Atıf Edatları – Açıköğretim İlahiyat Arapça Dersleri
Her dilde olduğu gibi cümleler isim, fiil ve bu ikisini birbirine bağlayan edatlardan oluşur. Söz konusu edâtlar içerisinde, üslupta akıcılığı temin etmek gayesiyle bazan cümle unsurlarını kendi içerisinde, bazen de iki cümle ya da cümleciği kendi arasında bağlayan edâtlar vardır. İşte Arapça’da bunlara atıf edatları denilmektedir. Dildeki diğer edatlar gibi atıf edatlarının da hem gramatik hem de anlama ilişkin işlevleri vardır. Bir başka ifadeyle atıf edatları bir taraftan cümle unsurları arasındaki gramatik ilişkiyi düzenlerken, bir taraftan da anlama ilişkin olarak cümleye bir takım incelikler yüklemektedir. Dil öğretiminde kelime ya da cümleler arası bağlantıları sağlayan unsurların tanınması ve gramatik hüküm ile anlamın buna bağlı olarakyönlendirilmesi son derece önemli bir husustur. Zira hangi unsurun hangi unsura, ya da hangi cümlenin hangi cümleye bağlı olduğunun tespiti dile hâkimiyetin bir kanıtıdır. Atıf ilişkisine başvurmakla söz sahibi fiil ya da ismin cümlede gereksiz yere tekrarının önüne geçmiş olmaktadır. Sözde mümkün olduğu kadar tasarrufu esas alan insan zekâsının kaçınılmaz bir operasyonu olan atıf ilişkisi bütün diller için geçerli bir olgudur. Ele aldığımız atıf edatları konusu temelde, üç terim çerçevesinde işlenecektir: Ma‘tûf, ma‘tûfun aleyh ve atıf edatı. Bu esaslar çerçevesinde konumuza ilişkin ayrıntılı bilgi ve örnekler okuma parçamızın ve ona ilişkin alıştırmaların peşinden verilecektir.
Atıf Edatları ve İşlevleri Dil Bilgisi
Atıf, birtakım edatlar vasıtasıyla bir cümle unsurunun diğer bir unsuruna bağlanmasıdır. Cümlede tekrarı önlemek ve gereksiz uzatmaların önüne geçmek amacıyla yapılır. Sözkonusu bağlama işlemi (atıf) isimle isim, fiille fiil yada cümle ile cümle arasında gerçekleşir. Atfın isimle isim arasında gerçekleşmesini şöyle bir misalle açıklamak mümkündür:
حَضَر إبراهِيمُ وأحمدُ إلى الاجتِماع /İbrahim ve Ahmet toplantıya geldiler, cümlesi ise isim ile isim arasında gerçekleşen atıfa misal verilebilir. Şöyle ki, cümlede ikinci isim olan أحمدُ kendisinden önceki إبراهِيمُ ismine atfedilmiştir. Söz konusu bağlantıyı da وَ edatı temin etmiş ve ikinci cümlenin başında حَضَر fiilinin ikinci kez tekrarını önlemiştir. Zira atıf imkânı olmasaydı ikinci cümlede özne/fâil konumunda olan حَضَر fiilinin bir daha tekrarı gerekecek ve dolayısıyla cümle: حَضَر إبراهِيمُ إلى الاجتِماع، حَضَر أحمدُ إلى الاجتِماع /İbrahim toplantıya geldi, Ahmet toplantıya geldi, şeklinde kurulması lazım gelecekti. جاءَ إبراهِيمُ إلَى المَدرَسة، وأَحْضَرَ كُلَّ واجِباتِهِ /İbrahim okula geldi ve bütün ödevlerini getirdi, cümlesi ise fiil ile fiil arasında gerçekleşen atıfa misal verilebilir. Görüldüğü üzere ikinci cümlede yer alan أَحْضَرَ fiili, kendisinden önceki جاءَ fiiline atfedilmek suretiyle bağlanmıştır. Sözkonusu bağlantıyı da وَ edatı temin etmiş ve ikinci cümlede öznenin tekrarını önlemiştir. Zira atıf imkânı olmasaydı ikinci cümlede de ortak özne/fâil olan إبراهِيمُ isminin bir daha tekrarı gerekecek ve cümle: جاءَ إبراهِيمُ إلَى المَدرَسة، أَحْضَرَ إبراهِيمُ كُلَّ واجِباتِهِ /İbrahim okula geldi, İbrahim bütün ödevlerini getirdi, şeklinde kurulması lazım gelecekti. Cümle ile cümle arasında gerçekleşen atıfa örnek olarak العلم نُورٌ، والجهلُ نارٌ /İlim nurdur, cehalet ise ateştir, cümleleri verilebilir. Görüldüğü üzere ikinci olan الجهلُ نارٌ cümlesi, kendisinden önceki العلم نُورٌ cümlesine atıf edatıyla bağlanmıştır. Söz konusu bağlantıyı da وَ edatı temin etmiştir. Misallerden anlaşıldığı üzere atıf ilişkisi aynı grup kelime ya da cümleler arasında gerçekleşmektedir; isim isme, fiil fiile ve cümle cümleye atfedilerek anlamca bağlanacak iki cümle unsuru arasında bağlantı kurulmuş olmaktadır. Görüldüğü üzere atfın gerçekleştiği cümlelerde üç temel unsur bulunmaktadır:
a. Atıf edatı ( أداة العطف ): İki unsuru birbirine bağlayan edat.
b. Ma‘tûf ( معطوف ): Atıf edatı vasıtasıyla kendisinden önceki cümleye bağlanan ve cümlede atıf edatından hemen sonra gelen unsurdur.
c. Ma‘tûfun aleyh ( معطوف عليه ): Ma‘tûf’un kendisine bağlandığı ana unsur olup cümlede atıf edatından önce yer alır.
Gramatik işlev itibariyle ma‘tûf, ma‘tûfun aleyh’in cümledeki yerini alır, yani i‘râb hükmünü üstlenir. Dolayısıyla ma‘tûfun aleyh cümledeki yeri itibariyle merfû ise ma‘tûf unsur da merfû, mansûb ise mansûb, mecrûr ise o da mecrûrdur.
Bu açıklamalar ışığında: واجِباتِهِ جاءَ إبراهِيمُ إلَى المَدرَسة، وأَحْضَرَ كُلَّ cümlelerine göz atacak olursak;
جاءَ fiili, ma‘tûfun aleyh ( ,(مَعطُوفٌ عَلَيه وأَحْضَرَ cümlesi ise ma‘tûf’tur ( .(مَعطُوف Bu iki fiil arasındaki atıf ilişkisini kuran و harfi ise atıf edatıdır .أداةالعطف Aynı şekilde; حَضَر إبراهِيمُ فأحمدُ إلى الاجتِماع cümelesinde ise; إبراهِيمُ ismi, ma‘tûfun aleyh ( ,(مَعطُوفٌ عَلَيه أحمدُ ismi, ma‘tûf’tur ( .(مَعطُوف Bu iki isim arasındaki atıf ilişkisini kuran ف harfi ise atıf edatıdır ( أداة .(العطف
Cümlemizde ma‘tûfun aleyh olan إبراهِيمُ cümledeki yeri itibariyle fâil/özne olduğu için merfû olduğundan ma‘tûf olan أحمدُ ismi de aynı irâb hükmünü almış ve merfû olmuştur.
Ma‘tûf unsur şu üç hususta ma‘tûfun aleyh’e uyar;
a. Yukarıda ifade edildiği üzere i‘râb yönünden uyar.
b. Sîga (kip) itibariyle uyar. Buna göre atıf işlemi iki fiil arasında gerçekleşmişse, söz konusu fiiller sîga, yani zaman bakımından birbirlerine paralel olurlar. Dolayısıyla mâzî fiil mâzî fiile, muzâri muzâri’ye, emir fiil emir’e atfedilerek gerçekleşir. Mesela; ، أكرَمَني عَلِيّ وأَكْرَمْتُه /Ali bana ikramda bulundu, ben de ona, cümlesini iki mâzî, يَحتَرِمُني إبراهيمُ وأَحتَرِمه /İbrahim bana saygı duyar,
ben de ona, cümlesini iki muzâri, اُنصُرْهُ يا أحمد فَلْيَنْصُرْكَ /Ahmet, sen ona yardım et, o da sana yardım etsin cümlesini de iki emir arasında gerçekleşen cümleler olarak zikredebiliriz.
c. Cümlede uyum. Şayet atıf işlemi iki cümle arasında gerçekleşmişse; isim cümlesi isim cümlesine, fiil cümlesi de fiil cümlesine atfedilir. الأدب نُورٌ والجهلُ ظُلمَة، /edeb aydınlık, cehalet ise karanlıktır, جاء العَدْلُ وزال الظُّلم /adalet geldi, zulüm yok oldu.
Başlıca Atıf Edatları ve Anlamları
Arapça’da kullanılan başlıca atıf edatları ve anlamları şöyledir:
وَ (الواو) . 1 ) Türkçe’de ‘ve’ bağlacıyla karşılanan bu edat iki unsuru bir araya getirme ve ma‘tûf ile ma‘tûfun aleyh’i eşit şartlarda aynı hükme ortak etme (iştirâk) işlevi görür. Dolayısıyla zaman bakımından aralarında öncelik ya da sonralık bulunmayan iki unsuru birbirine bağlar. Bir misal vermek gerekirse: جاءَتْ السّيارةُ ورَكِب الأبُ والوَلَدُ وخَرَجَا إلى مركز المدينة . /Araba geldi, baba ile çocuk bindiler ve şehir merkezine gittiler cümlesinde arabanın geldiği ve baba ile çocuğun eşit şartlarda arabaya bindiği, yani arabaya birinin diğerinden önce ya da sonra bindiği gibi bir durumun sözkonusu
olmadığı anlaşılır. Onun için و edatıyla yapılan bağlama işleminde ma‘tûf ile ma‘tûfun aleyh yer değiştirebilir. Bir başka ifadeyle atıf edatı ile birbirine bağlanan ma‘tûf ve ma‘tûfun aleyh’in yer değiştirmesi anlam açısından cümlede herhangi bir eksikliğe ya da yanlışlığa yol açmaz. Dolayısıyla yukarıdaki cümlenin: جاءَتْ السّيارةُ ورَكِب الوَلَدُ والأبُ وخَرَجَا إلى مَرْكَز المدينة şeklinde ma‘tûf ile ma‘tûfun aleyh’in yerlerinin değiştirilmesi durumunda herhangi bir anlam kaybı olmaz.
فَ (الفاَء) . 2 ) Türkçe’de ‘arkasından, hemen sonra, peşinden’ gibi ifadelerle karşılanabilecek olan bu edat, atfa konu olan ma‘tûf ile ma‘tûfun aleyh’i bir sıralamaya tabi tutmasının (tertîb) yanı sıra, bu iki unsur arasında, zaman olarak öncelik-sonralık (ta’kîb) ilişkisinin varlığına işaret eder. Dolayısıyla ma‘tûf unsurun ma‘tûfun aleyh’in hemen akabinden gerçekleştiğini, aralarında önemli bir zaman farkının söz konusu olmadığını ifade eder. Mesela, طلَبَ حَسَنٌ مِن والِدِه أنْ يَأْخُذَهُ إلى إستانبُول فَوَافَق الأبُ على طَلَب وَلدِه cümlesinde, Hasan’nın babasından kendisini İstanbul’a götürmesini
istemesi ile babanın buna onay vermesinin hemen ve birbiri ardında gerçekleştiğini, ikisi arasında bir zaman aralığının söz konusu olmadığını ortaya koymaktadır.
Dolayısıyla ف edatı ile yapılan atıf işleminde ma‘tûf ile ma‘tûfun aleyh’in aynı anda ve birbirlerinin peşinden gerçekleştiğini gösterir. Onun için فَ edatıyla yapılan atıf işleminde ma’tûf ile ma’tûfun aleyh yer değiştiremez. Mesela و atıf edatı ile kurduğumuz cümleyi bu defa ف atıf edatıyla bağlarsak ifade: جاءَتْ السّيارةُ فرَكِب الأبُ فالوَلَدُ وخَرَجَا إلى مركز المدينة şeklinde karşımıza çıkacak ve bununla arabanın geldiği ve önce babanın hemen arkasından da çocuğun bindiği anlaşılmış olacaktır.
مُّ . 3 Türkçe’de ‘sonra, daha sonra’ gibi karşılıklarla ifade edebileceğimiz bu edat iki unsuru bir sıralamaya bağlı olarak cemetmenin yanı sıra söz konusu iki unsur (ma‘tûf ve ma‘tûfun) arasında bir zaman aralığının (terâhî) var olduğunu gösterir. Dolayısıyla ma‘tûf ile ma‘tûfun aleyh’in aynı anda gerçekleşmediğini, ma’tufun aleyh’in önce ma’tuf’un da daha sonra tahakkuk ettiğini gösterir. Bu atıf edatının bağladığı iki unsur arasındaki zaman kavramı, فَ atıf edatının cümleye yüklediği zaman kavramına göre daha uzundur. Biraz önce örnek verilen cümleden hareketle açıklayacak olursak:
جاءَت السّيارةُ وركِب الأبُ ثم ولدُه وخرجا إلى مركز المدينة cümlesinde arabanın geldiği ve önce babanın arkasından/bir müddet sonra ise çocuğun bindiği, dolayısıyla iki unsur arasında zaman aralığının söz konusu olduğu anlaşılır.
أَوْ . 4 Türkçe’de ‘veya, yahut, yada, yoksa’ kelimeleriyle karşılayabileceğimiz bu edat iki unsur arasında tahyîr, yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. كيف تُفَضِّل السَّفَر: بِالسَّيارة أو بالقطار؟ /Yolculuğu nasıl tercih edersiniz: Arabayla mı yahut trenle mi? cümlesinde yolculuğa ilişkin iki seçenek söz konusu olduğu, muhatabın araba yada trenden birini tercih etmesi gerektiği söze yansıtılmıştır.
أَم . 5 Türkçe’de ‘yahut, ya da, yoksa’ kelimeleriyle karşılanabilecek olan bu edat, soru edatı olan hemze ile ( أَ) birlikte kullanılır ve muhataptan bu edatın öncesi ile sonrasındaki unsurlardan birini ta’yîn ve tercih etmesini zorunlu kılar. أَوْ edatından farkı sadece soru hemzesi ile kullanılmasıdır. أَبِالقطارِ السَّريع أم العاديّ تُسافِرانِ؟ /hızlı trenle mi yoksa normal trenle mi yolculuk yapacaksınız? cümlesinde yolculuğa ilişkin iki seçenek söz konusu olduğu, muhatabın araba yada trenden birini tercih etmesi
gerektiği söze yansıtılmıştır.
بَلْ . 6 Türkçe’de ‘Yok, hayır, aksine, tam tersine, bilakis’ gibi ifadelerle karşılanabilecek olan bu edat kendisinden önceki anlamdan farklı, hatta tam tersi (idrâb/ إضراب ) bir anlamın ifade edileceği yerlerde kullanılır. لا أَشْرَبُ القهوةَ في الفَطُور، بل الشَّايَ؟ /kahvaltıda kahve değil, aksine çay içerim cümlesinde بل edatından önceki hükmün aksine bir şey söylenmekte, kahvaltıda kahve’nin değil çay’ın içildiği ifade edilmektedir.
لكِنْ . 7 Türkçe’de ‘ancak, lâkin, fakat’ kelimeleriyle karşılanabilecek olan bu edat ise kendisinden önceki cümledeki bir eksikliği ya da yanlış anlamayı telafi (istidrâk) etmek için kullanılır. ما عمِل محمودٌ واجِبَهُ، لكنْ حسنٌ /Mahmut ev ödevini yapmadı, ancak Hasan (yaptı) cümlesinde لكن edatından önceki yanlış anlama telafi edilmiştir.
حَتَّى . 8 Türkçe’de ‘bile’ kelimesiyle karşılanabilecek olan bu edatın atıf işlevi görebilmesi için ma‘tûf’unun zâhir bir isim olmasının yanı sıra matufun aleyh’in bir parçası yada ayrılmaz bir unsuru olması gerekir. يَمُوت الناسُ حتَّى الأنبياءُ /İnsanlar ölür, Peygamberler bile (ölür) cümlesinde ma‘tûf olan الأنبياءُ zâhir bir isim ve ma‘tûfun aleyh olan الناسُ kelimesinin bir parçası olduğundan حتَّى atıf edatı işlevi görmüş, ölüm olgusunun Peygamberleri bile kapsayan ve oraya kadar uzanan (gâye) bir gerçek olduğunu ifadeye yansıtmıştır.
لا . 9 Türkçe’de ‘değil’ kelimesiyle karşılanabilecek olan bu edât cümleye olumsuzluk katmaktadır. هذه حقيقةٌ، لا خيالٌ /Bu bir gerçektir, hayal değil cümlesinde olduğu gibi. Yukarıda geçen bütün örneklerde görüldüğü üzere atıf edâtından sonra gelen kelime, ondan önce gelen kelimenin gramatik işlevini (i’râbını) üstlenmiş olur.