!
     
     ala’l-
     
     “Eşiddâu
     
     bahsederken
     
     mü’minlerden
     
     
     
    Allah
     
    küffâr ve ruhamâu beynehum” buyuruyor. “Düşmanlarına karşı sert ama kendi aralarında çok sevecen, şefkatli ve merhametli olurlar”, diyor. Tabi
     
     kasteden,
     
     hayatınıza
     
     da sizin
     
     kastedilen düşman
     
     öldürmediğiniz zaman sizi öldürecek olan düşmandır. Yoksa mücerred sizin inancınızı
     
     şiddet
     
     olana
     
     inançsız
     
     her
     
     diye
     
     paylaşmıyor
     
     uygulayacaksınız, onlara savaş açacaksınız
     
     uğradıkları,
     
     Zulme
     
     anlaşılmamalı.
     
     da
     
     anlamında
     
     haksız yere yurtlarından çıkarıldıkları için insanlarımıza müşrik Araplara karşı savaş etmeleri izni verilmiştir[1]. (bk. el-Hacc 22/39-40) Bu itibarla bunu teşmil etmek baştan yanlıştır. Fetihleri de insanları şiddet uygulayarak İslâm’a zoraki de olsa sokma
     
     engelleri
     
     önündeki
     
     davetinin
     
     İslâm
     
     değil,
     
     çabası
     
     kaldırma amaçlı yapılan çabalar olarak görmek gerekiyor.
     
    Günümüzde şiddet deyince merkeze hemen kadın ve çocuk oturuveriyor. Zayıf olan, okkanın altına gidiyor. Açlıktan ölenlerin kahir ekseriyetini çocuklar ve kadınlar oluşturuyor.
     
     kalanların
     
     maruz
     
     şiddete
     
     uğrayanların,
     
     
     
    Tecavüze
     
     çoğunluğunu da keza öyle onlar oluşturuyor.
     
    Şiddet olmasın.
     
    Şiddete karşıyız.
     
    İyi, olmasın, ama oluyor.
     
    Neden oluyor?
     
    Çünkü şiddeti üreten sebepler yeterince var da ondan!
     
    Şiddet eskiden de vardı elbette.
     
    Ama şimdilerde hem daha çok, hem de daha çok ortada. Çırılçıplak, o yüzden de utanılacak bir durum oluşturuyor ve çok rahatsız ediyor.
     
    Bir kere doğru tespit etmek lazım: Sadece erkekler kadınlara değil, aslında gücü yeten gücü yettiğine şiddet uyguluyor.
     
    Şiddete maruz kalan kadının bizzat kendisi aynısını
     
     kocasına
     
     şekillerde
     
     farklı
     
     ve
     
     çocuklarına
     
     kendi
     
     uygulayabiliyor.
     
    Beni anam rahmetli derede anadan üryan çimdirirken bir eliyle kafama sabun çalardı, bir eliyle de sırtıma sırtıma şaplak çalardı. Ne yapsın kadın, bizimle baş edemezdi. Anneleri kimse dinlemez. Köy yerlerinde o zamanlar on beş günde bilemedin ayda bir yunak yunuyor, onda da çocuk yıkanmaya yanaşmaz, elinin altından kaçar, zorla tutar oturturlar, o da öfkesini öyle alır. Sen misin çimmek istemeyen ve elinin altından kaçan? Ne yapsın şimdi bu kadın. Sevgisiz desek, değil. Sever. On tane de olsa her biri ciğer paresi, birini diğerinden ayırt etmez. Birinin ayağına taş değse o acısını yüreğinde duyar. Bir ağıt yakar, hepsinin adını bir bir sayar. Ama çimdirirken bir taraftan da pataklar.
     
    Kadın, evin ekmeğini kendi yapar. On çocuk iki de kendileri tam on iki horanta, bir de gelip giden eksik olmaz bütün bunların günlük ekmeğini anne olarak sen kendin yapacaksın, hamurun yarısına gelmişsin, pişirdiğin ekmeğin sayısı ise bir türlü artmıyor. Sacın üstünden daha inmeden eller ardı ardına uzanıyor ve sen yetiştiremiyorsun. Artık tükenmişsen, elindeki oklavayı ya da efracı tam o sırada kim elini
     
     bu
     
     indirivermişsen
     
     kafasına
     
     onun
     
     uzatmışsa
     
     sevgisizlikten ve şiddet severlilikten değil, bu başka bir şeyden. Bu artık gücün tükenmesinden ve çaresizlikten…
     
     yarılan
     
     ve
     
     yiyen
     
     çalgı
     
     çocukların
     
     o
     
     yüzden
     
     
     
    O
     
     kafasında, şaplak yiyen tenlerinde güller bitmiş, ne bir acı ne bir ıstırap kalmış yerlerinde.
     
    Sorun zamanla kapanmayan dil yaraları.
     
    Sorun dil yaralarının kanattığı, müstehzi, saygısız
     
     kin ve öfke dolu taşlaşmış
     
     körüklediği
     
     bakışların
     
     kalplerin kustuğu nefret ve şiddet.
     
    Sorun çaresizliğin çaresi olarak görülen kin, nefret ve şiddet.
     
    İnsanları savurdunuz, aileleri un ufak ettiniz ve çekirdek haline getirip dört duvarın arasına tıktınız.
     
     İhtiraslar,
     
     var.
     
     beklentileri
     
     kocadan
     
     Kadının
     
     ihtiyaçların yerini almış, adam karşılayamıyor. Kocanın kadından beklentileri var, sabır ve tahammül istiyor, davranışlarıyla, bakışlarıyla belki yalvarıyor,
     
     da
     
     bulup
     
     sıra
     
     bakmaktan
     
     ellerine
     
     adamın
     
     kadın
     
     başını kaldırıp yüzüne ve gözüne bir türlü bakmıyor ki… Dolayısıyla adam da bir türlü karşılık bulamıyor.
     
    Bu dört duvar arasında yanlarında hiç kimse yok. Her yerde hâzır ve nâzır olan Allah ise çoğu kez kırsal’da kalmış ve henüz şehre tam anlamıyla getirilememiş
     
     beklentilerini
     
     birbirlerinden
     
     Dolayısıyla
     
     (Hâşâ!).
     
     karşılayamayan, birbirini bir türlü anlayamayan iki insanın bir hücrede hapsi gibi bir ortam kin, nefret ve şiddet üretmesin de ne üretsin.
     
    Adamcağız, tarım toplumunun dolu ambar gibi yıllık ekonomik güvencelerini terk ederek şehre inmiş, nevalesini şimdi günlük kazanıyor ve poşetle eve taşıyor, artırma şöyle dursun kazancı doğru dürüst yetmiyor. Kadın ve varsa çocuk o adamdan ekstra taleplere başlıyorlar. Çoğu da ihtiyaç değil, ihtiras kabilinden. Çocuğun istediği bir çağdaş oyuncak, adamın belki bir-iki aylık maaşına denk. Bu şekilde talepler ve bahaneler, ısrarlar ve savsaklamalar
     
     noktasına
     
     kopma
     
     ve
     
     gerilme
     
     işler
     
     sonucunda
     
     geliyor. Taraflar restleşiyor. Çaresizlik son çare
     
     gönlü
     
     yaralarıyla
     
     Dil
     
     giriyor.
     
     devreye
     
     olarak
     
     paramparça olmuş adamın kalkan yumruğu bir
     
     gibi
     
     pestil
     
     çocuğu
     
     kadını/
     
     dolu
     
     öfke
     
     balyoz gibi
     
     yassılamak ve pürüzsüz hale getirmek istiyor. Bir iki derken kadın / çocuk korku eşiğini de bir aştı mı artık hiç kimseyi durdurmak mümkün olmuyor.
     
     mutluluk
     
     olması,
     
     adresi
     
     sükunun
     
     ve
     
     
     
    Huzur
     
     devşirilmesi için tasarlanan yuva, kemik kırma, göz morartma, et çürütme, diş geçirme, haya sıkma ve hatta punduna getirip boğaz kesme, parçalama ve dilim dilim dilimleme, kıyma çekme atölyelerine dönüşüyor.
     
    Müdahil olacak hiç kimse yok mu?
     
    Yok!
     
    Baba dede/ anne nine varsa huzur evlerinde. Ya da ben doğduğum yerde ölmek istiyorum diye kaldığı memleketinde.
     
    Konu komşu! Ohooo! Onlar sizlere ömür, komşuluk çoktaaan öldü. Hem dizilerimiz var. Komşunun kahrını kim çeker. Evdeki başköşeye kurulmuş deccal (tv) ve kıyamet alametlerinden olan dâbbetü’l-arz (internet) bize sosyallik olarak yetiyor da artıyor bile.
     
    Geriye ne kaldı.
     
    Geriye karşılıklı kin, nefret ve öfke. Her iki taraf da yorulana kadar bu iş devam edeceğe benziyor. Kin, nefret ve öfke öyle bir şey ki, ateşin odunu yemesi ve yedikçe kuvvetlenmesi gibi, kolay kolay dinmiyor, teskin olmuyor, ateşlendikçe ateşleniyor, harlandıkça harlanıyor.
     
    Allah’ım ne olur, artık şehirlerimize, dört duvar arası mahpushanelerimize de gel!
     
     Vedûd’sun.
     
     Sen
     
     Rahîmsin.
     
     ve
     
     Rahman’sın
     
     Sen
     
     Sevginden, rahmet ve merhametinden bize de ver!
     
    Başka çaremiz yok.
     
    “Çaresizseniz çare sizsiniz!” diye bizi kendi halimize mahkum etme anlayışına son ver. Biz seni analım,
     
     sahipsiz
     
     ve
     
     kimsesiz
     
     ki,
     
     Ol
     
     ol!
     
     bizimle
     
     sen
     
     kalmayalım, sevginle bir olalım, diri olalım, sevelim, sevilelim. Yüzümüze gene renk gelsin; ama mor değil, al olsun! Gözlerimize ışık gelsin. Hayatımız umut dolsun.
     
    Sana muhtacız! Bizi kendi halimize koyma. Medet ya Erhame’r-Râhımîn!
     
     
    GARİBCE
     
     39 ]1[
     
     
     
    نِذُأ َ ﻦﻳِﺬﱠﻠِﻟ َ نﻮُﻠَﺗﺎَﻘُﻳ َ ﻢُﻬﱠﻧَﺄِﺑ ْ اﻮُﻤِﻠُﻇ نِإَو َّ ﻪﱠﻠﻟا َ ﻰَﻠَﻋ ﻢِﻫِﺮْﺼَﻧ ْ ﺮﻳِﺪَﻘَﻟ ] ٌ ﺞﺤﻟا :
  • İlahiyat Fakültesi, KPSSde Türkiye birincisi oldu

    Hangi İlahiyat Fakültesi, KPSsde Türkiye birincisi oldu ?

    Ölçme, Seçme ve Yerleştirme Merkezi (ÖSYM) tarafından 2012 yılında yapılan Kamu Personeli Seçme Sınavı’nda (KPSS) Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi (RTEÜ) İlahiyat Fakültesi, tüm ilahiyat fakültelerini geride bırakarak Türkiye birincisi oldu.

            ÖSYM, her yıl bütün üniversitelerin merakla beklediği ve kendi bölüm ve programlarının Türkiye sıralamasında bulunduğu yeri öğrendikleri ‘Yükseköğretim Programlarına Göre 2012 Kamu Personel Seçme Sınavı (Lisans) Sonuçları’ adlı kitapçığını yayımladı. 2012 KPSS Lisans Sonuçları kitapçığındaki bilgilere göre Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nin, Marmara Üniversitesi, İstanbul Üniversitesi ve Ankara Üniversitesi gibi köklü üniversitelerin bünyelerinde yer alan ilahiyat fakültelerini geride bıraktığı belirlendi.

            YÖK istatistiklerine göre 2010 yılında Türkiye dördüncüsü, 2011 yılında Türkiye beşincisi olan Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, 2012 yılında ise Türkiye birincisi oldu. Fakülte yetkilileri, alınan başarı sonrası, “Rize’nin ilk fakültesi olan ilahiyat fakültesinin bizlere gurur veren bu başarısında emeği bulunan başta öğretim elemanları ve öğrenciler olmak üzere herkese teşekkür ederiz.” ifadelerini kullandı.

  • Endülüsün Fethi Arapça Çizgi Film

     

     

     

     

     

    Endülüsün Fethi Arapça Çizgi Film ARapça Çizgi Film Arapça Şarkılar Arapça Dersler Fasiharabic Fasih Arapça Arapça Gramer Klasik Arapça

    Endülüsün Fethi Arapça Çizgi Film ARapça Çizgi Film Arapça Şarkılar Arapça Dersler Fasiharabic Fasih Arapça Arapça Gramer Klasik Arapça

    Endülüsün Fethi Arapça Çizgi Film ARapça Çizgi Film Arapça Şarkılar Arapça Dersler Fasiharabic Fasih Arapça Arapça Gramer Klasik Arapça

    Endülüsün Fethi Arapça Çizgi Film ARapça Çizgi Film Arapça Şarkılar Arapça Dersler Fasiharabic Fasih Arapça Arapça Gramer Klasik Arapça

     

  • Şikayetini Allah a duyuran kadın: Havle bt. Sa lebe

    “Allah, kocası hakkında seninle tartışan ve Allah’a şikâyette bulunan kadının sözünü işitmiştir. Allah, sizin sürdürdüğünüz konuşmayı (zaten) işitmekteydi. Şüphesiz Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.
    İçinizden kadınlarına zıhar yapanlar bilsinler ki, o kadınlar onların anaları değildir. Onların anaları ancak, kendilerini doğuran kadınlardır. Şüphesiz onlar (zıhar yaparlarken) hoş karşılanmayan ve yalan bir söz söylüyorlar. Şüphesiz Allah çok affedicidir, çok bağışlayıcıdır.
    Kadınlarından zıhar yaparak ayrılıp sonra da söylediklerinden dönecek olanlar, eşleriyle birbirlerine dokunmadan önce, bir köle azat etmelidirler. İşte bu hüküm ile size öğüt veriliyor. Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.
    Kim (köle azat etme imkânı) bulamazsa, eşine dokunmadan önce ard arda iki ay oruç tutmalıdır. Kimin de buna gücü yetmezse altmış fakiri doyurmalıdır. Bunlar, Allah’a ve Resûlüne hakkıyla iman edesiniz, diyedir. İşte bunlar Allah’ın sınırlarıdır. Kâfirler için elem dolu bir azap vardır.”[1] (Mücadele 58/1-4)

    Kur’an’ın hayatın içine indiği ve yaşanan olaylara muvazi olarak geldiği gerçeğine en güzel örneklerden biri de Zıhâr kefareti ile ilgili ayetlerin nüzulüdür.
    Surenin adı Mücadele veya Mücadile’dir. Bir kadının ısrarlı hak arayışı sonucunda gelmiştir. Bu kadın Havle bt. Sa’lebe’dir. Olay şöyle gelişmiştir.
    Kocası Ensâr’dan Ubâde b. Sâbit’in kardeşi Evs b. Sâbit idi. Havle, güzel vücutlu bir kadın idi. Kocası onu secde halinde gördü; ona baktı, hoşuna gitti ve arzuladı. Namazı bitirince onunla bir olmak istedi. Havle de yanaşmadı. Evs kızdı. Evs’in arada bir cinleri tepesine çıkardı. Gene öyle oldu, tepesi attı ve o öfkeyle “Sen bana anamın sırtı gibisin!” deyiverdi.
    Gerek îlâ (kişinin karısına yanaşmama yemini) ve gerekse zıhâr cahiliye döneminde boşama sayılmaktaydı.
    Havle doğruca Hz. Peygamber’e vardı ve durumu ona anlattı. “Ya Rasûlallah!” dedi. “Gençliğimi yedi tüketti, oysa ben ona her şeyimi vermiştim, ona çocuklar doğurmuş, emzirip büyütmüştüm. Şimdi ise kocadım, ana halinden kesildim. Bana zıhâr yaptı. Şu yaptığı şeye bak!” diye şikayetçi oldu.
    Hz. Peygamber: “Sen ona haram olmuşsun!” dedi.
    Havle “Allah’a yemin ederim ki talak’tan söz etmedi, beni boşamadı” dedi.
    Hz. Peygamber ona gene “Sen ona haram olmuşsun!” dedi.
    Kadın “Ya Rasûlallah! Allah cahiliye dönemi adetlerini ortadan kaldırdı. Bu da öyle değil mi? Dedi.
    Hz. Peygamber: “Allah, bu konuda bana bir şey indirmedi?” diye karşılık verdi.
    Kadın: “Allah her şeyi indiriyor da benim durumumu mu görmeyecek.” dedi.
    Hz. Peygamber: “Durum sana söylediğim gibi” dedi.
    Kadın gitti geldi ve şikayetini sürdürmeye devam etti. Sonunda Hz. Peygamber’den umudunu kesen kadın: “Ben bundan kerli sana değil, durumumu, çaresizliğimi, yalnızlığımı ve içinde bulunduğum şu zor durumu, kocam ve amca oğlumdan ayrı düşüşümü bizzat Allah’a şikayet ediyorum.” dedi.

    Sonunda Mücadele adıyla bu sure geldi ve baş tarafındaki âyetler zıhârı bir talak olmadan çıkardı ve kefaret hükmüne dönüştürmüş oldu.
    Hz. Aişe validemiz, “Kendisine yükselen sesleri duyan Allah’a hamd olsun” diyerek bu kadının mücadelesi sonunda bu surenin indiğini belirtmiştir. (Rivayetler harmanlanarak verilmiştir. bk. Kurtubî, XVII, 270)
    Birinde Hz. Ömer halifeliği sırasında ona uğramıştı. İnsanlar beraberinde idi. O merkep üzerinde bulunuyordu. Kadın onu uzun süre bekletti ve ona öğütte bulundu. “Ey Ömer! Sen daha önce Umeyr (Ömercik) idin Ömer oldun. Şimdi ise sana Mü’minlerin Emiri diyorlar. Bu itibarla Allah’tan kork ey Ömer. Ölümün hak olduğuna inanan fırsatların elden kaçmasından korkar. Hesaba inanan kimse azaptan korkar…” diyordu. O ise bekliyor ve kadının sözlerini dinliyordu. Kendisine “Ey Mü’minlerin Emiri, maiyetinle birlikte bu kadar bekleyişin şu yaşlı kadın için mi?” dediler. Hz. Ömer: Allah’a yemin ederim ki bu kadın beni günün başından sonuna kadar tutacak olsa sadece farz olan namazlar için hariç onu dinlerdim. Siz onun kim olduğunu biliyor musunuz. O bizzat Allah’ın yedi kat göklerin ötesinden sözünü dinlediği Havle’dir! Yüceler yücesi Allah onu dinleyecek de Ömer mi dinlemeyecek” dedi.
    Havle işte öyle bir kadın.
    Adını değilse de sanını Kur’an’a yazdırmış bir kadın.
    Mevcut kurallara başkaldırmış bir kadın. Hz. Peygamber’den umudunu kesince şikayetini Allah’a arz etmesini bilmiş bir kadın.
    Vicdanının sesine kulak vermiş ve insanlık fıtratının yanılmayacağına, duyduğu sese göre ortada bir haksızlık olduğuna ve bu yanlış hesabın Bağdat’tan, daha olmadı Arş-ı A’lâ’dan döneceğine inanmış bir kadın. Ve vermiş olduğu haklı mücadele sonucunda herkesin azametinden tir tir titrediği Koca Ömer’i maiyetiyle birlikte dakikalarca bekletmiş bir kadın.
    İyi, güzel! Bu örnek Kur’an’ın hayata muvazi, hayatın içinden ve problem çözücü bir biçimde dinamik ve etkin olduğunu gösteriyor.
    Sorun şu ki artık sorunlarımıza hazır reçete mahiyetinde Kur’an gelmeyecek. Kur’an ise iki kapak arasına alındı ve hayatımıza yeni lafızlarla yeni nüzulleri mümkün değil. Sorunlar ise sonsuz. Üstelik modernite ile özelde de merkezde kadın olmak üzere sorunlar adeta boca edilmiş vaziyette.
    Bu durumda Kur’an’ın bizim kendi hayatımıza yeni inzallerini kim ve nasıl yapacak? İşte asıl mesele bu!
    Bizim Kur’an’ın ilk ve esas nüzulünün çağına gitmemizin imkânı yok. O zaman onu bizim hayatımıza getirmekten başka şans ve seçim de yok. Bu nasıl ve ne şekilde olacak?
    Ulema, Hz. Peygamber’in varisleridir. el-Emr’in kıyamete kadar bir süreç halinde açılımını ve sürdürülmesini artık nebiler gelmeyeceğine göre ululemr yani çözüm itibariyle ulema ve uygulayıcı olarak da ümera sağlayacak.
    Peki, ulema nerede?!
    Yeni Havleler çıkarsa ve mücadelesini verirse belki ilk defasında duymayabilirler. Ama yılmaz ve mücadelesini sürdürürse er geç duymak zorunda olacaklardır. Hz. Ömer gibi de olsalar karşısında durup dinlemek zorunda olacaklardır.
    Kimse oturup da kıyameti beklemesin. Herkes işini yapsın. Ulema ise ulemalığını bilsin, sorumluluk alsın ve çözüm üretsin. Mevcut çözümlerde ısrarcı olmak, yeni durumlara sebep sorunları çözmüyor. Çözülmeyen problemler ise giderek daha da muakkad hale geliyor ve sorunlar, sorunsala, düğümler kördüğüme dönüşüyor.
    Havleleri dinlemeyen, problem çözmeyen ulema otoritesini kaybediyor ve onların kıyameti işte o zaman kopuyor.
    Havlelere selam olsun!
    Onlara kıyam duran Ömerlere de!
    Ve selam ile birlikte Rasûlullah’a, hamd olsun yedi kat arşın üzerinden onların sesini duyan Yüce Allah’a.

    GARİBCE

    [1] قَدْ سَمِعَ اللَّهُ قَوْلَ الَّتِي تُجَادِلُكَ فِي زَوْجِهَا وَتَشْتَكِي إِلَى اللَّهِ وَاللَّهُ يَسْمَعُ تَحَاوُرَكُمَا إِنَّ اللَّهَ سَمِيعٌ بَصِيرٌ (1) الَّذِينَ يُظَاهِرُونَ مِنْكُمْ مِنْ نِسَائِهِمْ مَا هُنَّ أُمَّهَاتِهِمْ إِنْ أُمَّهَاتُهُمْ إِلَّا اللَّائِي وَلَدْنَهُمْ وَإِنَّهُمْ لَيَقُولُونَ مُنْكَرًا مِنَ الْقَوْلِ وَزُورًا وَإِنَّ اللَّهَ لَعَفُوٌّ غَفُورٌ (2) وَالَّذِينَ يُظَاهِرُونَ مِنْ نِسَائِهِمْ ثُمَّ يَعُودُونَ لِمَا قَالُوا فَتَحْرِيرُ رَقَبَةٍ مِنْ قَبْلِ أَنْ يَتَمَاسَّا ذَلِكُمْ تُوعَظُونَ بِهِ وَاللَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبِيرٌ (3) فَمَنْ لَمْ يَجِدْ فَصِيَامُ شَهْرَيْنِ مُتَتَابِعَيْنِ مِنْ قَبْلِ أَنْ يَتَمَاسَّا فَمَنْ لَمْ يَسْتَطِعْ فَإِطْعَامُ سِتِّينَ مِسْكِينًا ذَلِكَ لِتُؤْمِنُوا بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ وَتِلْكَ حُدُودُ اللَّهِ وَلِلْكَافِرِينَ عَذَابٌ أَلِيمٌ [المجادلة : 1 – 4]

  • Salahaddin Arapça Çizgi Film Türkçe Alt Yazılı

    http://fasiharapca.com/arapca-videolar/arapca-video-kategorileri/kategoribak/34/salahaddin-arapca-cizgi-film-turkce-alt-yazili.html

     

    Videoyu Görüntüle
     
     
     

    Videoyu Görüntüle
     
     

    Videoyu Görüntüle
     
     
     
     

    Videoyu Görüntüle
     
     
     

    Videoyu Görüntüle
     
     
     

    Videoyu Görüntüle
     
     
     
     

    Videoyu Görüntüle
     
     
     
     
     
  • Mezhep taklidi

     
    ‘…Diyanet’in yayınladığı 2 ciltlik ilmihalden edindiğim bilgi sayesinde, sandığımızın aksine müctehid olmayan Müslümanların bir mezhebin görüşlerine bağlı kalmak zorunda olmadığını, sadece müctehidin kendi ictihadına göre amel edeceğini öğrendim. Peki bu durumda parmağı Hanefi mezhebine göre abdesti bozulacak kadar kanayan Hanefiliği benimsemiş bir Müslüman Şafii’ye uyup ‘abdestim bozulmadı’ diyerek namaz kılabilir mi? (Bir başka deyişle neden yeniden abdest alır?) Veya Ramazan’da acıkıp susayan bir Hanefi mezhebi mensubu ‘Şafii’de kefaret sadece cinsel ilişki ile gerekir’ diyerek orucunu Ramazan’dan sonra sadece kaza etmek üzere bozabilir mi? (Bir başka deyişle neden bozmaz?)’.
     
    Gerekli gördükçe bana soru yazan ve cevap bekleyen, okuduğunu dikkatli ve şuurlu okuyan bir okuyucum bu defa ondört kadar soru göndermişti. Bunların bir kısmı Ramazan, Kadir Gecesi gibi bugün için güncelliği bulunmayan sorular; bunlara inşaallah zamanı gelince cevap yazarız. Yukarıdaki gibi her zaman güncelliği bulunan sorularına ise arada bir cevap yazacağım. Bugünkü başlık onun sorusunun da başlığıdır.
     
    Cevap:
     
    Taklid, telfik, mezheb vb. konularda geniş bilgi edinmek isteyenlere benim ‘İslam Hukukunda İctihad’ isimli telif, ‘Dört Risale’ isimli tercüme kitaplarımı tavsiye ederim. Bu kitaplarda müctehid olmayan müminlerin bir müctehidi taklid etmesi gerektiğini, ama tek müctehide (mezhebe) bağlı kalma mecburiyetinin bulunmadığını Hanefî mezhebi fukahasının da eserlerinden nakıllerle açıkladım. Burada bir özet vereyim:
     
    Taklit, deliline bakmadan bir müctehide itimad ederek onun ictihadı ile amel etmektir. İltizâm, bir müctehidin bütün ictihadlarını -bir bütün hâlinde- taklit etmeye karar vermek ve bunu uygulamaktır. İntikâl, bir mezhebi iltizam ettikten sonra, ya bütün olarak, yahut da bazı meselelerde ondan ayrılarak bir başka mezhebin hükmünü uygulamaktır. Bir veya birkaç meselede, bir mezhebe intikâl edince, o meselenin ait olduğu ‘bütün’de bu mezhebe uygun hareket edilirse telfik değil, intikâl gerçekleşmiş olur. Meselâ bir Şâfiî Müslüman, kadına dokununca abdestin bozulmaması konusunda Hanefî mezhebine intikâl eder de, abdestin bütününde (diğer hükümlerinde de) Hanefî mezhebine uygun hareket ederse -meselâ bir yeri kanayınca abdestin bozulduğunu kabûl ederse- telfik değil, intikâl yapmış olur. Ancak aynı misalde, Hanefî mezhebine, abdestin bütününde uymaz, örnek olarak “kanamanın abdesti bozmaması bakımından Şâfiî mezhebini taklit ederse”, bu iki taklidi bir abdest olayında gerçekleştirirse, telfik yapmış olur. Telfikı caiz görenlere göre bunda bir sakınca yoktur. Telfikı caiz görmeyenlere göre ise abdestin tamamında intikâl ettiği mezhebin ictihadlarına uygun hareket etmesi gerekir.
     
    Telfik caizdir diyen fukahaya göre abdestte telfik yapan, namazını da eski mezhebinde veya kısmen intikâlde bulunarak, yahut da telfik yaparak kılabilir. Telfikı caiz görmeyenlere göre abdestte Hanefî mezhebini taklit eden Şâfiî, telfik değil de intikâl yapmış ise namazda da Hanefî mezhebine riâyet edecektir. Abdest alırken telfik yapmış olursa namaz kılamaz; çünkü bunlara göre abdesti yok sayılır.
     
    Kafaları karıştırmamak için şunu söyleyebilirim: Din bilgisi (ictihad veya tahkik derecesinde) yeterli olmayan bir mümin, itimad ettiği bir alime sorar veya onun kitabını okur, o alimin mezhebi hangisi olursa olsun aldığı cevabı uygular. Bunda hiçbir sakınca yoktur.
     
    Bir mümin, acıktım susadım diye keffareti gerekli görmeyen bir müctehide uyarak orucunu bozamaz; çünkü meşru mazeret bulunmadan Ramazan’da oruç tutmamak (bozmak) bütün müctehidlere göre haramdır.
    Hayretin Karaman
    Yenisafak
  • Arınç, Türkiyenin En Büyük İlahiyat Fakültesinin Temelini Attı


    Kolin Grup ve İÇDAŞ sponsorluğunda gerçekleşen İlahiyat Fakültesi inşaatının temel atma törenine Vali Güngör Azim Tuna, Milletvekilleri Mehmet Daniş ve İsmail Kaşdemir, Belediye Başkanı Ülgür Gökhan, ÇOMÜ Rektörü Prof. Dr. Sedat Laçiner, İÇDAŞ Genel Müdürü Bülend Engin, Kolin İnşaat Yönetim Kurulu Üyesi Celal Koloğlu ile üniversite yöneticileri, akademik ve idari personel, kurum- kuruluş temsilcileri ve çok sayıda vatandaş katıldı.İlahiyat Fakültesi’nin temel atma töreni açılış konuşmalarını sırasıyla Rektör Prof. Dr. Sedat Laçiner, Vali Güngör Azim Tuna ile Hükümet Sözcüsü ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç yaptı.Prof. Dr. Sedat Laçiner Türkiye’nin en büyük İlahiyat Fakültesi’nin Temel Atma Töreni’nde yaptığı konuşmada şunları aktardı:

    “GECE GÜNDÜZ ÇALIŞIYORUZ”
    “Bugün Çanakkale’de hava çok soğuk. Neden bu töreni böyle bir günde yapıyorsunuz diyebilirsiniz. Çünkü vaktimiz yok, iki ayda bir ya temel atıyoruz ya açılış yapıyoruz. Bu törenler ya çok sıcak havalara denk geliyor ya da böyle soğuk zamanlara denk geliyor. Türkiye’nin ve üniversitemizin açığı kapatmaya ihtiyacı var. Gece-gündüz, hafta içi-hafta sonu durmaksızın çalışmamız gerek. Ya temel atacağız ya açılış yapacağız, ama soğuk ama sıcak demeden üniversitemiz için çalışacağız. Bu yıl 8 temel atma töreni gerçekleştirdik. Bugün de burada temelini atacağımız İlahiyat Fakültesi’nde 8 farklı inşaat var. Bu da bir yıl içinde toplam 16 farklı bina inşaatının temelini attığımız anlamına geliyor. Üniversitemiz 1992 yılında kuruldu. Bu yıl 20. yılı, ancak sanki bu yıl kurulmuş gibi çalışmalar ve gelişmeler gösteriyor. Bu büyümenin en büyük sağlayıcısı devletimizin Çanakkale’ye gösterdiği ilgi, verdiği önemdir. Çünkü görebildiğimiz kadarıyla Çanakkale’nin bütün Türkiye’ye ait olduğunu. Ağrılının, Çankırılının, Kırşehirlinin de aynı zamanda Çanakkaleli olduğunu Ankara’daki büyüklerimiz biliyorlar. Bu farkındalığı hangi kapıyı çalarsak görebiliyoruz. Bundan birkaç yıl önce Sayın Başbakanımız buraya geldiğinde bu büyük ilahiyat fakültesinin sözünü vermişlerdi. Bugün aslında Kolin Otel ve İÇDAŞ bu sözün de yerine getirilmesinde büyük katkı sunmuş oluyorlar.

    “AMACIMIZ BİZİ TEMSİL EDEBİLECEK İLİM ADAMLARI – DİN ADAMLARI YETİŞTİREBİLMEK”
    Şunu da söylemek isterim bu tesisimizi sadece Türkiye’deki gençlerimiz için yapmıyoruz. Osmanlı din adamlarını Balkanlar’a, Avrupa’ya göndermeden önce Gelibolu’da eğitiyormuş ve oradan gönderiyormuş. Bugün burada temeli atılacak bu dev tesisler biraz da bu maksatla yapılıyor. Türkiye’nin batıdaki Türk Diasporasına, Müslüman Diasporasına, Avrupa’daki diğer insanlara hizmet verecek din adamlarını, ilim adamlarını yetiştirebilmek için bu tesisler kuruluyor. Dilerim bu misyonları eda edebilecek büyüklükte ve nitelikte bir yer olur.

    “ÇOMÜ’DE BUGÜN İLKLERE İMZA ATIYORUZ”
    Bugün birçok ilki Çanakkale için burada gerçekleştirmiş oluyoruz. Metrekare olarak Türkiye’nin En Büyük İlahiyat Fakültesi inşa edilecek. Şu an temeli atılan binaların toplam büyüklüğü yaklaşık 25 bin metrekare, daha sonra yapılacak olan cami ve çevresindeki diğer binalar buna dahil değil. Büyük ihtimalle bunlar da tamamlandığında 35 – 50 bin metrekare arasında bir büyüklüğe sahip olmuş olacak. Bu rakamlar bazı üniversitelerin kapalı alan büyüklüğüne eşit rakamlar. Çanakkale’nin 1500 kişilik En Büyük Konferans Merkezi de burada olacak.
    “ÇANAKKALE’DE HAYIRSEVERLİK YARIŞI BAŞLAMALI”
    Yine bir ilk olarak üniversitemizin bazı binalarını hayırseverler yapmış olacak. 1971 yılında üniversitemizin arazisini Merhum Hüseyin Akif Terzioğlu bağışlamıştı ve o tarihten bu tarihe Çanakkale’de bir ilk gerçekleşti. Dilerim ki bu hayırseverlikten sonra Çanakkale’de böyle bir yarış başlar.

    Sözlerime son verirken; Sayın Başbakan Yardımcımız nezdinde Ankara’da bu işe destek veren, üniversitemizin ihtiyaçlarımızı ikiletmeyen, Çanakkale’ye özel bir önem veren büyüklerimizi buradan şükranla anıyorum, kendilerine çok teşekkür ediyorum. Yine bu tesisin kurulmasında çok büyük emeği geçen Sayın Milletvekilimiz Mehmet Daniş çok büyük katkılar sunmuştur, kendi özel işi gibi takip etmiştir. Bir diğer Milletvekilimiz İsmail Kaşdemir ve Sayın Valim Güngör Azim Tuna’ya katkı ve desteklerinden ötürü sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum. Ve tabii ki en büyük teşekkür İÇDAŞ ve Kolin Otel’e… 20 milyon lira civarında bir harcamayı hiçbir karşılık beklemeksizin sadece Türkiye Cumhuriyeti’nin gençleri eğitim alabilsin diye harcıyorlar. Kendilerine çok teşekkür ediyorum, belki en karlı yatırımları bu olacak. Hepinizi saygılarımla selamlıyorum.
    Vali Güngör Azim Tuna da yaptığı konuşmada şunları ifade etti: “Bugün toplumların ve halkın daha iyi kaynaşması, birbirlerini anlamaları noktasında; iyi yetişmiş elemanların üzerine çok büyük bir görev düşmektedir. Burada temelini atacağımız müesseselerin de bu manada büyük önemi var. Ülkemizin bu kapsamda her geçen gün bu müesseselere daha fazla ihtiyacı olacak gibi görünüyor.

    “TÜRKİYE’NİN EN BÜYÜK İLAHİYAT FAKÜLTESİ ÇOMÜ’DE”
    Türkiye’nin en büyük İlahiyat Fakültesi’nin Çanakkale’de yapılması çok anlamlı. Daha önce savaş için burada bir araya gelen ülkelerin, ulusların artık barışı, dostluğu konuşmaya çalıştığı bir ortamda, bundan sonra daha da yükselecek olan bu değerlerin merkezi olabilecek konumda olan Çanakkale’de; bu tesisin yapılması ve hizmete sunulması ayrı bir özellik ve güzellik arz ediyor. Bunu belirterek başta Kolin A.Ş. ve İÇDAŞ A.Ş. olmak üzere, bu hususta emeği geçen herkese çok teşekkür ederim. Ülkemizin bu önemli kuruluşları hem sanayi alanında hem de sosyal sorumluluk anlamında çok önemli katkılarda bulunuyorlar.

    “ÇANAKKALE, ÜNİVERSİTE ŞEHRİ VİZYONUYLA DAHA ÇOK GELİŞECEK VE BÜYÜYECEK”
    Çanakkale hem tarımda hem turizm de çok önemli bir noktada bulunup bu potansiyeli barındırdığı gibi Üniversite Şehri vizyonuyla da daha da gelişecek ve büyüyecektir. Emeği geçenlere teşekkür ediyorum. Bu hizmetin Çanakkale’mize ve ülkemize hayırlı olması dileğimle hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum.
    Çanakkale’mize çok hayırlı bir vesileyle geldiğini söyleyen Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Çanakkale’ye geçtiğimiz yıl Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ) 2011-2012 yeni eğitim- öğretim yılının başlaması münasebetiyle geldiğini, Meclis Başkanlığı döneminde Çanakkale törenlerine, yine geçtiğimiz yıl bu törenlere Başbakan adına katıldığını ifade ederek; “Çanakkale’yi seviyoruz, Çanakkale’nin sevgili halkını seviyoruz. Bu vesileyle tekrar bir arada olmanın mutluluğunu yaşıyoruz” dedi. 

    “ÇOMÜ, ADINA YAKIŞIR BİR ŞEKİLDE BİLİM HAYATIMIZIN, YÜKSEK ÖĞRETİMİN EN GÜZEL ÖRNEKLERİNDEN BİRİSİ”
    Havanın çok soğuk olduğunu belirten Arınç, yapılan işin ise çok sıcak bir iş olduğunu ifade ederek Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesini kutladı ve sözlerine şöyle devam etti: “20 yıl önce 1992 yılında kuruldu. O zaman 21 üniversite kurulmuştu. Birisi de Manisa’da Celal Bayar Üniversitesi idi. Benim abim de o zaman kurucu Rektör olduğu için o dönemde kurulan üniversiteleri çok yakından takip ediyorum. Ama bu 20-21 üniversite içerisinde ÇOMÜ çok süratle gelişti. Bugün 40 bine yaklaşan öğrencisi var. Türkiye’nin her tarafında saygınlığı var. Binlerce öğrencisiyle birlikte 12 fakültesi, pek çok yüksekokulu, ilçelerde de meslek yüksekokulları, enstitüleri var. ÇOMÜ adına yakışır bir şekilde bilim hayatımızın, yükseköğretimin en güzel örneklerinden birisi.”

    “EĞİTİME AYRILAN BÜTÇE 50 KATRİLYON”
    Türkiye’de 76 İlahiyat Fakültesi bulunduğunu belirten Bülent Arınç, son 2 yıl içerisinde en çok açılan fakültelerden birisinin İlahiyat Fakültesi olduğunu, bunun da halkın, öğrencilerin bu fakülteye karşı ilgilerinin ne kadar çok arttığını gösterdiğini vurguladı. Arınç eğitime ayrılan bütçenin geçmiş yıllara oranla çok artığının da altını çizerek şunları söyledi. “Unutmayalım 2002 sonunda 60 civarında üniversite varken bugün Türkiye’de 170’den fazla üniversite var. Bunların 105’i devlet üniversitesi iken 60-66’sı da vakıf üniversitesi. Çok şükür bugün 3 milyona yaklaşan öğrencisiyle genç nüfusu yüksek, üniversite ve yükseköğretimde binlerce, yüz binlerce öğrencisi olan bir Türkiye’yiz. 75 milyon nüfusumuzun yarısından fazlası 30 yaşın altında, onunda neredeyse 20 milyondan fazlası öğrenim çağında. Böylesine genç ve dinamik nüfusun öğrenim çağında olduğu Türkiye’de elbette ilkokuldan üniversitesine kadar eğitim kurumlarına fakültelere, yüksekokullara, yurtlara ihtiyaç var. İftiharla söylüyorum ki bu hükümetin bir bakanı olarak son yıllarda milli eğitime ayrılan bütçemiz ve payımız, milli savunmayı altı seneden beri geçiyor. Geçmişte birinci öncelik milli savunma olurken, bugün milli eğitim, sağlık ve diğer konulardaki ülkemizin konumu birinci sırada geliyor. 2002 bütçesinde eğitime ayrılan pay 6,5 katrilyon civarındayken bugün 50 katrilyonu geçmiş durumda.”

    “TÜRK MİLLETİNİN YAPISINDA HAYSİYETİNDE VAR OLAN HAMİYET, YARDIMSEVERLİK DUYGUSU MİLLİ EĞİTİMDE DE KENDİSİNİ GÖSTERDİ”
    Arınç, bu kadar yüksek nüfus, çağdaş imkânlar ve yükseköğretimde gelişen yenilikler dikkate alındığında devletin eğitime ne kadar çok bütçe ayırırsa ayırsın milli eğitimin ihtiyaçlarını tamamen karşılamasının mümkün olmadığını belirterek, Türk milletinin yapısında var olan hamiyet, yardımseverlik duygusunun milli eğitimde de kendisini gösterdiğini ifade etti. Arınç sözlerine şöyle devam etti. “Unutmayalım, 5-6 yıl önce eğitime yüzde yüz destek kampanyası başlatılmış ve genel bütçeden yapılamayan imkânları halkımız yapmıştı. Bugün her ilimizde pek çok hayırseverlerimiz ilkokul, ortaokul, lise, üniversite, fakülte yapıyor. Hatta bazı hamiyetli insanlarımız bir üniversitenin tüm imkânlarını karşılayacak durumda. Mesela Ağrı, Bitlis ve Bolu Üniversitesi böyledir. Birçok işadamımız, hayırsever insanımız da kendi imkânları ölçüsünde fakülte, yüksekokul, üniversite, yurt veya laboratuvar yapıyor. Herkes bir ucundan tutuyor. Ne mutlu ki böyle güzel bir milletimizin, böyle güzel duygularının hala yaşıyor olması ve güçlü olması. İşte Çanakkale’de bunun güzel örneklerinden birini görüyoruz. Gelirken önünden geçtik, İlahiyat Fakültesi basit bir binada hizmet görüyordu. Ama şimdi burada, neredeyse 40 dönümlük bir arazi içerisinde, maketlerini de gördüm iftihar ettim, mükemmel bir İlahiyat Fakültesi ve eklentileri olacak. Öğrencilerimiz çok daha rahat bir fakültede eğitim görecekler, öğretim üyelerimizle birlikte bütün Türkiye’ye örnek olacak bir İlahiyat Fakültesi’ni beraberce yaşamış olacağız. Şimdi de burada Kolin İnşaat ve İÇDAŞ birlikte çok yüksek bir maliyetle mükemmel bir İlahiyat Fakültesi yapıyorlar. Bu dostlarımıza ne kadar teşekkür etsek azdır. Allah onlara sağlık ve afiyet versin, işlerinde kolaylık ve bereket versin. Böyle bir üniversitenin böyle bir fakültesine çok büyük katkıları olacağı için onlara şükran borcumuzu ifade etmek istiyorum. Bu güzel ülkenin bu güzel insanları kazanıyorlar gayret sarf ediyorlar, insanlara istihdam imkânı sağlıyorlar, ihracat yapıyorlar, ülkeye kazandırıyorlar ama sosyal sorumluluk duygusuyla da işte böyle güzel fakülteler ve üniversiteler meydana getiriyorlar. Hiç mecburiyetleri yok ama onlar bu ihtiyacı gördüler ve bu ihtiyacı karşılamak için kazançlarından çok önemli bir bölümünü buraya harcıyorlar. Belki Çanakkale ile doğrudan irtibatları yok, burada sadece işleri var, burada kazanıyorlar. Bunun için Çanakkaleli de olmak gerekmiyor. Aslında hepimiz Çanakkaleliyiz. Burada binlerce şehidimizin yattığı yerde tüm Türkiye’nin kalbinin attığı Çanakkale’de 75 milyon insan kendisini Çanakkale’nin fahri bir hemşerisi olarak rahatlıkla görebilir. Dolayısıyla Kolin’e de İÇDAŞ’a da milletimiz adına teşekkürlerimizi, Çanakkaleliler adına da sevgilerimizi, saygılarımızı sunmak istiyorum. Böyle soğuk bir günde sıcak bir iş yapıyoruz. Buradan okuyacak öğrencilerimizin, mezun olacak yavrularımızın hem manevi hayatımıza hem de Türkiye’nin bilim hayatına, üniversitemize nice güzel insanlar yetiştireceğini ümit ediyorum, onları şimdiden alkışlıyorum”
    Açılış konuşmalarının ardından ÇOMÜ Rektörü Prof. Dr. Sedat Laçiner tarafından Hükümet Sözcüsü ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’a Şehitler Abidesi’nin maketini takdim etti. Plaket takdiminin ardından ise İlahiyat Fakültesi Yerleşkesi’nin temeli atıldı.