Ay: Şubat 2012

  • İslami Facebook Salamworld Hayata Geçiyor

     

    Dünyada İslam kültür ve mirasını tanıtmak amacıyla tasarlanmış bir iletişim platformu olarak hizmet verecek olan ve Temmuz ayında faaliyete geçirilmesi planlanan Salamworld’ün zirvesi Fatih Camisi İmamı Osman Şahin’in Kur’an tilavetiyle açıldı.

    Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın kutlama mesajının okunduğu zirveye, Has Parti Genel Başkanı Numan Kurtulmuş, Prof. Nevat Yalçıntaş, müzisyen Ahmet Özhan’ın da aralarında bulunduğu çok sayıda kişi katıldı.

    Malezya eski Devlet Başkanı Mahathir Muhammet zirveye bir video mesajla katılırken, Libya’da kurulan Ulusal Geçiş Konseyi Başkanı Mustafa Abdul Jalil de telefonla bağlandı.

    30 ülkeden katılımcının yer aldığı zirvede, İslam dünyasında, Müslümanların yararına ileri bilgi teknolojilerinin uygulanması konusunda fikir ve görüş alışverişinde bulunuldu.

    ”Salamworld internet camisi değil”

    İstanbul merkezli olması planlanan sosyal paylaşım sitesi Salamworld Yönetim Kurulu Başkanı Abdülvahid Niyazov, salamworld.com’un uluslararası bir proje olduğunun altını çizerek, sitenin amacının tüm dünyada Müslümanlar arasında iletişimi sağlamak olduğunu söyledi.

    Abdülvahid Niyazov, geçen yıl yola çıkan projenin Ramazan ayında yayına geçmesini planladıklarını kaydetti.

    Niyazov, zirvenin amaçlarından birinin İslam dünyasının önde gelen kişilerinin Salamworld hakkındaki sorularını yanıtlamak” olduğunu kaydederek, ‘Salamworld bir internet camisi değil ama bir internet mekanıdır. Herkese açıktır. İslam ümmeti ile dünyanın geri kalanı arasında bir köprüdür” dedi.

    Bazı insanların Müslümanların böyle bir teknoloji projesini başaramayacağını söylediklerini belirten Niyazov ”Bizim ekibimiz bunun böyle olmadığını gösterecek” şeklinde konuştu.

    Televizyoncu Rizvan Khanda da zirvede Salamworld ile ilgili bir sunum yaptı.

    Rizvan Khan ”Salamworld her ne kadar Müslümanlar için özel bir içerik sunuyorsa da; dışlayıcı değil, içerici bir projedir; İslam ile diğer inançlar arasında bir köprüdür. İnançlar arasın diyalog için ortak çalışmalara platform olabilir” diye konuştu.

    Rakip cemaatler aynı zirvede

    Zirvede Endonezya’nın birbirine rakip iki cemaatinin lideri, 60 milyon mensubu olan Nahdlatul Ulema cemaati lideri Said Akil Siraj ile 40 milyon mensubu olan Muhammediye cemaati lideri Sirajeddin Şemsettin’i bir araya getirdi.

    Sami Yusuf’tan çok dilli konser

    Zirve, Time dergisinin ”İslam dünyasının en büyük rock yıldızı” olarak nitelediği Sami Yusuf’un verdiği konserle sona erdi.

    Konserde beş şarkı söyleyen Sami Yusuf, salonda kaç Azeri olduğunu sordu ve Azerilerin ellerini kaldırmasını istedi.

    Kendisinin de Azeri olduğunu hatırlatan Yusuf ”Kime ait bilmiyorum ama çok güzel bir Azeri eseri” diye takdim ettiği ”Bu güzellik sana da kalmaz” şarkısını söyledi.

    Şarkının ardından salona dönerek ”Durmamı istiyorsanız durayım, yorucu bir gün geçirdiniz” diyen Yusuf, salondan gelen ”devam et” isteği üzerine bu defa Arapça bir şarkı seslendirdi.

    Yusuf, şarkının ikinci yarısını da Türkçe olarak icra etti.

    Konserini yeni eseri olan ve Afrika için bestelediği final şarkısıyla bitiren Yusuf, iyi bir konuşmacı olmadığını ifade ederek, ”Ben müzisyenim. Kendi alanım müzik, insanları bir araya getirmek konusunda güçlü bir araç. Ben de müziğimle insanları bir araya getirmeye çalışıyorum” şeklinde konuştu.

    Sitenin Arapça Ve Türkçe Tanıtımları Alt Bölümde Yer Almaktadır.

  • Din Tartışmasını Cahiller Yürütüyor

    ‘Din’ kelimesini İslam’la değiştirip ‘Buyurun, şimdi konuşun!’ demek lazım. Soyuttan somuta geçersek tartışma daha sağlıklı yürür. Karşı çıkacaklarsa da açıkça çıksın ve neye itiraz ettiklerini doğrudan dile getirsinler.” Süleyman Şah Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Adnan Aslan dindar nesil tartışmalarının kısır zeminine itiraz ederken sarf ediyor bu cümleleri. Üzerinde durulması, tartışılması ve gündemde tutulması gereken bir meseleyle meşgulüz ancak zeminimiz yanlış Aslan’a göre. İkinci ve belki de daha önemli mesele; tartışmaların ‘yapısal’ sorunlar yüzünden din cahili kişiler tarafından yürütülmesi. “Seküler dünyanın sorunlarını aşabilecek tek şey gerçek dindarlık” diyen Aslan, bu imkânı reddettiğimizde aslında kendi geleceğimizi reddettiğimize dikkat çekiyor…

    -Din meselesi hakikaten gerçek içeriğiyle mi geliyor gündemimize yoksa bu kavramlar üzerinden başka kavgalar mı veriyoruz?

    Türkiye’de din ve dindarlık tartışmalarında ciddi bir soyutlama ve müphemleştirme ile karşı karşıyayız. Neyi konuşuyoruz? Dini. Peki, bu din hangi din? Önce bunu belirleyelim. Dini değil İslamiyeti konuşuyoruz. Tartışmalarda kullanılan her ‘din’ kelimesini İslam’la değiştirip buyurun, şimdi konuşun demek lazım. Kavramları değiştirirsek, soyuttan somuta geçersek tartışma daha sağlıklı yürür. Karşı çıkılacaksa da açıkça çıksın ve neye itiraz ettiklerini doğrudan dile getirsinler. Bu yoldan yürürsek sağlıklı bir tartışma çıkar ortaya. Meselemiz toplumun şu veya bu şekilde dinini tanıması, tanıdıktan sonra da içselleştirmesi. Dindarlaşma bu değil mi? Buna itiraz nedir? Neden İslamiyet’in tanınmasından endişe duyuyoruz? Bizi korkutan ne?

    -Bir endişe mi görüyorsunuz?

    Tabii. İnanılmaz derecede endişe var. Mesele ‘din’ üzerinden konuşulduğunda niyetlerin açık edilmesi daha kolay. Oysa herhangi bir dini değil, kendi dinimizi, İslam’ı konuşuyoruz. Hiç kimse Allah’la kul arasında irtibatı temin edemez. Ne devlet ne fert ne de başka biri. Ancak aradaki engelleri kaldırabilir. Bugün modern dünyada Allah’la kul arasında, İslam’la milletimiz arasında inanılmaz engeller var. Üstelik bunlar yapısal engeller, hikâye değil.

    -Yapısal engellerden kastınız ne?

    Devletten kaynaklanan sistematik engeller. Bunları nasıl aşacak fert? Neden bugün özel kolej açabiliyorsunuz da özel imam hatip lisesi açamıyorsunuz?

    -Neden?

    Yapısal bir engel var çünkü. Yasak. Türkiye’de din eğitimi var mı?

    -Yok mu?

    Yok maalesef. Türkiye’de din eğitimi yok!

    -Ya zorunlu din dersleri ve imam hatipler?

    O, din öğretimidir. Aradaki farkı görmek lazım. Dinle ilgili iki tür bilgi vardır; biri dinî, diğeri din hakkındaki bilgi. Din hakkındaki bilgi herkese verilebilir, verilmelidir de. Din, hayatın önemli bir fenomenidir çünkü. Bir insan ateist olabilir yine de din hakkında bilgi edinmesi gerekir. Çünkü din aynı zamanda kültürün bir parçasıdır. Bilgisizlik çok gülünç şeylere sebebiyet verebiliyor. Kendini ciddi addeden bir gazeteci çıkıp diyor ki; ‘Ramazanlar sıcak zamanlara geldi, sabitleyelim…’ Bu komik değil, acıklı bir hadise. Bu kadar temel bir bilgiden bile habersiz demek ki! İslam tarihi, mezhepler bilinmeden siyaset de anlaşılamaz. Şiilikten bahsediyoruz. Nedir Şiilik? Irak’ta neler olup bittiğini neden anlamıyoruz? Türkiye’de din hakkında inanılmaz bir cehalet var. İnsanlar bu cehaletin ifşa edilmesine razı değiller, üzerine gidilmesini istemiyorlar. Kurtulmak da istemiyorlar. Ve bu cehalet de yapısal bir cehalet. Bu yapısal cehaletten ancak yapısal bir dönüşümle kurtulabiliriz. Bunu yapacak mekanizma da devlettir. Dinin en basit ritüellerini yapamayan, bu konularda hiçbir şey bilmeyen nesillerle karşı karşıyayız, trajik bir durum.

    -Ve din eksenindeki tartışmalar o nesiller tarafından yürütülüyor…

    Tabii. Ehil olmayan hatta bilgi sahibi bile olmayan insanlar hüküm vermeye kalkıyor.

    -Yapısal bir problemden söz ettiniz. Kökenlerine doğru gitsek biraz…

    Türkiye’nin modernleşme tarihi ile alakalı. Modern Türkiye’de pozitivist felsefe zımnen kabul edildi, alenen itiraf edildi ve uygulandı. Bu felsefenin temel argümanı, Din terakkiye manidir. Bu önerme üzerinden, bunu esas kabul ederek ele alındı mesele. Bütün yapısal oluşum bu eksende oluşturuldu. Millet, halk ve nesiller mümkün olduğu kadar dinle sahih bir buluşma yaşamasın diye gayret edildi. Edebiyatta, sanatta, sinemada yapılan din vurgusuna bakın. Sahih buluşmadan kastım bu işte. Sahih bir buluşmaya imkân verilirse millet kendi değerlerini yeniden keşfedebilirdi. Bütün olumlu gelişmelere, kısmi rahatlamalara rağmen dinî eğitim daima kontrol altında tutuldu. Halkın sahih dinî düşünceyle, anlayışla ve gelenekle buluşmasının önündeki engeller artırıldı maalesef. Batı ileri demokrasilerinde okullarda ciddi şekilde din eğitimi verilir. Devlet bunu yüklenmeyebilir ama insanların taleplerine cevap verecek mekanizmalar oluşturmak, bunların önünü açmak durumundadır.

    -Türkiye’de şu anda yürütülen tartışma din tartışması mı, dindarlık tartışması mı? Ya da bunların ikisi aynı şey mi?

    Meselenin iki tarafı var. Birincisi; yapısal kurumlarda dinî uygulamaları ya tolere edecek veya reddedeceğiz. Bu mesele çözülmüş değil ama en azından nihai planda insanlar dinî tercihlerini özgür biçimde yaşama ve örgütlenme hakkına sahip olmalı. İkincisi ve aslında daha derinlerde olan mesele ise şu; biz din derken aslında İslam’ı konuşuyoruz. İslamiyet’in bu millet için ne anlam ifade ettiğine bakalım. Pozitivist anlayışın bu konudaki yorumlarının yanlış olduğunu yaşayarak öğrendik. Sadece biz değil, bütün dünya gördü ve artık ciddiye alınmıyor pozitivizm. Tarihî bir tartışma olarak rafa kaldırıldı. Fakat gariptir Türkiye’de insanların zihninde hâlâ çok canlı. İslamiyet’in, bu dinin mensupları için çok temel bir ilim, kültür, medeniyet, ahlak, fikir, sanat kaynağı olduğunu keşfetmemiz lazım. Neden bu tâli meseleleri konuşuyoruz? İnsanımızı koruyacak tam teşekküllü bir değerler sistemini benimsemek için bütün yolları açmamız gerekirken nedir bu bir bardak suda kopardığımız fırtınalar? Bu kadar endişeli ve vulgar bir şekilde meseleye yaklaşmanın manası ne?

    -Tartışılmasına değil, yanlış tartışılmasına itiraz ediyorsunuz yani?

    Evet… Tarihçilerin dile getirdiği bir şey var. İslam’ı terk eden Türk kavimleri Türklüğü de kaybediyor. Macarlar, Avrupa Hunları… Ne oldular? İslam’ın millî kimliği muhafaza gibi bir gücü bile var. Bu din, aslında bizim kimliğimiz, onu terk ettiğimiz zaman kimliğimizi terk etmiş olacağız. Küresel bir kültür ve onun araçlarıyla kuşatılmış durumdayız. Tüketim kültürü, sanat, medya ve sinema. Bu sisteme teslim olup dönüştüğümüzde kendimize ait hiçbir değerimiz kalmaz. Yok oluruz! Bizi koruyan, yeni bir düşünce ufkuna ve medeniyete ulaşmamızın kaynağı ne? Müslümanlık… Bunun bilinmesi ve tanınması gerekmez mi?

    -Konunun çerçevesinin ne kadar geniş olduğu ve neye taalluk ettiği konusunda bir farkındalık var mı sizce?

    Hayır, maalesef… Bu da, dinî konuda cehalet diz boyu tezimizi teyit ediyor. Tartışmayı cahiller yürütüyor. Aydınlanmak da istemiyorlar, ne garip…

    -İslam’ın neye tekabül ettiğini görmeden herhangi bir toplumsal meseleye çözüm üretilebilir mi?

    Batı toplumunda Hıristiyanlığın varlığını, işlevselliğini, geçerliliğini tayin eden şey Aydınlanma olmuştur. Ve din hep bir tali unsur olarak muhafaza edilmiştir. İslamiyet açısından böyle bir şey söz konusu olamaz. Çünkü bütün toplumsal hadiseler şu ya da bu şekilde doğrudan Müslümanlıkla alakalıdır. Bizim ateistlerimiz bile Müslüman ateistlerdir. Çünkü içine doğdukları kültürü bu din şekillendirmiştir. İnsan ilişkilerine, dostluklarına, anne babalarına karşı muamelelerine bakın! Hepsi ya bir ayete ya hadise ya Peygamber Efendimiz’in uygulamasına gider. Dini toplumdan koparabileceğimiz hiçbir alan yok. Toplumun bütün düşüncesine, felsefesine kabul etsin ya da etmesin bu kadar sirayet etmiş bir dinle olan ilişkiyi belirleme hususunda bir kısırlık var. Yanlış şeyler konuşuyoruz!

    -Neyi konuşmalıyız peki?

    Nasıl yepyeni bir sanat ortaya koyabiliriz? Kendi geleneğimizi, inancımızı nasıl ifade edebiliriz? Batının sineması var mesela. Onun karşısına neyle çıkacağız? Bunu konuşalım. Batının bir düşüncesi, felsefesi var. Peki, bunun karşısında ne yapacağız? Bizim de İbn-i Sina’mız, Mevlana’mız, İbn-i Arabî’miz, İbn-i Haldun’unumuz var. Ama bunların hepsi tarihte.

    -Batı bugünün dünyasına cevap üretebiliyor. Peki ya biz?

    Sahih soru bu. Biz ne yapacağız? Nasıl bir düşünce üreteceğiz? İslamiyet bize bu konuda nasıl rehberlik edecek? İnanılmaz bir ıstırap içindeyiz. Modern devlet ve onun müesseseleri artık bu millete dar geliyor. Yeni yapılanmalara doğru gitmek zorundayız. Batı’yı taklit etmek bizi bir noktaya getirebilir ama bu her zaman taklit olarak kalır.

    -Sadece bir zümrenin meselesi gibi gösterilmeye çalışılan dinin aslında bütün toplumun gündeminde olması gerekiyor yani?

    Din bizim varoluş alanımızdır. Biz derken herkesi kastediyorum. Dindar olmayan, hatta dine karşı olan da bu zeminde var olacaktır. Önemli olan bu alanı ne kadar koruyabildiğimiz ve genişletebildiğimizdir.

    -Toplumla din arasındaki makası genişleten yapısal problemlerden söz ettiniz. Daha net konuşursak nedir bu problemler?

    Yapısaldan kastım açık, sahih din anlayışıyla, din bilgisi ile mümkün olduğunca karşılaşmaması isteniyor fertlerin. Nesiller din hakkında inanılmaz bir cehaletle yetişiyor. Sonra da modern hayatın konumlanma biçimi ve tarzı ile karşılaşıyor. Modernite dinî olanı dışarıda bırakacak şekilde gelişiyor. Ve yoğun bir şekilde empoze ediliyor.

    -Kim empoze ediyor?

    Devlet! Bariz değil ama kurduğu sistemle yapıyor bunu. Eğitim sistemi, medya, diğer iletişim ağları. Dindar olmayan iyice uzaklaşsın ve dine karşı olsun diye uğraşan bir mekanizma var sanki. Neticeye baktığımda bu kanaate ulaşıyorum. Dindar olanların da dinî derinlikten uzaklaşması isteniyor. Dinin ideolojik tarafının ortaya çıkarılması, beslenmesi, görüş ve görünüşün merkeze taşınması, gerçek dindarlığın bu görünüş ve gösterişle alakalı olduğu kanaatinin benimsetilmesi… Gerçek dindarların değil de dindar görünenlerin itibar görmesi çok önemli hatta en ciddi problem.

    -Kimdir dindar?

    Dindarlığın tezahürü ahlakidir. Ne kadar fedakâr, ne kadar infak ediyor, kâinattaki tüm varlıkların hukukuna ne kadar riayet ediyor? İbadet elbette olacak ama dinin meyvesi ahlaktır. Bir insanın dindar olup olmadığını anlamanın çok kolay bir yolu var. Davranışlarına bakacaksın, ahlaki bir kemâl var mı, yok mu? O gizlenebilecek bir şey değildir. Hemen kendini gösterir. Kelamda aramayacaksınız… Fakat muhtelif vesilelerle yapılan tartışmaların hiçbirinde kasıt da hedef de bu değil. İnsan ahlaki bir varlıktır. Krizlerin arka planlarında hep ahlaki zaaflar var. Dindarlık ahlakken kimse ahlaktan bahsetmiyor. Herkes tezahürleri ile uğraşıyor.

    -Dini dışlayan bir modernliğin içinde nasıl bir dindarlık yaşayacağız?

    İnsanın nihai soruları vardır. Ve bu sorular her çağda geçerlidir. Varlık sorularıdır bunlar. Niçin varız? Ne olacağız? Hayat dediğimiz şey ne? Dünyadan sonra bir hayat var mı? Bunlar varoluşla alakalı sorular. İslam bunlara çok tatmin eden cevaplar verir. Bu sebeple modernliği aşan bir sistemdir. Ferdî bunalımların sebebi, bu sorulara cevap bulamamaktır. Bizim için problemlerin çözümü çok net. Ancak ve ancak ahlaki kemalle aşılabilir. Ahlakımızın zemini de belli. Modernlik aslında kendi meselelerini aşmakta, kendini devam ettirmekte ve yorumlamakta zorlanıyor. Modernliği aşabilecek araçlarımız var mı? Ve bu araçlar bizi nereye taşıyor? Objektif olarak herkesin görebileceği cevaplardan söz ediyorum, hikâye anlatmıyorum. Modernliği aşabilecek tek şey gerçek dindarlıktır, gerçek ahlaktır ve bu imkân bizim geleceğimizdir. Onu reddettiğimizde asıl reddettiğimiz kendi geleceğimizdir.

    Kaynak: Aksiyon

  • Avamil Kitabı ve Tercümesi İndir Fasih-Klasik Arapca

     

    رسالة العوامل

    للإمام

    تقي الدين محمد بن بير على البركوي

    (929 – 981هـ / 1523 – 1573م)

    رحمه الله تعالى

     

     

    الباب الأول: في العامل

     

    وهو على ضربين:

    أ – لفظي،                     

    ب – ومعنوي.

           فاللفظي على قسمين:

    1 – سماعي،                   

    2 – وقياسي.

     

    [ أ – العامل اللفظي ]

     

    [ 1 – العامل السماعي ]

     

    فالسماعي تسعة وأربعون، وأنواعه خمسة:

     

    النوع الأول

     

    حروف تجر اسما واحدا فقط، تسمى: “حروف الجر”، و”حروف الإضافة”. وهي عشرون:

           الأول: الباء، نحو: “آمنت بالله، وبه لأبعثن”.

           والثاني: “من”، نحو: “تبت من كل ذنب”.

           والثالث: “إلى”، نحو: “تبت إلى الله”.

           والرابع: “عن”، نحو: “كففت عن الحرام”.

           والخامس: “على”، نحو: “تجب التوبة على كل مذنب”.

           والسادس: اللام، نحو: “أنا عبيد لله تعالى”.

           والسابع: “في”، نحو: “المطيع في الجنة”.

           والثامن: الكاف، نحو قوله تعالى: { ليس كمثله شيء } [ الشورى،

     

     

    BİRİNCİ BÖLÜM

    Â M İ L L E R

     

                Âmiller iki kısımdır:

                            1- Lafzî âmiller (58 tane)

                            2- Ma’nevî âmiller (2 tane)

                Lafzî âmiller de iki kısımdır:

                            a) Semâî âmiller (49 tane)

                            b) Kıyâsî âmiller (9 tane)

     

    I – LAFZÎ ÂMİLLER

     

                A – SEMÂÎ ÂMİLLER

     

                Semâî âmiller kırk dokuz tanedir ve beş gruptur:

     

             1- Harf-i Cerler (حُرُوفُ الْجَرِّ)

     

                Sadece bir ismi cer eden harflerdir. Bunlara “cer harfleri” ve “izâfet harfleri” adları verilir. Yirmi tanedir:

     

                1- Bâ (بِ):

    آمَنْتُ بِاللهِ تَعاَلَى، وَبِهِ لأُبْعَثَنَّ

    “Allâh Teâlâ’ya iman ettim ve O’na yemin ederim ki,

    şüphesiz öldükten sonra tekrar diriltileceğim”.

                2- Min (مِنْ):

    تُبْتُ مِنْ كُلِّ ذَنْبٍ

    “Bütün günahlardan tevbe ettim”.

                3- İlâ (إِلَى):

    تُبْتُ إِلَى اللهِ تَعاَلَى

    “Allâh Teâlâ’ya tevbe ettim”.

                4- An (عَنْ):

    كُفِفْتُ عَنِ الْحَراَمِ

    “Haramdan men edildim”.

                5- Alâ (عَلَى):

    تَجِبُ التَّوْبَةُ عَلَى كُلِّ مُذْنِبٍ

    “Her günahkârın tevbe etmesi gerekir”.

                6- Lâm (لِ):

    أَناَ عُبَيْدٌ للهِ تَعاَلَى

    “Ben Allâh Teâlâ’nın küçük bir kuluyum”.

                7- Fî (فيِ):

    اَلْمُطِيعُ فيِ الْجَنَّةِ

    “İtaat eden cennettedir”.

                8- Kâf (كَ):

    { لَيْسَ كَمِثْلِهِ شَيْءٌ }

    “O’nun gibi hiçbir şey yoktur” (Şûrâ, 42/11).

                9- Hattâ (حَتَّى):

    أَََعْبُدُ اللهَ تَعاَلَى حَتَّى الْمَوْتِ

    “Ölünceye kadar

    Allâh Teâlâ’ya kulluk edeceğim”.

                10- Rubbe (رُبَّ):

    رُبَّ تاَلٍ يَلْعَنُهُ الْقُرْآنُ

    “Nice Kur’ân okuyan vardır ki,

    Kur’ân ona lânet eder”.

                11- Vâvu’l-kasem (وَ):

    وَاللهِ لاَ أَفْعَلُ الْكَباَئِرَ

    “Allâh’a yemin ederim ki,

    büyük günahları işlemeyeceğim”.

                12- Tâu’l-kasem (تَ):

    تَاللهِ لأَفْعَلَنَّ الْفَراَئِضَ

    “Allâh’a yemin ederim ki,

    farzları muhakkak yapacağım”.

                13- Hâşâ (حاَشاَ):

    هَلَكَ النَّاسُ حاَشاَ الْعاَلِمِ

    “Âlim hariç, insanlar helâk oldu”.

                14- Müz (مُذْ):

    تُبْتُ مِنْ كُلِّ ذَنْبٍ فَعَلْتُهُ مُذْ يَوْمِ الْبُلُوغِ

    “Büluğa erdiğim günden beri işlediğim

    bütün günahlardan tevbe ettim”.

                15- Münzü (مُنْذُ):

    تَجِبُ الصَّلاَةُ مُنْذُ يَوْمِ الْبُلُوغ

    “Büluğa erilen günden itibaren namaz farz olur”.

                16- Halâ (خَلاَ):

    هَلَكَ الْعاَلِمُونَ خَلاَ الْعاَمِلِ بِعِلْمِهِ

    “İlmiyle amel eden hariç, âlimler helâk oldu”.

                17- Adâ (عَدَا):

    هَلَكَ الْعاَمِلُونَ عَداَ الْمُخْلِصِ

    “İhlâslı olan hariç,

    ilmiyle amel edenler helâk oldu”.

                18- Levlâ (لَوْلاَ):

    لَوْلاَكَ – ياَ رَحْمَةَ اللهِ – لَهَلَكَ النَّاسُ

    “Sen olmasaydın, ey Allâh’ın rahmeti,

    muhakkak insanlar helâk olurdu”.

                19- Key (كَيْ):

    كَيْمَه عَصيْتَ؟

    “Niçin isyan ettin?”.

                20- Lealle (لَعَلَّ) (Ukayl kabilesinin lügatinde):

    لَعَلَّ اللهِ تَعاَلَى يَغْفِرُ ذَنْبِي

    “Umulur ki, Allâh Teâlâ günahımı bağışlar”.

     AVAMİL ARAPÇA METNİ

    AVAMİL TÜRKÇE TERCÜMESİ

    Not: Winrar şifresi fasiharabic.com

     

     

  • Bina Kitabı İndir Klasik Arapça

     

    كتاب

    بناء الأفعال

     

    مؤلف مَجهول

    رحمه الله

    بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ

     

    اعلمْ أنَّ أبوابَ التصريفِ خمسةٌ وثلاثون باباً، سِتَّةٌ منها للثُّلاثِيِّ الْمُجرَّدِ:

     [ أبوابُ الفعلِ الثلاثي الْمُجرَّد ]

    الباب الأول: فَعَلَ – يَفْعُلُ

           مَوْزُونُهُ: نَصَرَ – يَنْصُرُ.

           وعَلاَمَتُهُ: أنْ يكونَ عينُ فعلِه مفتوحًا في الْماضي، ومضمومًا في الْمُضارعِ.

           وبِنَاؤُهُ: لِلتَّعْدِيَةِ غالباً، وقد يكونُ لاَزِماً. مثالُ الْمُتعدِّي نحوُ: “نَصَرَ زَيْدٌ عَمْراً”، ومثالُ اللازمِ نحوُ: “خَرَجَ زَيْدٌ”.

    اَلْمُتَعَدِّي: هو ما يتجاوزُ فَعْلُ الفاعلِ إلى الْمَفعولِ به.

           واللاَّزِمُ: هو ما لَمْ يتجاوزْ فَعْلُ الفاعلِ إلى الْمفعولِ به، بل وقع في نفسِه.

    الباب الثاني: فَعَلَ – يَفْعِلُ

           موزونُه: ضَرَبَ – يَضْرِبُ.

           وعلامتُه: أنْ يكونَ عينُ فعلِه مفتوحاً في الْماضي، ومكسوراً في الغابرِ (الْمُضارعِ).

           وبناؤُه: أيضاً لِلتّعديةِ غالبا، وقد يكونُ لازماً. مثالُ الْمُتعدّي نحو: “ضَرَبَ زَيْدٌ عَمْراً”، ومثالُ اللازمِ نحو: “جَلَسَ زَيْدٌ”.

           الباب الثالث: فَعَلَ – يَفْعَلُ

           موزونُه: فَتَحَ – يَفْتَحُ.

           وعلامتُه: أنْ يكونَ عينُ فعلِه مفتوحاً في الْماضي والْمُضارعِ، بشرطِ أنْ يكونَ عينُ فعلِه أو لامُه حرفاً من “حُروفِ الْحَلْقِ“، وهي ستةٌ: الحاءُ، والخاءُ، والعينُ، والغينُ، والهاءُ، والْهَمزةُ.

           وبناؤُه: أيضاً للتعديةِ غالباً، وقد يكونُ لازماً. مثالُ الْمُتعدي نحوُ: “فَتَحَ زَيْدٌ الْباَبَ”، ومثالُ اللازمِ نحوُ: “ذَهَبَ زَيْدٌ”.

    الباب الرابع: فَعِلَ – يَفْعَلُ

           موزونُه: عَلِمَ – يَعْلَمُ.

           وعلامتُه: أنْ يكونَ عينُ فعلِه مكسوراً في الْماضي، ومفتوحاً في الغابرِ.

           وبناؤُه: للتعديةِ غالباً، وقد يكونُ لازماً. مثالُ الْمُتعدّي نحوُ: “عَلِمَ زَيْدٌ الْمَسْألَةَ”، ومثالُ اللازمِ نحوُ: “وَجِلَ زَيْدٌ”.

    الباب الخامس: فَعُلَ – يَفْعُلُ

           موزونُه: حَسُنَ – يَحْسُنُ.

           وعلامتُه: أنْ يكونَ عينُ فعلِه مضموماً في الْماضي والْمضارعِ.

           وبناؤُه: لا يكونُ إلا لازماً. نحو: “حَسُنَ زَيْدٌ”.

    الباب السادس: فَعِلَ – يَفْعِلُ

           موزونُه: حَسِبَ – يَحْسِبُ.

           وعلامتُه: أنْ يكونَ عينُ فعلِه مكسوراً في الْماضي والْمضارعِ.

           وبناؤُه: للتّعديةِ غالباً، وقد يكونُ لازماً. مثالُ الْمُتعدّي نحوُ: “حَسِبَ زَيْدٌ عَمْراً فاَضِلاً”، ومثالُ اللازمِ نحوُ: “وَرِثَ زَيْدٌ”.

    Bina Kitabını İndir

    Not:winrar şifre: fasiharabic.com



  • Emsile Cekimi Klasik Arapça

    EMSİLE TERCÜMESİ GÖRSELLERLE DESTLEKLİ OLARAK SATIŞTA

    SATIN ALMAK İÇİN TIKLAYINIZ

     

    Aşağıdaki çekimde okumak istedğiniz çekimin üzerine tıklayarak o derse geçiş yapabilirsiniz.

    KELİME SÎĞASI –  MANASI
    نَصَرَ Fi’l-i mâzî Yardım etti
    يَنْصُرُ Fi’l-i muzârî   Yardım eder/ediyor/ edecek
    نَصْراً Masdar-ı gayr-i mimî Yardım etmek

    ناَصِرٌ

    İsm-i fâil Yardım eden
    مَنْصُورٌ İsm-i mef’ûl Yardım edilen
    لَمْ يَنْصُرْ Fi’l-i muzârî cahd-i mutlak Yardım etmedi
    لَمَّا يَنْصُرْ Fi’l-i muzârî cahd-i müstağrak Henüz yardım etmedi
    ماَ يَنْصُرُ Fi’l-i muzârî nefy-i hâl Yardım etmiyor
    لاَ يَنْصُرُ Fi’l-i muzârî nefy-i istikbâl Yardım etmeyecek
    لَنْ يَنْصُرَ Fi’l-i muzârî te’kîd-i nefy-i istikbâl Asla yardım etmeyecek
    لِيَنْصُرْ Emr-i gâib Yardım etsin
    لاَ يَنْصُرْ Nehy-i gâib Yardım etmesin
    اُنْصُرْ Emr-i hâzır Yardım et
    لاَ تَنْصُرْ Nehy-i hâzır Yardım etme
    مَنْصَرٌ İsm-i zaman İsm-i mekânMasdar-ı mimî Yardım etme zamanıYardım etme mekânıYardım etmek
    مِنْصَرٌ İsm-i âlet Yardım etme aleti
    نَصْرَةً Masdar binâ-i merra Bir kere yardım etmek
    نِصْرَةً Masdar binâ-i nevi Bir nevi yardım etmek
    نُصَيْرٌ İsm-i tasğîr Küçük bir yardım
    نَصْرِيٌّ İsm-i mensûb Yardım etmeye mensup
    نَصَّارٌ Mübâlağa-i ism-i fâil Çok yardım eden
    أَنْصَرُ İsm-i tafdîl En çok yardım eden
    مَا أَنْصَرَهُ Fi’l-i taaccüb-i evvel Acaip yardım etti
    و أَنْصِرْ بِهِ Fi’l-i taaccüb-i sânî Ne acaip yardım etti

    Emsile çekimi tablo halind Pdf İndir

    Emsile çekimi Detaylı Anlatım Pdf İndir

  • Görmez: Dindarlık Dini Darlık Değildir

     

    Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, son günlerde kamuoyu gündemini meşgul eden ‘dindarlık’ tartışmaları ile ilgili sosyal paylaşım sitesi Twitterdan açıklamalar yaptı. Görmez, “Dindarlık, başkasını aşağı, hor, hakir görmek değildir. Dindarlık, dini darlık, bağnazlık, ötekini tanımamak hiç değildir.” dedi.

    Diyanet İşler Başkanı Mehmet Görmez, Twitter’dan yaptığı açıklamada dindarlık tanımlarına yer verdi. Görmez, “Dindarlık, yaratıcıya saygılı, yaratıklara şefkatli ve merhametli olmaktır. Dindarlık; tevazudur, muhabbettir; husumet ve kibir değildir.” dedi.

    Görmez’in, dindarlığı tanımladığı diğer Twitleri ise şöyle: “Dindarlık, herkesin iman, hikmet ve hakikat denizinden avuçlayıp içebildiğidir. Ummânın kendisi değildir. Dinin bizatihi kendisi hiç değildir. Dindarlık; yaratıcıya, kendimize, bütün insanlara ve bütün evrene karşı dürüst, adil, ahlaklı ve samimi olmaktır. Dindarlık, başkasını aşağı, hor, hakir görmek değildir. Dindarlık, dinî darlık, bağnazlık, ötekini tanımamak hiç değildir. Dindarlığın en temel ilkesi, içtenlik ve samimiyettir. Sanal, görsel ve gösterişçi dindarlık, gerçek dindarlık değildir. Dindarlık, yaratıcıya saygılı, yaratıklara şefkatli ve merhametli olmaktır. Dindarlık; tevazudur, muhabbettir; husumet ve kibir değildir.”

     

  • Sanal Kabir Ziyaretine Fetva Verdi

     

    Sanal Kabir Ziyaretine Fetva Verdi

    Özellikle köylere ait internet sitelerinde oluşturulan kabir galerisini tıklayıp dua okutma şeklinde internet kullanıcılarına sunulan ‘sanal kabir ziyareti’, son günlerin çok tartışılan dini konuları arasında yer alıyor. Din uzmanlarınca konuya dair çeşitli görüşler beyan edilirken, konuyla ilgili açıklama yapan Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Hukuku Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Menderes Gürkan, sanal kabir ziyaretinde herhangi bir dini sakınca olmayacağını söyledi.

     

    Gürkan, kabir ziyaretlerinin İslamiyet’in ilk yıllarında Hz. Muhammed tarafından çeşitli sakıncalar görülerek yasaklandığını, sonraki yıllarda Müslümanlardaki yeterlilik düzeyi olgunlaşıp söz konusu sakıncalar ortadan kalktığında yine Hz. Muhammed tarafından ziyaretlere izin verildiğini ifade etti. Kabir ziyaretlerinin temel mantığının, kabir başında ‘ölüm’ gerçeğini hatırlamak olduğunu vurgulayan Gürkan, son zamanlarda sanal ortamdan birtakım tekniklerle yapılan ziyaretlerin ise dinin genel  prensiplerine aykırı olmadığını ifade etti. Gürkan, “Nihayetinde ölünün anılması bir vazifedir. Kabir ziyareti bir namaz ibadeti gibi şekli bir ibadet değildir. Oruç gibi değildir. Elbette bunun klasik usulün önüne geçerek,onu unutturarak Yaygın hale gelmesi de anlamlı olamaz. Klasik olan bizzat gidip ziyaret etmek, bildiğimiz dua ve surelerden okumak, ölenimiz için Allah’tan mağfiret dilemek ve ibret almaktır ve doğru olan da budur. Ama mezarı çok uzakta olan yakınlarımız için bu şekilde dua etmenin de sakıncalı olduğunu sanmıyorum. Nihayetinde bu cenaze için yapılan duadan ibarettir. Bu kabir başına gidilerek yapılacağı gibi internetten sanal olarak da yapılabilir. Ama esas olan klasik usulün takip edilmesi. Çünkü bizatihi o ortamı yaşıyorsunuz. Oradaki edindiğiniz duygu ile sanal ortamdaki farklı olacaktır. Belki bu açıdan bu konu tartışılabilir yoksa cevazı konusunda bir farklılığın olduğunu düşünmüyorum” diye konuştu

     

  • 6 İlahiyat Fakültesine Dekan Ataması Yapıldı

     

    YÖK’ten yapılan yazılı açıklamada, YÖK Genel Kurulu’nun dünkü toplantısında Eğitim, Kadro, Mevzuat ve Vakıf Üniversiteleri Koordinasyon komisyonları raporlarının görüşüldüğü belirtildi.

    Toplantıda ayrıca, devlet üniversitelerine ait 73 fakülteye dekan ataması yapıldığı bildirildi.

    Yükseköğretim Genel Kurulu 2012 yılının 3. toplantısını yapmak üzere 09.02.2012’ de toplanmış; Eğitim, Kadro, Mevzuat ve Vakıf Üniversiteleri Koordinasyon komisyonları raporlarının yanı sıra aşağıdaki gündem maddelerini görüşerek karara bağlamıştır.

    1. Devlet üniversitelerine ait 73 fakülteye dekan ataması yapılmıştır.

    Üniversite Fakülte Dekan

    ANKARA ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ  

    İlahiyat Prof. Dr. İsmail Hakkı ÜNAL

    DOKUZ EYLÜL İLAHİYAT FAKÜLTESİ  

    İlahiyat Prof. Dr. Ömer DUMLU

    IĞDIR ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ  

    İlahiyat Prof. Dr. Şadi EREN

    KASTAMONU ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ  

     Prof. Dr. Ali Rafet ÖZKAN

    MARMARA ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ  

    Prof. Dr. Ali KÖSE

    KASTAMONU ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ  

    Prof. Dr. Ali Rafet Özkan

  • Marmara İlahiyat Dekanı: Dindarlaşmıyoruz

     

    Köse’nin açıklamalarından satır başları

    Dindarlaşmıyoruz !

    1970 deki dindarlık oranıyla 2010’lardaki dindarlık oranı arasında fark yok.  Peki o zaman olay nedir. Türkiye bir iç göç yaşadı. Kırsal şehre geldi. Görünmeyen görünür hale geldi. Şehirdeki elitler Bu görüntüyü kabullenemedileler. Bir vaveyla koparıyorlar. Dindar kesimler demokrasiyi benimsediler. Modern değerlerle birçoğuyla barıştırlar. Ama kendilerine ait bir modernlik tanımı var. Zaten bu çağdaşlık, modernlik laiklik tanımı problemli olmuştur….

     

    Türkiyede bir sınıf mücadelesi var !

    ..Türkiyede bir sınıf mücadelesi var. Aslında bügün gördüğümüz olay siyasal alanda devam eden mücadele bana göre bir sınıf mücadelesidir. Dindarlık iki tane şeyle özdeşleştirildi hep. Cumhuriyet tarihi boyunca hatta tanzimatı da buna dahil edebiliriz .Bunlardan biri cehalet bir tanesi cehalet öteki yoksulluk. Dindar kesim daha çok kırsal kesimdendi. Onlar şehire gelince önceden görünmüyorlardı. Şimdi görünür oldular.

    Türkiyede Üniversitelere Başörtülü Okumak İsteyenler Suudi Arabistan’a Gitsin dediler; Hiç birisi Suudi Arabistana gitmedi. Nereye gittiler O öğrenciler Viyana’ya Strasburg’a  Lonra’ya gittiler. Daha çok para bulabilen Amerika’ya gittiler.

     

    Dindar kesimin yönü tanzimattan bu yana yönü hiç bir zaman doğu olmadı.

    Din devleti İstiyor musunuz sorusuna %1 %2 lik bir oran evet diyor.

     

    Not:Programın videosu yükleniyor

     

     

  • Prof.Dr.Faruk Beşer Marmara İlahiyata Geçti

     

     

    Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Hukuku Anabilim Dalı Başkanı Başkanlığını yürüten Faruk Beşer Marmara İlahiyat’ın öğretim üyeleri arasına katıldı

     

    Türkiye Faruk Beşer’i Mehtap Tv deki “İslam Ve Hayat” programıyla kendisini yakından tanıyor.

     İslam Ve Hayat Programınden Kesitler

     

     

    Faruk Beşer Kimdir?

     

    22.4.1952 de Trabzon da doğdu. İlkokulu Trabzon´da, Ortaokulu İzmit İmam Hatip Okulunda, Liseyi de Yozgat İmam Hatip Lisesinde

    okudu (1972).

     

     

     

    Atatürk Üniversitesi İslamî İlimler Fakültesinden mezun oldu (1978). Mezun olduğu Fakültede İslam Hukuku dalında “İslamda Sosyal Güvenlik” adlı teziyle doktor oldu (1985).

     

    Bu arada Diyanet İşleri başkanlığına bağlı olarak 8 yıl muhtelif görevler yaptı. Ardından İSAV ilmî sekreterliğinde bulundu. Bilahare özel bir ilmî araştırmalar merkezinde 6 yıl kurucu müdür olarak çalıştı. (1986-1993).

     

    Malezya International Islamic Universityye öğretim üyesi olarak gitti ve orada iki sömestr Mukayeseli İslam Hukuku ve İslam Milletler Hukuku dersleri okuttu (1993-1994).

     

    Döndükten sonra Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesine öğretim üyesi olarak intisap etti. 12.10.1994 tarihinde İslam Hukuku Anabilim Dalından doçent, 2000 Yılında da Profesör oldu.

     

    Aynı fakültede iki yıl dekan yardımcılığı yaptı. University of Pittsburgh´un daveti ile Visiting Professor olarak ABD´ne gitti ve adı geçen üniversitede altı ay araştırmalarda bulundu. (1999-2000)