Yıl: 2012

  • Sakarya Üniversitesi, Lisans derslerini 9 dan 5 e Düşürdü

     

     Sakarya Üniversitesi (SAÜ), lisans eğitiminde ortalama 8-9 olan ders sayısını 5’e düşürdü.

    Yeni uygulama, 2012-2013 eğitim döneminde bütün bölümlerde hayata geçirilecek. Rektör Prof. Dr. Muzaffer Elmas, lisans eğitiminde dünyadaki yeni gelişimler konusunda mevcut programlarda önemli değişiklikler yaptıklarını, lisans eğitiminde ders sayısını düşürdüklerini söyledi.

    SAÜ, lisans eğitiminde köklü değişikliğe gitti. Birbirine yakın ve benzer dersler birleştirildi, bazı gereksiz dersler kaldırılarak bölümlere göre ders sayısı neredeyse yarı yarıya düşürüldü.

    Rektör Prof. Dr. Muzaffer Elmas, lisans eğitiminde dünyada yükseköğretimdeki yeni gelişimler ve öğrenci merkezli eğitime geçiş konusunda mevcut programlarda önemli değişiklikler yaptıklarını söyledi. Lisans eğitiminde ders sayısını düşürdüklerini ifade eden Elmas, “Bazı bölümlerde 10’a yakın ders vardı. Yeni uygulamayla bütün lisans eğitiminde ders sayısını 5’e düşürdük. Bütün programlarımızda bu yıldan itibaren bu yeni ders müfredatı ile başlıyoruz. Böylelikle öğrencilerimiz grup çalışmasına, seminere, sunum ve disiplinler arası çalışmalara ve sosyal aktivitelere daha çok zaman ayırabilecek. Burada amaç öğrencilerin kendi alanlarındaki bilgi becerileri yanında başka nitelikleri de kazanmalarına yardımcı olmak.” diye konuştu. 

            BİR İLK DAHA

    Bu sene meslek yüksekokullarında, Türkiye’de ilk kez SAÜ’de uygulanacak yeni bir projeyi daha hayata geçireceklerini vurgulayan Elmas, proje ile öğrencilerin 3 dönem okulda bir dönem ise işletmelerde çalışacağını belirtti. Prof. Elmas, “Önlisansta üniversite sanayi işbirliği kapsamında 3+1 modelini bu sene ilk defa uygulayarak, 4 bine yakın öğrencinin eylül ayından itibaren kamu ve özel sanayi kuruluşlarında uygulamalı eğitime göndereceğiz. Bu proje sayesinde, yıllarca konuşulan sanayicinin istediği nitelikli ara elaman ihtiyacının karşılanmasına dönük önemli bir adım atmış olacağız” dedi.

    Elmas, bu sene yerleştirilen 14 bin 100 öğrenci ile toplam öğrenci mevcudunun 67 bine ulaştığını belirterek, “Bu yıl SAÜ’ye yerleşen 14 bin önlisans ve lisans öğrencisiyle birlikte yüksek lisans, doktora, yabancı uyruklu öğrenci, özel yetenek sınavıyla beden eğitimi, güzel sanatlar ve konservatuvara alınan öğrenciler ile birlikte öğrenci sayımız 67 bin dolayında mevcuda ulaşmıştır.” dedi. 

     

  • 1 Milyon İmam Hatipli olacak

     

    28 Şubat sürecinin İmam Hatip’lere yönelik hedefleri nelerdi?

    Postmodern darbe süreci olarak adlandırdığımız 28 Şubat’ın siyasi hedefleri ve toplumun gelişimine müdahale edebilecek birtakım sosyo-kültürel hedefleri vardı. Sürecin özünde Türkiye’de İslami hayatın gelişimini besleyen alanların sınırlandırılması yatıyordu. İmam Hatipler bu alanlardan sadece biriydi. Onların yanında İlahiyat Fakülteleri, Kuran Kursları ve İslami sivil toplum kuruluşları da hedefler arasındaydı.

    Dönemin en derin izleri imam hatip camiasına bırakıldı

    İfade ettiğimiz bu kurumlar zapturapt altına alınarak Türkiye’nin onlara göre farklı yönlere gidişinin durdurulması ve biçimlendirilmesi istendi. Dönemin en derin izleri de imam hatip camiasına bırakıldı. Okullarımızın orta kısımları kapatıldı. Katsayı engeliyle imam hatip mezunlarının üniversiteye girişleri engellendi. İmam Hatip Liselerinde hanımlar üzerinde kılık kıyafet terörü estirildi. İlahiyat Fakültelerinin kontenjanları düşürüldü. Kuran Kursları’na başlama yaşıyla ilgili düzenlemeler yapılarak Kuran-ı Kerim eğitimi sınırlandırıldı. Toplumun ekonomik, sosyal, siyasi vs. bütün alanlarında tahripler ortaya çıkardı.

    Öğrenci sayımız 600 binlerden 60 binlere kadar düştü

    28 Şubat’ın ilk zamanlarında İmam Hatipler bir şok yaşamıştı. Hem bu okulların sayısını azaltmak hem de çocukların daha erken yaşlarda imam hatiplilik bilincini kazanmasını engellemek için 8 yıllık kesintisiz eğitim öngörüldü. 28 Şubat sürecinin tahrip edici özelliğine rağmen imam hatipler ayakta kaldı. Bu süreci işletenler orta kısımları kapatarak, liseden üniversiteye geçişi engelleyerek sayılarının azalmasını ve milletin teveccühünün kırılmasını bekliyorlardı. Ama sonra yeniden toparlandık ve öğrenci sayımız 300 binleri geçti.

    Günümüzde durum nasıl?

    Cenab-ı Hakk’a hamdolsun özelikle 2000’li yıllardan sonra Türkiye’deki değişen siyasi irade ve atmosfer bu sürecin durması ve geri döndürülmesiyle ilgili ciddi gelişmelere sebep oldu. Son yıllarda yapılan değişiklere bakarsak başörtüsü yasağı esnetildi. Katsayı zulmü ortadan kaldırıldı. İmam Hatip Ortaokulları yeniden açıldı. Bu okulların açılmasıyla beraber İmam Hatiplerde okuyan öğrenci sayısının 1 milyonu bulacağı kanaatindeyiz. Ayrıca normal ortaokul müfredatına 90 yıl aradan sonra Kuran-ı Kerim in ve Peygamberimizin hayatı ve ders olarak eklendi.

    ÖNDER olarak bu süreçte siz neler yaptınız?

    Biz sürecin tahriplerini en aza indirmek için çok çaba sarf ettik. Öncelikle o günden bugüne kapatılan imam hatipler ile vatandaşın kendisinin yaptığı ancak devletin eğitime açmadığı okulların açılması için mücadele ettik. Sonra kılık kıyafet meselesi, katsayı zulmü ve orta kısımların kapatılmasına bağlı olarak gelişen sorunların giderilmesiyle ilgili ciddi bir mücadele ortaya koyduk. Nitekim yeni eğitim sistemiyle de bu sorunların çoğu aşıldı.

    Peki, İmam Hatip Ortaokulları’nın yeniden açılmasını nasıl değerlendirmek gerekiyor?

    İmam Hatip Ortaokulları’nın yeniden kazanılmış olması eski zenginlikleri ortaya çıkaracaktır. Çocuklarımız daha erken yaşlarda Kuran, Arapça ve diğer mesleki derslerle tanışmış olacaklar. Yani süreci daha erken yaşlarda yaşamış olacaklar. Ayrıca İmam Hatip Okulları’nın ve sayısı artacak bu sayede daha fazla gencimiz imam hatip imkânı bulacak. Mezun olduklarında isterlerse İmam Hatip Liselerine devam edecekler. İsterlerse de Anadolu, Fen lisesine veya meslek liselerine yönelebilecekler.

    Ortaokullar öğrencilere ne katkılar sağlayacak?

    İmam Hatip Okulları kurulduğu günden bu yana hayatın her alanına ciddi katkılar sağladı. İmam Hatip’ler verdiği eğitimle hem akademik hem de mesleki anlamda başarısını ortaya koymuştur. Orta kısımdan katılan öğrencilerimizin dinlerini daha erken yaşta öğreniyor ve mesleki yatkınlık kazanıyorlar. Aynı zamanda da bir imam hatip ikliminde olmaları açısından ortaokullar önemliydi. Zaten kapatılmadan önce sayı olarak lise kısmının iki katı öğrencisi vardı.

    Vatandaşların kayıtlara yoğun talep göstermesini nasıl açıklıyorsunuz?

    Halkımızın bu talebi bütün engellemelere, horlamalara ve sınırlamalara rağmen okullarımızın kurulduğu 1951 yılından bu yana var. Ancak bütün zorlamalara rağmen milletimiz bu okullara sahip çıktı. Çünkü halkımız bu okulların ülkeye kattığı değeri biliyor. Hem mesleki derslerin okutulup hem de yanında normal ortaokullardaki derslerin okutuluyor olması okullarımızı cazibe merkezi haline getiriyor. Ayrıca öğrencilerimize burs ve yurt gibi imkânlar sağlıyor olmamız da tercih nedenleri arasında. Ama bana sorarsanız velilerin çocuklarını bu okula göndermesindeki tek sebep dinini, imanını bilen ve bu çerçevede bir ahlak kazanan gençler yetiştirecek olmamızdır.

    İmam Hatip’lerde özellikle kayıtlarda bazı sıkıntılar yaşandı. Ayrıca kılık kıyafet konusu da tam olarak netleşebilmiş değil. Bu sıkıntılar nasıl aşılacak?

    Öncelikle bu zorlukları aşmak için çalışmalarımızın devam ettiğini belirteyim. Sıkıntılarımızdan biri bağımsız İmam Hatip Okulları’nın sayısının az olmasıydı. Okulların çoğunluğu normal ortaokulların bünyesinde dizayn edildi. Geçen sene talep ettiği halde okullarımıza giremeyen çok öğrenci olmuştu. Ayrıca ilk çıkan yönetmelikte imam hatiplere öngörülen kontenjandan daha fazla başvuru olursa kayıt kura ile belirlenecek demişlerdi.

    İmam Hatiplere başvuran herkes kayıt edilecek

    Bu sene ise imam hatiplere başvuran herkes kayıt edilecek ve kontenjan aşımında da yeni okullar açılacak sözü verildi. Biz sürecin başından itibaren kayıtların e-okul üzerinden yapılmasını önermiştik. Fakat öğrenciler otomatik olarak normal ortaokullara yerleştirildi. İmam hatiplere gitmek isteyen öğrencilerden de dilekçe ile başvurmaları istendi. Bunun zorluk olduğunu belirttik ve ardından e-okuldan kayıt alınmaya başlandı.

    Bütün vatandaşlarımız inancının gereği kıyafetlerle hayatlarında olabilmeli

    Kılık kıyafetle ilgili de İmam Hatip Liseleri’nde yasal bir düzenleme yok ama fiiliyatta problem yok. Ortaokullarda da henüz bir uygulama yok ama kılık kıyafet sorunu olmaması gerektiğini düşünüyoruz. Ülkemizde gerek okuyan gerek çalışan bütün vatandaşlarımız inancının gereği kıyafetlerle hayatlarında olabilmelerini istiyoruz. İnsan hakları çerçevesinde bu temel bir haktır. Bu konularda taleplerimizi ilgililere iletiyoruz.

    ‘4+4+4’ sistemiyle eğitimin zorunlu olarak 12 yıla çıkarılmasını destekliyor musunuz?

    Eğitimdeki ‘4+4+4’ modeli önemli bir düzenleme. Öncelikle sistemin kendisinin esnek, geçişken ve çoğulcu yapısı eğitim sitemimize ciddi bir katkı sağlayacak. Biz teklifin yasalaşması sürecinde mecliste kanaatlerimizi belirttik ve raporlarımızı komisyona sunduk. Eğitimin zorunlu olarak 12 yıla çıkarılmasının devlet için ciddi bir ekonomik yük oluşturacağını ve eğitimde çeşitliliği sınırlayacağı düşünüyoruz.

    Başka ne yapılabilirdi?

    Mesela sertifika zorunluluğu getirilebilirdi. Ancak eğitimi illa 12 yıl olarak devletin resmi ortamlarında alacaksın diye zorunlu bir uygulamanın çok faydalı olmayacağını düşünüyoruz. Beşikten mezara kadar ilim öğrenmenin gerekli olduğu inancına sahibiz ama vatandaşlarımızın hangi aşamada nasıl eğitim alacağı ile ilgili devletin zorlaması olmamalı. Biz eğitime değil de biçimine ve zorunluluğuna karşıyız.

    İmam Hatip mezunlarına hala bazı alanlarda kısıtlamalar devam ediyor mu?

    Mezunlarımıza yönelik en büyük kısıtlama katsayı ve alan zorunluluğuydu. Yapılan düzenlemelerle bunlar ortadan kalktığı için bunlar artık sorun değiller. İmam Hatip Okulları’na gelen öğrenciler Anadolu Liselerine, Fen Liselerine, Polis Okullarına, farklı meslek liselerine ve istedikleri üniversite bölümlerine yönelebilirler. Ancak mezunlarımızın askeri okullara gidebilmesi yönünde sıkıntı var. Ancak onun da yakın zamanda Türkiye’nin normalleşmesi sürecinde aşılacağını düşünüyoruz.

    ÖNDER olarak öğrencilere ne gibi imkânlar sağlıyorsunuz?

    Diğer vakıflarla ortak yürüttüğümüz yurt ve burs katkılarımız var. Okullarımızı başarılı öğrencilerin tercih etmesini sağlamak amacıyla ortaöğretim, lise, lisans ve doktora bursları veriyoruz. Geçmişte çok yüksek puanlarla istedikleri okulda okuyabilecekleri halde başörtüsü ve katsayı yüzünden yerleşemeyen gençlerimize Türkiye’de vakıf üniversitelerinde okuma imkânı sağlıyorduk. Yurtdışında WONDER isimli kuruluşumuz var. Yine başörtüsü ve katsayı yüzünden burada okuyamayan öğrencilerimizi başta Avusturya olmak üzere diğer Avrupa ülkelerine gönderiyorduk. Bu çalışmalarımıza devam ediyoruz.

    Son olarak sizin eklemek istedikleriniz var mı?

    Ben velilerimize seslenmek istiyorum. 4. sınıftan 5. sınıfa geçen bütün öğrenciler İmam Hatip Ortaokulları’na kayıt olabilirler. Ayrıca normal ortaokullarda seçmeli olarak Kuran ve Siyer dersleri var. İmam Hatibi seçmeyen öğrencilerimiz de bu dersleri alsınlar. Mezunlarımıza da sesleniyorum. Çevrenizdeki öğrencileri bu okullara yönlendirin. Okullarımız 28 Şubat’tan önceki başarılı, coşkulu günlerine geri dönsün ve bu topluma katkı sağlamaya devam etsin.

     

    RÖPORTAJ: ABDÜLKADİR KARAKAYA

     Milat

  • Cennete dikilen bir fidan

     

    Gün gelir yokluktan varlık âlemine çıkar insan. Nice âdemoğulları, havvakızları anne karnındaki dokuz aylık serüvenini tamamlar ve beden elbisesini giyerek gözlerini açar dünyaya. Sonrasında bu imtihan dünyasında sınavdan sınava koşturur. Bu koşturmaca sırasında kendisi için seferber olan kâinatı görmeden edemez: Her gün doğup batmaktan bıkmayan güneş, intizamla hareket eden ay, yıldız ve bulutlar, meyve veren ağaç, bal yapan arı, sütünü esirgemeyen inek… Hepsi “Allah’ın göklerde olanları da, yerde olanları da sizin istifadenize sunduğunu ve sizi nimete boğduğunu görmüyor musunuz?” (Lokman, 20) ayetini hatırlatmak istercesine hizmet eder durur. Kısacası kul, Halık’a muhtaç olduğu gibi mahlûka da muhtaçtır. Nitekim Allah’ın ifadesiyle “İnsan zayıf yaratılmıştır.” (Nisa, 28)

    Hiç şüphesiz Mevlâ-yı Müteâl, bizi en güzel sûrette yaratmış, diğer varlıklardan ayıran zihinsel fonksiyonlarla donatmış. Ancak bu akıl üstünlüğüne rağmen korunmaya muhtaç bir bedene sahibiz. Örneğin birkaç gün yiyip içmesek veya uyumasak perişan oluyoruz. Küçücük bakteriler, mikroplar bizi hasta etmeye yetiyor. Ya da 37 derece olan vücut ısımız 35 dereceye düştüğünde kalp ritmimiz yavaşlıyor, tansiyonumuz düşüyor, damarlarımız büzülüyor, bilincimiz bulanıklaşıyor. Sadece 2 derecelik bir düşüş bile ne kadar aciz olduğumuzu idrak etmemizi sağlıyor. Kaldı ki ağrıdan, sızıdan, envai çeşit hastalıktan habersiz olabilirdik. Ancak Rahman, türlü rahatsızlıklarla kula acziyetini hissettirerek onu, kendine yöneltiyor. Bedenindeki hastalıklara engel olamayan mümin, böyle anlarda Allah karşısındaki zayıflığını hatırlayıp şifa verenlerin biriciği olan Şafi’ye sığınıyor. İhtiyaç sahibi olduğunu, güç ve kuvvetin Yaradan’dan olduğunu itiraf ediyor. Bu itirafın en güzel hali ise “Lâ havle ve lâ kuvvete illa billâh (Gerek ibadet için gerek dünyevi işlerim için muhtaç olduğum) bütün güç ve kuvvet Allah’tandır.” duasında saklı. Zira bizi gücün kaynağına bağlayan bu veciz ifade, her işimizde Kudreti Sonsuz’a dayandığımızı, O’nun yardım ve dilemesine ihtiyaç duyduğumuzu özetliyor. Efendiler Efendisi (sallallahu aleyhi ve sellem) de la havle’nin ebedî cennet hayatında bir hazine olduğunu buyuruyor.

    Allah’a dayanan telaşa kapılmaz

    İnsanlığın İftihar Tablosu (sallallahu aleyhi ve sellem) Miraç gecesi Hz. İbrahim’in yanına uğruyor. Hz. İbrahim, Cebrail’e yanındakinin kim olduğunu soruyor. O, “Muhammed” cevabını verir. Hz. İbrahim, “Ya Muhammed ümmetine emret, cennete çok fazla fidan diksinler. Çünkü cennetin toprağı verimli ve geniştir.” diyor. Allah Resûlü bu fidanın ne olduğunu merak edince Hz. İbrahim, “‘Lâ havle ve lâ kuvvete illa billâh’tır.” yanıtını veriyor.

    Bu güzel dua sadece ahiretimizi değil, dünyamızı da güzelleştiriyor. Veciz ifade üzerine bir makale kaleme alan Yüzüncü Yıl Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Abdülhakim Yüce’ye göre bu cümle, yeis ve ucub gibi ma­nevî hastalıkları tedavi ediyor. Zira olup biten hâdiselerin ve şeytan gibi aldatıcı varlıkların serbest olduğunu zanneden veya ülfetten dolayı hâdiselerin gerçek failini göremeyen insanın ümidi kırılıyor, bazen hayatını zehir ediyor. Diğer taraftan, yapılan bazı hayır-hasenata vesile olduğunu gören insan, bunları kendi kuvvetiyle yaptığını zan­nediyor, hakikî failin kendisi olduğunu düşünüyor. Oysa mahiyeti itibarıyla unutkan, aceleci, bencil, korkak, muhtaç olan insan daha çok kusurlu, hatalı ve noksan işler yapıyor. İşte bu cümle diyor ki: “Ey insan, isyan, belâ ve musibetlere maruz kaldığında ümitsiz olma, Allah’tan güç ve kuvvet iste. Diğer taraftan mehâsin (güzellik) ve kemâlata karşı malikiyet davasından da vazgeç.” Ve kul bu inanç sayesinde kendi nefsinde ve şuuru dere­ce­sinde, Hakiki Müessiri görüyor. Bu cümlenin ruhunu kav­rarsa menfi hâdiselere karşı telaşa kapılmayıp kalbindeki huzuru muhafaza ediyor. Hatta dehşet salan bir hâdise ile karşılaşsa bile “Mevlâ görelim neyler, neylerse güzel eyler.” diyerek, ibret nazarı ile seyrediyor. Ayrıca, bu cümlede dile getirilen inanç, kusurlu ve aciz olan insana, haddini bildiriyor. Onu gerçek kul­luğa, Allah’ın sonsuz kuvvet ve kudretini itirafa davet ediyor.

    Bu virdin tevekkülle ilişkisi de akla geliyor tabii. Öyle ya, Cenâb-ı Hakk’a bel bağlama anlamına gelen tevekkülü dile getirmenin en güzel şekli de “Lâ havle ve lâ kuvvete illa billâh” duası. Yani her durumda Allah’a sığınmanın, O’na güvenmenin dayanılmaz hafifliğini hissetmenin yolu ‘lâ havle’ virdinden geçiyor. Genellikle öfkelendiğimizde ‘lâ havle’ diyoruz. Bu dua, öfkeyi yenme yolunun Rabb’e dayandığını da dile getiriyor aslında. Yaradan’ı bütün noksanlıklardan tenzih etmek, gereğine uygun O’na hamd etmek, bütün güç ve kuvvetin O’na ait olduğunu itiraf etmek, musibetlere karşı en büyük kalkanımız, sizce de öyle değil mi?

    Hemra Köse

    Yenibahar

  • Vesveseler niçin gelir, nasıl gider?

     

     

    Kendinizi en mutlu hissettiğiniz zamanlarda bile beyninizde sanki bir kıymık var gibi hissettiniz mi hiç? Peki manevî bir iklime dalacağınız anda içinizde birden sizi huzursuz eden bir ürperti; sevinçten havalara uçmanız gereken bir durumda, sizi aşağılara çeken bir duygu tanıdık geliyor mu? Bugün birçok insanın duygu ve düşünce dünyası benzer duygularla altüst durumda. Nereden ve nasıl geldiğini bilemediği vesveseler pek çoğumuzun hayatını karartabiliyor. Hem bizim hem de çevremizdekiler için yaşamı çekilmez bir hale gelebiliyor.

    Dakikalarca abdest alanı mı ararsınız, yoksa bir türlü niyet edip namaza başlayamayanı mı? Veya temizlediği yeri defalarca temizleyen, düzensiz duran her şeye karşı aşırı hassasiyet göstereni mi? Bu ve bunun gibi vesveseler kimi insanlarda zamanla takıntı haline gelebiliyor ve insanı, içinden çıkılması zor bir duruma sokabiliyor. Bunlar bir yana, bir de inandığımız kutsal değerlere dair aklımıza takılan vesveseler var ki belki de insana en ağır gelen ve bizi en çok zorlayan da bu olsa gerek.

    Kaderin de bir payı var

    Bu konuda bilmemiz gereken belki en önemli husus; vesvesenin, insana mutlaka bazı eksik ve boşlukları sebebiyle geldiği düşüncesinin yanlışlığı. Zira ibadetlerini yerine getiren inançlı insanlarda da bu tür vesveselerin olması, bu yargının yanlışlığını gösteren en büyük delil. Evet, her ne kadar birtakım zaaflarımız ve boşluklarımız bizi vesve-selere açık hale getiriyor olsa da meselenin bir de yaratılıştan gelen ruh yapısı ve soyaçekimle ilgisi söz konusu. Dolayısıyla vesveseye maruz kaldığımız zamanlarda suçun hepsini üzerimize almak yerine, varsa eksiklerimiz onları kapatmaya çalışmamız, geri kalanı ise kadere havale ederek ruhen sükûnete kavuşmamız en doğrusu. Büyüklerimizin tavsiyesine uyarak; geçmişe dair meselelere kader açısından bakmak, dövünüp kendimizi harap etmekten daha sağlıklı bir yol olsa gerek.

    “Vesveseler niçin gelir?” sorusunun cevabına yukarıda kısmen değinmiş olduk. Özetle, vesveseler;

    1. Bizim eksikliklerimizden kaynaklanır. Cenâb-ı Hak, bu eksikliklerimizi vesveseler yoluyla kapatmamız için bizi zorlu bir imtihana tabi tutar. Ancak unutmayalım ki, her imtihanın sonucu –sabırlı bir Müslüman için- daima hayırdır. İnsan bu dünyada birçok sıkıntı çekse bile sonuçta yaşayacağı 60-70 yıl, ahirete nispeten bir hiç hükmündedir.

    2. Meselenin bir de soyaçekimle ilgisi vardır ki, kimi insanlar vesveselere açık olarak yaratılmış, hassas bir ruha sahiptir. Bu kişilerin sahip oldukları bu ruh haletini, dünyadaki imtihanları olarak değerlendirip kadere isyan etmemeleri gerekiyor.

    Unutmayalım ki; vesveseye önem vermeyip onu söndürmeye çalışma tedavisi, rahatsızlık, iradeyle üstesinden gelinebilecek seviyedeyken uygulanabilir. Fakat vesvese kökleşmeye başlamışsa irade tek başına yeterli olmayabilir. Bu durumda doktor kontrolünde kullanılacak bir ilaç ya da psikolojik terapi sayesinde vesveselerden kurtulabiliriz. Ne dersiniz denemeye değmez mi? –

    Vesveseden nasıl kurtuluruz?

    Bu konuda başlıca dört tavsiyemiz olabilir:

    1. Kimi vesveseler dinin özünü tam olarak anlamamaktan meydana gelir. Bir örnekle açıklayalım; Rabb’imiz bizlere, abdest almamızı emretmiş. Abdestin hikmetlerinden biri de azalarımızın temizliğini sağlamak. Ancak bu hikmet, sanki abdestin farziyetinin asıl sebebiymiş gibi, kimi insanlar abdest organlarını defalarca yıkar. Oysa bunun yerine sadece bir veya iki avuç su, bu farziyeti yerine getirmeye kâfidir. Suyun, ilgili uzvu ıslatmış olması Rabb’imizi razı edecektir. Bu açıdan vesveseli insanlar her bir organını bir-iki avuç suyla yıkasalar hem içleri rahat edecek, hem farzı yerine getirmiş olacak hem de israfa girmemiş olacaklar. Burada Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem), sadece birkaç tas (yaklaşık 4 lt) suyla gusül abdesti aldığı bilgisi daima kulağımıza küpe olsun.

    2. Vesveseler eğer başlangıç seviyesindeyse, henüz fazla zorlamıyor ve iradeyle üstesinden gelinebilecek vaziyetteyse kişinin, o zaman bunların üzerine fazla gitmemesi, aklına takılanları gözünde fazla büyütmemesi gerekiyor. Bunun için de daha ulvî şeyleri düşünüp, bu yüce hakikatler karşısında vesvesenin aslında değer verilecek bir yanının olmadığını kendisine telkin etmesi şart.

    3. Bu hususta tavsiye edilebilecek en önemli şeylerden bir tanesi de dua. Çünkü dua, müminin silahı olduğu gibi aynı zamanda kalkanı. Bela ve musibetlere karşı dua kalkanını iyi kullanan bir mümin, belanın gelmesine engel olamasa bile en azından etkisini azaltabilir. Gelen bela büyük bir tahribat verecekken, dua sayesinde belki bir sinek ısırığına dönüşebilir.

    4. Vesveseye maruz kalan insanların çoğunun ihmal ettiği bir husus da tıbbî destek almak. Birçok kişi vesveseyi bir rahatsızlık olarak görmüyor. Günümüz tıbbının ulaştığı seviyeyle bu tür hastalıkların yüzde yüze yakın bir başarıyla tedavi edildiğinden haberi olmadığından dolayı birçok insan senelerce bu ızdırabı çekebiliyor.

    Hüseyin Gültekin 

    Yenibahar

  • Mesleki Bilgiler Seviye Tespit Sınavı, Sınava Giriş Belgesi

    02.09.2012 Tarihli Diyanet İşleri Başkanlığı Mesleki Bilgiler Seviye Tespit Sınavı, Sınava Giriş Belgesi

     

     

    Sınav Giriş Belgesi Almak İçin Tıklayınız

  • İmam Hatip ortaokuluna ihtiyaç var mı?

    28 Şubat’ın ilk uygulama alanlarından birisi sekiz yıllık kesintisiz eğitimi zorunlu kılarak İmam Hatip Liselerinin ortaokul bölümlerinin kapatılması olmuştu. Aylarca kesintisiz eğitim protestoları gerçekleşmişti. Özellikle İmam Hatip Liselerinin ortaokul bölümlerini kapamaya dönük olarak çıkarılan MGK yasaları 1997’den bu güne on beş yıl boyunca halka dayatıldı.
    28 Şubat darbe sürecinde halkın kendi gücüyle yaptırmış olduğu okullar zorla ellerinden alınmıştı. Orta bölümleri kapatılan okulların lise bölümleri de gerek katsayı zulmü ile gerekse de başörtüsü zulmü ile son derece zayıflatılmıştı. Bu okullar ve mezunları üzerinden yürütülen psikolojik, yasal ve fiili baskılar nedeniyle neredeyse öğrenci bulamamaktan dolayı tercih edilmeyen okul olarak gösterilerek kendi kendini kapatan okul durumuna düşürülmek istenmişti.

    Sistematik bir biçimde sindirme ve bastırma yöntemlerinin sürdüğü yıllarda dahi halkın İmam Hatiplerin önünün açılmasına dönük talepleri hiç bitmedi. Katsayı uygulamasının açık bir zulüm olduğu ortadaydı. Aynı şartlarda sınava giremeyen öğrencilere zulmedildiği, haklarının gaspedildiği hep vurgulandı. İHL’lere yönelik bu zorbalıktan bir an önce vazgeçilmesi için toplumsal duyarlılık ve talepler değişik vesilelerle hep gündemleştirildi.

    Son birkaç yılda Hükümetin aldığı kararlarla üniversiteye girişte katsayı zulmünün giderilmesi ve başörtüsü yasağının fiilen kaldırılması İmam Hatiplere teveccühü yeniden canlandırdı. Son olarak da 2012-2013 eğitim-öğretim dönemi ile birlikte 4+4+4 şeklinde bir eğitim modeline geçilmesiyle birlikte İmam Hatip okullarına yeniden eski ilgi ve alaka gördüğü günlere kavuşmuş oldu.

    Talepleri Karşılayacak Kadar İmam Hatip Açılmalı

    Ancak İmam Hatip Okullarına kavuşmak o kadar kolay olmayacak. Bunun sebebi de başvurularda yaşanan talep patlamasına ve ihtiyaca karşılık vermekten çok uzak tahsisler. Özellikle İstanbul’un bazı ilçelerinde 150-200 gibi kısıtlı kontenjanlar için 5 binin üzerinde kayıt başvurusu yapılması velilerin tercihlerini açıkça gösteriyor. Kalabalık ilçe nüfusları düşünüldüğünde açılacak olan bir ya da iki imam hatip ortaokulunun talepleri karşılaması tabii ki beklenemez. Fiziki şartların bahane gösterilmesi mazur görülebilecek bir bahane değil. Daha fazla okul dönüştürülerek sorunun çözümüne gidilmesi gerekiyor. Aksi takdirde göstermelik olarak İmam Hatip okulları açılmış, her ilçeden sembolik sayıda öğrenci bu okullarda eğitim alabilmiş olacak fakat halkın talebi karşılanmamış olacaktır.

    Yeni kayıt dönemi başlarken il ve ilçe Milli Eğitim Müdürlükleri tarafından kontenjan ve bina sıkıntısı nedeniyle İHL’lere kayıtların kura sistemi ile yapılacağı açıklanmıştı. Ancak şimdiden belli ki kurayı kazanamayacak çocuk sayısı kazanacak çocukların kat be kat fazlası olacak. Yeterli sayıda derslik tahsis edilmediği için ‘şanssız’ sayılacak çocukların ve ailelerinin mağduriyeti kim tarafından giderilecek? Öğrencilerin başka ilçelere taşınması seçeneğini hiç kimse teklif etmesin çünkü taşıma-servis sorunları bir tarafa zaten her ilçe de İHL orta kısımları için yoğun talep var. Ayrıca hatırlatmak gerekirse 5. Sınıf öğrencisi olacak olan çocuklar servislerle evlerinden uzak okullara gitmek zorunda kalacaklarına evlerine en yakın İmam Hatip ortaokuluna gidebilme hakkından mahrum edilmemeliler.

    İmam Hatip Okulunda okuyabilme hakkı ve talebi devletin planlayamama yeteneksizliği veya acziyeti dolayısıyla bir cezaya dönüştürülmemeli. Hem öğrenciler için hem de veliler için İHL’ler kolay ulaşılabilen okullar olmalıdır.

    EĞİTİMİN KALİTESİ DE İHMAL EDİLMEMELİ

    Yaygın fakat yanlış bir biçimde bir biçimde öğrenci ailelerinde tezahür eden “çocuğumuzu bir İmam Hatip’e yerleştirelim gerisi kolay” anlayışının ciddi bir muhasebeye ihtiyacı var. Başta müfredat programı olmak üzere, o müfredatın uygulanabileceği ortam ve müfredatı uygulayacak eğitim kadrosunun da başarıyı hedeflemesi önemli.

    İmam Hatip talebinde bulunan aileler bir taraftan çocuklarının kontenjan mağduru olmaması için diğer taraftan da müfredat ve işleyiş mağduru olmaması için şimdiden harekete geçmeliler. İHL taleplerini hızlı, örgütlü ve ısrarlı bir biçimde kamuoyuna taşınması yaşanacak mağduriyetleri engelleyecektir. 

    Timetürk

  • Diyanetten Ümidinizi Kesin!

     

    İzmir Milletvekili klasik CHP anlayışıyla Milli Eğitim Bakanına Diyanetten Milli Eğitim Bakanlığına geçen personel hakkında sorular sormuş. Kendince siz kadrolaşıyorsunuz, bu atananlar da haksız şekilde atanıyor gibi iddialarda bulunmuş. Fakat bence asıl sorulması gereken sorular bunlar değil.  2003 ten 2011 yılına kadar 2227 Diyanet’ten Milli Eğitim’e geçmiş.

    Asıl Sorulması Gerekenler

    Bu kadar insan güya ülkemizin güzide bir kurumu olan Diyanetten neden gidiyor/kaçıyor?

    Yine 2003 ten 2011 e kadar Milli Eğitim’den Diyanet’e kaç personel geçiş yapmış yada yapmış mı ?

    Diyanet kendi hazırladığı stratejik planda dahi  hem kendi personelinin hem de halkın bildiği en büyük sorun olarak dile getirdikleri torpil furyası hakkında neden hiçbir şey yapmamakta ayak diretiyor ?

    Sadece personel nakil sınavları değil, Diyanet içerisinde yapılan her türlü mülakat bir torpil savaşlarına dönerken büyük umutlar bağlanan DİB Mehmet Görmez niye bunları görmemezlikten geliyor ?

    Diyanet içerisinde de görev puanı/hizmet puanı uygulaması neden yok ?

    Mesleki Bilgiler Seviye Tespit Sınavı yapılmasına rağmen bir süre sonra camilerin taban puanları düşürüldü. Bunun sebebi Diyanet personelinin yetersizliği midir ?

    Yine Mesleki Bilgiler Seviye Tespit Sınavı yapılmasına ve sınavlara girerken önemli bir kıstas olacağı söylenmesine rağmen neden sadece sınava girmiş olma şartına çevrildi. Yapılan nakil vb. sınavlar göstermelik olmaktan çıkarılacak mı ?

    Aslında az çok bu soruların cevabını sizler de biliyor veya en azından rahatça tahmin edebiliyorsunuz. Daha önce Diyanet’le ilgili yazılarımda bu sorunların çözümlerine dair birkaç kelam etmiştim. Fakat şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki ne önceki başkanlar ne de şimdiki başkan bu düzeni değiştirmeye değil düzenin yöneticisi olmaya gelmişler. O yüzden bu konularda ümitsizim. Bu kadar kendi personeline adaletsizce davranan ve adaletsizce hükmeden bir yönetim anlayışı ne kadar uğraşırsa uğraşsın hiçbir sözlerinin tesiri olmayacaktır. İslam anlayışına ve  tarihine son derece hakim bu insanların adaletsizlikte bu kadar ısrarcı olması gerçekten akıl kârı değil. Allah ıslah etsin.

     İhsan Cabir

     

    İlgili Haber

    İzmir Milletvekili Alaattin Yüksel, Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan Milli Eğitim Bakanlığı ve üniversitelere geçen personeli TBMM gündemine taşıyarak, “Bu kişilerin Bakanlık ve üniversitelerdeki görevi nedir?” diye sordu.

    İzmir Milletvekili Yüksel, Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer’in yanıtlaması istemiyle verdiği önergede, Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ’ın önergesine verdiği yanıtta Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan 2003-2011 yılları arasında 2227 personelin Milli Eğitim Bakanlığı’na geçtiğini bildirdiğine dikkat çekti. Diyanet İşleri Başkanlığından Milli Eğitim Bakanlığına, Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmeni olarak geçiş yapan 2 bin 227 personelin, Talim ve Terbiye Kurulu’nun öğretmenler için belirlediği 119 sayılı kararındaki şartları taşıyıp taşımadığı konusunda bilgi isteyen Yüksel,   “2003-2011 yılları arasında, yıllar itibarıyla Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmeni ve İmam Hatip Meslek dersleri öğretmenliklerine ilk atama yoluyla (KPSS) ile kaç öğretmen alınmıştır? Geçiş yapan 2227 kişinin kaçı KPSS sınavına girmiştir? Atama puanları nelerdir? KPSS ile öğretmen olarak atanamayanların kurumlar arası nakil yoluyla bakanlığınıza geçiş yapması etik kurallara ve eşitlik ilkesine uygun mudur?” diye soran Yüksel “Puanları düşük olduğu için Milli Eğitim Bakanlığına öğretmen olarak atanamayanlar Diyanet üzerinden geçiş yoluyla öğretmen yapılmaktadır. Bu yolla kadrolaşmanın önü açılmaktadır. Daha nitelikli daha yüksek puan alan öğretmen adaylarına büyük haksızlık yapılmaktadır.” Dedi.

    DİYANET MİLLİ EĞİTİM BAKANLIĞI’NIN ARKA BAHCESİ

    Aynı dönemde, Diyanet’ten üniversitelere geçtiği bildirilen 318 kişinin hangi üniversitelerde ne görev yaptığı konusunda da bilgi isteyen Yüksel,  “Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan Kurumlar arası nakil yoluyla geçiş yapan 2 bin 227 personelden kaçı Bakanlığınız bünyesinde yönetici olarak görev yapmaktadır? Bu kişilerin görev yerleri ve unvanları nelerdir? Yüksek Askeri Şura kararları ile TSK’dan ihraç edilen ve daha sonra Milli Eğitim Bakanlığı’nda işe başlatılan personel sayısı nedir? Alınan personel Milli Eğitim Bakanlığı’nda hangi birimlerde ve kadrolarda istihdam ettirilmektedir? Unvanları nedir?” diye sordu. 

  • İlahiyat Hocası Büyükelçi Olarak Atandı

     

    Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu atamaları önceki gece sözlü iletti. Kararnameyle, bakanlık personeli olmayan İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Afrika uzmanı Prof. Dr. Ahmet Kavas,

    Çad’ın başkenti Encemine’ye büyükelçi oldu. Böylece Davutoğlu döneminde dışarıdan atanan büyükelçi sayısı 10’a çıktı. 

    Çevik BM’ye

    Dışişleri’nin “Arap Baharı uzmanı”, Ortadoğu’dan sorumlu müsteşar yardımcısı, Şam’da da büyükelçilik yapmış olan Halit Çevik, Türkiye’nin New York BM Genel Merkezi’ndeki Daimi Temsilcisi oldu. Davutoğlu’nun, başta bölgesel konular olmak üzere yürüttüğü birçok müzakerede sürekli yanında olan, daha önce özel kalem müdürlüğünü de yapmış, 40 yaşındaki özel başmüşaviri Gürcan Balık ise Paris’teki UNESCO Daimi Temsilciliği’ne getirildi. Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan’ın dışişleri danışmanı Taner Karakaş, Buenos Aires (Arjantin) Büyükelçiliği’ne atandı. Dışişleri’nin bir diğer genç diplomatı 39 yaşındaki insan kaynakları genel müdür yardımcısı Tuncay Babalı da, Ottowa’ya (Kanada) Türkiye Büyükelçisi oldu.

    Okyay Kolombo’ya

    Yeni kararnamede diğer büyükelçiler de şunlar oldu: Engin Yürür: Bogota (Kolombiya) Büyükelçisi, Necip Egüz: Dublin (İrlanda Cumhuriyeti) Büyükelçisi, Hüseyin Müftüoğlu: Dakka (Bangladeş) Büyükelçisi, İskender Kemal Okyay: Kolombo (Sri Lanka) Büyükelçisi, Mehmet Hakan Olcay: Brüksel (Belçika ikili ilişkiler) Büyükelçisi, Osman Bülent Tulun: Bangkok (Tayland) Büyükelçisi, Mustafa Pulat: Abuja (Nijerya) Büyükelçisi.

    Hurriyet

  • Dersimiz Kuran, Konumuz başörtüsü!

     

    Kesintili eğitimdi, kesintisiz eğitimdi, seçerdik, seçtirmezdik derken Alevilik, Kürtçe dersleri şimdi de “Kur’an-ı Kerim” ve Peygamber Efendimizin hayatını konu alan “Siyer” dersi ortaöğretim okullarının müfredatına giriverdi.

    Çocuklarımız okullarda Kur’an- Kerim öğrenecek, Peygamber Efendimizin hayatından kesitler okuyacaklar…

    Merak bu ya, tanıdığım bir iki Milli Eğitim müdürünü aradım ve “Kur’an ve Siyer’in seçmeli ders olması konusunda Talim Terbiye Kurulu kararı da yayınlandı. Peki sizler hazır mısınız, nasıl olacak bu dersler?” diye aklıma takılan soruları sordum.

    Mesela:

    1. Kur’an-ı Kerim bilen öğrenciler için talim niteliğinde bir ders mi yapılacak? Yoksa hiç bilmeyen çocuklar için de elif-ba cüzlerinden başlayarak öğrenme imkanı mı sunulacak?

    2. Haftada iki saat, hiç bilmeyen bir çocuğun Kur’an-ı Kerim öğrenmesi için yeterli olacak mı?

    3. Yıl sonunda çocuklar Kur’an okuyabilecekler mi? Yoksa her yıl sil baştan başlayacakları, spor niyetine yapacakları bir ders mi olacak?

    4. Bir çocuk bu dersi seçtiği zaman ders notlarının ortalamasını ciddi bir şekilde etkileyecek mi?

    5. Diyelim ki, öğrenciler bu dersleri alırlarken  “elif ba ile üstün eb, ib, üb” diyerek bağırarak talim yapacaklar, bunun üzerine laikçi teyzeler “benim çocuğum bu seslerden rahatsız oluyor” diyerek cıngar çıkarttıkları takdirde neler düşünüyorlar? (Ayşe Arman’a müthiş bir dizi röportaj konusu çıktı! Kızı Alya’yı alıp bu derslere girerek bir dizi haber yapsın aydınlanalım derim ben)

    6. Öğretmen açıkları giderildi mi?

    7. Aynı durum Siyer dersi için de geçerli…

    Anladığım kadarıyla, Siyer konusunda konu başlıkları belirlenmiş, ellerinde bir müfredat ve öğretmenlerin uyması gereken bir çizelge var. Ancak “geçiş süreci” olduğu için bütün okullarda uygulanacak tek bir kitap olmayacak, konu başlıklarına uygun olarak öğretmenlerin tercih ettiği kaynak ve kitaplardan faydalanılacak.

    Kaç öğrencinin bu dersleri seçeceğine dair ellerinde tam bir bilgi olmadığı için, öğretmen konusunda bazı okullarda sıkıntılar yaşanabilirmiş. Fakat eğitim yılı içerisinde bu eksikler tamamlanacakmış. Yani göç yolda dizilecek, eksikler giderilecek…

    Okullar daha çok Kur’an- Kerim okumayı bilmeyen öğrencilere yönelik olarak hazırlıklarını yapıyorlar. Bilen öğrenciler için bir alternatif görünmüyor ve hazırlıkları da yok gibi.

    En önemli soruyu en sona sakladım elbette…

    Bu derslere girecek olan kız öğrenciler için bir sıkıntı görünmüyor ancak bu derslere girecek olan öğretmenlerin durumu muallak…

    Mesela “bu derslere girecek kadın öğretmenlerin başörtüsü sorunu ne olacak” diye sorduğumda bu soruya hiç hazırlıklı olmadığını gördüm konuştuğum Milli Eğitim müdürlerinin!.. Hepsi de “kamu görevlisinin giyim koşulları ortada” dediler.

    Bu durumda peki ne olacak? Din derslerine girecek olan mevcut kadrolu ve sözleşmeli olarak alınacak öğretmenlerin erkek olması mı tercih edilecek?

    Oysa dışarıda İlahiyat mezunu, formasyon almış pek çok kadın öğretmen var. Bu dersler okul müfredatına girerken, kız öğrencilerin durumu gözetilip de öğretmenlerin başörtüsü konusunda bir adım atılmıyorsa, mevzuatta bir düzenleme olmuyorsa, ne oluyor peki?

    Yoksa…

    Öncelikli olarak, eğitim müfredatına Kur’an ve Siyer derslerinin girmesi eğitim müfredatındaki ciddi sorunları ortadan kaldırmış olmuyor. Daha atılması gereken ciddi adımlar var. Mesela ders kitaplarındaki ırkçı, savaşçı, çatışmacı unsurların, faşist söylemlerin değiştirilerek müfredatın sil baştan yenilenmesi…

    İkincisi ise, devletin din dersi vermesini mi savunuyorsun” diyenlere, yazının başındaki “ehven-i şer” şerhini hatırlatırım. Ne yapalım tevhid-i tedrisat kılıcı tepede dururken, yeni bir anayasa yazılmadan başka türlüsü olmuyor işte, bilmem anlatabiliyor muyum. Yoksa tabi ki devletin görevi değil!..

    Hayırlı bayramlar…

    Elif Çakır

    Star

  • Hadisler bizim için hayati öneme sahip!

    Hemen her kanal bir iftar, sahur programı yaptı. Geçenlerde Serdar Tuncer’in Semerkand televizyonundaki sahur programını izlerken hadisler meselesini keşfettim. Velhasıl bu programdan sonra aklıma bu hadislerin hayatımıza verdiği yön ve ihtiyacımız olduğu zaman içimizi rahatlatıcı özelliği takıldı. Öyle anlar geliyor ki, hiç ummadığınız birinden duyduğunuz bir hadis hayatımızın ortasına gelip oturuveriyor. Belki o an o hadisi duymasanız çoğu şey manasını kaybedecek.

    Bu hadiseden sonra ben de sevdiğim büyüklerime ve akranlarıma hayatlarına yön veren, ihtiyacını hissettikleri hadisleri sordum. Aldığım cevaplar, meslek gruplarına göre bile değişti.

    Metin Külünk (İstanbul 24.Dönem Milletvekili): Siyasi olmanın bir gereği olarak “Komşusu aç yatarken kendisi tok yatan bizden değildir” hadis-i şerifi benim için çok hayatidir.

    Ertuğrul Erkişi (Sanatçı): “İman etmeden cennete giremezsiniz, birbirinizi gerçekten sevmeden iman etmiş sayılamazsınız, birbirinizi sevmeniz için aranızda selamı yaygınlaştırınız.”

    Emre Kocaoğlu ( İstanbul 21. Dönem Milletvekili): “Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız. Müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz.”

    Prof. Dr. Namık Açıkgöz (Akademisyen): Şüphesiz bir hadis-i şerifi diğerinden ayırmak mümkün değildir. Onlarca hadis yazmam gerekebilir. Ama benim hayatıma yön veren ve zımnen pek çok hadisi muhtevî olan “El-fakru fahrî” (Fakirlik övüncümdür) hadis-i şerifini söyleyeyim sana. Selamlar.

    Güzide Ertürk (Öykücü): Bu soruya şöyle cevap verebilirim. “En” sevdiğim hadis her saat, her gün, her yıl değişiyor. Hangi kutlu söze daha çok ihtiyacım varsa onu daha çok seviyorum. Müminlerin kardeşliği üzerine söylenmiş hadisler, bu sıralar daha çok aklıma düşüyor:

    Peygamber Efendimiz (sallâllâhu aleyhi ve selem) şöyle buyurmuştur: “Allah’ın kullarından birtakım insanlar vardır ki, nebi değildirler, şehid de değildirler, fakat kıyamet gününde Allah katındaki makamlarından dolayı onlara nebiler ve şehidler imrenerek bakacaklardır.”

    Ashâb-ı kirâm, “Bunlar kimlerdir ve ne gibi hayırlı ameller yapmışlardır? Bize bildir de, biz de onlara sevgi ve yakınlık gösterelim yâ Rasulallah!” dediler.

    Peygamber Efendimiz (sallâllâhu aleyhi ve selem), “Bunlar öyle bir kavimdir ki, aralarında ne akrabalık ne de ticaret ve iş münasebeti olmaksızın, sırf Allah rızası için birbirlerini severler. Vallâhi yüzleri bir nurdur ve kendileri de nurdan birer minber üzerindedirler. İnsanlar (kıyamet günü) korktukları zaman bunlar korkmazlar, insanlar mahzun oldukları zaman bunlar hüzünlenmezler.” buyurdu (Ebû Dâvûd, Büyû, 76/3527; Hâkim, IV, 170)

    Fatma Jiyan Kızılboğa (NTV’nin Fotoğrafçısı): Benim hadis diye bildiğim ve birçok kaynağın da sahih olduğunu da söylediği bir hadis var. Ben de ilk kez bir sohbette dinlemiştim. “Allah sizin ne dış görünüşünüze ne de mallarınıza bakar. Ama o sizin kalplerinize ve işlerinize bakar.” hadisi en benimsediğimdir. Sanat konusunda tereddütüm vardı, bu okunmuştu bana. O gün bugündür pek severim.

    Kasım Alper Özdemir (Sunucu): “Kişi sevdiğine sevdiğini söylesin.” İnsan, ömür boyunca severek yaşar. Sevmek görecelidir. Bir yaşlının huzur dolu imanlı yüzüne, bir şairin güzel sözlerine, bir çocuğun gülen gözlerine âşık olabilir insan. İşte bu bağlamda insan mutlaka bir şeyleri sever ve yoluna sevgiyle devam eder. Aşk da böyledir. Efendimizin bu güzel sözünü de işte ben bu yüzden seviyorum ve sevdiğime muhakkak onu sevdiğimi söylüyorum.

    Doç. Dr. Muharrem Kaya (Akademisyen): “(Mümin) kardeşine tebessüm etmen sadakadır. İyiliği emredip kötülükten sakındırman sadakadır. Yolunu kaybeden kimseye yol göstermen sadakadır. Yoldan taş, diken, kemik gibi şeyleri kaldırıp atman da senin için sadakadır.”

     

    Orhan Özekinci

    Dünyabizim