Yıl: 2012

  • Neden kadınlardan filozof çıkmıyor?

    Bir Âdem şöyle diyor:

    “Neden kadınlardan filozof çıkmıyor? Neden kadınların da bir Sokraticesi Eflatuniye bacısı yok.. 🙂 Çünkü kadınlar düşünmek yerine düşündürtmeyi seviyorlar. Bunun için asla düşünemeyecekler :)”

    Arkasından da onlarca kişi yorum yapıyor:

    Belli, insanlar, seyirliği çok seviyor olmalılar. O yüzden horoz dövüştürürler, it dalaştırırlar… Hep bir seyirlik hali olsun isterler.

    Bu seyirlik alanlarından biri de iki de bir kadınlarla erkekleri karşı karşıya getirmek ve onları eşitlikçi bir rekabete sokmaktır.

    Hey bre Âdem! Sen erdemli olanı aradın da kadın olmadı mı?

    Sen “duyan” değil düşüneni aradın da o olmadı mı?

    Sen filozof kadın istedin de çıkmadı mı?

    Kadından filozof çıkar mı?

    Çıkmaz elbet. Çünkü kadın evden dışarı çıkamadı ki başka bir şey olsun.

    Evden çıksa, etrafı görse, olayları gözlemlese, olaylarda özne olsa, tanık olsa… İşte o zaman kadın da sen ne oluyorsan o da o olur.

    Senin beyninin birkaç gram fazla olması aranın kapatılamaz derecede açık olacağı anlamına gelmez. Çünkü hangi erkek beynini tam kapasite kullanabiliyor ki?

    İnsanlar, pencereleri olmayan bir beyin ile nasıl düşünsünler. Hiç güneşi, ayı ve yıldızları, gecenin karanlığında yıldızların göz kırpışını görmemiş, hiç kuşun ötüşünü, kanat çırpışını, arının vızıltısını, rüzgârın uğultusunu duymamış, hiç gülün saldığı kokuları duymamış, çiçeklerin güzelliğinden ve revnakından haberdar olmamış, hiç suyun şırıltısını işitmemiş, hiç ılgıt ılgıt esen yelleri yüzünde hissetmemiş bir insan ister erkek olsun ister kadın kördür, sağırdır, dilsizdir.

    Aynı derecede birlikte okula başlayan erkek ve kız çocuklar arasında ancak kızlar lehinde farklılık görürsünüz. Çünkü onlar ilk yaşlarda büyümeyi daha hızlı yaparlar. Erkeklerin on beş yaşında gelebileceği ergenlik yaşına dokuz-on iki yaşılarında gelebilirler. O yüzden de melekeleri daha hızlı gelişir. Erkekten daha da önde giderken kızımız eve çekilir ve oğlumuz okuluna devam eder sonra mühendis olur, doktor olur, öğretmen olur hayata atılır. Hep öznedir artık. Her gün biraz daha farklı ve yeni şeyler görür, duyar ve hisseder. Hal böyle olunca hâlâ bir şeyler olamıyorsa, beynine açılan bunca pencereden dolan ışığa rağmen hâlâ bir şeyleri akledip göremiyorsa bu sadece onun gabavetini, beladetini ve hamakatini ifade eder. Kadınlardan düşünsel olarak üstünlüğünü değil.

    Kızımız da çekildiği evinde (çekilmek meçhul fiil olarak kullanılmıştır) artık eline aldığı çorabı, iğne oyasını, dantelayı bir sanat şaheseri olarak kendi kendini kozalamak üzere örmeğe koyulmuşsa ve sonunda bir kelebek olup hayal dünyasında kanat çırpmaya başlamışsa ve bütün geleceğe ait hülyası beyaz atlı prensinin gelip kendisini mutluluk ülkesine uçurmak ise bunda kendisi açısından utanılacak bir şey yoktur.

    Bu rekabet işi bizi bozdu.

    Hasan Basri, Rabia’ya demiş ki:

    “Peygamberler hep erkeklerden çıkıyor, hiç kadından peygamber var mı?”

    Rabia da demiş ki:

    “Doğrudur, ama nerede bir Firavun nerede bir Nemrut ve Tağut varsa onlar da hep erkeklerden çıkıyor.”

    Kel başa şimşir tarak.

    Gel evlat sen bu inadı bırak!

    Evet, sahiden bu anlamsız yarış ve eşitlikçe bir mukayese bizi yordu. Gelin biz bu işi bırakalım. Kadın ve erkeği rekabete sokmayalım. Bir olalım, beraber olalım. Birbirimize libas olalım. Eksiğimizi böylece tamamlayalım. Mutluluğumuz ancak buna bağlıdır. Bilelim.

    Sevelim, sevilelim. Bu dünya kimseye kalmaz.

    Dua ile!

     

    GARİBCE

     

  • Siyasetin kelamı ve fıkhı

    Müslümanlar referans aldıkları ahlakî değerleri ve gerçekleştirmek zorunda oldukları dünyevî idealleri için kendileri olmak zorundadırlar.

    Oysa 300 senedir Batı’nın muhtevasını belirlediği siyaseti takip etmektedirler. Artık bunu kritik etmeleri ve dünyanın geldiği noktada yeni politik kültür arayışına cevap verme konusu üzerinde uzun uzadıya imal-i fikr etmeleri lazım. Birinci ve ikinci İslamcı nesillerin siyaset anlayışları bugün için sorun çözmekten uzaktır, ama diğer siyasî ve ideolojik grupların da siyaset anlayışları, takip ettikleri siyasi stratejiler bize yeni durum konusunda tatminkaâr şeyler söylemiyor. “İslam, siyasî bir hareket öngörmez, biz sadece iman ve ibadetlerle uğraşırız” diyenlere bizim bir diyeceğimiz yok, onlar gönüllü olarak dinin muamelatını hayatın dışına çıkarıyorlar. Hermönetikçilere göre de din inanç, ibadet ve ahlaktan ibaret olup İslam’a göre inanır ama başka bir ideoloji veya siyasete göre yaşayabilirsin.

    Siyaset üzerinde imal-i fikr ederken elbette Batı’daki siyaset teorilerini, verili siyaseti iyi bilmeliyiz. Fakat akademik dünyamız, aydınlarımız ve siyasetçilerimiz amiyane tabirle “ben kargadan başka kuş tanımam” anlayışıyla Batılı siyaset teorilerinden başka hiçbir şeyle ilgilenmezler ve bilmezler. Sorunlarımızın kendimize özgü ayırt edici özellikleri var, siyasî düşünceyi ve siyaset yapma biçimini tekilleştiren Batılı teorilerle yetinemeyiz. Kendi tabii tarihî tecrübesinin bir ürünü olarak geliştirdiği çeşitli siyaset teorileri ve modelleri Batı için anlamlıdır; ancak Batı-dışı dünya için aynı anlamı ifade ettiklerini iddia etmek için, söz konusu teori ve modellerin insanî-evrensel değerler mecmuası olduklarını, mutlak hakikat ve doğruları temsil ettiklerini düşünmek lazım. Bu ise varlık yapısı açısından mümkün değildir. Zira eğer bir teori ve onu besleyen düşünce insanî karakterde ise, insan bizatihi kendisi tarihsel ve toplumsal durumdan ya etkilenir ya belirlenir. Burada ciddi bir insan sorunuyla karşı karşıya olduğumuz gözden kaçırılmamalı. Kendisine verilmiş olan cüz’i iradesini külli irade doğrultusunda kullanmayan insan, zorunlu olarak tarihsel ve toplumsal durumlarca belirlenir. Özü itibarıyla kendini ilahi bir kaynağa refere etmeyip dini dışarı çıkarma esasına dayanan siyaset teorileri elbette evrensel nitelikte olamazlar.

    Nasıl birbiriyle karşılıklı etkileşim halindeki dünyanın nereye gittiğini, hangi değişimlerin vuku bulduğunu anlayıp zamanında izlemek için Batılı siyaset teorilerini, yeni düşünce ve akımları bilme zaruretimiz varsa, aynı şekilde İslam kelamına, fıkıh ve usul mirasına da dönüp bakma zarureti var. Fıkıh ve kelam beşeri cehdin ürünü düşünce ve içtihatların hasılasıdır, yani kelamcı veya fakihin söyledikleri mutlak hakikati ifade etmez, ama kendilerini refere ettikleri kaynak hak ve hakikattir, bu yüzden Batılı siyaset teorilerine nazaran daha evrensel olma potansiyeline sahiptirler. İslam tarihinde siyasetin dinden kopmamış olması, aksine iktidar mücadelesine katılan toplumsal grupların bir şekilde meşruiyeti dinde araması, din ile siyasetin birbirinden kopamayacağını gösterir. Yahudiliğin “doktrin”den, Hıristiyanlığın “yorum”dan, İslamiyet’in de “siyasetten ve siyasiler”den zarar gördüğü gerçektir. Öyle de olsa zararı gidermenin yolu dini siyasetin dışına çıkarıp bu alanı sekülerleştirmekten geçmez. Adalet, ahlakî erdem, doğruluk, hakka ve halka hizmet, hukuk karşısında eşitlik, barış ve anlayış içinde bir arada yaşama gibi temel sorunlar, siyasî alanın yine İslam dairesi içine dahil edilmesiyle çözülür.

    Ali Bulaç 

    Zaman

  • İslam NATOsu

    N.A.T.O. (Kuzey Atlantik Antlaşması Teşkilatı), İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, komünist emperyalizminin muhtemel saldırılarına karşı, hür milletlerin, istiklal ve toprak bütünlüğünü savunmak niyetiyle 4 Nisan 1949’da kurulan savunma teşkilatıdır.

     

    Antlaşmanın beşinci maddesine göre: “Üyelerden birine yapılan saldırı, bütün üyelere yapılmış kabul edilmektedir. NATO; hürriyetleri ve hukukun üstünlüğünü tanıyan milletlerin, medeniyetlerini, barış ve güvenliğini sağlar ve karşılıklı askeri, sosyal, kültürel yardımı esas alır.” Antlaşmaya taraf olan ülkeler, Birleşmiş Milletler Kanunu’na uygun olarak, barış ve milletlerarası güvenliği korumayı ve Kuzey Atlantik bölgesinde istiklal ve refahı geliştirmeyi taahhüt etmişlerdir.

    Ansiklopedilere geçmiş bu sözler, bu teahhütler daima tek yanlı, tarafgir, hak ve hürriyet için değil, antlaşmaya dahil ülkelerin çıkarlarını korumak için işletildi. Hatta bu ülkeler arasında bile (Mesela Türkiye örneği) farklı uygulamalar yapıldı.

    Hak ve hürriyetlere saygılı olan inanlık kesimi bunları, yalnızca kendileri için değil, bütün insanlar için korumalıydılar. Nato üyesi ülkenin hak ve hürriyeti saygıya layık da üye olmayan, gücü de yetersiz olan ülkeler ve topluluklarınki layık değil mi?

    Satırlar arasında gizli manalara dikkat edilirse bu antlaşmanın, İslam’ı da dışladığı anlaşılacaktır; nitekim gün geldi, komünizm tehlikesi bertaraf edildi ve yeni düşmanın yeşil (İslam) olduğu bu teşkilatın sekreteri tarafından ifade edildi.

    Şimdi fesi sarığı önümüze koyup düşünelim:

    Ümmet olarak Nato’ya mı güveneceğiz, yoksa biz de bir Nato mu oluşturacağız?

    Bu soruyu Kur’an’a sorduğumuzda bize şu cevabı veriyor:

    “Allah’ın ve sizin düşmanlarınızı ve onların gerisinde olup sizin bilmediğiniz, ama Allah’ın bildiklerini korkutup caydırmak üzere, onlara karşı elinizden geldiği kadar –her çeşit– güç ve savaş atları hazırlayın. Allah yolunda harcadığınız her şeyin karşılığı, zerrece haksızlığa uğratılmadan size tastamam ödenecektir. (Enfâl: 8/60).

    İslâm’a göre savaş gücüne sahip olmaktan, savaş için hazırlanmaktan maksat, dinleri başka da olsa fiilen savaşarak insanları öldürmek olmayıp onların maddî ve mânevî olarak kendilerine ve başkalarına zarar vermelerini engellemektir. Bu da, mevcut ve muhtemel düşmandan daha güçlü olmakla mümkündür. Sağduyusunu yitirmemiş olan topluluklar, ortada zaruret bulunmaksızın kendilerinden daha güçlü bir topluluğa saldırmazlar. “Hazır ol cenge eğer ister isen sulhu salâh” şeklinde manzumlaştırılmış bulunan bu ilke, barışın ancak, bunu isteyenlerin caydırıcı güce sahip olmaları sayesinde gerçekleşebileceğini ifade etmektedir. Ayetin bu kısmı evrensel bir gerçeği dile getirmektedir. Buradaki “Savaş atları” ve bazı sahih hadislerde (Müslim, “İmâre”, 167) teşvik edilmiş bulunan okçuluk ve atıcılık ise tarihî şartlar içinde yapılmış bir tavsiyedir, bir örnektir. Bugün caydırıcı güç nükleer güçtür (silahlardır). Bu silahlar ABD, İsrail, Çin, AB, Hindistan, Rusya… gibi ülkelerin ellerinde bulunduğu sürece ümmetin elinde de bulunmalıdır. “Ümmet”ten maksadım müslümanların bütünüdür. Bugün bu bütünlük ulus devletler yüzünden parçalanmış olsa bile bu durum, bir güvenlik antlaşması, bir İslam Natosu oluşturmaya engel değildir. Ancak İslam Natosu’dur ki, bütün insanlık için hak ve hürriyeti hedefleyecektir.a

  • Islamophobia, Batının depreşen hastalığı


    Otuz yıla yakın ömrünü Batıda yaşamış bir bilim adamı Dr. Salih Yücel İslamofobi ile ilgili olarak içeriden gördüklerini kitaplaştırmış. Kitaba benim küçük bir önsöz yazmamı istediği dört beş gün önce eve gelip internetimi açtığımda ilginç bir tevafuk olarak Batılı bir filozofun konuşmasından alıntılanan şu haberle karşılaştım:

    “Ünlü filozoftan Batıya İslamofobi çıkışı:

    Ünlü filozof Martha Nussbaum, Batı dünyasındaki İslam düşmanlığının ABD’yi zehirlemeye devam ettiğini söyledi: “Amerikalılar ve Avrupalılar, dini hoşgörü konusunda aydın tutumları için kendileri ile gurur duyuyorlar. Ancak herkes Batı tarihinin aslında yoğun bir dinsel düşmanlık ve şiddet ile karakterize edildiğini bilir” diyen Nussbaum, Amerika Birleşik Devletleri, Fransa, Belçika, Almanya ve İspanya’da Müslümanlara karşı sürdürülen bariz yasal ayrımcılıkların incelenmesi gerektiğini söyledi.

    Chicago Üniversitesi’nde hukuk ve etik profesörü olan filozof, “şu anda tüm Batı toplumlarını çirkinleştiren korkuların ve şüphelerin köklerini ortaya çıkarmak için öz eleştiri içeren incelemeler yapılması gerekir” dedi.

    Nussbaum, İslam hukukunun uygulamasını 15 yıla varan hapisle cezalandırmayı öngören Tennessee’deki son yasayı ve Müslüman kadınların başörtüsü nedeniyle uğradıkları tacizleri hatırlattı.

    Üniversite müfredatında herkesin büyük dünya dinleri hakkında bazı bilgilere sahip olmasını sağlayacak dersler bulunmasını isteyen Nussbaum, öğrenme ve diyalog yoluyla böyle çirkin korkuların üstesinden gelinebileceğini belirtti”.

    Biz de aynen bunları söylüyoruz. Batı inanç özgürlüğünün edebiyatını yaparken bu gün müslümanlara nelerin reva görüldüğünü gözden geçirmelidir, ayrıca kendi tarihine bakmalıdır diyoruz.

    Şu andaki haliyle Kurtuba ile İstanbul’u, İşbiliyye ile Mardin’i, Gırnata ile Şam’ı karşılaştırmalı ve ondan sonra konuşmalıdır diyoruz.

    “Bir zimmiye eza eden bana eza etmiş olur, bizim hangi haklarımız varsa onların da aynı hakları vardır, bizim hangi sorumluluklarımız varsa onların da aynı sorumlulukları vardır”, diyen İslam Peygamber’i ile yine bir kaç gün önce Batının şımarık çocuğu İsrail’in eski Başbakanı Ariel Şaron’un oğlu Gilad Şaron’un şu sözlerini yan yana okumalıdır diyoruz:

    “Gazze dümdüz edilmelidir. Filistin’le savaşta orta yol yoktur. Gazze’de taş üstünde taş bırakmamalıyız. Bütün Gazze’yi dümdüz etmeliyiz. Japonlar yeterince çabuk teslim olmadıkları için Amerikalılar Hiroşima ile yetinmediler, Nagazaki’yi de vurdular. Gazze’de elektrik olmamalı, benzin olmamalı, hareket eden tek bir araç, hiçbir şey olmamalı”.

    Bazı bireysel örnekleri bir tarafa bırakırsak, müslümanların tarihi, ötekine tahammül örnekleriyle doludur. Bu sayılamayacak kadar çok örnekleri Batılılar da iyi biliyor ve insaflı olanları zaman zaman dile getiriyorlar. Biz kötülüğü asla hoşgörmeyiz, ama kötülükleri kendilerini aşmadıkça kötülere de tahammül ederiz, temel hak ve özgürlüklerine asla dokunmayız, hatta koruruz.

    Bizim öngördüğümüz hak ve özgürlükler daha dün 1948’de değil, 1400 yıl önce belirlenmiş özgürlüklerdir: Yaşama hakkı, mülkiyet hakkı, din özgürlüğü, düşünce özgürlüğü, evlenip neslini sürdürme özgürlüğü İslam’ın bidayetinden beri fiilen gerçekleştirilen hak ve özgürlüklerdir. Dinin temel amacının işte bu beş doğal hakkı korumak olduğu söylenip durur. Ve bunları bütün insanlar için bir hak olarak tanır.

    Hz. Ömer’in sözleri herkesin malumudur: “İnsanlar annelerinden hür doğarken siz onları nasıl köleleştirirsiniz!”. Ömer’in Mısır Valisi bir tebaasına tokat atmış, o da bunu Ömer’e şikâyet etmişti. Hac zamanı Mescid-i Haram’da vali, tokat yiyenin tokadıyla cezalandırıldı ve bu sözü Ömer işte o zaman söyledi.

    Bize hoşgörülü olmanın erdemleri anlatılırken müslümanların varlığına dahi tahammül edemeyenlerin, sonuçta bu tutumlarından kendileri zararlı çıkacakları açıktır.

    Dr. Salih Yücel’in İslamofobya adlı kitabı bu günlerde Paradoks Yayınlarından çıkacak. Kitabının önemli bir boşluğu dolduracağını ve duymayanlara bazı şeyleri duyuracağını, görmeyenlere göstereceğini umuyorum.

  • Türkiye Diyanet Vakfı Burs Başvurusu Başladı

     

    1- GENEL BURS

    Yurtiçinde (K.K.T.C dahil) yükseköğretim kurumlarında okuyan* ve bir üst sınıfa başarısız dersi olmadan geçenler ile bu sene ilk defa eğitime başlayacak öğrencilerden, Vakfımıza müracaat eden ve aşağıda belirtilen puanlama kriterlerine göre 100 üzerinden en yüksek puan alan öğrenciden başlamak suretiyle yapılacak puanlama sıralamasına göre belirlenecek her bir aileden bir öğrenci olmak üzere 2012 – 2013 öğretim yılına mahsus 8 ay süreyle Genel Burs verilecektir.

    Şehit Çocuğu, Yetim veya Öksüz Öğrenciler

    Gazi Çocuğu olan öğrenciler

    Ailesinin ikamet etmiş olduğu İl dışında okuyan öğrenciler

    Üniversitede kendisinden başka okuyan kardeşi olan öğrenciler

    % 40 ve Üzeri Engelli Öğrenciler

    Annesi/Babası Diyanet İşleri Başkanlığı veya Türkiye Diyanet Vakfı Personeli Olan Öğrenciler

    İHL Mezunu olup, İlahiyat Fakültesi dışında herhangi bir Yükseköğretimde okuyan Öğrenciler

    Hafız Öğrenciler

    İHL Mezunu olup, İlahiyat Fakültesinde okuyan Öğrenciler

    * Açık öğretim fakültesinin örgün öğretim bölümleri dışında kalanlar, yabancı uyruklu öğrenciler, Askeri/Polis okulları, Master/Doktora ile Uzaktan eğitim programındaki öğrenciler hariç.

     

    2- ÖZEL DESTEK BAŞARI BURSU

    Diyanet İşleri Başkanlığı ile Vakfımızın faaliyetlerine öğrencilik süresince ve mezun olduktan sonra da gönüllü olarak yardımcı olmaları maksadıyla (gerektiğinde bu öğrencilerden uygun görülenler mezun olduktan sonra Vakfımız bünyesinde de istihdam edilebileceklerdir.)

    İmam-Hatip Lisesi Mezunu veya Hafız olan öğrencilerden seçilmek kaydıyla, Hukuk, Tıp, Mühendislik (Vakfımızca uygun görülecek Bölümlerden), Mimarlık ve İlahiyat Fakültelerinde öğrenim gören ve üniversiteye ilk defa 2012 yılında kayıt yaptıran öğrenciler içerisinden müracaat edenlerin ÖSYM yerleşme puan sıralamasına göre belirlenecek öğrencilere* (bir üst sınıfa dönem sonu not ortalaması 4 üzerinden 3 – 5 üzerinden 4 – 100 üzerinden 80 ve üzeri puanla geçmek şartıyla) normal öğrenim süresince 8 ay süreyle Özel Destek Başarı Bursu verilecektir.

    * Bu öğrencilere özgü Vakfımız ve Şubelerimizce düzenlenecek her türlü faaliyet ve programlara katılmak zorunluluğu bulunmaktadır.

    3- LİSANSÜSTÜ – AKADEMİK BURSU

    Akademik seviyede eleman yetiştirilmesi maksadıyla,

    İmam-Hatip Lisesi Mezunu veya Hafız olup yurtiçinde herhangi bir İlahiyat Fakültesinde Yükseklisans – Master veya Doktora öğrenimlerine ilk defa 2012 yılında kayıt yaptıran ve SGK Kapsamında herhangi bir işte çalışmayan (Din Görevlileri hariç) öğrencilerden;

    – Akademik ve Lisansüstü Eğitim (ALES) sınavı başarı puan sıralamasına göre belirlenecek Yükseklisans-Master öğrencilerine burs verilecektir.

    (Bu öğrencilerin her kayıt yenileme döneminde öğrenimlerinin devam ettiğini ve SGK Kapsamında herhangi bir işte çalışmadıklarını belgelemeleri gerekmekte olup, bu öğrencilere normal öğrenim sürelerince uzatma olmaksızın toplam 2 yıl üzerinden her yıl 9 ay süreyle ödeme yapılır.)

    – YÖK’ün eşdeğer kabul ettiği İngilizce Yeterlilik Belgesindeki (ÜDS/KPDS gibi) puan sıralamasına göre belirlenecek Doktora öğrencilerine burs verilecektir.

    (Bu öğrencilerin her kayıt yenileme döneminde öğrenimlerinin devam ettiğini ve SGK Kapsamında herhangi bir işte çalışmadıklarını belgelemeleri gerekmekte olup, bu öğrencilere normal öğrenim sürelerince uzatma olmaksızın toplam 4 yıl üzerinden her yıl 12 ay süreyle ödeme yapılır)

    GENEL BİLGİLER :

    a- Müracaatlar 08 Kasım 2012 tarihinde başlayacak olup, 10 Aralık 2012 tarihinde saat 17.00’da sona erecektir.

    b- Müracaatların değerlendirilmesi elektronik ortamda doldurulan formdaki bilgilere göre yapılacağından müracaatların hatasız, eksiksiz, kılavuz’a uygun doldurulması gerekmektedir. Bu konu ile ilgili sorumluluk öğrenciye ait olacaktır. Aksi halde herhangi bir düzeltme yapılamayacağından konu ile ilgili yazılı ve sözlü talepler dikkate alınmayacaktır.

    c- Belirlenen süre içerisinde herhangi bir sebeple elektronik ortamda müracaat yapamayan öğrencilerin yazılı talepleri dikkate alınmayacaktır.

    d- Başvuru kılavuzunda açıklanan şartları taşımadığı hâlde müracaat eden öğrencinin isminin aday burs listesinde ilan edilmiş olması öğrenciye kesin burs alma hakkı vermez.

    e- Her bir öğrencinin sadece bir defa müracaat hakkı bulunduğundan, aday öğrenciye ait Kimlik bilgileri mutlaka nüfus cüzdanına uygun olması, ayrıca T.C. Kimlik numarasının mutlaka doğru olarak yazılması gerekmektedir.

    f- Yapılan değerlendirme sonucunda aday burs kazanan öğrencilerden müracaatlarındaki beyanlara istinaden istenecek belgeler ile elektronik ortamda yapılan müracaatların karşılaştırılması sonucunda aksi bir durumu tespit edilenlerin müracaatları iptal edilecektir.

    g- Bursiyerler ile ilgili ihtiyaç duyulması halinde bilgilendirme ve yazışmalar e-mail adresinden yapılacağından, müracaat formundaki mail kısmını mutlaka doldurmanız gerekmektedir.

    h- Müracaat ettikten sonra müracaat tarihleri arasında başvuru güncellemesi yapabilirsiniz.

    ı- Hesap numaraları öğrencilerin kendi adlarına olması gerekmektedir. (Velisi veya başkası adına açılan hesap numarası olmayacaktır.)

    (Visa veya başka bankalara ait hiçbir hesapmarası yazılmayacaktır. Yazılması halinde burs hakkı kazanılsa dahi ödeme yapılamayacaktır.)

    SONUÇLAR: Değerlendirme sonuçları Aralık 2012 ayı içerisinde www.diyanetvakfi.org.tr adresinde ilân edilecektir.

    Bursa başvuru yapmak için tıklayın.

  • Diyanet İşleri Başkanı Görmezden Muharrem ayı mesajı

    ‘Ne Kerbela’da şehit olanlar sadece Şiiliğin temsilcisidir ne de Kerbela faciasını yaşatan zalimler Sünniliğin referansını temsil ederler. Zalimin de mazlumun da ne mezhebine ne meşrebine bakılır’ ifadesini kullandı.
    Görmez, Muharrem ayı dolayısıyla yayımladığı mesajda ‘Hz. Hüseyin ve Kerbela şehitleri’ni rahmet ve özlemle andığını bildirdi.

    İslam aleminin her sene yeni bir hicri yıla girerken Hz. Muhammed’in Mekke’den Medine’ye hicretini bütün yönleriyle ve özellikle anlam boyutuyla hatırlayarak sevindiğine dikkati çeken Görmez, ‘Ancak bu sevincimiz, hicretten altmış bir yıl sonra Muharrem ayının onunda, bir aşure gününde Resul-i Ekrem Efendimizin torunu Hz. Hüseyin’in ve çoğu Ehl-i Beyt mensubu yetmişten fazla masum insanın siyasi ihtiraslar uğruna Kerbela’da hunharca şehit edilmesi nedeniyle büyük bir hüzne dönüşür. Şehit edilen Hz. Hüseyin ve arkadaşları, bu acı hadisedeki asil duruşları ve haksızlıklar karşısındaki onurlu mücadeleleri ile müminlerin gönüllerinde taht kurmuş; onlara bu zulmü reva görenler ise insanlığın ortak vicdanında mahkum olmuştur’ değerlendirmesinde bulundu.

    Görmez, Hz. Muhammed’in risalet döneminden sonra İslam dünyasını derinden etkileyen olayların başında gelen Kerbela’nın, Müslümanlar için ayrılığın ve kavganın kaynağı olmaması gerektiğine işaret ederek, şunları kaydetti:

    ‘Kerbela olayı, rahmet olarak görülmesi gereken mezhebi farklılıkların bir ölçütü değildir. Ne Kerbela’da şehit olanlar sadece Şiiliğin temsilcisidir, ne de Kerbela faciasını yaşatan zalimler Sünniliğin referansını temsil ederler. Zalimin de mazlumun da ne mezhebine ne meşrebine bakılır. Mümin her nerede olursa olsun zalime karşı mazlumun yanında duran vicdanlı insandır. Kerbela’da yaşanan trajedi karşısında Sünni olan da Şii olan da aynı duyarlılığı gösterir. Bu trajedi üzerinden İslam coğrafyasında ayrılık ve gayrılık var ederek kitlesel çatışmanın referansını oluşturmak İslami kardeşlik ve vahdeti bozma üzerine yapılan siyaset mühendisliğine prim vermek olacaktır. Üzülerek belirtmek isterim ki günümüzde, her iki tarafın aşırı uçları bu siyaset mühendisliğine alet olmaktadır. Ve başta Irak ve Suriye olmak üzere birçok İslam beldesinde bu bağlamda katliamlar yaşanmaktadır. Bugün biz Müslümanlara düşen vazife, mezhepsel ayrılıklar üzerinde durmaksızın İslam ümmetinin vahdetini ve kardeşliğini savunmak olmalıdır.’

    -‘Bugün yapılması gereken Hz. Hüseyin’i anlamaktır’-

    Bugün yapılması gerekenin, Hz. Hüseyin’i anlamak ve Hz. Hüseyin’e hile ve desiselerle kıyanların, onu sahra-i Kerbela’da susuz bırakanların, şehit edenlerin nasıl olup da kendilerini Müslüman görebildiklerinin sorgulanması olduğunu vurgulayan Görmez, Hz. Hüseyin’i bugün yeniden anlamanın yolunun ise her şeyden önce İslam tarihine sızan nefret ve intikam tohumlarını ayıklayarak, onu birlik ve beraberliğin nişanesi yapacak bir tasavvur dünyasında yeniden okumaya başlamaktan geçtiğini belirtti.

    Görmez, mesajında şunları kaydetti:

    ‘Hiç kuşkusuz bir ve beraber olmaktan söz ettiğimizde hak ve hakikat dostlarından, mahrumlardan, mazlumlardan, mustazaflardan söz etmiş oluyoruz. Hüseyni olanların yolu bellidir.

    Bu duygular içinde başta şehitler efendisi Hz. Hüseyin ve Kerbela şehitleri olmak üzere bütün şehitlerimizi rahmetle, ihtiramla, özlemle anıyor ve yad ediyorum. Onların Hz. Zeynelabidin ile süren aziz hatırasını ve Ehl-i Beyt-i Mustafa’yı saygıyla selamlıyorum. Asırlardan beri Hz. Peygamber ve Ehl-i Beyt sevgisi etrafında kenetlenen milletimizin barış, huzur, güven, sevgi ve saygı içerisinde yaşamaya devam etmesini Cenab-ı Mevla’dan niyaz ediyorum. Allah bizleri Hz. Hüseyin’in muradına uygun hareket eden varisçileri konumuna getirsin. Bizleri zalimlerle değil mazlumlarla anılan, zalimlere karşı mazlumlardan yana olan kullarından eylesin.’

  • Başörtüsü anketinden çıkan çarpıcı sonuç

    TESEV-KONDA’nın anketi ve Eğitim-Bir-Sen’in çalışması halkın kamudaki başörtüsü yasağının kalkmasını istediğini ortaya koydu.

    Halkın yüzde 76,3’ü “Kamuda isteyen örtünebilir” diyor. CHP’lilerin bile yüzde 48’i yasağa karşı.

    TESEV-KONDA işbirliği ile yapılan araştırma ve Eğitim-Bir-Sen’in öğretmen istihdamına yönelik çalışması kamuda başörtü yasağını yeniden gündeme getirdi.

    Eğitim-Bir- Sen raporunda yasağın kadın öğretmen istihdamının artmasına engel olduğunu belirtirken TESEV’in saha araştırmasında toplumun yüzde 76.3’ü “Kamuda isteyen herkes örtünebilir” diyor.

    Araştırmanın detaylarına indikçe ilginç ayrıntılar dikkat çekiyor. Araştırmanın sonuç bölünde çıkan verilere ilişkin “Başörtüsü, büyük ihtimalle, fiili bir sonuç olarak başörtülü öğrencilerin üniversitelere girmesinden sonra tecrübe edilen ‘sorunsuzluk’ durumundan ötürü zihinlerde kriz nedeni olmaktan çıkmıştır” değerlendirmesinde bulunuluyor.

    Siyasiler ve Sivil Toplum Örgütleri (STÖ) her iki araştırmanın sonuçlarını BUGÜN’e değerlendirdi.

    Milletin hakkı ve talebidir

    BBP Başkanı Mustafa Destici: Biz başından beri kamuda başörtüsünün serbest bırakılmasının yanındayız. Toplum zaten buna hazır. Sıkıntı bunu yönetenlerdeydi. 10 yıldır iktidarda olan partinin sözü var. Bırakın kamuoyunu üniversitelerde beli sıkıntı çıkıyor. Bana birçok şikayet geliyor. Öğretmen kardeşlerimiz bu sıkıntıyı yaşıyorlar. Şu an Türkiye’de bir esneklik var. Ama bir serbestlik yok. Anayasa’ya dayandırılmalıdır. Milletin hakkı ve talebidir.

    Ayrımcılık sona erecek

    AK Parti Grup Başkan Vekili Ahmet Aydın: Bu sadece öğretmenler ile alakalı değil. Bütün kamusal alanda böyle bir gerçeklik var. Bunu görmezden gelemeyiz. Bu noktada seçmeli dersler ve imam hatip okullarında kız öğrencilerimizin ve öğretmenlerimizin sorunu büyük. Böyle ayrımcılık gibi konular zamanla nihayete erecektir.

    Anayasa’da ve yasalarımızda bu konuyla ilgili ciddi yasaklamalar yok. Farklı kurumların farklı uygulamaları kılık kıyafet yönetmelikleri ile düzenlemeler var. İnsanların bunu hazmetmesi ve demokrasinin gelişmesiyle daha iyi noktalara geleceğiz.

    Güncel konular tartışılmalı

    CHP Genel Başkan Yardımcısı Sencer Ayata: Şu an daha güncel konuların tartışılması gerekir. Bu konu açıldığı zaman tüm dikkatler oraya çekiliyor. Biz gündemi başka yere çekmek istiyoruz. Bu mesele zaten şu an için belirli bir seviyeye gelmiştir. Biz bunun üzerine gitmek istemiyoruz. Parti olarak da görüşümüz budur. Başka güncel konular var.

    Dini bir gösterge mi?

    Araştırmacı Tarhan Erdem: Burada ayrımlar çok önemlidir. Bana göre hakim, öğretmen ve polis gibi yurttaşa karşı müeyyide uygulayacak makamların ve memurların kendi dini temaüllerini gösterecek bir kıyafetle vatandaşın karşısına çıkmaması gerekir. Burada başörtüsü dini bir gösterge midir? Bunu tartışmak lazım. Bu benim uzmanlık alanım değil.

    STK’lar gündeme getirmeli

    MHP Grup Başkan Vekili Mehmet Şandır: Bu konuyu öncelikle toplumun tartışması gerekir. Mesele siyasetçiler tarafından tartışılmamalı. Toplumsal ayrışmaya ve çatışmaya sebep oluyor. Bu işten rahatsızlık duyanlar olabilir onların ikna edilmesi lazım. Yani toplumun sahiplenmesi lazım. Bu konuyu sivil toplum örgütleri aracılığıyla topluma tartıştırıp bir mutabakata varmak gerekiyor.

    Kimsenin örtüsüne karışılamaz

    Eski bakanlardan Hasan Celal Güzel: Kamuda başörtüsü serbest olmalı. Herhangi bir ayrım yapılmamalı. Onun amirleri ve memurları ayrım yapmamalı. Kamu sektöründe iş sahipleri de ayrımcılıkta bulunmamalı. Bir hanımın başının örtüsü kendisiyle ilgilidir. Biz demokratik bir toplumuz. Kimsenin başının örtüsüne karışılamaz.

    Yasak tüm kamuda kaldırılmalı

    Türk Eğitim Sen Genel Başkanı İsmail Koncuk: Başörtüsüz çalışma şartı olduğu sürece, bu konuda hassasiyeti olan birçok kadının evde oturmayı tercih ettiğini biliyoruz. Dolayısıyla hem Kamu-Sen hem Türk Eğitim-Sen olarak artık kamuda bu yasağın tamamıyla kaldırılmasını istiyoruz. Geçmişte bunun kötü tecrübelerini yaşadık. Sırf başörtülü diye üniversite eğitimini yarıda bırakan çok sayıda kadınımız oldu. Öte yandan bir işte çalışıp mecburiyetten başını açan ve bundan ciddi anlamda rahatsızlık duyan kadınlarımız var. Netice itibarıyla bunun bir ızdırap olmaktan çıkarılması gerekir. Bir siyasi istismar malzemesi olmaktan çıkarılmalı.

    Öğretmen açığı başörtüsüne bağlanamaz

    Eğitim Sen Genel Sekreteri Mustafa Ecevit: Kamuda istihdam ölçütlerinin gelişmiş ülkelerle kıyaslamalara bakmak lazım. Kamuda çalışanların sayısı oldukça düşüktür. Bu düşüklüğün gerekçelerini başörtüsüne bağlamakla örtüşmüyor. Öğretmenlerin yetersizliği de buna bağlı değildir. 300 bin diplomalı işsiz öğretmen bulunuyor.

    Başörtüsü nedeniyle öğretmen olamayanların oranı çok düşüktür. Kamuda çalışma içerisinde başörtüsü bir özgürlük alanı olarak mı değerlendirilmelidir? Mevcut kılık kıyafet yönetmeliği önündeki engel bu mudur? Özgürlük neye göre tanımlanır. Hele de sağlık ve eğitim gibi iki alan bu konuda çok önemlidir. Bunları iyi tartışmak lazımdır. Biz başörtüsü düşmanı da değiliz.

    Anayasa Mahkemesi kararı vermiştir

    Adalet eski Bakanı Hikmet Sami Türk: Başörtüsü Anayasa Mahkemesi kararında belirtildiği gibi dinsel bir simgedir. Kadınların başını örtmesinde herhangi bir yasak yok. Ama Anayasa’da devletin laik niteliği ile bağdaşmaz. Bu madde Anayasa’da değişmez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez. Bu simgenin laik bir devletin kamu kurumlarında olması bu maddeyle çelişmektedir. Ben de Anayasa Mahkemesi’nin belirttiği gibi düşünüyorum. Devlet memurları buna uymalıdır.

    KİM NE DEDİ?

    * Araştırmada kendisini CHP’li olarak tanımlayanların yüzde 48’i de yasağa karşı olduğunu belirtiyor.

    * AK Partililer’in yüzde 89’u, MHP’lilerin yüzde 77.3’ü BDP ve bağımsızların yüzde 79.8’i kamuda başörtüsü özgürlüğünü savunuyor.

    * Aleviler’in yüzde 53’ü kamuda başörtüsü yasağına karşı çıkarken, yasağın sürmesini isteyenlerin oranı bu kesimde sadece yüzde 35’te kalıyor.

    * Yine 12 Eylül 2010’daki referandumda hayır oyu kullananların yüzde 54’ü kamuda başörtü yasağına karşı bir duruş sergiliyor.

    Görünmeyen cam duvar

    * İstanbul Kadın Araştırmaları Merkezi Kurucu Başkanı ve İstanbul Milletvekili Alev Dedegil: Başörtü yasağı Türkiye’de kadın istihdamını genel anlamda önlemez. Ama başörtülü öğretmenlerin çalışması konusunda bir engel oluşturur. Kamu kurumları zaman zaman kıyafetle gelenekleri olabiliyor. Neyse ki Türkiye’de bu sorun toplumsal mütabakatla aşılma sürecine başladı. Nitekim önünde hukuksal bir engel yok. Başörtülü kadınların gerek siyasette gerek sosyal gerekse ekonomik hayatta yer almalarının önünde yasal hiçbir engel yok. Sadece görünmeyen cam duvarlar var. Başörtü sadece kadın haklarının değil insan haklarının bir parçasıdır.

    İstihdam sorunu artıyor

    * Türkiye İş Kadınları Derneği Başkanı Nilüfer Bulut: İş dünyasında kadın istihdamı başlı başına bir sorun. Başörtülü kadınların önündeki engel kaldırmadığı sürece istihdam sorunu daha da artıyor. Maalesef birçok kadınımız başörtülü diye çalışamıyor, çalıştırılmıyor. 21. yüzyılda artık bunlara takılmamamız lazım. Öte yandan başörtü bir dini simge olarak algılanmamalı. Aynı dünya görüşüne sahip erkeklerin her görevde var olduğunu görüyoruz. Her şeyde olduğu gibi iş dünyasında da her şeyde erkek egemenliği var. Maalesef erkekler her ne kadar başörtüyü savunsa da karar verirken başörtülü kadın çalıştırmaya yanaşmıyor. Bunun sebebi ne performans ne de bilgi eksikliğidir. Görselliğe önem verildiği için erkekler başörtülü kadın çalıştırmayı tercih etmiyor.

    Ayrımcılığın göstergesi

    * Türk Üniversiteli Kadınlar Derneği Genel Başkanı Nazan Moroğlu: Başörtü sorunu kadınlara karşı ayrımcılığın bir göstergesiydi. Ancak bunu aştığımıza inanıyorum. Bundan sonra bunun bir engel olarak görülmemesi gerekir.

    Buna rağmen devlet okullarında başörtülü öğretmen çalışmıyor. Herhangi bir ideolojinin parçası olarak algılandığı için devlet okullarında engel devam ediyor. 24 Kasım öğretmenler günü vesilesiyle bir okuldayım. Okul dışında başörtülü okulda başörtüsüz olan bir öğretmenle aynı masada oturuyorum. Başörtü takıp takmaması kişinin özel yaşamıdır. Özel yaşama müdahale edilmemeli.

    NE BAŞÖRTÜ NE DE HAÇ OLMALI

    Kadın Adayları Destekleme Derneği Genel Başkanı Çiğdem Aydın: Başörtünün kadın istihdamını engellediği kanısında değilim. Kamu hariç bugün çok sayıda kadın başörtülü çalışıyor. Özel işletmede çok rahat iş bulma şansları var. Bu iyi bir şey. Kamuda herhangi bir dini simgenin taşınması uygun değil. Bu alanda ne başörtü ne haç ne de daha farklı bir dini simge. Çünkü kamu devlete ait bir alan ve tüm vatandaşlarına eşit mesafede olmalı. Aynı şekilde sakal, cübbe veya mintan da olmamalı.

    NESRULLAH SONAY – LÜTFİ ERDOĞAN – BUGÜN GAZETESİ

     

  • Diyanetten yurt dışına 45 dede görevlendirmesi!

    Anayasa Başkanı Haşim Kılıç, Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz, Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu, Büyük Birlik Partisi (BBP) Genel Başkanı Mustafa Destici, Saadet Partisi (SP) Genel Başkanı Mustafa Kamalak, Demokratik Sol Parti (DSP) Genel Başkanı Masum Türker, MHP Milletvekili Koray Aydın, SP GİK üyesi Fatih Erbakan, Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş, birçok siyasetçi ve tanınmış isim katıldı. Duaların edilmesinin ardından iftar yemeğine geçildi. Bursa’dan gelen bir ekibin söylediği ilahiler eşliğinde semazen gösterisi yapıldı. Ardından semah ekibi gösteri sundu.

    Yeni anayasa çalışmaları kapsamında komisyona birçok rapor sunduğunu belirten dünya Ehl-i Beyt Vakfı Başkanı Fermani Altun, “Yeni anayasada Tekke ve Zaviyeler Kanunu kesinlikle kaldırılmalı.” dedi.

    “DUVARLARI YIKACAĞIZ, YÜZ YÜZE VE BİRBİRİMİZE KONUŞACAĞIZ”

    Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdan ise kalbi olan herkesin dağlandığı, yüreği olan herkesin incindiği matem ayında bir Muharrem iftarında bir araya geldiklerini belirtti. Bozdağ, “Hz. Hüseyin’in şehit edildiği bir tarihsel olayda Muharrem’in değerini anlam ve önemini bir kez daha hatırlamak durumundayız.” ifadelerini kullandı.

    Türkiye’de ön yargıların insanları teslim aldığını belirten Bozdağ, “Sünni inanışa sahip kardeşlerimizin bazı ön yargıları, ön kabulleri var. Bir konu konuşulurken ön yargı duvarı gelip duruyor. Alevi kardeşlerim bazı değerlendirmelerde bulunurken onun gözünün önüne baştan ön yargı duvar ön kabul duvarı gelip dikiliyor. Biz duvarların arkasından birbirimize konuşamayız. Artık bu duvarları yıkmalıyız. Duvarları yıkacağız yüz yüze birbirimize konuşacağız. Birlikte çalışacağız, birlikte arayacağız, birlikte doğruları asli kaynaklarından alacağız. Biz bunu yaptığımız zaman daha iyi noktalara geleceğiz.” diye konuştu.

    Dünya görüşlerinin, ideolojik bir takım yaklaşımların başka yaklaşımlar üzerine ikame dilmeye çalışıldığında yaklaşımların yok olmadığını vurgulayan Bozdağ, “Tarikatlar yasaklandı; yok oldu mu tarikatlar? Tekke ve zaviyeler kapatıldı; bitti mi dergahlar? Zikirler olmuyor mu, ayinler olmuyor mu? Başka işler yapılmıyor mu? Hepsi yapılıyor. Hiçbirisi yok olmadı, hepsi varlığını devam ettiriyor. Devlet bunu bilmiyor mu? Biliyor. Vatandaşların ihtiyaçlarını karşılamak devletin birinci vazifesidir. Biz ihtiyaçları görüp onu gidermekle mesulüz. Vatandaş bize bu noktada yetki veriyor. Sorunları göreceğiz ve bu sorunlara beraber çözüm arayacağız. Önümüzdeki zaman içinde bu noktalarda önemli adımları birlikte atacağız.” açıklamasında bulundu.

    Alevi çalıştayların da konunun muhatapları ile yüz yüze ilk defa bir araya gelindiğini kaydeden Bozdağ, “Farklı düşüncelerden medya, siyaset, üniversite ve diğer alanlardan isimler bir araya geldi. Ne yapmamız lazım, hangi adımları atmamız lazım denilerek ilk defa yüz yüze konuşuldu. Önemli bir faaliyeti yaptık. Bir araya gelmeyi engelleyen bariyerleri kaldırdık.” şeklinde konuştu.

    Orta öğretimde müfredatta Alevi inancını anlatan kısımları Alevi önderlerinin biraya gelerek yazdığını ve kitaplara konulduğunu anlatan Bozdağ, şunları söyledi:

    “Sivas’ta masum kardeşlerimizin ölmesi ile sonuçlanan Sivas’ın o kötü hadisesinden sonra çok ızdıraplar yaşandı. Konuşuldu hep Madımak Oteli ile ilgili ama bir türlü adım atılamadı. Bir araya geldik, oturduk, istişare ettik, sonra anlaştık, orayı kamulaştırdık ve bir kültür merkezine dönüştürdük. Orayı da kardeşlerimizin istediği şekilde yeniden dizayn ettik.”

    “17 ALEVİ KLASİĞİ TÜRKÇEYE ÇEVRİLDİ”

    Alevi klasiklerinden 17 tanesini Diyanet İşleri Başkanlığı ‘nın Türkçeye çevirdiğini hatırlatan Bozdağ, “Hem de Alevi bir profesör olan Osman Eğri kardeşimizin asıl orijinal metni bir tarafa koyarak, onun yanına da bugünkü Türkçe metni koyarak, isteyen aslından okuyarak, isteyen de Türkçesini tercüme etti ve bugün yayınladık. Bu noktada çalışmalarımız devam edecek. Yurt dışında yaşayan Alevilerin talepleri doğrultusunda Diyanet İşleri Başkanlığımız oraya Alevi dedelerinden görevlendirmeler yaptı. u sene 45 Alevi dede görevlendirildi. Önümüzdeki zamanlar içerisinde bu talepler konusunda adımlarımız ve yapacaklarımız olacak. Hükümet olarak bu konuyu dert edindik ve dert edinmeye bu derdi çözmeye devam edeceğiz.” ifadelerini kullandı….

  • 12 Aralıkta İnternet Arapça Olacak

    12 Aralık Dünya Arapça İnternet gününde başlayacağı çalışmalarla, Google, YouTube’da bu dilin yaygınlaşmasını sağlayacak. Hazırlayacağı her projede, Arapçanın ana dillerden biri olarak kullanılmasını hedefleyen internet devi, 12 Aralık’ta adeta internet’i Arap dünyasının eksenin de yönetecek.

    Gün içerisinde, Google+’ta Arap dünyasının ünlü isimleri, yöneticileri ve dil bilimcileri açık konferans verecek. Şimdiden Arapça özel blog projesini başlatan Google, çevrimiçi ve dışı olarak bu dilin yaygınlaşması için tüm mecralarını seferber edecek. Google yönetimi Arapça internet içeriğinin sadece yüzde 3 olduğunu bu sayısı artırmak istediklerini belirtti.

    İnternet devi bu proje için tüm partnet şirketlerini de seferber edecek.

  • Malumat çok, bilgi yok!

    Efendim, vize sınavlarını yaptık. Değerlendirmeler de yapıldı sayılır.

    Sonuçtan ne hoca memnun, ne talebe!

    Talebe sızlanıyor, hocalar öğretemiyor diyor. Talebe “ezberci ve mantıksız” hocaların Hukuka Giriş konularından bahsetmeden, henüz temel atmadan aile hukuku, miras hukuku gibi konuları işlemekte olduklarından dem vuruyor, bir yorumcu da al benden de o kadar deyiveriyor.

    Hoca şikayetçi, bunlar daha ilim kelimesini bile yazamıyorlar, ayın ile değil elif ile yazıyorlar diyor. Bekâ’yı kaf ile değil, kef ile yazıyor. En temel bilgileri bile bilmiyor.. diye yakınıyor.

    Garibce bu konuları irdeleyen birkaç yazı kaleme almıştı. Ama güncellenmesi sebebiyle yeniden bir yazı yazmayı uygun buldu.

    Hocalarla ilgili eleştirilerimizi “Bizim İlahiyatçılar neden anlaşamazlar” başlıklı yazımızı yeniden okuyarak tazeleyebilirsiniz.

    Gelelim sayfanın öbür yüzüne:

    Efendim malum Ashab-ı Kehf üç yüz küsur sene sonra uyanmışlar, fakat bir gün kadar geçmiş olduğunu düşünmekteler… İçlerinden birini erzak almak üzere şehre gönderirler. Adam çevrenin değiştiğini fark etse de asıl kafasına dank ettiren gerçeklik, erzak bedeli olarak verdiği paranın artık geçmez oluşunu satıcının müstehzi bakışlarıyla öğrenmiş olmasıdır. Tabi ya ayak uyduracaklardı ya da hayatı terki tercih edeceklerdi. Bunca zaman geçmişti. Arayı kapatamayacaklarını anlamış olmalılar ki yeniden mağaralarına dönmeyi ve kaldıkları yerden uykularına devam etmeyi yeğlediler. Maksat kıssadan hisse!

    Bizim üniversite öğrencisinin gözü açılmış. Bu doğru. Ama kendisini hâlâ orta öğrenimde zannediyor. Kendisini hâlâ öğrenci sanıyor. Hâlâ hoca –ki ona da hâlâ öğretmen diyenler çıkıyor, hocasını öğretmenler odasında arıyor- niye öğretmiyor ya da öğretemiyor diye yakınıyor.

    Uyanmış o kesin! Ama bilinç Ashab- Kehf’inki gibi geçmişe ait. Oysa artık yeni yeri orta okul, lise değil, üniversite. Kendisi öğrenci değil, talip.

    Araplar bunu isim olarak da çok güzel ayırıyorlar ve öncesine tilmîz derken üniversite seviyesinde olana “tâlib” diyorlar. Bizim “talebe” de asıl itibariyle işte bu kelimenin çoğulu oluyor. Bununla birlikte biz onu Türkçeleştirmişiz ve tekil anlamda “talebe” diye kullanıyoruz ve “talebeler” diye de çoğul yapıyoruz. Uysa da uymasa da!

    Şimdi artık burası Üniversite ve öğrenci de Talebe olunca, bilinci de bu duruma göre yenileyerek Öğretmenin öğretmesini beklemeyecek, hocanın kendisine yol göstermesini, bilginin anahtarını ve adresini vermesini isteyecek… Sonra da kendisi talep edecek, araştıracak, değerlendirecek ve böylece bilgiye ulaşacak. Malumat sahibi olmayacak, kitabî anlamda bilgi sahibi olacak.

    Öğrenmiş olduğumuz varsayılan konularla ilgili bilgilerimiz o kadar sığ ki, bunlara ancak malumat denebilir, bilgi değil. Bilginin belli bir standardı olur, terimlerle ifade edilir, tabii mecrasında suyun akışı gibi derinden ve sessiz bir biçimde ilerler. Belli ki bizim tahsil hayatında su mecrasını şaşırmış ve her tarafı tutmuş, sonuç itibariyle de bir şeye yaramaz olmuş. Her şeyi sözde bilen ama hiçbir şeyi bilmeyen bir tipleme ortaya çıkmış. Talebenin bu içler acısı durumdan sıyrılıp çıkmak, tabii mecrasını bulmak ve derinleşmek, sığlıktan kurtulmak gibi bir kaygısı yok. Sürekli niye öğretmiyorlar diye yakınıyor.

    Allah aşkına Feys’de dolaşan sınav muhabbetlerine bakınız. Falanca hoca neyi sorar, kaçıncı sayfaya kadar, filanca dersin özeti kimde var… Falanca hocanın Çan’ı ne kadar?… hep bu kabilden paylaşmalar, dertleşmeler.

    Öğrenme, araştırma, talip olma niyeti yok. Bütün kaygı sadece günü kurtarma ve sınavdan geçer not almadan ibaret.

    Bütün öğrencilerin böyle olduğunu elbette ki söylemiyorum. Ama sesi çıkanlarınki böyle. Öbürleri de bunlara çanak tutmaktalar, karşı itiraz serdeden de çıkmamakta.

    Garibce’nin “Kazanın dibi delik!”, “Bizim oğlan döner döner bina okurdu acep şimdi ne okur” başlıklı yazılarını lütfen tekrar okuyunuz.

    Hukuka Giriş’ten hiç bahsedilmeden Aile Hukuku… okutulduğunu Feys’de paylaşan öğrenci gerçekten üçüncü sınıfta olabilir mi? Üçüncü sınıfta okuyor ise bir öğrenci, ikinci sınıfın güz döneminde İslam Hukukuna Giriş adlı bir dersimizin olduğunu bilmesi lazımdır. O derste fıkhın tanımından, sistematiğinden, amacından başlayarak temel giriş konuları verilmeye çalışılıyor. Fıkıh İlmine Giriş adıl bendenizin de yazmış olduğu kitap olmak üzre bu konuda yazılmış birkaç kitap da mevcut bulunuyor. Çok öncelerden yapılmış tercüme eserler de zaten mevcut bulunuyor.

    Böyle bir dersin kendi üzerinden geçmiş olduğunun bile farkında olmayan bir öğrenciye ne demek lazımdır bilemiyorum.

    Olmuyor, olmuyor, bir türlü dolmuyor.

    Kazanın dibi delik olduğu sürece de hiç dolmayacak.

    Bizim oğlan bina okurdu döner döner gene okurdu.

    Şimdi yeni duruma uygun yeni söylemler geliştirmek lazım: Söz gelimi:

    Cümle alem dönem boyu yatar

    Bizim inek oğlan özet tutar

    İlan edilince de sınavlar

    Bir olup hepsi hap edip yutar

    Ya da geleneği de çağrıştırıcı bir biçimde ve daha veciz olarak şöyle denilebilir:

    Bizim oğlan özet yutar

    Tutar tutar gene yutar

    Dua ile!

    GARİBCE